Tâbiînin
büyüklerinden, Medîne-i münevveredeki yedi büyük âlimden biri. İnsanları hakka
da'vet eden onlara doğru yolu gösterip, hakiki se'âdete kavuşturan ve
kendilerine "silsile-i âliyye" denilen büyük âlim ve velîlerin üçüncüsüdür. Adı,
Kâsım bin Muhammed bin Ebû Bekr-i Sıddîk et-Teymî'dir. Babası Muhammed, Hz. Ebû
Bekir'in oğludur. Annesi Sevde, Yezdücerd'in kızı olduğundan, İmâm-ı Zeynel-âbidin
ile teyze çocuklarıdır. Babası Mısır'da şehîd edilip küçük yaşta yetim kalınca,
halası ve Peygamberimizin mübârek hanımı Hz. Âişe'nin, yanında büyüdü. Tâbiîn
devrinde ve Hz. Osman'ın hilâfeti zamanında 31 (m. 653) yılında doğdu ve 101 (m.
721) veya 106 (m. 725) yılında Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde
hacca veya umreye giderken vefât etti.
Kâsım bin
Muhammed, Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk'ın torunudur. Eshâb-ı kirâmdan birçoğuna
yetişmiş ve onlardan birçok ilim öğrenip başta halası Hz. Âişe, Ebû Hüreyre,
Abdullah İbni Abbâs ve Abdullah İbni Ömer, Hz. Muâviye gibi meşhûr sahâbîlerden
hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuştur. Kendisinden de, Tâbiînin büyüklerinden
oğlu Abdurrahman, Sâlim bin Abdullah, İmâm-ı Şa"bî, akranlarından İbn-i Amr,
Yahyâ bin Saîd ve Sa'd bin Saîd el-Ensârî, Abdullah bin Ömer, Sa'd bin İbrâhîm,
Abdullah bin Avn ve daha birçoğu hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Tasavvuf
ilminde mütehassıs idi. Vera' ve takvada (Allahü teâlânın harâm ettiklerinden
sakınıp kaçınmada) eşi yoktu.
Dedesi Ebû
Bekr-i Sıddîk (r.a.) Peygamber efendimizden ve Peygamberlerden sonra insanların
en üstünü oldu. Resûlullahdaki bütün üstünlükler, ilimler ve feyizler onda
toplanmış ve her bakımdan üstün olmuştur. Kalbe, ruha ait ilimlerin kaynağı idi.
Resûlullahın Peygamberlik vazifelerinden biri de, Kur'ân-ı kerîmin ma'nevî
hükümlerini, ya'nî Allahü teâlânın zâtına ve sıfatlarına ait ma'rifetleri,
yüksek bilgileri, ümmetinin kalblerine akıtmaktı. Resûlullah efendimiz, tasavvuf
ilminin bu yükek ma'rifetlerinin hepsini, Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk'ın kalbine
akıttı. O, ruh ilminde de bir mütehassıs oldu. Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk da
Resûlullahdan aldığı bu feyzleri, Eshâb-ı kirâmdan Selmân-ı Fârisî'nin (r.a.)
kalbine akıttı. Ruhu yükselten ve onu besleyen bu ma'rifetlere, Muhammed bin
Kâsım da, Selmân-ı Fârisî'nin sohbetlerinde bulunarak yetişip bir ruh
mütehassısı olmuştu. Silsile-i âliyye büyüklerinden dördüncüsü olan İmâm-ı
Ca'fer-i Sâdık da, bunun sohbetinden feyz aldı (Bkz. Ca'fer-i Sâdık).
Kâsım bin
Muhammed, hadîs ve fıkıh ilminde zamanının en yükseği idi. İlimde ve takvada
eşine rastlanamıyacak bir yüksekliğe erişmişti. Büyük hadîs ve fıkıh
âlimlerinden Yahyâ bin Saîd: "Medine'de Kâsım'dan üstün bir kimseye yetişmedik"
derken, İbn-i Sa'd da, "Tabakât" adındaki eserinde: "Kâsım, hadîs ilminde sika
(güvenilir) bir râvi, fıkıh ilminde yüksek bir âlim ve her bakımdan imâm, önder
olan zâttı. Çok hadîs-i şerîf bildirdi. Takva ve verâ' sahibi idi" diyerek
kendisini medhetmekte, övmektedir. Ebû'z-Zenâd da: "Ben, Kâsım'dan daha çok
hadîs ve fıkıh bilen bir kimse görmedim" demektedir. Yine büyük hadîs
âlimlerinden Süfyân İbn-i Uyeyne de, Kâsım bin Muhammed'in devrinin en büyük
âlimi olduğunu söylemiştir. Ömer bin Abdülazîz'in de: "Eğer birini yerime halife
seçmem icâb etseydi, Kâsım'ı seçerdim" dediği rivâyet edilmiştir. Ömer bin
Abdülazîz, halifeliği zamanında Kâsım bin Muhammed'i, halası Hz. Âişe'ye ait
olan ne kadar hadîs-i şerîf ve başka rivâyetler biliyorsa, onların hepsini
toplamakla görevlendirmiştir. Hattâ Ömer bin Abdülazîz bir keresinde, ilmin yok
olup, âlimlerin son bulması endişesi üzerine Medine valisi Ebû Bekir bin
Muhammed bin Hazne'ye mektûb yazarak şöyle demiştir: "Resûlullahın (s.a.v.)
hadîs-i şerîflerini, sünnetlerini, Amre binti Abdurrahmân el-Ensârî'nin ve Kâsım
bin Muhammed'in rivâyetlerini araştır ve yaz! Zira ben ilmin yok olup, âlimlerin
de tükenmesinden korkuyorum." Amre ve Kâsım bin Muhammed'in her ikisi de Hz.
Âişe'nin talebesi olup, O'nun Resûlallahtan rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri en
iyi bilenlerdi.
Kâsım bin
Muhammed, hadîs-i şerîflerin hem ma'nâeına ve hem de lâfzlarına, harflerine
dikkat ederek rivâyet ederdi. Halbuki Tâbiînden ba'zı hadîs âlimleri, hadîs-i
şerîfleri ma'nâsı ile rivâyet etmekte bir beis görmüyorlardı. Fakat Tâbiînden
muhaddislerin çoğu hadîs-i şerîflerin, Peygamberimizden işitil-diği şekilde
rivâyet edilmesi üzerinde ittifak etmişlerdir. Kâsım bin Muhammed, hadîs-i şerîf
rivâyet ederken en ince noktalarına kadar dikkatli hareket eder, bir harfin bile
değiştirilmesini uygun görmezdi.
O, fıkıh
ilminde de yüksek bir âlimdi. Medine'de yetişen ve kendilerine "fukahâ-i seb'a"
adı verilen yedi büyük âlimden birisiydi. Allah ve Resûlü adına konuşmanın ve
dînî mes'elelerde fetva vermenin mes'ûliyetini en iyi şekilde idrak
edenlerdendi. Yahyâ bin Saîd'in bildirdiği şu sözleri, bunu açıkça
göstermektedir: "İnsanın, Allahın hakkını bildikten sonra câhil olarak yaşaması,
bilmediği şeyi söyleyerek fetva vermesinden hayırlıdır." Halbuki, Abdurrahmân
bin Ebû Zenâd, O'nun hakkında: "Peygamberimizin sünnetini Kâsım bin Muhammed'den
daha iyi bilen birisini görmedim. Hattâ öyle idi ki, sünneti bilmeyeni âlim
saymazdı" diyor. Kendisinden bir mes'ele sorulunca; "Anlamıyorum, bilmiyorum!"
derdi. Ona sormayı çoğalttıkları zaman da: "Vallahi, sorduğunuz her şeyi
bilmiyoruz. Şayet bilseydik, sizden saklamazdık. Çünkü bildiklerimizi saklamamız
bize helâl olmaz" derdi. Dînî mes'eleler hakkında çok hassas davranır, ancak
açık olanları hakkında fetva verirdi. Her sabah Mescid-i Nebî'ye gelir, iki
rek'at namaz kılar, sonra Resûlullahın minberi ile kabri arasına oturur,
kendisine sorulan mes'elelere fetva verirdi. Nitekim mezheb imamlarından Mâlik bin
Enes (r.a.) de onun hakkında: "Kâsım, bu ümmetin, fakîhlerinden idi" buyurmuştu.
Kâsım bin Muhammed, çok mütevâzi, alçak gönüllü idi. Bir gün köylünün birisi
O'na gelip; "Sen mi daha çok biliyorsun, Sâlim bin Abdullah mı?" diye sordu. Ona
cevap olarak "Burası Sâlim'in evidir" deyip başka hiçbir şey konuşmadı. Muhammed
bin İshâk bunun hakkında: "O benden daha iyi bilir deyip, yalan söylemeyi
veyahut ben ondan daha iyi bilirim diyerek kendisini üstün göstermeyi istemedi"
derdi. Halbuki Kâsım bin Muhammed, her ikisinden daha çok âlimdi. Ebû Eyyûb-i
Sahtiyânî de: "Ondan daha fazîletli bir kimse görmedim" dedi. İmâm-ı Buhârî de,
"Zamanının en fazîletlisiydi" demiştir.
Hz. Aişe: Peygamberimizin, yağmur yağdığını gördüğü zaman "Allahım!
Onu bereketli, mübârek eyle!"
diye duâ ettiğini bildirdi.
"Muhakkak ki Allahü teâlâ sizin her birinizi, yavrunuzu beslediğiniz gibi
yiyecekle rvaklandırır. Hattâ onu Uhud dağı kadar yapar."
Peygamberimiz bir kerresinde: "Sizden
öncekilerden mahşerde
gölgelenecek olanların kimler olduğunu biliyor musunuz?"
deyince, Eshâb-ı kirâm, "Allah
ve Resûlü daha iyi bilir!" dediler. "Onlar, kendilerine haklarından
birşey verildiği zaman kabul ederler. Kendilerinden bir şey istendiğinde hemen
verirler ve insanlar hakkında kendileri için olan hüküm gibi hüküm verirler"
buyurdular.
"Bir kimse, bir kadının güzelliğine bakmak isteyip
de, ondan gözünü çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbine ibadet zevkini sokar ve
böylece ibadetin tadını bulur."
Kâsım bin Muhammed şöyle bildiriyor: Resûlullah efendimizin eshâbından birisinin
gözleri görmeyip, a'mâ oldu. Sonra O'nu ziyârete gittiler. Bu zât şöyle dedi.
"Ben, Peygamberimizi (s.a.v.) görmek için gözlerimin görmesini istiyordum. Fakat
şimdi Resûlullah (s.a.v.) âhırete irtihâl etti. Allaha yemin ederim! Eğer
Yemen'deki Tübâle beldesinin geyiklerinin bir geyiğindeki gözler bende olsa
artık buna sevinmem".
İmâm-ı Buhârî, Kâsım bin Muhammed'in "Bulûğa erdiğimiz günden beri hep üç rek'at
vitir namazı kılındığını gördük" dediğini naklediyor.
Kâsım bin Muhammed, şöyle bildiriyor: "Bir gün halam Hz. Âişe'nin yanına vardım.
O'na: "Ey Ana! Bana Peygamber efendimizin kabrini aç!" dedim. Bunun üzerine bana
Hücre-i Se'âdeti açtı. Üç kabir gördüm. Pek yüksek değillerdi. Pek yerle beraber
de değillerdi. Üzerlerine kızılca Batha taşcağızları dökülmüştü. Peygamber
efendimizin şerefli kabri hepsinden ilerde idi. Hz. Sıddîk'ın başı, Fahr-i
kâinat hazretlerirln mübârek sırtı hizasında, Hz. Ömer'in başı da Resûlullah
(s.a.v.) efendimizin ayağı hizasında idi."
Yine Kâsım bin Muhammed anlatıyor: "Âdetim üzere yine bir gün sabah namazını
kıldıktan sonra, halam Hz. Âişe'yi ziyârete gittim. O kuşluk namazını kılıyor ve
namazında, "Allah, lütuf
edip bizi kavurucu azâbdan korudu."
âyet-i kerîmesini okuyor, ağlıyor ve durmadan tekrar ediyordu. Beklemekten
usandım. O bitirmedi, ben de bırakarak çarşıya çıktım. Kendi kendime: "İşimi
bitireyim, sonra ziyâretine giderim" dedim, işimi bitirip döndüğümde yine aynı
hâlde âyet-i kerîmeyi tekrar ederek ağlamakta olduğunu gördüm.
Buyurdu ki: "Bizden önce yaşayan büyüklerimiz, başa gelen musîbetleri güzellikle
karşılamayı, kendilerine verilen ni'metleri de tezellül (alçak gönüllülük)
ederek karşılamayı severlerdi."
KAYNAKLAR
1)
Vefeyât-ül-a'yân
cild-4, sh-59
2)
Tabakât-ı
İbni Sa'd cild-5, sh-187
3)
Hilyet-ül-evliyâ
cild-2, sh-183
4)
Tehzîb-üt-tehzîb
cild-8, sh-333
5)
Şezerât-üz-zeheb
cild-1, sh-1356)El-A'lâmcild-5,sh-181
7)
Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-96
8)
Reşâhat Ayn-ül-hayat
sh-12 (arapça)
9)
Câmi'u
kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh-236
10)
Rehber Ansiklopedisi cild-9, sh-324
11)
Se'âdet-i
Ebediyye sh-1027
|