Tâbiînin
tanınmışlarından. Takriben 115 (m. 733) senesinde vefât etti. Kûfe'de yerleşti.
Âbid (çok ibâdet eden) bir zât idi. Kırâat ilminde şöhret buldu. Hadîs ilminde
sika (güvenilir) bir râvîdir.
Babasından,
amcasından, kardeşi Abdullah bin Umeyr'den, Abdullah bin Amr'dan, Yusuf bin
Abdullah bin Selâm, Şa'bî, Sa'd bin Alâka, Ebî Bürde bin Ebî Mûsâ, Ümmü-d-Derdâ
ve âlimlerden (r.anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kardeşi Hamza, Mes'ûdî,
Zuhrî, Mûsâ bin Ebî Îsâ, İshâk bin Yezîd el-Huzelî, Hammad bin Ebî Huleyd
el-Müzenî, Saîd bin Ebî Hilâl de ondan rivâyet ettiler.
Avn bin Abdullah'ın bildirdiği hadîs-i
şerîflerden bazıları:
İbni Ömer'den bildirmiştir: Biz Resûlullah
(s.a.v.) ile namaz kılıyorduk. Bu sırada birisi geldi:
"Allahü
Ekber kebîran velhamdülillahi kesiran ve sübhânallahü bükteren ve esılen"
dedi. Bunun üzerine Peygamber
efendimiz (s.a.v.): "Bunları
kim söyledi?"
buyurunca, o zât, "Ben Yâ Resûlallah!" dedi. O zaman Resûlullah (s.a.v.):
"Ben taaccüp
ettim. Bu sözler yüzünden, sema (gök) kapıları açıldı."
buyurdu.
Resûlullah'dan bunu duyduğumdan beri bu sözleri hiç bırakmadım."
O babasından o
da İbn-i Mes'ûd'dan şöyle rivâyet etmiştir.
Süleym kabilesinden, Amr bin Abese denilen
birisi Medine'ye geldi. Peygamber (s.a.v.) efendimizi Medine'de bulamayınca,
Mekke'ye gitti. Resûlullah'ın huzuruna vardı. "Yâ Resûlallah! Senin bildiğin,
benim bilmediğim, fayda veren bir şeyi bana öğret, deyip, sonra gece kılınan
hangi namaz daha fazîlet-lidir? diye sordu. Resûlullah (s.a.v.)
"Gece yarısında
kılınan namaz, daha fazîletlidir. Bu saatte Allahü teâlâ "Duâ eden var mı? Kabul
edeyim, istiğfar eden (bağışlanmasını dileyen) var mı? Bağışlayayım" buyurur ve
bu nida sabah fecir doğuncaya kadar, devam eder"
buyurdu.
Kardeşinden o
da Ebû Hureyre (r.a.) den rivâyet etti: Resûlullah (s.a.v.) "Cuma günü
öyle bir saat vardır ki, Allahü teâlâ'dan dileği bulunan kimsenin dileği o saate
rastlarsa, Allahü teâlâ ona, dileğini ihsan eder"
buyurdu. Âmir eş-Şa'bî'den
Nu'man bin Beşîr yoluyla rivâyet etti: Resûlulah'ı hutbe okurken dinledim.
"Helâl bellidir,
harâm bellidir. Bu ikisinin arasındakiler şüphelilerdir. Kim ki, şüpheli
şeylerden sakınırsa, dinini ve şerefini korumuş olur. Kim ki, şüpheli şeylere
dalarsa yasaklanmış otlak etrafında koyunlarını otlatan çoban gibi otlağa dalı
vermeye yaklaşmış gibidir. İyi biliniz ki, her padişahın hususi bir otlağı
vardır. Yine biliniz ki, Allahü teâlâ'nın yeryüzünde yasak ettiği otlağı da
harâm ettiği şeylerdir"
buyurdu.
Yusuf bin
Abdullah bin Selâm bildirmiştir. Biz Resûlullah efendimiz (s.a.v.) ile birlikte
yürüyorduk. Sonra, orada bulunanların, "Yâ Resûlallah! Hangi amel daha
hayırlıdır" diye sorduklarını duyduk. Peygamber efendimiz (s.a.v.): "Allah'a
ve Resûlüne
imân, Allah yolunda cihad (savaşmak), kabul o-lunmuş hac"
buyurdular. Sonra vadide bir
ses "Eşhedü
enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah"
(Ben şehâdet ederim ki, Allahü
teâlâdan başka ilâh yoktur. Muhammed (s.a.v.) O'nun resûlüdür) diyordu. Bunun
üzerine Resûlullah (s.a.v.) "Ben
şuna şehâdet ederim ki, bu sözü
ancak müşrik olmayan kimse söyler"
buyurdular.
Avn bin Abdullah (r.a.) Allahü teâlâyı zikr,
anma hususunda çok kıymetli sözler söylemiştir. Onun buyurduklarından bazıları:
"Her insanın
amelinin, en üstünü, efendisi vardır. Benim amelimin en üstünü, Allahü teâlâyı
anıp, hatırlamamdır, Allahü teâlâyı anmak, kalbin cilâsıdır."
"Gaflete
dalan, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ve ahireti unutan insanlar arasında
rabbini a-nanların hâli, Allah yolunda savaşanların hâline benzer. Allahü
teâlâyı ananlar arasında, dünyâya dalanların hali, savaş meydanından kaçanların
hâli gibidir."
"Allahü teâlâ
yeryüzünde devamlı anılır. Eğer, bir saat anılmasaydı, yeryüzündekiler helâk
olurdu."
"Ebüdderdâ'nın
annesi, (Allahü teâlânın anıldığı yerde bulunmaktan, gönlüme daha şifa ve huzur
veren ve kavuşmaya daha lâyık bir şey bilmiyorum) derdi."
"Sizden
öncekiler, âhiret işleriyle uğraşıp, sadece artan zamanlarını dünyâ işlerine
harcarlardı. Siz ise bu gün hep dünyâ işiyle uğraşıyor, eğer zaman kalırsa
âhiret işlerini yapıyorsunuz."
"Allahü
teâlânın emir ve yasaklarına uyunuz. Kim bunlara uyuyorsa, bu onlar için
se'âdettir. Bunlara uymayan, bedbahttır."
"Allahü teâlâ
insanlara çok iyilikler ve hayırlar gönderiyor. Fakat bunları gören az."
"Öldükten
sonra, kendisi yüzünden ceza ve mükâfat göreceğiniz amellerinizi ıslâh edip,
düzeltiniz."
"Yaratmak
Allahü teâlâya mahsustur. İyilikte bulunana teşekkür edilir. Bütün iyiliklerin
sahibi Allahü teâlâdır. Öyleyse O'na şükür, kulluk vazifesidir."
"Hakiki, hayat
öldükten sonra başlar. Dünya hayatı, hayâl ve geçicidir. Âhiret hayatı ise
devamlıdır."
"Allahü
teâlânın afvı ile Cehennemden kurtulurunuz. Rahmeti ile Cennete girersiniz.
Amellerinize göre mertebeniz ve dereceniz olur."
"İnsanın,
kendisini, kim olursa olsun, başkasından üstün görmesi kibirli olması için
yeterlidir." "Allahü teâlânın beğendiği işleri yaparken mütevâzı ve alçak
gönüllü olunuz."
"Allahü teâlâ,
bir kavmi (cemaati, topluluğu) Cennetine kor. Onlara istediklerinden kat kat
fazla lütuf ve ihsanda bulunur. Fakat onların üstünde dereceleri yüksek kimseler
vardır. Bunlar, onlara bakıp tanırlar. O zaman "Yâ Rabbi! Biz bunlarla beraber
idik. Onları niçin bize üstün kıldın" derler. Bunun üzerine Allahü teâlâ, "Siz,
dünyâda tok iken, onlar aç idiler. Siz suya kanmış iken onlar susuz idiler. Siz
u-yurken, onlar gecelerini ibâdetle geçirirlerdi" buyurur.
Fukahâ-i kirâm (âlimler) şu üç şeyle
birbirlerine nasîhatte bulunurlar ve mektûblarında onları birbirlerine
yazarlardı: Birincisi: Kim ahireti için çalışırsa, Allahü teâlâ, ona dünyâsını
kâfi (yeterli) kılar. Kim Allahü teâlâ'ya karşı kulluk vazifesini yerine
getirirse, Allahü teâlâ da, onun ile insanlar arasını iyi yapar. Kim içini,
kalbini ıslah edip düzeltirse, Allahü teâlâ da onun zâhirini, dışını düzeltir.
Birisine şöyle
buyurmuştur: "Kim Allahü teâlâdan korkarsa, Allahü teâlâ, güçlük sırasında ona
bir çıkış yolu gösterir. Ona, ummadığı yerden rızık gösterir."
"Günahlarından
vazgeçip, Allahü teâlâya tevbe edenlerle beraber oturunuz. Çünkü, onların kalbi,
ince ve yumuşaktır."
"Allahü teâlâ
bir kimsenin suretini ve rızkını güzel yapar, o da, Allah için tevazu
gösterirse, o, Allahü teâlânın yakın ve hâlis kullarından olur."
"Bir kimseyi
medhte (övmekte) ve zemde (yermekte) acele etme. Çünkü, nice kimseler bugün seni
memnun ve râzı eder de, yarın, kötülük yapıp seni rahatsız edebilir. Aynı
şekilde, bugün ondan memnun olmazsın da, yarın ondan memnun olabilirsin."
"Takvanın
başlangıcı, iyi ve güzel niyyet, sonu, tevfikdir (Allahü teâlânın o kişiyi
muvaffak kılması), insan, bu ikisinin arasında, tehlikeler ve şüpheler arasında
bulunur.
"Kalbde pas,
günah olmayan dünyâ işleriyle fazla meşgul olmaktan meydana gelir. Kalbin temiz
ve parlak olması, tevbe ile olur, kalb böylece, bilenmiş parlayan kılıç gibi
olur."
"Tevbe eden
kimsenin kalbi, cam gibi olup, ne isabet ederse, ona tesir eder. Böyle bir kalb,
vaaz ve nasîhatten istifâde eder. Kalbler, incelik ve yumuşaklığa çok
elverişlidir. Bu yüzden, kalbleri tevbe ile günahlardan temizleyerek tedavi
ediniz. Tevbe edenlerle oturunuz. Çünkü, Allahü teâlâ'nın rahmeti tevbe edenlere
daha yakındır. Nice kimse vardır ki, tevbesi sebebiyle Cennete girer."
"Tevbe eden
insan, dünyâda ne zaman günâhlarını hatırlasa, o günâhlar, gözünün önüne
geldikçe, çok pişmanlık duyar ve onu niçin yaptım diye üzülür."
"İnsan, bir
daha yapmamak için günâhlarının üzerinde ciddiyet ve önemle durursa, bu, onun,
günâhlarını terk etmesine vesîle olur."
"Kişinin
günâhına pişmanlık duyması, tevbenin anahtarı ve tevbeye giden bir yoldur.
"İnsanın, bir
günâhı terk etmek için gayret göstermesi, iyilik ve hayır yapmaktan daha
fâidelidir."
"İbadetlere
devam ettiği, harâm olan kan dökmediği müddetçe Allahü teâlâ kulunun günâhlarını
örter."
Avn bin Abdullah (r.a.) babasının evden
çıkarken, "Bismillâhi tevekkeltü alellah Lâ havle ve la kuvvete illâ billah"
dediğini rivâyet eder.
Birisi gelip,
Avn bin Abdullah'ın babasına "Ben münafık olmaktan korkuyorum" diye endişe
ettiğini söyledi. O da cevâbında "Eğer münafık olsaydın, bundan korkmazdın"
dedi.
"Allah için,
birbirini seven iki kişiden en üstünü, sevgisi daha çok olandır."
"Âhiretle
ilgili amel (iş) insanın gönlüne rahatlık ve huzur verir. Allah için olmayıp,
âhirette fâide temin etmeyen dünyâ işi ise, insana gam ve keder verir, huzursuz
eder."
"Şeytan,
insanların kalbine düğümler atar. Birbirlerine selâm verirlerse, bu düğüm
çözülür, yok o-lup, gider. Selâm vermezlerse, o düğüm olduğu gibi kalır."
"Hali, senden
daha iyi bir insana bakmak istiyorsan, namaz kılana bak."
"Hastanın
sahibi, hastasını o halde görmeyi istemediği gibi, Allahü teâlâ da kulunu günah
üzere görmekten hoşnud olmaz."
"Birisi, sâlih
kimselerle oturup kalkar, onlarla beraber olurdu. Daha sonra onlarla oturup
kalkmayı terk edip, onlardan ayrıldı. Gece rüyasında ona: "Bakî Sen onları terk
ettin. Fakat senden sonra onlar yetmiş defa mağfiret olundu (bağışlandı) dendi."
"Sizce, çok
önemli olan hacetlerinizi (isteklerinizi) farz namazlarda isteyiniz. Çünkü farz
namazlarda yapılan duâ, farz namazın nafileye üstünlüğü gibidir."
"Ebudderdâ'nın
annesine Ebudderdâ'nın en üstün ameli ne idi, diye sordum. Bana: "Tefekkür eder
Allahü teâlâ'nın kudret ve azametini büyüklüğünü düşünür ve herşeyden ibret
alırdı" dedi."
"Babanın
hayatta iken görüştüğü kimse ile görüş ve ziyâretine git. Çünkü, babanın dostunu
ziyâret etmen, babanı kabrinde ziyâret yapman gibidir."
Avn bin Abdullah hazretleri, hata ve
günahlarını hatırlayıp ağlayarak pişmanlığını şöyle dile getirmiştir: "Vah!
Yazık bana! Bana ne oldu da ben, bu kadar hata ve günahı işledim. Halbuki ben o
hatayı işlerken, Rabbimin nimetleri içerisinde idim. Günahımın bir anlık
lezzetine aldandım. O lezzet gitti. Şimdi onun mesûliyyeti kaldı. Kaybolmayacak,
her şeyin inceden inceye tesbit edildiği amel defterime yazıldı. Yazık bana,
Allahü teâlâ'dan utanmadan bu işi yaptım. Nefsime uydum. Bu nefs ne acâib
düşman. Ben hatâmı düzeltmeğe çalışıyorum. O ise beni tekrar günaha çağırıyor.
Ben ona insafla, adaletle davranmak istiyorum, ama, nefsim bana insaf etmiyor.
Devamlı beni Rabbimin rızasından çıkarmak için uğraşıyor. Benim helakimi, dünyâ
ve âhiret se'âdetimi çalmak istiyor.
Yâ Rabbi!
Nefsimi bana musallat kılma. Ona karşı beni yardımsız, yalnız bırakma. Nefsim
bana acımıyor. Bana sen merhamet eyle. Ondan beni muhafaza eyle.
Yazık bana!
Ölümden nasıl kaçarım. Kaçsam bile o mutlaka bana yetişecektir. Ben nasıl ölümü
unutabilirim. Ben unutsam bile, ölüm beni unutmaz. O beni takip ediyor...
Günahım o kadar çok ki, kalbimi yaraladı. Günahımın çokluğundan, ağlamaktan,
artık gözlerimden yaş da akmıyor. Gözlerime uyku girmiyor. Eğer, Rabbim bana
merhamet etmezse, hâlim nasıl olur, benim...
Vah bana!
Hatalarım aklıma geldikçe, ben nasıl tenbel otururum, Rabbime tevbe edip,
rızasını kazanmaya çalışmam. Kıyâmet günü Rabbim beni temize çıkarmaz, yüzüme
bakmazsa, benimle konuşmazsa, vay benim hâlime. Bütün bu durumlardan, günah ve
hatalarımdan Allahü teâlâya sığınırım. Amel defterimin sol tarafımdan
verilmesinden veya onu arkamda görmekten, Rabbim muhafaza eylesin. Yüzüm
simsiyah olursa, yazık bana. Rabbimin huzuruna ben nasıl çıkarım. Gözüm, ayağım,
elim ve her şeyim benim hakkımda şahittirler. Günahlarımı hatırlamam, bana her
şeyi unutturuyor. Ey nefsim! İsteklerini hiç unutmuyorsun, fakat kulluk
vazifelerini yapmaya hiç istekli değilsin. Ey nefsim, hesaba çekileceğin kıyâmet
gününde halinin ne olacağından hiç korkmuyorsun. Geçici olanı, ebedî ve sonsuz
nimetlere tercih ediyorsun.
Ey nefsim!
Hâlâ içerisinde bulunduğun gafletten uyanmayacak mısın? Hasta ve zaif düşersen,
derhal yaptıklarından pişmanlık duyarsın... Sıhhatin yerinde olursa, günah
işlersin. Sana böyle ne oluyor. Muhtaç ve düşkün olursan, üzülür, mahzun
olursun. Zengin ve kimseye muhtaç olmazsan, âhiretini ve kendini unutursun.
Ey nefsim, hiç
amelin olmadan, çalışmadan âhirette rahata kavuşmak istersin. Uzun uzun arzu ve
isteklerin peşine düşüp, tövbeyi devamlı sonraya atıp, geciktiriyorsun."
Birisi oğluna
şöyle nasîhatte bulundu: Ey oğul! Takvaya iyi sarıl. Eğer, bugünün dünden,
yarının da bugünden daha hayırlı olmasını temin edebilirsen, bunu yap. Namaz
kılarken, veda edip, ayrılacak olan kimsenin namaz kılışı gibi kıl. Çok ihtiyaç
peşinde koşmaktan, özür beyan etmek zorunda kalacağın işi yapmaktan sakın."
"Ebû
Fahite'den bildirmiştir! Resûlullah'a (s.a.v.) salât getirdiğiniz zaman, ona
salatanızı güzel yapınız. Çünkü, siz, bilmezsiniz, belki salatınız, Resûlullah'a
(s.a.v.) arz olunur. Orada bulunanlar, öyleyse bize öğret, dediler. O zaman,
şöyle söyleyin dedi. Allahümmecal salevâtike ve rahmetike ve berekâtike âlâ
seyyid-il-mürselîn ve imam-il-Müttekîn ve hatem-in-Nebiyyin, Muhammedin, abdike
ve Resûlike, Allahümme-bashu mekâmen mahmuden yağbıtuhu-l-evvelûn ve-l-Âhirûn,
Allahümme salli âlâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed. Kemâ salleyte alâ İbrâhîm ve
alâ âli İbrâhîm inneke hamîdun mecîd. Allahümme bârik âlâ Muhammedin ve alâ âli
Muhammed. Kemâ bârekte âlâ İbrâhîm ve alâ âli İbrâhîm inneke hamîdun mecîd."
KAYNAKLAR
1)
Hilyet-ül-evliyâ,
cild-4, sh-240
2)
Tabakât-ı İbn-i
Sa'd, cild-6, sh-313
3)
Tehzîb-ül-esmâ
ve'l-luga, cild-2, sh-41
4) El-A'lâm,
cild-5, sh-98
5)
Tehzîb-üt-tehzîb,
cild-8, sh-171
6) Târîh-i
Bağdâd, cild-12, sh-292
7)
Vefeyât-ül-a'yân,
cild-1, sh-240, 431, 432
|