TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

2.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

ÜSÂME BİN ZEYD (Radıyallahü Anh)

Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden. “Resûlullahın sevgilisi” diye meşhûrdur. Babası, Peygamber efendimizin azâdlılarından Zeyd bin Hârise, anası, Ümm-i Eymen (r.anha) dır. Künyesi, Ebû Muhammed’dir. Nesebi, Üsame bin Zeyd bin Hârise bin Şerahbil’dir.

Mekke’ye giderken Resûlullahın devesinde, arkasında oturmuştu. Birlikte Kâ’be’ye girmişti. Huneyn gazasında çocuk olduğu halde kahramanca çarpıştı. Çok cesur idi. Onsekiz yaşında iken, ordu kumandanı yapıldı. 54 (m. 673) veya 59 (m. 678) senesinde Medine’de vefât etti.

Peygamber efendimiz, azadlı kölesi, Hz. Zeyd bin Hârise’yi çok severdi. Onu kendisine evlât edindi. Dolayısıyle Hz. Üsâme bin Zeyd, aynı zamanda Peygamber efendimizin terbiyesi ile yetişti. Böylece Peygamber efendimizin torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in sevgisine Hz. Üsâme de ortak oldu. Sevgili Peygamberimiz, Üsâme’ye (r.a.) bu sevgisinin, babası Zeyd bin Hârise’ye olan sevgiden dolayı olduğunu ifade ettiler ve: “Üsâme bana herkesten daha yakındır” buyurdular. Hz. Üsâme’nin, Ehl-i beyt’in bir ferdi kabul edilmesinden sonra, gece gündüz demeden, her zaman, Peygamber efendimizin hâne-i se’âdetlerine girip çıkmasına izin verildi.

Çocuk yaşta iken hicret sevabı kazandı. Medine döneminde, çocuk olduğu için, hicretin 7.8. yılına kadar olan muharebelere katılamadı. Bundan sonra katıldığı muharebelerde çok kahramanlıklar gösterdi.

8 (m. 629) senesi Mekke’nin fethinde Peygamberimiz (s.a.v.), Kusva isimli devesine binip, terkisine de, Hz. Üsâme bin Zeyd’i aldılar. Peygamberimiz, Mekke’nin fethinin ihsan edilmesinden duyduğu derin minnet ve şükrandan dolayı cenâb-ı Hakka hamd etti. Kâ’be-i Muazzama’nın putlardan temizlenmesini emir buyurdular. Peygamberimiz (s.a.v.) de devesinin Üzerinde Hz. Üsâme ile birlikte Kâ’be’ye geldiler. Mescid-i Haram’ın yanına gelince, develerinden inerek Hz. Üsâme, Hz. Bilâl, Hz. Osman bin Talha ile Kâ’be’ye girdiler. Hz. Ömer daha önce gelip içerde bulunan çizilmiş insan suretlerini siliyordu. Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Üsâme’ye bir kova su getirtip kalan suretleri de sildirdiler. Kapının üzerlerine kapatılmasını emir buyurdular, içerde Peygamberimiz, kapıyı ve üç direği arkalarına, iki direği sağına, bir direği soluna alıp, duvara bir buçuk metre kadar kala durup, iki rekât namaz kıldılar. Bu sırada dışarıda Hz. Hâlid bin Velid, kapının önüne halkın yığılmasını önlemeye çalışıyordu. Peygamber efendimiz, namazlarını kıldıktan sonra Kâ’be’nin her köşesinde tekbir getirdiler ve duâ buyurdular. Sonra kapıyı açtırıp, kapının eşiğinde durup mübârek iki ellerini kapının kasalarına dokunarak üç defa tekbir getirdiler ve bir hutbe irâd ettiler. Mekkelileri af ettiler.

Hz. Üsâme Mekke’nin fethinden sonra yapılan Huneyn gazasında Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı. Müşriklere karşı kahramanca çarpıştı.

8 (m. 629) senesi Peygamber efendimizin (s.a.v.) Hz. Mâriye’den doğan, oğlu Hz. İbrâhim, birbuçuk yaşında iken süt annesi Ümmü Bürde’nin evinde bulunuyordu. Peygamber efendimiz, oğlunun hastalandığını işitince, Hz. İbrâhim’in yanına gittiler. Onu kucağına aldıklarında can vermek üzereydi. Peygamberimizin mübârek gözlerinden yaşlar akmaya başladı. “Sen de mi ağlıyorsun, Yâ Resûlallah” diyen Hz. Abdurrâhman bin Avf’a “Ey İbn-i Avf, Benim bu ağlamam bir acımadan ibarettir. Ben, ancak kendisinde bulunmayan hasletleri sayarak, ölü üzerine yüksek sesle, bağırarak ağlamağı yasak ettim. Ben sizi, günah ve ahmaklık olan iki bağırıştan men ettim. Biri nimete kavuşulduğu sıradaki eğlence, oyun, şeytan çalgılarından, ikincisi de, bir musîbete ve felakete uğrayınca, bağırıp, yüz göz tırmalamak, üst bas yırtmaktan ve şeytan şamatasından men ettim.” Sonra;

“Acımayana acınmaz” buyurdu. Hz. Üsâme bin Zeyd, feryada başlayınca, Peygamber efendimiz, ona ağlamamasını emir buyurdu. Hz. Üsâme “Yâ Resûlallah, sizin ağlamanız üzerine feryat ettim. Affınızı dilerim” dedi. O zaman Peygamber efendimiz, “Ağlamak, acımaktan ileri gelir. Feryat ve figan ise şeytandandır.” buyurdular. Vefat edince: “Yâ İbrâhim! Ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek bir şey söylemeyiz.” buyurdular. Vefat ettiğinde güneş tutulmuştu. “Yâ Resûlallah İbrâhim vefât ettiği için güneş tutuldu” diyenlere karşı da: “Ay ve güneş Allahü teâlânın varağını ve birliğini gösteren iki mahlûktur. Kimsenin ölmesi, kalması ile tutulmazlar. Onları görünce Allahü teâlâyı hatırlayınız.” buyurdular.

Hz. İbrâhim’in cenazesi yıkanıp kefenlendikten sonra, Peygamber efendimiz, cenaze namazını kıldırdılar. Bakî kabristanında mezarı kazıldı. Hz. Üsâme ile Hz. Fadl bin Abbas kabrin içine indiler. Peygamberimiz (s.a.v.) kabrin kıyısında oturdular. Kabrin üzerini örterlerken yan tarafta bir açıklık gördüler, oraya mübârek elleriyle bir kerpiç koyarak kapattılar ve: “Siz, bir işi içe sinecek bir şekilde yapınız. Çünkü, böyle yapmak, musîbete uğrayanlara ferahlık verir. Böyle yapmak ölüye fayda ve zarar vermez, fakat bu dirinin gözünü aydınlatır” buyurdular. Kabrin üzerine su döktürdüler. Bir taşı kabrin başına diktiler. Kabrin üzerine su dökmek ilk defa Hz. İbrâhim’in kabrinde oldu.

11 (m. 632) senesi, Peygamber efendimiz (s.a.v.), hastalandılar. Hasta oldukları hâlde, Rumlarla savaşmak üzere bir ordu hazırlanmasını emir buyurdular. Eshâb-ı kirâm (r.anhüm) hazırlık yapmak için dağıldı. Resûlullah (s.a.v.) Hz. Üsâme’yi çağırdılar:? “Ey Üsâme! Şam’a, Belka sınırına, Filistin’deki Darama, babanın şehîd edildiği yere kadar, Allahü teâlânın ismiyle ve bereketiyle git. Onları atlara çiğnet. Seni bu orduya başkumandan tayin ettim. Übnâlıların üzerine ansızın varıp üzerlerine şimşek gibi saldır. Varacağın yere haber ulaşmayacak şekilde hızlı git. Yanına kılavuzları alıp, casus ve gözcüleri önünden ilerlet, Allahü teâlâ zafer ihsan ederse, onların arasında az kal” buyurdular. Cüruf’te karargâh kurmalarını, emr buyurup, mübârek elleriyle sancağı bağlayıp, Hz. Üsâme’ye verdiler. Mescidde minbere çıktılar. “Ey Eshâbım! Üsâme’nin babası Zeyd, kumandanlığa nasıl lâyık ve benim katımda nasıl en şevgiliyse, ondan sonra oğlu Üsâme de kumandanlığa öyle lâyıktır. Üsâme, benim katımda insanların en sevgililerindendir” buyurdu. Hz. Üsâme ve savaşa gidecek olan Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizle (s.a.v.) vedalaştılar. Hz. Üsâme’nin kumandası altında savaşa gideceklerin arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ebû Ubeyde bin Cerrah, Hz. Sa’d bin Ebî Vakkas gibi Eshâbın ileri gelenleri de vardı.

Resûlullah (s.a.v.) efendimizin hastalığı ağırlaştı. Bu arada ordu hazırlıklarını tamamlamış karargâha toplanmışlardı. Pazar gecesi orada yattılar. Sabahleyin Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin yanına geldi. Yaranda Hz. Abbas da vardı. Peygamberimizin mübârek ağzına ilâç veriliyordu. Hz. Üsâme’yi görünce ona duâ ettiler ve “Allahü teâlânın bereketiyle, kuşluk vakti yola çıkınız” buyurdular. Ordu hareket etmek üzereyken Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin vefât haberi geldi. Rebiülevvelin onikinci Pazartesi günü idi. Ordu Peygamberimizin Hane-i Se’âdetinin önüne geldi. sancağı kapının önüne dikti. Hz. Ebû Bekir, Hz. Üsâme’ye: “Sancağı açmamak üzere evine götür” buyurdu. Peygamber efendimizin mübârek cenazelerini yıkamak üzere harekete geçtiler.

Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk, Peygamber efendimizin vefâtından önce, mübârek cenazelerinin yıkanmasıyla ilgili “Resûlullah’dan (s.a.v.) işittim ki, “Beni, Ehl-i beytim yıkasın” buyurmuştu” deyip, “Abbas ve Ali (r.a.) yıkasınlar” dedi. Hz. Abbas, oğlu Fadl ile beraber geldi. Hz. Ali dahi geldi. Halife Hz. Ebû Bekir “Yâ Ali, Resûlullah’ı sen yıka” dedi. Resûlullah’ın (s.a.v.) hizmetçisi Hz. Üsâme’ye, “Onlara hizmet et” dedi. Kendisi, Eshâb-ı kirâm ile kapıda bekledi. Ensârdan E vs bin Havli’yi (r.a.) de yardım için içeriye soktu. Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin mübârek cenazeyi şerîflerini yıkamak, kefenlemek ve kabr-i şerîfine indirmekle şereflendi.

Definden üçgün sonra, Hz. Ebû Bekir Eshâb-ı kirâma (r.a: “Resûlullah (s.a.v.) sizi Üsâme’nin emrinde gazaya göndermişti. Vefat edince, o iş yapılamadı. Herşeyden önce, bu emri yerine getirmeliyiz! Bu işte, gevşek davranmayın! Gazaya hazır olun” diye emir buyurdu. Eshâbı harbe hazırladı. Bu sırada Arabistan çöllerinde isyan çıktığı işitildi. Eshâb: “Üsâme’nin enirinde gitmiyelim, âsîler Medine’ye gelip halifeyi öldürür” dediler ve çok uğraştılar ise de Hz. Ebû Bekir “Resûlullahın (s.a.v.) emrini, her ne pahasına olursa olsun yapacağız ve Resûlullahın beğendiği kumandanı ben değiştiremem” dedi. Hz. Üsâme at üzerinde, Halife ve Eshâb yürüyerek Medine’den dışarı çıktılar. Hz. Üsâme, Hz. Ebû Bekir’e, ya ata binmesini veya kendisinin de attan ineceğini söyleyince, Hz. Ebû Bekir, “Ben ata binmiyeceğim, sen de attan inmiyeceksin. Allahü teâlânın rızası için benimde ayaklarım bu yolda tozlansın. Bilmiyor musun ki, her gazi için, her adımına mukabil, pek çok sevab verilir ve o kadar da günahları dökülür” diye cevap verdi. Hz. Ebû Bekir, Eshâb-ı kirâma veda ederken “Size birinci nasihatim, Üsâme’ye itaat etmenizdir. Şam’daki rahibeleri, çocukları, kadınları öldürmeyin” deyip, Hz. Üsâme’ye dönerek: “Resûlullahın emrettiği yere selâmetle git” dedi. Hz. Ebû Bekir veda ve nasihatdan sonra, Hz. Üsâme’ye Hz. Ömer’i bana muavin bırakır mısın?” buyurdular. Hz. Üsâme de buna muvafakat edip, Hz. Ömer’e izin verdikten sonra halife ile Hz. Ömer Medine-i Münevvere’ye döndüler. Hz. Üsâme dahi Şam’a hareket etti. Huzâ’a kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. Zafer ile, fark gün sonra Medine’ye döndü.

Hz. Ömer, halifeliği sırasında Hz. Üsâme’ye çok tazim ve ihsanlarda bulundu. Peygamber efendimizin, Üsâme’yi (r.a.) çok sevdiğini biliyordu. Hatta, Hz. Ömer, kendi oğlu Hz. Abdullah’a senelik 2000 dirhem tahsis ettiği halde, Hz. Üsâme’ye 5000 dirhem tahsis etti. Hz. Abdullah bin Ömer, bu farklılığın sebebini babasına sorunca, Hz. Ömer buyurdu ki: “Onun babası Resûlullah’a (s.a.v.), senin babandan daha sevgili idi” Hz. Üsâme bin Zeyd, Hz. Osman’ın halifeliği sırasında devlet idaresi ile ilgili işlere karışmadı. Yine Hz. Ali ve Hz. Muaviye arasında meydana gelen hadîselere de karışmak istemedi ve “Müslümanlar arasında kardeş kanı dökülmesinden çekinirim” buyurdu. Hadiseler ilerleyince, ictihâdı Hz. Ali’nin ictihâdına uygun oldu. Hatta son nefesinde bile bunu bildirdi.

Hz. Üsâme’nin yirmi seneye yafan ömürleri Peygamber efendimizin mübârek dizleri dibinde geçti. Peygamberimizin sünnet-i şerîflerini iyi öğrendiği için, Eshâb-ı kirâm, bazı meselelerini Hz. Üsâme’den sorarlardı. Her işte, her hususta Resûlullahın (s.a.v.) emirleri üzere hareket eder, Peygamberimizin birçok hizmetlerinde bulunmakla şereflenirdi.”

Hz. Üsâme, Peygamber efendimizin en itimat ettiği kimselerden olup, sırlarının mahremi idi. Peygamberimiz, ince meselelerde Hz. Üsâme ile istişare ederlerdi. Hz. Ömer de bu sebepden Hz. Üsâme’ye danışır, fikrini alırdı. Eshâb-ı kirâm’ın hepsi gibi, Hz. Üsâme bin Zeyd de fazilet ve güzel ahlâkı kendinde toplamıştı.

Hz. Üsâme, babasının ve annesinin arzularını yerine getirmek için çok çalışırdı. Anne ve babası vefât edince onlar için kurban keserdi. Ağaçlarından elde ettiği mahsulleri fakirlere dağıtır, sevabını anne ve babasına da gönderirdi.

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerin toplamının 128 olduğu bildirildi. Bunlardan bazıları şunlardır.

Üsâme bin Zeyd (r.a.) diyor ki: Peygamber efendimizi (s.a.v.) gördüm. Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin mübârek kucağında oturuyorlardı. Buyurdu ki: “Bu ikisi, benim oğullarımdır ve kerîmemin oğullarıdır. Yâ Rabbi! Ben bunları geviyorum. Sen de sev ve bunları sevenleri de sev!”

Hz. Âişe şöyle rivâyet etti: “Üsâme çocuk idi. Birgün yüzü kanamıştı. Resûlullah (s.a.v.) bana “Üsâme’nin yüzünü yıka” buyurdu ve yıkarken bana yardım etti ve yüzünü öptü, sevdi.

Yoksul bir kimse vefât etti. Yıkamak üzere Hz. Üsâme ve Hz. Ali’ye vazife verdiler. Cenaze yıkandı, kefenlendi ve defn edildi. Sonra Resûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: “Bu kimse, kıyâmet günü, yüzü, ayın ondördü gibi parlak olarak mahşer yerine gelecektir. Bunun bir hasleti vardır. Eğer o hasleti de olmasa, kuşluk güneşi gibi yüzü parlak olduğu halde mahşer yerine gelirdi.” buyurdu. “Bu haslet nedir?” diye soruldu. Buyurdular ki “Bu kimse devamlı olarak gece namaz kılar, gündüz oruç tutar ve Allahü teâlâyı çok zikrederdi. Ancak kış geldiği vakit yaz elbisesini, yaz geldiği vakit de kış elbisesini saklardı. Size enaz verilen, yafan ve sabır azimetidir” buyurdular.

“Allah’ın kulları, tedavi olunuz. Allahü teâlâ derdi. yarattığı gibi dermanı da yaratmıştır.”

Hz. Ebû Said el Hudrî rivâyet etti: “Üsâme bin Zeyd (r.a.) bir ay va’de ile yüz dinara bir câriye satın aldı. Bunu Peygamber efendimiz işitince buyurdular ki: “Bir ay va’de ile satın alan Üsâme’ye şaşmıyor musunuz? Üsâme, uzun emel sahibidir. Allahü teâlâya yemin ederim ki, gözüm açıldığı zaman kapaklarını kapamadan, lokmayı yuttuğum vakit onu hazmedemeden öleceğimi düşünürüm. Ey Âdemoğulları, aklınız varsa, kendinizi ölülerden sayınız. Yemin ederim ki, size va’dedilen ölüm gelecek, ona engel olamıyacaksınız, “

“Kıyâmet günü, insanların Allah’a en yakın olanları, dünyâda uzun müddet aç susuz ve mahzun kalanlardır. Hakiki âlim ve müttekiler, halk arasına girdikleri zaman varlıkları, kayboldukları zaman, yoklukları bilinmez. Çünkü aranmazlar. Yerin genişliği, onları bilir ve göklerin melekleri, onları kuşatır, insanlar hep dünyâ nimetinden zevk alırken, onlar Allah’a itaatten zevk alırlar, insanlar, Peygamberin sünnet ve ahlâkını kaybettikleri zaman, onlar onu muhafaza ederler. Onlardan biri öldüğü zaman, yeryüzü onlar için ağlar. Bunlardan bulunmayan bir belde halkına, Allahü teâlâ gazâb eder. Köpeklerin leşe hücumu gibi, onlar dünyâya hücum etmezler. Yemeğin azını yer, insanların rağbet ettiği şeylere kıymet vermezler. Bazıları bunların delirip, akıllarını kaybettiklerini sanırlar, halbuki akılları başlarındadır. Onlar gözleri ile Allah’ın emirlerine bakıp, dünyâ sevgisini içlerinden attılar. Dünya adamları nazarında onlar, akılsız olarak dünyâda dolaşmakta iseler de, hakikât şu ki; insanlar akıllarını kaybedip, hayretlere düşecekleri zaman, onların afalları başlarında olacaktır. Âhiret şerefi onlar içindir. Yâ Üsâme, onları hangi memlekette görürsen bil ki, onlar o belde halkının emânıdır. Onların bulundukları memlekete Allahü teâlâ azâb etmez. Yeryüzü onlarla ferahlanır. Cebbar olan Allahü teâlâ onlardan râzı olur. Onlarla kardeşlik edin ki, onların sayesinde kurtulmuş olasın. Şayet gücün yeterse, aç ve susuz ölmeğe gayret et. Açlık ve susuzluk sayesinde şerefli mevkilere ulaşır, Peygamberlerle birleşirsin. Bedeninden ayrılan ruhun ile melekler sevinir ve Cebbar olan Allahü teâlâ sana rahmet eder.”

“Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Allahü teâlâya yemin ederim ki, Cennette tehlike diye bir şey yoktur. Cennet, parlayan bir .ur, etrafa yayılan bir kokudur. Binaları kuvvetlidir, ırmakları devama akar, bol ve olgunlaşmış meyve yeridir. Orada parlak ve güzel zevceler vardır. Onlar daima neş’elidirler. Nimetleri devamlıdır. Orada, aklın ermiyeceği fevkalâde güzellikler vardır.” buyurdu. Eshâb-ı kirâm: “Biz ona hazırlandık” dediler. Bunun üzerine Resûl-i ekrem (s.a.v.): “İnşâallah deyiniz” buyurdu ve sonra cihadı anlatarak onu teşvik ettiler.

 

KAYNAKLAR

1) El-A’lâm, cild-1, sh-291

2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d, cild-4, sh-61

3) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye, sh-1079

4) El-İsâbe, cild-1, sh-31

5) El-İstiâb, cild-1, sh-57

6) Metâli-un-nücum, cild-2, sh-174

7) Müsned-i Ahmed bin Hanbel, cild-6, sh-196, cild-5, sh-205, 210

8) Tehzîb-ül-esmâ, cild-1, sh-113

9) Kâmûs-ul a’lâm, cild-2, sh-854

10) Tehzîb-ut-tehzîb, cild-1, sh-208

11) Buhârî, cild-2, sh-85

12) Delil-ül-fâhilîn, cild-1, sh-181

13) İhya-u Ulûmiddin, cild-4, sh-562, cild-2, sh-277

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider