Eshâb-ı
kirâmdan olup, Ensâr’ın büyüklerinden. Künyesi, Ubâde Ebû Velid olup, Hazrec
kabilesinin Avfoğullarına mensûbtur. Babası, Sâmit bin Kays bin Esrem bin Fihr,
annesi, Kurret-ül-ayn binti Ubâde binti Nadle binti Mâlik bin Aclân’dır. İsmi
Ubâde bin Sâmit bin Kays bin Esrem bin Fihr bin Sa’lebe bin Ganem bin Sâlim bin
Avf bin Amr bin Avf bin Hazrec’dir. Medine’de (m. 583) senesinde doğup,
Filistin’de 34 (m. 654) senesinde vefât etti.
Ubâde bin
Sâmit hazretleri, Bi’setin onbirinci senesi hac mevsiminde Mekke’ye gidip,
müslüman olmakla şereflendi. Birinci Akabe biâtında, Resûlullah (s.a.v.) ile
Mekke Panayırı’nda görüştü. Bu bîatta hazır bulunan oniki kişiden biri olup,
tarihe geçen rivâyeti şöyledir: “Ben Birinci Akabe’de hazır bulunanlar
içindeydim. Biz oniki kişi idik. Resûlullah (s.a.v.) ile kadınların bîati gibi
bîat ettik. Bu bize harb farz kılınmasından önceydi. Şunun üzerine bîat ettik
ki; Allahü teâlâya hiçbir şeyi ortak koşmayalım, hırsızlık etmiyelim, zina
yapmayalım, çocuklarımızı öldürmeyelim, dillerimizle yalan söyleyerek iftira
etmeyelim, herhangi bir iyilik hususunda ona âsi olmayalım.” Peygamberimiz
(s.a.v.) buyurdu ki; “Eğer ahdinizde (sözünüzde) durursanız sizin için Cennet
vardır. Eğer onlardan bir şeyi örtbas ederseniz sizin işiniz Allahü teâlâya
aittir, dilerse azab eder, dilerse af eder.” Bi’setin onikinci senesi hac
mevsiminde Mekke’de yapılan ikinci Akabe bîatinde de bulunan, Hazrec kabilesinin
oniki temsilcisinden biridir. Biatte, “Yâ Resûlallah! Allah yolunda hiçbir
kınayıcının kınaması beni tutmamak, yolumdan alıkoymamak üzere, sana bîat
ediyorum” buyurdu. Annesi de İslâmiyet ile şereflenip, çok kimsenin müslüman
olmasına vesile oldu. Hicret-i Nebevîden sonra Mekke’den göç eden müslümanlardan
Ebû Mersed ile kardeş oldu. Hz. Muhammed’in süt teyzesi Ümmü Hıram (r.anha) ile
evlendi. Kabri Kıbrıs’ta olup, Türkler’in “Hala Sultan” dedikleri Ümmü Hıram ile
Ubâde bin Sâmit’in nikâhını Resûlullah (s.a.v.) kıydı.
Hicret-i
Nebevî’den sonra kurulan İslâm Devleti’nde önemli vazifeler aldı. Peygamber
efendimizin katıldığı muharebelere katıldı. Eğitim, öğretim, ilmî, adlî, idari,
siyâsî ve askerî sahalarda vazife aldı. Hicretin ikinci senesinde
Peygamberimizin (s.a.v.) kumandasında İslâm ordusunda bulunarak Eshâb-ı
Bedir’den oldu. Yine üçüncü senede Uhud gazvesine, Benî Kureyza’nın Medine’den
kovulmasına sebep olan gazveye de katıldı. Beşinci yılda meydana gelen
gazvelerden sonra Ubâde bin Sâmit (r.a.) Hudeybiye barışında da bulundu. Hz.
Ubâde İbni Sâmit, Huneyn Muharebesine de katılarak, büyük yararlıklar gösterdi.
Ubâde bin Sâmit (r.a.) Tebük gazvesine de bedenen ve mâlen katıldı ve Resûl-i
Ekrem’in Veda Haccı’nda bulunmak şerefine nâil oldu. Hicrî ondördüncü yıldan
itibaren Hz. Ömer’in hilâfeti sırasında Suriye’deki seferlerde bulunduktan
sonra, Mısır’a geçerek Mısır’ın fethine de katıldı. Amr İbnü’l-Âs (r.a.) Mısır
harekâtında Hz. Ömer’den yardım istedi O, Amr İbni’l-Âs’a her biri bin kişiye
bedel dört kişi gönderdi. Bunların içinde Ubâde bin Sâmit (r.a.) de bulunuyordu.
Orada çok önemli vazifelerde bulunarak, Mısır’ın fethinin tamamlanmasında büyük
rolü geçti. Hz. Ömer’in hilâfeti zamanında Filistin ve Humus eyâletlerinin
valiliklerinde bulundu. Üstün idarecilik vasıflarına sahip bulunduğundan
ahaliye, devlete çok güzel hizmeti geçti. Hz. Osman’ın hilâfeti zamanında Şam
taraflarına gidip, Kudüs, Remle ve Filistin’i ziyâret etti.
Ubâde bin
Sâmit (r.a.), Eshâb-ı kirâmın en faziletlilerinden biri idi. Peygamber efendimiz
zamanında Kur’ân-ı kerîmi tamamen ezberlemiş, ayrıca bir de Kur’ân-ı kerîm
yazmıştı.
Asr-ı
Se’âdette, Eshâb-ı Suffa’ya hocalık yaparak birçoklarına okuma-yazma, Kur’ân-ı
kerîm ve dîni ilimler öğretmiştir. Bu hizmetlerinden dolayı, Eshâb-ı Suffa’dan
bazıları hediyeler göndermişti. Resûl-i Ekrem bunu duyunca, Hz. Ubâde’ye onu
kabul etmemesini buyurdu.
Ubâde
(r.a.), hadîs ilminde de çok derin âlim idi. Hadîs ilminin kurucularından
sayılan Hz. Ubâde, duyduğu hadîsleri son derece dikkat ve itinâ ile naklederdi.
Hadîs nakletmelerine, “Bizzat Resûl-i ekremden dinledim”, “Resûl-i ekremden
duyduğuma şehâdet ederim.” sözleriyle başlardı. Bulunduğu ilim meclislerinde
hadîs-i şerîf nakl ederdi ve bu meclislerde Hıristiyanlar da bulunurdu.
Yüzseksenbir hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ubâde bin Sâmit (r.a.) aynı zamanda
büyük bir fıkıh âlimi olup, Fukahâ-yı Sahâbe’dendir. Fıkıhda herkes mercî olarak
onu tanıyordu. Hz. Ubâde bin Sâmit, herkesin örnek aldığı, sağlam karakterli,
doğru sözlü, ahlaken çok iyi niteliklere sahipti. Doğruyu söylemek hususunda hiç
kimseden çekinmezdi. Emirlerin yüzüne karşı da doğru sözü söylerdi.
Ubâde bin
Sâmit (r.a.) Peygamber efendimizden (s.a.v.) ilim ve irfan öğrenmiş, ondan çok
istifade eden Sahâbîlerdendir. Her hususta çok dirayetli birisiydi. Hz. Osman
devrinde büyük fitne ve fesadın çıkmasına, İslâm tarihi yönünden büyük olayların
meydana gelmesine sebep olan Abdullah İbn-i Sebe yahûdisinin maksadım anlayan
önemli bir zâtdır.
Ubâde’nin
(r.a.), Resûl-i ekremden bizzat işittiği hadîs-i şerîflerden biri:
Birgün bir
zât Peygamber efendimize gelerek sordu: “Yâ Resûlallah, amellerin en iyisi
nedir?” Resûl-i ekrem (s.a.v.) cevâbında: “Allah’a îmân ile O’nu tasdik,
O’nun yolunda cihaddır.” buyurdu. Bunu dinleyen zât, Yâ Resûlallah, daha
ehveni yok mu? dedi. Resûlullah (s.a.v.) “O halde sabır ve iyilikseverlik.”
buyurdu. “Yâ Resûlallah! Daha da kolayını istiyorum” deyince; Resûlullah
(s.a.v.) “O halde, Allahü teâlâ sana ne kısmet etmiş ise ona râzı ol.”
buyurdu.
Hz. Ubâde
İbni Sâmit, 34 (m. 655) yılında yetmişiki yaşlarında iken Remle’de hastalandı.
Vefatından kısa bir süre önce oğlu Velid bin Ubâde, babasının huzuruna gelerek
şöyle dedi: “Babacığım bana vasiyette bulun.” Hz. Ubâde bin Sâmit şöyle buyurdu:
“Oğlum! İmânın lezzetini tatmak, ilmin özü olan hakikate ulaşmak için, kaderin
hayır ve şerrine inanmak lâzımdır.” dedi. Velid bin Ubâde: “Kaderin hayır ve
şerrini nasıl anlayabilirim?” diye babasına sordu. Cevabında “Sana gelmeyenin
sana isabet etmeyeceğine, sana isabet edenin muhakkak sana geleceğine inanırsın”
dedi.
Buyurdu ki:
“Cehennemin yedi kapısı vardır; üçü zenginler, üçü kadınlar, birisi de fakirler
içindir.”
Talebelerinden Sanabic’in hastalığına üzülüp, ağladığını görünce:
“Ne
ağlıyorsun, eğer mahşerde sana şehâdet etmeme ve şefaat etmeme müsâade edilirse,
şehâdet ve şefaat ederim.”
Bu Resûl-i ekremden nakledilen bir hadîstir. Size şimdi de Resûl-i ekremin
(s.a.v.) diğer bir hadîs-i şerîfini rivâyet ediyorum: Resûl-i ekrem (s.a.v.)
buyurdu ki: “Kim ki Allahtan başka tapacak bir ma’bûd bulunmadığına,
Muhrımmed aleyhisselâmın, Resûlullah olduğuna şehâdet ederse, onun cesedi
Cehenneme harâm olur.” buyurdu.
“Bir kul
Allah rızası için bir kerre secde edince Cenâb-ı Hak muhakkak o secde sebebiyle
o kimseye bir iyilik yazar. Yine secde sebebiyle bir günahını afv eder. Onu bir
derece yükseltir. Ey Eshâbım! Çok secde ediniz.”
Resûlullah
(s.a.v.) Ubâde bin Sâmit’i (r.a.) zekât tahsiline gönderdiği vakit: “Ey
Velid’in babası, Allahtan kork, kıyâmet günü boynunda bağıran deve ile veya
böğüren inek veya meleyen koyun ile mahşer yerine gelme” buyurduğu zaman
Ubâde (r.a.): Böyle mi olacak yâ Resûlallah deyince: “Nefsim yed-i kudretinde
olan Allah’a yemin ederim ki, evet öyle olacaktır. Ancak Allahü teâlânın
merhamet buyurdukları müstesnadır” buyurdular. Bunun üzerine: “Seni Hak
Peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ben de bundan böyle bu gibi
işlere girmem” deyince: Resûlullah (s.a.v.) de: “Ben sizin benden sonra şirke
döneceğinizden korkmam. Sizin için korktuğum mala meyl ve rağbet etmenizdir”
buyurdular.
Birisi Ubâde
bin Sâmit’e (r.a.) “Ben harb ederken Allahü teâlânın rızasını murad ettiğim gibi
başkalarının beni övmesini de isterim” deyince “Sana bundan kâr yok” buyurdu.
Adam üç kerre söyleyince, şu hadîs-i şerîfi okudu: “Allahü teâlâ buyuruyor
ki; Ben ortalıktan müstagni olanların en müstagnisiyim. Kim ki benim için amel
eder ve başkasını da bu amele katarsa, hissemi o ortağıma devr ederim.”
“Yapacağın
işin sonunu düşün, salâh ve iyilik ise onu yap. Azgınlık ise ondan vaz geç.”
“Allahü
teâlâya mülakatı (kavuşmayı) seveni Allah da sever. Allahü teâlâya mülakatı
sevmeyeni Allah da sevmez”
buyurunca, Eshâb-ı kirâm “Hepimiz ölümü kerih görürüz” deyince Resûl-i Ekrem
(s.a.v.) “O, o demek değildir. Belki mü’mine Cennetteki yeri gösterildiği
vakit ölümü sever. Allahü teâlâ da onu sever.”
“Allahü
teâlâ, kullarına beş vakit namazı farz etmiştir. Eksiksiz olarak erkân ve
âdabına riâyetle o namazları kılan kimseyi Allahü teâlânın Cennete koyacağına
va’di vardır. İstenildiği gibi o namazları kılmayan kimseye Allahü teâlânın
va’di yoktur. Dilerse ona azab eder, dilerse de afv eder.”
“Her hangi
bir müslüman Allahü teâlâya secde ederse, Allahü teâlâ onun bir günâhını afv
eder ve kendisini bir derece yükseltir.”
“Kurbanların
en hayırlısı boynuzlu koçtur.”
“Allahü
teâlâ buyuruyor: Benim için birbirini ziyâret edenler benim sevgimi kazanmıştır.
Benim için sevişenler, benim sevgime mazhar olmuştur. Benim için verenler, benim
sevgimi hak etmiştir. Benim için birbirine yardımda bulunanlar, benim sevgimi
kazanmıştır.”
“Allahü
teâlânın, senin aleyhinde hüküm ettiği hiç bir şeyde, O’nu töhmete kalkışma.”
KAYNAKLAR
1) Sîret-i İbn-i Hişam
cild-2, sh-73, 76
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-1, sh-219, 220
3) Sahîh-i Buhârî cild-1,
sh-10, cild-4, sh-250, 251, 263, 264
4) Ensâb-ül-Eşrâf cild-1,
sh-239
5) İsfahânî-Delâil-ün Nübüvve
sh-254, 255
6) Ravd-ül-ünf cild-1,
sh-266, 169
7) El-Kâmil fi’t-târih
cild-2, sh-45
8) İbn-i Haldun Târîhi
cild-2, sh-182, 183
9) Târîh-ul-Hâmis cild-1,
sh-357
10) İnsân-ül-uyûn cild-2,
sh-7-8.
|