Medine’de en
son vefât eden Ensâr-ı kirâmın büyüklerinden. Ensârın Hazrec kabilesi
kolundandır. Künyesi; Ebül-Abbâs, Ebû Mâlih Ebû Yahya’dır. Nesebi (silsilesi),
Sehl bin Sa’d bin Mâlik bin Hâlid bin Salebe bin Hârise bin Âmr bin Hazrec bin
Sâide bin Ka’b bin Hazrec’dir. Babasının ismi Sa’d bin Mâlik olup, hicretten
önce müslüman olmuştur. Annesinin ismi ile doğum tarihi kesin olarak belli
değildir. Sehl bin Sa’d’ın hicretten beş sene evvel doğduğu rivâyet
edilmektedir. Esas ismi Hanza iken, Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından Sehl bin
Sa’d olarak değiştirildi. 91 (m. 712) yılında Medine’de vefât etti.
Sehl bin
Sa’d (r.a.)’ın babası Sa’d bin Mâlik, hicretten önce müslüman olan Medine’li
Sahâbîlerden idi. Bunun için Hz. Sehl müslüman ve Peygamberimizi (s.a.v.) Çok
seven bir ailenin içerisinde yetişdi. Sehl bin Sa’d (r.a.) bizzat
Peygamberimiz’den (s.a.v.) ilim öğrenmiş ve onun sohbetinde bulunmuştur. Çok
genç yaşta olduğundan Peygamberimizle hiçbir savaşa katılamadı, ama ondan, çok
ilim öğrendi. Ayrıca Peygamberimizin (s.a.v.) etrafında bulunan ve ona her
yönden çok yakın olan Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve diğer büyük
Sahâbîler ile de sıkı temaslar kurarak onlardan da çok ilim öğrendi ve âlim
oldu. Hadîste sika (güvenilir, sözüne itimat edilir) idi. Sahâbe ve diğer
âlimlerden bir çoğu, hadîs rivâyetlerini Sehl bin Sa’d’a (r.a.) kadar
dayandırırlardı. Büyük Sahâbîlerden Hz. Ebû Hureyre, Hz. İbn-i Abbâs, Sa’d bin
el-Mûseyyeb, Ebû Hâzin bin Dinar gibi olanlar da O’ndan hadîs rivâyetinde
bulunmuşlardır.
Sehl bin
Sa’d’ın (r.a.) bizzat Peygamberimizden (s.a.v.) duyarak rivâyet ettiği hadîs
yüzseksensekiz’dir (188). Bunlardan yirmisekiz (28) tanesi üzerinde bütün
âlimler sözbirliğine varmışlardır. Tâbiî’nin her tabakası O’nun ahlâkının
faziletinden ve ilminden faydalanmıştır. Sehl bin Sa’d’ın (r.a.) müşriklerle
yapılan Bedir gazâsı sırasında yaşı çok küçüktü. Bunun için bu savaşa ancak
babası katılmıştı. Hz. Sehl’in babası Sa’d bin Mâlik, Bedir savaşında çok
yararlılıklar gösterdi. Müslümanlar arasında Kahramanca savaşırken ansızın yemiş
olduğu bir darbe ile şehîd oldu. Peygamberimiz (s.a.v.)in duasını alarak
“Eshâb-ı Bedir” sıfatını kazandı. Bu sırada Sehl bin Sa’d (r.a.) sekiz
yaşlarında idi. Peygamberimiz yetim kalan Sehl’e (r.ay, Bedir Savaşında
kazanılan ve dağıtılan ganimetlerden babasının hissesini ayırarak verdi.
Sehl bin
Sa’d (r.a.) Uhud Savaşı sırasında yaşı küçük olduğu için bu savaşa da
katılamamıştı. Diğer yaşı küçük Sahâbîler gibi Medine’de kalmıştı. Ancak
Peygamberimiz (s.a.v.) yaralandığı haberi Medine’ye ulaştığı zaman, herkes gibi
O da çok üzülmüştü. Bu arada Peygamberimiz (s.a.v.)’in kızı, Hz. Fâtıma’nın,
babasının yaralanma haberini duyar duymaz hemen O’nun yanına koştuğunu ve yardım
etmeğe başladığını gören Sehl bin Sa’d (r.a.) bu olayı şöyle anlatmaktadır “Hz.
Peygamberin Uhud savaşında yaralandı haberini duyduğumuz zaman çok üzüldük. Kızı
Hz. Fâtıma’nın bir kalkan içinde su getirerek Peygamberimiz (s.a.v.)’in
yaralarından akan kanları temizlediğini bir hasır parçasını yakarak küllerini
Peygamberimizin (s.a.v.) yaralarının üzerine sürdüğünü bizzat gördüm” derdi.
Sehl bin
Sa’d (r.a.) hicretin beşinci senesinde yapılan Hendek Savaşına da yaşı küçük
olduğu için katılamadı. Çünkü bu sırada on onbir yaşlarında idi. Fakat hendeğin
kazılmasında Sahâbîlere çok yardımcı oldu. Bütün Sahâbîlerin dışarıda görülmesi,
yapılması ve yerine getirilmesi gereken hizmetlerinin hepsine koşardı. Ayrıca
hendek kazımında da yardımcı olur. Peygamberimizin (s.a.v.) yanından hiç
ayrılmazdı. Her an O’nun hizmetinde bulunurdu. Sehl bin Sa’d (r.a.) Hendek’de
gördüklerini anlatırken der ki: “Hendek’de Peygamberimiz (s.a.v.) ile hep
beraber idim. Onlar hendek kazıyor, biz küçük yaştakiler omuzlarımız üzerinde
toprak taşıyorduk. Bu sırada Resûlullahın (s.a.v.) şöyle duâ buyurduğunu: “Ya
Rabbi! Bütün hayat, âhiret hayatıdır. Muhâcir ile Ensârı mağfiretine
(afvına) nail (ulaşan) eyle!” işittim demiştir.
Sehl bin
Sa’d (r.a.) devamlı Peygamberimizin (s.a.v.) yanından ayrılmazdı. Bütün
sohbetlerine katılır söylediklerini çok dikkatli dinlerdi. Peygamberimiz
(s.a.v.) zamanında Medine devrinde meydana gelen bütün diğer önemli hâdiseleri
görmüş ve tesbit etmiş, daha sonra çevresindekilere anlatmıştır. Hz. Sehl onbeş
yaşlarına geldiği zaman, Peygamberimiz (s.a.v.) vefât etti. Hz. Ebû Bekir halife
oldu. Peygamberimiz’in (s.a.v.) vefâtını fırsat bilen mürtedler (İslâm dîninden
vazgeçenler), Halife Hz. Ebû Bekir’in zamanında Medine’yi sıkıştırarak zor
duruma düşürmek istediler. Bu zaman Sehl bin Sa’d (r.a.) mürtedlerle yapılan
savaşlara katıldı. Çok kahramanlıklar göstererek İslâm dinine büyük hizmetleri
oldu. Daha sonra Hz. Ömer ve Hz. Osman’ın halifelik devrelerinde de çeşitli
savaşlara katıldı. Onun, bilgisi ve imânının sağlamlığı, Peygamberimiz’e
(s.a.v.) karşı muhabbeti ile tanınması ve devamlı O’nun sohbetinde bulunmuş
olmasının askerler üzerinde büyük tesiri olurdu. Onlara, bütün hareket ve
davranışlarıyla önderlik ederdi.
Bu haliyle
bütün Sahâbîler tarafından sevilir ve sayılırdı. Hz. Ali Devrinde Sehl bin Sa’d
bir köşeye çekilerek olaylarda tarafsız kalmayı tercih etti. Ancak 74 (m. 694)
tarihinde Medine valisi olan Haccâc tarafından, Enes bin Mâlik, Câbir bin
Abdullah gibi büyük Sahâbîler ile Sehl bin Sa’d (r.a.) da çok eza ve cefâ gördü.
Haccâc’ın bu hareketi Medineliler tarafından hiç de hoş karşılanmadı.
Sehl bin
Sa’d (r.a.) kendisine soru sormak için müracaat edenleri samimi olarak dinler,
hiç sözlerini kesmezdi. Onlara, sorularıyla ilgili olan ve Peygamberimizden
(s.a.v.) duyduğu hadîsleri aşkla, içten gelen zevk ve edeble okurdu. Hatta bazan
okurken duygulanır ve kendini tutamaz ağlardı.
Sehl bin
Sa’d (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)’in bir emir ve isteği olduğu zaman hemen
yerine getirir hiç bir zaman geciktirmezdi, O’nun bu durumunu Hz. Sehl’in oğlu
Abbâs şöyle anlatmaktadır: “Peygamberimiz (s.a.v.) hutbe okuyacağı zaman hurma
ağacından bir direğe yaslanır öyle okurlarmış. Bir gün Resûl-i ekrem (s.a.v.):
“Artık cemaat çoğaldı, bir şey yapılsa da üzerine otursam” buyurduğunda,
bunu nü duyan babam (Sehl bin Sa’d) hemen okdan yay fırlar gibi kalkmış ve
gitmiş. Kısa bir zaman sonra minberin direklerini getirmiş. Yalnız babamın
getirdiği bu direklerin kendisinin veya bir başkasının hazırladığı hakkında
bilgim yoktur” dedi. Daha sonra Sehl bin Sa’d’a (r.a.), Peygamberimiz
(s.a.v.)’in minberi hakkında suâl sorulduğunda şöyle cevap vermiştir: “Ben
minberin hangi ağaçtan, hangi tarihte, hangi gün yapıldığını, hangi gün
kurulduğunu, Peygamberimiz’in (s.a.v.) ilk defa o minberden hangi gün hutbe
okuduğunu ve oturduğunu bilirim.”
Sehl bin
Sa’d (r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.)’in cömertliğini, kendi ihtiyacı olan bir
malı isteyen herkese verdiğini şöyle anlatmaktadır. Kadının birisi
Peygamberimiz’e (s.a.v.) gelir, yanında getirdiği ve kendi eli ile dokumuş
olduğu güzel bir elbiseyi uzatarak: “Ey Allahü teâlânın Resûlü, bunu sizin için
bizzat kendi elimle dokudum, ne olur onu kabul ediniz”, dedi. Peygamberimizin
(s.a.v.) de bu şekilde bir elbiseye ihtiyacı vardı. Bu hediyeyi kabul ederek
içeri girdi ve hemen giydi. Daha sonra dışarı çıktı. Bu sırada Peygamberimiz
(s.a.v.)’in ziyâretine gelenlerden birisi, bu elbiseyi görerek: “Ey Allahü
teâlânın Resûlü! Bu ne kadar güzel bir elbise, bunu bana verseniz” dedi.
Peygamberimiz (s.a.v.) hemen içeri girerek elbiseyi çıkardı ve isteyen insana
verdi. Diğer ziyâretçiler, elbiseyi isteyen adama sitem ederek, “Hiç de iyi
etmedin, Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu elbiseye çok ihtiyâcı vardı. Sen onu
istemekle doğru bir hareket yapmadın. Bilirsin ki, Hz. Peygamber kendisinden
birşey istiyenleri hiç red etmez ve geri çevirmez” dediler. Elbiseyi isteyen
kişi ise şöyle cevap verdi: “Ben bu elbiseyi giymek için istemedim. Aksine, o
benim öldüğüm zaman kefenim olacaktır” dedi. Sonra öldüğü zaman aynı bu
elbiseyle kefenlendi ve gömüldü. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.)’in
söylediklerini, bizzat işiten Sehl bin Sa’d (r.a.) şöyle nakletmektedir.
Peygamberimiz (s.a.v.):
“Mü’minin;
îmân sahibine karşı vaziyeti, bir kafanın vücuda karşı vaziyeti gibidir. Îmân
sahibinin her derdi. diğer bir mü’mine ızdırap verir. Nasıl ki kafanın her
derdi. bütün vücudu üzüntüye uğrattığı gibi” buyurmuşlardır.
Sehl bin
Sa’d (r.a.) bizzat Peygamberimiz (s.a.v.)’den duyarak rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden bazıları: Peygamberimize (s.a.v.) biri gelerek: Allahü teâlânın ve
insanların, beni sevecekleri bir işi bana öğret demesi üzerine,
“Dünyadan
yüz çevir ki, Allahü teâlâ seni sevsin, insanların eline bakma ki, onlar da seni
sevsin”
buyurdu.
Peygamberimiz (s.a.v.) zamanında, Kuzmân isminde biri, Hayber savaşına iştirak
etmişti. Kuzmân, savaş sırasında iyi dövüşüp yararlılıklar gösteriyordu.
Müslümanlar O’nun gösterdiği bu kahramanlık karşısında, hayrete düşerek çok
beğenmişlerdi. Bu durumu Peygamberimiz’e (s.a.v.) anlatarak onun yaptığı hizmeti
biz yapamadık demişlerdi Peygamberimiz (s.a.v.) bu kişi için: “Ama o adam
Cehennemliktir” buyurmuşlardı. Bu sözü işiten herkesin hayreti arttı. Bir
kişi Hz. Peygamber (s.a.v.)’in safında canla başla çarpışır ve mücadele ederde
nasıl Cehennemlik olur, dediler ve neticeyi hayretle beklediler. Fakat aynı
adamın savaşa gene bütün hızıyla devam ederken aldığı birkaç yaradan duyduğu ve
çektiği acıya dayanamayarak, kılıcının sapını toprağa, ucunu da karnına
dayayarak intihar ettiğini gördüler. Bu hali gören Sahâbîler hemen
Peygamberimize (s.a.v.) koşarak, olayı olduğu gibi anlattılar. Bunun üzerine
Peygamberimiz (s.a.v.) Sahâbelerine şöyle buyurdular: “İnsanların içinde
öyleleri vardı ki, Cennetlik gibi görünürler, fakat onlar Cehennemliktirler.
Yine öyle insanlar vardır ki, Cehennemlik gibi işler yapıyormuş gibi görünürler,
herkes onları Cehennemlik sanır, fakat onlar Cennetliktir.”
Başka bir
rivâyette; Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Bilâl’e(r.a.) “Kalk, şunu bildir
Cennete ancak mü’min olan girer. Şu muhakkaktır ki, Allahü teâlâ İslâm dinini
günahkâr kişi ile de destekler” buyurmuştur.”
Peygamberimiz (s.a.v.) birgün bir topluluğa dünyânın boş, gerçek hayatın
ahirette olduğunu anlatmak için onları bir koyun ölüsünün başına götürerek
“Şu
gördüğünüz koyun ölüsünün, sahibi yanında bir kıymeti var mı?”
diye sorunca, oradakiler, kıymeti olmadığı için onu buraya
attı, dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.) tekrar “Nefsim yed-i
kudretinde olan Allahü teâlâya yemin ederim ki, bu dünyâ, koyunun sahibi yanında
olan kıymetinden ziyade Allahü teâlâ yanında değerli değildir. Eğer dünyânın
Allahü teâlâ katında bir sivrisinek kanadı kadar kıymetli olsaydı, Allahü teâlâ
Ondan (dünyâdan) kâfire bir yudum su içirmezdi” buyurmuşlardır.
“Acele,
şeytandandır, teenni
(ihtiyatlı
ve akıllı davranma) ise Allahü teâlâdandır.”
“Ümmetimden
yetmişbin kişi yahut yediyüzbin kişi, mutlaka Cennete girecektir
(bunlar) birbirlerine tutunacak, bazısı bazısının
elinden tutacak. Sondakiler girmedikçe öndekiler de girmiyecek, yüzleri Bedr
gecesindeki ay (dolunay) suretinde olacaktır” buyurmuştur.
Ensârdan bir
gencin içine Cehennem korkusu düştü. Hatta bu korkudan sokağa çıkamaz oldu. Bunu
duyan Peygamberimiz (s.a.v.) O’nun ziyâretine gitti ve genci kucakladı bu sırada
ise O genç vefât etti. Peygamberimiz (s.a.v.):
“Bunun
techiz
(cenazenin yıkanması) ve
tekfinine (kefenlenmesine) bakın, zira Cehennem korkusu onun ödünü
çatlatmıştır” buyurmuşlardır.
KAYNAKLAR
1) El-A’lâm cild-3, sh-143
2) El-İsâbe cild-2, sh-88
3) El-İstiâb (İsâbe
kenarında) cild-2, sh-95
4) Şezerât-üz-zeheb cild-1,
sh-99
5) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-
2, sh-376, cild-3, sh-625
6) Tehzîb-ül-Esmâ-vel-luga
kısm. l, cild-1. sh-238
7) Tehzîb-üt Tehzîb cild-4,
sh-704
8) Kâmûs-ul-A’lâm cild-4,
sh-2704
9) Eshâb-ı Kirâm sh-390
10) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1062
|