TÜRKİYE GAZETESİ YAYINLARI

 

İSLÂM ALİMLERİ ANSİKLOPEDİSİ

1.CİLD

Bir Önceki Sayfaya Gider

CİLD  -  ALFABE  -  ASIR

Bir Sonraki Sayfaya Gider

01   02   03   04   05   06   07   08   09   10   11   12   13   14   15   16   17   18

HZ. MÂRİYE (Radıyallahü Anhâ)

Peygamber efendimizin cariyesi iken îmân eden kadın Sahâbî. Mâriye (r.anha), Mısır-İskenderiye’nin hükümdarı Mukavkıs’tan hediye olarak gönderildiği için, nesebi (silsilesi) ve doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Hz. Ömer’in halifeliğinin son yıllarında 16 (m. 629) Medine’de vefât etti. Bakî’ Kabristanlığına defn edildi.

Peygamberimiz (s.a.v.) Mekke’deki Kureyş müşrikleriyle Hudeybiye’de on yıl çarpışmamak üzere barış anlaşması imzaladı. Bundan sonra en yakından en uzağa kadar olan komşu hükümdar ve kabile başkanlarına; İslâmiyeti duyurmak ve tebliğ etmek üzere elçilerle mektûblar gönderdi. Bu mektûb ve elçilerden birisi de Mısır Mukavkıs’ı ismi ile adlandırılan Bizans’ın İskenderiye valisine yazılmıştı. Elçi olarak da Sahâbîden Hâtıb bin Ebî Beltea (r.a.) gönderilmişti.

Peygamber efendimiz, İslâmiyete davet etmek için hükümdarlara ve valilere mektûblar yazıp hazırladı. Daha sonra Eshâb-ı kirâmı (r.anhüm) toplayarak:

“Ey müslümanlar! Ey bütün ecr ve sevabların karşılığını Allahü teâlâdan bekliyenler; Şu mektubu sevabı Allahü teâlâdan ödenmek üzere; Mısır Mukavkısı, İskenderiye valisine hanginiz götürür?” diye Sahâbîlere sorunca; Orada bulunan Hatîb bin Ebî Beltea; imânının verdiği heyacanla hemen ayağa kalktı ve Peygamberimize (s.a.v.) “Ben götürürüm!” dedi.

Peygamber efendimiz Hatîb bin Ebî Beltea’nın (r.a.) bu davranış ve cevabına çok sevinerek! “Ey Hatîb! Senin kabul ettiğin bu vazifeni, Allahü teâlâ hakkında hayırlı ve mübârek kılsın” diyerek duâ buyurdu.

Hatîb bin Beltea (r.a.) bu duayı aldıktan sonra mektubu Peygamberimizden (s.a.v.) aldı. Veda ederek evine gitti. Ailesi ile de vedalaşarak yola çıktı, önce Mısır’a uğradı. Orada Mukavkıs’ı bulamayınca, İskenderiye’ye geçti. Peygamberimiz’in, (s.a.v.) mektubunu buradaki sarayda bulunan Mukavkıs’a takdim etti. Mukavkıs, Peygamberimizin (s.a.v.) mektubunu saygı ile açtırdı ve okuttu. Mektupda şöyle buyuruyordu:

Bismillahirrahmanirrahîm.

Allahü teâlânın kulu ve Resûlü Muhammed’den (s.a.v.) Mısır ve İskenderiye Meliki Mukavkıs’a!

Hidayete kavuşan ve huzura doğru yolu görüp tutanlara selâm olsun! Şimdi ben, seni yüce İslâm Dînine, müslüman olmaya davet ediyorum! Müslüman ol, kurtuluşu bul da Allahü teâlâ, sana ahirette sevab ve mükafatını iki kat versin! Şayet, sen bu davetimi kabul etmez, ondan uzak durursan, bütün Kıbtîlerin günahı senin boynuna olsun!... diye devam eden Peygamberimizin (s.a.v.) mektubu; Kur’ân-ı kerîmin Âl-i İmrân sûresinin altmışdördüncü (64) âyet-i kerîmesi ile son buluyordu:

(Resûlüm), de ki; “Ey kitab ehli (olan Hıristiyan ve Yahudiler)! Bizimle sizin aranızda müsâvi (eşid ve ortak) bir kelimeye gelin şöyle ki: Allahü teâlâdan başkanına tapmıyalım, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allahü teâlâyı bırakıp da birbirimizi Rab’lar edinmiyelim” Eğer kitap ehli bu kelimeden yüz çevirirlerse, (o halde) şöyle deyin: “Şahid olun, biz gerçek müslümanlarız.”

Mukavkıs, Peygamberimizin (s.a.v.) okunan bu mektubundan sonra O’nun elçisi Hatîb bin Ebî Beltea’ya (r.a.): “Hayırlı olsun, “seni kutlarım” diyerek yanına çağırdı. “Benim anlamak ve sormak istediğim bazı konular var ne dersiniz?” deyince:

Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.) “Buyurunuz konuşalım” dedi.

Mukavkıs, “Senin bana mektubunu getirdiğin efendin Peygamber değil mi?” Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.): “Evet, O, Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür” dedi. Mukavkıs, bu cevâbı alınca; “Peki O, öyle bir Peygamberse, kendi doğup büyüdüğü öz yurdundan çıkarılıp, başka bir yurda sığınma zorunda bırakılan kavmine niçin beddua da bulunmadı?” diye sorunca Hatîb (r.a.) O’na Şu şekilde cevap verdi: “Sen İsa’nın (a.s.) Allahü teâlânın Resûlü olduğuna inanırsın değil mi? İsa (a.s.) Allahü teâlânın Peygamberi olduğuna göre, Onun da kavmi, kendisini yakalayıp çarmıha asmak istedikleri zaman, Allahü teâlâ, O’nu bulunduğu dünyâ üzerinden gök yüzüne yükselteceğine, İsa (a.s.) kavminin yok olması için Allahü teâlâya beddua etse olmaz mıydı?” deyince:

Mukavkıs, söyliyecek söz bulamadı. Bir müddet sustu... Daha sonra Peygamberimizin (s.a.v.) elçisi; Hatîb bin Ebî Beltea’ya şöyle dedi, “Çok güzel konuştun, sen işi ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olansın, yerli yerince konuşuyorsun. Çünkü sen böyle vasıfları taşıyan birinin yanından geliyorsun!” dedi: Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.) ile Mukavkıs’ın arasında geçen bu güzel konuşmadan sonra Mukavkıs; Peygamberimizin (s.a.v.) mektubunu alıp, fildişinden güzel bir kutu içine kendi eli ile koydu ve ağzını mühürleterek özel hizmetçisine koruması için teslim etti. Fakat Mukavkıs müslüman olmadı.

Hatîb bin Ebî Beltea (r.a.), Mukavkıs’ın Peygamberimize gönderdiği mektûb, Mâriye ve Sirîn isminde iki cariye, elbise yapımında kullanılacak bir miktar Mısır kumaşı, düldül isminde bir katır v.s. gibi hediyelerle Medine’ye döndü. Hediyeler; Peygamberimiz (s.a.v.) tarafından kabul edildi. Peygamberimiz (s.a.v.) bizzat Mukavkıs’tan gelen mektubu kendisi açtı ve okuttuktan sonra: “Kötü ve akılsız adam! Saltanatından vazgeçemedi. Koruduğu malı ve saltanatının hiçbirisi kendisinde kalmayacak” buyurdu.

Peygamberimize (s.a.v.) Mukavkıs tarafından hediye olarak gönderilen Cariyelerden Mâriye (r.anhâ) Peygamberimizle (s.a.v.) konuştuktan sonra; onun sohbetine, güzel konuşmasına, alçak gönüllülüğüne, hayran kalıp hemen müslüman oldu. Peygamberimiz (s.a.v.) ise O’nun bu davranışından ve îmân ederek müslüman oluşundan çok memnun oldu. Mâriye’yi (r.anhâ) kendisine nikâhlıyarak diğer hanımları arasına kattı.

Peygamber efendimizin evlenmelerinin hepsini Âişe’yi (r.anhâ) Allahü teâlânın emri ile nikâhladıktan sonra yaptı. Bunlar dîni, siyasî veya merhamet ve ihsan ederek yapılan evlenmelerdir. (Bkz. Muhammed aleyhisselâm) Nitekim Câriye olan Mâriye (r.anhâ) ile olan evlenmeleri de böyledir. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: “Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızlarımı evlendirmem, hepsi Cebrâil (a.s.)’ın Allahü telâdan getirdiği izinle olmuştur.” Mâriye (r.anhâ) da herkesin arzu ettiği, fakat nasib olmadığı dereceye, îmân etmesiyle yükselmiş, bütün müslümanların annesi olarak herkesin saygısını kazanmıştı. Buna O saygıyı ve şerefi kazandıran Peygamberimizi (s.a.v.) görür görmez Allahü teâlâya imân edip müslüman olmasıdır.

Peygamberimizin (s.a.v.) Mâriye’den (r.a.) İbrâhim adında bir oğlu dünyâya geldi. Bu sebeple de Peygamberimizin (s.a.v.) hanımları içinde Hz. Hadîce’den sonra çocuğu olan ikinci hanımı olma şerefine de kavuşmuş oldu. Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhim, Medine dışında bulunan Avali isminde bir köyde, süt anneye verildi. Peygamber efendimiz sık sık bu köye oğlunu ziyârete gider O’nu şefkat ve merhametle severdi. Yine bir gün aynı köye; Oğlu İbrâhim’i ziyârete gitti. Oğlunun ruhunu teslim etmek üzere olduğunu görür görmez O’nu, hemen bağrına bastı. Saçlarını okşamaya başladı. Birkaç dakika sonra İbrâhim vefât edince: “Yâ İbrâhim! ölümüne çok üzüldük. Gözlerimiz ağlıyor, kalbimiz sızlıyor. Fakat Rabbimizi gücendirecek herhangi bir söz, söylemeyiz” buyurdu. Bu sırada gözlerinden damla damla yaşlar akıyordu. Peygamberimizin (s.a.v.) bu halini gören yanındaki arkadaşı Abdurrahman bir Avf (r.a.): “Yâ Resûlallah, siz de mi ağlıyorsunuz” demesine karşılık Peygamberimiz (s.a.v.) “Ben sizi ağlamaktan menetmem, o insanın elinde, iradesinde değildir. Ama sesli ağlamaktan ve feryat etmekten ve cahiliye âdetlerinden men ederim. Bunlar Allahü teâlânın rızasına muhaliftir (uygun değildir). Ama gayri ihtiyari gözyaşı dökülür ve mahzun olunur” buyurmuştur. Bu ise, vefât edenler için bağırıp çağırmadan, üst baş yırtmadan, Allahü teâlâya karşı şirk koşmayacak durumda üzülmenin serbest olduğunun müslümanlara güzel bir şekilde izahı olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v.) aynı gün oğlu İbrâhim’in cenaze namazını kendi kıldırdı. Bakî kabristanlığına defn edildi. Kabrinin üzerini hafifçe açarak su döktü. Baş tarafına ise büyükçe bir taş koydu. Bu durum hâlâ Peygamberimizin (s.a.v.) sünneti olarak Müslümanlar arasında bugün de devam etmektedir.

Yine aynı gün; (İbrâhim’in defn edildiği gün) güneş tutulmuş her taraf kararmıştı. Bunu gören herkes, Peygamberimizin (s.a.v.) oğlu İbrâhim’in ölümüne yormuştu. Bunu duyan Resûl-i Ekrem efendimiz; “Ay ve Güneş, Allahü teâlânın Âyetlerinden ikisidir. Kimsenin ölümünden dolayı tutulmazlar” buyurmuşlar ve bu olayın tabiî bir hâl olduğunu Eshâb-ı kirâma açıklamışlardı.

Hz. Mâriye ve oğlu İbrâhim’in hayatı, müslümanların bir çok İslâmi konularda uyarılmasına, sebep olmuştur. Mâriye (r.anhâ) çok sakin, sessiz ve kendi halinde olduğu için, «kendisinden hadîs rivâyeti olmamıştır. Mâriye (r.anhâ), Halife Hz. Ömer’in halifeliğinin son-yıllarında 16 (m. 637) de vefât etmiştir.

 

KAYNAKLAR

1) Mevâhib-i Ledünniye cild-1, sh-242

2) El-İsâbe cild-4, sh-405

3) Hilyet-ül-evliyâ cild-2, sh-70

4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-8, sh-212

5) El-İstiâb cild-4, sh-410

6) Envâr-ul-Muhammediyye 158

7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1020

 
 

Bir Önceki Sayfaya Gider

Bu Bölümün İndex Sayfasına Gider

Bir Sonraki Sayfaya Gider