Eshâb-ı
kirâmın büyüklerinden ve İran’ı zapt eden ordunun kumandanı. Dünyada iken
Cennetle müjdelenen onsahabîden biridir. İsmi Sa’d, künyesi Ebû İshâk’dır,
Babasının adı Mâlik ve künyesi Ebû Vakkas’dır. Babasının adı yerine künyesi
kullanılmaktadır. İlk müslüman olanların yedincisidir. Fil vak’asından 23,
Hicret’ten 30 yıl önce Mekke’de doğdu. Onyedi yaşında iken Hazret-i Ebû Bekir’in
vasıtasıyla müslüman oldu. Müslüman oluş hâdisesi şöyle rivâyet edilir. Müslüman
olmadan önce bir rüya görür. Rüyasında kendisi zifiri bir karanlığın içinde
iken, birdenbire her tarafı aydınlatan parlak bir ay doğar. Ayın aydınlattığı
yolu takip ederken aynı yolda Zeyd bin Hâris, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir’in
önünden ilerlediğini görür. Kendilerine “Siz ne zaman buraya geldiniz?” diye
sorar. Onlar da “Şimdi” diye cevap verirler. Gördüğü bu rüyadan üç gün sonra Hz.
Ebû Bekir’in kendisine İslâmiyeti anlatması üzerine, kalbinde İslâmiyete karşı
bir sevgi hasıl oldu. Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir onu Peygamberimize (s.a.v.)
götürdü. Peygamberimizin (s.a.v.) huzurunda îmân edip, müslüman oldu.
Nesebi hem
baba tarafından, hem de anne tarafından Peygamber efendimizle (s.a.v.) birleşir.
Babası Mâlik bin Üheyb bin Abdi Menaf bin Zühre bin Kilâb-i Kureyşi’dir. Annesi,
Zühreoğullarından hamne binti Ebû Süfyân’dır. Annesi oğlunun müslüman olduğunu
duyunca çok sinirlenip, Onu İslâm dininden döndürebilmek için çeşitli yollara
müracaat etti. Oğlu Sa’d’ın kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bildiğinden
İslâm dîninden döndürebilmek için;
“Allah’ın,
sana hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya daima iyilik etmeyi
emrettiğini söyleyen sen değilmisin?” der. Hazret-i Sa’d da “Evet” dedi. Bunun
üzerine annesi asıl maksadını bildirmek için şöyle söyledi:
“Yâ Sa’d!
Vallahi, sen Muhammed’in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben açlık ve
susuzluktan helâk oluncaya kadar ağzıma bir şey almayacağım. Sen de bu yüzden
anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın.” O güne kadar annesinin her
isteğine’boyun eğmiş, bir dediğini iki etmemişti. Allahü teâlâ ve Resûlüne
(s.a.v.) bütün kalbiyle inanmış ve bağlanmış olduğundan bu îmân kuvveti üstün
geldi, annesinin isteğini kabul etmedi. Annesinin yiyip içmediğini ve bunda inat
ettiğini görünce, şöyle dedi:
“Ey Anne,
senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine
dînimden vaz geçmem. Artık ister ye, ister yeme.” Annesi Hazret-i Sa’d’ın dinine
bağlılığını, imânındaki sebatını görünce şaşırdı, çaresiz kaldı. Yemeye ve
içmeye tekrar başladı.
Sa’d bin Ebî
Vakkas hazretleri ile annesi arasında geçen bu hâdiseden sonra Allahü teâlâ
evladın anne ve babaya hangi hallerde tâbi olacağını, hangi hallerde tâbi
olmayacağını bildiren Ânkebût sûresi, sekizinci âyet-i kerîmesini göndererek;
“Biz insana, ana ve babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla
beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilah tanımadığın) bir şeyi bana ortak
koşmak için sana emrederlerse, artık onlara (bu hususta) itaat etme! Dönüşünüz
ancak banadır. Ben de yaptığınızı (amellerinizin karşılığını) size vereceğim”
buyurdu.
Sa’d bin Ebî
Vakkas, Eshâb-ı kirâm arasında en cesur ve kahraman olanlardandır. Şecaatta
(cesarette), düşmana karşı şiddette en ileri Eshâb-ı kirâm arasında Hz. Ömer,
Hz. Ali, Hz. Zübeyr bin Avvam ve Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleriydi.
İslâmiyetin,
ilk yıllarında müslümanlar müşriklerden çok eza ve cefâ görüyorlardı. Hazret-i
Sa’d da çok eziyet çekmişti. Eshâb-ı kirâm ibâdetlerini serbestçe
yapamıyorlardı. Hazret-i Sa’d ilk müslüman olan Sahâbîlerden birkaçı ile
beraber, Mekke’de Ebû Düb denilen bir vadide namaz kılmakta idiler. Müşriklerin
ileri gelenlerinden Ebû Süfyân, birkaç müşrikle beraber yanlarına gelerek
onların namazlarıyla alay etmeye ve kötülemeye başladılar. (Ebû Süfyân, o sırada
henüz müslüman olmamıştı). Bunun üzerine birbirlerine girdiler. Hazret-i Sa’d,
eline geçirdiği bir deve kemiğiyle bir müşriğin başını yardı. Bunu gören diğer
müşrikler korkuya kapılıp kaçtılar. Böylece Hazret-i Sa’d, Allah yolunda, ilk
kâfir kanı döken Sahâbî oldu.
Hazret-i
Sa’d bütün gazalarda ve bir çok seriyelerde bulundu. Savaşlarda çok
kahramanlıklar gösterdi. Mekkeli müslümanların üç bayrağı bulunuyordu. Bunlardan
biri kendisine verilmiş, müslümanların bayraktarlığını yapmıştır. Bedir
Harbinde, büyük kahramanlık göstermiş, düşman tarafında bulunan, müşriklerin en
başta gelen kumandanı ve en azılı din düşmanlarından olan Sa’d bin el-As’ı
öldürmüştür. Uhud Harbinde de, müslümanların sıkışık durumlarında büyük bir
metanetle çarpışmış, Peygamberimizin (s.a.v.) yanından hiç ayrılmayıp, düşmana
karşı savaşmıştır. Hazret-i Sa’d ok atmakta çok maharetliydi. Her attığı ok
isabet ediyordu. İslâmiyette, Allah yolunda ilk ok atan Sahâbî olup, okçuların
(kemankeşlerin) reisiydi. Uhud Harbinde, 1000’den fazla ok attı. Peygamberimiz
tarafından, büyük iltifatlara ve dualara mazhar oldu. Peygamberimiz ok atarken
Ona, “At yâ Sa’d! Anam, babam sana fedâ olsun!” diye duâ etmiş, her ok
atışında “İlahî bu senin okundur. Atışını doğrult.” “Allahım sana duâ ettiğinde
Sa’d’ın duasını kabul eyle” diye duâ etmiştir.
Peygamber
efendimiz, (s.a.v.) hayatında “Anam, babam sana fedâ olsun” diye sadece Hazret-i
Sa’d için duâ etmiş, bunun dışında hiçbir kimseye böyle duâ etmediğini Hz. Ali
bildirmiştir.
Hazret-i
Âişe (r.anhâ) anlatır: Resûlullah (s.a.v.) gazvelerin birinde, geceleyin
Medine’ye dönüp geldiğinde “Ne olurdu, sâlih bir kimse beni korumağı üzerine
alsaydı!” buyurdu. Birden bir silâh sesi duyduk. “Bu kimdir?”
buyurdu. “Benim, Sa’d bin Ebî Vakkas” dedi. Peygamberiniz “Seni buraya
hangi şey getirdi” yâni buraya niçin geldin? buyurdu. Hazret-i Sa’d:
“İçimden bir ses Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona bir
sıkıntı ve eziyet verirler dedi. Bunun için O’nu korumağa ve hizmetine geldim.”
Bunun üzerine Resûlullah ona duâ etti ve uyudu.
Sa’d bin Ebî
Vakkas hazretleri, bir çok birliklere de kumandanlık etmiştir. Peygamberimiz
zamanında Hicaz’da, el-Harrar mevkiine gönderilen seriyyeye kumandanlık
yapmıştır. Medine şehrinin emniyetinin sağlanmasında önemli görevlerde bulunmuş,
Resûlullah efendimizle (s.a.v.) Buvat Seferine katılmış, bu seferde
Peygamberimizin (s.a.v.) sancağını taşımıştır. Hudeybiye antlaşmasında bulunmuş,
şahid olarak anlaşmayı imza etmiştir. Hz. Ebû Bekir, halife seçilince ilk bîat
edenler arasında olmuştur.
Hazret-i
Ömer zamanında, Hevazin bölgesine zekât toplamak için gönderilmişti. Bu sırada
İran taraflarındaki olaylar büyüyünce, hem bu olayları önlemek, hem de düşmana
bir ders vermek için bir İslâm Ordusu hazırlandı. Bu ordunun başına kimin
geçirilmesi gerektiği yapılan şûrada görüşüldü. Bazıları bizzat bu ordunun
başına kumandan olarak Halife Hz. Ömer’in getirilmesini istiyorlardı. Bir kısmı
da bunun çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birisinin kumandanlığa
getirilmesini istiyordu. Bu sırada Sa’d bin Ebî Vakkas hazretlerinin Hevazinden
mektubu geldi. Sa’d bin Ebî Vakkas’ın (r.a.) ismini duyan Eshâb-ı kirâmın hepsi
ittifakla Hazret-i Ömer’e: “İşte aradığın kimseyi buldun” dediler. Bunun üzerine
Hazret-i Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkas’ı (r.a.) Medine’ye çağırarak, O’nu İslâm
ordularına başkumandan tâyin etti. O’na: Ey Sa’d! Sana Resûlullahın dayısı ve
eshabı dediklerine bakıp da gururlanma. Allahü teâlâ kötülüğü ancak iyilik ile
yok eder.
Allah ile
kul arasında kulluktan başka bir bağ yoktur. Allah onların Rabbi, onlar da, Onun
kullarıdır. Fakat ölürken ki son durumları ve bu son nefeste ettikleri son
sözleri bakımından birbirlerinden üstün olurlar. Ancak kullukla Allah katında
karşılık bulur, sevâb kazanırlar. Bak Allah’ın Resûlü ne yapıyor idiyse sen de
öyle yap ve sabrı elden bırakma.” dedi. Hz. Ömer bu şekilde nasihat ettikten
sonra Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.)’ın emrine dört bin asker verdi. Hz. Sa’d bu
askerlerle Medine’den çıktı. İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile
birleşerek meşhûr Kadisiye Meydan Muharebesi’ni kazandı.
Kadisiye
Muharebesi; İslâm Ordusu ile İran Ordusu arasında oldu. İslâm Ordusuna Sa’d bin
Ebî Vakkas (r.a.), İran Ordusuna da Rüstem kumanda ediyordu, İslâm Ordusu, Fırat
nehrinin bir kolu olan Atik nehrinin Kadisiye denilen yerinde ordugâh kurdu.
Harpden önce İran’ın başşehri Medayine elçiler gönderildi. İran Kisrası Yezd-i
Cürd ile görüştüler, İranlıları İslâma davet ettiler. “Ya müslüman olununuz, ya
cizye verirsiniz veya harp edersiniz” diye şart ileri sövdüler. İran Kisrası
buna sinirlenerek “Eğer benden önce elçi öldüren bir melik olsaydı, ben ikincisi
olup, sizi öldürürdüm” dedikten sonra bir miktar toprak getirtti. “Bende sizin
için başka şey yok. En büyüğünüz kimse bunu yüklensin de reisinize götürsün ve
biliniz ki, cümlenizi Kadisiye hendeğine gömmek için Rüstem’i göndermek
üzereyim.” dedi. Bunun üzerine elçiler arasında bulunan Âsım bir Arar kalkıp
toprağı yüklendi, dışarı çıktılar. Arkadaşlarıyla beraber Hazret-i Sa’d’ın
yanına döndüler ve “Yâ Sa’d müjde. Allahü teâlâ onların toprağını bize verdi”
dediler. Eshâb-ı kirâm verilen bu bir parça toprağın daha sonra İran toprağının
tamamının verileceğine dair Allahü teâlânın bir müjdesi olduğuna inandılar.
İran Ordusu
da gelip; Atik nehri kıyısında ordugâh kurdu. 120 bin kişi olan İran Ordusu’nun
30 bini zırhlı ve birbirinden ayrılmaması için zincirle bağlı idiler. Ayrıca
İran Ordûsu’nun ön saflarına filler yerleştirilmişti. İslâm Ordusu ise 34 bin
kişi idi. Hazret-i Sa’d, anlaşma ile işi halletmek istiyordu. Yine elçi
göndererek kendilerine üç gün süre tanıdıklarını bu üç gün içinde ya müslüman
olursunuz, ya cizye verirsiniz veya cenge hazır olursunuz diye haber gönderdi.
Onlar üç gün içinde bunları kabul etmediler. Dördüncü gün harp başladı. Harp
başlamadan önce Hazret-i Sa’d askerlerine şöyle hitap etti: “Mevkilerinizde
sebat ediniz, öğle namazından sonra ben dört tekbir alacağım, ilkinde siz de
tekbir alırsınız, harbe hazır olursunuz, ikinci tekbirde, siz de tekbir alır
silâhlanırsınız.
Üçüncü
tekbirde siz de tekbir alıp, askeri harp için coşturursunuz, dördüncü tekbirde
düşman üzerine hücum ediniz ve “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah”
deyiniz.
İslâm
askerleri, bildirilen emirle düşmana hücum ettiler. İran Ordusu beraberinde
getirdikleri fillerle karşılık verdiler. İlk gün şiddetli çarpışmalar oldu.
Sonraki günlerde İslâm Orduları uyguladıkları dahiyane taktiklerle İran
Ordusu’nu bozguna uğrattılar, önce İran Ordusu komutanları öldürüldü. İran
Ordusu’nun baş komutanı Rüstem de öldürülünce ordu dağıldı. Kaçışmaya
başladılar. Kaçmaya çalışanların çoğu da nehre düşerek boğuldu, kalanlar da esir
edildi. Bu harbde müslümanlar 2000 şehîd verdi. İranlıların tamamına yakını
öldürüldü. Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar. Daha sonra Hz. Ömer’in
emriyle Sâsâni Devleti’nin başşehri ve İran Kisrası’nın bulunduğu Medayin
şehrine hareket edildi. İslâm askerinin Medayine hareket ettiğini İran Kisrası
Yezd-i Cürd duyunca korkudan şehri terk etti. İslâm Ordusu Medayin şehrine
kolayca girerek burayı fethetti. Sa’d bin Ebî Vakkas bu fethi şu mektubla
Halife-i Müslimîne bildirdi:
Rahman ve
Rahim olan Allahü teâlânın adıyla:
Irak valisi
Sa’d bin Ebî Vakkas’tan, Mü’minlerin emiri Ömer-ül-Fârûk’a: “Allah’ın selâmı
üzerine olsun. Kendisinden başka hak ma’but olmayan, eşi benzeri olmayan Allahü
teâlâya hamd eder, O’nun habibi olan Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm
ederim. Allahü teâlâ, şeytana uyan bir kavme karşı bize zaferi ihsan etti. Gözün
görmediği meydanlarda at koşturmayı nasib etti. Allahü teâlâ bize ihsanı ile
muamele etti. Kisra’nın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik Ordu
kumandanlarının çoğunu öldürdük. Bu savaşta melekler onların yüzlerine ve
arkalarına vuruyorlardı. Çünkü Allahü teâlâ îmân edenlerin yardımcısıdır. Îmân
etmeyenlerin yardımcısı yoktur. Yezd-i Cürd kaçtı. Kızı, esirı olarak ele
geçirildi. Bundan sonra ne yapacağımız hususunda, Medayin şehrinde emirlerinizi
bekliyorum. Allahü teâlânın selâmı bütün müslümanların üzerine olsun.”
Hz. Ömer,
Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.)’ın mektubunu aldı. Medine’de bulunan Eshâb-ı kirâm
ile uzun uzun istişare etti. Haşr sûresi 7, 8, 9, lO. ncu âyetlerini delil
getirerek, arazinin eski sahiplerinde kalmasına ve araziye haraç vergisi
konulmasına karar verildi. Bu kararı Hz. Ömer şu mektubla Sa’d bin Ebî Vakkas
(r.a.)’a bildirdi:
Mektubunu
aldık. Orada, bildirdiğine göre, gaziler senden, elde ettikleri ganimetleri ve
Allahü teâlânın fey olarak kendilerine ihsan ettiği malları kendileri arasında
taksim etmeni istemişler. Benim mektubum sana ulaşınca meseleye nazar et ve
eğil. Mal, hayvan ve eşya olarak insanların sana celbettikleri ganimetleri
topla. Onları müslümanlardan hazır bulunanlara bölüştür. Arazi ve nehirleri
işleyicilerine bırak ki, onlar bütün müslümanların atiyyelerine dahil olsun:
Çünkü, eğer sen onları yani arazi ve nehirleri halen orada bulunanlara taksim
edersen, onlardan sonra geleceklere bir şey kalmaz. Ben sana, karşılaştığın
kimseleri, harpten önce İslama davet etmeni emretmiştim. Her kim muharebeden
önce davetine icâbet eder de müslüman olursa, o kimse müslümanlardan bir fert
sayılır. Müslümanlar için yapılması lâzım olan hak ve vecibeler onun için de
tahakkuk etmiştir. Onun da İslâmda bir hissesi (sehmi) vardır. Her kim harp ve
hezimetten sonra İslâm davetine icâbet, ederse o da müslümanlardan bir ferttir.
Lâkin onun malı müslümanlarındır. Zira müslümanlar onun malını, o İslâm olmazdan
önce elde etmişlerdir, işte bu benim emrim ve sana yollanan ahdimdir.
Kadisiye
Harbi ve Medayin’in fethinde büyük ganimet elde edilmiş, Kisra’nın sarayları ve
hazineleri müslümanların eline geçmişti.
Medayin
şehrinin, havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini anlayan Hazret-i Sa’d,
Hazret-i Ömer’e durumu bildirdi. Bunun üzerine Hazret-i Ömer, yeni bir şehir
tesis edilmesini emretti. Hz. Sa’d da Kûfe şehrini kurdu, Kûfe şehrinin ilk
valisi tayin edildi.
Hazret-i
Ömer, şehîd olmadan önce kendisinden sonra yerine geçecek halifeyi seçmek için
altı kişilik bir şûra teşkil edilmesini vasiyet etmişti. Bildirmiş olduğu altı
kişiden biri de Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleriydi. Eğer Sa’d, halife seçilmezse
ona bir vezirlik verilmesini de vasiyet etmişti. Hazret-i Osman halife seçilince
Hazret-i Ömer’in tavsiyesine uyarak, Hazret-i Sa’d-ı tekrar Kûfe valiliğine
tayin etti.
Hayatının
sonlarına doğru, Medine’ye yakın Akik denilen yerde hastalandı ve orada 65 (m.
675) yılında vefât etti. Mübârek cesedi Medine-i Münevvere’ye götürüldü.
Namazını Medine Valisi Mervan kıldırdı. Vasiyetine uyularak Bedr Harbinde giymiş
olduğu elbisesi ile defn edildi. Sa’d bin Ebî Vakkas hazretleri. Cennetle
müjdelenen on sahâbîden (aşere-i mübeşşereden) en son vefât edendir.
Hazret-i
Sa’d, heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesur, sözü, özü doğru büyük bir zattı.
Çok cömert olup, sadeliği severdi. Hazret-i Sa’d, Veda Haccı’ndan sonra
hastalandığında, Peygamber Efendimiz kendisini ziyârete gelmişti. Sa’d
hazretleri hastalığı şiddetlendiğinden duâ almak için Peygamberimize “Yâ
Resûlallah siz Medine’ye döneceksiniz de ben burada ölüp dostlarımdan geriye mi
kalacağım?” dedi. Peygamber efendimiz de “Hayır! Sen bizden geri kalamazsın!
Burada kalır da Sâlih ameller işlersen, elbette onunla derecen artar, merteben
yükselir. Umarım ki: Sen uzun zaman yasayacaksın! Öyle ki, senden, bir takım
kavimler faydalanacak, bir takımları da mahrum kalacak” dedi. Ve “Ya Rab!
Eshâbımın Mekke’den Medine’ye dönüşünü tamamla” diyerek duâ etti. Bunun
üzerine iyileşti, şifâ buldu. Medine’ye döndü.
Sa’d bin Ebî
Vakkas hazretleri, Peygamberimize annesi tarafından dayı olurdu. Bunun için
Peygamberimiz ona “Bu benim dayımdır. Böyle bir dayısı olan varsa bana
göstersin” diyerek iltifatlarda bulunurdu.
Peygamber
Efendimiz (s.a.v.) yine bir hadîs-i şerîflerinde “Ebû Bekir Cennettedir,
Talha Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman İbn-i Avf Cennettedir, Sa’d
İbn-i Ebî Vakkas Cennettedir, Said İbni Zeyd Cennettedir.” buyurdu. Sa’d bin
Ebî Vakkas’dan oğulları İbrâhim, Âmir, Ömer, Muhammed, Mus’ab, Âişe-i Sıddîka,
İbni Abbas, Osman Mehdi Alkame bin Kays, Ahnef bin Kays, Şureyh bin Hâni (r.a.)
ve daha bir çokları hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Sa’d bin Ebî
Vakkas hazretleri 270 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden bazıları şunlardır:
Resûlullah
(s.a.v.) her namazın ardından muhakkak şöyle duâ ederdi: “Allahım,
korkaklıktan, cimrilikten sana sığınıyorum. Rezil bir hayata düşmekten, dünyânın
ve kabrin imtihanından sana sığınıyorum.”
“Sizden kim
hergün bin tane sevab kazanmak isterse 100 defa tesbihte bulunsun. Böyle yaparsa
bin sevab kazandığı gibi, onun misli kadar günahını da Allahü teâlâ yok eder.”
Resûlullah
(s.a.v.) Eshâb-ı kirâm arasında kardeşlik tesis ettikleri zaman, Hz. Aliyi
kendine seçerek “Yâ Ali! Sen benim dünyâda da âhirette de kardeşimsin”
buyururdu. Resûlullah’a (s.a.v.) bir köylü gelerek, benim söyleyebileceğiın bir
kelime öğret dedi. Resûlullah efendimiz (s.a.v.), “Allah birdir, O’ndan başka
hiç bir ilâh yoktur ve O’nun ortağı da yoktur. Allah her şeyden yücedir. Bütün
hamdlerin hepsi Allah’a mahsusdur. Âlemlerin Rabbi olan Allahın şanı ne yücedir.
Günahtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret ancak aziz ve hâkim olan Allahın
yardımı iledir de.” Köylü:
- Bunlar
Rabbim içindir. Ya kendim için ne söyleyeyim? dedi. Resûl-i ekrem (s.a.v.):
“Allahım
beni bağışla ve koru. Bana hidâyet ver ve rızıklandır, de” buyurdu.
“Her kim
ihtiyacından fazla bir suyu, muhtaç olanlardan esirgerse, Kıyâmet gününde Allahü
teâlânın kerem ve ihsanına kavuşamaz.”
“Yâ Ali,
Musa’nın yanında Harun nasıl idi, ise, sen de, benim yanımda öylesin. Yalnız şu
fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir.”
“Peygamber
Efendimiz şöyle duâ edilmesini emrederdi: “Allahümme inni eûzü bike minel
buhli ve eûzü bike minel cûbni ve eûzübike en urudde ila erzel-il-umrî ve eûzü
bike min fitnet-id-dünyâ ya’ni fitnet-ed-deccâl ve eûzü bike min azâb-il-kabrî.”(Yâ
Rabbi! Cimrilikten, korkaklıktan, erzel-i ömür denilen ihtiyarlıktan,
bunaklıktan, dünyâ fitnesinden yani deccâl’ın fitnesinden ve kabir azabından
sana sığınırım.”
“Müslümanın
müslümanla üç günden fazla dargın durması helâl değildir.”
“Kim.
müezzinin okuduğu ezanı dinler de, tek ve ortağı olmayan Allahdan başka hiçbir
ilâhın bulunmadığına, Muhammed aleyhisselâmın O’nun kulu ve Resûlü olduğuna
şehâdet ederim, Rab olarak Allah’ı, Peygamber olarak Muhammed (s.a.v.)i ve din
olarak İslâmiyeti seçip, râzı oldum derse günahları bağışlanır.” “Kur’ân-ı kerîm
okurken ağlayın; eğer ağlamazsanız, ağlamaya çalışın.” “Kişinin aile fertlerine
harcadığı sadakadır. Kişiye ailesine yedirdiği lokmadan muhakkak sevab verilir.”
Duasının kabul edilmesi için duâ istendiğinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
“Dua kabul olmak için helâl lokma yiyin” buyurdu. Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.)
Peygamberimizin (s.a.v.) duasını aldığından her duası kabul olurdu. Bunun için,
müslümanlar O’nun duasını almaya çalışırlardı. Düşmanlar da, her attığı ok
isabet ettiğinden, çok korkarlardı.
Ömrünün
sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu. Bu halde iken Mekke’ye gelmişti. Mekke
halkı etrafına toplanıp, “Bana duâ et, bana duâ et deyince hepsine duâ ediyordu.
Abdullah bin es-Sâib anlatır. “Ben genç idim, bir ara O’na yaklaştım ve kendimi
tanıtmağa çalıştım. Beni tanıdı ve “Sen Mekke’nin en iyi okurlarından birisin”
dedi. Ben de “Evet” dedikten sonra bir ara: “Amca senin duan makbul, herkese duâ
edip duruyorsun, kendin için duâ etsen de gözlerin açılsa olmaz mı?” dedim. Sa’d
gülümseyerek “Oğlum Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdiri (gözümün
görmemesi), gözümün görmesinden, daha güzeldir” buyurdu.
Sa’d bin Ebî
Vakkas hazretleri buyurdu ki: Hayatımda üç gün ağladım. Bunlardan biri, Resûl-i
ekrem’in (s.a.v.) vefât ettiği zaman, ikincisi Hazret-i Osman’ın şehîd edildiği
zaman, üçüncüsü de Hakka sığınırken ağladım.”
Yine
buyurdular ki: “Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar duâ
eder. Gece okursa sabaha kadar duâ eder.”
KAYNAKLAR
1) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4, sh-168
2) El-A’lâm cild-3, sh-87
3) Târîh-ül-hamîs cild-1, sh-499
4) Tehzîb-ut-tehzîb cild-2, sh-483
5) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-92
6) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, sh-13ti
7) El-İsitâb cild-2, sh-106
8) El-İsâbe ciIld-2, sh-30
9) Müslim Babu Fedâil-us-sahâbe
10) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-550, 583, 926, 992,
1059
11) Herkese Lâzım Olan İmân sh-98
12) Kâmûs-ul-A’lâm cild-1, sh-2570
13) Taberî cild-2, sh-60, cild-3, sh-293
14) Fütûh-uI-Büldan sh-255
15) Üsüd-ül-gâbe cild-2, sh-290
16) Sahîh-i Buhârî cild-4, sh-212
17) Umdet-ül-Kârî cild-4, sh-32
|