Eshâb-ı
kirâm’ın en büyüklerinden ve Peygamberimizin (s.a.v.) damadı, üçüncü halifesi.
577 senesinde Mekke’de doğdu. Babası Affan olup, Kureyş kabilesinin Benî Ümeyye
kulundandı. Hz. Osman’ın soyu, Abd-i Menafta Peygamberimizin (s.a.v.) temiz
nesebi ile birleşir. Dünyada iken Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz.
Rukıyye’den Abdullah isminde bir oğlu olmuş ve bu sebeble Ebû Abdullah künyesi
ile de tanınmıştır.
Hz. Osman,
ilk müslüman olanların beşincisidir. Müslüman olmadan önce ticâret ile
uğraşırdı. Zengin bir tüccar olup, mükemmel ve zarif bir cemiyet insanı idi.
Kabilesi arasında geniş bir çevresi ve büyük itibarı vardı. İslâmiyet gelmeden
önce Hz. Ebû Bekir ile yakın arkadaş ve dost idi. Ona karşı içten bir sevgi
duyar, iş hususunda da görüşüp konuşurlardı. O da Hz. Ebû Bekir gibi cahiliyet
devrinin kötülüklerinden uzak durmuştur. Hz. Ebû Bekir müslüman olduktan sonra,
Hz. Osman da onun teşviki ile müslüman oldu. Müslüman oluşunu kendisi şöyle
anlatır.
“Benim kâhin
bir teyzem vardı. Bir gün onun evine varmıştım. Bana dedi ki: “Sana bir hatun
nasib olacak ki, ne sen ondan önce bir hatun görmüş olursun, ne de o, senden
önce bir erkek görmüş olur. Güzel yüzlü ve zahide bir hatun olup, bir büyük
Peygamber kızı olsa gerektir.” Ben teyzemin bu sözüne hayret ettim. Yine bana
dedi ki: “Bir peygamber geldi. O’na gökten vahy nazil oldu.” Ben dedim ki: “Ey
teyzem, böyle bir sır, şehirde hiç duyulmadı. O halde bu sözü açık söyle.” O
zaman teyzem dedi ki: “Muhammed bin Abdullah’a peygamberlik geldi. Halkı dine
davet eder. Çok zaman geçmez ki, O’nun dîni ile âlem nurlanır. O’na karşı
gelenin başı kesilir.”
Teyzemin bu
sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekir (r.a.) ile, aramızda
büyük bir dostluk vardı. Birbirimizden hiç ayrılmazdık. Bu meseleyi görüşmek
üzere, iki gün sonra hemen Ebû Bekir (r.a.) in yanına gittim, teyzemin
söylediklerini O’na söyledim. Ebû Bekir (r.a.) bana dedi ki: “Ya Osman! Sen
akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez
olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur?” Ben, “Doğru söylüyorsun, teyzemin
sözü gerçektir” dedim.
Hz. Ebû
Bekir, Osman’a (r.a.) İslâmiyeti anlattıktan sonra O’nu Resûlullah’ın (s.a.v.)
huzuruna götürdü. Peygamberimiz, Hz. Osman’a şöyle buyurdu:
“Yâ Osman.
Hak teâlâ seni Cennete misafirliğe davet eder. Sen de icâbet eyle! (Kabul et)
Ben bütün insanlara hidaye rehberi olarak gönderildim”
Hz. Osman Resûlullah’ın yüksek halleri ve güler yüzle
söylediği sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk ve teslimiyetle
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlüh” deyip
müslüman oldu. Sonra da daha önce Şam’a gittiği sırada gördüğü bir rüyayı şöyle
anlattı: “Yâ Resûlallah. Biz Muan ile Zerka denilen yer arasında idik, bir ara
orda uyumuşduk. O sırada “Ey uyuyanlar. Uyanın. Ahmed (s.a.v.) Mekke’de zuhur
etti.” diye nida eden bir ses işittik. Mekke’ye gelince de sizin Peygamber
olarak gönderildiğinizi öğrendik.”
Teyzem,
müslüman olduğumu duyunca çok sevinip aşağıdaki şiiri okuyarak yanıma geldi.
Sözlerim sebebiyle, Hak teâlâ Osman’a
Doğru yolu gösterdi, hidâyet
verdi ona.
Kendi fikrini bırak, uy
Resûlün fikrine,
Her sözü doğru olan, Allahın
Resûlüne.
Hak dîni ile gönderilen, ilti
kızını nikâhladı ona,
Ufukda mecz olan ayla güneş
gibi oldu.
Hz. Osman
müslüman olduktan sonra, diğer müslümanlar gibi o da çeşitli işkencelere uğradı.
Bilhassa amcası tarafından çok işkence yapıldı. Müslüman olduğu için amcası, onu
ip ile belinden ağaca bağlayıp, yoruluncaya kadar kırbaç ile döverdi. O bütün
işkencelere sabreder hep kelime-i şehâdet okurdu. Müslüman olduktan sonra,
Peygamberimizin (s.a.v.) kızı Rukıyye ile evlendi. Peygamberimizin kızları
Rukıyye ve Ümmü Gülsüm daha önce Ebû Leheb’in oğulları Utbe ve Uteybe ile
nişanlanmışlardı. Peygamberimiz, insanları müslüman olmaya davete başlayınca,
Ebû Leheb düşmanlık etmeye başladı. Oğulları da düşmanlık edip, Resûlullah’ın
kızlarını almaktan vazgeçtiler. Böylece Resûlullahı (s.a.v.) sıkıntıya düşürmek
istediler. Bunun üzerine vahiy gelerek Rukıyye Hz. Osman’a nikâh edildi. Rukıyye,
Bedr Savaşı’ndan sonra vefat edince, Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm de
Hz. Osman’a nikâh edildi. Bu bakımdan O’a Peygamberimizin (s.a.v.) iki kızıyla
evlenme nimetine kavuşmuş olduğu için iki nûr sahibi manasına “Zinnûreyn”
denilmiştir.
Hz. Osman
müslüman olunca, müşrikler tarafından yapılan işkencelere uzun zaman tahammül
edip, Habeşistan’a hicret etmeye izin verilince, hanımı Rukıyye (r.anha) ile
Habeşistan’a hicret etti. Böylece Habeşistan’a ilk hicret eden Müslümanlardan
biri de Hz. Osman’dır. Ayrıca Hud aleyhisselâmdan sonra ailesi ile birlikte ilk
hicret edenlerden oldu. Bir müddet sonra Mekke’ye dönüp, ikinci olarak tekrar
Habeşistan’a hicret etti. Bu ikinci hicretten sonra Mekke’ye dönüp, son olarak
Medine’ye hicret etti. Böylece dîni uğruna üç kere hicret etti.
Medine’ye
hicret ettiği ilk günlerde şehirde su sıkıntısı çekiliyordu. Rume kuyusundan
başka içecek su yoktu. Bu kuyu ise bir Yahudiye ait olup suyunu satardı.
Resûlullah (s.a.v.): “Rume kuyusunu, kim satın alır, kendi kovasını
müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası bundan hayırlı
olur.” buyurdular. Hz. Osman kuyuya varıp, Yahudi ile pazarlık etti. Yahudi
kuyunun hepsini satmadı. Hz. Osman da, nöbetleşe bir gün kendisinin, bir gün
Yahudinin olmak üzere yarısını satın aldı. Hz. Osman kendi nöbet gününde kuyuyu
müslümanlara serbest bırarılardı. Yahudi, nöbetinde suyu para ile satardı.
Müslümanlar Hz. Osman’ın nöbetinde iki günlük sularını alır, Yahudinin nöbetinde
kuyunun yanına uğramazdı. Yahudinin işi böylece bozuldu. Sonra: “Yâ Osman, işimi
bozdun” deyince Hz. Osman kuyunun diğer yarısını da aldı. (ilk yarısını on iki
bin dirheme almışa, ikinci yarısını sekiz bin dirheme aldı. Hepsini sebil etti.)
Hz. Osman
Bedir Savaşı hariç bütün savaşlarda bulundu. Hudeybiye andlaşmasında Mekke’ye
elçi olarak gönderildi. Tebük seferinde onbin kişilik İslâm ordusunun, bütün
ihtiyaçlarını karşılayıp donattı. Ayrıca bin altın da para yardımında bulundu.
Bütün malını İslâmiyetin yayılması, insanların kurtulması, se’âdete kavuşması
için Allah yolunda harcadı.
Bedir Savaşı
yapıldığı sırada, Peygamberimizin kızı olan, hanımı Hz. Rukıyye’nin ağır hasta
olması sebebiyle, Bedir Savaşına katılmasına izin verilmedi. Zafer haberi
geldiği gün hazret-i Rukıyye vefât etti. Hz. Osman’ın Hz. Rukıyyeden, Abdullah
adında bir oğlu olup, hicretin dördüncü yılında altı yaşında vefât etti.
Peygamberimiz (s.a.v.), kızı Rukıyye’nin vefâtından sonra diğer kızı Ümmü
Gülsüm’ü Hz. Osman ile evlendirdi. Hicretin dokuzuncu yılında Ümmü Gülsüm de
vefât edince Peygamberimiz (s.a.v.): “Ya Osman bir kızım daha olsaydı, onu da
sana verirdim” buyurdu.
Hz. Osman,
Peygamberimizin (s.a.v.) vahiy katiplerinden idi. Güzel yazar, güzel konuşur ve
çok kuvvetli bir hatîb idi. Daima Kur’ân-ı kerîm okur, ondan çeşitli meseleler
çıkarırdı. Kur’ân-ı kerîmi hıfzı (ezberi) çok kuvvetli idi. Namazda bir rek’atte
bütün Kur’ân-ı kerîmi okuyan dört kişiden biri de Hz. Osman’dır. Çok okuduğu
için iki mushaf elinde eskimiştir.
İslâmiyet
yayılmaya başlayınca, her taraftan müslümanlar çoğalıp Medine’ye geliyordu.
Peygamberimizin (s.a.v.) mescidi dar gelmeye başlamıştı. Bunun üzerine
Resûlullah (s.a.v.) “Bizim mescidimizi bir zira’ olsun genişleten Cennete
gider” buyurdu. Hz. Osman, “Yâ Resûlallah, malım mülküm sana fedâ olsun.
Mescidi genişletme işini üzerime alıyorum” dedi. Mescidi kırk zıra’ (20
metre) genişletti ve bütün masraflarını karşıladı. Bunun üzerine
“Allahın mescidlerini ancak, Allaha, âhiret gününe inanan, namaz kılan, zekât
veren ve yalnız Allahdan korkan kimseler tamir eder. İşte hidâyet üzere
bulunanlardan oldukları umulanlar bunlardır.” meâlindeki Tevbe sûresi
onsekizinci âyeti nazil oldu. Ekseriyetle Peygamberimizin (s.a.v.) yanından
ayrılmazdı. Veda Haccı’nda da Resûlullah (s.a.v.) ile beraber bulundu.
Peygamberimizin vefâtından sonra Hz. Ebû Bekir’in kendisinden sonra Hz. Ömer’in
hâlife olmasını bildirdiği ahidname, Hz. Osman tarafından yazılıp hazırlandı.
Hz. Ömer’in halifeliği sırasında seçtiği altı kişilik hususi şûra azalarından
biri de Hz. Osman idi. Bu şûra Hz. Ömer’in şehîd edilmesinden sonra Hz. Osman’ı
halife seçti. Eshâb-ı kirâm ona bîat ettiler. Böylece hicretin 24. yılında (m.
644) senesinde Muharrem ayının birinci günü hilafet makamına geldi.
12 sene
hilâfet makamında kalan Hz. Osman, cesur idi. Hiçbir felâket karşısında
sarsıİmâmıştır. Bunun için halifeliği de başarılı geçmiştir. Bilhassa
halifeliğinin ilk yılları, İslâm tarihinde altın bir devir teşkil eden Ebû Bekir
ve Ömer (r.a.) devirlerinin bir devamıydı. Devrinde bir çok fetihler
yapılmıştır. Horasan, Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, Kıbrıs adası ve kuzey
Afrika’nın bir çok yerleri, Onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.
Yine onun
halifeliği sırasında Şam’da valilik yapan Hz. Muâviye komutasındaki ordu Kıbrıs
adasını alarak Akdeniz’de önemli bir mevki elde etti.
Hz. Osman
herkese lâyık olduğu vazifeyi verirdi. Onun tayin ettiği valileri, emirleri, onu
sevmekte ve emirlerini yapmakta, askerlikte ve memleketleri feth etmekte,
çalışkanlıkta en seçme kimselerdi. Onun zamanında İslâm memleketleri batıda
İspanya’ya kadar, doğuda Kâbil ve Belhe kadar genişletildi, İslâm orduları
denizde ve karada büyük zaferlere ulaştı.
Hz. Osman,
Hicaz’daki ve Irak’daki bakımsız yerleri, güvendiği kimselere ve yakınlarına
verir, ziraat aletleri de temin ederek çalıştırır, millete çok toprak
kazandırarak ziraatı geliştirip, bağlar, meyve bahçeleri yetiştirdi. Kuyular
kazdırıp, kanallar açtırdı. Arabistan’ın kuru toprakları onun zamanında en
bereketli yerler gibi olmuştu. Emniyet ve huzur da böylece kendiliğinden meydana
gelmişti. Hanlar, misafirhaneler yapılmıştı. Ticâret ve nakliyatta kolaylık da,
bunlara bağlı olarak gelişmişti. Mal, servet artıp iş hayatı canlandı. Onun
zamanında Medine’de tarla sürmeyen, bağ yetiştirmeyen kimse kalmadı. Bu bereketi
ve huzuru gören Eshâb-ı kirâm, Hz. Osman’ı çok takdir ettiler. Hz. Osman’ın
hizmetlerinden biri de Hz. Ebû Bekir’in bir araya toplattığı Kur’ân-ı kerîm
nüshasından, altı nüsha daha yazdırıp, büyük İslâm merkezlerine göndermesidir.
Bu bakımdan Ona Nâşir-ül-Kur’ân (Kur’ânın yayıcısı) denilmiştir. Ömer’in (r.a.)
hilâfeti zamanı olan on sene ile Osman’ın (r.a.) oniki senesinden ilk altısı,
refah ve rahatlıkla geçerek, İslâm memleketlerinin hepsinde dînî hükümler
uygulandı ve İslâm dünyâsı çok genişledi. Hatta, bütün Arabistan ve Afrika’nın
büyük bir kısmı, İslâm memleketinin bir parçası olmuş, Trablusgarb, Fizan,
Bingazi, Tunus, Cezayir, Fas, Merakeş, Dimyat, Zeyyad, Aden, San’â, Asir,
Bahreyn, Hadremut, Katif, Necd, bütün Irak. “Hindistan ve Sind, Çin, Semerkand,
Hayve, Buhara ve Türkistan, İran, Kafkasya İslâmın idaresi altına girerek, İslâm
sancağı, İstanbul surlarının önüne kadar götürülmüştü. Feth edilen memleketlerin
ahalisi de seve seve müslüman olmakla şereflendiklerinden İslâm nüfusu pek
artmış, milyonları aşmıştı. Bu kadar genişlik ve çokluk sebebiyle fikirlerde
ayrılık çoğalmış, düşünüş tarzları, idrâk şekilleri arasında ayrılık baş
göstermişti. Müslüman şekline giren münafıkların körüklemesi ile halifeye karşı
çıkan isyan yüzünden, Osman (r.a.)’ın hilâfetinin son altı senesi karışık ve
gürültülü geçti. Yahudiler ve diğer İslâm düşmanları, çeşitli ihtilaflar
çıkararak, fitne ve fesadı yaymak teşebbüsüne geçtiler. Fitnenin ve fesadın en
büyük kaynağı Mısır’da idi. Buradaki fitne hareketini; Yemenli bir Yahudi olan
Abdullah İbni Sebe adındaki bir münafık yapıyordu. Her tarafa yerleştirdiği
adamları ile temas halinde olup, fitnenin yayılması için her yola başvuruyordu.
İslâmiyeti içerden yıkmak için faaliyete geçen Abdullah İbni Sebe, önce Basra ve
Kûfe’de gizli teşkilât kurdu. Daha sonra Medine’ye gelip, orada bir takım fitne
ve karıştırıcılık faaliyeti göstermek istedi ise de, tutunamayıp, Mısır’a kaçtı.
Mısır’da yıkıcı faaliyetlerini devam ettirmek üzere, kendisi gibi fitneci
kimseleri etrafına topladı Ve faaliyete geçti. Burada fitnenin ilk tohumlarını
atıp, sebeiyye fırkasını ortaya çıkardı. Kurduğu gizli teşkilâtla, cahil ve başı
boş Mısır kıbtilerini aldatarak bir çapulcu alayı topladı. Âsîlerden onüçbin
kişi, Medine-i münevvere şehrini sarmağa kâdar ileri gidip, halifeye, hilâfetden
çekilmesini teklif etmişlerdir. Osman (r.a.) ise, (Server-i âlemin (s.a.v.) bana
giydirdiği elbiseyi, elimle çıkarmam) buyurdu. Sahâbe-i kirâmın ve Tabi’în-i
kirâmın hepisinin ictihâdları da böyle idi. Fakat, âsiler ikna edilemedi.
Hicretin otu” beşinci senesinde Medine’ye gelerek, Hz. Osman’ın evini
kuşattılar. Muhasara, kırk gün devam etti. Hz. Hasan ve Hüseyin ile Talha (r.a.)
halifenin kapısında nöbet tuttular. Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden Abdullah bin
Selam hazretleri buyuruyor ki: “Muhasarada bulunan Hz. Osman’ı ziyâret etmek
üzere yanına gittim. Selâm verdim. Hz. Osman selâmımı aldı. Oturdum, az sonra
Hz. Osman. “Kardeşim bu gece rüyamda şu pencereden Resûl-i Ekrem’i gördüm bana
“Osman seni muhasara ettiler öyle mi?” diye sordu. Ben de “Evet yâ
Resûlallah” dedim. Resûl-i Ekrem “Seni susuz bıraktılar, öylemi?” diye
tekrar sordular. Ben de “Evet yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem
bana bir bardak su verdi ve ben de o suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğüsümde
duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i Ekrem bana “İstersen seni onlara galip
getirelim, istersen iftarı bizim yanımızda yap” buyurdu. Ben de Resûl-i
Ekrem’in yanında iftarı tercih ettim” dedi.
Hazenü’l-Kuşeyri
diyor ki: Abdullah bin Selâm, Hz. Osman’ın evinden ayrıldıktan sonra Osman
(r.a.) evini saran adamların karşısına çıktı ve onlara “Sizi benim üzerime
teşvik ve tahrik eden o iki kişiyi getirin göreyim” dedi. Kızıl deve veya eşek
gibi iki adam Osman’ın (r.a.) karşısına çıktı. Hz. Osman: “Size Allah ve
Resûlüne yemin verdirerek soruyorum. Resûl-i Ekrem Medine’ye geldiği vakit, Rûme
kuyusundan başka içilecek tatlı su bulunmadığı için “Rûme kuyusunu kim satın
alır, kendi kovasını müslümanların kovası ile beraber tutarsa, Cennetteki kovası
bundan hayırlı olur.” buyurduğu vakit, bol para verip onu satın alan ve
millete vakf eden ben değil miyim? Şimdi siz ondan, hatta bir bardak acı sudan
olsun beni men’ ediyorsunuz” dedi. Onlar “Evet doğrudur” dediler. Sonra yine Hz.
Osman: “Allah ve İslâmiyet hakkı için size soruyorum: Darda olan İslâm ordusunu
tamamiyle kendi servetimden techiz etmedim mi?” diye sordu. Onlar: “Evet
doğrudur.” dediler. Hz. Osman: “Allah ve İslâmiyet adına size yemin
verdiriyorum; mescid müslümanlara dar geldiği vakit, Resûl-i Ekrem: “Cennette
daha hayırlısını almak üzere falancanın arsasını kim alıp mescide ilâve eder?”
buyurduğu vakit onu satın alıp mescide katan ben değil miyim? Böyle iken, şimdi
siz benim mescidde namaz kılmama mâni oluyorsunuz” dedi. Onlar: “Evet, doğrudur”
dediler. Hz. Osman: “Allah ve İslâmiyet adına yemin verdirerek soruyorum:
Resûl-i Ekrem, Ebû Bekir, Ömer ve benimle Şebir dağında otururken, dağ sallanıp
taşı yuvarlandığı ve Resûl-i Ekrem taşı ayağıyla itip: “Ey Şebirdağı dur.
Zira senin üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehîdden başka kimse
yoktur.” buyurmadı mı? dedi. Onlar: “Vallahi doğru söylüyorsun” dediler.
Bunun üzerine Hz. Osman “Allahü Ekber” diye tekbir aldıktan sonra: “Kâ’be’nin
Rabbi hakkı için şahid olun ki, ben şehîdim” dedi. Daha sonra âsiler, komşu
duvarından aşarak içeriye girdiler. Osman (r.a.) oruçlu olup, Kur’ân-ı kerîm
okuyordu. Âsiler Hz. Osman’ın üzerine saldırıp şehîd ettiler. Bu arada, hanımı
Naile (r.anha)’nın da parmakları kesildi. Abdullah bin Selâm, Hz. Osman’ın şehîd
edildiği esnada yanında bulunanlara “Hz. Osman son olarak o esnada ne dedi?”
diye sordu. Dediler ki: Hz. Osman “Yâ Rabbi Ümmet-i Muhammed arasındaki
tefrikayı kaldır ve kendilerini birleştir” diye üç kere duâ etti. Abdullah bin
Selâm diyor ki: “Hz. Osman o şekilde duâ etmeseydi, kıyâmete kadar müslümanlar
bir araya gelemezdi.” Asiler, Osman’ın (r.a.) evini soydular. Devlet hazînesi
olan beyt-ül-mâlı da yağma ettiler. Medine-i Münevvereyi kana buladılar.
Halifenin cenazesi üç gün defn edilmedi Nihayet Zübeyr bin Avvâm (r.a.) ve
onyedi kişi cenaze namazını kıldıktan sonra, Baki mezarlığına defn ettiler. Hz.
Osman şehîd olduğu zaman 82 yaşında bulunuyorlardı.
Hz. Osman’ın
şehîd edilme haberi, İslâm ülkesinde geniş üzüntüler uyandırdı. Her tarafta
büyük bir huzursuzluk ve hüzün başladı. İslâm düşmanları fitneyi çıkarmışlar,
kinlerini kusmuşlardı. Hz. Osman’ın şehîd edildiği zamana kadar tam bir birlik
içinde olan müslümanlar arasında bazı kimseler ayrılarak harici ve sebeiyye gibi
fırkalara bölündüler. Peygamberimizin (s.a.v.) bildirdiği ve Eshâb-ı kirâmın
tabi olduğu doğru yoldan ayrılmayan müslümanlar ise, fitneyi yok etmek için
büyük gayretler gösterdiler. Doğru yoldan asla sapmadılar.
Hz. Osman
daima adaletli davrandı. Müslümanların rahatı için büyük titizlik gösterdi.
Fitne hareketine birtakım ithamlarla başlayan âsilerin her türlü bozuk
iddialarına, ikna edici cevaplar verip, delillerini gösterdi. Fakat âsilerin
maksadı karışıklık çıkarmak ve fitne yaymak olduğundan Hicret’in 35’nti yılında
Hz. Osman’ı şehîd ettiler. Osman (r.a.) şehîd olunca, bütün müslümanlar Hz.
Ali’yi halife seçtiler. Hadîs-i şerîflerde Hz. Osman hakkında buyuruldu ki
“Her peygamberin Cennetde bir arkadaşı vardır. Benim arkadaşım da Osman’dır.”
Resûlullah
kızı Rukıyye’yi Osman’a verdikten bir zaman sonra kızına “Osman bin Affanı
nasıl buldun” dedi. Hayırlı, iyi gördüm, dedi. “Ey canım kızım, Osman’a
çok saygı göster. Çünkü, Eshâbım arasında, ahlakı bana en çok benzeyen o’dur.”
buyurdu.
Hz. Âişe
buyuruyor ki: Resûlullah (s.a.v.) evinde mübârek baldırları, yani topuğu ile
dizi arası açık yatıyordu. Hz. Ebû Bekir kapıya gelip izin istedi. Habîb-i ekrem
izin verdiler. Hallerini değiştirmediler. Sonra Hz. Ömer gelip izin istedi. Ona
da izin verdiler ve mübârek baldırları açık olarak yattıkları vaziyette sohbet
ediyorlardı. Hz. Osman gelip izin isteyince, Resûl-i Ekrem oturdu ve örtündü.
Hepsi gittikten sonra Server-i âleme sordum: Babam Ebû Bekir (r.a.) İçeri girdi,
hiç hareket etmediniz. Hz. Ömer içeri girince yine aynı vaziyette durdunuz. Hz.
Osman içeri girince doğrulup oturdunuz ve elbisenizi düzelttiniz. Bunun hikmeti
nedir? Cevabında: “Meleklerin haya ettiği bir kimseden ben haya etmez meyim?”
buyurdular. Bir rivâyette ise Resûlullah (s.a.v.) “Osman çok haya sahibi
bir kimsedir. Eğer o halde izin verseydim içeri girip söyleyeceğini anlatmazdı.”
buyurmuştur.
Birgün
Resûlullah (s.a.v.) yakında meydana gelecek fitneleri zikir ediyordu. O sırada
kendini örtmüş bir kişi geçiyordu. Server-i âlem: “O fitne günü bu şahıs
hidâyet üzere olacaktır.” buyurdular: Kalkıp o şahsa baktım. Osman bin Affan
(r.a.) idi. Rivâyet eden diyor ki: “O şahta Resûl-i Ekrem’e göstererek “Yâ
Resûlallah. Bu mudur?” dedim. “Evet” buyurdular. Yine aynı hususta hasen
hadîs olarak Âişe-i Sıddîka’dan (r.anha) rivâyet edilen hadîs-i şerifte “Yâ
Osman! Allah sana (hilâfet denen) bir gömlek giydirecek. Eğer münafıklar onu
soymak isterlerse, bana kavuşasıya kadar sakın onu çıkarma” buyurulmuştur.
Bu hadîs-i şerîf sebebiyle Hz. Osman muhasara edildiği zaman kendisi
halifelikten çekilmemiştir.
Yine hasen
hadîs olarak İbni Ömer (r.a.) rivâyeti ile Resûl-i Ekrem: Hz. Osman yamanında
çıkacak fitneyi zikr ettikten sonra Hz. Osman’ı işaret ederek “O fitnede bu,
mazlum olarak katl edilir.” buyurmuştur.
Resûlullah
(s.a.v.) hadîs-i şerîfde: “Bütün peygamberler, hayatlarında bir kimse ile
iftihar etmiştir. Ben de Osman bin Affan ile iftihar ederim.” Yine buyurdu:
“Bütün melekler benim ile iftihar ederler. Ben de Osman bin Affan ile öğünürüm.”
Resûlullah, Hz. Osman’a buğz eden bir kimsenin cenaze namazını kılmamıştır.
Eshâb-ı
kirâmdan Cabir (r.a.) anlatır. Biz Muhacirlerden bir cemaat Resûlullahın
huzurunda idik. Aramızda Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman
bin Avf, Sa’d bin Ebî Vakkas (r.a.) da vardı. Habîb-i Ekrem: “Herkes dostunun
yanına varsın.” buyurdu. Herkes sevdiğinin yanına gitti. Resûl-i Ekrem de
Hz. Osman’ı yanına aldı. “Sen dünyâda ve âhırette benim sevdiğimsin”
buyurdu. Resûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîfte: “Ben Allahü teâlânın
kusurunda, Hz. Osman’ın düşmanlarının hasmıyım, onlara karşıyım.” buyurdu.
Yine buyurdu ki: “Biz Osman bin Affan, Allahü teâlânın halîli ve kerîm olan
babamız İbrâhim aleyhisselâma benzetiyoruz.” Abdullah bin Ömer’in bildirdiği
hadîs-i şerîfte “Osman ümmetimin en hayırlısı ve en çok ikram edenidir.”
buyuruldu.
İbni Mes’ûd
(r.a.) rivâyet ediyor. Bir gazâda Resûlullah (s.a.v.) ile beraberdim. Yiyecek
bitti Askeri üzüntü, sıkıntı kapladı. Resûl-i Ekrem bu hâle vakıf oldu.
“Allahü teâlâ size, güneş batmadan rızk gönderecektir.” buyurdu. Hz. Osman
bu sözünü işitince: “Resûl-i Ekrem’in her sözünün muhakkak; doğru olması
lazımdır.” diye düşünüp yiyecek bulmağa çalıştı. Bir yerde ondört deve yükü
yiyecek buldu. Fazla fiat ile alıp dokuz yükünü güneş batmadan Habîb-i Ekrem’in
huzuruna getirdi: “Yâ Osman! Bunlar nedir?” diye sordular. “Osman’dan
Allah’ın Resûlüne hediyyedir” dedi.
Seyyid-i
Kâinatın (s.a.v.) buyurdukları, gecikmeden yerine gelince mü’minler sevindiler,
münafıklar mahzun oldular. Server-i âlem hazretleri mübârek ellerini açıp:
“Yâ Rabbi! Osman’a çok ecir ver” diyerek hayır duâ buyurdular.
Abdullah bin
Abbas, Resûlullahın: “Ya Rabbi! Osman’ı kıyâmet gününün sıkıntılarından
kurtar, ona rahatlık ver. O bizim birçok sıkıntımızı gidermiştir.”
buyurduğunu bildirmiştir. Bir hadîs-i şerîfde de, “Osman’ın şefaati
sayesinde, Cehenemi hak etmiş yetmiş bin kişi, hesabsız Cennete girecektir.”
Hz. Osman’ın menkıbelerinden bazıları şöyledir:
Birgün Osman
bin Affan (r.a.) Resûlullah’ı (s.a.v.) evine davet etti. Resûlullah: “Yalnız
beni mi davet ediyorsun? buyurdular. Hz. Osman: “Eshâb-ı kirâm da gelsinler
Yâ Resûlallah” dedi. Bilâl-i Habeşî’yi (r.a.) bütün Eshâb-ı kirâma, Hz. Osman’ın
davetine gelmeleri için haber vermekle vazifelendirdi. Kendileri Hz. Ali ile Hz.
Osman’ın evine doğru yola çıktılar. Hz. Osman, Peygamberimizin mübârek
adımlarını sayıyordu. Peygamberimiz farkına varıp, sebebini sordu. “Yâ
Resûlallah! Her adımınıza bir köle azâd olsun” dedi. Davetten sonra bütün
kölelerini azâd etti.
Halifeliği
sırasında adalet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kulağını
çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: “Efendim, herkesin birbirinden hakkını
alacağı kıyâmet gününü düşününüz.” Bu söz Hz. Osman’a çok tesir etti. “Ey genç
sen de, benim kulağımı çek ödeşelim.” buyurdu. Genç, Hz. Osman’ın kulağını
çekti. Hz. Osman: “Biraz daha çek” deyince genç: “Siz kıyâmet gününü düşünerek
korktunuz. Bende o günkü hesaptan korkuyorum.” dedi.
Osman (r.a.)
cömert, haya sahibi idi. Gecenin bir kısmında uyur, sonra ibadete kalkardı.
Gündüzleri de orucla geçirirdi. Hak teâlâ Zümer sûresinin dokuzuncu âyet-i
kerîmesini Hz. Osman veya Ebû Bekir veya Ömer veya devamlı ita’at eden her
mü’min için indirmiştir. Bu âyet-i kerîmede:
“Yoksa, o,
ahiret(azabın)’dan korkarak, Rabbinin rahmetini umarak gecenin saatlerinde
secdeye kapanır, kıyamda durur bir halde taat ve ibadet eden kimse (gibi) midir?
De ki: Bilenlerle bilmeyenler bir olurr mu? Ancak temiz akıl sahibleridir ki
(bunlar) hakkıyla düşünür.” Buyurulmuştur. Müfessirlerin çoğu bu âyet-i
kerîmenin Hz. Osman hakkında indirildiğini bildirmişlerdir.
Muhtac
olanlara bol bol yemek yedirir, kendisi de evde sirke ile zeytinyağı yerdi.
Halîfe iken, deveye binince kölesini de arkaya alır, böyle yaptığı için çekinmez
sıkılmazdı. Kabristana uğradığı zaman oturur, ağlardı. Öyle ki sakalı ıslanırdı.
Hz. Osman
bir defasında Resûlullahın evinde hiç yiyecek kalmadığını işitmişti. Hemen bir
semiz koyun, bir miktar bal ve bir çuval un alıp, Hz. Âişe’nin evine götürdü.
Hz. Âişe’ye şöyle dedi: “Ey mü’minlerin annesi, Resûl-i Ekrem’in bunu, diğer
hanımları arasında paylaştıracağını zannediyorum. Hiç paylaştırmasın çünkü ben
onlara da bunların aynısını gönderdim.” dedi. Peygamberimiz (s.a.v.) eve gelip
durumu öğrenince “Yâ Rabbi! Osman’ın gecikiş gelecek, gizli, aşikâr bütün
günahlarını affet” diyerek duâ etti.
Allahü teâlâ,
Peygamberlere (aleyhimüsselâm) verdiği faziletler ve güzel menakıbdan bazılarını
Hz. Osman’a da vermiştir.
Birincisi:
Şehid olmaktır. Allahü teâlâ, peygamberlerinden Zekeriyya ve Yahya’ya (a.s.)
vermiştir.
İkincisi:
Zühd ve Hicrettir. Hak teâlâ, peygamberi İsâ bin Meryem’e (a.s.) vermiştir.
Üçüncüsü:
Cömertliktir. Hak teâlâ bu fazileti peygamberi İbrâhim’e (a.s.) vermiştir.
Dördüncüsü:
İhtiyarlıktır. Hak teâlâ ihtiyarlığı peygamberi Nuh (a.s.)’a vermiştir.
Beşincisi:
Haslet, haya etmek üstünlüğüdür.
Hak teâlâ
hayayı Hz. Âdem ve Muhammed (a.s.)’a vermiştir. Hak teâlâ bu altı üstünlüğü Hz.
Osman’da toplamıştır.
Hz. Ali, Hz.
Fâtıma ile evleneceği zaman düğün masrafı yapmak üzere zırhını satılması için
pazara göndermişti. Hz. Osman pazardan geçerken Hz. Ali’nin zırhını tanıdı.
Dellalı çağırıp bu zırhın sahibi buna ne kadar para istiyor? diye sordu. Dellal
dörtyüzdirhem istiyor dedi. Gel parasını verip alayım dedi. Evine gittiler,
zırhı alıp parasını verdi. Sonra bu zırhın yanına dörtyüz dirhem para koyup Hz.
Ali’ye gönderdi ve şöyle haber yolladı. “Bu zırh senden başkasına lâyık
değildir. Bu dörtyüz dirhemi de düğününe harca bizi ma’zur gör...”
Ebû Hüreyre
(r.a.) bir gün Hz. Osman’ın huzuruna gidiyordu. Yolda bir kadına gözü ilişti ve
baktı. Huzura varınca Hz. Osman: “Sana ne oldu? Gözlerinizde zina eseri
görüyorum.” buyurdu. Ebû Hüreyre (r.a.): Yâ Emir-el-Mü’minîn, “Resûlullah’dan
sonra vahy iner mi?” diye sordu, cevabında: Hayır, vahy inmez, fakat mü’minin
firaseti doğrudur. Nitekim Resûl-i Ekrem: “Mü’minin firasetinden kaçınınız.
Çünkü, mü’min Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuştur, dedi.
Bir
defasında Medine’de kıtlık vardı. O sırada Hz. Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü
buğday kervanı gelmişti. Eshâb-ı kirâm satın almak için yanına gittiler. Hz.
Osman sizden daha iyi alıcım var ve sizden daha fazla veren var, ona vereceğim
dedi. Eshâb-ı kirâm durumu Hz. Ebû Bekir’e bildirip bundan üzüldüklerini
söylediler. Kıtlık zamanında böyle yapması uygun olur mu? dediler. Hz. Ebû
Bekir; Osman (r.a.) Resûlullahın (s.a.v.) damadı olmakla şeref kazanmıştır ve
Cennette onun arkadaşıdır. Siz onun sözünü yanlış anladınız beraber gidelim”
buyurdu. Hz. Ebû Bekir yanına gidip, Yâ Osman, Eshâb-ı kirâm senin bir sözüne
üzülmüşler deyip durumu anlattı. Hz. Osman, “Evet ey Resûlullahın halifesi,
onlardan iyi alıcı olan, bire yediyüz veriyor. Onlar bire yedi veriyor. Biz bu
buğdayı bire yediyüz verip alana verdik” dedi. Bundan sonra yüz deve yükü
buğdayı Medine’de bulunan fakirlere, Eshâb-ı kirâma bedava dağıttı. Yüz deveyi
de kesip fakirlere yedirdi. Hz. Ebû Bekir bu işe çok sevinip, Hz. Osman’ın
alnından öptü.
Hz. Osman,
Peygamberimizden (s.a.v.) 146 hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği
hadîs-i şerîflerden bazıları şunlardır:
“Kıyâmet
günü üç sınıf insan şefaat eder: Bunlar, peygamberler, âlimler ve şehîdlerdir.”
“En
hayırlınız Kur’ân-ı kerîmi öğrenen ve öğretendir.”
“Bir kul her
gün sabah ve akşam şu duayı üç defa okursa, o kimse zararlardan korunur. (Bismillâhillezî
la yedurru maasmihi şey’ün fil ardı ve lâ fissemai ve hüvessemiulalîm).”
“Yatsı
namazını (cemaatla) kılan, gece yarısına kadar ibadet etmiş, sabah namazını
cemaat ile kılan ise gecenin tamamım ibadet ile geçirmiş sayılır.
“O halde
evladınıza ikram edin. Çünkü anne ve babanızın sizde hakkı olduğu gibi,
evladınızın da sizin üzerinizde hakkı vardır.”
“Adem
oğlunun ancak üç şeyde hakkı vardır: Belini doğrultacak kadar yemekte, avret
yerini örtecek kadar elbisede ve kendini saklayacak evde, fazlasının ise hesabı
vardır.”
Buyurdu ki:
“Dünya için üzülmek kalbe zulmet, âhıret için üzülmek ise kalbe nurdur.”
“Arifin
alâmetlerindendir. Kalbi havf ve recâ, dili hamd ve sena, gözü yaşlı ve hayâlı,
isteği günahları ve dünyâyı terk ve rıza üzerine olmaktır. İnsanların en iyisi
Rabbine kavuşmadan önce, Rabbini kendinden râzı eden, içine girmeden önce kendi
kabrini en güzel yapandır.” “Ezan okunurken sükût edip dinleyene iki, yalnız
sükût edene ise bir ecir vardır. Buna karşılık duyduğu halde konuşana iki,
uzakta olduğu için duymayıp konuşana da bir günah vardır.”
“İnsanların
en iyisi, dünyâ onu terk etmeden, dünyâyı terk edendir. Rabbine kavuşmadan önce,
Rabbini kendinden râzı edendir.”
“İbadetin
tadını dört şeyde buldum: Allahın farz kıldıklarını yapmada, yasaklarından
sakınmada, Allahdan sevâb bekleyerek emr-i ma’rûf yapmada ve Allahın gadabından
kaçınarak nehy-i münker etmede.”
“Dört şey
vardır ki, dışı fazilet, içi farzdır: Sâlihlerle düşüp kalkmak fazilet, onlara
uymak farz; Kur’ân okumak fazilet, onunla amel farz; kabir ziyâreti fazilet,
kabir için hazırlanmak farz, hasta ziyâreti fazilet, vasıyyetini almak farzdır.”
“Ölümü bilip
gülene, dünyânın fani olduğunu bilip ona rağbet edene, işlerin takdirle olduğunu
bilip, istediği olmayınca üzülene, hesaba inanıp mal toplayana, Cehenneme inanıp
günah işleyene, Allahü teâlâya inanıp dünyâ ile rahathyana, şeytanı düşman
bilip, ona itaat edene çok şaşarım! Eğer gönüller manevî pisliklerden temiz
olsaydı, Kur’ânın zevkine doyulmazdı.” “Beş vakit namazı vaktinde devam üzere
kılana dokuz şey ikram edilir. Allah onu sever, bedeni sağlam olur, melekler onu
korur, evine bereket iner, yüzünde salihler siması olur, Allahü teâlâ kalbini
yumuşatır, sıratı parlak şimşek gibi geçer, Allahü teâlâ “Onlar için korku ve
üzüntü yoktur” zümresine onu ilhak eyler, Allahü teâlâ onu Cehennemden
korur.
On şey çok
zayi olmuştur Sual sorulmayan âlim, amel edilmeyen ilim, kabul edilmeyen doğru
görüş, kullanılmayan silâh, içinde namaz kılınmayan mescid, okunmayan mushaf,
infâk edilmeyen mal, binilmeyen vasıta, dünyâyı isteyenin içindeki zühd ilmi,
içinde âhiret yolculuğu için azık edinilmeyen uzun ömür.”
KAYNAKLAR
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-1, sh-55
2) Tabakât-ı İbn-i Sa’d cild-3, ih-53
3) El-A’lâm cild-4, sh-210
4) Târîh-ul-hamîs cild-2, sh-254
5) Müslim, fedâil-us-sahâbe
6) Kâmûs-ül-a’lâm cild-4, sh-3124
7) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye sh-1055, 43, 58, 209,
306, 329, 460, 665, 724, 976, 982.
8) Medâric
8) Medâric-ün-nübüvve cild-2, sh-451
9) Eshâb-ı Kirâm sh-368, 9, 15, 18, 19, 21, 26, 43, 44, 48
10) Savâik-ul-muhrika sh-104
11) Târîh-ül-hulefâ sh-138
12) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-1, sh-57
13) El-İsâbe cild-2, sh-462
14) El-İstiâb cild-3, sh-69
15) Buhârî fedâil-us-sahâbe
16) İzâlet-ül-hafâ cild-1, sh-245
|