ZEYNELÂBİDÎN
Tâbiînin büyüklerinden ve oniki imâmın dördüncüsü. İsmi, Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib’dir. Künyesi, Ebû Muhammed ve Ebü’l-Hasan, lakabı, Seccâd ve Zeynelâbidîn’dir. Hazret-i Hüseyin’in oğludur. Annesi, Acem pâdişâhının kızı Şehr-i Bânû Gazâle’dir. 666 (H.46) senesinde Medîne-i münevverede doğdu. 713 (H.94) yılı Muharrem ayının on sekizinde doğum yerinde şehit edildi. Bakî Kabristanında amcası hazret-i Hasan’ın yanına defnedildi.
İmâmlığı, yâni tasavvufta insanlara feyz vermesi, doğru yola kavuşturması otuz dört sene sürmüştür. Hadis, fıkıh ve tasavvuf ilminde âlimdir. Eshâb-ı kirâmın çoğunu görmüştür. Abdullah ibni Abbâs, Ebû Hüreyre radıyallahü anhüm, hazret-i Âişe, babası hazret-i Hüseyin, amcası hazret-i Hasan, Ümmü Seleme ve diğerlerinden hadîs-i şerîfler işitip rivâyet etmiştir. Rivâyet ettiği bâzı hadîs-i şerîfler, Kütüb-i Sitte adı verilen altı hadis kitabında yazılıdır.
Zeynelâbidîn’den (rahmetullahi aleyh) kendi oğulları, Muhammed Bâkır, Zeyd bin Ali, Abdullah bin Ali, Ömer bin Ali’den başka Zeyd bin Eslem, Âsım bin Amr, Ebû Seleme bin Abdurrahmân, Tâvus bin Keysan, Yahyâ bin Sa’îd, Ebü’z-Zinâd ve diğerleri hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. İmâm-ı Zührî; “Ondan daha üstün fıkıh âlimi görmedim.” demiştir. Tasavvuf ilmindeki yüksek derecesi ve hâlleri de medhedilmiştir. Her gün ve gecede bin rekat namaz kıldığı ve buna ölünceye kadar devam ettiği nakledilmiştir.
Hazret-i Ömer’in hilâfeti zamânında Eshâb-ı kirâmın ordusu İran’a gidip, Yezdicürd’ün memleketini fethettiler. Oradan çok ganîmet ile esir getirdiler. Esirlerin arasında pâdişâhın üç kızı da vardı. Medîne-i münevvereye geldiklerinde hepsini halîfe Ömer’e (radıyallahü anh) teslim ettiler. Hazret-i Ali bu kızları satın aldı. Bunlardan Şehr-i Bânû Gazâle’yi oğlu hazret-i Hüseyin’e nikâh etti (Zeynelâbidîn bundan oldu). Birisini hazret-i Abdullah bin Ömer’e, diğerini de hazret-i Muhammed bin Ebû Bekr’e nikâh ederek verdi.
Zeynelâbidîn’in (rahmetullahi aleyh), her abdest aldığında yüzü sararır, vücûdu titrerdi. Sebebini sorduklarında; “Kimin huzûruna çıkacağımı biliyor musunuz?” buyururdu. Bir gece teheccüd namazı kılarken, şeytan ejderha şekline girip, kendisini meşgul etmek istedi. Aldırış etmeyince, ayak parmağını ısırdı. Namazdan sonra ejderhanın şeytan olduğunu anlayınca ona vurup; “Defol ey mel’ûn!” dedi. İbâdetlerini tamamlamak için kalktığında gaybdan bir ses üç kere; “Sen Zeynelâbidîn’sin (yâni ibâdet edenlerin süsüsün).” dedi.
Oğlu Muhammed Bâkır’a buyurdu ki: “Ey oğlum! Dört çeşit kimselerle arkadaşlık etme ve onlara güvenme. Fâsık olan kimselerle arkadaşlık etme, zîrâ fâsık kimse seni bir lokma ekmek için terk eder. Cimri ile arkadaşlık etme, cimri senin çok muhtaç olduğun şeylerini elinden almak ister. Yalancı ile arkadaşlık etme. Yalancı da fâsık bir kadına benzer, senin yakınlarını senden uzaklaştırmak ister ve senden uzak kimseleri sana yaklaştırmak ister. Bir de sıla-i rahmi terk edenlerle arkadaşlık yapma. Zîrâ onlar Kur’ân-ı kerîmin üç âyeti ile lânetlenmiştir.”
Buyurdu ki: “Allahü teâlâ, günâhlarına pişman olup, tövbe edenleri sever.”
“Allahü teâlânın bütün yaratıklarını gözleri ile müşâhede ettikleri hâlde, öyle kimseler vardır ki, Allahü teâlânın varlığı ile birliği hakkında şüpheye düşerler. Yoktan nasıl var edildiklerini gözleri ile gören pekçok insan var ki, ölümden sonraki dirilmeyi inkâr ediyor. Bunlar gelip geçici olan dünyâya emek verip, ebedî âhireti unuturlar. Ben bunların bu hâllerine çok şaşarım.”
“Hakîkî cömert, Allahü teâlâya itâat eden, kulların haklarını gözeten, yaptığı iyiliği Allah için yapıp, karşılığında insanlardan teşekkür beklemeyendir.”
“İnsanlar, zarûret diyerek, yiyecek kazanma peşinde koşarlar. Hâlbuki esas zarûret, günahlardan kaçınmaktır Fakat çokları bundan kaçınmayıp, yiyecek peşinde koşarlar.”
Zeynelâbidîn rahmetullahi aleyh ibâdet edenleri şöyle sınıflandırırdı: “Allahü teâlâdan korktukları için, O’na ibâdet ederler. Bâzı insanlar da Allahü teâlânın rahmetini ve Cennet’ini istedikleri için O’na ibâdet ederler. Bu ibâdet tüccar ibâdetidir. İnsanların diğer bir kısmı ise, Allahü teâlânın gazâbından korkarak sâdece cenâb-ı Hak ibâdete lâyık olduğu için, şükrünü îfâ etmek için ibâdet ederler. İşte bu, tam mânâda müttekî olanların ibâdetidir.”
Vefât edecekleri gece oğlu Muhammed Bâkır’dan abdest almak için su istedi. Suyu getirdiklerinde buyurdu ki: “Bu su içinde hayvan ölmüş, bununla abdest alınmaz.” Yakınları mum ışığında dikkatlice baktıklarında kabın içinde bir fâre ölüsü gördüler. Oğlu tekrar su getirdi. Abdest aldı ve; “Artık ölümüm yakındır.” buyurup, vasiyetini bildirdi. O gece Osman bin Hayyâm tarafından zehirletildiği için şehit oldu 713 (H.94).
On dördüncü ve on beşinci asırlarda yaşamış evliyânın büyüklerinden ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimlerinden. Halvetiyye yolunun kollarından olan Zeyniyye yolunun kurucusudur. İsmi, Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ali’dir. Künyesi, Ebû Bekir, lakâbı, Zeyneddîn’dir. Hâfî ve Hirevî nisbeleriyle bilinir. Daha çok Zeyneddîn Hâfî diye meşhurdur. 1356 (H.757) senesinde Horasan’ın Hâf (veya Havâf) kasabasında doğdu. 1435 (H.838) senesinde Hirat’ta vefât etti.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsiline başlayan Zeyneddîn Hâfî, bu maksatla çok seyahat yaptı. Memleketi olan Horasan’dan başka, Mâverâünnehr, Irak, Âzerbaycan, Şam, Mısır ve Hicaz’a gitti. Gittiği beldelerin büyük âlimlerinin sohbetlerinde ve ilim meclislerinde bulunarak ilimde yükseldi. Celâleddîn Ebû Tâhir Ahmed el-Hocendî, Zeyneddîn-i Irâkî, Ebü’l-Berekât Ahmed Kazvînî, İbnü’l-Cezerî, Seyyid Şerîf Cürcânî ve daha birçok âlimden ilim öğrenip icâzet aldı. Kâhire’de Zeyneddîn Abdurrahmân eş-Şebrisî ile görüştü. Tasavvuf erbâbından büyük velî Nûreddîn Abdurrahmân Mısrî’nin sohbetlerinde bulunup ondan feyz aldı. İlimde ve tasavvufta yüksek dereceye ulaşan Zeyneddîn Hâfî’ye hocası bizzat icâzet yazdı. Talebe yetiştirmekle vazîfelendirerek memleketi olan Horasan’a gönderdi. Zeyneddîn Hâfî hazretleri Horasan’da bulunduğu sırada insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Pekçok kimse onun vesîlesiyle hidâyete kavuştu.
Pekçok talebe yetiştirdi. Abdüllatîf Kudsî Bursevî ve Ahmed Semerkandî talebelerinin büyüklerindendir. Abdüllatîf Kudsî Bursevî Halvetiyye yolunun Zeyniyye kolunu Anadolu’da yaymıştır. Onun halîfesi Şeyh Muslihuddîn Mustafa Vefâ bin Ahmed (Vefâ Konevî) de İstanbul’da yaymıştır. İstanbul’da Vefâ semti, ismini ondan almıştır. Pekçok kerâmetler sâhibi olan Zeyneddîn Hâfî ömrünün sonuna doğru sessiz ve sâkin bir hayat yaşadı. 1435 (H.838) senesi Şevvâl ayının ikinci günü Pazar gecesi Hirat’ta vefât etti.
Zeyneddîn Hâfî hazretleri zâhirî ve bâtınî ilimlerde çok yüksek, ilim, irfân sâhibi ve çok ibâdet eden bir zât idi. Haram ve şüphelilerden çok sakınırdı. Olgun ve kâmil bir velî idi. İlim ve mârifet deryâsı olan sohbetleri hasta ruhların şifâsı, ilim tâliplerinin sığınağı idi. Her hâli sevgili Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sünnet-i seniyyesine uygun idi. İslâm dîninin yayılması için, herkesin bu kıymetli bilgileri öğrenmesi ve bunlarla amel ederek dünyâ ve âhiret seâdetine kavuşmaları için çok gayret ederdi. Bid’at, dalâlet ve sapıklıkların karşısında tam bir kal’a gibi dururdu. Sözleri, sohbetleri çok tesirli olup, herkes bu büyük zâttan istifâde ederdi. Evliyâdan birçok zât ondan hep medh ile bahs edip onu övmüşlerdir. Evliyânın büyüklerinden Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri Zeyneddîn Hâfî hazretlerinden “Efendimiz, büyüğümüz.” diye bahsederdi.
(Bkz. Keten)
Alm. Ölbaum (m), Fr. Olivier (m), İng. Olive-tree. Familyası: Zeytingiller (Oleaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Ege, Akdeniz, Güneydoğu Anadolu ve Marmara bölgesi.
Nisan-mayıs ayları arasında yeşilimsi-beyaz renkli çiçekler açan, 5-15 m yüksekliğinde, kışın yapraklarını dökmeyen uzun ömürlü ağaç. Gövdeleri çok dallı, bilhassa yan dallar tepe dallardan daha gelişmiş, gri renkli ve yer yer çatlamış kabukludur. Yapraklar kısa saplı, karşılıklı dizilmiş, oval veya mızrak şeklinde, derimsi üst tarafı koyu yeşil, alt tarafı grimsi yeşil renkli ve tüylüdür. Çiçekler bileşik salkım durumlarında toplanmışlardır. Meyveleri zeytin adını alıp ekim ile ocak ayları arasında olgunlaşırlar. Oval şekilli ve eriksi olan meyveler önceleri yeşil renkli, daha sonra mor veya siyah renge dönerler. Zeytin ağaçları 700-2000 yıl kadar yaşayabilirler.
Zeytin ağaçları killi-kireçli ve su geçirebilen topraklarda iyi yetişir. Engebeli ve yamaç, fakat ılık rüzgârlı olan yerlerde yetiştirilebilir. Ancak yabânî olan zeytin ağaçları aşılanarak verimli hâle getirilebilmektedirler.
Zeytinin anavatanı Anadolu’dur. Ege adalarından Yunanistan, İtalya, Fransa ve İspanya’ya kadar uzanmış ve buradan da Kuzey Afrika’ya geçmiştir. Yine Güney Anadolu yoluyla, Suriye, Mısır, Fas’a kadar uzanarak bütün Akdeniz kıyılarını sarmıştır. Üçüncü bir kol olarak da Afganistan ve Pakistan’a kadar uzanmıştır.
Dünyâda 80 milyon dekar üzerinde 750 milyon zeytin ağacı vardır. Memleketlere göre zeytin ağacı varlığı çoktan aza doğru; İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Portekiz, Tunus, Fas, Suriye, Arjantin ve diğerleri olarak sıralanmaktadır. Zeytinyağı üretiminde ise sırasıyla İspanya, İtalya, Yunanistan, Türkiye, Tunus, Portekiz, Fas, Cezayir, Arjantin, Suriye, Ürdün ve diğerleri gelmektedir. Yağlık zeytin ağaçları sofralık çeşitlerine göre % 85 nispetinde olup, son yıllarda sofralık zeytinler daha kârlı hâle geçmesi ve hem de beslenmede önem kazanması sâyesinde büyük bir artış göstermiştir.
Dünyâda yemeklik (sofralık) zeytin üretiminde ve tüketiminde Türkiye birinci sıradadır. Türkiye’yi İspanya, Yunanistan ve İtalya tâkip etmektedir. Zeytinyağı üretim ve tüketiminde ise şahıs başına düşen miktar olarak dördüncü sıranın altındadır.
Türkiye’de 8 milyon dekar alan üzerinde 83 milyon zeytin ağacı bulunmakta ve her geçen yıl da bu rakam artmaktadır. Son yirmi yılda zeytin ağacı adedinde ikibuçuk misli artış olmuştur. İllere göre en çok zeytin ağacı İzmir, Aydın, Muğla, Balıkesir, Bursa, Gaziantep, Çanakkale, Hatay, Manisa, Antalya, İçel olarak sıralanır. Sofralık zeytin ağacının dağılışı olarak Bursa ilk sırada olup Bursayı, Aydın, İzmir, Antalya, Balıkesir, Çanakkale, Manisa, İçel, Gaziantep, Hatay ve Muğla tâkip eder. Genel bir değerlendirme yapılacak olursaMarmara bölgesiyle Akdeniz bölgesi başta gelir. Yılda ortalama 1.400.000 ton zeytin tânesi istihsal edilir. Sofralık olarak ise sâdece bu rakam 600.000 ton kadardır (1991).
Zeytin su, protein, yağ, selüloz, fosfor, kükürt, kalsiyum, klor, demir, bakır, manganez, A,C,E vitaminlerinden meydana gelmiştir. 100 gram zeytinde 224 kalori vardır. 100 gram zeytinyağında 30 miligram E vitamini bulunmaktadır. Bileşiminden de anlaşılacağı gibi çok besleyici bir gıdâdır. Zeytinin et kısmında % 10-25, çekirdeğinde % 25-50 oranında yağ vardır.
Kullanıldığı yerler: Zeytin ve yağı dünyânın en makbul yemeklik yağlarındandır.
Târih boyunca sağlığın korunmasında ve hastalıklara karşı kullanılmıştır. Safra kesesi hastalıklarında, sindirim organlarının normal çalışmasında, karaciğerin temizleyicisi olması, şişkinliklerin giderilmesi, kan çıbanı, ekzemanın tedâvisinde, ağrı giderici, raşitizm hastalığı ve saç dökülmesinde hâricen kullanılmıştır.
Zeytin yaprakları kaynatılarak suyunun içilmesi hâlinde idrar söktürücü, tansiyon düşürücü ve şeker hastalıklarında; zeytinyağı pişiklerde, mîde-barsak hastalıklarında, kabızlıkta, el ve yüz çatlaklarının iyileştirilmesinde emniyetle kullanıla gelmiştir.
Zeytin bu özelliklerinden dolayıKur’ân-ı kerîmin 35. âyetinde övülmüş, mübârek bir bitki olarak bahsedilmiştir. Zeytinden Yüce Peygamberimiz de sık sık bahsetmiş, hurma, su, zeytin ile iftar edilmesi de fıkıh kitaplarında beyan edilmiştir. Mîdeyi doldurmadığı halde çok besleyici özelliğinden dolayı tasavvufta riyâzet yapanlara zeytin verilirdi. Yine çok önemli bir sünnet olan misvak husûsunda da erak ağacı dalından yapılan misvak bulunmazsa, zeytin ağaçlarının çokça lif veren dal veya köklerinden faydalanılacağı bilinmektedir.
Alm. Oleazeen, Ölbaumgewächse pl, Fr. Oléacées pl, İng. Oleaceae. Çalı veya ağaçlar yâhut da odunlu tırmanıcı bitkiler. Yaprakları basit veya parçalı ve karşılıklıdır. Çiçekler tek eşeyli veya erdişidir. Taç ve çanak yaprakları 4 veya 5 parçalıdır. Meyve eriksi veya üzümsü yâhut kapsüldür. Memleketimizde 7 cins ve 10 kadar türü vardır. En önemli bitkileri, zeytin, dişbudak, ful, akçakerme ve leylaktır.
İslâm devletinin himâyesinde yaşayan gayri müslim vatandaş. Ehl-i zimmet de denir. Zimmet, ahd, eman, himâye, sâhip çıkma koruma mecbûriyeti emniyetini garanti etmek demektir. Zımmîlerin İslâm devletinin vatandaşı olması başlıca şu şekillerden biri ile olur. Müslümanlar tarafından harp ile veya sulh ile fetholunan bir beldenin (memleketin) halkı, cizye ve harac vermeği kabul ederlerse İslâm devletinin vatandaşı olurlar. Cizye, erkeklerden şahıs başına, harac arâzilerinden, topraklarından alınan vergidir (Bkz. Cizye, Haraç). Zımmîler cizye vermekle artık onlara dokunulmaz, emniyet içinde yaşarlar. Canlarını, mallarını, ırz ve nâmuslarını, İslâmın adâletine sığınarak korumuş olurlar. Ticâretlerinde, işlerinde serbest olurlar. Müslümanlar gibi huzur içinde yaşarlar. Din ve vicdan hürriyetine sâhip olurlar. Onlara haksızlık yapılmaz. Peygamber efendimiz; “Kim zımmîye zulmeder veya taşıyamayacağı yükü yüklerse o kimsenin hasmıyım.”buyurmuşlardır.
Ancak zımmîlerden şu hususlara uymaları istenir.
1. Kur’ân-ı kerîme ve Peygamber efendimize dil uzatmamaları,
2. Müslüman kadınlarla zinâ etmemeleri ve evlenme teşebbüsünde bulunmamaları,
3. Müslümanları dinlerinden döndürmeye çalışmamaları,
4. Düşmana yardım etmemeleri ve onların zenginleri ile dost olmamaları.
Zımmîler, bu şartlara uydukları ve İslâm devletinin aleyhine faâliyetlerde bulunmadıkları müddetçe rahat ve huzur içerisinde yaşamışlardır. Hattâ Osmanlı idâresini kendi dinlerinden olan devletlere tercih etmişlerdir. Fakat, daha sonraları yabancı devletlerin kışkırtmaları ile Osmanlı Devletine karşı ayaklanmışlar, nankörlük yapmışlardır. (Bkz. Gayri Müslim)
Alm. Rüstung (f); Panzerung (f), Fr. Armure (f); Cuirasse (f), İng. Armor; cuirasse. Eskiden savaşlarda ok, kılıç, balta gibi silâhlardan vücûdu korumak için kullanılan çelik giyecek.
Eskiden beri savaş alanlarında hasımların kesici silâhlarından kendilerini korumaya çalışanlar çeşitli tipte zırhlar kullanmışlardır. Zırh gömlek, kolçak, dipçek şeklindeki Osmanlı ve Memlûklerin kullandığı hafif, hareket serbestliği veren zırh ile Avrupalıların kullandıkları zırhlar birbirinden çok farklıdır. Avrupalılarınki yapılış şekli, ağırlığı îtibâriyle kullananda hareket kâbiliyetini çok sınırlar. Orta Asya’dan beri Türklerin kullana geldikleri ise küçük parçaların birleşmesinden meydana gelen hafif ve kullanışlı zırh takımlarıydı. Bilhassa 15 ve 16. yüzyıllara âit Osmanlıların kullandıkları zırhlar göğüs ve sırtı takviye eden mâdenî plâkalar ve küçük halkaların birbirleriyle birleşmesinden meydana gelen zincir örgüden yapılırdı. Genellikle zırh gömlek, yarım kollu, arkadan tek yırtmaçlı olurdu. Bileğin, kolun muhâfazası için kolçak tâbir edilen zırh parçası, dizleri korumak için bacakların diz ve baldır kısmına dizçek adı verilen zırhlar giyilirdi.
On sekizinci yüzyılda Osmanlı ordusunda kullanma önemi kalmadığı için zamanla kaldırıldı. Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) zamânında çelik göğüslükler yapıldı.
Süvâriler kendilerini ve çok kıymetli olan atlarını kesici silâh darbelerinden korumak için zırh kullanmışlardır. Savaşlarda atlara giydirilen zırh, at alın zırhı, boyun zırhı, sağrı zırhı olmak üzere üç parça olurdu.
Harp gemilerinin korunması için kaplanılan çelik levhalara da zırh denir. On sekizinci yüzyılda harp gemileri, bordalarına asılmış zincir veya kum torbaları ile korunurdu. Çelik levhalarla korunma 1895 yılında başladı. Birinci Dünyâ Harbinden sonra ise uçak, torpido ve diğer silâhların tesirlerinden korunmak için zırh kalınlıkları artırıldı. Uçak gemilerinde, güvertedeki zırh kalınlığı 400-450 mm’ye kadar çıkartıldı.
Alm. Gelbe Arsenblende (f); Auripigment, Operment (n), Fr. Arsenic (m) Juane; Sulfure (m) jaune d’arsenic; orpiment (m), İng. Yellow arnesic; orpiment. Sarı renkli tabii arsenik sülfür minerali. Limon sarısı renginde, özgül ağırlığı 3.45, sertliği 1,5-2 ve kimyâsal bileşimi AS2S3 olan rombik trimentrik prizma yapısına sâhip çok zehirli bir maddedir.
Zırnık önceleri kral sarısı adı ile renklendirme maksadı ile kullanılırdı. Sanâyide en çok deriden kılları ayırmak için kıl dökücü olarak kullanılır. Kızıl renkli zırnık da vardır.
Alm. Pech (n), Fr. Poix (f), İng. Pitch. Taşkömürü, linyit, odun ve ham petrolün ısıtılarak damıtılması ile elde edilen siyah yapışkan atık. Soğukta sert ve kolaylıkla kırılabilen, vücut sıcaklığında yumuşayan ve kaynak su içerisinde tamâmen eriyen kokulu bir maddedir. Taşkömürü, linyit ve odunun damıtılması ile önce katran, katranın damıtılıp muhtelif organik maddeleri ayrıldıktan sonra geride artık madde olarak da zift elde edilir. Petrolün damıtılmasında benzin, gazyağı, mazot ve mâdenî yağlar ayrıldıktan sonra, geride kalan maddeye asfalt denir. Asfalt da elde edilmiş şekli îtibâriyle zifttir. (Bkz. Asfalt)
Zifti çıkarılacak madde hava ile teması olmayan kapalı bir kazan içerisine konularak ısıtılır. Isıtma işleminde genellikle buhar kullanılır. Buhar aynı zamanda ayrışmayı da kolaylaştırır. Bir başka metod ise hava üflenerek oksitleme yolu ile elde etmedir. Bu işlemler sonunda uçucu maddeler bir başka kapta biriktirilerek yoğunlaştırılır. Su ile karışık halde zift elde edilmiş olur. Ziftin evvelâ suyu ayrılır, daha sonra sülfürik asit içerisinden geçirilerek kükürdünden temizlenir. Zift buharı yağdan veya aktif kömürden geçirilerek benzin, toluen gibi kıymetli kimyevî maddelere ayrılır. Odun ve kömür katranından elde edilen zift için 450-700°C düşük ısı karbonlaşması ve 900-1200°C arasında ise yüksek ısı karbonlaşması söz konusu olup, farklı yapıya sâhip maddeler açığa çıkar. Odundan elde edilen zifte halk arasında karasakız da denir.
Zifti ilk elde eden Alman tıp profesörü J.J. Becher’dir. 1665 senesinde ilâç yapmak maksadı ile taşkömürünü damıtmıştır. Odundan elde edilen zift daha sonra gemilerin karinolarına böcek tutmaması için sürülmeye başlandı. Ziftin tekrar damıtılması ile elde edilen daha akıcı madde (creosote) ise denizyolu traverslerinin, telgraf direklerinin çürümemesi için kullanıldı. 1865 senesinde ziftten karbolik asit (fenol) elde edilmesiyle eczâcılıkta antiseptik çığırı açılmış oldu. Ziftin yol yapımında kullanılışı ise 1901 senesine rastlar. Ziftten elde edilen maddelerin sayısı üç yüzden fazladır. Bakalit, naylon, aseton, etilalkol, metiletilketon, asetikasit, naftalin, benzin züfaten elde edilen organik maddelerdendir.
Odunun damıtılması ile elde edilen maddeler % 81 su, % 3-4 metil alkol, % 6-8 asetik asit ve % 7 zifttir. Bu şekilde elde edilen ziftte çeşitli yağlar, esterler, ketonlar, alkoller, fenoller ve daha birçok organik maddeler vardır. Çam ağacı gibi reçineli odundan elde edilen ziftte bol miktarda terebentin de bulunur. Merhem hâlinde deri hastalıklarında (uyuz, ekzama, mantar gibi) kullanılır. Linyit kömüründen elde edilen ziftte ise parafinli maddeler çoktur. Bu tür ziftlerden motor yağlama yağları ve yakıtları da elde edilebilir.
Türkiye’de çay tarımının başlamasına, gelişmesine ve yerleşmesine önderlik eden zirâat mühendisi. 1880 senesinde Muğla’da doğdu. İlk ve Orta öğreniminden sonra İstanbul Halkalı Yüksek Zirâat Okulunu bitirdi.
Bir müddet Orman mühendisliği ve öğretmenlik yaptı. 1920 senesinde İktisat Vekâleti, Zirâat Umûm Müdürlüğü vazifesine tâyin edildi. Vazîfesiyle ilgili bir gezi sırasında Doğu Karadeniz bölgesinin çay ve turunçgiller üretimine elverişli olduğunu görerek bu bölgede çay tarımının başlatılması için gayret sarf etti. Bunun üzerine 1924 senesinde Rize yöresinde çay, fındık ve turunçgiller üretimiyle ilgili özel bir kânun çıkarıldı ve Çay Araştırma Enstitüsü kuruldu. Enstitünün kurucusu olan Zihni Derin aynı iklim özelliklerine sâhip olan Batum’dan getirttiği çay fidanlarıyla Enstitünün bahçesinde ilk çay fidanlığını kurdu. Fidanların bir kısmını da deneme üretimi için halka dağıttı. Fakat toprağı az olan yöre halkı, geleceği belli olmayan bu ürüne fazla rağbet etmedi. Devletin de gerekli desteği sağlamaması üzerine Zihni Derin’in çalışmaları neticesiz kaldı. Zihni Derin bu vazifeden ayrılarak çeşitli liselerde ve Ankara Gâzi Eğitim Enstitüsünde öğretmenlik yaptı. 1936 senesinde Edirne’de İkinci Umûm Müfettişlik kuruluşunda tarım danışmanlığına 1938 senesinde Zirâat Vekâleti Çay Organizatörlüğüne getirildi. Bu vazifesi sırasında Batum’dan getirttiği iki ton çay tohumu ile enstitüye bağlı üç fidanlıkta çay fidanı üretimini sürdürdü.
1940 senesinde çıkarılan bir kânunla çay üreticilerine bâzı maddî kolaylıklar getirildi ve üretilen çayların devlet tarafından satın alınacağı garanti edildi. Bu özendirici tedbir ve teşvikler üzerine yöre halkı çay üretimine yöneldi. Zihni Derin’in özel gayretleriyle Doğu Karadeniz bölgesinde çay tarımı yaygınlaştı. Hayâtında iken gayret ve çalışmalarının meyvesini gören Zihni Derin, 1945 yılında emekliye ayrıldı. Emekli olmasına rağmen bakanlık organizatörü olarak çay tarımıyla ilgili çalışmalarını sürdürdü. 1964 senesinde “Çayın 40. Yılı” kutlama törenlerine katılmak üzere Rize’ye giderken bir trafik kazâsı geçirdi. Kazâda aldığı yaralar neticesinde 1965 yılında öldü. Çay tarımında önder kabul edilen Zihni Derin’in hâtırasına 1969 yılında TÜBİTAK hizmet ödülü verildi.
Anmak, Allahü teâlâyı hatırlamak, her sözünde ve her işinde O’nun emirlerine uymak, yasakladıklarından sakınmak. (Bkz. Tasavvuf)
Alm. Klingel (f), Fr. Sonnette (f), İng. Electric bell. Duyulabilir ses vermesi için yaygın olarak kullanılan elektrikli bir âlet. Kullanıldığı yerler kapı zilleri, hırsız alarmı, yangın alarmı ve telefon zilleridir.
Elektrikli zilin çalışması, U şeklindeki elektro mıknatısın bobinlerinden akım geçmesiyle yaylı çelik çubuğa bağlı tokmağı çeker. Bu esnâda tokmak çana vurur. Tokmağın çekilmesiyle devre kesilir, yay tokmağı geriye iter. Bu anda tekrar devre kapanır ve bobinden akım geçer. Olay bu şekilde devâm ederek tokmağın sürekli olarak çana vurması sağlanır. Bu ziller hem çağırma işlemi için hem de okullarda ve fabrikalarda zamânı bildirmek için kullanılır.
Kapı zilleri genelde 8 veya 12 voltluk gerilimle çalışırlar. Bu gerilim 220 volt şehir cereyanı transformatörler yardımıyla 8-12 volta indirilerek veya kuru pillerden istifâde yoluyla elde edilir. Günümüzde muhtelif kuş sesleri (meselâ kanarya sesi) tek tip kesikli ses veren elektronik devrelerden meydana gelen kapı zilleri de kullanılmaktadır.
DEVLETİN ADI |
Zimbabve Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Harare |
NÜFÛSU |
9.870.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
390.759 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
Putperestlik |
PARA BİRİMİ |
Dolar |
Güney Afrika’da 15° 36’ ve 22° 25’ güney enlemleri ile, 25° 16’ ve 33° 04’ doğu boylamları arasında yer alan bağımsız bir devlet. Zimbabve’nin komşu olduğu ülkeler kuzeyde Zambia, batıda Botsvana, güneyde Güney Afrika ve doğuda Mozambik’tir.
Târihi
M.S. 4. asırda Banbu kabileleri bölgeye girmeye başladılar. On beşinci yüzyılda bugünkü Fort Victoria şehri yakınında Zimbabve veya Büyük Zimbabve olarak bilinen yerde bir din ve ticâret merkezi kuruldu. On beşinci asırda Mutota ve Matope yöneticileri doğuda Hint Okyanusuna ve batıda Kalahari Çölüne uzanan bir krallık kurdular. Sonradan bu krallığa Portekiz, Monomotapa krallığı adını verdi.
1505’te Portekiz Mozambik kıyısındaki Sofala’da bir üs kurdu. Buradan iç kesime giden ticâret yolları yapıldı. Portekiz’in Zambezi’nin yukarılarına doğru sokulması Monomotapa Krallığını zayıflattı. Ülke 1830’larda güneyden gelen kavimler tarafından istilâ edildi. Bunlardan en önemlisi esas îtibâriyle günümüzdeki Zimbabve’nin güney kısmında yerleşmiş olan Ndebele idi.
1888’de İngiliz Cecil Rodes, Ndebele şefinden mâden işletme imtiyazı elde etti. Bunun kurduğu İngiliz Güney Afrika Şirketi, 1889’dan 1923’e kadar ülkede siyâsî ve ekonomik kontrolü elinde tuttu. 1923’te GüneyRodezya (bugünkü Zimbabve) politik ve siyâsî iktidarı beyaz bir azınlığa veren bir anayasa altında muhtar bir sömürge olarak İngiltere tarafından ilhak edildi.
1953’te Güney Rodezya ve Kuzey Rodezya (şimdiki Zambia) ve Nyasaland (şimdiki Malawi) Rodezya ve Nyasaland Federasyonunu kurarak birleştiler. Federasyon 1963’te dağıldı. 1964’te Kuzey Rodezya ve Nyasaland beyazların idâresinde bağımsızlıklarını kazandılar.
11 Kasım 1965’te Başbakan İan D. Smith tek taraflı olarak Rodezya’nın bağımsızlığını îlân etti. İngiltere buna karşı çıktı ve BM vâsıtasıyla ekonomik müeyyideler uygulattı. Meselâ Rodezya’ya gemiyle petrol ihrâcına ambargo koyuldu. Bununla berâber bir miktar petrol ve benzin GüneyAfrika’dan ve Mozambik’ten ülkeye girdi. Mayıs 1968’de BM Güvenlik Konseyi ticâret ambargosu koydurttu. Mart 1970’te ülkede cumhûriyet îlân edildi. Aralık 1972’de Afrikalılar beyaz yönetime karşı gerilla savaşı başlattılar. 1978 ortasında altı binin üstünde asker ve sivil öldürüldü. Rodezya birlikleri gerillaları mağlup etti. 1978’de iktidar zenci çoğunluklara devroluncaya kadar kontrol Simith ve üç tanınmış zenci liderin elinde olmak üzere anlaşma imzâlandı.
21 Nisan 1979’da ülkenin herkese oy hakkı tanındığı ilk genel seçimde zencilerin çoğunlukta olduğu parlamento işbaşına geçti. İngiltere’nin Thatcher hükümeti 1979’da Zimbabve ile münâsebetlerini normal hâle getirmek için gayret safretmeye başladı. Zimbabve nihâyet 18 Nisan 1980’de tam bağımsızlığına kavuştu. Yapılan seçimleri büyük bir çoğunlukla Mugabe kazandı. Günümüzde de devlet başkanı olan Mugabe, çeşitli kargaşalıklara rağmen yönetimde kalmayı başardı (1993).
Fizikî Yapı
Zimbabve doğu sınırında dağlarla yükselen, diğer sınırlarda alçalan yüksek bir yayla üzerindedir. Yaklaşık ülke topraklarının dörtte biri deniz seviyesinden 1200-1500 m yüksektir. Arâzi, doğu sınırı boyunca bulunan İnyanga Dağlarında 2600 m’yi aşarak en yüksek rakıma ulaşır. Arâzi kuzeybatıda Zambezi Nehrine ve Kariba Gölüne doğru yavaş yavaş alçalır. Bu nehir vâdisinde yükseklikler 200 m ile 600 m arasında değişir. Yukarı Zambezi’deki Victoria şelâlelerinin genişliği 1,6 km’yi aşar ve ana çağlayan 108 m yükseklikten dökülür.
İklim
Zimbabve’de subtropikal bir iklim hüküm sürer. Yağışlı ılık mevsim Kasım’dan Mart’a kadar sürer ve soğuk kurak mevsim Mayıs’tan Ağustos’a kadar devam eder. Aradaki aylar geçiş aylarıdır. Yükseklik sıcaklığa tesir eder. Soğuk mevsimin Temmuz ayında değişik yüksekliklerde sıcaklık ortalaması 11° ilâ 18°C arasında, sıcak ay olan Ekim’de 20° ilâ 31°C arasında değişir. Yaylalarda yağış ortalamaları 650 ilâ 750 mm arasındadır. Yağış doğudaki dağlarda daha yüksek, güneydeki Limpopo ve Sabi vâdilerinde daha azdır.
Tabiî Kaynaklar
Güneybatıda bitki örtüsünü bodur çalılıklar ve dikenler, doğuda ise yapraklarını dökmeyen ağaçlar meydana getirir. Ülkenin belli başlı yeraltı zenginlikleri krom, altın, nikel, asbestos, bakır, demir ve mâden kömürüdür.
Nüfus ve Sosyal Hayat
9.870.000 nüfûsa sâhip olan Zimbabve’de, halkın % 20’si şehirlerde, kalanı köylerde yaşar. En önemli nüfus merkezleri 863.000 nüfuslu başşehir Harare ve 495.000 nüfuslu Bulawayo’dur.
Zimbabve nüfûsunun % 96’dan fazlasını zenciler meydana getirir. Zenciler Bantu dillerini konuşan iki büyük ana gruba ayrılırlar. Bunlar Ndebele (zencilerin % 16’sı) ve Shona (zencilerin % 80’i)’dır. Nüfûsun % 3’ü Avrupalı, % 1’i kadarı da Asyalı ve değişik ırklardandır. İngiliz asıllı olan beyazların çoğu Protestandır. Zencilerin çoğu ise Putperesttir.
Beyazlar arasında okuma-yazma oranı % 100’dür. Genel okuma-yazma oranı ise % 45’tir. Resmî dil İngilizcedir. Halkın çoğu Shona ve Ndebele dillerini konuşur.
Siyâsî Hayat
Zimbabve Cumhûriyetlerinde Parlamento Senato ve Temsilciler meclisinden meydana gelir. Senato 40 Millet Meclisi ise 100 üyelidir. Senatonun 10, meclisin 20 üyesi devlet başkanı tarafından seçilir. Ülke 8 eyâlete ayrılmıştır. Zimbabve 1980’den îtibâren Birleşmiş Milletlere üyedir.
Ekonomi
Zimbabve ekonomisi çeşitlilik arz eder. Tarım, mâdencilik ve îmâlât sektörlerinin hepsi önemlidir. Çalışan nüfûsun % 35’i tarımla, % 30’u sanâyi ve ticâretle, % 20’si hizmetlerle, % 15’i hükümet işleriyle uğraşır.
Ülkenin belli başlı tarım ürünleri tütün, şeker, pamuk, mısır ve buğdaydır. Giyim, kimyâ sanâyileri ve hafif endüstri gelişmiştir. Îmâlât için gerekli enerjinin çoğu Kariba Hidroelektrik Santralinde üretilir.
Ticârî münâsebetlerde bulunduğu ülkelerin başlıcaları GüneyAfrika, İngiltere, ABD ve Birleşik Almanya’dır.
Alm. İllegaier Geschlechtsverkenr, Fhebrruch (m), Fornication (f), Fr. Adultére (m), İng. Fornication, adultery. Dînen ve kânûnen cezâyı gerektiren, meşrû olmayan cinsî münâsebet. Aralarında bir nikâh bağı bulunmayan mükellef yâni cezâî ehliyete sâhip bir erkekle bir kadın arasındaki gayri meşrû ilişki.
Bugünkü Türk hukûkunda zinâ: Medenî Hukuk yönünden bir boşanma sebebidir. Medeni Kânunun 139/1 maddesi hükmüne göre: “Karı kocadan herbiri, diğerinin zinâ etmesi sebebiyle boşanma dâvâsında bulunabilir.” Zinâ mutlak boşanma sebeplerindendir. Hâkim, bu konuda ayrıca evlilik birliğinin temelden çökmediğini araştırarak ve takdir hakkını kullanarak karar veremez.
Türk Cezâ Kânunu’nda zinâ fiili suç teşkil etmektedir. Zinâya verilen cezâ altı aydan üç seneye kadar hapistir. Cezâ Kânunu’nun 440. maddesine göre: “Zinâ eden kadın hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı tertip olunur. Karının evli olduğunu bilerek bu fiilde ortak olan kimse hakkında da aynı cezâ hükmolunur.” 441. maddede: “Karısı ile birlikte ikâmet etmekte olduğu evde yâhut herkesçe bilinecek sûrette başka yerde karı koca gibi geçinmek için başkası ile evli olmayan bir kadını tutmakta olan koca hakkında altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı hükmolunur. Erkeğin evli olduğunu bilerek bu fiilde şerik (ortak) olan kadın hakkında da aynı cezâ verilir” hükmü vardır. Cezâ Kânunu’nun 416’ncı maddesinin son fıkrası hükmüne göre; “Reşit olmayan bir kimse ile rızâsı ile cinsî münâsebette bulunanlar fiil daha ağır cezâyı gerektirmediği taktirde, altı aydan üç seneye kadar hapis cezâsı ile cezâlandırılır.”
İslâm hukûkunda zinâ: Zinâ bütün dinlerde yasak edilmiş olup, çirkin bir fiildir. İnsanlara zarar verir. Cemiyetin ahlâkî ve âile düzenini yıkar. Hayâ, utanma ve iffet duyguları zedelenir. Akrabâlar ve arkadaşlar arasında işlenen zinâ fiili, dostlukların yıkılmasına, sevgi bağlarının kopmasına sebep olur. Nesebin, soyun bozulması, zinânın yayılması ile olur. Zinânın haram ve suç olduğunu Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde çeşitli âyetlerinde beyan etmektedir. İsrâ sûresinde; “Zinâya yaklaşmayın, çünkü o, şüphesiz bir hayâsızlıktır, kötü bir yoldur.” buyurdu. Nûr sûresinde; “Zinâ eden kadın ve erkekten herbirine yüz sopa vurunuz” buyuruyor. Yine aynı sûrede; “Mümin erkeklere söyle! Yabancı kadınlara bakmasınlar ve zinâ etmesinler! Ve mümin kadınlara söyle! Onlar da yabancı erkeklere bakmasınlar ve zinâ etmesinler!” buyrulmaktadır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Zinânın dünyâda üç fenâlığı vardır: Biri, güzelliği ve parlaklığı giderir. İkincisi, fakirliğe sebep olur. Üçüncüsü, ömrün kısalmasına sebep olur. Âhiretteki üç zararına gelince, Allahü teâlânın gazâbına sebep olur. İkincisi suâlin, hesâbın fenâ geçmesine sebep olur. Üçüncüsü, Cehennem ateşinde azap çekmeye sebep olur.”
Resûlullah zamânında ve daha sonra İslâm Hukuku’nun tatbik edildiği ülkelerde, evlinin zinâ etmesi hâlinde verilen had cezâsı recm şeklinde olmuştur. Recm, evli olan Müslüman erkek ve kadının (boşanmış dul olsalar bile) bir meydanda ölünceye kadar taşlanmasıdır. Recm gibi ağır bir cezâyı gerektiren zinâ suçunun ispatı, İslâm Cezâ Hukûku’nda ileri derecede sınırlandırılmıştır: Recm cezâsı için dört erkek şâhidin birlikte ve zinâ halinde gördük demeleri veya kadın ve erkeğin dört kerre îtiraf etmeleri gerekir. Recm, bu sebeple ender sayılacak olaylarda uygulanmıştır. Cezânın ağırlığı ölçüsünde suçun ispatı üzerinde hassâsiyet gösterilmesi, İslâm Cezâ Hukûku’nun üstün hoşgörüşünün ve ince ihtiyatının ulvî bir ifâdesidir.
Evli olmayan kimsenin had cezâsı ise yüz sopa vurmaktır.
İslâm Hukûku’nda zinâ fiiline cezâ verilmesi için gerekli kânûnî unsurlar şunlardır: 1) Fâilde cezâî ehliyet olmalıdır. Fâilin akıl hastası veya çocuk olmaması ve mümeyyiz (temyiz kudretine sâhip) olması gerekir. 2) Kasıt bulunmalıdır. Fiil bilerek ve isteyerek yapılmalıdır. Korkutma ile veya cebirle cimâ edenin fiiline zinâ suçu vasfı verilerek cezâlandırılamaz. Hatâ hâlinde de had cezâsı verilmez.
Alm. Kette, Fr. Chaines, İng. Chains. Birbirine geçmiş metal halkalardan meydana gelen bağlama ve hareket iletim elemanı. Zincirler çok değişik biçimlerde yapılan halka ve baklalardan meydana gelir. Şekilleri ve kullanma yerlerine göre bağlama, güç ve hareket iletim elemanı olarak ikiye ayrılabilirler. Kablolar gibi bağlama gâyesiyle kullanılan zincirlerde birbiri içine geçirilen halkalar her iki yöne bükülebilirler. Kablolardan daha kuvvetli ve uzun ömürlü olmaları sebebiyle mâdencilik, metalurji, gemicilik gibi ağır çalışma şartlarında tercih edilirler. Güç ve hareket iletim gâyesiyle kullanılan transmisyon zincirleri, birbirlerine mafsallı olarak bağlanan birçok rijit elemandan hâsıl olan bir sistem meydana getirir. Bunlarda bağlantı mafsalları yalnız bir düzlem içinde bükülebilir. Üzerlerine geçirildikleri karşılıklı iki dişli çark (zincir dişlisi) arasında güç ve hareket iletirler.
Bağlama elemanı olarak kullanılan halkalı zincirler çok eski târihlerden beri kullanılmaktadırlar. En eski kullanımı M.Ö. 2500’de Mezopotamya’da Ur şehrinde ve daha sonra da Mısırlılarda görülmektedir. Asurlular M.Ö. 8. yüzyılda S şeklinde bağlantıları olan dökme bronz zincirler kullandılar. Roma İmparatorluğunda bronz zincirler gemilerin bağlanmasında ve ev eşyası olarak kullanıldı. Köle ve mahkumlar zincirlenerek bağlanırlardı. Ortaçağlarda ve rönesansta zincirler, halatların zorlama altında kopmaları sebebiyle ziraat, inşaat, taşıma gibi birçok alanda gittikçe artan bir şekilde kullanıldı.
Günümüzde daha çok ağır çalışma şartlarının olduğu birçok yerde kullanılırlar. Halkaların şekline bağlı olarak başlıca halkalar, bağlantılı, bağlantısız, halkalı olmak üzere üç çeşittir. Halkaları ortadan bağlantılı zincirlerde, bağlantı halkaları kuvvetlendirdiği ve ağırlaştırıp sallanmalarını azalttığı için daha çok gemi zincirlerinde kullanılırlar. Diğer bağlantısız halkalı zincirler kaldırma, çekme, bağlama ve diğer hallerde kullanılırlar. Halkalı zincirlerin ceraskallardaki gibi zincir dişlileriyle tahrik edilen hassas kalibreli tipleri de vardır.
Bağlama zincirleri değişik metallerden ve alaşımlardan yapılırlar. Çubuktan kesilip, bükülüp elektrik kaynağında kaynak edilerek îmâl edilirler. Dövme çelik büyük zincirler ise elle îmâl edilirler. Bu halde çubuk metalden belli uzunlukta kesilen her halka kenar uçları düzeltildikten ve U şeklinde büküldükten sonra ocakta ısıtılıp diğer halkaya geçirilip çekiçle birleştirilir.
Karşılıklı millere bağlı iki dişli çark etrafına geçirilip güç ve hareket ileten zincirlere, bunların iki uçlarının bitişik olması sebebiyle sonsuz zincirler denir. Bu tür zincirler yardımıyla oldukça uzak mesâfelere (8 m’ye kadar) güç ve hareket iletilebilir. İyi bir verime (% 96) sâhiptirler. Bir milden aynı anda birkaç mile hareket iletebilirler. Çeşitli ortamlarda (sıcaklık, pislik, toz, rutûbet) iyi bir çalışma kâbiliyeti gösterirler. Kayış-Kasnak mekanizması aksine hareketi kaymasız iletebilirler. Bunlarda çevrim oranı hassas olarak sağlanabilir. Hareket ileten millerin devir sayılarının oranı olan çevrim oranı, zincir dişlilerin diş sayıları ile ters orantılıdır. Bu mekanizmanın mahzurları ise ağır ve pahalı olması, gürültülü çalışması, iyi bir bakım gerektirmesidir.
Genellikle güç ve hareket iletiminde kullanılan bu tip zincirlerin kesici baklaları olan diğer bir türü de orman sanâyinde, ağaç kesme ve işlemesinde kullanılır ve kesici zincir adını alır. Güç ve hareket iletiminde kullanılan zincirlerin rulolu manşonlu, burçlu, dişli ve menteşeli olmak üzere dört ayrı tipi vardır.
Bisikletlerin tahrikinde de kullanılan rulolu manşonlu zincirlerde iki sıra hâlindeki baklalar birbirlerine aralarındaki pim ve burçlardan meydana gelen mafsallarla bağlanmışlardır. Ayrıca burçların üzerine yüzeyi sertleştirilmiş rulolar geçirilerek zincir dişlilerine temasta olabilecek aşınma önlenmek istenmiştir. Tek, iki veya üç sıralı olabilirler. Bu zincirlerin diğer bir şekli de kademeli rulolu manşonlu zincirlerdir. Daha büyük bir esnekliğe sâhip bu zincirler oldukça ağır şartlar altında kullanılabilmektedir.
Burçlu zincirlerde burçlar üzerinde rulolar yoktur. Daha hafif olan bu zincirler burç yüzeyleri aşındığından ancak küçük güç ve hızlarda iyi bir yağlama ile kullanılırlar. Dişli zincirlerde zinciri meydana getiren baklaların alt kısmı diş şeklindedir. Baklalar birbirine pimler vâsıtasıyla bağlanmışlardır. Yüksek hızlarda gürültüsüz çalışabilirler. Yapıları diğerlerine göre daha karışık olduğundan daha dikkatli bakım isterler. Baklaların temas yüzeyleri sertleştirilir.
Menteşeli zincirlerde baklalar döküm yoluyla elde edilir. Baklaları birbirlerine pimle bağlanan bu zincirler küçük güçlerde ve düşük hızlarda kullanılırlar. Rulolu manşonlu ve burçlu zincirlerin dişli çarkları diş aralarında rulo veya burçların oturacağı şekilde yuvarlatılmıştır. Dişler burç ve ruloların arasına girerek onları kavrarlar. Dişli zincirlerde ise baklaların alt kısımlarındaki dişler çarkın diş aralarına geçerek hareket iletirler. Bu zincirler üzerlerindeki tek sıra kılavuz baklalarının dişli üzerindeki kanala geçmesiyle kılavuzlanırlar.
Zincir mekanizmaları çok iyi bir yağlama ile maksimum çalışma kapasitesine ulaşabilirler. Elle, damlalıkla, banyolu ve püskürtmeli olarak yağlanabilirler. Banyoluda dişlilerden biri çok az yağ banyosuna girdiğinden zincir buradan geçerken yağlanır. Püskürtmeli yağlamada yağ bir memeden basınçla zincir üzerine püskürtülerek yağlama sağlanır.