ZEKÂ

Alm. Intelligenz, Klugheit (f), Fr. Intelligence, İng. Intelligence. En geniş mânâsıyle bir genel zihin gücü. Psikolog Terman’a göre, zekâ “mücerret (soyut) düşünme yeteneği”dir. Davis, zekâyı, “edinilen bilgilerden faydalanarak meseleleri halletme kâbiliyeti” olarak açıklar. Stern ise, “yeni karşılaşılan hallerin gereklerini, düşünme yeteneğinden faydalanarak karşılayabilme, yeni hayat şartlarına uyabilme gücü” olarak görür. Bergson’un klâsik târifine göre zekâ, “evvelce elde edilmiş tecrübe ve bilgilerden istifâde ederek bugünkü hayat meselelerini çözmek ve hayat şartlarına uymak kâbiliyeti”dir. Hinsie ise zekâyı, üç ana gruba ayırarak târif etmektedir. Bu müellife göre, abstre (mücerret, soyut) fikir ve sembolleri anlama ve kullanma kâbiliyeti teorik zekâyı; muhtelif makina ve âletleri anlama, çalıştırma ve keşfetme kâbiliyeti mekanik zekâyı, insânî münâsebet ve ictimâî hâdiselerle ilgili durumlarda akıllı ve mantıkî bir şekilde hareket etmek kâbiliyeti ise sosyal zekâyı teşkil etmektedir.

Zekâ, akılla karıştırılmamalıdır. Zekâ, bir meleke, bir alışkanlıktır. Bu kuvvet yardımı ile insan, bilinen şeylerden bilinmeyenleri çıkarır. Delilleri toplayarak aranılan şeyleri bulur. Zekâ, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları bulmak, benzeyiş ve ayrılışları anlamaktır. Akıl anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratılmıştır. İsviçreli Clapare de zekâyı, “yeni icap ve vaziyetlere, zihnin en iyi şekilde uyması”dır diye anlatmıştır. Yâni muhite uymayı sağlayan bir kuvvettir. Tek hücreli hayvanlar, muhitin yalnız tesir etmesi ile hal değiştirerek bu tepkiye uyar. Daha ileri olan eklembacaklılarda, tepkilere sevkitabiî (içgüdü)ler de katılır. Kemikli hayvanlarda, bu iki kuvvete alışkanlık da karışır. En yüksek hayvanlarda ve insanlarda ise, muhite uymak için yeni bir faaliyet, bir davranış ortaya çıkar ki, bu da zekâdır.

Bergson diyor ki: “Her asrın geri kalmış kısımları, tabiate uymak, hayvanlar ve kendileri arasında münâsebet kurmak için âletler yapmıştır. Bu aletler, zekâ ile yapılmıştır.” Alet yapmak, teknikte yükselmek akla değil, zekâya alâmettir. Zekâ, içgüdüden yukarı, akıldan aşağı, bir şuur basamağıdır. Aklın tatbikçisi gibi olan zekâ, akıldan önce teşekkül etmektedir. Akıllı kişiler, teorik yollar ve kâideler ortaya koyar. Zeki kimse, bunların pratiğe tatbikini sağlar. Zekâ düşünebilme kuvvetidir. Fakat, düşüncelerin doğru olması için, akıl lâzımdır. Zeki insan düşüncelerinin doğru olabilmesi için bir takım prensiplere muhtaçtır. Bu prensipleri idâre eden akıldır.

Her zeki kimseyi akıllı sanmak doğru değildir. Zeki bir kimse, büyük bir kumandan olabilir. Akıllı kimselerden öğrendiği usûlleri, yeni harp vaziyetlerine uydurarak, kıtaları fethedebilir. Fakat aklı az ise, bir hatâ ile, başarıları felâkete döner. Meselâ Napolyon’un zekâ saçan askerî plânları, zaferleri ve akılsız hareketlerinin sonu olan felâketleri meydandadır. Üçüncü Selim Han zamânında, Napolyon’un, Suriye’de, İslâm askerleri karşısında bozguna uğrayarak nasıl kaçtığı târihlerde yazılıdır. Bir arslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu arslan öteki arslanlardan, on bin kat daha çok korkunç olurdu.

Zekâ, yeni doğmuş bir çocukta potansiyel olarak vardır, zamanla olgunlaşır. Fikrî gelişimin en hızlı olduğu zaman onuncu yaşa kadar olan dönemdir. Zekânın gelişmesi, beynin ve sinir sisteminin olgunlaşmasına dayanır.

Normal olarak, zekâ, doğuştan îtibâren şahsın olgunluğa erdiği 15-25 yaşlara kadar devamlı olarak artmaktadır. Fizikî ve bedenî büyüme ve gelişmede de olduğu gibi, zekâdaki gelişmenin ilk beş senesinde çok süratli olmasına mukâbil, 10-16 yaşlarda gitgide yavaşlamakta ve 15-20 yaşından sonra tamâmiyle durmaktadır. 20 yaşına kadar gelişen zekâ, ondan sonra 7-8 senelik bir duraklamayı tâkiben hızla zayıflamakta ve düşmektedir.

Zekânın ölçülmesi: Zekâ birtakım testler aracılığıyla ölçülebilir. Bu gâyeyle birçok test geliştirilmiştir. Târihte bilinen ilk zekâ testi Osmanlı Devletinde uygulanmıştır. O zaman saraya bağlı olan Enderun adlı mektebe, Müslüman ve gayri müslim çocukları bir çeşit zekâ testiyle seçilerek alınırlardı. Enderun, idâreci ve devlet adamı yetiştirirdi (Bkz. Enderun). Batıda kullanılan ilk zekâ testini bir Fransız psikologu olan Alfred Binet ve Dr. Theodor Simon yapmıştır. “Binet-Simon Testi” adı altında 1905 yılında yayınlanan bu test, Paris ilkokullarında başarısız kalan öğrenciler arasında zekâca geri olanlarla zekâca normal olup, olumsuz çevre faktörlerinden dolayı başarısız kalanları ayırt etmek gâyesiyle meydana getirilmiştir.

Zekâ testleri muhtelif yaşlardaki çocukların normal olarak (yâni % 50’sinin) yapabilecekleri işlerden, çözebilecekleri problemlerden ve cevaplandırabilecekleri sorulardan meydana getirilmiştir. Bu tipik sorular, problemler ve işler, etraflı incelemelerden sonra tespit edilmiştir.

Binet-Simon Testi son yıllarda revizyondan geçirilerek Stanford-Binet Testleri adı altında hâlen çocuklarda geniş ölçüde kullanılmaktadır. 8 yaşındaki bir çocuğa kendi yaşından iki yıl öncesine âit olandan başlanarak testler uygulanır. Çocuk bunları bildiği gibi, 8 yaşına âit problemleri de çözebilir, daha ileri yaşlara âit olanları yapamazsa normal zekâlı sayılırlar. Böyle bir çocuğun doğum yaşı gibi zekâ yaşı da sekizdir. Şâyet 8 yaşındaki bir çocuk kendi doğum yaşının problemlerini çözemeyip, ancak 7 yaş seviyesine kadar olan problemleri halledebiliyorsa zekâ yaşı 7 olarak kabul edilir. Dokuzuncu yaşa kadar olan problemleri çözüyorsa, 9 zekâ yaşında sayılır. Buna göre çocuğun zekâ yaşı, doğum yaşından üstün veya düşük oluşuna göre zekâsının üstün veya düşük olduğu anlaşılır.

Zekâ yaşının doğum yaşına bölünmesiyle zekâ derecesi tespit edilir. Kesirden kurtarılması için 100 ile çarpılarak elde edilen rakama “zekâ bölümü” (IQ) adı verilir. Yâni: 

                                Zekâ Yaşı

Zekâ Bölümü (IQ)= ¾¾¾¾¾¾¾¾¾¾

                           Doğum Yaşı x 100 

İnsanları zekâ derecelerine göre düşükten yükseğe doğru sıralarsak, normal dağılma eğrisi (çan eğrisi) elde edilir.

Zekâ bölümlerinin (IQ) mânâları şunlardır:

IQ      0- 25 arası “ağır gerilik” (idio)

IQ      26-50 arası “orta gerilik” (embesil)

IQ      51-75 arası “hafif gerilik” (debil)

IQ      76-90 arası “sınır zekâlılar”

IQ      91-110 arası “normal zekâ”

IQ      111-125 arası “ileri zekâ”

IQ      126-140 arası “üstün zekâ”

IQ      140-155 arası “çok üstün zekâ”

IQ      156-ve üzeri “dehâ” 

Üstün zekâlılık: 1000 rastgele çocuk alınırsa, ancak 10 tânesinin bölümü 140 ve biraz üzerinde olur. 160 ve 160’ın üzerinde olanların oranı ise binde birden bile azdır. Bir bakıma yeryüzündeki tekniğin bulucuları ve taşıyıcıları bu zekâlardır. Üstün zekâlı çocuklar üzerinde yapılan geniş araştırmalar, bunların özellikleri hakkında bize şu bilgileri vermektedir: Her şeyden önce, bu çocuklar vücut sağlığı bakımından normalden üstün bulunmaktadırlar. Öyle ki, doğdukları zamanki boy ve ağırlık ölçüleri normalin üstündedir. Bebeklik devresinde daha az hastalık geçirmekte ve öteki bebeklerden daha fazla uyumaktadırlar. Bu çocuklar erken diş çıkarmakta, erken yürümekte ve erken konuşmaktadırlar. Okulda çabuk ilerleme göstermekte ve teorik konulara daha fazla ilgi duymaktadırlar. Genel olarak el mahâretini gerektiren konulara, beden eğitimi ve resim derslerine fazla ilgi göstermemektedirler. Vakit geçirmek için yaptıkları faaliyetlerde okuma büyük yer almaktadır. Oyun oynarken kendilerinden büyük arkadaşları tercih etmektedirler. Ergenlik çağına akranlarından daha erken girmektedirler.

Şurası da muhakkaktır ki, sâdece üstün zekâya sâhip olmak her şey demek değildir. Çok zeki oldukları halde hayatlarını cezâevlerinde geçiren kimseler de çoktur (Bkz. Psikopati). Zekânın üstünde akıl dediğimiz kuvvet vardır ve zekânın iyi yönde kullanılması önemlidir. Dînî ve ahlâkî terbiye, çevre şartları ve hayat tecrübeleri zeki doğmuş olmanın yanısıra büyük ehemmiyet taşır. Öte yandan, okulda ve okul sonrası yaşayışta elde edilen başarılar tabiî ki, alınan eğitimle de ilgilidir. Eğitim ancak mevcut olan bir kâbiliyeti geliştirir.

Üstün zekâlı çocuklar yalnız kendileri, âileleri veya memleketleri için değil, bir bakıma bütün dünyâ için önem taşımaktadırlar. Çünkü, özellikle ilim dallarında onları bekleyen çözülmemiş problemlerin cevapları; yapılacak keşifler, bulunacak ilâçlar bütün insanlığın malı olacaktır.

Zekâ geriliği: Çocukluk çağlarının en sık görülen rûhî şikâyet konusu, zekâ geriliğidir. Dünyâ Sağlık Teşkilâtı bunu, “zihin kâbiliyetlerinin eksik veya yetersiz gelişmesi” diye târif etmektedir.

Zekâ geriliğinin sebepleri:

1. İrsî (soyaçekim) zekâ gerilikleri: Hafif derecedeki zekâ geriliklerinin büyük bir kısmını bu grup meydana getirir. Anne ve babanın geri zekalı olması hâlinde çocuk da geri zekâlı olabilecektir. Alkolizm, toksikomani, aşırı yaşlılık buna etken olabilir.

2. Gebelik sırasında annenin ve bebeğin karşılaştığı tehlikeler, önemli birer sebep sayılabilir: Çocuğu düşürme denemeleri, özellikle hâmileliğin ilk üç ayında annenin kızamıkçık, çiçek, toksopalsmosis, kabakulak, kızamık, çocuk felci, su çiçeği, mikrobik sarılık, grip, boğmaca, tifüs, kızıl, sıtma geçirmesi gibi. Bu hastalıklardan birine yakalanan kadının, doğacak çocuğunun muhakkak geri zekâlı olması söz konusu değildir. Gebelikte röntgen çektirme, sigara ve alkol kullanma yine zekâ geriliğine sebep olabilir.

3. Doğum sırasında çocuğun beyninin zedelenmesi, beynin oksijensiz kalması yine önemli sebeplerdendir.

4. Dört-beş yaşına kadar beyin ve sinir sistemi hızlı bir olgunlaşma (tekâmül) hâlindedir. Bu olgunlaşmayı engelleyen sebepler (enfeksiyonlar, kafa travmaları ve zehirlenmeler), zekâ gelişiminin duraklamasına veya aksamasına yol açabilirler. Beynin, daha çok virüs adı verilen mikroplarla ortaya çıkan, ansefalit dediğimiz iltihâbî hastalığında hayâtî tehlikeleri olabilir. Hastalığı atlatanların bir çoğunda zekâ geriliği görülür. Küçük yaşlardaki boğmaca diğer bir sebeptir. Menenjit, ciddî kafa darbeleri, ağır orta kulak iltihapları, beyni etkileyen zehirlenmeler zekâ geriliğine yol açabilirler.

5. Beynin gelişmesini doğuştan veya erken çocukluk çağında engelleyen mühim sebeplerden biri de kafatasının yapı anormallikleridir. Mikrosefali (küçük beyin) bunun tipik örneğidir. Kafa içi sıvılarının basınç artması sonucu başın büyümesi ve gelişmekte olan beynin sıkışması şeklinde meydana gelen, hidrosefali denen hastalıkta zekâ geriliği oldukça sıktır. Bütün bunların dışında, kromozom anormallikleri yine irsî (soyaçekim) bir başka zekâ geriliği sebebidir. Mongolismus denen, Moğol ırkını andıran çocuklar, geri zekâlıların önemli bir kısmını meydana getirirler. Zekâları hafif veya orta derecede geridir. Normalde 46 olan kromozom sayısı 1 artarak 47 olmuştur. Daha çok ileri yaşlarda doğum yapan annelerin çocukları arasında da rastlanır.

Zekâ geriliğinin sıralanması: Zekâ gerilikleri, zekâ bölümlerine göre şu şekilde sıralanır:

IQ’su 0-25 olanlar ağır geridir (idio): Bütün zekâ faaliyetleri hemen hemen yok gibidir. Buna ilâveten birtakım bedenî gelişme kusurları da vardır. Kurumlarca korunması gerekir. Bâzı basit alışkanlıkları bile kazandırmak mümkün değildir. Bâzıları birkaç cümleyle konuşma öğrenebilir. Büyük kısmı konuşmaz. Çoğu tuvalet, beslenme alışkanlıkları kazanamaz. Büyük bir kısmında yürüme bile gelişemez. Çoğu erken yaşta ölür.

IQ’su 26-50 arası olanlar orta geridir (embesil): Normal bir çocuğun kâbiliyetinin yaklaşık en fazla yarısı kadar kâbiliyeti gelişeceğinden, konuşmaları ve sosyal intibakları daha sınırlı ve geç olacaktır. Çok az bir kısmı 10-12 yaşından sonra basit okuma yazma öğrenebilir. Kelime hazineleri kıttır. Günlük yaşantıları için gerekli olan basit uyum ve alışkanlıkları kazanabilirler. Fazla sorumluluk taşımayan basit el zanaatlerinde veya tarla-bahçe işlerinde 13-14 yaşından îtibâren çırak niteliğinde çalıştırılırlarsa, işe uyum sağlayabilirler. Esâsen en doğru yol da budur. Çevrelerince geri oldukları kolayca fark edildiklerinden, alay konusu edilmemeleri, bilakis korunmaları, desteklenmeleri gerekir.

IQ’su 51-75 arası olanlar hafif geridir (debil): Zorlukla da olsa ilkokul öğretimine başlayabilirler, bir kısmı okulu bitirebilir, bir kısmı ise okula hiç devam edemez. Bu seviyedeki gerilerin kendine mahsus, hafif ve yavaş ilerleyen eğitim programı çerçevesinde, özel alt sınıflarda eğitim görmeleri gereklidir. Büyük şehirlerimizin bâzı ilkokullarında böyle sınıflar vardır. Bu çocuklarda dikkat, muhâkeme, hâfıza, irâde zayıf gelişir. Fikir üretimi kıttır. Heyecanları değişken olup, telkine kolayca yatkın olduklarından gençlik ve yetişkinlik yaşlarında kolayca suça yönelebilirler, şaka kaldırmazlar. Geri oldukları kolayca fark edilemez, uyumsuzlukları terbiyesizlik sayılabilir. Yetişkin çağa vardıklarında 11-12 yaşındaki bir çocuğun zekâsına sâhip olabilirler.

IQ’su 76-90 arası olanlar sınır zekâlıdırlar: Normalle geri arasındaki kişilerdir.

Zekâ geriliğinin oranları: Bu bölümlenmeye göre, zekâ bölümü (IQ) 75’ten aşağı olan çocuklar geri zekâlı sayılır. Bunların çocuk kesimindeki oranı % 3 dolayındadır. Sınır zekâlılar ise % 10-15 arasındadır. Zekâ bölümü 90’ın üstünde olanlar normal zekâlılardır. Bütün geri zekâlıların yaklaşık % 75’i hafif, % 20’si orta, % 5’i ağır gerilerdir.

Zekâ geriliğinde tedâvi: Şâyet bir çocukta zekâ geriliği ortaya çıkmışsa, bunun giderilerek tedâvisi mümkün değildir. Burada esas tedâvi, mevcut zekâ kâbiliyeti ile en yüksek verimde, çocuğun aktivitesini ve topluma uyumunu sağlayabilmek, mümkün olan seviyede öğretimini sürdürebilmektir. Yâni eğitimini yapmaktır. Psikomotor eğitim (yürüme, denge, koşma hareketleri, ince el becerileri) önceleri önemlidir. Konuşma eğitimi özel bir yer tutar. Ayrıca günlük hayatta gerekli olan bilgiler ve alışkanlıkların (beslenme, tuvalet, tehlikelerden sakınma gibi) kazandırılması gerekir. Bu uygulamalarda müsbet davranış ve fiilleri teşvik, tasdik etme ve mükâfatlandırma, daha sonra da tekrarlayarak pekiştirme başlıca prensiptir. Menfi davranışlar engellenmeli ve doğrusu öğretilmelidir. Âile ile de işbirliği yapılarak, evdeki yaşayışın da tedâvinin paralelinde tesirini sağlamak gereklidir.

Zekâ testleri: Zekâ testlerinden sık kullanılanlardan bâzıları şunlardır:

Cattell Zekâ Testi: Kültürden arınmış bir testtir. Bütün toplumlara uygulanabilir. Üç çeşidi vardır: Birincisi 4-8 yaş arasındaki çocuklar ve debiller (hafif zekâ gerisi olanlar) için; ikincisi 8-12 yaş arası çocuklar ve bütün yetişkinler için; üçüncüsü yüksek seviyedeki genç ve yetişkinler için hazırlanmıştır. Sorulan soruların belli bir zaman içinde cevaplanması istenir.

Alexander Pratik Zekâ Testi: Bu testle ilkokulu bitiren çocukların teknik kâbiliyetlerini ölçmek ve onları daha ileri sınıflara (özellikle sanat okullarına) yöneltmek maksadıyla hazırlanmıştır. Test aynı zamanda özel sınıflarda okutulması icab eden çocukların tespitinde çok işe yaramaktadır. Testte tahta kutulardan, boyalı küplerden çeşitli problemler çözülmesi istenir.

Porteus Labiret Testi: Zekâ fonksiyonunun özel bir şeklini ölçer. Meselâ, bâzı vaziyetlerde temkinli davranmak, ileriyi görmek, çeşitli engellerden kendini korumak gibi. Bu test bilhassa bir insanın bugünkü hayâtındaki davranışlarda gösterdiği kâbiliyeti tespit eder.

Binet-Terman Testi: Sözlü bir testtir. Okul, âile bilgisine ve kültürüne dayanır. Binet-Terman testinden bâzı örnekler:

Yaş 4:

1) Anlayış: “Ne yaparsın?”

-Uyku gelince

-Üşüyünce

-Acıktığın zaman

2) Dört rakamı ezberden tekrarlamak:

-4-3-7-9

-4-8-5-6

-9-1-5-7

Yaş 7:

1) Farklarını söylemek:

-Sinekle kelebek

-Taşla yumurta

-Tahtayla cam

Yaş 10:

1) Saçma cümleler: “Burada saçma olan nedir?”

a) Adamın biri diyor ki: “Öyle bir yol biliyorum ki, evimden şehre doğru yokuş aşağı, şehirden evime doğru da yokuş aşağı.”

b) Dün polisler vücûdu parçalara ayrılmış bir ceset buldular. Bu şahsın kendini öldürdüğü zannediliyor.

c) Bir mühendis diyor ki: “Trende ne kadar çok vagon varsa tren o kadar çabuk gider.”

d) Dün bir tren kazâsı oldu, fakat çok önemli değil, yalnız 48 kişinin öldüğü söyleniyor.

Yaş 12:

1) Benzeyişleri kavramak: “3 şey nasıl birbirine benzer?”

a) Yılan, inek, serçe

b) Kitap, öğretmen, gazete

c) Yün, pamuk, deri

d) Bıçak, kuruş, demir tel

e) Gül, patates, ağaç

Binet-Terman zekâ testinin değerlendirmesi ise şöyle olur:

140 ve üstü deha

120-140 yüksek zekâ

95-120 normal zekâ

80-95 orta zekâ

70-80 aşağı zekâ

50-70 debil

20-50 impesil

0-20 idio

ZEKÂ GERİLİKLERİ

Alm. Schwachsinn (m), Fr. Arrierations (f. pl.) mentales, İng. Feeble-mindedness, backwardness. Çeşitli sebeplerden dolayı meydana gelen ve değişik derecelerde olabilen zekâyla ilgili hastalıklar. Zekâ, öğrenme, öğrenilenden faydalanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilmek kâbiliyetidir (Bkz. Zekâ). Zekî insan, öğrendiğini değerlendiren ve yeni durumlara yeni çözümler getirebilen kişidir.

Zekâ geriliği, gelişim dönemlerinden kaynaklanan ve ahenkli davranışlardaki bozulmayla birlikte olan, genel zihnî fonksiyonlarda normalin altında olma hâlidir. Sebebi ne olursa olsun, zekâ geriliği gösteren çocukta en belirgin özellik, konuşmanın başlamamış olması veya çok yavaş gelişmesidir. Beden gelişmesi de yavaştır. Başı dik tutma, emekleme, yüzme, oturma, koşma genellikle geç başlar.

Zekâ geriliği oranının, toplam nüfûsun % 2-3’ü kadar olduğu kabul edilmektedir.

Zekâ gerilikleri şu şekilde tasnif edilebilir:

1. Derin zekâ geriliği: 0-5 yaş arası çocuklar, tam bağımlı çocuklardır. Genellikle kurum ve hastânelerde devamlı bakım ve gözetim altında tutulurlar, pek uzun yaşamadıkları ileri sürülmektedir. 6-20 yaş arasındakiler tek tek kelimelerle sınırlı olarak ihtiyaçlarını anlatabilirler, tuvalet eğitimi ve yeme gibi konularda çok az da olsa eğitilebilirler. 21 yaş üstündekilerde ise bâzı hareket ve konuşma, ses kâbiliyetlerinde ilerleme olabilir. Tuvalet ve yeme alışkanlıklarını sürdürebilirler, özel bakımı gerektirirler.

2. Ağır zekâ geriliği,

3. Orta derecede zekâ geriliği,

4. Hafif derecede zekâ geriliği,

5. Sınırda ve donuk zekâlı normal çocuklar: Ağır öğrenen çocuklar olarak bilinirler. Bunlar için özel eğitim uygulanmamakta, ilkokul eğitimini 1-2 sene geriden tâkip etmektedirler. Bunlar geri zekâlı düzeyde değillerdir, ama yaşıtlarından çok daha geç ve güç öğrenirler. Çabuk kavrayamaz ve öğrendiklerini çabuk unuturlar.

Zekâ testleriyle çocukların zekâ yaşları tespit edilebilmektedir. Şâyet yedi yaşındaki bir çocuk kendi yaşı için hazırlanmış testleri başarırsa, zekâsı yaşına uygundur denir. Şâyet on iki yaş için hazırlanmış testi de başarırsa zekâsı yaşına göre çok üstündür denir.

Zekâ geriliklerinin sebepleri:

1. Doğum öncesi faktörler:

İrsiyet, alkolizm, toksikomani, aşırı yaşlı ana-baba vb.

2. Lipid metabolizmasına bağlı bozukluklar.

3. Karbon hidrat metabolizmasına bağlı bozukluklar.

4. Hormonal bozuklukları: Normal tiroid bezinin az çalışması.

5. Kromozom bozuklukları: Down sendromu (Mongolizm).

6. Gebelik sırasında annenin geçirmiş olduğu enfeksiyon hastalıkları: Frengi, kızamıkçık, çiçek, su çiçeği, toksoplasmosis, kabakulak, kızamık, mikrobik sarılık, grip, boğmaca, sıtma, kızıl vb.

7. Gebelik zehirlenmesi, kontrol altına alınmayan annenin şeker hastalığı, yetersiz beslenme, kontrolsuz ilâç kullanma, sigara, alkol ve benzeri alışkanlıklar.

8. Doğum esnâsında meydana gelen travmalar, bebeğin oksijensiz kalması, kan uyuşmazlığı sonucu meydana gelen öldürücü sarılık (Kernicterus) zekâ geriliklerine yol açabilmektedir.

9. Çocuklarda meydana gelen menenjitler, beyin iltihapları, travmalar, çocuk beyin felci, sara nöbetleri ve zehirlenmeler de zekâ geriliklerine yol açabilmektedir.

10. Sosyal ve moral sebeplerden zekâ geriliği olabilmektedir: Toplumun sosyal şartları, âilenin yapısı ve görgüsü, maddî imkânsızlıklar, eğitimsizlik, beslenme bozuklukları, harp, esâret gibi ağır şartlar vb.

Teşhis: Bebeklik çağında teşhis koymak zor olup, îtina isteyen bir iştir. Anne ve babadan çok iyi bir hikâye alınmalı ve şüpheli kalan her şey sorulmalıdır. Çocuğun dikkatli bir gözlemi ve muâyenesi, zekâ geriliği teşhisini koyma kadar, sebepleri konusunda da aydınlatıcı olmaktadır. Nörolojik belirtilerin görülüş sıklığı ve ciddiyeti, zekâ geriliği konusunda oldukça mühim ipuçları vermektedir. İdrar, kan ve kromozom tetkikleri de teşhiste oldukça faydalı olabilmektedir. İşitme ve konuşmanın değerlendirilmesi, psikiyatrik ve psikolojik muâyene ile çocuğun zekâ yaşının tespiti, teşhisinin diğer unsurlarını teşkil etmektedir.

Çok değişik durumlar zekâ geriliğini taklit edebilir. Özellikle körlük ve sağırlık, yanlışlıkla zekâ geriliği şeklinde değerlendirilir. Konuşma bozuklukları ve çocuk beyin felci, çocuklar normal olduğu halde, sıklıkla zekâ gerisi intibaını verebilmektedir. Bunun için teşhis konurken çok dikkatli olunmalıdır.

Zekâ geriliklerini önleme: Bunun için en önemli husus, zekâ geriliğine yolaçan faktörlerin giderilmesidir. Bunu sağlamanın en etkili yolu da toplumun eğitimidir. Ayrıca, kan uyuşmazlıklarının önceden tespiti gibi konularda genetik, danışma da önemli bir yer tutar.

Hastalıkların erken teşhisi ve uygun tedâvi metodlarıyla, hasar yapmadan kontrol altına alınabilmesi de oldukça mühimdir. Meselâ troid bezinin yeterli çalışmama hâli erkenden tespit edilip tedâvi cihetine gidilince, çocukta meydana gelecek olan zekâ geriliği önlenmektedir.

Tedâvi: Tedâvide gâye; zekâ geriliği gösteren çocukların kapasitelerini, ulaşabilecekleri en üst seviyeye çıkartmak, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek hâle getirmek, âilelerine ve topluma yük olmaktan kurtarmak ve nispeten mutlu bireyler hâline getirmektir.

Tedâvi, hastalığın cinsine göre değişmekle berâber temelde davranış şekillendirilmesi, ana-babadan faydalanma, bakım ve kısımlardan faydalanma, fizikî rehabilitasyon ve birtakım özel eğitimleri ihtivâ etmektedir.

ZEKÂT

İslâmın beş temel şartından dördüncüsü. Zekât vermek, Hicretin ikinci senesinde Ramazan ayında farz oldu. Zekât, malla yapılan bir ibâdettir. Kazancı yerinde ve ihtiyâcından fazla malı olan Müslümanın bunun yüzde iki buçuğunu, yâni kırkta birini senede bir defâ muhtaç olanlara vermesi demektir. Bu farz, varlıklı Müslümanlar için geçerlidir. Kazancı, ancak kendi geçimine yeten kimseler zekât vermez.

Zekât, lügâtta “temizlik, bereket, artma” mânâlarına gelir. Müslümanların mallarını ve canlarını, maddî ve mânevî kirlerden temizleyen, verimsizlikten, hoşnutsuzluklardan koruyan bir ibâdettir. Zekâtını hakkıyla veren bir kimse mutludur. Allahü teâlânın emri olan zekât borcunu yerine getiren zengin, hem Rabbine karşı kulluk yapmış ve hem de insanlara iyilik etmiş olur. Bu ibâdet onu gayretli, çalışkan, sağlam irâdeli bir hâle sokar. Malında, kazancında bereket, evinde, âilesinde huzur, sıhhat ve muhabbet gibi nice üstün hâller görülür.

Malının zekâtını vermeyen zengin, Allahü teâlâya isyân etmiş ve insanlara da kötülük yapmış olur. Böylelerine âhirette çok azap yapacağını Allahü teâlâ haber veriyor. Tevbe sûresi 34. âyetinde meâlen; “Malı, parayı, zekâtını Müslüman fakirlerine vermeyenlere çok acı azâbı müjdele!” buyuruyor. Bu azâbı bundan sonraki âyet-i kerîme şöyle bildiriyor: “Zekâtı verilmeyen mallar, paralar Cehennem ateşinde kızdırılıp, sâhiplerinin alınlarına, böğürlerine, sırtlarına mühür basar gibi bastırılacaktır.” (Bakara sûresi: 43)

Hadîs-i şerîfte buyruldu ki: “Mallarınızı zekât ile koruyunuz, hastalıklarınızı sadaka ile tedâvî ediniz. Belâ dalgasını duâ ve niyâz ile karşılayınız.”

Zekât, sosyal adâletin temelidir: Zekât ibâdeti, hem şahıslara ve hem de topluma sayısız faydalar sağlar. Zekâtını veren zengin, Allahü teâlânın verdiği nîmetler karşısında şükretmiş olur. Şükür ise, nîmeti arttırır. Şükretmemek nîmetin elden gitmesine sebep olur. Zekât, insanlar arasında sevgi, saygı, birlik ve berâberlik bağlarını kuvvetlendirir. Zengin-fakir arasında meydana gelebilecek kin ve düşmanlığa engel olur. Fakir ve zengin arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırır. Kardeşliği, muhabbeti arttırarak, cemiyete huzur sağlar. İnsanları isyankâr olmaktan, hak yiyici ve saldırgan olmaktan koruyup, topluma faydalı hâle getirir.

Müslüman olan zenginlerin, fakirlere zekât vermesini Allahü teâlâ emir buyurmuştur. Bu emir, sosyal adâletin temelini teşkil eder. Zenginin malından zekat vermesi, mevsiminde bir ağacın dallarını budamak gibidir. Ağacı budadığımız zaman görünüşte biraz küçülmüş gibi olur. Fakat zamânında budanan dalların arkasından daha gür ve daha genç dallar çıkar. Bu hâliyle ağaç daha verimli ve güzel görür. Zengin de malının zekâtını bu şekilde zamânında verirse, parası ve malı biraz noksanlaşmış gibi görünür ama, Allahü teâlâ zekâtı verilen malın bereketini daha çok arttırır ve malın kazâdan, belâdan korunmasını sağlar. Zekât, malın kırkta birini hak eden fakirlere vermek demektir. Dînimizde eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekât, çalışamayacak derecede hasta ve sakat olanlara ve çalışıp da güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakirleri, milletin içinde kırkta bir olarak yaratmıştır. Bunlara zekât veren zengin bir Müslüman, hem dînî ibâdetini yaparak, Allahü teâlânın rızâsını kazanır, hem sosyal yardım yapmış olur. Hem de, malını, servetini fakirlerin haklarından ve tecâvüzlerinden korumuş olur. Millî servet hesap edilip, kırkta biri muhtaçlara verilecek olursa, hiçbir Müslüman memleketinde, sıkıntı olmaz, komünizm vesâir tehlikeler baş kaldıramaz. Baş kaldırmasına sebep de kalmaz. Zekât, öşür ve sadakalar hep sosyal yardım olup, ekonomik felâketleri önlemek için emrolunmuş, ilâhî tedbirlerdir. Bunlara ne kadar çok riâyet edilirse, komünizm, insanın insanı sömürmesi gibi felâketler o kadar önlenmiş olur.

İnsanların dünyâ ve âhiretteki saâdeti (kurtuluşu), Allahü teâlânın her emrine itaat edip, boyun bükmelerine ve yarattıklarına acıyıp onlara iyilik etmelerine bağlıdır. Zekât, hem emre itaattır ve hem de insanlara iyilik etmektir.

Malın hakîki sâhibi, Allahü teâlâdır. Zenginler, O’nun vekilleri memurları, fakirler ise, muhtaç halde olan kullarıdır. Vekillerin, Allahü teâlanın verdiği maldan fakirlere vermesi lâzımdır. Zerre kadar iyilik eden karşılığını bulacaktır. Hadîs-i şerîfte “Allahü teâlâ iyilik edenlere, karşılığını elbette verecektir.” buyruldu. İmrân sûresi 180. âyet-i kerîmede meâlen; “Allahü teâlânın ihsân ettiği malın zekâtını vermeyenler, iyi ettiklerini, zengin kalacaklarını sanıyor. Halbuki, kendilerine kötülük yapmış oluyorlar. O malları, Cehennemde azâp âleti olacak, yılan şeklinde boyunlarına sarılıp, baştan ayağa kadar onları sokacaktır.” Kıyâmete ve Cehennem azâbına inanan zenginlerin, mallarının zekâtını, tarlalarının, meyvelerinin öşrünü vererek, bu azaplardan kurtulmaları gerekmektedir.

Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şerîfte; “Ey Âdemoğlu! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan, yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek, sonsuz yaşattığındır.” buyurdu. Malını seven, onu düşmanlarına bırakıp gitmemelidir. İnsanın dünyâ malından hiç ayrılmaması mümkün değildir. Çünkü ölüm vardır. Hepsini Allah için veremeyen zengin hiç olmazsa zekâtını verip azaptan kurtulmalıdır.

Kimler zekât verir? Akıllı olan ve bülûğ çağına giren ve hür olan Müslüman erkek ve kadının, zengin olup, şartları bulununca, zekât vermeleri farzdır. Dört çeşit malı bulunup zengin olan kimse zekât verir. Bu mallar, altın ve gümüş, ticâret eşyâsı, hayvanlar ve toprak mahsûlleridir. Nisap miktarı malı olan kimse zengindir. İhtiyaç eşyâsı ve kul borçları nisâba katılmaz.

Ödünç alma karşılığı olan borçlar, zekât vermek farz olduğu günden önce ödeme zamânı gelmiş olan tecilli kul borçları ve ihtiyaç eşyâsından mevcut olanlar nisâb hesâbına katılmaz. Zekât farz olduktan sonra yapılan borçlar özür olmaz. Bunların zekâtı verilir. Geçmiş senelerin ödenmemiş zekâtları kul borcu sayılır. Bunlar, yeni nisâba katılmaz.

İhtiyaç eşyâsı: İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka, insan hayatta olduğu müddetçe muhtaç olduğu eşyâların tamâmı demektir. Bunlar iktisâdî ve sosyal şartlara göre değişir. İnsan için lâzım olan nafaka üçtür. Bunlar yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demektir. Binek hayvanı veya arabası, silâhları, hizmetçisi ve sanat âletleri ve lüzumlu kitapları da ihtiyaç eşyâsı sayılır.

Nisap miktarı: Zekâtı verilecek her mal için ne kadar bir kısmının veya buna karşılık verilecek altın, gümüş ve mal miktarına dâir ölçüdür. Dînimizde bu ölçüye “zekât nisâbı” ismi verilmektedir. Belirlenen bu miktar mala sâhip olan bir Müslümanın, bu mallarının üzerinden bir kamerî yıl (354 gün) geçmesi veya elinde kalması netîcesi zekât vermesi farz olur.

Zekât malları nelerdir? Dört çeşit zekât malına sâhip olan kimse, zengin olunca bunların zekâtını verir:

1. Senenin ekserî zamânında, çayırda parasız otlayan dört ayaklı hayvanlar: Yılın yarıdan fazlasında parasız, çayırda otlayan hayanlara, üretmek için veya sütü için olursa “sâime” hayvan denir. Sâime hayvan sayısı, nisâb miktarı olduktan bir yıl sonra zekâtı verilir. Yük için, yük taşımak için, binmek için olursa sâime denilmez ve zekât lâzım olmaz. Deve, sığır gibi başka cinsten sâime hayvanlar, birbirlerine ve diğer ticâret eşyâsına eklenmezler.

Hayvanın zekât nisâbı: Koyun ve keçi 40 adet olunca birisi zekât olarak verilir. Sığır 30 adet olunca, bir dana zekât olarak verilir. Manda da sığır gibidir. Devenin nisabı beştir. Beş devesi olan, bir koyun verir. Atın nisabı yoktur. Binmek ve yük için olmayan her at için, bir miskal (4.8 gram) altın verilir.

2. Altın, gümüş ve kâğıt paralar: Altın ile gümüşün on iki ayardan ziyâdesi, para olarak kullanılsın, kadınların süsü gibi, helâl olarak kullanılsın veya haram olarak kullanılsın, ev, yiyecek, kefen satın almak için saklanılsın, kılıç ve altın diş gibi ihtiyaç eşyâsı olsalar bile, nisâba katılıp zekâtı verilecektir. Hac, adak ve keffâret için saklanan paraların zekâtı verilir. Çünkü kul borcu değildirler. Senetli veya iki şâhitli olan yâhut îtiraf olunan alacak, iflas edende ve fakirlerde de olsa nisaba katılır. Ele geçince, geçmiş yılların zekâtı da verilir.

Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti nisab miktarı olduktan îtibâren bir Hicrî sene (354 gün) elde kalırsa yıl sonunda elde bulunanın, kırkta birini ayırıp Müslüman fakirlere vermek farzdır. Altının nisabı 20 miskal, yâni 96 gramdır. Gümüşün nisabı da 672 gramdır.

Kâğıt paraların, bakır ve her türlü mâdenî paraların kıymeti 200 dirhem (672 gr) gümüş veya 20 miskal (96 gr) altın olduğu zaman bu paranın zekâtını vermek lâzımdır. Ticâret niyetiyle kullanılması şart değildir ve değeri kadar altın verilir. Kâğıt paraların nisapları, çarşıda bulunan en ucuz altın para ile hesap edilir. Çünkü bunlar, şimdi altın karşılığı senetlerdir ve kâğıt parçaları olup, kendi kıymetleri azdır. Nisab miktarı olamaz. Altın karşılığı olan îtibârî kıymetleri, hükûmetler tarafından konmuştur. Her zaman değişmektedir.

3. Ticâret için alınıp, ticâret için saklanılan ticâret eşyâsı: Eşyânın ticâret niyetiyle satın alınması lâzımdır. Öşür vermesi lâzım gelen topraklardan hâsıl olan ve mîras olarak ele geçen veya hediye, vasiyet gibi kabul edince mülk olan şeylerde, ticârete niyet edilse de bunlar ticâret malı olmaz. Çünkü ticâret niyeti, alış-verişte olur.

Canlı cansız her mal, meselâ yerden, denizden çıkarılmış tuzlar, oksitler, petrol ve benzerleri, ticâret eşyâsı olurlar. Altın ile gümüş her ne niyetle olursa olsun hep ticâret eşyâsıdır.

Ticâret eşyâsının zekâtı, altın nisâbına göre verilir. İhtiyaç eşyâsından ve kul borçları çıkarıldıktan sonra kalanın kırkta biri (yüzde ikibuçuk) zekât olarak verilir.

4. Yağmur suyu veya nehir suyu ile sulanan, haraçlı olmayan bütün topraklardan (uşurlu toprak olmasa bile) ve vakıf topraktan çıkan şeyler: Bunların zekâtına “öşür” denir. Öşür vermek Kur’ân-ı kerîmde, En’âm sûresinin 141. âyetinde emredilmiş, onda birinin verilmesi de Peygamber efendimiz tarafından bildirilmiştir. Öşür, mahsulün onda biridir. Haraç ise, beşte bir, dörtte bir, üçte bir, yarıya kadar olabilir. Bir topraktan, ya öşür veya haraç vermek lâzımdır. Kul borcu olan, borcunu düşmez. Öşrünü tam verir. (Bkz. Öşür)

Zekât kimlere verilir: “Zekâtlar (sadakalar), Allah’tan bir farz olarak fakîrlere, miskinlere (düşkünlere), zekât memurlarına, müellefe-i kulûba (kalpleri İslâma alıştırılmak, ısındırılmak istenenlere), kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalanlara verilir. Allahü teâlâ bilendir, hikmet sâhibidir.” (Tevbe sûresi: 60)

Bunlardan müellefe-i kulûba Ebû Bekr radıyallahü anh zamânında zekât verilmesine lüzum kalmadı. Bu hususta Eshâb-ı kirâmın (radıyallahü anhüm ecmaîn) icmâı (sözbirliği) vardır. Onun için sekizinci sınıf bugün mevcut değildir. Ancak İslâmiyete yardım için, düşmanın zararını önlemek için müellefe-i kulûba mal, para her zaman ödenir. Fakat bu, beytülmâlın zekât bölümünden değil, başka bölümden ödenir. Görülüyor ki müellefe-i kulûb denilen kimselere ödeme yapılması yasak edilmemiş, onlara zekât verilmesi yasak edilmiştir. Bu sebeple zekât yalnız aşağıda yazılı yedi sınıfta bulunan Müslümanlara verilir.

1. Fakir: Nafakasından fazla, fakat nisap miktarından az malı olana fakir denir. Maaşı kaç lira olursa olsun, evini idârede güçlük çeken her fakir memur, îmânı var ise, zekât alabilir ve kurban kesmesi, fıtra vermesi lâzım olmaz.

2. Miskîn: Bir günlük nafakasından fazla bir şeyi olmayan kimseye miskîn denir. Müslüman olmayana zekât verilmez.

3. Sâime hayvanların ve toprak mahsullerinin zekâtlarını toplayan “sâî” ile şehir dışında durup rastladığı tüccardan ticâret malı zekâtını toplayan “âşir”, zengin dahi olsalar, işleri karşılığı zekât verilir. Sâi ve âşir İslâm devletinde zekât toplayan memurlardır. Sâime yılın fazlasında parasız çayırda otlayan üretmek ve sütü için olan hayvanlardır.

4. Efendisinden kendisini satın alıp, borcunu ödeyince, âzâd olacak köle.

5. Cihâd ve hac yolunda olup, muhtaç kalanlar. Din bilgilerini öğrenmekte ve öğretmekte olanlar da, zengin olsalar bile, çalışıp kazanmaya vakitleri olmadığı için zekât alabilirler. Hadîs-i şerîfte; “İlim öğrenmekte olanın kırk yıllık nafakası olsa da, buna zekât vermek câizdir.” buyruldu.

6. Borcu olan ve ödeyemeyen Müslümanlar.

7. Kendi memleketinde zengin ise de, bulunduğu yerde yanında mal kalmamış olan ve çok alacağı varsa da, alamayıp muhtaç kalan.

Bunların hepsine veya birine vermelidir. Zekât parasıyla, ölen kimseye kefen alınmaz, ölenin borcu ödenmez. Câmi, cihat, hac yapılmaz. Hayır kurumlarına, kâfire (Müslüman olmayana) zekât verilmez. Bunlara fıtra, adak, sadaka, hediye verilebilir.

Anaya, babaya ve dedelerin hiçbirine ve kendi çocuklarına ve torunlarına zekât verilmez. Bunlara sadaka-ı fıtır (fitre), adak ve keffâret gibi vâcip olan sadakalar da verilmez. Nâfile sadaka verilebilir. Kocası, hanımına da zekât veremez. Kadın da, fakir olan kocasına veremez. Fakir olan gelinine, dâmâdına, kayın vâlideye, kayın pedere ve üvey çocuğuna zekât verilebilir.