ZEBRA (Equus zebra)

Alm. Bergzebra, Fr. Zebre de montagne, İng. Mountain zebra. Familyası: Atgiller (Equidae). Yaşadığı yerler: Afrika’nın uçsuz bucaksız otlaklarında. Özellikleri: Katır iriliğinde, beyaz zemin üzerine siyah çizgili vücûdu vardır. Sürüler hâlinde yaşar. Otla beslenir. Çeşitleri: Üç türü vardır. Dağ zebrası (E. zebra), Greyvi zebrası (E. greyvi), Burşeli zebrası (E. burchelli).

Afrika’da Büyük Sahra’nın güneyinde yaşayan vücûdu çizgili katır iriliğinde bir memeli. Çizgili yaban eşeği olarak da bilinir. Vücûdunun beyaz tonu üzerindeki siyah çizgiler tırnaklarına kadar devam eder. Tek parmaklılar takımındandır. Geviş getirmez. Sürüler hâlinde yaşar. Koku alma ve görme duyusu güçlüdür. Kısa ve dik bir yelesi, iri kulakları vardır. Kuyruk ucu püsküllüdür. Grubun bireyleri birbirine çok düşkündür. En büyük düşmanları aslan ve kaplandır. Zebra; vahşî, hızlı, ele geçmez bir hayvandır. Tekme ve dişleriyle kendini korur. Su içerken aslan saldırısına karşı çok dikkatlidir. Açık tepe ve ovalarda yaşarlar. Ormanlardan kaçınırlar. Genellikle sabah ve akşamları gezer, aralıklarla suya gider, ayakta durarak da dinlenirler. Su kenarlarından pek uzaklaşmazlar. Ürktüklerinde sürü heyecanla koşmaya başlar. Sürüden kaybolan bir bireyi saatlerce, hattâ günlerce ararlar.

Kuzey Doğu Kenya’da yarı çöllerde bulunan Greyvi zebrası (E. greyvi) en büyük zebra olup 1.5 metre yüksekliktedir. Güney Batı Afrika’nın dağ zebrası (E. zebra) en küçük zebradır. Bunun yüksekliği ise 1.2 metre civârındadır. Fakat bunların soyu gün geçtikçe azalmaktadır. Doğu Afrika’da en çok yaygın olan Burşeli (E. burchelli) zebrasıdır. Buna “ova zebrası” diyenler de vardır. Ehlileştirilememiştir.

Gebelik dönemi 12 ay olup, yavru doğumdan hemen sonra anneyi tâkip eder. Afrika yerlileri zebranın etini yerler. Fakat başkaları için ağır bir tadı vardır. Bâzan antilop ve zürafalarla da berâber gezerler. Eşek ile zebranın eşleşmesinden meydana gelen meleze “zebroid” denir.

ZEBRABALIĞI (Pterois volitans)

Alm. Zebrafisch, Fr. Foissoin de Zébre, İng. Zebrafish. Familyası: İskorpitgiller (Scorpaenidae). Yaşadığı yerler: Hint Okyanusu ve Güneydoğu Pasifik’te yaşar. Akvaryumda da beslenir. Özellikleri: Uzunluğu 30 cm kadardır. Vücûdunda siyah beyaz yollar vardır. Dikenleri zehirlidir. Küçük balıklarla beslenir. Çeşitleri: Tek türdür.

Vücûdu siyah ve beyaz çizgilerle süslü bir deniz balığı. Sırt ve göğüs yüzgeçlerinde uzun, oynak zehirli dikenleri vardır. İnsana battığında çok ızdırap verir, hattâ öldürebilir. İskorpitgiller âilesinin en zehirli türüdür. Vücûdu kemiksi dikenlerle kaplanmış olduğundan fark edilmesi oldukça güçtür. Çoğunluğu ılık ve kayalık denizlerde yaşar. Küçük balıkları avlayarak beslenir. Avlarını âdeta hipnotizma eder. Zebrabalığı ile karşılaşan bir balık bulunduğu yerde donakalır. Titreyerek yutulmasını bekler. Çok obur bir balıktır. Esâret hayatında ölü balıkları yediği de görülmüştür. Akvaryumlarda süs balığı olarak da beslenir. Fazla yem verilmemelidir. Tıkabasa yemesi sonucu hazımsızlıktan ölebilir. Boyu 30 cm kadardır. Hint okyanusu ve Güneydoğu Pasifik’te yaşar.

ZEBÛR

Meşhur dört büyük ilâhî kitaptan biri. Allahü teâlâ tarafından Dâvûd aleyhisselâma indirilmiştir. Benî İsrâil’in peygamberlerinden olan Dâvûd aleyhisselâm, peygamberlikle sultanlığı kendinde toplamış bir peygamberdir (Bkz. Dâvûd aleyhisselâm). Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel ve tesirli sesi olup, kendisine İbrânî dilinde Zebûr kitabı geldi. Kur’ân-ı kerîmde meâlen; “Biz Dâvûd’a (aleyhisselâm) Zebûr’u verdik.” (İsrâ sûresi: 55) buyrulmuştur.

Bu kitap manzum şekilde olup, Tevrât’tan sonra indirilmiştir. Vâz ve nasîhat şeklindedir. Tevrât’ı açıklamış, onun hükümleriyle amel etmeye çağırmıştır. İçinde, helâl ve harama dâir hükümler yoktur. Zebûr, Tevrât’ı neshetmemiş, onun hükümlerini yürürlükten kaldırmamıştır. Ayrı bir şerîat kitâbı değildir. Dâvûd aleyhisselâm da hazret-i Mûsâ’nın getirdiği dîni kuvvetlendirdiğinden, resûl olmayıp, İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden biridir.

Dâvûd aleyhisselâmın çok güzel, pek yanık ve tatlı sesle okuduğu Zebûr’u, dinleyenler hayran kalıp, kendinden geçerdi. Zebûr okunacağı zaman, insanlar, cinler, ehil ve yırtıcı hayvanlar durur, kuşlar üzerlerine kanat gerer, rüzgâr dinerdi.

Hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere Peygamber efendimiz bir gün Ebû Mûsel Eş’arî’yi (radıyallahü anh) Kur’ân-ı kerîm okurken dinledi ve; “Gerçekten sana Dâvûd’un (aleyhisselâm) mizmarlarından (güzel ses ve âhenginden) biri verilmiştir.” buyurdu. Resûlullah efendimiz onun sesini Dâvûd aleyhisselâmın sesine benzetmiştir.

Kur’ân-ı kerîmden önce inzâl edilen (indirilen) bu Zebûr ve diğer ilâhî kitapların elde asılları olmayıp, hepsi zamanla tahrif veya yok edilmişlerdir.

ZEHEBÎ

Fıkıh, hadis ve târih âlimi. İsmi, Muhammed bin Ahmed bin Osman bin Kaymâz bin Abdullah et-Türkmânî el-Mısrî, künyesi Ebû Abdullah, lakabı ise Şemsüddîn’dir. Babası Şihâbüddîn Ahmed’in kuyumculuk sanatındaki mahâretinden dolayı, Zehebî, yâni “kuyumcu” diye meşhur oldu.

Zehebî, aslen Türkmâniyye âilesinden olup, dedesi Diyârbekir’e bağlı Meyyâfârikîn şehrindendi. Dedesi Fahrüddîn Ebû Ahmed Osman, ticâret ve sanatla meşgul olurdu. Fakat mârifet ve hüsn-ül-yakîn sâhibiydi. 1274 (H.673) senesi Rebîülâhir ayında Şam’da doğdu. 1348 (H.748) senesi Zilkâde ayının üçünde, Mısır’da vefât etti. Bâbüssagîr denilen yere defnedildi.

Çocukluğu, dînine bağlı olan âilesinin himâyesinde geçti. Çocuk terbiyesini çok iyi bilen, El-Basbas diye meşhur Alâeddîn Ali bin Muhammed el-Halebî isimli bir mürebbînin elinde yetişti. Onun mektebinde dört sene okudu ve terbiye gördü. Daha sonra Şâgûr Mescidinin imâm ve hatîbi olan Mes’ûd bin Abdullah es-Sâlihî’den, Kur’ân-ı kerîmi öğrendi ve huzûrunda tam kırk hatim indirdi. Ondan sonra oradaki bâzı âlimlerin meclislerine gidip, derslerini dinledi. Meşhur Iraklı âlim İzzüddîn el-Fârûsî, 1291 senesinde Dımaşk’a geldiği zaman, Zehebî onun meclisine gidip, hadîs-i şerîf dinledi.

Zehebî on sekiz yaşındayken, kırâat ve hadîs-i şerîf ilmine yöneldi. 1292 senesinde Şeyh-ul-Kurrâ (kırâat âlimlerinin reîsi) Cemâleddîn Ebû İshak İbrâhim bin Dâvûd el-Askalânî’den kırâat ilmini okudu. Bundan başka, Mecdüddîn Ebî Bekr bin Muhammed el-Mürsî, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed bin Mensûr el-Halebî ve Ebû Hafs Ömer bin Kavvâs’tan da kırâat ilmini öğrendi ve genç yaşta bu ilimde yüksek derecelere kavuştu. Sonra da Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed bin Abdülazîz ed-Dimyâtî’den okudu.

Zehebî, kırâat ilmi yanında, hadîs ilmine de çok önem verdi. Birçok hadis âlimiyle görüştü. Bizzat kendisi, Şihâbüddîn Gâzî bin Abdurrahmân ed-Dımaşkî, Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed el-Makdisî, Mahmûd bin Yahyâ et-Temîmî ed-Dımaşkî, Muhammed bin Nâsırüddîn el-Müezzin, Mahmûd bin Muhammed el-Harâitî’den hadîs-i şerîf dinlediğini haber verdi.

Zehebî’de ilim öğrenmek, âlimlerle görüşüp onlardan istifâde etmek arzusu çoktu. Fakat babasından ilim öğrenmek için seyâhate çıkma teşvîki görmedi. Babası da yanından ayırmak istemedi. Fakat 20 yaşına basınca, babası, yakın yerlere gidip gelmesine izin verdi.

1294 senesi, Zehebî’nin ilmî yolculuklara başlama senesi olarak kabul edilir.

Zehebî, ilk seyahatini 1294 senesinde Baalbek’e yaptı. Orada el-Muvaffak en-Nasîbî’den kırâat ilmi öğrendi ve Kur’ân-ı kerîmin tamâmını okudu. Hadis âlimi İmâm Tâcüddîn Ebû Muhammed el-Magribî’den hadîs-i şerîf dinledi. Bu seyâhatinde birçok âlimle görüştü. Daha sonra Haleb’e gitti. Orada Alâüddîn Ebû Sa’îd el-Emevî ile görüşüp, derslerini dinledi.

Ayrıca Haleb ve civârında birçok âlimden ilim ve ahlâk öğrendi. Hama, Humus, Trablus, Kerk, Maaria, Basra, Nablûs, Remle, Kudüs, Tebük ve o civardaki birçok şehre ilim öğrenmek için yolculuklarda bulundu.

Zehebî, 1296 senesi Receb ayında Filistin’e oradan da Mısır’a gitti. İlk önce İbn-üz-Zâhirî diye bilinen Cemâlüddîn Ebü’l-Abbâs Ahmed bin Muhammed el-Halebî ile görüştü. Ondan hadîs-i şerîf dinledi.

Ayrıca, birçok zâtla görüştü. Orada Ebü’l-Meâlî Ahmed bin İshak el-Ebrekûhî, Şeyh-ül-İslâm Kâdı’l-Kudât Takıyyüddîn Ebü’l-Feth, Muhammed bin Ali ve Allâme Şerefüddîn Abdülmü’min bin Halef ed-Dimyâtî’den ilim öğrendi. Daha sonra İskenderiye’ye gitti. Orada Ebi’l-Haccâc Yûsuf bin Hasan et-Teymî el-Kâbisî el-İskenderânî ile görüştü ve ondan Tecrid adlı eserini dinledi. Ayrıca kırâat âlimlerinden İmâm Şerefüddîn Ebi’l-Hüseyin Yahyâ bin Ahmed el-Cüzâmî el-İskenderânî’den kırâat ilmini okudu. Sahnûn adıyla meşhûr İmâm-ül-Mukrî Sadrüddîn Ebi’l-Kâsım Abdurrahmân bin Abdülhalîm ile görüştü. Sonra Belbîs’e gitti ve orada hadîs-i şerîf dinledi.

1298 senesinde, babasının vefâtının akabinde, hac farîzasını yerine getirmek için yolculuğa çıktı. Mekke ve Medîne’de birçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Nahiv, Arap dili ve edebiyâtının inceliklerini Mavaffakuddîn Ebû Abdullah Muhammed bin Ebi’l-Alâ en-Nasîbî el-Ba’lbekî’den ve Şeyh Behâüddîn Muhammed bin İbrâhim’den öğrendi. Ayrıca meğâzî, siyer ve umûmî târih hakkında hocalarından çok şey dinledi.

Zehebî, ders aldığı İbn-i Teymiyye’ye bâzı îtikat ve fıkıh meselelerinde uymayıp, muhâlefet etti ve nasîhatlerde bulundu. Bâzı görüşlerinin yanlış olduğunu söyledi.

1328 senesinde Zâhiriyye Medresesinin Hadis Külliyesine müderris oldu. Medrese-i Nesefiyye’de ders okuttu. Ayrıca Meşhed-i Urve, Dâr-ül-hadîs-it-Tenkiziyye, Dâr-ül-Hadîs-il-Fâdiliyye ve Ümmü Sâlih Mescidi gibi yerlerde hadis bölümü başkanlığı yaptı.

Zehebî’nin son zamanlarında gözleri görmez oldu. Buna rağmen ders vermeye devâm etti. 1348 (H.748) senesi Zilkâde ayının üçünde, Pazartesi gecesi, gece yarısından önce Mısır’da vefât etti. Bâbüssagîr denilen kabristana defnedildi. Zamânın büyük âlimleri cenâze namazında bulundu. Tâcüddîn Sübkî bunlardandı. Talebeleri, sevenleri, hakkında mersiyeler söylediler.

Zehebî, çeşitli ilimlerde meşhur olması yanında, zühd, verâ ve sağlam îtikat sâhibiydi. Zaman zaman tasavvuf erbâbı ile görüşerek sohbetlerinde bulundu. Talebesi Takıyyüddîn bin Râfî es-Selâmî; “Zehebî, sâlih, hayırlı, mütevâzî, güzel ahlâk sâhibi, sohbeti tatlı bir zâttı. Zamanlarını, eser yazmak ve ibâdetle geçirdi. Çok cömertti” diye bildirdi.

Eserleri:

Zehebî, çeşitli ilimlere âit birçok eser yazdı. Eserleri, zamânında ve daha sonraki asırlarda okundu. Eserlerinden bâzıları şunlardır:

1. El-Erbeûn-el-Büldâniyye: Taberânî’nin Mu’cem-üs-Sagîr’inden derlenmiştir.

2. Er-Risâlet-üz-Zehebiyyetü ilâ İbn-i Teymiyye: Zehebî, hocası ve arkadaşı olan İbn-i Teymiyye’ye nasîhat etmekte ve bâzı hareketlerini ayıplamaktadır.

3. Târih-ül-İslâm ve Vefeyât-ül-Meşâhiri vel-A’lâm: İslâmın başlangıcından, 9. asrın başlarına kadar sene sene vak’aları anlatmıştır. Kitabını yetmiş tabakaya bölmüş, her tabakanın sonunda meşhur kimselerin hâl tercümelerini de vermiştir. Zehebî’nin en meşhur eserlerindendir. Eserine birçok nâdir rivâyetleri de kaydetmiştir. Bu eser matbûdur.

4. Düvel-ül-İslâm: Zehebî bu eserini, Târih’inden derlemiştir. Et-Târîh-üs-Sagîr diye tanınır. Matbûdur.

5. Siyeru A’lâm-in-Nübelâ: Zehebî’nin en meşhur eserlerindendir. Bu eserini de tabakalara göre tertib etmiştir. İslâmiyetin başlangıcından, Hicrî 700 senesine kadar yazmıştır. Peygamber efendimizi ve Hulefâ-i Râşidîni ayrı iki cilt hâlinde toplamıştır. Bu eseri son zamanlarda neşredilmiştir. İslâm târihi araştırmaları için mühim bir kaynaktır.

6. El-İber fî Haberi men Aber: Târîh-ül-Evsat diye de bilinen bu eserini Et-Târîh-ül-Kebîr’inden derlemiştir. Yalnız bâzı ilâvelerde bulunmuştur. Daha sonra bu târihine bir de zeyl yazmıştır.

7. Et-Tıbb-ün-Nebevî: Çok faydalı bir eserdir. İbrâhim Ezrâk’ın yadığı Teshîl-ül-Menâfî kenarında Mısır’da basılmış, ayrıca 1976 yılında ofset yoluyla Hakîkat Kitabevi tarafından basılmıştır.

8. El-Müstedrek alâ Müstedrek-il-Hâkim, 9. Ehâdîs-üs-Sıfat, 10. El-İ’lam bi Vefeyât-il-A’lâm, 11. Tabakât-üş-Şüyûh, 12. Tezkiret-ül-Huffâz.

ZEHİR

Alm. Gitt, Fr. Poison, İng. Poison. İnsan veya canlı vücûduna girince kimyevî tesiriyle, organların vazifesini bozan, hattâ öldürebilen maddelere verilen genel ad. Aslında zehirin umûmî bir târifi yapılamaz. Keçi, yirmi gram morfin yiyip, sıçramasına devam eder. Oysa morfin zehirdir. Ada tavşanları zevkle belladon yer de müteessir olmaz. Tuz rûhu da zehir olamaz. Zîrâ insan mîdesi bizzat bunu yapıyor ve hiçbir zararı olmuyor. Zehirli ve faydalı maddelerin tam târifini yapmak çok güçtür. Çünkü:

Zehir, bunu alan canlının türüne tâbidir. Keçiye zehir olmayan morfin insan için zehirdir.

Zehir, aynı cinse mensup canlıların şahsiyetine tâbidir. Babaya zararsız olan sigara, üç yaşındaki çocuğunu öldürür.

Zehir, alınan doza tâbidir. Her cismin bir dayanabilecek miktarı vardır. Ancak bu miktardan fazlası zehirdir. En şiddetli zehir bildiğimiz siyanürlerin kanda dolaşan miktarı zehirlemez. Mîdeye doldurulan beş litre su ise, insanı öldüren zehirdir. Hattâ yeni doğan bir bebek için bir bardak su zehirdir.

Zehir alışmaya da tâbidir. Alışmış bir ihtiyara dokunmayan sigara miktarı, ilk defâ içen ihtiyarı öldürebilir.

Zehir, zamana da tâbidir. Sabah aç karna içilen bir sigaranın zehir tesiri, öğle yemeğinden sonra içilen aynı sigaranın tesirinin on katıdır.

Zehir, berâber alındığı diğer maddelere de tâbidir. Aynı miktar kafeini hâvi çay ve kahvenin tesirleri başka başkadır. Aynı miktarda ispirto bulunduran absent ile şarabın zehir tesirleri de farklıdır.

Amerika’daki vahşilerin oklarının ucuna sürdükleri kürar ismindeki zehir, adaleyi hareket ettiren sinir uçlarını felce uğratır. Adale hareket edemez. Kürar zehirlerin en fenâsıdır. Ağrı yapmadığından, insan zehirlendiğini anlamaz. Elini, ayağını oynatamayarak yere yıkılır veya taş gibi dikilip kalır. Görür ve işitir ise de, gözünü kırpamaz, dilini oynatıp, bağıramaz. En son teneffüs adaleleri uyuşarak, ses çıkaramadan ölür.

Zehirlenme akut veya kronik olabilir. Meselâ tek doz fosfor, cıva klorür veya arsenik alınmasından  kısa süre sonra ortaya çıkan belirtiler akut zehirlenmedir. Bunun tersine günlerce düşük dozda arsenik alan kişide sindirim bozukluğu, deri döküntüsü, kol ve bacak sinirlerinde vazife bozukluğundan başka belirtiler görülmeyebilir. Bu tür zehirlenmeye kronik zehirlenme denir.

ZEHİRLENMELER

Alm. Vergiftungen (f. pl.), Fr. Empoisonnements (m. pl.), intoxications (f. pl.), İng. Poisonings. Bir zehirin organizmaya alınması, birikmesi veya organizmanın bunu kendi bünyesinde üretmesi neticesinde meydana gelen, çeşitli dokulardaki geçici veya dâimi, menfî (zararlı) değişiklikler. Zehirlenme, bir defâda alınan zehirle husûle gelebildiği gibi, küçük dozların üst üste alınmasıyla da meydana gelebilir. Zehirlenmenin ağırlığı alınan maddenin miktarına ve vasıflarına bağlıdır. Zehirlenmeler çeşitli sebeplerden olabilir. Bunların başlıcaları:

Endüstri mahsulleri ile: Bu zehirlenmeler çok çeşitli maddelerle meydana gelir. Bunların başında boya sanâyiinde kullanılan anilin, metilalkol; kauçuk endüstrisinde benzen, toluen, ksilol; eskiden tabâbette kullanılan bugün boya ve kozmetik sanâyiinde kullanılan arsenik; bakırla uğraşanlarda bakır; akü sanâyiinde kullanılan antimon, kadmium ve kurşun; gene matbaacı, boyacı ve ressamlarda kurşun; tütünle uğraşanlarda ve devamlı sigara içenlerde nikotin; fâre zehirinde kullanılan strikinin ve talium, termometre yapan ve cıva ile uğraşanlarda cıva; haşere öldürücüler, ilâçlarda ve yangın söndürücülerde karbon tetroklorür; DDT, kömür ocakları, grizu patlamalarında kezâ iyi yanmamış mangal ve bozuk sobalarda, otomobil ekzoz gazlarında karbon monoksit; evlerde böcek öldürücü olarak kullanılan naftalin; nihâyet harplerde forsgen ve kloropikrin gazlarıyla zehirlenmeler olabilir.

İlâçlara bağlı zehirlenmeler: Eter, azot protoksit gibi anestetik maddelere bağlı zehirlenmeler, uyuşturucu maddeler başta morfin, esrar gibi maddeler; romatizma ve kalp hastalıkları tedâvisinde kullanılan antikogulan (pıhtılaşmayı önleyici) ilâçlar, antikolinerjik (ülser tedâvisinde kullanılan) ilâçlar, antiallerjik (allerjiyi önleyici) ilâçlar, uyku ilâçları, intihar kastı ile alınan asitler, alkaliler, uyuşturucu ilâçlar, kezâ aspirin, keyif verici madde olarak içilen alkollü içkiler, epilasyon (kıllanmada) ve radiolojik tetkiklerde kullanılan, suda eriyen, baryum tuzlarına bağlı zehirlenmeler görülebilir. Bu zehirlenmeler özel klinik belirtiler gösterir. Bu belirtilere bakarak zehirlenmenin hangi maddeyle husûle geldiğini tahmin etmek mümkün olabilir. Fakat bu konuda yapılan soruşturma veya zehirlenen  şahsın mesleği oldukça faydalı bilgiler verir. Tabiatiyle intihar kastı olup olmadığı, son zamanlarda bu şahsın rûhî durumu ve sosyal münâsebetlerinde değişiklikler olup olmadığı sorulup araştırılır.

Bu tip zehirlenmelere teşhis konduktan sonra zehirlenmeye sebep olan maddenin antidotu yapılmalıdır. Zehirli maddeyi ağızdan alanlara süt içirilir, sonra mîde yıkaması yapılır, mushil verilir, lavman yapılır. Zehirli maddeyi injeksiyon yoluyla almışlarda kol veya bacak hangisinden injeksiyon yapılmışsa bağlanır. Kezâ yılan sokmasında olduğu gibi zehirin kan dolaşımına geçmesi de bu yolla önlenir. Hemen solunum, dolaşım ve beyinde ortaya çıkabilecek belirtiler için tedbirler alınır. Bu tedbirler sun’î solunum, kalbin takviye edilmesi, şoka karşı tedâvi, kan nakli, ihtiyaçları önleyici müsekkin ilâçlar ve antibiyotikler yapılır.

Asitlerle zehirlenme vak’alarında mîde sondası takılır, süt ve hafif alkaliler; alkalilerle zehirlenmede ise bol su ve süt içirilmesi ile diğer tedbirler alınır.

Gıdâ zehirlenmeleri: Gıdâ zehirlenmeleri zehirli mantar, çimlenmiş patates, çavdar mahmuzu ihtivâ eden unlar, toksik maddeler, yâhut bakteriler veya bunların toksinleri ile bulaşmış gıdâlarda husûle gelir. Eskiden gıdâ zehirlenmesinin bekletilmiş yemeklerde meydana gelen bâzı zehirli maddelerden veya kalaysız bakır ve alüminyum kaplarda teşekkül eden bakır ve alüminyum oksitle ortaya çıktığı zannedilirdi. Halbuki bugün bunların bakteri ve bakteri toksinleriyle husûle geldiği anlaşılmıştır.

Bakteriyle husûle gelen gıdâ zehirlenmeleri: Bu zehirlenmelere sebep olan bakteriler Salmonella tifi ve Salmonella Paratifi A ve B’dir. Daha nâdir olarak alfa hemolitik streptokoklar, koli basili, pyocyaneus, proteus basilleri ve enterekoklar gıdâ zehirlenmesine sebep olabilir. Bu tip gıdâ zehirlenmeleri en fazla et, yumurta, balık, süt ve süt mâmullerinin yenilmesi ile veya diğer yiyeceklere bu bakterilerin bulaşması ile ortaya çıkar. Bâzan da Salmonella enfeksiyonu geçirmekte olan bir hayvanın etini yemek veya hastalık taşıyan insanların (portörlerin) yiyeceklere bakteri bulaştırması ile zehirlenme meydana gelir. Bu sebepten aşçıların ve gıdâ maddeleri satan kimselerin sık sık sağlık kontrolünden geçirilmesi gerekir. Bu tip gıdâ zehirlenmeleri en çok sıcak iklimlerde veya sıcak mevsimlerde görülür. Aynı gıdâyı yiyen bir grup insanda fabrika ve okul gibi müesseselerde patlak verir. Bu zehirlenmelerde klinik tablo süratle gelişir. Üşüme ile ateş, adale ağrıları, bulantı, kusma, kramp tarzında karın ağrıları ve ishaller vardır.

Toksinlerle husûle gelen zehirlenmeler: Bâzı stafilokoklar sıcaklığa dayanıklı bir toksin (zehir) ifraz ederler. Gıdâ ile bulaşmış bu toksinler zehirlenmeye sebep olur. Bu zehirlenmelerde gene et, süt ve süt mâmülleri, kremalı pastalar ve balık konserveleri ile husûle gelir. Bu tip zehirlenmelerin sebebi elinde çıban, dolama veya cerahatli iltihaplar veya burun-yutak bölümünde iltihap bulunan kimselerin yukarıdaki gıdâ maddelerini mikroplarla kirletmeleridir.

Hastalığın belirtileri önceki bakteriyle ortaya çıkan gıdâ zehirlenmesi gibidir. Ancak bu hastalarda ateş bulunmaz; hastalık daha kısa sürede kendini gösterir ve şoka eğilim daha fazladır.

Botulismus: Bu zehirlenme clostridium botulinum adında bir mikrobun husûle getirdiği toksin ile ortaya çıkar. Ülkemizde az görülür. Evlerde konserve hazırlamak âdetinde olan batı ülkelerinde sık rastlanır.

Hastalık baş ağrısı, baş dönmesi ve halsizlikle başlar. Görme bozuklukları, çift görme, şaşılık, göz kapaklarında düşüklük yutma güçlüğü, konuşma bozukluğu, tansiyon düşüklüğü, solunum felci ile ölüm olabilir.

Botulismus zehiri bulaşmış yemekler ve konservelerde ekşime ve etkili kokular vardır. Kutu içinde gaz teşekkülüne bağlı olarak konserve kutusunun altı ve üstü kabarmıştır. Bu tip konserveler yenmemelidir.

Bakterilere bağlı olmayan toksik maddeler yenilmesine bağlı gıdâ zehirlenmeleri: Bu zehirlenmeler arasında mantar zehirlenmesi, midye, çavdar mahmuzu ve bakla, çimlenmiş patates zehirlenmeleri zikredilebilir.

Diğer zehirlenme sebepleri: Yılan, akrep, örümcek, arı ve karınca gibi hayvanların sokmasına bağlı zehirlenmeler olabilir. Bu zehirlenmelerin bâzıları tehlikeli olmayabilir. Fakat engerek yılanı ve akrep sokması tehlikelidir. Öldürücü olabilir. Hemen tedbir alınması gerekir.

ZEHİRLİ GAZLAR

Alm. Giftgase (n. pl.), Fr. Gaz (m. pl.) toxiques (asphyxiants), İng. Poison gases. Düşman birliklerinin doğrudan doğruya veya yiyeceklerini etkilemek sûretiyle hareket kâbiliyetini azaltmak maksadıyla kullanılan çeşitli özelliklere sâhip kimyâsal ve biyolojik ajanlar. Zehirli gazlar savaşlarda en son kullanılan silâhlardan olup, havadan veya yerden çeşitli metodlarla atılarak bölgeye yayılır. Zehirli gazların etkilerini azaltan veya tamâmen yok eden karşı kimyâsal ve biyolojik ajanlar da zehirli gazlar sınıfında mütâlâa edilir Zehirli gazların canlılara etkisi teneffüs yolu ile veya cilde temas ederek vücut içine girmesiyle olur. Zehirli gazların silâh olarak kullanılması düşman birliklerinin ve tesislerinin zarar görmeden ele geçirilmesine yardımcı olur. (Bkz. Kimyâsal Silahlar, Biyolojik Savaş)

Zehirli gazlara karşı korunma:

Zehirli gazlara karşı korunmada alınacak birinci tedbir maskedir (Bkz. Maske). Maske yüzü tamâmen örterek teneffüs edilecek havanın aktif kömür ve fiber filitrelerden geçirilerek zehirli gazları emmesi sağlanır. Maske tam zamânında ve uygun bir şekilde kullanılırsa ciğerler ve gözler gazların etkisinden korunmuş olur. Gazın mevcut olduğunu gösteren alarm cihazları varsa maske zamanlı kullanılabilir.

Diğer bir korunma yolu koruyucu giyilen özel elbiseler biyolojik veya kimyâsal zehirli gazların vücutla temâsını keser. Hattâ biyolojik gazlarda bulunan mikroorganizmaların tahrip olmasına sebep olur. Bütün tedbirlere rağmen zehirlenme mevcut ise zehirli gazın cinsine göre antidot kullanılarak tehlike azaltılır. Zehirli gazların etkisini azaltmak için su ile temizlenme en iyi çâredir. Gözler ve yüz devamlı su ile yıkanırsa zehirli gazın etkisi azalır. Zehirli gazlara karşı umûmiyetle atropin antidotu enjeksiyon yoluyla kullanılır. Biyolojik gazların sebep olduğu hastalığın cinsine göre tedâvisi yapılır.

Kimyâsal ve biyolojik zehirli gazlar insanların ihtiyacı olan hubûbat ve hayvana da tesir edecek şekilde kullanılabilir. Bölgenin bitki örtüsünü tamâmen yok eden 2,4 D (diklorofenooksiasetik asit), kocodilik asit gibi kimyâsal silâhlar bunlardandır.

Kimyâsal ve biyolojik zehirli gazların kullanılması 1899 Hagne ve 1925 Cenova protokolları ile yasaklanmışken bilhassa Birinci Dünyâ Savaşında Almanlar ve Amerikalılar; 1936 senesinde Etyopya’da İtalyanlar ve 1937 ile 1943 senelerinde Çin’de Japonlar bu gazları bol miktarda kullanmışlardır. 1971 senesinde Cenova Silâhsızlanma Konferansı ile zehirli gazların kullanımı tamâmen yasaklanmış ve 1972 senesinde ABD’deki zehirli gaz stokları tahrip edilmiştir. Halbuki aynı konferansta teklif ve imzâsı bulunan Sovyet Rusya, 1979 ile 1986 seneleri arasında Afganistan’da tonlarca zehirli gaz kullanmıştır. 1980-1986 seneleri arasında da İran ve Irak birbirlerine karşı zaman zaman zehirli gaz kullanmışlardır.

ZEHRÂVÎ

Endülüs’te yetişen meşhur tıp âlimi. İsmi, Halef bin Abbâs ez-Zehrâvî olup, künyesi Ebü’l-Kâsım’dır. 930-1013 seneleri arasında yaşamıştır. Kurtuba yakınlarındaki Ez-Zehrâ’da doğduğu için Zehrâvî ismiyle meşhur oldu. Batı ilim âleminde Ebü’l-Kâsis, Bukasis ve Al-Zahravivs olarak bilinir. Zamânında ilim ve kültür seviyesi en yüksek olan Kurtuba Üniversitesinde öğrenim gördü. Özellikle tıp ilminin nazarî ve tatbikî sâhalarında derinleşerek söz sâhibi oldu. Endülüs Emevî halîfelerinden Üçüncü Abdurrahmân ile sonra yerine geçen İkinci Hakem devrinde saray doktoru olarak çalıştı ve hükümdârların özel tabibi oldu.

Müslüman cerrahların babası olarak kabul edilen Zehrâvî, daha çok cerrâhî sâhasında başarılı ve meşhurdur. Cerrâhîye ilk önem veren âlim, meşhur Râzî idi. Ali bin Abbâs onun yolunu tâkip etmiş, sonra İbn-i Sînâ yetişmiştir. Endülüs’te de İbn-i Zühr bu sâhada temâyüz etti. Tıp ve cerrâhîyi birleştirerek tıp ilminde hamle yaptı. Fakat cerrâhînin başlı başına bir ilim hâline gelmesi Zehrâvî sâyesinde olmuştur. Zîrâ o, sâdece nazariyelerle uğraşmadı. Bizzat ameliyâtlar yaparak, metodlar ve âletler keşfetmeyi ve bunları mahâretle kullanmayı başardı. Avrupa’da İslâm âlimleri ve ilimlerinin ışığı sâyesinde teşekkül eden rönesans hareketinde Zehrâvî’nin de büyük tesiri ve rolü oldu. O devirde Avrupa’da Zehrâvî’nin eserleri ve bunlarda ortaya koyduğu tıbbî ve cerrâhî usûller de temel mürâcaat kaynağıydı.

Zehrâvî, daha o devirlerde birçok günlük âcil hâllerde cerrâhî usûllerini başarı ile tatbik etmiş, burun ameliyatları yapmış, gümüş nitratı kullanmıştır. Dağlama yoluyla da önceleri hiç yapılmamış birçok cerrâhî tedâvîyi başarmıştır. Hayâtının büyük bir kısmını doğduğu yer olan Medînet-üz-Zehrâ’da tıp ve eczâcılık araştırmalarıyle geçiren Zehrâvî, ayrıca din ve zamânının diğer fen ilimlerini de tahsil etmiştir. O, cerrâhî uygulamalarda çok hassastı. Ameliyatlarda kullandığı âletleri kendisine has bir metodla mikroplardan temizledikten sonra kullanıyordu. Bu işte bilinen ve Maddet-üs-safra denilen bir maddeden faydalandı. Günümüzde yapılan araştırmalar bu maddenin bakterileri imhâ edici özelliğe sâhip olduğunu ispatlamıştır.

Zehrâvî’nin en çok meşgul olduğu ve çağdaşlarını da en fazla yoran hastalıklardan biri kanserdi. Onun bu hastalık için ortaya koyduğu tedâvi usûlleri günümüze kadar uygulanagelmiştir. O, akciğer iltihaplanmaları üzerinde çalışmış ve ameliyatla göğsü yarıp dağlama yoluyla bunu tedâvî etmeyi başarmıştır. Böbrek taşlarını düşürme ve ameliyatla çıkarmayı ilk defâ gerçekleştiren yine odur. Yaptığı ameliyat günümüz operatörlerininkiyle aynıydı. Göz, kulak, burun, boğaz ve diş cerrâhîsinde önderlik etti ve ilk defâ fıtık ameliyatını gerçekleştirdi. Kadın hastalıkları dalında yeni usûl ve âletlerle büyük gelişmeler kaydetti. Çocuğun ters doğumuna müdâhaleyi ilk defâ o tavsiye etti. Bu metod doğuma çok yardımcıydı. Zehrâvî’den asırlar sonra Stutgartlı Jinekolog Walcher (1806-1935) bu yolu kullanmaya teşebbüs etti ve Müslüman bir ilim adamının buluşu olan bu usûl, Avrupalı bir hekime mâl edilerek Walcher Durumu adıyla meşhur oldu. Vaginal taş ameliyâtını tıp dünyâsına kazandırarak, doğumda büyük bir yardımcı olan kolpeurynter âletini yaptı.

Ebü’l-Kâsım Zehrâvî, ameliyâtlarda kendine has anestezi metodlarını tatbik etti ve bunun için banotundan faydalandı. Mafsal iltihâplarını tedkik ederek, tedâvisi üzerinde durdu. Varis, yâni damar genişlemesi hastalığı üzerinde çalışmalarda bulundu. Poliplerin çıkarılmasında çengel uyguladı ve bir hizmetçisine başarılı bir trakeotomi ameliyâtı yaptı. Fransız cerrahı Pare’yi şöhrete ulaştıran ve 1552 senesinde ilk defâ onun tarafından yapıldığı sanılan, büyük damarların bağlanmasını altı asır önce Zehrâvî gerçekleştirdi. Ameliyât sırasında mum ve alkol kullanarak kanamayı durdurmayı başardı. Pratisyen cerrahlara sun’î dikişi, kürk dikişi, karın yaralarında sekiz dikişi, bir ipliğe geçirilen iki iğneli dikişi, bu münâsebetle kedi barsakları ile yapılan dikişi, barsak ameliyatında kalkük kullanmayı öğretti. Bütün ameliyât dikişlerinde, özellikle karın çukuru altındaki cerrâhî müdâhalelerde, ilk defâ havsalayı (kalça boşluğunu) yatakta yüksekte tutan o oldu. Yirminci asrın başlarında Alman cerrahı Friedrich Trendelenburg (1844-1924), Zehrâvî’nin bu buluşuna sâhip çıkıp kendine mâl etmiş, Ebü’l-Kâsım’ın ismi unutturulmuştur.

Zehrâvî ayrıca birçok diş operasyonlarını târif etmiştir. Bunlar arasında diş çekme, tespit etme, kökünü besleme ve takma dişle ilgili bilgiler vermiştir. Diğer metallerin ağız içinde kimyâsal reaksiyona gireceğini düşünerek altın tel kullandı. Demir, bakır ve altından yapılmış cerrâhî âletlerini esaslı bir şekilde geliştirdi. Cerrâhî ameliyatlarda dikişler için kullanılacak ipek ipliği îmâl etti. Burun içindeki fazlalık et parçalarını temizleyip almak için ilk defâ senânin denilen orijinal bir âlet yaptı. Yine ilâçları mesâneye vermek için mâdenî şırıngayı ilk defâ o yapıp kullandı.

Ebü’l-Kâsım Zehrâvî’yi meşhur eden ve Avrupa’da cerrâhînin temeli olan Te’lif adlı eseridir. İki ciltten meydana gelen eser 900 sahîfedir. Eserin asıl adı Et-Tasrif Limen Acize an’it-Te’lif’tir. Otuz bölümden meydana gelen eserin birinci ve ikinci bölümlerinde hastalıkların genel değerlendirmesi yapılarak tedâvileriyle ilgili bilgiler verilmektedir. Üçüncü bölümden yirmi beşinci bölüme kadar olan kısımda ilâçların terkibi anlatılmaktadır. Yirmi altıncı bölümde hastalık, sağlık ve yiyecek rejiminden bahsedilmektedir. Yirmi sekizinci bölüm ise basit ilâçlarla yiyeceklere ayrılmıştır. Kitabın en önemli kısmını 30. bölüm meydana getirmektedir. Burada cerrahlıkla ilgili bilgiler anlatılmaktadır.

Te’lif’in seksenden fazla yazma ve basılı kopyası vardır. Birçok defâ lâtinceye ve İbrâniceye tercüme edildi. Eserin birinci ve ikinci kısımları 1519 senesinde Ausburg’da Lâtince olarak basıldı. Cerrâhî ile ilgili cüz’ü, meşhur Gerard de Cremona tarafından Lâtinceye tercüme edilmiştir. Bu bölümü Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında Amasya Hastânesi başhekimi Sabuncuzâde Şerefeddîn tarafından bâzı ufak tefek ilâvelerle Cerrahiye-i İlhâniye adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.

Avrupa’da cerrâhînin temelinin atılmasına sebep olan bu eser, Salerno, Montpelleier ve diğer Avrupa tıp fakültelerinde asırlarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Ebü’l-Kâsım Zehrâvî’yi Müslümanlardan çok, asırlarca eserinden istifâde eden Avrupalılar tanımışlar, buluşlarını ve tedâvî şekillerini kendilerine mâl etmişlerdir.