YUMURTA (Ovum)

Alm. Ei, Fr. Oeuf, İng. Egg. Dişi üreme hücresi. “Oogonium”un bölünmesinin son safhasında ortaya çıkan “oocyte” (olgunlaşmamış dişi gamet) olgun yumurta meydana getirmek üzere büyür ve gelişir. Olgunlaşma safhasından sonra yumurta, yumurtalıklardan (ovaryum) çıkar ve erkek üreme hücresi spermle dölleneceği bir yere taşınır. Dişi eşeylik organında yumurtaları meydana getiren yumurta hücrelerinin her birine “oogonium” denir. Oocyte, yumurta olmadan önce birçok kimyevî ve fizikî değişikliklere uğrar, her şeyden önce hacmi değişir. Olgunlaşmış yumurta bütün türlerde, vücûdun diğer hücrelerinden büyüktür. En büyük yumurta, kuş ve sürüngenlere âittir. Kurbağa oocyte’i olgun yumurta hâline gelene kadar ilk hacminin 27.000 katı kadar büyür. Oocyte’in olgunlaşmış yumurta (ovum) hâline gelmesi işlemine “oogenesis” denir. Sonuçtaki olgunlaşmış yumurtaya ise “ovum” denir. Yumurtanın çekirdeği de olgunlaşma esnâsında önemli değişikliklere uğrar. Oogonium çekirdeği de diğer vücut hücreleriyle aynı sayıda kromozom çifti taşır. Oogoniler, oocytlere dönüştükçe meiosis (mayoz) bölünmeye uğrayarak kromozom sayılarını yarıya indirger. İnsanın, vücut hücrelerinde 46 kromozom bulunmasına rağmen üreme hücrelerinde (gamet) 23 kromozom vardır (Bkz. Mayoz bölünme). Yumurtanın, sperm tarafından döllenmesinden meydana gelen zigotta 46 adet kromozom vardır. Bunların 23 tânesi spermden, diğer 23’ü de yumurtadan gelmiştir. Neticede zigot, gerçek kromozom sayısına sâhip olur.

Çoğu yumurtalar kürevîdir. Ancak, dış zar ona değişik şekiller verir. Memeli yumurtası kürevîdir ve zarımsı tabaka ile kaplıdır. Kuş ve sürüngen yumurtası da aynı özelliğe sâhip olmakla berâber, ilâve bir dış kabuk vardır. Dış kabuk kurtçuklar, böcekler, eklembacaklılar, omurgalılar, örümcekler gibi yavrunun dışarıda geliştiği türlerde karakteristik olarak mevcuttur. Bir kerede çıkan yumurta sayısı, yumurtanın büyüklüğü, dış kabuğun yapısı, yumurtanın döllendiği ve embriyo olarak geliştiği çevreye bağlıdır. Yumurtaları birçok dış faktöre açık olan hayvanlar, binlerce yumurta bırakırlar. Alabalıklar, bir defâda 17.000 morina balığı ise 6.000.000 yumurta bırakabilir. Gelişmiş hayvanların yumurtaları daha az ve daha iyi korunmaktadır. Memeliler ise diğer hayvan grupları içinde en az yumurtlayanlardır; bir seferde bir veya iki adet. Memeli yavru gelişirken o kadar iyi korunur ki, 3 veya 4 milyon yumurta içinden gelişecek bir morina balığı yavrusundan daha şanslıdır.

Sarısı fazla olan yumurtalara megalecithal (kuşlar, sürüngenler), normal olanlara medialecithal (hem karada hem suda yaşayanlar), az olanlara miolecithal (deniz omurgalıları ve yüksek memeliler) denir.

Bilinen en büyük kuş yumurtası 33 cm boy, 24 cm genişlik ve 2 galon (7.5 lt) hacmiyle, nesli tükenmiş Aepyornis kuşuna âittir. Günümüzde ise 18x33 boyut, 1.3 kg ağırlık ve 2.8 lt hacmiyle devekuşununki en büyük yumurtadır. En küçük yumurta ise bezelye büyüklüğü ve 1 gr ağırlığıyla sinekuşu (Kolibri)na âittir. İnsan yumurtasının büyüklüğü 100 mikrondur. Bir dişi insan, ömründe döllenmeye elverişli yaklaşık 480 yumurta bırakır. Normal bir kadın ergenlik çağından 45-52 yaşına kadar 300-500 defâ hâmile kalabilir. Ancak hâmilelik süresi 9 ay 10 gün olduğundan ömründe 30 kadar doğum yapabilir.

Yumurta denince genellikle kuş ve tavuk yumurtası akla gelir. Halbuki bitkilerin de dişi organlarında döllenmek için çiçek tozunu bekleyen yumurtalar vardır. Gelişmiş bitkiler ve hayvanlar döllenmiş yumurta ile çoğalırlar. Yumurtadan yeni bir canlı üremesi için döllenmesi lâzımdır. Nâdir olarak bâzı hayvanlarda partenogenez denen döllenmesiz çoğalma da görülmektedir. Döllenme balık ve kurbağalarda vücut dışında, memelilerde ise vücut içinde olur. Döllenmiş bir yumurtadan uygun bir ortamda sür’atle embriyo teşekkül eder. Dışarıda döllenen yumurtadan çıkan yavru çevreden beslenmeye başlar.

Diğer hücreler gibi yumurtanın da bir çekirdeği, çekirdeği çevreleyen stoplazması ve dışta zarı vardır. Yumurta normal vücut hücresinden daha büyüktür. Yumurta, embriyonu besleyecek depo gıdâ da ihtivâ eder. Canlı cinsine göre yumurtanın dışı protein, jöle veya sert kabukla kaplıdır. Yumurta değerli bir besin maddesidir.

Yumurta deyince çok yönlü bir vitamin kaynağı olması yanında, yumurtaya boyatılması dışında hile katılamaz. Tavuk yumurtası yanında az da olsa kaz, ördek ve hindi yumurtası da yenir. Tavuk yumurtasının % 66’sı su, % 34’ü katı (2/3 organik, 1/3 inorganik madde)dır. Ana organik madde olarak yumurtanın % 12’si protein, % 10.5’i yağ, % 1’i karbonhidrattır.

Gözenekli dış örtü kabuğunun, % 94’ü kalsiyum karbonat, gerisi kalsiyum fosfat, magnezyum karbonat, organik madde ve sudur. Vitellin zarıyla çevrili yumurta sarısı, akının ortasındadır. Yumurta sarısının organik maddesi 2/3 yağ, 1/3 protein ve biraz karbonhidrat ihtivâ eder, civcivin gelişmesi için ana besin maddesini meydana getirir. Yumurta sarısında A,D,B vitaminleri ve demir vardır. % 88’i su, % 10.6’sı protein ve % 1.4’ü karbonhidrat, mineral ve pigman (boya maddesi)dan meydana gelen yumurta akı bir albümin eriyiğidir, su ve suda çözünen vitamin kaynağıdır. Şalaz yumurta akının yoğunlaşmasıyla meydana gelir ve yumurta sarısını ak içinde askıda tutar. Yumurtanın geniş yönünde dış ve iç kabuk arasında bir hava boşluğu bulunur; ancak bu boşluk ne kadar azsa yumurta o oranda tâzedir.

Bir tavuk, cinsine göre yılda 150-300 yumurta yapar. Randımanlı bir tavuk ömründe 135 kg yumurta verebilir (ağırlığının 70 katı). Randımanı arttırmak için hergün yumurtaları düzenli şekilde almak lâzımdır. Bu sistem verimde % 10 artış sağlar. Bir yumurta yaklaşık 60 gr’dır. Bunun % 10’u kabuk, % 58 yumurta akı ve % 32’si yumurta sarısıdır. Bir yumurtanın boyutları 6x4 cm’dir. Dış kabuk 0.2-0.3 mm kalınlığındadır. Tavuk yumurtası 100 gramda 160 kalori (bir yumurta 75-80 kalori) verir. Ördek yumurtası ise yağlı olduğu için 100 gramda 200 kalori verir. Tavuklar genelde şubat ayı sonlarında kuluçkaya yatarlar. Kuluçkalık yumurta çok tâze olmalıdır. Bu yumurtaların kalitesi çıkacak civciv miktarına tesir eder. Randıman % 80’in altına düştüğü zaman iyi netice alınmamış demektir.

Yumurtanın bayatlaması şartlara bağlıdır. Civcivlik yumurta içinde ısı 24°C’yi geçince emriyo gelişmeye başlar. 18°C’nin altında iki hafta durabilir. Buzdolabında 4-6 hafta bekleyebilir. Ancak su miktarı azaldığı için vitamin ve besin değerini kaybeder. Yumurta kabuğu üzerinde 7500 adet gözenek vardır. Buradan buharlaşma yoluyla su çıkar ve hava boşluğu büyür. Bu ise bayatlamanın tipik bir belirtisidir. -1.5-0°de ve % 85-90 nemli soğuk hava depolarında yumurta 6-7 ay tâze kalabilir. Yumurta durdukça su kaybedeceğinden yoğunluk azalır. Tâze yumurtanın tuzlu suyun dibine çökmesi, bayat yumurtanın aynı suda askıda kalması veya su yüzüne çıkmasının sebebi yoğunluğundaki değişmedir. Yeteri kadar pişirildikten sonra yenilen yumurtanın büyüme, üreme, süt meydana gelmesi ve vücûdun kendi kendini tâmirinde büyük yardımı vardır.

Yumurtada sağlığa zararlı hiçbir unsur yoktur. Damar hastalığı yaptığı görüşü bugün geçerliliğini kaybetmiştir. Çiğ yumurtanın hazmı biraz zordur.

YUMUŞAK ŞANKIR

(Bkz. Zührevî Hastalıklar)

YUNANİSTAN

DEVLETİN ADI

Yunanistan (Helen) Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Atina

NÜFÛSU

10.288.000

YÜZÖLÇÜMÜ

131.944 km2

RESMÎ DİLİ

Yunanca

DÎNİ

Hıristiyanlık, İslâmiyet

PARA BİRİMİ

Drahmi

Balkan Yarımadasının güneyinde, kuzeyden Arnavutluk, Makedonya ve Bulgaristan, Doğudan Türkiye, güneydoğudan Ege Denizi, güneyden Akdeniz ve batıdan Adriyatik Denizi ile çevrili küçük bir ülke.

Târihi

Târihçiler Yunanistan târihini üç büyük bölüme ayırırlar; Eski Yunan târihi, Orta Devir-Bizans târihi ve Yeni Yunanistan târihi. M.Ö. (2000-146) târihleri arasında hayat süren Eski Yunanlıların bu devirleri de dört bölüme ayrılır; M.Ö. (2000-500) yıllarına kahramanlık seneleri ve ilk olimpiyat seneleri adı verilir. M.Ö. (500-400) yıllarında meydana gelen İran savaşları, medeniyet seneleridir. M.Ö. (400-300) yılları eski Yunanlıların gerileme devridir. İskenderin Makedonya, Tiva ve İsparta istilâları bu devre dâhildir. M.Ö. (300-146) târihleri dördüncü ve son devirdir. Bu son devre aynı zamanda Helenistik Dönem de denir. M.Ö. 146 yılında Roma İmparatorluğunun idâresi başlar. Romalılar M.S. 395’te ikiye ayrılınca Yunanlıların Orta Dönem ve Bizans târihi başlar. Bizans İmparatorluğunun ilk hükümdarı Konstantin’dir.

Konstantin 330 yılında, Doğu Roma’nın Bizans şehrini alarak ismini “Constantinople” şeklinde değiştirdi. Konstantin’in 378’de ölümüyle birlikte, imparatorluğun 1081’de başlayan gerileme dönemine kadar, sırasıyla Teodosiu, Lostianu, Iraklios, Isavroslar ve Mekadonya dönemleri geçti. Gerileme devri, Fâtih Sultan Mehmed Hanın 1453 yılında “Constantinople”u alarak “İstanbul” yapmasıyla son buldu. Böylece yaklaşık 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu târihe gömüldü.

Fâtih’in İstanbul’u fethetmesi, dünyâ târihinin olduğu gibi Yunan târihinin de dönüm noktasıdır. Artık Yunan Devleti kalmamış ve Yunanistan toprakları bir Osmanlı eyâleti olmuştu. Atina 1458 sonbaharında Osmanlı topraklarına katıldı. Fâtih Sultan Mehmed Han hemen Atina’ya geldi ve dört gün kaldı. Türk ve Yunan arşivlerine göre Atina’da Türk idâresi zamânında tekke, küçük kervansaray, çeşme ve sebillerin dışında 9 câmi ve tam teşekküllü bir medrese yapılmıştı. Bunlar; Mescidi İsmâilî, Fethiye Câmii, Yeni Câmi, Aşağı Şadırvan veya Voyvoda Câmii, Sofya veya Hüsnü Bey Câmii, Sütunlu Câmi, Akropol eteğindeki câmi, Küçük Câmi, Kafisiye Kazâsı Câmii ve Ravaklı Medrese. Osmanlıların 400 sene hâkim olduğu bu yerlerdeki eserlerden bugün minâresi yıkılmış iki câmiyle bir medrese kapısı kalmıştır. Diğerlerinin ise izleri bile kalmamıştır. Yunanlılar 400 yıl kadar rahat ve huzur içinde Osmanlı tebeası olarak yaşadı. 1821 yılında, Osmanlı Devletinin gerilemeye başladığı dönemlerde, Avrupalıların kışkırtmalarıyla Yunan isyanı çıktı. İsyandan sekiz yıl sonra Yunanistan Krallığı kuruldu. 1832-1913 yılına kadar Danimarka asıllı krallar tarafından idâre edildi. Yunanistan, bundan sonra 1923 yılına kadar Balkan Savaşları, Birinci Dünyâ Harbi ve iç karışıklıklarla uğraştı. Müttefiklerin yardımıyla Yunanlılar “Megalo İdea” hülyâsı ile, “Helen İmparatorluğu”nu yeniden kurmak üzere 15 Mayıs 1919’da İzmir’i Batı Anadolu topraklarını işgâl ettiler. Çok geçmeden, Türk Ordusu karşısında tutunamayarak 1922’de hayalleriyle birlikte denize döküldüler. (Bkz. Balkan Savaşları, İstiklâl Harbi)

Bu yenilgiyle birlikte Yunanistan’da iç karışıklıklar başgösterdi. 1923 yılında yapılan halk oylamasıyla Yunanistan Cumhûriyeti îlân edildi. Fakat 1926’da General Theodoros Pangalos diktatörlüğünü îlân etti. 1935 yılında monarşik idâre yeniden ortaya çıktı ve Helen Kralı, George II, tahta geçti. İkinci Dünyâ Harbi patlak verince, Yunanistan 1940 yılında İtalya’dan bir ültimatom aldıysa da bunu reddetti. Fakat ardından Alman, İtalyan ve Bulgarlar ülkeyi işgâl etti. 1944 yılında işgâl kuvvetleri ülkeden çekildi. Ülkede tekrar iç karışıklıklar başgösterdi. Ülkeye sızmış komünist güçler, Kralcılar ve İngiliz birlikleri tarafından mağlup edildi. 1947’de yapılan yeni bir halkoylamasıyla George-II, idâreyi eline aldı. Daha sonra yerine kardeşi Paul-I geçti.

Komünistler 1947-1949 yılları arasında tekrar karışıklıklar çıkardılarsa da, ABD’nin yardımıyla dağıtıldılar. 1963 yılına kadar ülke, Karamanlis hükümetince yönetildi. Bu târihteki seçimleri Merkez Partisi kazandı. Ülke içinde yeniden karışıklıklar çıktı 1967 yılında Albay Papadopoulos ihtilâlle idâreyi eline geçirdiyse de 1973 yılında General Demetrius’un yeni bir ihtilâliyle idâreyi kaybetti. 1974 yılında Kıbrıs problemi ortaya çıktı. Türk ordusunun “Barış Harekâtı” Yunanistan’da iktidar değişikliğine sebep oldu. Yunan askerî cuntası dağıldı. Yerine Karamanlis hükümeti geldi. (Bkz. Kıbrıs)

Yunanistan, 1974 yılında referandumla yeniden Cumhûriyet oldu. 1981’de Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldı. 1981 ve 1985 seçimlerini PASOK (Panhelenik Sosyalist Hareket) partisi kazandı. Haziran 1989’da yapılan seçimlerde PASOK ikinci parti durumuna düştü. Seçim sonuçları hiçbir partiye hükümet kurma imkânı vermedi. Geçici hükümet altında Kasım 1989’da yapılan erken seçimlerde de hiçbir parti hükümet kuramayınca, Nisan 1990’da yeniden ikinci kez erken seçime gidildi. Meclisteki sandalye sayısının bir fazlasını kazanan Yeni Demokrasi Partisi hükümet kurdu. Hükümetin kurulmasından sonra yapılan seçim neticesinde Karamanlis ikinci kez cumhurbaşkanı oldu.

Fizikî Yapı

Yunanistan, Balkan Yarımadasının güney ucunda yaklaşık olarak 131.944 km2lik küçük bir ülkedir. Üç kenarı denizle çevrilidir. Doğu veGüneydoğusunda Ege Denizi, güneyinde Akdeniz ve batısında Yunan Denizi bulunur. Küçük bir ülke olmasına rağmen kritik bir mevkidedir. Avrupa ve Afrika kıtalarının en çok birbirine yaklaştığı yerlerden birinde bulunur. “Avrupa-Kıbrıs-Ortadoğu”, “Avrupa-Süveyş-Hind Okyanusu” ve “Rusya-Boğazlar-Ege Denizi-Akdeniz” su yollarını kontrol edebilecek coğrafî özelliğe sâhiptir.

Yunanistan genel olarak beş bölgeye ayrılır: Makedonya, Trakya, Epirus, Teselya ve Mora. Yunanistan topraklarının hemen hemen beşte dördü dağlık, çok az bir bölümü de ovalıktır.

Orta Yunanistan’da uzanan sıra dağlar Korintos Boğazında son bulur. Bu dağlar, daha sonra Mora Yarımadasının içlerine kadar devam eder. Mora Yarımadasındaki başlıca dağlar şunlardır: Panahayiko, Erimantos, Zirra, Helmos, Mealo, Tavyetos, Parnonas.

Arnavutluk sınırından ülke içlerine doğru uzanan sıradağlara Pindos Dağları denir. Yaklaşık olarak 200 adet tepe bu bölgede birbirine paralel olarak yer alır. Pindos Dağlarının kuzeyine Grammos Dağları denir. Güneydeki kısımda ise, Nafpaktros ve Lodorikiyu dağları bulunur. Bu dağların ve ülkenin en yüksek noktası 2917 m’ye kadar yükselen Olimbos Dağıdır. Yunanistan ovaları kıyılarda yer alır ve genellikle denize açılır. Bir kısım ovalar ise iç kısımlarda bâzı göllerin kurumasıyla ortaya çıkmışlardır. Başlıca ovalar şunlardır: Selanik, Argolidas, Messinas, Lakonias, Kopayidas ve Karlos.

Yunanistan kıyıları oldukça girintili çıkıntılı olup yaklaşık olarak 150-160 km kadar uzunluğundadır. Kıyılar boyunca, Ege Denizinde ve Akdenizde yaklaşık 2000’e yakın ada Yunanistan’a âittir. Bunlardan sâdece 169 tânesi yerleşim yeridir. Ege Denizinde İmroz ve Bozcaada Türkiye’ye âittir. Başlıca büyük adalar şunlardır: Girit, Rodos, Milos, Korfu, Sakız, Midilli (Lesbos), Sisam, Eğriboz, Delos ve Mykonos.

İklim

Yunanistan, genel olarak yazları sıcak, kışları ise ılık ve serin geçen, Akdeniz ikliminin tesiri altındadır. Ülke toprakları küçük olmasına rağmen, denizlerin ayırdığı ve oyarak meydana getirdiği girintili çıkıntılı kıyı bölgelerinde adalarda ve iç kesimlerde, bu iklim yer yer değişen ve başkalaşan bir özellik gösterir. Adalarda, kıyılarda ve Halkidiki Yarımadasında yumuşak Akdeniz iklimi hüküm sürer. Dağlık bölgelerde ve iç kesimlerde ise Akdeniz’in dağ iklimi mevcuttur. Kuzeye doğru gidildikçe kış ayları soğuk ve yaz ayları daha sıcak geçer. Yağış miktarı genel olarak düşüktür. Batı sâhilleri daha çok yağış alır. Bu bölgelerde esen güneyin nemli rüzgârları bol yağış getirir. Fakat yükselen dağlar, bu rüzgârların doğuya geçmesine mâni olur.

Tabiî Kaynakları

Yunanistan’ın batı bölgeleri, doğu bölgelerine nazaran daha yeşillik ve ovalıktır. Doğu bölgelerde geniş ovalar ve ormanlar çok daha azdır. Kıyı bölgeler ve adalarda bilhassa yabânî zeytin, sakız ve çam gibi ağaç türlerine sık rastlanır.

Kuzey bölgelerde ve genellikle dağlık kesimlerde büyük gövdeli ve çok yapraklı ağaç türleri daha çoktur. Dağlık ve ormanlık olmasına rağmen büyük vahşî hayvanlar pek yoktur. Ancak küçük ve çok çeşitli yabânî hayvan türlerine ve sürüngenlere çok rastlanır.

Doğu Yunanistan mâden kaynakları bakımından çok zengindir. Daha çok Eviya, Argolido, Halkidiki, Kozani ve Ege adaları mâden bakımından bolluk içinde olan bölgelerdir. Mâdenlerin bir kısmı toprak üstünden ve bir kısmı da toprak altından elde edilir. Darnasso, Grona, Elikona ve Kiteronada bölgelerinde boksit, Halkidiki, Eviya, Domoko ve Kozani çevresinde krom ve beyaztaş, Aliveride,Ptolemagida ve Megalopolide yörelerinde linyit ve Taşoz Adasının kuzeybatısında da petrol yatakları mevcuttur. Diğer önemli mâdenler şunlardır: Demir, nikel, amyant ve magnezyum filizi.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Yunanistan nüfûsu yaklaşık olarak 10.096.000 kadardır. Nüfus yoğunluğu 77’dir. Nüfûsun % 98.5’i Yunanlı olup, bunun % 60’ı şehirlerde yaşar. Bugünkü Yunanlıların eski Yunanlılarla alâkaları kalmamıştır. Yıllarca çeşitli egemenlikler altında çeşitli milletlerle karışmış ve başka bir topluluk hâline gelmişlerdir.

Nüfûsun üçte birine yakın bir bölümü başşehir Atina ve çevresinde yaşar. Bu bölgedeki nüfus yoğunluğu 100 kişinin üzerindedir. Bundan başka diğer önemli bölgeler şunlardır: Selânik, Pire, Patras, Kandiye, Tirhala, Serez, Yanya, Kırkira, Levkadas, Ahayas, Attiki, Iraklia ve Kavala’dır. Ülkede en kalabalık azınlık grup Türklerdir. Nüfûsun yaklaşık % 2’sini meydana getirirler. Ayrıca bir miktar Bulgar, Rum ve Ermeni de yaşar.

Ülkenin resmî dili Yunancadır. Yunanistan’da yaşayan Türkler, her türlü baskılara rağmen Türkçe konuşurlar ve Yunanca da bilirler. Yunan hükümetleri Türklere çeşitli konularda zorluklar çıkarmaktadır. Halkın % 97’si Ortodokstur. Geri kalanların çoğunluğu Müslümandır. Çok az da olsa Katolik, Protestan ve Yahûdî de vardır. Yunanlılar küçük yaşlardan îtibâren “Türk düşmanlığı” ile yetişirler. Alfabelerinde küçücük çocuklara bu düşmanlığı öğretirler. Gâyeleri eski Bizansa kavuşmaktır. Kendilerini hâlen Helen Medeniyetinin devâmı sayarlar.

Yunanistan 1830’da Osmanlı Devletinden Hıristiyan batı ülkelerince koparılıp bağımsız olduğunda Mora Yarımadasında yaşayan 700.000 kişi kendisinin hangi ırk ve millet olduğunu bilmiyordu. Çoğunluğu çobanlık yapan muhtelif millet ve ırkların karışımından olan, Rumca konuşan bu topluluğu Avrupalı ülkeler Osmanlı Devleti aleyhine kullanarak, sizler eski Yunanlıların nesillerisiniz dediler. Nitekim A.J. Toynbee, 13 ciltlik İngilizce A. Study of History isimli eserinde eski Yunan fikrinin Akdeniz’i ele geçirmek isteyen sömürgeci emperyalist Avrupalı devletlerin, devlet adamlarının ortaya attığı bir yalan oduğunu açıkça ifâde eder.

Charles Seignobos’un Medeniyet Târihi isimli eserinin 441’inci sayfasında; “Ortaçağda tamâmen yok olan Grek milleti siyâsî maksatlarla Osmanlılara karşı yeniden ortaya çıkartıldı.” der.

Bulgar, İskit, Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler, Hazerler, Sırplar, Slâvlar, Arnavut, Türkmen, Tatar ve İlliryalılar karışımı olan bu topluluğa Batılı târihçi ve siyâsetçiler tarafından eski Yunan şuuru verilerek Osmanlı Devletinin Akdeniz hâkimiyetine son verilmesi ve Mora Yarımadasının elinden alınarak, yıkılışı hızlandırılmıştır. Böylece Batı emperyalizmi hem İslâm ülkeleri, hem de diğer dünyâ devletlerinde kendine daha rahat ve kolay yerleşme yolu bulmuştur.

Çok eski lügatlarda Larousse dâhil; Grek kelimesi “hilekâr, dolandırıcı” mânâsına gelir. On dokuzuncu asırda Avrupa ülkelerinde Grek şenlikleri yapılırken, Alman târihçi Profesör Fall Merayere, Mora Yarımadası’nın Ortaçağlardaki Târihi isimli eserinde; “Avrupa’da Hellen ırkı tamâmen yok olmuştur. Bu günkü Hıristiyan Yunanlıların damarlarında bir damla Hellen kanı yoktur.” demiştir. Konstantin Porfirogeret ise 8. asırda İtalya’dan gelen vebâ ile Hellenlerin son kalıntılarının da kaybolduğunu ifâde eder.

1830’dan bu yana Türkiye aleyhine propaganda üç misli artmıştır. Yunanistan ilkokullarında Yunan çocuklarına; “Bir tek Türk kalmayıncaya kadar Türklerle savaşacağına...” dâir yemin metnini ezbere okutmaktadır.

Siyâsî Hayat

Yunanistan, başkanlık sistemine dayalı bir parlamenter cumhûriyettir. Devlet başkanı ve hükümet başkanı birbirinden ayrıdır. Kânun yapma yetkisi dört yılda bir seçilen meclise âittir. Yargı gücü bağımsız mahkemelere âittir. Yunanistan idârî olarak 10 bölgeye ve 51 ile ayrılır.

Ekonomi

Yunanistan ekonomisi büyük ölçüde tarıma dayanır. Topraklarının % 29’una yakın bir bölümü tarıma elverişlidir. Çoğu bölgeler dağlık olduğundan tarım için müsâit geniş ve verimli ovalar ve sulama ihtiyacı için gerekli akarsu miktarı azdır. Buna rağmen nüfûsun % 30’una yakını tarım ve hayvancılıkla uğraşır. En önemli tarım ürünleri; tahıl, tütün, pamuk, pirinç, zeytin, üzüm, meyve ve sebzedir. Son yıllarda meyveciliğe ve sebzeciliğe çok önem verilmiştir. Özellikle kuru üzüm, limon ve portakal yetiştirilir. Hayvancılık gerektiği kadar gelişmemiştir. Kendisinin et ihtiyacını karşılayamamaktadır. Bu sebeple et dış pazarlardan satın alınmaktadır. Hayvancılığın geri olmasının başlıca sebebi yetersiz sayıdaki geniş otlak arâzidir. Daha çok koyun, inek ve kümes hayvanları beslenir.

Yunanistan balıkçılık bakımından çok gelişmiş bir ülkedir. Çok çeşitli türde balık avlanır ve yetiştirilir. İçinde soğutucuları bulunan özel balıkçı tekneleri yapılmıştır. Açık denizlerde avlanan balıkçı filosu, ülkeye dondurulmuş balık temin etmektedir.

Yunanistan yeraltı mâdenleri bakımından çok zengin bir ülkedir. Başlıca mâdenleri; boksit, krom, beyaztaş, mermer, demir, nikel, amyant, magnezyum, bakır, kurşun, linyit, zımpara, sülfür, alüminyum ve petroldür. Yunanistan mâdencilik bakımından zengin olmasına rağmen bu alanın ekonomiye katkısı çok düşüktür. Ülkenin % 30’una yakın bir bölümü îmâlât sanâyii ve endüstri alanında çalışır. En önemli endüstri kolları tekstil, kimyevî maddeler, gıdâ, çimento ve metal endüstrisidir.

Yunanistan daha çok Federal Almanya, İtalya, Fransa, Benelüks devletleri, Japonya, Libya, ABD,  İngiltere ve BDT ile ticârî münâsebetlerde bulunur. Avrupa ekonomik topluluğunun bir üyesidir. İhrâcâtının % 50’sine yakın bir bölümünü sanâyi ürünleri özellikle kimyevî maddeler teşkil eder. Diğer ihraç ürünleri şunlardır: İşlenmemiş veya yarı yarıya işlenmiş mâden cevherleri, tütün, zeytinyağı, kuş üzümü, pamuk, narenciye ürünleri, tekstil ürünleri, kuru üzüm ve balık. Ülkenin ambalaj sanâyii oldukca gelişmiş durumdadır. Çeşitli Türk mallarını, özellikle incir, üzüm gibi maddeleri ambalajlayarak kendi malı olarak Avrupa ülkelerine satmaktadır.

Turizm, ülkenin çok önemli bir gelir kaynağıdır. Marathon, Mycenae, Olympia, Sparta, Thermopylae ve Tiryus gibi eski Yunan şehir devletleri turistlerin bir hayli ilgisini çekmektedir.

Ülkenin ana asfalt yolları ve demiryolları genellikle tabiî târihî yolları tâkip eder. Esas demiryolu sistemi İkinci Dünyâ Harbinden sonra inşâ edilmiştir. Karayolları çok gelişmiş durumdadır. Biri yatay, diğeri dikey olarak ülkeyi kesen iki eski ana yol Atina’da kesişir. Deniz ulaştırması ve gemicilik oldukça gelişmiştir. Pire, Akdeniz’in en önemli limanlarından biridir. Atina’da milletlerarası bir havaalanı vardır. Bâzı uçak şirketleri özel kuruluştur.

YÛNUS ALEYHİSSELÂM

Musul yakınlarındaki Nineve (Ninova) ahâlisine gönderilen peygamber. Babası Metâ adında bir zât olup sâlih kimselerdendi. Yûnus aleyhisselâm kendisini balık yuttuğu için Zinnûn ve Sâhib-i Hût adlarıyla da anılmıştır.

Yûnus aleyhisselâm, Asûr Devletinin başşehri ve önemli bir ticâret merkezi olan Nineve şehrinde doğdu. Babası Metâ ve annesi, Allahü teâlâya duâ edip, kendilerine bir erkek evlâd ihsân etmesini dilediler. Cenâb-ı Hak onlara Yûnus’u ihsân etti. Ancak Yûnus aleyhisselâm ana rahmindeyken babası vefât etti. Annesi onun doğum ve çocukluğu sırasında birçok hârikulâde, olağanüstü haller gördü. Yûnus aleyhisselâm Nineve’de büyüdü. Kavmi içinde emin, yalan söylemeyen, yardım seven bir kişi olarak meşhur oldu. Otuz yaşına gelince Nineve ahâlisine peygamber olarak gönderildi. Putlara tapan Nineve halkını senelerce Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Kavmi ona îmân etmedikleri gibi birçok ezâ ve cefâda bulundular. Onunla alay ettiler. Fakat Yûnus aleyhisselâm yılmadan ve ümitsizliğe kapılmadan onları hak dîne dâvet etti. Allahü teâlânın azâbıyla korkuttu. Fakat Nineve halkı, “Tek bir kişinin hatırı için azap inip herkesi yok edecekse müsâde et bu azap gelsin.” deyip alay ettiler.

Yûnus aleyhisselâm kavminin küfürde isrâr etmesine üzülüp onların arasından ayrıldı. Allahü teâlâ ona vahyedip; “Kullarımın arasından ayrılmakta acele ettin. Geri dön, kırk gün daha onları îmâna çağır.” buyurdu. Yûnus aleyhisselâm bu ilâhi emir üzerine kavmine döndü ve onları hak dîne dâvete devam etti. Otuz yedi gün aralarında kaldı. Kavmi yine inanmadı. Bunun üzerine Yûnus aleyhisselâm “O halde üç güne kadar başınıza gelecek azâbı bekleyin. Bunun alâmeti önce benizleriniz sararacaktır.” buyurdu ve ilâhî bir emir gelmeden üzüntüyle aralarından ayrıldı.

Yûnus aleyhisselâmın haber verdiği gün gelince Ninevelilerin benizleri sarardı. Gökyüzü karardı. Şehri simsiyah bir duman kapladı. Herkesi korku ve telâş sardı. Feryad ve figâna başladılar. “Yûnus aleyhisselâm aramızda ise korkmayın, eğer gitmişse azâb bizi helâk edecektir.” diye söyleştiler. O zaman Allahü teâlâ kalplerine pişmanlık hissini verdi. Onlar tövbe etmek arzusu ile yaşlı sâlih bir zâta geldiler ve ne yapmaları gerektiğini sordular. O zât da henüz azâbın gelmesine iki gün olduğunu ve tövbe etmelerini ve azâbı kaldırması için duâ etmelerini tavsiye etti.

Bunun üzerine Nineve halkı şehrin yakınındaki bir yüksek tepeye çıkıp Allahü teâlâya ve O’nun peygamberi Yûnus aleyhisselâma îmân ettiler. Allahü teâlâya duâ edip azâbı kaldırmasını niyaz ettiler. O zamana kadar yaptıkları her türlü kötülük ve haksızlığa da tövbe ettiler. Hattâ öyle oldu ki, evlerindeki başkasına âit olan taşları söküp sâhiplerine iâde ettiler. Bunun üzerine Allahü teâlâ tövbelerini kabul edip, azâbı üzerlerinden kaldırdı. Duânın yapıldığı gün Cumâ olup, Aşûre günüydü. Sonra sevinç içinde şehre dönen Nineve halkı şehirde Yûnus aleyhisselâmı aramaya başladılar.

Yûnus aleyhisselâm da ayrılışından bir müddet sonra kavminin hallerini öğrenmek için Nineve’ye yakın bir yere geldiğinde azâbın rahmete tebdil olduğunu gördü. Fakat şehre girmedi. “Eğer şehre girersem beni yalancılıkla ithâm ederler.” diyerek sahra (çöl) tarafına yöneldi ve oradan uzaklaştı ve Dicle Nehri kenarına vardı. Fakat buraya Allahü teâlâdan emir almadan gelmişti. Dicle Nehri kenarındayken yolcularla dolu olan bir gemiye bindi. Gemi hareket edip kıyıdan uzaklaştı. Gemi bir müddet seyrettikten sonra durdu ve kımıldamaz oldu. Gemidekiler şaşırıp kaldılar. Ne kadar çalıştılarsa da gemiyi bir türlü yürütemediler. Sonra da; “Aramızda bulunan bir suçlu yüzünden gemi yürümüyor.” diye aralarında söylendiler. Geminin batacağından endişe edip paniğe kapıldılar. Durumu uğursuzluk kabul edip:

“Burada efendisinden kaçan bir kul vardır. Kur’a atalım o meydana çıkar!” diye söyleştiler.

O zamâna kadar âdetleri kur’a kime isâbet ederse onu cezâ olarak denize atmaktı. Âdetleri gereği kur’a çektiler. Kur’a Yûnus aleyhisselâma çıktı. O zaman Yûnus aleyhisselâm bunun kendisi hakkında ilâhi bir imtihan olduğunu kabul edip tevekkülle; “O âsi kul benim!” dedi. Gemidekiler Yûnus aleyhisselâma bakıp sâlih bir kimse olduğunu anlayıp; “Bu zât köleye benzemiyor!” diyerek yeniden kur’a çektiler. Kur’a yine hazret-i Yûnus’a isâbet etti. Üçüncü defâ çekilen kur’a da Yûnus aleyhisselâma isâbet etti. Bâzıları; “Şüphesiz bu kişinin suçu olmalı!” dediler.

Yûnus aleyhisselâm yolcuları Allahü teâlâya îmân etmeye dâvet etti. Fakat gemidekiler Yûnus aleyhisselâmı denize attılar. O an gece vaktiydi. Yûnus aleyhisselâmı bir balık yuttu. O zaman cenâb-ı Hâk balığa emredip onu yaralamamasını, kemiklerini kırmamasını bildirdi. Balık bu hal üzere hazret-i Yûnus’u alıp denizin derinliklerinde kayboldu. Yûnus aleyhisselâm balığın karnında sağ, aklı başında ve şuûru yerindeydi. Balığın karanlık vücûdunda çok üzgün bir halde:

“Yâ Rabbî! Emir ve hüküm senindir. Fakat Nineve’ye dönmeye ve kavmimi îmânlı bir şekilde görmeye ümîdim sonsuzdur. Bütün bunlara rağmen senin takdirin ne ise ona râzıyım.” dedi.

O sırada bâzı sesler işitti. “Bu nedir acabâ?” diye söylendi. Allahü teâlâ ona balık karnında olduğunu vahyederek: “Ey Yûnus! Bu sesler beni denizde zikreden canlıların sesleridir!” buyurdu.

Yûnus aleyhisselâm balığın karnında dahi her zaman zikre devam ediyordu. Melekler onun sesini işitip Allahü teâlâya arz ettiler. Allahü teâlâ; “Bu kulum Yûnus’un sesidir. Bir hâli sebebiyle onu denizde bir balığın karnında hapsettim.” buyurdu.

Yûnus aleyhisselâm “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke inni küntü minezzâlimîn (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben haksızlık edenlerden oldum.” (Enbiya sûresi 87)” duâsına devam etti. Bu duâsı ve tesbihi onun kurtuluşuna sebep oldu. Balığın karnında üç, yedi veya kırk gün kaldıktan sonra kurtuluşa erdi. Yûnus aleyhisselâm balığın karnından Muharrem ayının onuncu (Aşûre) günü çıktı.

Balık onu çıkarıp sâhile bıraktığında; Yûnus aleyhisselâm zayıflamış, bitkin, hasta bir durumda ve himâyeye muhtâçtı. Cenâb-ı Hak ihsânıyla orada hazret-i Yûnus’u güneşin yakıcı sıcağından gölgelendirerek geniş yapraklı, çabuk büyüyüp yükselen bir ağaç veya bitki bitirdi. Bu ağaç sinek ve haşerâtın zararını da önlemekteydi. Cenâb-ı Hak bir rivâyette o bitkiden hazret-i Yûnus’a süt damlattı. Diğer bir rivâyette dağ keçisini emrine verdi. İyice kuvvetleninceye kadar o dağ keçisi sabah akşam gelip hazret-i Yûnus’u emzirdi. Yûnus aleyhisselâm kendine gelince Allahü teâlâya şükredip ibâdete başladı. Birgün kendisine gölge veren ağacın kuruduğunu görüp üzüldü. Allahü teâlâ ona vahy edip kavmine dönmesini emir buyurdu ve kavminin tövbelerini kabûl ettiğini bildirmesini emretti.

Yûnus aleyhisselâm kavmine gitmek üzere yola çıkıp, Nineve şehri yakınlarına gelince gördüğü bir çobana kavminin durumunu sordu. Çoban da; “Peygamberleri olan Yûnus aleyhisselâm onlara darılıp gittiğinden kendi başlarına kaldı. Cenâb-ı Hak onlara azâb gönderdi. Azâb bulutları başları üzerinde üç gün üç gece durdu. Fakat onlar bin bir pişmanlıkla ağlaştılar. Yûnus aleyhisselâmı aramalarına rağmen bir yerde bulamadılar. Neticede Allahü teâlâ onları bağışladı. Üzerlerinden azâbı kaldırdı. Şimdi yolları gözetip kendilerine emir ve yasakları öğretecek Yûnus aleyhisselâmın gelmesini bekliyorlar.” dedi. Yûnus aleyhisselâm kendisinin bekledikleri kimse olduğunu ve gidip onlara haber vermesini istedi. Çoban Nineve’ye gidip Yûnus aleyhisselâmın geldiğini haber verdi.

İlk anda Yûnus aleyhisselâmın geldiğine inanmayan Nineve halkı ağacın ve koyunun dile gelip, konuşması netîcesinde inandılar. Yûnus aleyhisselâmın bulunduğu tarafa gittiler. Yûnus aleyhisselâmı namaz kılarken buldular. Namazdan sonra onu hasretle kucaklayıp özür dilediler. Berâberce şehre döndüler. Bundan sonra Yûnus aleyhisselâm onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlattı. Kavmi mesut ve iyilik üzere oldular. Yûnus aleyhisselâm seksen üç yaşında ibâdet hâlindeyken Nineve’de vefât etti. Vefât ettiği yer hakkında başka rivâyetler de vardır.

Yûnus aleyhisselâmın mûcizeleri:

1. Yûnus aleyhisselâm, Kur’ân-ı kerîmde bildirildiği üzere balığın karnında üç, yedi veya kırk gün yaşamıştır.

2. Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle bulutlardan ateş çıkardı. Bir gün Nineve ahâlisi kendisinden bulutlardan ateş çıkarılmasını istediklerinde duâ etti ve bulutlardan ateş düşüp memleketin bir bölgesindeki ağaçları yaktı.

3. Yûnus aleyhisselâmın duâsı bereketiyle dağdan su çıkmıştır.

4. Yûnus aleyhisselâmın peygamberliğine bir keler şehâdet etmişti. Nineveliler Yûnus aleyhisselâmdan mûcize isteyince, Allahü teâlânın emriyle dağa işâret etti. Dağdan çıkan bir keler dile gelerek; “Ey insanlar! Biliniz ki, Yûnus hak peygamberdir. Sizi Cennet’e, Rabbinizin mağfiretine dâvet ediyor.” dedi.

5. Yûnus aleyhisselâm Nineve hâkimini îmâna dâvet etti. O zaman Hâkim; “Kapımda bulunan şu demir halka altın olursa îmân ederim.” dedi. Yûnus aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle elini kapının halkasına koydu. Demir halka altın hâline geldi.

6. Yûnus aleyhisselâm odun olmadığı halde su üstünde ateş yakmıştır.

7. Yûnus aleyhisselâm, Dâvûd aleyhisselâm gibi güzel sesli olduğundan, tatlı sesi vahşî ve yırtıcı hayvanlara da tesir eder, onu dinlemek için etrâfında toplanırlardı.

Yûnus aleyhisselâmın hayâtı ve başına gelen hâdiseler hakkında Kur’an-ı kerîmin Sâffat, Nisâ, Yûnus, Enbiyâ, Kalem, sûrelerinde haber verilmektedir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem de hadîs-i şerîfte buyurdu ki:

Balığın karnındayken Yûnus’un (aleyhisselâm) yaptığı duâ; “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez-zâlimîn” idi. Müslüman bir kişi bu duâyı her ne şey için okursa, Allahü teâlâ elbette onu kabul eder. Hiçbir kula, Yûnus bin Metâ’dan (aleyhisselâm) daha hayırlıyım, demek yakışmaz.