YÖN

Alm. Richtung, Seite (f), Fr. Sens, cöté (m), İng. Direction. Herhangi bir şeyin yüzlerinin baktığı taraf. Coğrafyada yön denilince kuzey, güney, doğu ve batı denilen dört yön hatıra gelir. Kısaca bunlara ana yönler de denir. Nakledilecek bir şeyin veya seyahat edecek bir kimsenin hedefine ulaşabilmesi, yönleri bilmekle mümkün olabilecektir. Havacılar, gemiciler, askerler ve turistler yön bulma işine çok ehemmiyet verirler.

Yön bulma usûlleri: En basit yön bulma aracı pusuladır (Bkz. Pusula). Pusula yatay durumda kalacak şekilde düzlem bir yüzey üzerine konur. İğnesinin hareketi duruncaya kadar beklenir. İğnenin beyaz veya renksiz ucu güneyi, tersi olan mavi ucu ise kuzeyi gösterir. İnsan önünü güneye çevirirse sağı batı, solu ise doğuyu gösterir. Arkasında kalan taraf da kuzeydir.

Haritaların yukarı kısmı dâima kuzeyi, aşağısı güneyi gösterir. Yüz haritaya çevrildiğinde sağı doğu, solu ise batı tarafı gösterir.

Pusulanın yokluğunda başka âletlerle de yönler bulunabilir. Bir yön tespit edilince diğer yönler kendiliğinden ortaya çıkar. Saatler de birer yön bulma âletidir. Gündüzün saatin akrebi güneşe doğru çevrilir. Bu işi tam olarak yapabilmek için bir ipin ucuna ağır bir kütle, meselâ demir parçası asarak ipin çekül doğrultusunda, yâni düşey durumda olması temin edilir. Saatin akrebi ipin gölgesi ile çakıştırılır. Saatin 12 işâreti ile bu gölgenin hâsıl ettiği açının açıortayı güneyi göstermektedir. İstanbul’da, bulunan bu yönden takriben 30° sola dönülürse kıble istikâmeti bulunmuş olur.

Güneşe bakarak da yönler kabaca tahmin edilebilir. Güneş doğudan doğar, batıdan batar. Sabah ile öğle arasında güneş doğu ile güney arasındadır. Meselâ saat 10.00 civârında yüzümüzü güneşe çevirdiğimizde yönümüz güneydoğudur. Öğleden sonra ise güneş güney ile batı arasında bulunur.

Geceleyin yıldızlar görülebiliyorsa kutup yıldızı yardımıyla da yönler bulunabilir. Kutup yıldızı tam kuzeyde bulunan ve diğer takım yıldızlardan parlak olan bir yıldızdır (Bkz. Kutup yıldızı). Küçük ayı takım yıldızlarının en uçta olanıdır. Yüzü kutup yıldızına çevirince ön tam kuzey, arka güney, sağ doğu, sol batı olur.

Şehirlerde yön bulmak daha kolaydır. Minârelerin şerefe kapıları kıbleye doğru yapılmıştır. Karıncalar da yuvalarının girişini kuzeyden esen rüzgarlardan korumak için güneye çevirmişlerdir. Aynı sebepten bâzı ağaçlar da güneye doğru eğik dururlar.

Bu usûllerin tamâmı yaklaşık yön bulmaya yarar. En hassas pusulaların dahi yön bulmada hatâsı mevcuttur. Yönleri tam bulabilmek için pusula iğnesinin sapma açısını hesaplamak lâzımdır. Sapma açısı yer ve zamana göre değişir. Sapma açısı hesaplanır ve tespit edilen yöne olan etkisi ilâve edilirse tam doğru yön bulunmuş olur. Câmilerin kıble istikâmeti böyle tespit edilir.

YÖNETMELİK

Alm. Bestimmungen, Vorschriften (pl.) (ver-) Ordnung (f), Fr. Réglement (m), İng. Governing statute, instructions, drill book, regulation. Kânun ve tüzüklerin tatbiki için çıkarılan idârî düzenleyici işlem. İdâre, kânun ve tüzüklere göre vazifelerini yapabilmek için, kendi yetki sahalarına âit olmak üzere, gerekli düzenlemeleri yönetmelikler çıkarmak sûretiyle yapabilir. Eski ismi tâlimatnâmedir.

Anayasada; Bakanlıkların ve kamu tüzel kişilerin kendi görev alanlarını ilgilendiren kânunların ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyle, yönetmelikler çıkarabilirler ve bu yönetmeliklerin Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girecekleri belirtilmektedir (mad. 124). Anayasanın bu hükmü doğrultusunda çıkarılan yönetmeliklere “Uygulama Yönetmeliği” denir. Bunun dışında, idârenin faaliyetlerini düzenleyen, bâzı hallerde yalnız kendi mensuplarını ilgilendiren yönetmelikler de vardır. Bunlara “Âdi Yönetmelik” denir. “Uygulama Yönetmelikleri”nin Resmî Gazete’de yayınlanması gerekir. Fakat, “Âdi Yönetmelik”lerden vatandaşları ilgilendirenlerin yayınlanması, diğerlerinin de alâkalı kişilere duyurulması yeterlidir.

Yönetmelikler, kânun ve tüzüklere aykırı olamayacağı gibi, diğer üst hukuk prensiplerine de aykırı olamazlar. Kânuna ve tüzüğe aykırı olan yönetmeliklere karşı Danıştayda iptal dâvâsı açılabilir.

YÖNLER

(Bkz. Yön)

YÖRGÜÇ PAŞA (Lala)

Osmanlı veziri. Babası Amasya ileri gelenlerinden Atabekzâde Abdullah Beydir. Doğum târihi bilinmemektedir.

Çelebi Sultan Mehmed Amasya’dayken hizmetinde ve lalalığında bulundu. Ankara Savaşı (1402) sonrasında bozulan Osmanlı birliğinin tekrar sağlanmasında Çelebi Sultan Mehmed’e yardımcı oldu. Bunun mükâfâtı olarak da, Çelebi Sultan Mehmed’in Osmanlı birliğini sağlamasından sonra Amasya sancakbeyliğine tâyin edildi. Samsun ve civârında ve Sivas’ta çıkan isyanları bastırdı. 1415 yılında Murâd Çelebî (İkinci Murâd) Amasya sancakbeyliğine tâyin edilince Şehzâde’nin lalası oldu. Şehzâde Murâd’ın 1420’de tahta çıkması üzerine Amasya’dan ayrıldı. Bilâhare 1422 yılında vezirlik rütbesiyle Rum beylerbeyi olarak Amasya’ya gönderildi. Pâdişâh değişikliğinden istifâde edip karışıklık çıkarmak isteyen eşkıyâ ve yerli beylere karşı başarılı faaliyetler yaptı. Eşkıyânın tamâmına yakınını ortadan kaldırıp bir kısmını da yakalayarak muhâfaza altına aldı. 1434’te yaşlılığı dolayısıyla beylerbeylik vazifesinden alındı.

1441 yılında vefât eden Yörgüç Paşa Amasya’da câmi, imâret, medrese ve türbeden müteşekkil bir külliye yaptırmıştır.

YÖRÜK ALİ EFE

Kurtuluş Savaşında Ege bölgesinde faydalı hizmetleri görülen bir efe. 1896 senesinde Sultanhisar’ın Kavaklı köyünde doğdu. Köklü bir âileye mensup olan Yörük Ali, 1916’da İzmir’de askerliğini yaptığı sırada bir hakâreti hazmedemeyerek dağa çıktı. Üç yıl süren çete hayâtından sonra hükümete teslim oldu.

Yunanlıların Anadolu’yu işgâle başlamasından sonra, adamlarını tekrar toplayarak işgalcilere karşı çete savaşlarına başladı. Yörük Ali Efenin bu karşı harekâtı, İzmir ve Aydın bölgesinde Millî Mücâdelenin başlangıcı oldu. Çok geçmeden alay seviyesinde askere sâhip olan çete, “Millî Aydın Alayı” olarak anılmaya başlandı. Zaman zaman Kıllı Efe ve Demirci Efe ile müşterek yaptıkları savaşlarda Yunan ordusuna büyük zâiyatlar verdirdiler. Kurtuluş Savaşı esnâsında büyük kahramanlıklar gösteren bu alay, halen 37. Tümende “Yörük AliEfe Alayı” olarak ismen muhâfaza edilmektedir.

Ege bölgesinde, Yunanlıları oyalamak, durdurmak gibi hizmetleri olan Yörük Ali Efe, çetelerin kaldırılmasından sonra emrindeki kuvvetleri dağıttı. Hizmetlerinden dolayı kendisi Milis Albayı rütbesi ve İstiklâl Madalyası ile taltif edildi. Kurtuluş Savaşından sonra Yenipazar’a yerleşen Ali Efe, son zamanlarını zirâat ve ticâretle geçirdi ve 1953 senesinde vefât etti.

YÖRÜKLER

Anadolu ve Rumeli’de göçebe olarak yaşayan, geçimlerini hayvancılıkla sağlayan ve mevsimlere göre ova veya yaylalarda kurdukları çadırlarda oturan Oğuz Türklerine verien ad. Bunlara Türkmenler adı da verilir. “Cesur, muhârip, iyi yürüyen, eli ayağı sağlam” gibi mânâları ifâde eden “yörük” kelimesi yerine “yürük” kelimesi de kullanılır. Umûmî olarak konar-göçer hayat yaşayan bütün topluluklar için kullanılan bu isim, daha çok göçebe Oğuz boyları için alem (özel isim) olmuştur.

On birinci yüzyılda Orta Asya’dan göç eden ve göçebe hayat yaşayan Oğuzlar, İran’dan geçerek, Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’ya geldiler. Burada da eski hayat tarzlarını aynen devâm ettirdiler. İlk zamanlar Türkmen adıyla anılan Oğuzların bir kısmı yerleşik hayâta geçti. Anadolu’nun İslâmlaştırılıp Türkleştirilmesi sırasında Oğuz boyları Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Bir kısmı yerleşik hayâta geçerek Türkmen adını aldı, bir kısmı da göçebe hayâtını sürdürüp yörük ismiyle anıldı.

Anadolu Selçukluları ve beylikleri dönemlerinde yörüklerden askerî güç olarak faydalanıldı. Selçuklular ve Osmanlılar yörükleri sistemli bir şekilde toprağa yerleştirmeye çalıştılar. Orhan Gâzi ve Yıldırım Bâyezîd devirlerinde geçitlerin, derbentlerin korunması, yörüklere yaptırıldı. Osmanlıların Rumeli’ye geçişinden sonra Yörüklerin önemli bir bölümü de Rumeli’ye göç ettirildi. Sultan Birinci Murâd Han zamânında Saruhan’dan Serez taraflarına kalabalık gruplar hâlinde sevk edilen yörükler, iskân edildikleri yeni bölgelerde yabancı unsurlar arasında bir dayanak noktası teşkil ettiler ve ileride yapılacak fetihlere yardımcı oldular. Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmeleri Yıldırım Bâyezîd Han devrinde daha kesîf bir şekilde devâm etti.

Sultan İkinci Murâd Han ve Fâtih Sultan Mehmed Han zamanlarında yeni fethedilen yerlere çok yörük nüfus nakledildi. Fâtih Kânunnâmesi’nde yörüklere diğer ahâliye göre bâzı vergi muâfiyetleri tanındı. Fâtih Kânunnâmesi’nde yörüklerin ağnam resmî mükellefi ve askerlikle mükellef oldukları belirtildi. Orduda yardımcı kuvvet olarak vazîfe alan yörükler, Kânûnî devrinden îtibâren, daha çok îmâr ve muhâfaza hizmetlerinde kullanıldı. Bulundukları coğrafî mevki îtibâriyle çeşitli hizmetler gören yörükler, sâhillerde gemi malzemesi temini ve gemi yapımında; derbentlerde ve ana güzergâhlarda yol emniyeti, tâmir, muhâfaza, köprü inşâsı ve menzillere zâhire toplanması ve korunmasında; mâdenlerde, ordunun nakliye işlerinde ve devletin kalelerinin onarımlarında da istihdam edildiler. Yörüklerin geçtikleri yerlerde kalabilecekleri, yaylak ve kışlak alanları belirlendi.

Yörüklerin Rumeli’ye geçirilmesi ve fethedilen yerlere yerleştirilmesi, daha sonra Osmanlı Devletinin umûmî bir siyâseti oldu. Ancak sonraki devirlerde yörüklerin Rumeli’ye yerleştirilmesi yavaşladı. Fakat 18. yüzyılın sonlarına kadar devâm etti. Bu göçlerin bir kısmı isteğe bağlı olduğu gibi, bir kısmı ise devlet siyâseti doğrultusunda mecbûrî olmuştur.

Anadolu’da başgösteren Celâlî isyânları ve netîcesinde meydana gelen iç çalkantılar ve ekonomik buhranlar Anadolu’daki yörüklerin düzeninin bozulmasına yol açtı. Bu karışıklıklar yörük câmiâsına da sirâyet etti. Devlet bu yüzden yörükler üzerindeki idârî otoriteyi sağlamak ve doğabilecek zararları önlemek için onları mecbûrî yerleşmeye tâbi tuttu. Mecbûrî iskânın gâyesi, göçebe hayat tarzı sebebiyle yörüklerin yerleşik halka zarar yapmalarını önlemek, harâb ve boş olan iskân merkezlerinin îmâr edilmelerini, ekilmeyen toprakların işlenmesini temin etmek, devlet tarafından kontrol edilmesi zor olan eşkıyâ gruplarına karşı bir emniyet unsuru olarak set vazîfesi görmelerini sağlamaktı.

1683 Viyana Seferinin mağlûbiyetle netîcelenmesi, Rumeli ve Anadolu’da geniş çapta aşîret hareketleri ve eşkıyâlık hâdiselerine sebep odu. Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşanın sadrâzamlığı sırasında 1691 senesinde yörükleri tamâmen iskân etmek için harekete geçildi.

Rumeli’deki yörükler, “Evlâd-ı Fâtihân” adı altında yeni bir teşkilâta tâbi tutuldu. Bunlardan askerî maksatlarla faydalanılmaya çalışıldı. Anadolu’daki yörükler ise bilhassa Hama, Humus, Rakka ve Haleb bölgelerine yerleştirilmek sûretiyle Aneze ve Şammar aşîretlerinin baskınları önlenmeye çalışıldı. 18 Mart 1692 târihli bir ferman ile Anadolu’nun çeşitli vilâyet ve sancaklarından muhtelif yörük aşiretlerine mensup yetmiş kadar oymak yerleştirildi. Bu aşiretlerin yerlerini terk etmemeleri için de Adana ve Maraş taraflarında derbent mahallelerine yörükler yerleştirildi. 1720 senesinde Şam vilâyetine bağlı bâzı sancaklara yörükler yerleştirilmek sûretiyle Türk nüfûsu yönünden takviye edildi. Bâzı yörük oymakları da kendi yaylak ve kışlaklarında iskâna tâbi tutuldular. 1693 senesinde Kayseri vilâyetine bağlı Zamantı ve Pınarbaşı yaylaları, 1728’de Zamantı Irmağının etrâfındaki harâbe köyler bu bölgede yaylak kışlak hayâtı yaşayan yörüklere tahsis edildi. Ayrıca Kozan Dağındaki yörükler Çukurova’ya, Orta Toroslardaki kalabalık yörük cemâatleri İçel’e, Antalya ve Isparta bölgelerinde dağınık halde bulunan yörükler ise Taşeli yaylaklarına yerleştirildiler. Bu arada Orta Anadolu’ya (Çiçekdağı, Nevşehir, Niğde) yörük iskânı yapılırken, Teke, Hamid, Beyşehir, Alanya ve Akşehir yörüklerinin de uygun yerlere yerleştirilmeleri için 1732 senesinde ferman çıkarıldı. Ayrıca doğudan batıya uzanan Toros Dağlarının iç ve dış kısımlarında yeni kurulan birçok kasaba ve nâhiyelere de çeşitli yörük cemâatleri yerleştirildi. İçel ve Alanya bölgesinde yaşayan bâzı yörükler Kıbrıs Adasına gönderildiler.

On dokuzuncu yüzyılın ortalarından îtibâren yörüklerin iskânı daha düzenli olarak yapılmaya başlandı. Vilâyetlerine yörük iskân edilecek vâliler, yaylak ve kışlaktaki yörükler üzerine iskân nâzırı tâyin ederek, onları disiplin altına almaya çalıştılar. Tanzimattan îtibâren de boş arâziler ve terk edilmiş yerler iskân sâhası olarak seçildi. Bu şekilde iskân için Bursa, Sivas, Ankara, Konya ve Aydın eyâletleriyle mülhakâtı (bağlı yerler) seçildi. Yörüklerin iskânı için tertip edilen Fırka-i Islâhiye, Adana Halep, Maraş ve Ayıntab (Anteb)da yeni kasabalar da kurmak şartıyla pekçok yörük cemâatini iskâna tâbi tuttu.

Bugün yörüklerin tamâmı yerleşik hayâta geçmişlerdir. Ancak eski hayat tarzlarını devâm ettiren ve yaylak-kışlaklarda göçebe olarak yaşayan yörükler Toroslarda hâlâ mevcuttur.

Yörüklerin isimleri ve onlarla ilgili kânûnî hükümler ilk defâ Fâtih Kânunnâmesi’nde yer aldı. Buna göre kurulan yörük teşkilâtı, idârî ve askerî maksatlara uygun şekilde düzenlendi. Fâtih Kânunnâmesi’nde yörüklerin sefere çıktıklarında her türlü techizâtı kendilerinin temin etmeleri ve avârızdan muaf tutulmaları ve sefere çıkanların ertesi yıl çıkmamaları kânun hâline getirildi. Ancak yörüklerle ilgili kânunnâme Kânûnî devri ortalarına doğru tamamlandı. Hâsılatı devletin hazine defterlerinde yazılı ve muayyen birer zeâmet birliklerine çevrilen yörükler seraskerlik adı altında bir takım gruplara ayrıldı.

Bunların başında yörüklerin arasından seçilerek bir berât ile tâyin edilen “serasker” (yörük reisi) bulunurdu. Yörük seraskerlikleri kendi aralarında ocaklara taksim olunmuşlardı. İlk zamanlar yirmi beş kişi bir “ocak” sayılırken, sonradan ocağın sayısı otuza çıkarıldı. Bu ocakların herbirinden beş kişi sefere gitmek veya devlet hizmetini görmek üzere “eşkinci” olarak ayrılır, ocakta kalan diğer yirmi beş kişi de “yamak” olurdu. Eşkinci olarak seçilen bu beş kişinin sefer ve dîvân-ı hümâyûna hizmet masraflarını altı aylık müddetle ve ellişer akça olmak üzere yamaklar karşılar, buna mukâbil avârız-ı dîvâniye vergisinden muaf tutulurlardı. Yörükler yörük tarzı hayâtını devâm ettirirlerse, kendi hayat düzenlerine göre ayarlanmış bir kısım vergileri verirlerdi. Onlardan hiçbir sûrette diğer halktan alınan vergi alınmazdı. Ancak yörükler tabiî hayatlarını bırakır da zirâî hayâta geçerlerse reâya kaydolunurlar, diğer halkın verdiği vergileri öderlerdi.

Yörüklerin yaşadıkları mıntıkalarda köyler, mezrâlar ve yurtlardan meydana gelen kazâlar kurulmuştu. Yörükler için câzip bir hâle getirilen kazâlarda yörüklerin kazâî meselelerini hal için bir kâdı bulunurdu. Kâdılar aynı zamanda yörüklerin sâhip oldukları hayvanların tahrirleri ile sefer esnâsında orduda ikmâl ve nakliye işlerinde vazife alacak olanların isimleri ve kirâ bedelleri de tespit edilirdi. Anadolu’da bu şekilde kurulan birçok yörük kazâsı vardı.

Yörükler Orta Asya’dan getirdikleri an’aneleri devâm ettiriyorlardı. Hayatları belli kâidelere bağlanmıştı. Bu kâideler daha çok örfe bağlıydı. Yazları serin olan yaylalarda, kışları ise sıcak veya ılık kışlaklarda geçen yörüklerin, yaylalara gidiş gelişleri belli bir düzen içinde yapılırdı. Bu gidiş gelişler belli yollardan olurdu. Yaylağı ve kışlağı olmayan yörükler de otlak kirâlarlardı. Yörüklerde yaylaklar oymakların malı sayılır, o oymağa mensup olan herkesin hayvanları burada serbestçe otlardı. Yaylak veya kışlaklardaki evler ve çevrelerindeki küçük bahçeler şahıslara âitti. Çadırların ve küçük bahçelerin bulunduğu yere “yurt yeri” denirdi. Bir oymağın hayvanlarının diğer oymakların hayvanlarına karışmasını önlemek için hayvanlara “dökün, dövme” veya “döğme” adı verilen damgalar vurulurdu. Hayvanların kulakları belli şekillerde çentilerek de diğer oba hayvanlarından ayrılırdı. Bu işâretlere “en” adı verilirdi. Koyun, keçi, sığır ve deve gibi hayvanlar besleyen yörükler yaylak ve kışlaklarda buğday, arpa, mısır ve bâzı sebzeleri yetiştirirlerdi. Süt mâmülleri ve et temel gıdâlarını teşkil ederdi. Giyim ve ev eşyâlarını kendileri dokurlardı. Bununla berâber kapalı bir ekonomiye sâhip olmayıp, köy ve kasabalardaki pazarlara inerler, ürünlerini satarak kendi ihtiyaçlarını satın alırlardı. Develeriyle şehirler arasında yük taşırlardı. İstanbul gibi büyük şehirlere buğday ve benzeri tüketim maddelerini develeriyle yörükler taşırlardı. Keçi besleyen yörükler kıldan yapılmış çadırlarda, diğerleri ise keçeden yapılış çadırlarda otururlardı. Evi andıran yörük çadırlarında oturma, yatma ve yemek pişirme için bölümler vardı. Çadır orta direğin etrafına sıralanmış 5-9 direk üzerine kurulurdu. Büyük çadırlarda binek hayvanlarının bağlandığı bölüm dahi bulunurdu. Çadırın oturma bölümü yörük kilimleriyle döşenir, kenarlarda minderler bulunurdu. Çadırda herkesin oturacağı yer belliydi.

Yörüklerde âile yapısı daha çok erkek hâkimiyetine dayanırdı. Yörüklerde esas evlilik şekli tek evliliktir. Umûmiyetle evlenen çocuklar babayla birlikte yaşardı. Bu yüzden büyük âileler meydana getirirlerdi. Yörükler amca kızı, dayı kızı, amca ve teyze kızı gibi yakın akrabâyla da evlenirlerdi.

Yörüklerin idârî teşkilâtlanmaları oba, oymak, boy ve ulus şeklindeydi. Yaylak ve kışlaklarda bir soyun yaşadığı alana “oba” denirdi. Bu terim zamanla kaybolmuş ve yerini mahalle kelimesi almıştır. Bir veya iki oba halkına “oymak” denirdi. Oymakların başında “kethüdâ” bulunurdu. Yörükler buna “kahya” derlerdi. Birkaç oymağın birleşmesinden meydana gelen topluluklara “boy” adı verilirdi. Boyun başında “boybeyi” bulunurdu. Boy beylerine daha sonra “yörük başbuğu” adı da verildi. Birkaç boyun birleşmesinden “ulus” meydana gelir, bunun başkanlarına “ulusbeyi” denirdi.

Arı duru bir Türkçe konuşan ve zengin bir folklörü bulunan yörüklerde an’ane ve geleneklere bağlılık vardı. Yörüklerin göçleri, belli esaslara bağlanmıştı. Yaylaklara göç bahar aylarında olurdu. Oymak veya boybeyleri göçün gününü önceden tespit ederek herkese duyururdu. Göç günü gelmeden önce gerekli hazırlıklar yapılırdı. Önceden bildirilen gün gelince, bütün eşyâlar develere yüklenir, üzerine kilimler atılırdı. Develerin alınlarına süs, küçük ve büyük çanlar takılırdı. Kervanın önünde yeni elbiselerini giymiş elinde kirmanı ile yün eğirerek bir gelin giderdi. Çevrede ata binmiş genç erkekler, silah atarak, at sürerek yayla yoluna yürürlerdi. Boyun çocukları, kadınları ve genç kızları hayvan sürülerinin önünde veya yanında yürürlerdi. Uzun yolculuktan sonra yaylağa varılır yerleşilirdi. Sonbaharda da buna benzer merâsimle yaylaktan göç edilirdi. Yörüklerin nişan, düğün, bayram ve sünnet zamanlarında uyguladıkları buna benzer merâsimleri vardı.

Yörüklerin, bir kısmı bugün de devâm eden nişan ve düğün âdetleri şöyleydi:

Oğlu evlenme çağına gelen yörük âilesi kendisine uygun bulduğu âilenin kızına dünür giderdi. Eğer olumlu cevap alınırsa, kız evinde kahve içilirdi. Bunun tersi olursa, dünürcüler hemen evi terk ederlerdi. Dünürcüler uygun cevap aldıkları zaman oğlan evi tarafından hazırlanan ve berâberlerinde getirdikleri şerbeti içerlerdi. Uygun cevap alınıp, söz kesildikten sonra “beylik” ismi altında oğlan tarafından seçilen kadınlar kız evine giderler ve kıza nişan takarlardı. Nişanlar elbise, altın, gümüş gibi zînet eşyâlarıydı. Söz kesiminde oğlan tarafından kızın babasına veya velîsine bir miktar para verilirdi. İslâm dînine göre alınmasının haram olduğu bildirilen bu paraya “başlık” adı verilirdi. Oğlan tarafı kızın elbise, mutfak ve diğer eşyâlarını aldıktan başka kızın akrabâlarına da uygun hediyeler alırdı. Bunun ismine “yol” denirdi. Kız başka köyden gelecek olursa, oğlan babası dâvet edeceği köylerin her odasına ve her oda sâhibine ayrıca birer yol (dâvet hediyesi) gönderirdi. Bu yollar kâse, bardak, sahan, şeker, kahve gibi şeylerdi. Oda sâhipleri düğüncüleri odalarına dâvet ederek yedirip içirirler ve oğlan babasına düğün sâhibiymiş gibi yardım ederlerdi. Odalara inen misâfirlerin misâfirliği tamâmen oda sâhiplerine âit olurdu. Kız tarafı da dâvetçiler çıkarırdı. Düğün başladığında her iki taraf misâfirlerine ikramlarda bulunurdu.

Kız evinde kına gecesi yapılırdı. Gelin gideceği gün kız evinde hazırlanan ve oğlan tarafından önceden kız evine gönderilen çeyizler kapının önüne çıkarılırdı. Kız evinden yüzü alla örtülü olarak çıkarılan gelin ata bindirilirdi. Çeyizler de yükletilip oğlan evine götürülürdü. Oğlan evine götürülen gelinin yollarda önüne sıksık çocuklar tarafından ipler gerilir. Çocuklara hediyeler verilerek geçilirdi. Gelini güveyinin evi önünde attan yengeler indirirdi. Gelin attan inmeden önce güveyinin yakın akrabâlarından biri başına üzüm, şeker, arpa, buğday, para gibi şeyler serperdi. Gelin attan ineceği sırada oğlan babası dâvet edilir, geline hediye verir veya vâd ederdi. Kaynana ve diğer yakınlar da çeşitli hediyeler verirlerdi. Gelin attan indikten sonra güveyinin evine gider. Çeyiz içinde ayrılmış olan ve “dürü” adı verilen bâzı eşyâlar dâvetlilere dağıtılırdı.

Dâmâda törenle elbise giydirilirdi. Güveyi elbiseyi giydikten sonra “sağdıç” adı verilen evli bir kimsenin evine götürülür. Vaktin gelişine kadar güveye her türlü şakalar yapılır. Güveyi burada izin almadıkça yerinden kalkamaz, gülemez ve söz söyleyemezdi. Bundan sonra meclise köyün hocası gelir. Güveyiye gerdeğe âit sıhhî ve dînî öğütler verir, kendisine hayırlı bir evlilik için duâ ederdi. Yatsı namazı kılındıktan sonra güveyiyi arkadaşları evine götürürler. Evin giriş kapısı önünde hoca tarafından duâ okunduktan sonra arkadaşları tarafından vurulan birkaç yumruk arasında güveyi eve girerdi.

Ertesi gün kadınlar gelini ziyâret ederler. Bu ziyâret esnâsında yapılan törene “baş bağlama” veya “duvak açma” adı verilirdi. Bir hafta veya bir ay sonra dâmât gelinle berâber kayınpederin evine giderek, büyüklerin ellerini ve dizlerini öptükten sonra da kayınpeder ve kayınvâlidesini evine dâvet ederdi. Bu dâvet günü kayınpeder de ayrıca bir gün için onları dâvet etmiş olur ki buna “el öpme” denirdi.

Yörükler mensup oldukları Oğuz boylarına göre isim alırlardı: Kayı, Bayat, Karaevli, Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı, Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın, Bayındır, Peçenek (Beçenek), Çavundur, Çepni, Salur, Eymir, Alavuntlu, Yüreğir, İğdir, Buğdüz ve Kınık isimleri yörük boylarına âit isimlerdir. Bugün Anadolu’daki birçok mezra, köy ve kasaba, isimlerini bu yörük boylarının isimlerinden almışlardır. Yörükler umûmiyetle Orta, Güney ve Batı Anadolu’da yerleşmişlerdi. Bugünkü, Sivas, Ankara, Bolu, Kastamonu, Balıkesir, Manisa, Kütahya, Afyon, Uşak, İzmir, Aydın Antalya, Konya, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Adana, Hatay, Gaziantep ve Maraş illerinin bulunduğu geniş bir sâhaya yayılmışlardı. Büyük gruplar hâlinde yaşayan yörükler ayrıca birçok tâli kollara ayrılmışlar ve çeşitli yerlere dağılmışlardı. Bunlardan Ankara, Tokat, Kırşehir bölgesinde yaşayan Ulu-yörük topluluğu ve Ankara yörükleri Orta Anadolu yaylalarında yaşamaktaydılar. Aydın, Honaz, Nif, Çeşme ve Bozdoğan havâlisinde Karaca-Koyunlu, Menteşe bölgesinde Oturak Barza, Güne Barza, Küre Barza, İskender Bey, Kayı, Horzum, Kızılca-Yalınç, Bolu, Uluborlu, Tefenni ve Ereğli civârında Bolu Yörükleri diye adlandırılan yörükler yaşamaktaydı. Söğüt Yörükleri diye anılan büyük bir topluluk Bursa’daki Emir Sultan Evkafı reâyası olarak, Söğüt, Edincik, Balıkesir, Bursa, Bergama, Gönen ve İnegöl’e kadar yayılmışlardı. Kara-Keçili yörükleri Söke, Boynu-İncelü yörükleri Nevşehir ve Aksaray, Kayı ve Çoban yörükleri Manisa civârında dolaşıyorlardı. Kalabalık nüfûsa sâhip Dânişmendlü Yörükleri de, Aksaray, Kırşehir, Aydın ve Adana gibi geniş bir sahaya yayılmışlardı. Biga ve çevresinde yaşayan Ağaca-Koyunlu Yörükleri ise daha küçük bir cemâati teşkil etmekteydi.

Anadolu’da dağınık bir durumda bulunan yörükler Rumeli’de daha teşkilâtlı ve belli yerlerde yaşamaktaydılar. Rumeli’deki yörükler, İstanbul’dan kuzeye doğru Bender ve Akkerman’a kadar, Tuna’yı tâkiben Bulgaristan ve Sırbistan hudutlarına oradan da Selânik Çatalcasına kadar yayılmışlardı. Bu geniş saha içinde sekiz grup olarak defterlere kaydedilmiş olan yörükler daha sıkı disiplin altındaydılar. Rumeli’deki yörükler, Tekirdağ, Naldöken, Kocacık, Vize, Selânik, Ofçabolu yörükleri, Aktuğ ve Oktav Tatarları adlarını taşımaktaydılar.

Uzun müddet Rumeli’de kalan, fetihler sırasında Osmanlı ordularına yardımcı olan bu yörükler zamanla azaldılar. Osmanlıların Rumeli’den çekilmeleri üzerine onlar da Anadolu’ya göç ederek çeşitli yerlere yerleştirildiler. Rumeli’de kalan yörüklerden bir kısmı bugün Yugoslavya’da Oğrazden Dağlarının güney eteklerinde hayvancılıkla uğraşmakta, geleneklerini, dillerini ve ekonomik yapılarını korumaktadırlar.

Bugün hemen hemen tamâmen yerleşik hayâta geçmiş olan yörükler; Aydın, Manisa, Kütahya, Antalya, Mersin, Adana, Muğla ve Balıkesir gibi muhtelif yerlerde yerleşmişlerdir. Eski an’anelerini ve hâlen konar-göçer yaşayışlarını sürdüren yörükler de vardır. Bilhassa Orta Toroslar üzerindeki Bulgar (Bolkar) Dağlarının eteklerinde bulunan, Güzeloluk, Yağdağ, Karagül, Eğriçayır, Perçengediği, Sarıtaşgediği, Konçagediği, Bayboğan, Düden, Çatalca, Dikmen, Yağlıpınar, Bastırık, Dedeli, Barçın, Alaçayır, Cumayalık, Konurcuk yaylalarında, yine Toroslar üzerindeki Aladağlar eteğindeki Üçkapılı, Demirkazık, Baş Yayla, Alagöl, Göşdere, Dönberi, Taşhan, Tekir ve Namrun yaylalarında Kozandağı eteklerindeki, Uyuzpınarı, Seyhan Nehrinin kolu Zamantı Suyunun yamaçlarındaki Şıhlı, Yeniköy, Bakırdağı, Kurşundağı, Çataloluk, Dereşimli, Gölalan, Çadıryeri, Boncuklubel, Boyduran yaylalarında Binboğa Dağlarındaki Ayran Pınarı, Yedi Kardeş Pınarı, Alapınar, Karagöl, Yaylaklı, Kemerli gibi yaylalarda, Nurhak Dağlarındaki Gülkice, Akpınar, Beysöğüt, Yamrıtaş, Issırganlı, Yapraklı ve Abeş yaylalarında yarı konar göçer hâlde yaşamaktadırlar.

YÖRÜNGE

Alm. Kreisbahn, Bahn (f), Fr. Orbite (m), trajectoire (f), İng. Orbit, trajectory. Çekim merkezi etrâfında bir cismin çizdiği döner hat. Yörüngenin bir başka adı da mahrektir. Yörünge bir atom çekirdeği etrâfında bu atoma âit elektronların hareketlerini târif etmede kullanılabileceği gibi, güneş sistemine âit gezegenlerin güneş etrâfında dönme hattı olarak da bilinir. Dünyânın kendi etrâfında ve güneş etrâfında döndüğünü ilk söyleyen İslâm âlimleridir. Mîlâdi 1000 yıllarında astronomi âlimleri gezegenlerin yörüngeleri hakkında büyük inceleme ve açıklamalar yapmışlardır (Bkz. Astronomi). 1609 senesinde ise Kepler, batı âlemine, Dünyânın güneş etrâfında elips biçiminde bir yörünge üzerinde döndüğünü neden sonra kabul ettirebilmiştir. Atomlara âit elektronların çekirdek etrâfında muhtelif cins ve özelliklerde yörüngelerde döndüğünü Rutherford ve Bohr teori hâline getirerek îzâh etmişlerdir.

Yörünge bir merkeze göre dâire olabileceği gibi, merkezi kayık dâire veya elips de olabilir. Elips yörüngede iki odak noktası ile farklı çap vardır. Elipsteki bu iki farklı çapa elipsin büyük ve küçük ekseni denir. Elipsin büyük eksen orta noktasından odak noktasına mesâfesinin, büyük eksen yarısına oranı elipsin egzantrisitesi olarak târif edilir. Egzantrisitesi sıfır olan elips bir dâiredir. Egzantrisite 0 ile 1 arasında büyüdükçe elips yörünge basıklaşır. Egzantrisitesi bir olan elipse parabol denir.

Bir gök cisminin etrâfında dönen diğer bir gök cismi bir elips çiziyor ve sâbit gök cismi elipsin bir odağında yer alıyorsa elipsin odak noktasına en yakın noktasına “perihelion”; en uzak noktasına da “aphelion” denir. Dönen gök cisminin yörünge hızı perihelionda en büyük değerine ulaşır. Yörünge bir düzlem içinde yer alır. Dönen her gök cisminin bir yörünge düzlemi vardır. Dünyânın yörünge düzlemine ekliptik düzlemi denir. Diğer gezegenlerin yörünge düzlemlerinin uzaydaki konumu ekliptik düzlemiyle yaptığı açı ile târif edilir.

Uzay cisimlerinin bir merkez etrâfında yörünge hattında hareket edebilmeleri için büyük bir enerjiye ihtiyaçları vardır. Atom çekirdeği etrafında çeşitli kuantum seviyelerindeki elektronların da yörüngelerinde dönüşleri bir enerji iledir. Bu çok büyük görünmez enerjinin bu cisimlere ne zaman, ne şekilde, nasıl verildiği, Allahü teâlânın kudretine işâret eden sırlardan bir sırdır. İnsanlığın bu günkü fen bilgisi, henüz bunu anlayabilecek seviyede değildir.

YUGOSLAVYA

DEVLETİN ADI

Yugoslavya Federal Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Belgrad

NÜFÛSU

10.394.000

YÜZÖLÇÜMÜ

102.173 km2

RESMÎ DİLİ

Sırpça

DÎNİ

Sırp Ortodoks

PARA BİRİMİ

Yeni Yugoslavya dinarı

Güneydoğu Avrupa’da Balkan Yarımadasında yer alan ve iki cumhûriyetten meydana gelen bir devlet. Doğusunda Romanya ve Bulgaristan, güneyde Makedonya, güneybatıda Arnavutluk, kuzeyde Macaristan, kuzeybatıda Bosna-Hersek, batıda Adriyatik Deniziyle çevrilidir.

Târihi

Bugünkü Yugoslavya topraklarında yaşadığı bilinen ilk kavim İlliryalılardır. Daha sonra Islav grupları Yugoslavya’ya göç etmişlerdir. Beşinci yüzyılda artık Yugoslav topraklarında İlliryalılar kalmamıştır. Islavlar târih boyunca dâimâ başkaları tarafından yönetilmişlerdir. Avusturyalılar, Macarlar, İtalyanlar, Türkler ve Fransızlar değişik zamanlarda bunları idâreleri altına almıştır. En uzun ve önemli dönemleriyse Türk idâresinde kaldıkları yıllardır.

Sırbistan olarak bilinen ülke toprakları 1389 yılında yapılan Kosova Savaşıyla Osmanlılara bağlı bir derebeylik olmuştu. Sırp halkı uzun yıllar Osmanlı idâresinde kaldı. Osmanlı Devletinin zayıflamaya başladığı yıllarda Balkanlarda çeşitli isyanlar çıktı. Bu isyanlardan biri de Sırp İsyanıdır. 1878 Berlin Antlaşmasıyla Sırbistan, bağımsız bir krallık oldu. Böylece 500 yıllık Osmanlı idâresi sona erdi. Balkan Harpleri esnâsında, Osmanlı Devleti oldukça zayıflamıştı. Bu durumdan istifâde eden Sırplar 1913 yılında eski Sırbistan ve Makedonya’yı da alarak topraklarını genişlettiler. Birinci Dünyâ Harbi sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu çökünce Hırvatistan,Dalmaçya, Bosna-Hersek, Slovenya ve 1389’dan beri bağımsız olan Karadağ toprakları üzerindeki mevcut, Slovenler, Hırvatlar, Boşnaklar ve Sırplar, Sırbistan Krallığı adı altında birleşti. Daha sonra bu krallığın ismi “Yugoslavya” şeklinde değiştirildi. Bu krallık 1929 yılına kadar devam etti. Bundan sonra ülke 1934 yılına kadar Kral Aleksandır-I’in diktatörlüğü altında kaldı. Onun öldürülmesiyle yönetim vekiller heyetine geçti.

Yugoslavya 1941 yılında Almanlar tarafından işgal edildi. Ülke içinde gerilla harpleri başgösterdi. Rusya’dan destek alan Mareşal Josep Broz Tito, 1943 yılında ülkenin kontrolünü eline geçirdi. İkinci Dünyâ Harbi sonunda Almanlar, Yugoslavya’dan geri çekildiler. Tito, iç harp esnâsında muhâlifi olan Draja Mikallaviç’i 1946 yılında îdâm ettirdi. Bu arada Yugoslavya 1945 yılında cumhûriyet oldu. Ardından 1946 yılında birleşik cumhûriyet hâline geldi. Tito, hükümet başkanlığına getirildi.

Tito, Stalin’den farklı bir sosyalist siyâset tâkip etti. 1968 Çekoslovak hareketinde, Rusya’ya muhâlefet etti. Batılı ülkelerle ticârî münâsebetler içine girdi. 1972 yılında Hırvatistan Cumhûriyetinde olaylar çıktıysa da kısa sürede bastırıldı.

Tito, 1979 yılında yapılan altı zirve toplantısı neticesinde Castro ile olan mücâdelesini kazandı ve Üçüncü Dünyâ diye bilinen bağlantısızlar teşkilâtını Rusya’nın nüfûzundan kurtardı.

BaşkanTito, 1980 yılında ölünce yerine Kollektif Başkanlık idâresi geldi. 1984 yılında devlet başkanlığı Veselin Djuranovic’e verildi. 1989’da görülen ekonomik ve siyâsal bunalım, Hırvatistan ve Slovenya cumhûriyetleri arasında ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Aynı yıl doğu blokunda görülen yenileşme hareketleri Yugoslavya’ya da yansıdı ve 1990’da çok partili düzene geçildi. 1991’de başlayan cumhûriyetler arasındaki iç savaşın neticesinde aynı senenin sonlarında Slovenya, Hırvatistan, Makedonya ve Bosna-Hersek, bağımsızlıklarını îlân ettiler. Karadağ ve Sırbistan birleşerek Yeni Yugoslavya Federal Cumhûriyetini kurdular. Sırplar, bâzı bölgelerde hak iddiâ ederek Bosna-Hersek’e saldırdı. Avrupa Devletleri ve Birleşmiş Milletlerin göstermelik baskısına rağmen Sırpların vahşice saldırıları devam etmektedir (1994).

Fizikî Yapı

Güneydoğu Avrupa’da Balkan Yarımadasının Adriyatik kıyısında yer alan Yugoslavya yaklaşık olarak 102.173 km2lik bir yüzölçüme sâhiptir. Ülkenin beşte biri hâriç hemen her tarafı dağlık, tepelik ve yüksek yaylalıktır.

Makedonya sınırıyla Belgrad arası dağlık alanlarla kaplıdır. Ülkenin kuzeydoğusunda ise en verimli bölge olan Vojvodino Ovası yer alır.

Yugoslavya’da çok miktarda nehir vardır. Başlıca nehirleri Tuna, Sava, Morova, Dravu ve Tisa’dır. İşkodra, Gölü ülkenin en büyük gölüdür. Scutari Gölü, Arnavutluk sınırında yer alır. Balkanların en büyük gölüdür.

İklimi

Yugoslavya’nın dağlık, yüksek yaylalık ve kıyı bölgelerinde farklı şekillerde iklim özellikleri görülür. Adriyatik kıyıları genellikle yazları sıcak ve kışları ılık geçen Akdeniz ikliminin etkisi altındadır.Kıyı bölgeler ve güney Yugoslavya bu yüzden bol yağış almaktadır. Yaz ayları oldukça sıcak geçerken, kış ayları soğuktur.

Tabiî Kaynakları

Yugoslavya mâden kaynakları çok zengin ve çok çeşitli olan bir ülkedir. Fakat henüz hepsi işletilmeye başlanmamıştır. En önemli yeraltı kaynağı kömürdür. Bunun bir kısmı linyittir. Doğuda bakır, güneydoğuda Trepca’da çinko yatakları vardır. Ayrıca petrol, kurşun, boksit ve antimon da elde edilir. Yugoslavya dağları kireç bakımından çok zengindir.

Yugoslavya’nın diğer önemli tabiî kaynağı nehirlerdir.Yaklaşık 9-10 km uzunluğunda çok sayıda nehir vardır. Bunlardan en büyüğü Tuna Nehridir. Tuna Nehri Macaristan’dan Yugoslavya’ya girer, Belgrad şehrini sular ve Romanya üzerinden Karadeniz’e dökülür.

Ülkenin % 30’una yakın bir bölümü ormanlıktır. Daha çok kayın ağacı (akgürgen), meşe ve çam bulunur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Yugoslavya yaklaşık olarak 10.394.000 kişilik bir nüfûsa sâhiptir. Nüfus yoğunluğu kilometrekareye 102 kişi civârındadır. Yugoslavya Avrupa ve Asya arasında geçiş yolu üzerindedir. Bu yüzden çeşitli işgallere ve egemenliklere mâruz kalmıştır. Dolayısıyla etnik yapısı da oldukça çeşitli gruplardan meydana gelmiştir. Dalmaçya ve Arnavutluk bölgesinde yaşadıkları sanılan İlliryalıların yerini almış olan Islav grup, bugün birçok etnik gruplara ayrılmıştır.

Yogoslavya nüfûsunun hemen hemen hepsini Sırplar meydana getirir. Resmî dili Sırpçadır. Ülkede yazı dili için iki tür alfabe kullanılır. Bunlardan biri Islav gruplarının ve Rusların kullandığı Islav alfabesi, diğeri ise Lâtin alfabesidir. Islav alfabesine “Kiril” alfabesi de denir.

Yugoslavya nüfûsunun büyük bölümü Sırp Ortodoks Kilisesine bağlıdır. Ayrıca Katolik ve Protestan da vardır.

Yugoslav halkının % 85’ine yakın bir kısmı okur-yazardır. İlköğretim mecbûridir. Yugoslavya’nın kültür hayâtı da bir hayli karışıktır. Okullarda Slovakça, İtalyanca ve Romence yabancı dil olarak öğretilir. Aşağı yukarı 100’ü aşkın yüksek öğretim yapan okul ve teknik enstitü mevcuttur. Okullarda öğretim dili çoğunlukta bulunan grubun dilidir.

Yugoslavların % 43’ü şehirlerde yaşar. En büyük ve gelişmiş şehir başşehir Belgrad’dır. Diğer önemli şehirler: Novi, Sad ve Niş’tir. Nüfûsun % 70’ine yakın bir kısmı endüstride, geri kalan bölümüyse tarım alanında çalışır.

Yugoslav hayat tarzında, birçok milletin özelliklerinin birbirleriyle karıştığı göze çarpar. Kuzey bölgelerde yapılan yemekler genellikle Macar usûlündedir. Çorba, kebap, kahve ve çok çeşitli Türk tatlıları Osmanlı Devletinin hâtırasını yaşatır. “Pita” adındaki dondurma İtalyanlara âittir.

Siyâsî Hayat

Yugoslavya iki cumhûriyetten meydana gelmiş federal bir cumhûriyettir. Bu cumhûriyetler Sırbistan ve Karadağ’dır. Yugoslavya Parlementosu 250 sandalyeden meydana gelir (1994).

Ekonomi

Yugoslavya halkının % 30’una yakın bir bölümü, İkinci Dünyâ Harbinden sonra ülkede endüstri gelişmesi olmasına rağmen, tarımla uğraşır. Ülkenin genel olarak başlıca tarım ve hayvancılık ürünleri şunlardır: Arpa, buğday, mısır, yulaf, patates, çavdar, tütün, ayçiçeği tohumu, şekerkamışı, kenevir lifi, kuru erik, et ve yün.

Endüstri 1945 yılında millîleştirilmiştir. Ülkenin başlıca endüstri alanları çelik, orman ürünleri, çimento ve tekstildir. Yapılan ilk beş yıllık plân, daha çok tarım ve tüketim eşyâlarına dayanan bir endüstriyle ilgiliydi. Daha sonraki yıllarda şeker ve mâden endüstrileri de gelişti.

Yugoslavya’nın diğer önemli bir gelir kaynağı elektrik enerjisidir. Romanya ile birlikte Tuna Nehri üzerine 11 milyar klowat saatlik bir hidroelektrik santralının temeli 1971’de atılmıştır.

Yugoslavya’nın ticârî hayâtı 1954 yılından sonra gelişmeye başlamıştır. Daha çok ABD, Rusya Federasyonu, Birleşik Almanya, İngiltere ve Çek Cumhûriyetiyle ticârî münâsebetleri vardır. Başlıca ihraç ürünleri:Makine ve motorlu vâsıtalar, çeşitli mâdenler, canlı hayvan, et, kimyevî ürünler, erik ve çeşitli meyveler, tütün ve kerestedir. Dışardan ise, çeşitli endüstri ürünleri ve ham maddeler, ulaştırma malzemeleri ve gıdâ maddeleri satın almaktadır. Turizm Yugoslavya için önemli bir gelir kaynağıdır. İç savaş devam ettiğinden bir ekonomik kriz yaşanmaktadır (1994-Şubat).

Yugoslavya, doğu ve batı arasında geçiş yolu üzerindedir. Karayolu ve demiryolu ulaşımı oldukça gelişmiştir.Samac-Sarajevo ve Bonovic-Brcko ve Belgrad-Zagreb demiryolları oldukça işlektir. Yugoslav demiryollarının bir kısmı elektriklidir. Deniz ve nehir ulaştırması da oldukça önemlidir.

YUKARI VOLTA

(Bkz. Burkina Faso)

YULAF (Avena)

Alm. Hafer (m), Fr. Avoine (f), İng. Oats; oat. Familyası: Buğdaygiller (Graminae). Türkiye’de yetiştiği yerler: İç Anadolu, Marmara, Akdeniz bölgeleri.

50-150 cm boyunda, bir yıllık otsu bir tahıl bitkisi. Yulafın çiçek durumu arpa ve buğdaydan çok farklıdır. Burada başak yerine bileşik salkım durumu yer alır. Başakçıklar 2-3 çiçekli olup, eksen üzerinde salkım şeklinde dizilmişlerdir. Kılçık nispeten kısadır. Kavuzlar tânelere yapışıktır. Tarımda kullanılan türü Avena Sativa’dır.

Yulaf serin iklim bitkileri içinde en fazla iklim isteği olan bir bitkidir. Su isteği fazladır. Yıllık yağışı 600 m’den çok olan yerlerde yulaf yetiştirilmesi daha uygundur. Kumlu-tınlı, humuslu topraklarda iyi yetişir. Topraklar sonbaharda işlenir. Memleketimizde yulaf yazlık ekilir. Ekim ilkbaharda erken yapılmalıdır. Dekara 10-15 kg tohum atılır. Fazla ürün almak için gübreleme ve ot mücâdelesi gereklidir. Yeşilköy, âdi yulaf, acar yulafı, kısa yulaf, tatar yulafı gibi çeşitleri vardır. Daha çok yazlık olarak ekilen yeşilköy çeşidi önemlidir. Türkiye’deki senelik yulaf üretimi 400.000 ton civârındadır.

Kullanıldığı yerler: Yulaf tâneleri sâbit yağ, azotlu maddeler ve karbonhidratlar taşır. Ortaçağlardan beri gıdâ ve ilâç olarak kullanılır. Kıymetli bir hayvan yemidir. Hâricen yulaf lapası çıbanları olgunlaştırmada kullanılır. Dâhilen ise (% 5’lik) çayı idrar çoğaltıcı, müshil, kuvvet verici olarak kullanılır. Küçük çocuklarda ve hastalık sonlarında kuvvet verici olarak çok tercih edilir. Yulaf unu bilhassa çocuk mamalarının yapımında kullanılır. Kavuzlarından ilâç sanâyiinde faydalanılır.