YILDIZ MAHKEMESİ

Otuz ikinci Osmanlı Pâdişâhı Abdülazîz Hanın tahttan indirilerek şehit edilmesine sebep olanları yargılamak için kurulan mahkeme. Yıldız Sarayı yakınındaki Malta Karakolunun yanında kurulan bir çadırda görüldüğü için bu ad verilmiştir.

Sultan Abdülazîz Han; Sadrâzam Mütercim Rüşdî Paşa, Serasker Hüseyin Avni Paşa, Şeyhülislâm HayrullahEfendi ve Midhat Paşanın gizli çalışmaları neticesinde 30 Mayıs 1876’da tahttan indirildi. Hüseyin Avni Paşanın ayda yüz altın lira maaşla Fer’iyye Sarayına bahçıvan adıyla aldığı Cezayirli Mustafa, Yozgatlı Mustafa Çavuş ve Boyabatlı Hacı Mehmed adlı pehlivanlar tarafından 4 Haziran 1876’da şehit edildi. Fakat intihar süsü verilerek olayın üzerine gidilmedi.

Sultan Beşinci Murâd Hanın kısa saltanatından sonra pâdişâh olan Sultan İkinci Abdülhamîd Han, amcası Abdülazîz Hanın şehit edilmesiyle ilgili olarak el altından soruşturmaya başladı. Bizzat veya vâsıtalı olarak yaptığı soruşturma neticesinde amcasının iddia edildiği gibi intihar etmeyip, sûikastle öldürüldüğü kanaatine vardı. Olayın resmî olarak soruşturulmasını istedi. Savcı olarak vazifelendirilen Fındıklılı Mehmed Efendi 1 Nisan 1881’de soruşturmaya başladı. Soruşturma komisyonunda Şûray-ı Devlet Tanzimat Dâiresi başkanı Çorluluzâde Mahmûd Celâleddîn Beyle mâbeynci Râgıb Bey de vazifelendirildiler. Yapılan soruşturma sırasında sanıklar ve şâhitler dinlendi. Soruşturma neticesinde; bahçıvan ve uşak olarak üç kişinin yüzer altın lira aylıkla Abdülazîz Hanın hizmetine tâyin olundukları, Abdülazîz Hanın icâbında kendisini savunabileceği palasının bir tertiple alındığı, üzerinde daha hayat eseri varken doktorlara odasında muâyene ettirilmeden bir pencere perdesine sarılarak alelacele Fer’iyye Karakoluna indirildiği, ölümü hakkında on dokuz doktor tarafından verilmiş raporun yazılı ve açık olmadığı ve bileklerini keserek intihar ettiği söylenen makasın bu yaraları meydana getirilebileceği kaydıyla yetinilerek kapalı ifâdede bulunulduğu, Hüseyin Avni Paşanın; “Bu avam cenâzesi değildir. Size her tarafını muâyene ettirmem.” demek sûretiyle tam muâyeneye mâni olduğu, cenâze görülmeden yalnız Fahri Beyin sözüyle yetinilmek sûretiyle şer’î (dînî) îlam yazıldığı, Abdülazîz Hanın hizmetine tâyin edilen pehlivan Mustafalar ve Hacı Mehmed’in olaydan sonra cüzi bir maaşla emekliye ayrıldıkları halde “Yüksek maaşla memleketlerine gönderilmiştir” diye halka îlân edildiği, Abdülazîz Hana büyük kin besleyen Hüseyin Avni Paşanın olay günü Kuzguncuk’taki yalısından ilk olarak Fer’iyye’ye gelmiş olduğu, Dâmâd Mahmûd Celâleddîn ve Dâmâd Nûri paşaların Beşinci Murâd’ın annesinin isteğiyle Abdülazîz Hanı öldürmek üzere emir verdiklerini beyan ettikleri ortaya çıktı. Soruşturma neticesinde hazırlanan raporda Abdülazîz Hanın ölümünün intihar olmayıp suikast sebebiyle olduğu belirtildi.

Sultan İkinci Abdülhamîd Han bu raporu Şeyhülislâm Uryânizâde Ahmed Esad Efendi, Dâhiliye Nâzırı Mahmûd Nedim Paşa, Tunuslu Hayreddîn Paşa ve Şûray-ı Devlet Tanzimat Dâiresi başkanı Mahmûd Celâleddîn Beyden meydana gelen bir komisyona ve Sadrâzam, Şeyhülislâm, Dâhiliye Nâzırı ve Hâriciye nâzırından meydana gelen ikinci bir üst heyete inceletti. Bakanların tam kanaat getirmesi için sanıkların ve şâhitlerin Bakanlar Kurulu huzûrunda ifâdelerinin dinlenmesini de uygun gören Sultan İkinci Abdülhamîd Han, bu görüşünü heyete bildirdi. Ayrıca bu işle ilgili görülen Mütercim Rüşdî ve Midhat paşaların da tutuklanarak muhâkeme edilmeleri için olağanüstü bir Soruşturma Meclisinin kurulmasını Bakanlar Kurulu (Vekiller Heyeti) üyelerine bildirdi. Bunun için sarayda toplanarak bir karar vermelerini istedi. Sadrâzam Saîd Paşanın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu (Vekiller Heyeti) meseleyi görüştü. İfâdeleri tespit edilmiş olan sanıklar hakkındaki iddianâme okundu, fâillerden bir kısmı getirtilip Bakanlar Kurulu huzûrunda konuşturuldu. Durumu tekrar değerlendiren Bakanlar Kurulu, sanıkların cezâlandırılmak üzere evraklarıyla birlikte mahkemeye sevk edilmelerini, Yıldız Sarayı yakınında Malta Karakolunun yanındaki bir çadırda mahkeme kurulmasını, mahkemenin alenî (açık) olması ve seyircilerin Adliye Nâzırlığından alınacak dâvetiye ile mahkeme salonuna girmeleri gibi hususları kararlaştırdı.

Mahkemeye Adliye Nâzırlığından alınan dâvetiye ile girildiği için yabancı muhâbirlerin ve kordiplomatiğin hepsine ve sanıkların âilelerine dâvetiyeler verildi. Türk gazetecileri de mahkemeyi tâkip ediyorlardı. Sanıkların duruşma ve muhâkemeleri temyize bağlı İstinaf Mahkemesinin Cinayet Mahkemesi tarafından yürütülecekti. Bu mahkemenin reisi Ali Sürûrî Efendi, ikinci reisi de Hristo Forides idi. Mahkeme heyetinin diğer üyeleri, Emin Bey, Hüseyin Hâmid Bey, Emin Efendi, Gadban Efendi ve savcı, Latif Bey yardımcıları ise Reşid ve Raif beylerdi. Ayrıca soruşturmayı yapmış olan Fındıklılı Mehmed Efendi ile Hüseyin Şükrü Efendi de bu heyette yer almıştı.

27 Haziran 1881 Pazartesi günü saat 10.00’da başlayan mahkemeye başta Midhat Paşa olmak üzere on bir sanık getirildi. Kalabalık bir dinleyici kitlesinin tâkip ettiği sabah oturumunda savcının iddianamesi okundu. Sanıklar veya avukatları ile şâhitler dinlendi.

Reis Sürûrî Efendi şâhitlere sanıkların itirazlarını dinlettikten sonra, sanık avukatlarının savunmaları ve sanıkların savunmaları dinlendi. 29 Haziran Çarşamba günü saat 11.00’de reis Sürûrî Efendi; “Bugün mahkeme, müdde-i umûmî (savcı) beyle müdâfileri dinledikten ve yeniden müşâverede bulunduktan sonra hak edilen cezâların miktarını açıklayan hükmünü beyân edecektir. Söz savcınındır” dedikten sonra duruşmayı açtı. Savcı sanıklar hakkında Cezâ Kânununun ilgili maddelerinin tatbikini taleb etti. Sonra söz alan sanık avukatları müvekkillerini savundular. Bundan sonra hâkimler yarım saat çekildiler. Bu müddet sonunda reis Sürûrî Efendi verilen cezâları bizzat okumaya başladı.

Karara göre; Abdülazîz Han tahttan indirildikten sonra kaldığı Fer’iyye Sarayının bahçıvan ve bekçileri Pehlivan Mustafa, Cezayirli Pehlivan Mustafa ve Boyabatlı Pehlivan Hacı Mehmed ile Mâbeynci Fahri Bey, Ali Bey, Necib Bey, Dâmâd Mahmûd Celâleddîn Paşa ve Dâmâd Nûri Paşa îdâma, Seyyid Bey ve İzzet Bey onar sene hapse mahkûm edildiler. Cinâyete ortak olduğu anlaşılan, fakat cezâsı tespit edilmemiş olan Midhat Paşa da kendisini savundu. Mahkeme heyeti karar için çekildi. İkinci reis Hristo Forides tekrar celseyi açarak, Midhat Paşanın da îdâma mahkûm edildiğini, temyiz yolunun açık olduğunu, îtiraz için sekiz gün mühlet verildiğini açıkladı.

Abdülazîz Hanın öldürülmesinde eli bulunanlardan Hüseyin Avni ve Kayserili Ahmed Paşalar mahkemeden önce öldükleri için haklarında işlem yapılmadı. Midhat Paşa 6 Temmuz 1881’de temyize başvurdu. Temyiz Mahkemesi Midhat Paşanın îtirâzını görüşerek taleplerinin reddine karar verdi. Mahmûd Celâleddîn ve Nûri Paşaların cezâlarının hafifletilmesinin kararı ile Temyiz Cezâ Dâiresinin tasdikine âit iki îlâm Adliye Nezâretine gönderildi. Adliye Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa ve başvekil ünvânıyla Sadrazam olan Küçük Saîd Paşa da îlâmları göndererek Vekiller Heyetinde görüşülmesini istedi. Vekiller Heyeti toplanarak felâketlerin kaynağının Abdülazîz Hanın tahttan indirilmesi olduğunu, ayrıca mahkeme kararlarını değiştirmeye selâhiyet ve lüzum olmadığını, cezâların affı veya hafifletilmesinin Kânûn-i Esâsîye göre pâdişâhın yetkisi dâhilinde olduğunu belirtti. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, bakanlar dışında birçok devlet adamının katılmasıyla bir heyet toplayarak mahkeme kararlarının aynen tatbiki veya değiştirilmesi hakkında tek tek tekliflerinin bildirilmesini istedi. 9 Temmuz günü Yıldız Sarayında eski sadrâzamlardan Safvet Paşanın başkanlığında toplanan 25 kişilik heyetten 15 kişi kararların aynen uygulanmasını, 10 kişi ise cezâların hafifletilmesini istedi. Sultan İkinci Abdülhamîd Han, heyet üyelerinin yazılı mütâlaalarını tek tek inceledikten sonra kendi yetkisine dayanarak îdâm cezâlarının hepsini ömür boyu hapse çevirdi. Sivil ve askerî rütbelerini, nişanlarını ve madalyalarını kaybeden mahkûmların on birinin de cezâlarını Hicaz eyâletindeki Taif Kalesinde çekmeleri kararlaştarıldı. Mahkûmlar cezâlarını çekmek üzere Taif’e gönderildi. Böylece Osmanlı târihinde karanlıkta bırakılmak istenen bir cinâyet de aydınlığa kavuşturuldu.

YILDIZ PARKI

İstanbul’un târihî parklarından, Osmanlı Devleti zamânında saraya mensup hanımların mesire yeriydi. Yerinin güzelliği bakımından fevkalâde olması, ağaçlarının gönüllere ferahlık veren hâli, Üçüncü Selim Hanın annesinin dikkatini çektiğinden buraya ilk köşkü yaptırdı. Daha sonraİkinci Mahmûd Han da başka bir köşk inşâ ettirdi. Sultan Abdülazîz Han zamânında köşkler çoğaltıldı. Çadır, Malta, Şale, Bâhçıvanbaşı, Tâlimhâne, Acem köşkleri buradaki köşklerin en önemlileriydi. Bugün bunlardan Çadır, Malta, Şale köşklerinden başka hepsi yıkılmıştır. Koru, usta bahçıvanların bakımı ile tabiîliği bozulmadan zenginleştirilip güzelleştirildiği için o zamanlar emsâlsiz yerlerden biriydi.

Sultan Abdülhamîd Han, Dolmabahçe Sarayında oturmayıp Yıldız’a yerleşti. Kısa zamanda küçük köşkler, Hamidiye Câmii, ayrıca çini, marangozhâne, tâmirhâne, bıçkıhâne, dökümhâne, kilithâne ayar atölyeleri yaptırdı. Burada saray, köşk, atölyelerden başka 14.000’den fazla askerin barınacağı kışla vardı.

Bu parktaki Tâlimhâne köşkü, Alman İmparatoru İkinci Wilhelm İstanbul’a geldiği zaman resmî geçidi rahat seyredebilmesi için pâdişâh tarafından üç günde yaptırıldı. Sultan Abdülhamîd Han bâzı akşamlar buraya gelir askerlerin tâlimlerini tâkip eder, yemek yiyişlerini seyreder, karavanalarını tadardı.

Eskiden Yıldız Parkında çini fabrikası ile Şale Köşkü arasında hayvanat bahçesi vardı. Burada çoğu hükümdarlar tarafından hediye gönderilen çeşit çeşit hayvanlar bulunuyordu. Hayvanat bahçesinden günümüze kalan tek hatıra yıkık dökük bir iki kafestir.

Bugün Yıldız Parkı eski hâtıraların yattığı, târihi sarayların bir kısmının bulunduğu, herkese açık İstanbul’un en büyük mesire yeridir.

YILDIZ SARAYI

Meşhur Osmanlı saraylarından. İstanbul’da, Beşiktaş ile Ortaköy arasındaki tepededir. Burada Yıldız Sarayından başka pekçok köşk ve kasır vardır. Bütün bu yapılar Beşiktaş’a oradan da Ortaköy’e kadar uzanan beş yüz bin metre karelik bir sahayı kaplar. Kânûnî Sultan Süleyman Han zamânında bir av yeri olan bu saha üzerinde ilk inşâ edilen saray, Sultan Üçüncü Selim Han zamânında annesi Mihrimâh Vâlide Sultan için yapıldı. Babası için de şimdi sarayın has bahçesinde bulunan bir çeşme inşâ edilmişti.

Sultan İkinci Mahmûd Han bilhassa yaz aylarında Yıldız tepelerine giderek Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye ordusunun orada yaptığı tâlimleri tâkip ederdi. 1834-1835 senelerinde bu tepede bir köşk inşâ ettirdi. Sultan Abdülmecîd Han ise, 1842’de annesi Bezmiâlem Vâlide Sultan için Kasr-ı Dilküşâ adıyla yeni bir köşk yaptırdı.

Sultan Abdülazîz Han ise çevreyi değişik bir yönden ele alarak, arâzinin tabiî hâliyle muhâfaza edilmesi için çalışmalar yaptırdı. Sarayın bahçıvanları, Ortaköy’den Beşiktaş’a kadar olan arâzinin tabiî durumunu koruyarak muhâfazasını sağlamaya çalıştılar. Sultan Abdülazîz Han, Yıldız Sarayını devamlı merkez olarak kullanan ilk pâdişâhtır. Bu pâdişâh devrinde Büyük Mâbeyn, Malta, Çadır köşkleriyle Çit Kasrı ve Yıldız’ı Çırağan Sarayına bağlayan köprü inşâ ettirildi.

Yıldız Sarayı ve çevresine en çok ehemmiyeti Sultan İkinci Abdülhamîd Han (1876-1909) gösterdi. En son hâlini adı geçen pâdişâh devrinde alan Yıldız, büyük bir site hâline getirildi. Etrâfı duvarla çevrilen arâzi içine mesken olarak kullanılan binâlardan başka asıl saray kısmında; müze, kütüphâne, silâhhâne, Kaskat Köşkü, eczâne, hayvanat bahçesi, mescit, hamam, tâmirhâne, marangozhâne, bıçkıhâne, kilithâne, demirhâne, ayar atölyesi ve çini atölyesi inşâ edildi ve hizmete girdi. Sarayın en hareketli günlerinde on iki bin kişinin barındığı bildirilmektedir. Çünkü bu devrede Bâb-ı âli Yıldız’a taşınmış, hükûmet kelimesiyle Yıldız aynı mefhumu ifâde etmiştir.

Yıldız Sarayı sitesi başlıca üç bölüm hâlinde görülür. 1) Asıl Saray, 2) İç Bahçe, 3)Dış Bahçe. Zamânımızdaki kısmı dış bahçe veya şimdi Yıldız Parkı denilen kısımdır. Burada da sâdece üç köşk kalmıştır.

Asıl Saray kısmı kısa bir süre önce buradan taşınan Harp Akademilerinin bulunduğu kısımdır. Burada iç içe kapılardan saray kompleksinin binâlarına geçilir. Bu kısımdaki en büyük binâ Büyük Mâbeyndir. Sultan Abdülazîz Hanın emriyle dinlenme köşkü olarak inşâ edilmiştir. Büyük târihî olaylara sahne olan Büyük Mâbeynde elçilerin yanısıra, Avusturya-Macaristan veliahtı Arşidük Rudolf, Almanya İmparatoru Wilhelm misâfir edilmiştir.

Yıldız’da ikinci büyük binâ Çit Kasrıdır. Harp Akademilerince kütüphâne olarak kullanıldı. Sultan Abdülazîz Han zamânında yaptırılan bu binâ, Büyük Mâbeynden ayrı olarak elçilerin kabul edildiği yerdir. Küçük Mâbeyn ise, Sultan İkinci Abdülhamîd Han tarafından dinlenme ve çalışma dâiresi olarak inşâ ettirildi. İki katlı ve kâgir olan binâ, Sultan Vahideddîn Hana kadar aynı maksatla kullanıldı. Devlet adamlarını kabul için kullanılan binânın en mühim husûsiyeti, Sultan Abdülhamîd’in hal’ edildiğine dâir kararın burada tebliğ edilmesidir.

İç Bahçe ise, tabiî güzelliklerin hâkim olduğu bir korudur. Her çeşit ağacın ve renk renk çiçeklerin bulunduğu bahçedeki havuz, buraya ayrı bir güzellik vermektedir. İç Bahçede bulunan Cihannümâ Köşkü, üç katlı olup, bütün Marmara’ya ve Boğaziçi’ne hâkim bir görüş açısına sâhiptir.

Dış Bahçe, bugün Yıldız Parkı olarak isimlendirilen arâzidir. Eski ihtişâmını kaybetmekle berâber günümüzde dinlenmek için gidilen mesire yerlerinin başında gelir. Osmanlı Devleti zamânında sarayda yaşayan hanımların dinlenmek, gezmek için kullandıkları bu koruda birçok köşk bulunmaktaydı. En önemlileri şunlardır:Bahçıvanbaşı Köşkü, Tâlimhâne Köşkü, Acem Köşkü ki bunlar yıkılmıştır. Bugün ayakta olanlar ise Çadır, Malta ve Şale köşkleridir.

Yıldız Parkında köşklerden başka, çini atölyesi, marangozhâne, tâmirhâne, bıçkıhâne, dökümhâne ve ayar atölyeleri gibi binâlar da mevcuttur. Bunlardan sâdece çini atölyesi ayakta kalabilmiştir. 1896’da kurulan Yıldız Çini Atölyesi, memleketimizde kurulan ilk fabrikasyon porselen îmâlâthânesidir. Îmâl ettiği kıymetli porselenlerle dünyâca meşhur bu fabrika, Birinci Dünyâ Savaşı sırasında kapatılmış ve 1962 senesinde Sümerbank tarafından yeniden işletmeye açılmıştır.

Abdülhamîd Hanı tahttan indirmek için Bulgar çeteleriyle birlikte İstanbul’a gelen Hareket Ordusu tarafından Yıldız Sarayı ve çevresi 1909 yılında yağma edildi. Bu esnâda pekçok târihî eser çalındı. Saltanat arabası dâhil, kıymetli pekçok eşyâ parçalanıp taksim edildi. (Bkz. Otuzbir Mart Vak’ası)

Yağma ve tahripten arta kalan taşınabilir eserler, Cumhûriyetten sonra diğer saraylara dağılmıştır. Çit Kasrındaki kütüphânede bulunan eserler de, İkinci Abdülhamîd Hanın kitapçıbaşılarından Sabri Kalkandelen’in hayâtını ortaya koymasıyla yağmacıların elinden kurtarılmış ve İstanbul Üniversitesi Kütüphânesine nakledilmiştir.

YILDIZÇİÇEĞİ (Dahlia)

Alm. Dahlie (f), Fr. Dahilia (m), İng. Dahlia. Familyası: Bileşikgiller (Compasitae). Türkiye’de Yetiştiği Yerler: Park ve bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir.

Anavatanı Kuzey Amerika olan, yumrulu, katmerli güzel çiçekler açan bir süs bitkisi. Çok çeşitli renk ve şekilleri vardır. Nemli, organik maddelerle zengin, kumsal toprakları sever. Tohumları, yumruları ve çelikleriyle üretilir. Amerika’dan İspanya’ya ve diğerAvrupa ülkelerine dağılmıştır.

Kullanıldığı yerler: Süs bitkisi olarak kullanılır.

YIRTICI HAYVANLAR

Alm. Raubtiere (n), Fr. Carnivore, İng. Predacious animals, Beast of prey. Etle beslenen, avlarını dişleriyle, tırnaklarıyla parçalayan, çoğunluğu memeli olan hayvanların genel adı. Bunlara yeryüzünün hemen hemen her tarafında rastlanabilir. Vücut yapıları, yaşama şartlarına uygun yaratılıştadır. Avlarının yerini bulmak için keskin duyularla ve yakalamak için güçlü kaslarla donanmışlardır. Avlarından daha zeki ve daha güçlüdürler. Dişleri et yiyecek yapıdadır. Köpek dişleri, avlarını yakalayıp parçalamak için büyük ve uzundur. Kesici dişleri, küçük fakat çok keskindir. Öğütücü dişleri, kemikleri parçalayacak güç ve kalınlıktadır. Dört-beş parmaklı olan ayakları keskin ve kalın tırnaklıdır.

Hayvanlar kralı olan aslan, bir pençe darbesiyle bir atın bel kemiğini kırabilir. Gece ırmak ve dere kenarlarındaki sazlıklarda pusuya yatarak su içmeye gelen ceylân, maymun ve zebra gibi hayvanları bekler ve 60-70 km hızla avının üzerine atılarak yakalayıp parçalar. Bir sıçrayışta 4-5 m uzağa atlar. Fil ve gergedandan başka bütün hayvanların hepsine saldırır.

Ayı; Antarktika, Avustralya ve Orta Afrika’dan başka her yerde yaşar. 5 parmaklı pençeleri kanca gibi kıvrık, içeri çekilmeyen güçlü tırnaklıdır. Çok temkinli ve ihtiyatlı bir avcıdır. Avlarını ön pençe darbesi ve dişleriyle öldürür. Kutup ayısının ayak tabanlarının altında deriden yastıklar ve tüyler olduğundan buzlar üstünde kaymadan rahatça yürür. Saatte 40 km hızla koşarak bir ren geyiğine yetişebilir. Kuzey Amerika ormanlarının korkunç ayısı Grizzly 2,5 m uzunlukta ve 450 kg ağırlıkta bir devdir. Bir pençe darbesiyle öküzün boynunu veya bir geyiğin bel kemiğini kırabilir.

Kedigiller âilesinin en hızlı koşan kara hayvanı çitadır. Gözlerinin altında çenesine doğru birer siyah çizgi uzanır. Yüksek otlar arasına gizlenerek antilop, ceylan, tavşan gibi memelileri avlar. Avına saatte 112 km’lik bir hızla saldırır, fakat bu hızını devamlı koruyamaz. 400-500 metre sonra hızı düşmeye başlar. Bu mesâfe içinde yakalanmayan avları pençesinden kurtulmuş demektir.

Kurtların görme ve işitme duyuları keskindir. Çoğunlukla gece avlanmaya çıkarlar. Aç kaldıklarında insana da saldırırlar. Kuzey Amerika’ya mahsus olan Kır Kurdu (Canis latrans) tavşan ve küçük kemirgenleri bol avladığından faydalı sayılır. Kurtlar kışın sürü hâlinde ava çıkarlar. Bâzan köylere kadar sokularak ağıllara saldırırlar. Osmanlılarda vakıfların güçlü olduğu dönemlerde şiddetli kış aylarında köylerin dışında belirli yerlere vahşî hayvanlar için et bırakılırdı. “Hayvanât-ı Vahşiye’ye Vakıf” ismiyle anılan bu hayır kurumları aç kurtları doyurarak köylere saldırmalarını önlerdi.

Avcı veya yırtıcı hayvanları sırf memeliler olarak sınıflandırmak hatâlıdır. Çünkü omurgalıların her sınıfında avcılar vardır. Omurgasızlarda da etle beslenen birçok tür mevcuttur. Ahtapot ve mürekkepbalıkları denizlerdeki usta avcılardır. Afrika’nın “Anoma karıncaları” ile Tropik Amerika’da yaşayan “Eciton”lar etle beslenen avcı karıncalardır. Kuşların gece ve gündüz yırtıcıları ideal avcılardır. Eğri ve keskin gagalarıyla güçlü pençeleri avlarını yakalama ve parçalamada en güçlü silâhlarıdır. Görme duyuları da keskindir. İri olan kartallar; antilop, maymun, tilki, tavşan gibi hayvanları rahatça öldürebilirler. Avlarının kemiklerini rahatça sindirebilirler. Tüylerini sindirimden sonra topak hâlinde ağızlarından çıkarırlar.

Balıkların çoğu da birbirlerini avlayarak beslenirler. Köpekbalıkları 3 km uzaktaki kan kokusunu alarak o yöne doğru hareket ederler. Ağızları altta olduğundan avlarına yandan dönerek saldırırlar. Avlarını testereyle kesilmiş gibi ikiye bölerler.

Güney Amerika nehirlerinin kana susamış canavar balığı pirayadır. Bunlar çoğunlukla 30 cm kadardır. Jilet gibi keskin konik dişleri vardır. Kan kokusu alınca çılgına dönerler. Her ısırışta zeytin iriliğinde et parçası kopararak yutarlar. Kazaen suya giren bir insanı veya hayvanı birkaç dakika içinde iskelet hâline getirirler.

YİRMİSEKİZ MEHMED ÇELEBİ

Osmanlı devlet adamlarından. Edirne’de doğmuş olup, doğum târihi belli değildir. Yeniçeri ocağında Seksoncubaşı iken Peç Seferinde şehit düşen Süleyman Ağanın oğludur.

Yeniçeri ocağında yetişti. Yirmi sekizinci ortada hizmet gördüğü için bu isimle anıldı. Çorbacılık ve muhzır ağalığında bulunduktan sonra yeniçeri efendisi oldu. Darphane nâzırlığı ve şıkk-ı sâlis defterdarlığı görevlerinde bulundu. Bu görevlerde gösterdiği başarılar ile kısa zamanda tanındı. Sultan Üçüncü Ahmed Han (1703-1730) zamânında başmuhâsebeci oldu. 1720 yılında bu görevde bulunduğu sırada Fransa’ya büyükelçi olarak gönderildi. İlk defâ devamlı elçilik görevi ile Fransa’ya giden Mehmed Çelebi,Paris’te bir yıl kadar kaldı. Dönüşünde seyâhati sırasında gördüklerini bir eser hâlinde pâdişâha sundu.

Mehmed Efendinin Fransa’da sefirlik dönemini anlattığı Sefâretnâme’si târihî ve edebî açıdan bu alanda yazılmış en önemli eserlerden biridir. Kitabında İstanbul-Paris yolculuğu, Onbeşinci Louis tarafından kabul edilişi, katıldığı askerî merâsimler ve Paris’in ilgi çekici yerlerini konu edinmiştir. Diğer taraftan Mehmed Çelebi giyimi, hâli, tavrı, konuşması ve terbiyesiyle Osmanlı devlet adamlığının üstünlüğünü bütün Fransızlara kabul ettirdi. Başta saray olmak üzere ilim ve teknik kurumlarından geniş ölçüde saygı ve hürmet gördü.

Eseri, 1757’de Fransızcaya çevrilerek Mehmed Efendinin 1721 Fransa Sefâretnâmesi adıyla basıldı. Osmanlı Devletinde ise ilk defâ 1867’de basılan Sefâretnâme’nin daha sonra pekçok baskısı yapılmıştır.

Yirmisekiz Mehmed Çelebi, Paris’ten döndükten sonra çeşitli görevlerde bulundu. Siyâsî bir görevle Mısır’a da gönderildi. Patrona Halil isyânından sonra Kıbrıs’a gönderilen Yirmisekiz Mehmed Çelebi, 1732’de Kıbrıs’ta öldü. Kabri Magosa’daki fetih câmilerinden Buğday Câmii kenarındadır. Bu câmi günümüzde mâlesef tiyatro olarak kullanılmaktadır.

YİRMİYEDİ MAYIS İHTİLÂLİ

27 Mayıs 1960’ta Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan ve bu iktidara son veren askerî ihtilâl.

7 Ocak 1946’da kurulan, 1946 seçimlerinde 62 milletvekilliği kazanarak TBMM’deki tek parti uygulamasına son veren Demokrat Parti 1950 seçimlerinden büyük bir zaferle çıktı. 393 milletvekili çıkararak, senelerdir milletin inancı ve yaşayışı üzerine baskı uygulayan Cumhûriyet Halk Partisi (CHP) iktidarına son verdi. Türkiye’nin iç ve dış politikasında önemli adımlar attı. Şehirlerin îmar edilmesi, tarımın makinalaşması, yol, baraj ve modern fabrikaların yapılması, üniversite ve teknik okulların açılması, okullara din derslerinin konulması, ezan yasağının kaldırılarak Arapça aslına uygun olarak okunması gibi birçok hizmetleri gerçekleştirdi. 1954 ve 1957 seçimlerinde de milletin oylarının çoğunu alarak iktidarını sürdürdü.

Cumhûriyet Halk Partisi, senelerce elinde bulundurduğu iktidarı kaybetmenin verdiği hırçınlık içinde yapılan faydalı çalışmalara karşı çıktı. Bu muhâlefeti giderek sertleştiren CHP, bakanlar ve milletvekilleri hakkında çeşitli dedikodular yaydı. İktidar ile muhâlefet arasındaki sert tartışmalar TBMM dışına da taşmaya başladı. CHP’yi destekleyen basın basit olayları büyüterek tek yanlı bir tutum tâkip etti. Üniversite öğretim üyeleri ve diğer okumuş kesim de Demokrat Parti iktidarına karşı tutum aldılar. Demokrat Parti içindeki bâzı milletvekilleri de bu muhâlefete katıldılar.

1957 seçimlerindeki kısmî başarısından cesâret alan CHP mecliste kavga gürültü çıkarmakla yetinmeyerek, siyâsî münâkaşaları sokağa taşırdı. İsmet İnönü ve berâberindeki heyet, gittiği yerlerde iktidar yanlısı vatandaşları tahrik edici söz ve hareketlerde bulundular. Birçok yerde yaralanmalara sebep olan çarpışmalar oldu. Muhâlif basının iktidârı ve icraatını kötüleyici yayınları da had safhaya ulaştı. “Zâlimleri yıkmak için gereken cesâret bizim ordumuzda ve gençliğimizde vardır” şeklinde sloganlar yayan CHP, orduyu ve üniversite gençliğini de yanına almaya çalıştı. Bu propagandaların tesirinde kalan bir kısım subaylar da hükûmetin icrâatından memnun olmayanlar safına geçti. 1958’de “Dokuz Subay Hâdisesi” diye bilinen bir askerî komplo ortaya çıkarıldı. İddiaya göre bu subaylar Demokrat Parti hükûmetini devirip, iktidarı İsmet İnönü’ye teslim etmeye karar vermişlerdi. Komplo, başarısızlığa uğramaktan korkan elebaşılardan Yarbay Samet Kuşçu tarafından ihbâr edildi. Tertipçi dokuz subay hükûmet tarafından tutuklatılarak askerî mahkemeye teslim edildi. Uzun süren dâvâdan sonra, komployu ihbar ederek arkadaşlarına iftirâ etmiş ve onlar hakkında yalan beyanda bulunmuş olmaktan dolayı on sene hapse mahkum edilen Yarbay Samet Kuşçu dışındaki diğer sanıklar delil yokluğundan beraat ettiler.

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki birkaç profesörle anlaşan CHP’liler kurdukları çeşitli kuruluşları faaliyete geçirdiler. Böylece ordu ile Üniversite gençliğini kendi saflarına çekmiş oldular. Demokrat Parti düşmanlığıyla tanınan birkaç profesörün gençliği tahrik edici beyanatları 27 Nisan 1960 târihli gazetelerde yayınlanınca CHP’nin üniversitedeki kuruluşları faaliyete geçti. Bu kuruluşların temsilcileri 27 Nisan günü öğleden sonra grup hâlinde toplanıp ertesi gün için bir ayaklanma plânı hazırladılar. Bu plâna göre 28 Nisan günü İstanbul Üniversitesi bahçesinde toplananüniversite talebeleri “Kahrolsun hükûmet, Menderes istifa” sloganlarını atmaya başladılar. Polisler kalabalığı dağıtmak için göz yaşartıcı bomba kullandılar. Kısa bir dağılmadan sonra tekrar toplanan 4000 civârındaki üniversite öğrencisi hükûmete karşı hakâret ifâde eden sloganları söylemeye devam ettiler. Göstericileri dağıtmak isteyen polislere kalabalık tarafından taşlarla hücûm edildi. Polisler geri çekilmek zorunda kalınca süngülü askerler başlarında subayları olduğu halde talebe kalabalığının üzerine doğru yürüdüler. Tam bu sırada öğrenciler var güçleriyle; “Yaşasın ordu, yaşasın Türk askeri” diye bağırmaya başladılar. Askerlerle kalabalık arasında birkaç adımlık mesâfe kaldığı sırada askerler durdular. Aradan birkaç sâniye geçmeden askerler ve subaylarla öğrenciler birbirlerine sarılarak kucaklaştılar. Böylece iktidara karşı üniversite gençliği ile ordu mensupları arasındaki gizli anlaşma ortaya çıkmış oldu. Daha sonra tekrar Bâyezîd Meydanında toplanan göstericiler polise karşı daha sert hareket etmeye devam ettiler. Silah sesleri arasında gürültü son haddini buldu.

Bu gösteriler sırasında Turan Emeksiz adında bir Orman Fakültesi öğrencisinin polis kurşunu ile öldüğü, bir lise öğrencisinin de kazâ eseri olarak, tank altında kalarak hayâtını kaybettiği sonradan anlaşıldı. Ankara’da da İstanbul’dakine benzer öğrenci gösterileri oldu. Her geçen gün yeni olaylar başgösterdi. Öğrenci olaylarını bastırmak için Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim îlân edildi. Buna rağmen gösterilere devam eden öğrencilerden elebaşı durumunda olanlar tutuklandı. Tutuklananlardan çoğunun CHP’li kuruluşların üyesi olduğu dikkati çekiyordu.

Başbakan Adnan Menderes Ege bölgesine tertiplediği gezi sırasında gelişen olayların CHP’nin sert tutumu sebebiyle ortaya çıktığını anlatarak halk desteğini sağlamaya çalıştı. 22 Mayıs’ta Harp Okulu öğrencileri Ankara’da sessiz yürüyüş yaparak olaylara yeni boyut kazandırdı. İktidara karşı gelişen gizli ordu muhâlefeti böylece açığa çıkmış oldu. CHP, basın, üniversite gençliği ve ordu, Demokrat Parti iktidarının karşısında açıkça ve birlikte hareket etmeye devam ettiler. Hükûmetten memnun olmayan subaylar aralarında bir komite kurarak gerekli bütün ön hazırlıkları yaptıktan sonra 26-27 Mayıs 1960 gecesi saat dörtte harekete geçtiler. PTT, Ankara radyosu ve tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için silahlı Harp Okulu öğrencileri şehre indiler. Küçük çapta bâzı mukâvemetle karşılaştılarsa da bir buçuk saatte duruma hâkim oldular. Önce hükûmet üyeleri sonra da Refik Koraltan ve diğer Demokrat Partili milletvekilleri yataklarından kaldırılarak tutuklandılar ve Harp Okuluna gönderildiler. Bu sırada Ankara Radyosu iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini halka îlân etti. İstanbul’da her şey aynı zaman ve sürat içinde olup bitti.

Millî Birlik Komitesi (MBK) adı altında teşkilâtlanan darbeci subaylar her türlü siyâsî faaliyeti yasaklayarak TBMM’yi ve hükûmeti fesh ettiler. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ı tutuklayarak Çankaya Köşkünden alıp Harp Okuluna gönderdiler. Eskişehir’de bulunan Başbakan Adnan Menderes, Kütahya’ya doğru hareket ettiği sırada alçaktan uçan askerî uçaklar tarafından tâkip edildi. Kütahya’ya vardığı sırada tutuklanarak berâberindekilerle birlikte Harp Okulundaki tutukluların yanına konmak üzere uçakla Ankara’ya götürüldüler. Genelkurmay Başkanı Rüşdü Erdelhun ve bâzı yüksek rütbeli subaylar da gözetim altına alındılar. Tutuklular daha sonra Harp Okulundan alınarak Marmara Denizindeki Yassıada’ya nakledildiler.

MBK başkanlığına ve Türk Silahlı Kuvvetleri başkomutanlığına Orgeneral Cemal Gürsel getirildi. Yeni bir anayasa hazırlanması için faaliyete geçildi. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar’ın başkanlığında bir kurul yeni anayasayı hazırlamakla vazifelendirildi. Cemal Gürsel, MBK başkanlığı ve Türk Silahlı Kuvvetleri başkomutanlığının yanında Başbakanlık ve Millî Savunma Bakanlığı vazifelerini de üstlendi. 12 Haziran 1960’ta geçici anayasa metni açıklandı. İhtilalden kısa bir müddet sonra Türk Silahlı kuvvetlerinde büyük bir tasfiyeye gidildi. İhtilâle karşı olması muhtemel olan 235 general ve amiral ile çeşitli rütbelerde 4000 subay re’sen emekliye ayrıldı. Üniversitelerle ilgili bâzı düzenlemelere gidilerek, 147 öğretim üyesi vazifeden uzaklaştırıldı. MBK içinde anlaşmazlıklar ve bölünmeler ortaya çıktı. Ondörtler olarak adlandırılan grup tasfiye edilerek idâreden uzaklaştırıldı.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, başbakan Adnan Menderes ve diğer hükûmet üyeleriyle Demokrat Partili idârecilerin yargılanması için 14 Ekim 1960’ta Yüksek Adâlet Dîvânı adıyla olağanüstü bir mahkeme kurdurdu.

Hukuk kurallarını çiğneyerek peşin hükümlerle ve uydurma belge ve bilgilerle faâliyet gösteren bu mahkeme 14 Ağustos 1961 târihine kadar süren çalışmaları sırasında Celal Bayar ve Adnan Menderes’in de dâhil olduğu 15 kişiyi ölüm, 32 kişiyi de ömür boyu hapis cezâsına çarptırdı. Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu dışındaki sanıkların cezâları ömür boyu hapse çevrildi. Türk demokrasi târihinde büyük hizmetler gören, Türkiye’yi içte ve dışta aşağılık kompleksinden kurtaran, ülkeyi bir baştan bir başa îmâr edip kalkındırmaya çalışan ve on senelik bir döneme damgasını vuran Başbakan Adnan Menderes 17 Eylül 1961’de, çalışma arkadaşları Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu ise bir gün önce, 16 Eylül 1961’de İmralı Adasında asılarak îdâm edildiler. Böylece Türk demokrasi târihine silinmez bir leke konulmuş oldu. Ancak 1990 senesinde çıkarılan bir kânunla îtibarlarının iâde edilmesi sağlandı. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın naaşları İmralı’dan alınarak 17 Eylül 1990 târihinde başta devlet büyükleri, Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve hükûmet erkanı olmak üzere milletvekillerinin ve halkın katıldığı bir törenle İstanbul’da Adnan Menderes Bulvarı-Topkapı çıkışında yapılan Anıt Mezara nakledildiler.

Kurucu Meclis tarafından hazırlanan 27 Mayıs 1961’de kabul edilen yeni anayasa 9 Temmuz 1961 târihinde yapılan halk oylamasında % 60,4 kabul oyuyla benimsendi. Kurucu Meclis genel seçimlerin 15 Ekimde yapılmasını kararlaştırdı. Sivil idâreye dönüşten sonra demokrasinin oturması uzun zaman aldı. 27 Mayıs 1960’ta açılan askerî darbe çığırı 12 Mart 1971 ile 12 Eylül 1980 yıllarında da  tekrarlandı.

YİVLİ MİNÂRE CÂMİİ

Antalya Kaleiçi semtinde Hamidoğullarından Mehmed Beyin yaptırdığı câmi. Kubbeyle örtülü çok ayaklı câmilerin Anadolu’daki en eski nümûnesidir. Kitâbesinden Balaban et-Tavaşî adlı bir mîmâr tarafından 1373 yılında inşâ edildiği anlaşılmaktadır. Câmi mihrabının eğik olması, câminin eski bir kilisenin temelleri üzerine yapıldığını gösterir. Yaklaşık 9x15 m boyutlarında, enine dikdörtgen plânlı bir yapı olan câmi, üzeri iki sıra hâlinde dizilmiş altı kubbe ve kuzey-batı ucunda binâyı bütün enince geçen bir beşik tonozla örtülüdür. Çatıyı kubbeler arasında dizili on iki sütun taşır. Kubbelerin üstü kiremitle kapatılmıştır.

Câmiye adını veren Yivli Minâre, Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Alâeddîn Keykubâd zamânında (1220-1237) yapılan daha eski bir câmiden kalmıştır. Câminin yaklaşık iki metre açığındadır. Kürsü bölümü taştan, sekiz dilimli, yarım silindir şeklindeki gövdesi tuğladan yapılmıştır.

Ata yâdigârı bu eser, ibâdete kapatılarak müze hâline getirilmiştir.

YOĞUNLUK

Alm. Dichte, Dichtigkeit (f), Fr. Densité (f), İng. Density. Homojen bir yapıya sâhip maddenin birim hacminin kütlesi. Yoğunluk birimi gram/cm3 (gram/mililitre) veya kg/m3 tür. Yoğunluk, herhangi bir cismin hacminden kütlesinin veya kütlesinden hacminin hesaplanabilmesine imkân sağlar. Kütle hacimle yoğunluğun çarpımına, hacim ise kütlenin yoğunluğa bölümüne eşittir. İki tür yoğunluk vardır. Birincisi mutlak yoğunluktur ki, pratikte mutlak kelimesi kullanılmaz, sâdece yoğunluk denir. İkincisi ise izâfi yoğunluk (bağıl yoğunluk)tur.

Mutlak yoğunluk: Katı ve sıvıların yoğunluğu ısı ve basınçla çok az değişir. Gazların yoğunluğu ise ısı ve basınçla çok değişir. Gazların yoğunluğu târif edilirken bulunduğu sıcaklık ve basınç değerleri de verilir.

Maddelerin yoğunlukları birbirinden çok farklılıklar gösterir. Atom çekirdeğinin yoğunluğu 1014 gram/cm3 değerindedir.

Endüstride yoğunluk yerine genellikle özgül ağırlık târifi kullanılır. Özgül ağırlığın birimi yoktur (Bkz. Özgül Ağırlık). Özgül ağırlık mukâyese esâsına dayanılarak ölçüldüğü için ölçme tekniği daha kolaydır.

Elektrik akımı ve manyetik saha konularında geçen akım yoğunluğu ve manyetik saha yoğunluğu başkadır. Her ikisinde de birim kesitten geçen akım ve saha çizgisi, yoğunluğu tâyin eder.

Bağıl (İzâfî) yoğunluk: Verilen bir hacimdeki bir cismin kütlesinin, aynı hacimdeki bir mukâyese cisminin kütlesine oranı. Aynı zamanda verilen cismin yoğunluğunun, mukâyese cisminin yoğunluğuna oranı olarak da târif edilebilir. Her iki durumda da bağıl yoğunluk boyutsuz bir büyüklüktür. Bu sebepten dolayı bu sayı her türlü birim sisteminde aynıdır. Bağıl yoğunluğun belirlenmesinde mukâyese cismi olarak 4°C’deki su alınır. Suyun yoğunluğu ise bu sıcaklıkta 1 gr/cm3tür. Gazların bağıl yoğunluğunun belirlenmesinde de 0°C ve bir atmosfer basıncındaki hava alınır. Gazların yoğunluğu sıcaklık ve basınçla değiştiğinden dolayı, bunların belirtilmesi önemlidir.

YOĞURT

Alm. Joghurt (m, n), Fr. Yaourt, yogourt (m), İng. Yogurt. Sütün laktik asit (sütasidi) kültürleriyle mayalanması sonucunda elde edilen ekşimsi aromalı pelteleşmiş bir süt ürünü. Millî bir yiyeceğimiz olan yoğurdun ilk defâ ne zaman ve nasıl yapıldığına dâir eldeki bilgiler yetersizdir. Amerika’da yaklaşık olarak 45-50 yıl önce, Avrupa’da da yirminci yüzyılın başlarından îtibâren tanınmaya ve yapılmaya başlanan bu yiyeceğin en azından 1000 yıl önce Türk ülkelerinde yapıldığı ve yendiği bir gerçektir. 1000 yıl önce Balasagunlu Hacip ve Kaşgarlı Mahmûd tarafından yazılmış olan Kutadgu Bilig ve Divanü Lügâti’t-Türk adlı eserlerde yoğurda bugünkü anlamda raslanılmaktadır.

Fransa’ya yoğurt, 16. yüzyılda, Birinci Fransuva’yı tedâvi gâyesiyle Türkler tarafından götürülmüş ve o târihte yoğurt Fransa’da daha ziyâde ilâç olarak tanınmıştır. Yoğurdun esas yayılması ve geniş çapta Türk sınırlarını aşması 20. yüzyılın başlarına rastlar.

Yapılışı: İşlenişi pek zor değildir. Küçük çapta yapılacağı zaman fazla âlet ve ekipmana da ihtiyaç göstermez. Hammadde, yâni süt pişirilip sıcaklık 42-46°C’ye getirildikten sonra yoğurt mayası ile aşılanır. 3-4 saat böyle bırakılarak sütün yoğurtlaşması, yâni ekşimsi bir tatla, peltemsi bir yapı alması sağlanır. Yoğurt mayası olarak genellikle bir gün önceki yoğurt kullanılır.

Yoğurt yapılacak sütün seçimi önemlidir. Yoğurt hemen her çeşit sütten yapılabilir. Ancak kaliteli ve dayanıklı yoğurt yapmak için hammaddenin de aynı özellikte olması gereklidir. Yoğurt yapılacak süt temiz, tâze, normal ve hilesiz olmalıdır.

Hastalık yapıcı faktörlerden arındırmak, fazla suyu uçurarak yoğurda daha iyi bir kıvam kazandırmak, oksijeni bertaraf etmek ve hammaddedeki yağı yumuşatmak gâyesiyle süt ısıtılır. Isıtma genel olarak 85-90°C’de 30 dakika süreyle yapılmaktadır. Sütün ısıtılması işleminde gözönüne alınması gereken bir husus da homojenlendirmedir. Yağın yüzeyde toplanmasını üstte kaymaklı, altta yağsız bir kısım meydana gelmesini önlemek için homojenizasyon gerekli olmaktadır. Homojenizasyon genellikle pastörize kazanlarda 60°C’ye kadar sütün ısıtılmasından sonra yapılır.

Süt homojenizatürden geçirilir. Burada 200 kg/cm2 basınç altında homojenize edilerek esas ısıtmanın yapılacağı pastorize kazanına sevk edilir. Isıtma sistemi tamamlandıktan sonra soğutucularda soğutulur.

Yoğurt mayası sütün asitliğini geliştirerek onu pıhtılaştıran ve yoğurda has aromanın meydana gelmesini sağlayan bir bakteri kültürüdür. Yoğurt mayasında başlıca iki bakteri bulunur. Bunlar streptecoccus thermophilus ve loctobasillus bulgaricus’tur.

Ülkemizde yoğurt yapımı için genellikle saf olmayan karışık mayalar kullanılmaktadır. Bu da birgün önce yapılan yoğurttur. Bu şekilde maya kullanıldığında başarı tesâdüflere kalmaktadır. Mayalamada sütün sıcaklığı 42-46°C’ye getirildikten sonra iyi kaliteli maya ile (% 2-3 oranında) mayalanır. Steril bir çubukla yavaşca karıştırılır. Sonra hemen doldurma kaplarına gönderilir veya mayalanmış olarak kazanda bir miktar bekletilir. Modern yoğurtçulukta mayalanmış süt genellikle hemen kaplara doldurulur. Kapların ağızları hava almayacak şekilde kapatılır. Yoğurtlaşma mayalanmış sütün 42-44°C’de 2.5-3 saat tutularak bilinen kıvam ve aroma kazanması sonucu olmaktadır. Buna inkübasyon da denir.

İnkübasyondan sonra yoğurtlar 10°C’nin altına kadar soğutulur. Bununla, yoğurt bakterilerinin faaliyetleri için en elverişli derecelerden uzaklaştırılarak çalışmalarına, dolayısıyle asitliğin gelişmesine, mümkün mertebe engel olunmaya çalışılır.

Soğuması tamamlanan ve 4°C’lik bir depoda birkaç saat veya satış durumuna göre en fazla bir gece bekletilen yoğurtlar ambalajlanarak satışa arz edilir.

Evlerde pratik bir yoğurt yapımı şöyle olabilir:

Süt geniş bir kapta kaynatılır, kaynama işleminin, süt içindeki suyun buharlaşmasına yetecek sürede olması önem taşır. Kaynama süresi 1.5 veya 2 saat olarak hesaplanabilir. Bu sırada, sütün taşmaması ve dibini tutmaması için karıştırılması gerekir. Kaynama ise sütün dörtte biri buharlaşır. Kaynatılan süt, yoğurt yapılacak kaplara, biraz yüksekten, azar azar dökülür. Yoğurdun sütün kaynatıldığı kapta yapılması düşünülüyorsa kap bir kenara alınır. Bir kenara alınan kaplardaki süt, kış aylarında 50, yaz aylarında 45 dereceye kadar ılıması için bekletilir. Süt, elin dayanabileceği kadar ılıtılmalı, daha fazla soğutulmamalıdır. Bu bekleme süresi içinde sütün üzeri kaymak tutacaktır. Bu arada maya hazırlanır. Maya olarak kullanılacak yoğurdun tatlı veya ekşi olmasına göre, yapılacak yoğurt tad kazanır. Bir litre süt için bir çorba kaşığı yoğurt, maya olarak hesaplanır. Hazırlanan maya, biraz süt karıştırılarak sulandırılır. Maya, bir kaşıkla veya bir şırıngayla süt üzerindeki kaymağın kenarı biraz kaldırılarak sütün içine katılır. Sütün üzeri kapatılır, kalınca bir örtü ile sarılır ve 4-5 saat mayalanmaya bırakılır. Mayalanma ortamında daha fazla kapatılarak bekletilirse yoğurdun tadı ekşir. Yoğurt, üzeri açıldıktan sonra iki saat kadar serin bir yerde bekletildikten sonra kullanılır.

Yoğurt çeşitleri: Birçok çeşidi vardır. Başlıcaları âdi yoğurt, aromalı yoğurt, silivri tipi yoğurt, dayanıklı yoğurt, reform yoğurt ve bioghurttur. Memleketimizde hattâ diğer ülkelerde de en fazla yapılan yoğurt çeşidi âdi yoğurttur. Bunlar normal olarak işlenir, aroma maddeleri katılmaz. Tabiî tad ve kıvamda tüketiciye sunulur.

Aromalı yoğurtlar batı memleketlerinde fazlaca ilgi görmüş çok yaygınlaşmıştır. Bunlar iki gruba ayrılabilir. Meyveli yoğurtlar, şekerli yoğurtlar. Meyveli yoğurtlar ilk önceİsviçre’de yapılmıştır. Çeşitli ülkelerde değişik işleme usûlleri vardır. Çok çeşitli meyvelerden işlenmektedir. En fazla yaygın olanı da çilekli yoğurttur.

Dayanıklı yoğurtları torba yoğurdu, pastörize yoğurt, kış yoğurdu (pişmiş yoğurt) ve kurut olmak üzere dört grupta toplanabilir.

Sindirim üzerinde etkileri: Yoğurt hazmı çok kolay olan bir besindir. Bunun sebebi şu şekilde izah edilebilir: Çok yavaş asit teşekkülü süt asidi bakterileri ile sütü çok ince zerrecikler hâlinde pıhtılaştırır. Böylece mîde barsak kanallarının hazım suları, proteine nisbi olarak çok büyük bir yüzey üzerinden etki etmektedir. Diğer taraftan yoğurt yapımında mikroorganizmalar, proteini kısmen peptitlere ve serbest amino asitlerine kadar parçalamakta, böylece bir çeşit ön hazım vukû bulmaktadır.

Yoğurt kalsiyumdan yararlanmayı gıdâdaki laktozdan daha fazla düzeltmektedir. Çünkü süt asidi ilâve olarak kalsiyumun hazmolmasına yardım etmektedir. Sıhhatli insanlara herhangi bir rahatsızlık olmadan günlük bir litreye kadar yoğurt verilebilir.

Sağlık için önemi: Yoğurt, bâzı enterit ve kolit gibi gastro intestinal bozukluklarda diet olarak çok kıymetli gıdâ maddesi sayılmaktadır. Çeşitli yaştaki insanların özellikle süt çocuklarının ishallerinin veya diğer hazım bozukluklarının tedâvisinde çok faydalı görülmüştür.

Çok sayıdaki araştırmalar neticesinde yoğurtta antibiyotik özellikler tespit edilmiştir. Çünkü birçok bakteriye karşı önleyici bir etkisi tetkikler sonucu anlaşılmıştır. Antibiyotik etkili maddeler herşeyden önce gram negatif barsak bakterilerinin gelişmesini, çoğalmasını önlemektedir. Hayvanlar üzerinde yapılan denemelerde barsaklarda koli bakterileri tamâmen yok edilmemekle berâber sayıları yoğurtta iyice azaltılabilmiştir. Bünyeye alınan patojen, yâni hastalık yapıcı koli bakterileri yoğurt alınmasıyla çok çabuk dışarı atılabilmektedir. Nisbî olarak kısa zaman içinde öldürülebilen mikroorganizmalara karşı bakteriyostatik veya bakterisit etki gösterir. Şâyet bu tip bakteriler ekşi süte bulaşmışlarsa, meselâ salmonellerin yoğurt içerisinde yaşama kâbiliyeti çok kısa sürmektedir.

Türberkülozlu hastalar üzerinde de antibiyotik etki göstermektedir. Yoğurt aynı şekilde bulaşıcı hastalıkların tedâvisinde de oldukça öneme sâhiptir. Ayrıca çocukların bulaşıcı karaciğer iltihâbı (hepatit) hastalıklarının dietik tedâvisinde yoğurt kullanılır. Yoğurdun bundan başka radyoaktivitelerin sebep olduğu hastalıklarda, kalp rahatsızlıklarına karşı hattâ kanser tedâvisinde bile faydalı olduğu ileri sürülmüştür. Bâzı zehirlenmelere karşı da yoğurt tavsiye edilmektedir.

YOĞURTOTU (Galium)

Alm. Labkraut (n), Fr. Gaillet (m), İng. Cheese rennet. Familyası: Kökboyagiller (Rubieaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı Anadolu’da yaygın olarak.

Mayıs-ağustos ayları arasında küçük sarı renkli çiçekler açan 10-75 cm boyunda çok yıllık otsu bitki. Gövdeleri dik veya tırmanıcı dört köşeli tüysüz ve hafif yapışkanlıdır. Yaprakları dar sivri uçlu ve koyu yeşil renklidir. Çiçekler gövdelerin ucunda salkım şeklinde toplanmıştır.

Kullanıldığı yerler: Bitkinin toprak üstü kısımları uçucu yağlar organik asitler ve glikozitler taşır. İdrar söktürücü, kabız edici ve yatıştırıcı etkilere sâhiptir.