YEM
Alm. Futter, Fressen (n), Fr. Fourrage (m), pature (f), İng. Fodder, food. Hayvanlara yedirilen organik ve inorganik maddeler veya bunların karışımları. Yem hayvana madde ve enerji bakımından yaşama ve verim ihtiyaçlarını karşılamak gâyesiyle yedirilir. Yemde; ham protein ham yağ, ham selüloz, azotsuz öz maddeler, kalsiyum, fosfor gibi temel gıdâ maddeleri bulunur.
Yem çeşitleri: Nebâtî yemler, hayvânî yemler, mineral yemler ve preparat yemler olmak üzere üç sınıfta gösterilir.
1. Nebâtî yemler: Yaş ve kuru olarak doğrudan doğruya kullanılmaya elverişli olan her çeşit otlarla öğütülmemiş tâne yemlerdir. Bunlar yumru, meyve, saman, silaj yemleridir. Otlar, tâze veya kuru olarak doğrudan doğruya veya parçalanarak hayvan beslenmesinde kullanılan buğday, arpa, çavdar, yulaf, yonca, hayvan pancarı, şekerpancarı yaprakları, lahana yaprakları ve pancar, patates, şalgam vb. gibi kök ve yumrular en çok bilinen nebâtî yemlerdir.
Yeşil yemlerin ve bünyelerindeki su miktarı fazla olan diğer yemlerin uzun zaman muhâfazasını sağlamak için belirli şartlarda bir fermantasyon devresi geçirmeleri sonucu silaj, yâni eksiltilmiş yemler elde edilir. Yonca, fiğ, çavdar silajı vb. silo yemleri bu gruptandır.
Bâzı nebâtî ürünlerin işlenmesi sırasında elde edilen un, nişasta, şeker, yağ gibi maddelerin artıkları da yem olarak kullanılır. Bunlar ezme, kepek, küspe ve çeşitli posalardır.
2. Hayvânî yemler: Cesetlerin, hayvan organlarının ve hayvânî ürünlerin özel sûrette kurutulması ve öğütülmesinden elde edilen et, kemik ve balık unları ile süt ve süt sanâyi kalıntıları, mezbaha kalıntıları, deniz hayvanlarından elde edilen hayvânî yemlerdir.
3. Mineral yemler: Kalsiyum, fosfor, sodyum, demir ve çinko gibi elementlerin tuzları veya diğer bileşikleriyle amonyum tuzları ve benzeri maddeler veya bunların karışımlarıdır.
Yemlik preparatlar: Kimyâsal analiz, sentez veya çıkarma ile elde edilen ve yemin değerini organizmada arttırmaya yardım edebilecek nitelikteki antibiyotik, hormon ve vitaminler gibi katkı maddelerini ihtivâ eden yemlerdir. Çeşitli yemlerin standartlara uygun olarak karıştırılması ile elde edilen yemlerdir. İnce, pelet veya granüle (tâneli) olarak yapılır. Evcil hayvan yemleri bu cins yemlerdendir.
Bu yemler karışıma girebilecek mevcut hammadde durumuna göre normları, yem kânununa göre ilgili bakanlık zaman zaman tespit ve îlân eder. İmâl edenler bu esaslara uyarlar.
Yem sanâyii: Ülkemizde yem sanâyii, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı, çalışmalarında özerk tüzel kişiliği olan Türk A.Ş. Genel Müdürlüğünce yürütülmektedir. Bu kuruluş ülke çapında hayvancılığın gelişmesi ve verimin arttırılması için 1956’da kuruldu. 1984’te 233 sayılı kânun hükmünde kararnâmeyle yeniden düzenlendi. Bu düzenlemeye göre, yurdumuzda karma yem hazırlamaya elverişli her türlü ilk maddeleri işlenmiş veya işlenmemiş olarak iç ve dış piyasalardan sağlamak, bunları işleyerek hazırlamak, hayvanların cinslerine, ırk, yaş, verim ve yetiştirme amaçlarına uygun olarak onları istihdam etmek, ettirmektir. Bunlar ve diğer hayvanlar için yem çeşitlerini geliştirmek üretmek vb. görevleri vardır.
Kuruluşa bağlı olarak yem üreten fabrikalar şunlardır: Adapazarı, Ankara, Bursa, Erzurum, İstanbul, Konya, Samsun, Doğubeyazıt (Ağrı), Tatvan (Bitlis), Çankırı, Diyarbakır, Elazığ, Kızıltepe (Mardin), Yatağan (Muğla), Van, Siirt, Hilvan (Şanlıurfa), Tunceli, Kırklareli, Korkuteli (Antalya).
Kuruluşun ayrıca; Eskişehir, Isparta, İzmir (Yemta-Tariş), Bandırma (Balıkesir), Biga(Çanakkale), Kayseri, Manisa, Kars, Sivas, Çorum, Uşak, Çukoyem (Mersin), Aksaray ve Bingöl gibi yem fabrikalarında da iştiraki ve hissesi bulunmaktadır (1994).
Alm. Futterpflanzen, Fr. Plantes fourrageres, İng. Fodder plants. Hayvanların beslenmesinde kullanılan bitkiler. Memleketimizde yetiştirilen önemli yem bitkileri necliyeler ve bakliyeler olmak üzere iki grup altında toplanabilir. Bunların bir kısmı yaşadığımız çevrenin çayır ve mer’alarında kendi hallerinde yetiştiği gibi, bâzılarını da çiftçiler tarlalarına ekerek yetiştirirler.
Yem bitkilerinin iklim ve toprak istekleri az çok birbirinden farklıdır. Genellikle yeşil, kuru ot ve silo yemleri hâlinde hayvanlara verilerek onların beslenmesinde kullanılır.
Yem bitkileri bir tarım işletmesinde ekim nöbetine girerek toprağın fizikî yapısını ıslah ederler. Verimliliğini de arttırırlar. Tarlalarda bir bitki örtüsü meydana getirerek, toprak erozyonuna engel olurlar.
Bilhassa bakliyat grubuna giren yem bitkileri çok faydalı hayvan yemleridir. Bitkisel protein, vitaminler ve mineral maddelerce zengindirler.
Alm. Futtersack, Futterbeutel (m), Fr. Musette (f), sac (m) à avoine, İng. Nose-bag. İçinde hayvan yemi bulunan torba. Yüzyıllardır insanın en sâdık arkadaşı, taşıyıcı olan atın Türklerin yanında önemli bir yeri vardır. Günlük iş görmelerinin yanında cenk meydanlarının ele avuca sığmaz yiğitlerinin zafere ulaştırıcıları bunlardı. Böyle bir yardımcının eğeri, özengisi, gemi ve beslenmesinin ayrı bir husûsiyeti vardı. Bilhassa beslenmesine çok dikkat edilirdi. Seyahatlerde yemler torba ile verilirdi. Torbaların boyu ekseriya 50, eni 30-35 cm olurdu. Boyları 60, enleri 50 cm olanlarına da raslanırdı. Bu torba içine yem konduktan sonra bir askılık ile hayvanın kulak çukuruna asılır. Hayvan torbanın içine başını sokarak yer.
Yem torbaları umûmiyetle kıldan yapılır. Kıldan yapılmasının belli başlı sebepleri; hayvan yemini yerken kıl torbada rahatça hava alabilir. Yem tozlu ise bu cins torbada kolayca elenir. Son olarak da kıl torbalar suyu kolayca geçirmedikleri gibi yemi de hemen rutubetlendirmezler. Önemli olan, iyi kıldan îtinâ göstererek dokunmuş olmasıdır.
Eski ve köklü geleneğe, titizlikle riâyet eden atalarımız yollu, püsküllü, süslü, güzel görünüşlü yem torbalarının yapılmasına çok dikkat ederlerdi.
(Bkz. Müseylemetü’l-Kezzâb)
Alm. Speiseröhre (f), Ösophagus (m), Fr. Oesophage (m), İng. Oesophagus, (ABD) esophagus. Hazım kanalının başlangıç kısmı. Yetişkin bir şahısta boyu 25 cm kadar olup, üç kısımdan teşekkül eder. Bunlar:
1. Boyun parçası: En kısa bölümüdür.
2. Göğüs parçası: En uzun parçadır.
3. Karın parçası: Diyafragmayı geçtikten sonraki bölümdür.
Üç darlık mevcuttur. Birinci darlık dişlerden îtibâren 18 cm’de boğaz (farinks) ile birleştiği yerde; ikinci darlık 28 cm’de yemek borusunun sol bronş dalı ile çaprazlaştığı yerde; üçüncü darlık ise 43 cm’de yemek borusunun mîdeyle birleştiği yerdedir. Bu darlıkların bilinmesi hastalıkların daha çok buralarda oturması, yabancı cisimlerin buralara takılması, yanıkların daha fazla buralarda olması bakımından mühimdir.
Yemek borusunun iç yüzeyini; alt (karın) parçasında çok katlı silindirik epitel hücreleri, geri kalan parçalarında çok katlı yassı epitel hücreleri, örter. Alt 1/4 bölümü, irâdemiz dışında hareket sağlayan çizgisiz adalelerden, 1/4 yukarı bölümü irâdemizle hareket sağlayan çizgili adalelerden ve geri kalan 2/4 orta bölümü her iki cins kasın karışımından yapılmıştır. Oksijenden zengin kanı, sol mîde atardamarı alt trioid atardamarı, aort kavisi ve inen aort vâsıtasıyla alır.
Oksijenden fakir kanı götüren damarlar portal ve kaval toplardamar sistemine açılır. Portal ve Kaval toplardamarları birbirleriyle ağızlaştığından sinoz gibi bâzı hastalıklarda yemek borusunda varisler meydana gelir ve tehlikeli öldürücü kanamalara sebep olur. Vagus sinirinden ve sempatik ağdan gelen sinirlerle uyarılır.Yemek borusunda üç hareket husûle gelir. Birincisi yutmayı temin eden hareketler; ikincisi yutma güçlüğü olan hastalarda müşâhade edilebilen ve besinlerin geri gelmesini sağlayan hareketler; üçüncüsü ne gibi bir vazifesi olduğu hâlâ tartışmalı olan solucan kıpırdamaları şeklindeki hareketlerdir.
Yemek borusunun hastalıklarında, hemen hemen hiçbir hastalıkta görülmeyen şekilde kolay ve yeterli bir hikâye alınır. Dil bilmeyen bir hasta, hatta hiç konuşmayan bir hasta bile işâret ederek kolaylıkla yutamadığını, yiyecekleri geri çıkardığını anlatabilir. Üç tipik belirtisi vardır: Yutma güçlüğü (disfajı); yutulan şeylerin mîdeye değmeden geri çıkarılması (regürjitasyon) ve ağrı. Yemek borusu hastalıklarının teşhisinde baryum içirilerek yemek borusunun röntgen filminin çekilmesi mühim bir usüldür. Ayrıca “özofagoskop” denilen özel âletle yemek borusu içine girilerek kanalın içi gözlenebilir ve hastalığın teşhisi için parça (biopsi) alınabilir. En sık görülen hastalıkları arasında yabancı cisimlerle had tıkanması, doğuştan anormal yemek borusu, yemek borusu iltihabı, kimyevî maddelerle meydana gelen yanıklar, yemek borusu ülserleri ve kanserleri sayılabilir.
Alm. Speisen (f. pl.), Gerichte (n. pl.), Fr. Repas, mets, plats (m. pl.), İng. Foods, meals. Vücûdun yapısında lüzumlu olan ve iş görmesi için gerekli enerjiyi sağlayan pişmiş veya çiğ gıdâ maddeleri.
Yemek yemek ve pişirmek insan ve ilk peygamber hazret-i Âdem zamânından beri vardır. Hazret-i Âdem’e Allahü teâlâ tarafından on sahife gönderildi. Bu sahîfelerde îmân edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügâtlar, gusul abdesti almak, oruç tutmak, leş, kan, domuz eti yememek, tıp ilâçları, hesap gibi şeyler bildirilmişti. İlk insanlar, bâzı târihçilerin zannettiği gibi ilimsiz, fensiz, görgüsüz, çıplak ve vahşî kimseler değildi. Bugün Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında tunç devrindekilere benziyen bâzı ilkel görüşlere sâhip bilgisiz, yaşayışları basit insanlar vardır. Bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk insanların hepsi için bilgisiz, yemek pişirmeyi bilmeyen denilemez. Hazret-i Âdem ve ona inananlar şehirlerde yaşarlardı. Okuma-yazma bilirlerdi. Demircilik, dokumacılık, çiftçilik, ekin ekmek, ekmek yapmak, yemek pişirmek gibi sanat ve âletleri vardı. Altın üzerine para dahi basılmış, mâden ocakları işletip, çeşitli âletler yapılmıştı. Daha sonra insanlar sanat ve teknikte ilerledikleri gibi, yavaş yavaş değişik yemek pişirme geleneği de kendini gösterdi. Her milletin kendilerine has pişirme, servis yapma, sofra düzeni kurma vs. gibi durumlar ortaya çıktı. Eski Mısırlılarda, Romalılarda ve Türklerde bu gibi değişiklikleri görmek mümkündür.
Türklerin İslâm dînini kabul etmeleri netîcesinde yemek çeşitlerinde de önemli değişiklikler oldu. İslâm dîninin yenmesinde ve içmesinde mahzur görmediği yemekler, etler yenmeye başlandı. Yemekler, vücûdun ihtiyacı olan mâdensel tuzları ve vitaminleri de sağlarlar. Mâdensel tuzlar vücûda enerji vermezler. Fakat bunlar vücûda bir yapı taşı gibi gereklidir. Vücut iskeletini meydana getiren kemiklerin gelişmesi, dişlerin sağlam ve uzun ömürlü olması mâdensel tuzların varlığına bağlıdır. Mâdensel tuzlar, organizmadaki sıvıların osmotik basıncı ile asit alkali reaksiyonunu ve oksijen taşınması gibi çok önemli fizyolojik olayları düzenlerler. Mâdensel tuzlar; dışkı, ter ve idrarla vücuttan dışarı atılarak tekrar yemeklerle geri alınırlar.
Yemeklerle; demir, kükürt, bakır, fosfor, kalsiyum, klor, potasyum, magnezyum ve sodyum tuzları da alınır. Bunun için yemekler pişirilirken suyu ve diğer malzemeleri iyi ayarlanmalıdır. Çünkü mâdensel tuzlar ve maddeler pişirme sırasında suya geçer. Pişmiş yemeğin suyu çok geldi diye atılırsa, insan için faydalı olan tuzlar da atılmış olur.
Dünyâ mutfaklarınca tanınan zengin Türk yemekleri Anadolu’da özellikle Osmanlılar zamânında ortaya çıkmıştır. Bugün bile hâlâ Osmanlı mutfağı ve içinde pişirilen yemekler diğer dünyâ milletleri tarafından benimsenerek zevkle yenmektedir.
Yemek pişirmek bilgi işi olduğu kadar zevk işidir. Vücûdumuz için faydalı besin maddelerini yalnız sindirilmesi kolay hâle gelecek duruma getirmek değil, aynı zamanda zevkle, iştahla yenebilecek şekilde hazırlamak lâzımdır. Açlığı karşılamak için yemek yenirse vücut gerektiği gibi beslenemez. Günlük yemeklerde besinlerin uygunluğuna ve yeterliliğine, sağlığa uygun olup olmadığına, verdiği enerji miktarlarına çok dikkat etmek gereklidir.
İnsan vücûdu için lâzım olan karbonhidrat, protein ve yağlar orantılı bir şekilde alınmalıdır. Sağlıklı bir hayat için günde ortalama 100 gram protein alınması gereklidir. Dokuların yeniden canlılık kazanması ve tâmir edilmesi, yeni hücrelerin teşekkülü için proteine ihtiyaç vardır. Enerjinin temin edilmesi için de yağ ve karbonhidratlar dengeli alınmalıdır. Vitamin ihtiyacı, salata ve meyvelerle de desteklenmelidir.
Besinler insan vücûduna yararlı olması için pişirilir ve yemek hâline getirilir. Pişirmenin gâyesi besinlerde bulunan faydalı maddalerin kolayca emilmesini sağlamaktır. Hastalık yapacak mikrop ve parazitler varsa onları yok etmektir.
Yemek pişirmek, sofra düzenlemek, pişen yemekleri ağız tadıyla yedirmek, ev hanımları için ayrı bir sanat ve zevk işidir. Bunun için bir ev hanımından beklenen sâdece aşçıbaşılık değil, dengeli beslenmeyi sağlayıcı iştah açıcı yemekler pişirip, gönül açıcı ve zevk verici bir sofra kurabilmektir.
Yemekler evin günlük ihtiyacına göre hazırlanmalıdır. Bunun yanında şu şartlara da uymak çok faydalıdır:
1. Pişirilmek istenen yiyecekler yapılacak yemeklere göre seçilmeli.
2. Yemek pişirmek için verilen reçetedeki ölçülere uyulmalı (Biber, yağ ve tuz oranları isteğe göre değişebilir).
3. Pişirilen yemeklerin lezzetli ve besin değerlerini fazla kaybetmemeleri için pişiriliş usûllerine, fırın ve buna benzer âletlerin ateş harâret dereceleri iyi ayarlanmalı.
4. Hazırlanan ve pişirilen yemekler; protein, mâdenler, enerji, karbonhidrat ve yağ oranları bakımından birbirlerini tamamlamalıdır.
Yemeklikler genellikle hayvânî, nebâtî olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bunların herbirinden değişik şekilde yemekler pişirilir. Yemek pişirme usûlleri çevreden çevreye değişir. Her yörenin kendine has yemek çeşitleri ve pişirme usûlleri vardır. Genelde bunlar şöyle sıralanabilir:
1) Haşlamalar, 2) Izgaralar, 3) Tavalar, 4) Soteler, 5) Kavurmalar, 6) Tencere yemekleri, 7) Fırın yemekleri, 8) Gratenler (değişik usûllerle pişen yemeklerin, piştikten sonra olduğu gibi veya yemeklerin üstüne salça dökerek harâreti üstten ayarlı ve kızgın fırına konularak üstleri kızartılır. Yemeklerin lezzetlerinin daha iyi olması sağlanır.), 9) Hamur işleri, 10)Benmari usûlü: (Genelde içine yumurta ve salça karıştırılmış yemeklerdir. Bu cins yemeklerin târif üzerine hazırlanış malzemeleri bir kaba konur. Bu kap da içinde su kaynıyan kabın içine yatırılır. Böylece yemek suyun harâret ve buharıyla pişmiş olur. Bunların hepsinin pişiriliş şekilleri ayrı ayrıdır.
Yemeklerin güzel ve lezzetli olması için pişirilmede kullanılan âletler çok önemlidir. Toprak çömlekte, maltız üzerinde ağır ağır pişen bir kuru fasulye ile bugünkü bilinen usûlde pişirilen kuru fasulye arasında lezzet bakımından çok fark vardır. Bunun için yemekler, taşkömürü veya odun kömürü yakan maltızlarda, kömür ve odun yakan kuzine sobalarda pişirilirse daha lezzetli olur. Bu gün tabanları kalın ısı iletme derecesi yüksek olan kaplarda pişirilen yemekler de lezzetli olmaktadır. Yemeklerin pişirilmesi kadar saklanması da çok önemlidir. Çok güzel pişirilmiş bir yemek iyi saklanmazsa hemen bozulur. İnsana fayda vereceği yerde zarar verir ve hasta eder. Bunun için yemeği günü gününe pişirmelidir.
(Bkz. Birleşik Yemen Arap Cumhûriyeti)
Alm. Schwur, Eid (m), Fr. Serment (m), İng. Oath. Allahü teâlânın adını anarak yapılan ahd ve verilen teminat. Yemin lügatte “kuvvet” demektir. Sözün, niyetin, işi yapmak veya yapmamak arzusunun kuvvetli olduğunu gösterir. Yemin yerine half, hilf ve kasem kelimeleri de kullanılır. Silahlı kuvvetlere katılan her askere hizmeti tam, noksansız ve başarıyla yapacağına dâir içirilen “and” ile hukuk dâvâları esnâsında taraflardan birinin, olayın doğru olup olmadığı husûsunda yaptırılan and içmeye ve nâmusuyla kuvvetlendirmesine de yemin denir. Yemin kelimesinin Türkçe karşılığı “and”dır.
Türk hukuk sisteminde yemin: Gerek devlet idâresinde gerek hukuk sisteminde, yemine pekçok yerde mürâcaat edilmektedir. Anayasanın 81. maddesi, Meclis üyelerinin (milletvekillerinin); 103. maddesi, Cumhurbaşkanının yemin etmesini düzenlemiştir.
Kezâ, Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve muhâkeme usûlleri hakkındaki kânunun 10. maddesi, Yüksek Hâkimler Kurulu Kânunu 25. maddesi bu mahkeme üyelerinin yemini hakkında hüküm getirmiştir.
Cezâ mahkemelerinde şâhitlere, açıklama yapmalarından önce yemin ettirilmektedir.
Hukuk mahkemelerinde yemin bir ispat vâsıtasıdır. Suç muhâkemelerinde ise yeminin ispat vâsıtası olduğu durumlar çok azdır. Bu mahkemelerde yemin, doğru söylemeye zorlama bakımından yardımcı görevi olan bir vâsıta olmaktadır. Hukuk mahkemelerinde bu bakımdan yemin hâkimin takdirine bırakılmıştır. Hâkim yemine lüzum görmez ve iki taraftan biri de ihtiyaç duymazsa, şâhit yeminsiz dinlenmektedir. Bunların dışında asker ocağına alınan kişilere, yüksek okulları bitiren talebelere diploma verilirken, vazifelerini gereği gibi yapacaklarına ve dürüstlükten ayrılmayacaklarına dâir yemin ettirilmektedir.
Mahkemelerdeki yemin sırasında herkesin ayağa kalkması, yemine önem kazandırmak maksadıyladır. Yeminin ehemmiyeti hakkında hâkimin şâhide açıklamada bulunması kânun tarafından hükme bağlanmıştır.
Hemen hemen bütün memleketlerin idâre ve hukuk sistemlerinde yemin veya and içme müessesesi vardır. Meselâ ABD Cumhurbaşkanı vazifeye başlarken, başsavcı ve elinde İncil olan râhip karşısında el kaldırarak yemin etmektedir.
İslâm dîninde yemin ve hükümleri: Dînimizde yemin etmek üç türlü yapılır. Allahü teâlanın isimleriyle, küfre sebep olan şeyi şarta bağlamakla ve talak, boşamayı şart etmekle (Şart olsun, demekle) yemin edilir. Allahü teâlânın isimleriyle yemin, ya harfle veya kelimeyle olur. İsmin başında (bi, tâ, ve) harflerinden biri söylenip, ismin sonu esre okunursa yemin olur. Yâni (vallâhi, billâhi, tallahi) denilerek söylenen söz yemin olur. Yalnız Allahü teâlânın isimlerinden, Halîm, Alîm, Cevad gibi, insanlar için de kullanılan bir isimle yemin ederken Allahü teâlânın ismi olduğuna niyyet etmek lâzım olur. Yemin etmek âdet hâlini alan bâzı sıfatları ile de yemin câizdir. Allahü teâlânın kudreti veya azameti, rahmeti için demek gibi. Kur’ân, Peygamber, Kâ’be için diyerek yemin olmaz. Nâmusum üzerine söz veriyorum, şerefim üzerine doğru söylüyorum demek, İslâmiyette yemin değildir. Canın için, başın için gibi yemin etmek ise uygun değildir. Allah için yemin ediyorum demek, yemin olur. Kasem ediyorum, half ediyorum, yemin ediyorum veya ... ederim, yâhut eşhedü diyerek, Allahü teâlânın ismini söylemek de yemin olur. Ahdım olsun, nezrim olsun demek yemin olur.
Birine eğer bunu yaparsan kâfirsin veya Yahûdîsin yâhut Hıristiyansın veya Allahsızsın gibi küfre sebep olan her şey demek veya bunları ... olacaksın veya ol diye söylemek, hepsi yemin olur. Karşısındaki kimse o işi yapınca, yemin bozulur. Bunları yemin niyetiyle söyledi ise, yemin eden keffâret verir.
Yemin ederken inşaallah derse, yemin olmaz.
Mushaf hakkı için demek veya Mushafa elini koymak yâhut Mushafı gösterip, bunun hakkı için demek, yemin olur. Çünkü, böyle yemin âdet olmuştur. Haram işlemek, ibâdet yapmamak için yemin eden bozar. Sonra keffâret verir.
İslâmiyetin hükme bağladığı üç çeşit yemin vardır:
1. Yemin-i gâmus: “Günâha ve Cehenneme sokucu” yemindir. Geçmişteki bir şey için bile bile yalan söylemek sûretiyle yemin etmektir. Çok büyük günâhtır. Çünkü böyle yemin eden biri yalanına Allahü teâlâyı şâhit tutmak istemiş, O’nun adını istismar etmiştir. (Kişinin ödemediği bir borcu için bile bile “Vallâhi ödedim!” demesi gibi.) Bu çeşit yeminler, kefâretle dahi bağışlanmayacak kadar büyük günâhtır. Pişman olunca tövbe, istiğfâr edilir. Keffâret lâzım gelmez.
2. Yemin-i mün’akide: Gelecekte yapacağım veya yapmayacağım diyerek yalan yere yapılan yemindir. “Vallâhi yarın şuraya gideceğim.” yâhut “Vallâhi şu kimse ile konuşmayacağım.” şeklinde yapılan yemindir.
Yemin-i mün’akide üç şekilde olur. Üçüncüde yemini bozunca keffâret vermek lâzımdır. Yemini bozmadan önce keffâret verilmez:
a. Zamânı bildirilmez. Ahmed’i döveceğim diye yemin edince, ikisi de sağ kaldıkça dövmezse, yemin bozulmaz. Biri ölünce bozulur. Çünkü, yapacağım diye yemin edince, ölünceye kadar dövmezse, sonsuz olarak bozulmaz. Çünkü yapmaması hemen vâcib olur. Bir kere döverse, bozulur. Keffâret verir ve yemin biter. İkinci defâ döverse, bir daha keffâret vermez.
b. Zaman bildirilendir. Zamânı gelmeden bozarsa keffâret lâzım olur. Zamânı gelmeden önce ölürse, yemin bozulmaz.
c. Şarta bağlı yemindir. Yemin ettiği şeyin yapılıp yapılmamasını, kendinin veya başkasının birşeyi yapmaya hazırlanırken, bunun yapılmaması için (Eğer bunu yaparsan...) veya oturan ikinci bir kimseye bir şey yaptırmak için (Eğer bunu yapmazsan...) dedikten sonra başka bir şeye yemin etmektir.
3. Yemin-i lağv. “Boş yere” yemindir. Yanlışlıkla veya doğru olduğu zannıyla yemin etmektir. Kişinin borcunu ödememiş olduğu halde, ödediğini zannederek “Vallâhi ben borcumu ödedim.” diye yemin etmesi böyledir. Burada kasıt yoktur. Bu şekildeki yemine günâh da, keffâret de yoktur. Tövbe edilerek Allahü teâlâdan af dilemesi istenir.
Üç yeminde de, unutarak, zorlanarak yemin etmek veya yemini bozmak bunları bilerek, isteyerek yapmak gibidir.
Yeminlerde niyet: Herhangi bir kimsenin istediği için yapılan yeminlerde yemin eden kişi, karşısındakini yanıltmak için başka şeylere niyet ederek yemin edemez. Bu düşüncelerle yemin etse dahi yemin, yemin ettiren kişinin düşüncesine göre değerlendirilir. Daha önce yukarıda izah edildiği gibi yalan yere yapılan yemin (yemin-i gâmus) için keffâret yoktur. Çünkü keffâret bu çeşit yeminlerin günâhını gidermez. Böyle yeminler, büyük günâhtır. Halkımız arasında yaygın olduğu gibi; yemin ederken bir ayağı kaldırmanın veya kalpten yemin konusundan değişik bir şey geçirmenin, düşünmenin dînimizde yeri yoktur. Bunlar tamâmen yalan olan ve tatbik edilen önemli hususlardır.
Yemin keffâreti: Yemin keffâreti, bozulan bir yeminin dînî vebâlinden yemin edeni kurtarmak için yapılır. Bu keffâret usûlü, İslâm dîninin Müslümanlara gösterdiği kolaylıklardan biridir. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Mâide sûresinin 89. âyeti kerîmesinde meâlen:
“Allah yeminlerinizdeki hatâdan (lagv) dolayı sizi sorumlu tutmaz. Fakat (geleceğe dönük) yaptığınız yeminlerden sorumlu tutar. Bunun keffâreti (cezâsı) çoluk-çocuğunuza yedirdiklerinizin ortalamasından olmak üzere on fakiri yedirmek veya on fakiri giydirmek veya köle âzâd etmektir. Kim bunları bulamazsa üç gün oruç tutar. Yemin ettiğinde onların keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyunuz, böylece Cenâb-ı Allah size âyetlerini açıklar. Belki siz de şükredersiniz.” buyurmaktadır.
Geleceğe âit olan bir işi yapacağım veya yapmayacağım şeklinde yapılan yeminler bozulduğu zaman keffâret (cezâ) verilmesi lâzımdır. Yalan yere yapılan yeminler, genelde bir hakkın çiğnenmesine sebep olur. Bunun için yemin eden kimsenin üzerine kul hakkı geçer. Bundan dolayı hak sâhibinden helallık dilemesi lâzımdır. Keffâret (cezâ) ise kul hakkı değil, Allahü teâlânın hakkını affettirmek içindir.
Yukarıdaki âyet-i kerîmede açık olarak belirtildiğine göre; yemini bozan kişi yemin keffâreti için, bir köle âzâd eder. Yâhut, zekât alması câiz olan, erkek veya kadın on fakire bütün bedeni örtecek kadar, bir kat çamaşır verir veya her gün on fakiri iki kere doyurmakla da olur. Bu üçünden birini yapamayan fakir, üç gün ard arda oruç tutar. Yemin keffâretini geciktirmek günâhtır. Çeştili yeminlerin keffâretleri ayrı yapılır. “Vallâhi, verrahmâni, verrahîmi şu işi yapmam.” dese üç yemin olur. O işi yaparsa, üç keffâret lâzım olur. Doyurmak yerine fülus (kâğıt para) da verilir. Keffâret yaparken niyet etmek lâzımdır.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Tüccarın, pazarcıların çoğu fâcirdir.” Sebebini sorduklarında; “Alışverişleri helâl olmaz. Çünkü çok yemin ederek günâha girerler ve yalan söylerler.” buyurdu. Bir hadîs-i şerîfte; “Yalan yere yemin ederek, birinin malını alan kimse kıyâmet günü, Allahü teâlâyı gazaplı görecektir.” buyuruldu.
Dînimizde yemin etmeye gerektiği zaman izin verilmekle berâber, ağzı yemin etmeye alıştırmak ve dünyâ işleri için yemin etmeyi âdet hâline getirmek uygun görülmez.
(Bkz. İncir Ağacı)
(Bkz. Alıç)
Alm. Krabben, Fr. Crapes, décapodes, İng. Crabs, Brachyura. Eklembacaklıların kabuklular (Crustacea) sınıfının, önayaklılar (Dekapoda) takımının denizlerde, tatlı sularda ve karada yaşayabilen bir grubu. 4000 kadar türü olup, 26 familyada toplanmıştır.
Vücutları kitinden yapılmış karapaks denen kireçli sert bir kabukla örtülüdür. Dış iskelet ödevini gören bu kabuk genellikle kurşunî renktedir. Baş ve göğüs kısımları kaynaşmış olup, karapaksla örtülüdür. Vücutları kütleşmiş, daha doğrusu genişlemiş durumdadır. Üstten bakılınca hemen hemen sefalotoraks (başlıgöğüs) görülür. Altı parçadan meydana gelen karın kısmı küçük olup, göğsün altına doğru kıvrılmıştır. Üstten bakınca görülmez. Bu kısım erkeklerde, uca doğru daralarak sivrilir, dişilerde ise daha geniş ve yuvarlakçadır. Karın kısmının son halkasında istakozlarda olduğu gibi “telson” denen yelpâze şeklinde bir kuyruk bulunmaz. İnsanlar için tehlikesizdirler. Ancak balık ağlarına takılanlar ağları keserek ziyan verirler. Yengeçler solungaç solunumu yaparlar.
Göğüs kısmından çıkan beş çift yürüme bacakları vardır. İlk çifti gelişmiş olup, uçlarında kuvvetli birer makas (kıskaç) bulunur. Avlanmada ve korunmada bu organlarını kullanırlar. Genellikle sağ ayak daha iridir. Yengeçler çoğunlukla yan yan yürürler.
Yumurtlayarak çoğalırlar. Başta bulunan birinci antenleri kısa ve kıvrık, gelişmiş olan gözleri sap adı verilen iki çıkıntı üzerinde bulunur. Bu saplı gözler, birinci antenlerle berâber orbita denen bir çukurcuk içinde bulunur ve oyukların içine geri çekilebilirler. İkinci antenlerin ucunda uzunca birer kamçı vardır. Boyları 2-3 cm’den 3 metreye kadar değişen çeşitli yengeç türleri vardır. Yengeçler, çoğunlukla taşlık ve yosunluk yerleri severler. 1500 metre derinlikte yaşayanlarına rastlanmıştır. Karada yaşayanları da nemli yerlerden fazla uzaklaşmaz ve yumurtlamak için suya dönerler.
Dişilerin karın segmentlerinde (parça) yarık ayak tipindeki ekstremiteler döllenmiş yumurtaların taşınmasında görev yaparlar. Erkeklerde ise karın kısmında ancak eşleşmede görev yapan kapulasyon ekstremiteleri vardır.
Yengeçler etçil olup, balık, karides ve yiyebildikleri her çeşit hayvanları kıskaçlarıyla avlayarak yerler. Kokuşmuş et yiyenleri de vardır. Pavurya çingene yengeci, kıllı yengeç, kara yengeçleri, dev yengeç (örümcek) gibi çeşitleri vardır.
İstanbul-Eminönü’ndeki Türk-İslâm mîmârisinin zarif muhteşem mâbedi. Câminin bulunduğu yerde daha önceleri Sirkeci’ye doğru uzanan bir Yahûdî Mahallesi vardı. Sultan Üçüncü Murâd’ın eşi Safiye Sultan burada câmi yaptırmak isteyince binâların değeri iki misli ödenerek istimlâk edildi. Mîmar Sinân’ın talebelerinden Başmîmar Dâvûd Ağa, 1597’de câminin yapımına başladı. İnşaatın arsasının denizin hemen yanında ve sonradan doldurulmuş olması sebebiyle temelde çıkan suyu boşalttıran Dâvûd Ağa, büyük kazıklar çaktırıp, başlarını kurşun kuşaklarla birleştirdi. Binânın temel taşlarını bu tabanlara oturtarak câminin zelzele ve dış tesirlere karşı korunmasını temin etti.
Dâvûd Ağanın bir yıl kadar sonra vebâdan ölümü üzerine suyolu Nâzırı Dalgıç Ahmed Çavuş inşaata devam etti. Safiye Sultan 1605’te ölünce câmi, 59 yıl yarım vaziyette kaldı. Sultan Dördüncü Mehmed’in annesi Turhan Sultan hassa mîmarı Mustafa Efendiyi câmiyi ilk plânına uygun şekilde bitirmekle vazifelendirdi. Câmi 1663 yılında Rebîülâhir ayının beşinci günü Cumâ namazında ibâdete açıldı. Câminin genel görünüşü fevkalâde güzeldir. Göze ağır ve kaba gelen hiçbir tarafı yoktur. Mavi ve yeşil çinilerle ahenkli olarak süslenmiş dört büyük sütun üzerinde oturtulan kubbenin çapı 17,5 m yüksekliği ise 36 metredir. Dış görünüşte ana kubbenin etrâfında küçük kubbeler vardır. Beyaz mermerden yapılan minber tek kelimeyle şaheserdir. Câminin her tarafını kaplayan çinilerin şekillerindeki güzellik, pencerelere konan camların rengindeki ahenk, aydınlatmanın verdiği rahatlık bu güzel câmiye ayrı bir hava vermektedir. Pencere ve kapıların sedef kakmalı kapaklarında zarif bir işçilik görülür.
Câminin beş kapısı, iç avluya bakan iki köşede üçer şerefeli iki minâresi vardır. Câmiye gelen Vâlide Sultanlar için yapılan kasr, câminin bir parçasıdır. Bu kasrın bütün odaları baştan başa çinilerle süslüdür. “Vâlide Câmii”, “Yeni VâlideCâmii” adlarıyla da anılan bu muazzam binâ, kasr, darülkurra, mektep, türbe, hazire, Sultan Üçüncü Ahmed tarafından yaptırılan kütüphâne ve muvakkithâne ile bir külliye hâlindeydi. Bugün Mısır Çarşısı adıyla anılan yapılar da câminin müştemilâtındandı.
(Bkz. Maltaeriği)
DEVLETİN ADI |
Papua Yeni Gine |
BAŞŞEHRİ |
Port Moresby |
NÜFÛSU |
3.834.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
462.840 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
Katolik, Protestan |
PARA BİRİMİ |
Kina |
Güneybatı Pasifik’te, Avustralya kıtasının kuzeyinde ve ekvatorun güneyinde, 0°-10° güney enlemleri ve 130°-150° doğu boylamları arasında, Yeni Gine Adasının doğu yarısı, Bismarck Takımadası ve birçok bitişik ada gruplarını içine alan bağımsız bir ülke. Batısında Endonezya, güneyinde Avustralya bulunur.
Târihi
Bölgede yaşayan ilk insanların kimler olduğu hakkında bilgiler kesin değildir. Bu adalar topluluğunda hayâtın 10.000 yıl evvel başladığı kabul edilir. Arkeolojistlerin çalışmalarına ve elde edilen târihî kayıtlara göre bölgenin bilinen ilk insanları kuzeyden gelen Malenezyalılar ile Papua yerli dilini kullanan ada yerlileridir. Daha sonra Asya ve Endonezya’dan göçler yapılmıştır.
Bölgeye Avrupalıların ilk gelişleri 15. yüzyıla rastlar. 1526 yılında Portekizli Jorge de Meneses Yeni Gine Adasına gelen ilk Avrupalıdır. Meneses Adanın kuzey kıyılarına Malay dilinde “kıvırcık saçlı” anlamına gelen “Ilhas dos Popuas” adını verdi. 1545 yılında bölgenin insanlarının, Afrika Gine’si Kıyısı insanlarına çok benzediğini görerek, adanın ismini Yeni Gine olarak değiştirdi. Bundan sonra bölgeye sırasıyla, İspanyollar, İskoçlar, İngilizler ve Fransızlar geldi.
1884 yılında İngilizler adanın güney yarısını ve Almanlar kuzey kıyılarını işgal etti. Daha sonra bu bölgeler Birinci Dünyâ Harbinin tesiriyle, Avustralya’ya bırakılmak zorunda kaldı. 1920 yılında Milletler Cemiyeti adayı manda altına soktu. İkinci Dünyâ Harbi esnâsında kuzey kıyıları Japonya işgali altına girdi. Japonların yenilmesinden sonra bölge, 1949’da Milletler Cemiyeti tarafından Avustralya idâresine verildi. Daha sonra 1973’te kendi kendini yönetme hakkını elde etti. Papua Yeni Gine nihâyet 1975’te bağımsız oldu. Michael T.Somare ülkenin ilk başkanı olarak 1988’e kadar görevde kaldı. 1998 seçimlerini kazanan Rabbie Namalin, 1992’ye kadar başbakanlık vazifesine devam etti. 1992 seçimlerini kazanan Paias Wingti yeni hükümeti kurdu.
Fizikî Yapı
Papua Yeni Gine, Yeni Gine Adasının doğu kısmı, Bismarck Takımadaları ve diğer birçok alçak mercan adalarından ibârettir. Yüzölçümü yaklaşık olarak 462.840 km2dir.
Ülkenin büyük bir bölümü İrian Jaya’ya kadar uzanan dağ silsilesiyle örtülüdür. Bölgede Vitiaz Boğazı boyunca Bismarck Takımadasına kadar volkanik bir dağ grubu vardır. Bunlardan güneydoğuda kalan Lamington Dağı 1951’de çok şiddetli bir püskürme ve patlama göstermiştir. En yüksek bölge 4509 m’lik Wilhelm Dağıdır. Ülkenin başlıca nehirleri; Fly, Kikori, Purari, Sepik, Ramu ve Murkham’dır.
Papua Yeni Gine’yi meydana getiren belli başlı volkanik olmayan adalar ise şöyle: D’Entrecasteaux Grubu, Louisrade Takımadası, Trobriand Adaları ve Woodlark’tır. Bunlardan başka Yeni İrlanda, Yeni İngiltere, Manu ve Bougahville volkanik olan adalarıdır. Diğer küçük adalar umûmiyetle mercan resiflerinden (kayalık, döküntü) ve mercan adalarından (atol) meydana gelmiştir.
İklim
Papua Yeni Gine ekvatorun yaklaşık 10° altında yer alır. Bu yüzden birbirine yakın iki dönence bölgesinin içerisinde olup, iki mevsimli genel olarak sıcak ve nemli bir iklimin tesirindedir. Mayıs-aralık aylarında şiddetli güneydoğu rüzgârları bölgeye yağmur ve nispeten serin bir ortam (muhit) getirir. Ocak-nisan aylarında ise kuzeybatı rüzgârları aşırı sıcaklıkları ve şiddetli yağışları berâberinde getirir. Ortalama aylık sıcaklık haziran ayında 25°C ve aralık-ocak aylarında 28°C civarındadır. Yağışlar, kıyı ve dağlık bölgelerde, yıllık ortalama 2540 mm civârı ve üzerindedir.
Tabiî Kaynakları
Ülkenin % 70’ine yakın bir bölümü ve yüksekliği fazla olan adalar tropikal ormanlarla kaplıdır. Şiddetli yağışlar ormanların çok sık olmasına yol açmış ve buna mukâbil tarıma müsâit toprakların azalmasına sebebiyet vermiştir. Ormanlardaki ağaçlar çok çeşitlidir. Genellikle yüksek bölgelerde daha çok meşe, kayın (ak gürgen), funda ve kozalaklı ağaçlar yetişir.
Papua Yeni Gine’nin hayvanları hemen hemen Avustralya’nınki ile aynıdır. Keseli hayvanlar çoğunluğu teşkil eder. Ayrıca birçok cinste sürüngene her tarafta sık rastlanır.
Ülkede çeşitli cinste kuş mevcuttur. Herbiri birbirinden farklı, rengarenk kuşlar ülke ormanlarının en ilgi çeken hayvanlarıdır. Bunların arasında hiç şüphesiz devekuşu ve papağanın ayrı bir yeri vardır.
Ülke yeraltı kaynakları bakımından orta seviyededir. Daha çok altın ve gümüş gibi kıymetli mâdenler çıkarılır. Ayrıca bakır ve tabiî gaz yatakları da mevcuttur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Yaklaşık olarak ülkenin nüfûsu 3.834.000 kişidir. Nüfus yoğunluğu ise 77 civârındadır. Bunun % 13,5’i şehirlerde yaşamaktadır. Yıllık nüfus artışı % 2,7’dir.
Ülkede yerli nüfûsu olarak üç ana grup vardır; güney ve iç bölgelerde Papuanlar, kuzey ve doğuda Malenezyalılar ve batı bölgelerde Pigmeler. Bunların dışında ayrıca Avustralyalılar, Polinezyalılar ve bir miktar da Çinliler mevcuttur. Yerlilerin çoğunluğu siyah derilidir. Bunlardan deri renkleri sarı ile siyah arasında değişebilen, yuvarlak kafa yapılı Pigmeler, çok küçük boylu olmalarıyla bilinir.
Ülkenin resmî dili İngilizcedir. Ayrıca “Pidgin İngilizce” denen İngilizcenin bozulmuş ve değiştirilmiş bir şekli olan bir dil de kullanılmaktadır. Bundan başka ülkede yerli dillerin ve lehçelerin sayısı 700’ü aşkındır. Bunlardan 200 adedi Malayo-Polinezya kökenli Malenezya dil grubuna âittir. Standart İngilizceden bozma “Pidgin” İngilizcesi ise daha çok ticârî sahada konuşulur.
Halkın çoğunluğu kendi yerli inançlarından kurtulamamıştır. Bundan başka Katoliklik ve Protestanlık yaygındır.
Papua Yeni Gine insanlarının % 90’ı esas adada yaşarlar. Çoğunluğu kıyı bölgelerde ve başşehir Port Moresby’da oturur. Diğer önemli şehirleri; Lae, Samarai, Goroka ve Modang’dır. Diğer adalar üzerinde kurulu şehirleri ise Rabaul Yeni İngiltere ve Arawa Bougainville Adası üzerindedir.
Ülkede okur-yazar oranı % 32’dir. Genç nüfûsun % 30’u okula gitmektedir. İki üniversite mevcuttur; biri 1965’te Port Moresloy’de açılan Papua Yeni Gine Üniversitesi ve diğeri 1967’de açılan Lae Teknoloji Üniversitesidir.
Siyâsî Hayat
Bağımsız bir millet olan Papua Yeni Gine parlamenter demokrasi sistemini kabul etmiştir. 1975 yılında İngiltere Milletler Topluluğu içerisinde, tam bağımsızlığını kazanan bir devlet olmuştur. Michael T.Somare ilk başbakandır. Devlet Başkanı Kraliçe Elizabeth II’dir. Bunu ülkede genel bir vâli temsil eder.
Ülke idârî olarak bir başşehir ve 20 il’e bölünmüştür. Her bir ilin seçilmiş bir meclisi vardır.
Papua Yeni Gine BM ve Güney Pasifik Komisyonu üyesi bir ülkedir. Ayrıca Güney Pasifik ülkeleri arasındaki politik ve ekonomik işbirliği ve kalkınmayı gâye edinen Güney Pasifik Formu üyesi olmuştur.
Ekonomi
Ülke ekonomisi umûmiyetle tarıma dayanır. Ayrıca hayvancılık ve balıkçılık da önemlidir. Daha çok domuz ve kümes hayvanları yetiştirilir. Ülkede yetişen başlıca tarım ürünleri; yulaf, kulkas, muz, kokonat, tatlı patates, kahve ve kakaodur. Ayrıca meyve ve sebze yetiştiriciliği de oldukça gelişmiştir.
Başlıca endüstri ve îmâlât sahaları; orman ürünleri, mineraller, balık, gıda, inşaat malzemeleri ve ev eşyâlarıdır.
Dışarıya kahve, çay, kakao, orman ürünleri, balık, meyve, sebze satar. Dışardan ağır makinalar ve çeşitli araçlar satın alır.
Altın ülkenin en önemli mâdenidir. Ayrıca gümüş, bakır, petrol ve tabiî gaz da çıkartılmaktadır.
Nüfûsun % 53’ü tarım, % 17’si endüstri ve ticârette ve % 10’u resmî hizmetlerde çalışır. Para birimi Kina’dır. İhrâcât ve ithâlâtını çoğunlukla, Japonya, Birleşik Almanya, Avustralya ve ABD ile yapar. Başlıca iki limanı vardır: Port Moresby ve Lae limanları. Turizm gelirleri orta seviyededir.
Ulaşım ve haberleşme yetersizliği başlı başına bir problem teşkil etmektedir. 1973’ten sonra ulaşım ve haberleşme üzerine yapılan çalışmalar sonunda biraz düzelmiştir.