YANIKLAR
Alm. Brandwunden (f.pl.), Fr. Brûlures (f.pl.), İng. Burns; scalds; sores. Kimyevî maddeler, kuru ısı, elektrik, alev, radyasyon ve benzeri fizikî tesirler sebebiyle meydana gelen doku hasarı. İleri memleketlerde her geçen gün yanık yaralanmalarında bir artma dikkati çekmektedir. Yanık; vücutta sistemik (genel) bozukluklar meydana getirmesi, hastaya olan aşırı hasarı ve meydana gelen psikolojik yönlerinin yanında âileye yüklediği masrafla büyük bir felâket olarak karşımıza çıkmaktadır. Kalp hastalığı ve kanser gibi hastalıklara nispetle ölüm sayısı düşük olmakla birlikte, yanıklı hastalarda kaybolan iş gücü süresi daha fazladır. Bunda yanıkların genç yaşlarda daha fazla görülmesinin de rolü vardır.
Ülkemizde elektrik yanıkları oldukça sık görülür. Sıcak su yanıklarında ölüm, alev yanıklarından daha azdır. Küçük çocuklarda çok defâ sıcak su ile haşlanma şeklinde yanıklar meydana gelmektedir. 3-14 yaşları arasındaki çocuklarda ise daha çok alev ve elektrikle olan yanıklara rastlanmaktadır. 15-60 yaşları arasındaki kimselerde iş kazâları sonucunda yanıklar olmaktadır.
45°C’lik bir ısı enerjisiyle olan yanıklar kolayca düzelirler. Bunun üstündeki enerjiler vücuttaki proteinlerin parçalanmasına, doku ölümlerine yol açarlar. Eğer yanık sathî ve küçük bir alanda ise kendiliğinden şifâ bulur. Fakat bütün vücut sathının % 25-30’unu kaplayan bir yanık sözkonusu ise yaralının genel durumu bozulabilir, hattâ hayâtı tehlikeye girebilir. Bütün deri tabakalarını tutan yanıklarda ise enfeksiyon tehlikesi artmakta ve ayrıca nedbeleşmelere sebep olmaktadır. Bu gibi geniş ve derin yanıkların tedâvisi, özel yanık merkezlerinde yapılabilir.
Elektrik yanıklarında meydana gelen harabiyetin şiddetini çeşitli faktörler etkilemektedir. Vücut dokularının elektrik akımına karşı dirençleri çok farklılık gösterir. İletkenlik, doku, su muhtevası ile orantılıdır. Cildin direnci nemle azalır. Bu nem, hafif bir hasarla atlatılabilecek bir hâdiseyi, öldürücü bir şoka çevirebilir. Temas esnâsındaki topraklama da önemlidir, geçen akım miktarını azaltır. Temasın süresi de önemlidir.
Şiddetli bir akımla temas sonucunda vücûdun dışında 10.000°C’a kadar yüksek sıcaklıklar meydana gelebilir, cilt ve altındaki dokularda yaygın kömürleşme ve yanıklara sebep olabilir. Bu tip yanıklar çok defâ üstteki elbiseleri veya yakındaki eşyâları tutuşturarak alev yanıklarıyla sonuçlanırlar. Ayrıca dokuların elektrikle direkt ısınması sonucunda meydana gelen hasarlar vardır. Akımdan meydana gelen enerji cildi geçerken, cilde girdiği ve çıktığı noktalarda, geçtiği çizgili kas ve kan damarlarında doku ölümüne sebep olur. Damar kasları çoğu kere vücut sathından derinlerde pıhtılaşmalara yol açar. Bu durum bir elektrik yanığında ilk bakışta görülenden daha fazla doku yıkımının meydana gelişini izah etmektedir.
Yanan bölgedeki damarların geçirgenliği bozulur ve sıvı kaybı başlar. İlk 8 saatte sıvı kaçağı fazla olur, 48 saatte kayıp azalır. Yanık büyükse sıvı kaybı hastayı şoka sokabilir. Serumdaki proteinler de damar dışına kaçar ve kanda protein azalır. Sıcağa hassas olan alyuvarlar parçalanır, anemi (kansızlık) meydana gelir.
İleri devrede yanık bölgesinde bakteriler üremeye başlar. Yanıkta mevcut olan ölü dokular hastalık yapıcı mikroplar için çok iyi bir beslenme vasatıdır. Yanıklarda, geç devrede mikropların vücuda yayılması en sık ölüm sebebidir.
Yeni meydana gelen bir yanık yaralanmasında hastalığın seyri; yanığın derinliği, genişliği ve hastanın yaşına bağlıdır. Hastanın durumunu başlangıçta tespit etmek çok zordur. Ölüm oranı ilerliyen yaşla birlikte artar. Eskiden vücut sathının % 30’u yanık olan kimselerden çok azı kurtulup yaşayabilirdi. Bugün modern tedâvi metodları ile % 50-60’ı yanık olan kimseler bile hayatta kalabilmektedirler. Fakat yine de vücut sathının % 40’ı yanmış olan kimselerde dikkatli olmak gerekmektedir.
Yanığın genişliğinin tâyin edilmesi: Dokuzlar kâidesi, erişkinlerde yanık yüzdesini tahmin etmekte kullanılan en kolay yoldur. Bu kâideye göre; baş ve boyun toplam vücut alanının % 9’unu, kolların her biri % 9’unu, gövde ön yüzü % 18’ini, gövdenin arka yüzü % 18’ini, bacakların herbiri % 18’ini, tenâsül organları % 1’ini meydana getirmektedir. Çocukların başları büyük, kol-bacakları nispeten küçük olduğu için yanık genişliğini tâyin etmede daha değişik bir yanık şeması kullanılır.
Yanığın derinliğinin tâyin edilmesi: Birinci derece yanıklar; genellikle uzun zaman güneşe mâruz kalma, sıcak sıvılarla kısa zaman temasla ve gaz patlamaları ile meydana gelir. Ağrılı ve çok hassastırlar. Cilt kurudur, kızarıklık vardır. Bir haftada iyileşirler. Cilt hasarı çok sathidir.
İkinci derece yanıklar ise biraz daha derindirler. Şiddetli parlayıcı sıcaklığa (aleve) kısa zaman mâruz kalmakla, çok sıcak sıvılarla temastan meydana gelir. Bu yanıklarda sıvı toplanır, oldukça ağrılı ve hassastır.
Üçüncü derece yanıklar: Alevler ve sıcak maddelerle uzunca müddet temas sonucunda meydana gelirler. Deri köseleşmiştir, kurudur. Ölü beyazı veya kömür gibidir. Yanığın şiddetinin tersine ağrı yoktur, çünkü sinir uçları da ölmüştür.
El-ayak, yüz yanıkları, solunum sistemi harabiyeti olan yanıklar olup % 30’un üstü ikinci derece yanıklardır. % 10’un üstü üçüncü derece olan yanıklar ise kritik yanıklardır. Bunlar bir yanık merkezinde tedâvi edilirler.
Yanıkta ilk yardım (ilk 48 saat) ve yanıklı hastanın tedâvisi:
Âcil safha:
A. Yanığın olduğu yerde yapılacak işlemler:
1. Yanıklı kimse yanık sebebinden hızla uzaklaştırılır.
2. Yanmış elbiseleri keserek çıkarılır (bilhassa sentetik giyecekler çıkarılmalıdır), mikropsuz veya temiz bir şeye sarılır (çarşaf vb.).
3. Kimyevî madde yanıklarında eğer imkân varsa yanmış bölge bol su ile uzun süre yıkanır.
4. İlk anlarda bağırarak yardım isteyen hastaya ağızdan bir şey vermemelidir.
5. Yanıklının doktorun bulunduğu yere hemen gönderilmesi sağlanır.
B. Hastânede yapılacak işlemler:
1. Hastanın hava yolunun açık olması temin edilir. Yüz ve boyun derisi yanıklarında önceleri az olan solunum zorluğu ödemin artmasıyla saatler ilerledikçe artar.
2. Güvenilir bir damar yolu bulunup, sıvı vermeye başlanır ve kan örnekleri alınır.
3. Ağrı dindirilir. Ağır yanık vak’alarında uygun ağrı kesici ve uyuşturucuların erkenden verilmesi gereklidir.
4. Yanma zamânı ve yanık sebebi (etkeni) öğrenilip, yanığın değerlendirilebilmesi için basitçe durum tetkik edilir. Sıvı tedâvisi plânı, kazânın oluş zamanına göre yapılır, hastanın geliş zamânına bağlı değildir.Yanıklının ağırlığının ölçülmesi sıvı tedâvisi için gereklidir.
5. Yanığın derinliğine ve genişliğine göre yanık tasnif edilir. Yanık genişliği yüzde oranı olarak değerlendirilir. Yanmış alanın genişliği tedâvi plânlaması için kesinlikle gereklidir.
6. Yanık sathı % 20’den fazla olan bütün yanıklarda idrar sondası uygulanmalıdır. Böylece böbreklerin fonksiyonları, idrar bileşimi, idrar miktarı gibi önemli bilgiler elde edilir. Saatte çıkarılan idrar miktarı verilecek sıvının hızı ve miktarında etkilidir. İhtiyaca göre sıvı verilmesi ayarlanır.
7. Gereken sıvı ve plazma miktarı hesaplanır. Yanıklı hastalarda yanığın ağırlığıyla doğru orantılı olarak yanık yarasından vücut dışına plazma ve tuz kaybı olur. Plazma ve sıvı kaybı yanığın teşekkülüyle başlar, ilerleyerek sürer. Bu sebeple yanığın ilk 48 saatinde kaybedilen sıvı, plazma ve elektrolitlerin hızla yerine konulması gereklidir. Bu yapılmazsa şokun gelişmesi önlenemez. Gerekli sıvı tedâvisinin plânlanmasında birçok formül teklif edilmiştir. Formüller, gerekli sıvı miktarını belirlemede doktora yardımcı olur.
8. Tetanoz aşısı yapılır, ayrıca geniş yanıklarda gerekli antibiyotikler verilir.
Had (akut) safha:
A. Yara bakımı: Mevziî yara bakımının gâyesi enfeksiyonun kontrolu ve yaranın elden geldiğince çabuk kapatılmasıdır. Yanıklı hastalar çoğunlukla 48 saat içinde doktora başvururlar. Daha önce anlatılan işlemler uygulandıktan ve sıvı tedavisine başlandıktan sonra bütün îtinâ yara bakımına gösterilmelidir. Yara bakımında her işlem, mikrop bulaşmasını en aza indirecek ve cerrâhî mânâda temiz ve yara meydana getirecek şekilde olmalıdır.
Hasta yanık pansuman odasına alınıp, steril (mikropsuz) çarşaflar üzerine yerleştirilir. Hasta ılık ve steril suyla yıkanır, sonra cerrahî sabunlarla yıkanarak yara ve ölü dokular temizlenir. Yaranın üzerine antibakteriyel pomad sürülür, bunun üzerine de steril gaz bezi dolanır. (Sargısız açık pansumanı tercih eden merkezler de vardır.) Sızan sıvı emilmelidir, yoksa bu sıvıda bakteriler ürer. Temizleme yanık yarası iyileşinceye kadar gün aşırı yapılır. Eğer bir kol veya bacağın bütün çevresini saran derin bir yanık varsa yanmış deri gerilip bacağı kolu sıkabilir. Böylece dolaşım ileri derecede engellenir. Böyle durumlarda yanık deri üzerine uzunlamasına derin kesiler yapılmalıdır (eskaratomi).
Yanık yarası tedâvisinde yaraya sürülmek üzere gümüş nitrat çözeltisi, sulfamylon, gümüş sulfadiazin kullanılabilir.
15 gün ilâ 1 ay içinde yarada granülasyon dokusu gelişir. Bundan sonra greftleme (yama) ile yara korunabilir.
B. Beslenme desteği: Yanıklı hasta ilk 24 saat damardan beslenmeye çalışılır. Bunlarda barsak düğümlenmesi sık olur. Sonra süt ve sıvı gıdâlara başlanır. Bu hastalarda ilk hafta yeterli beslenme sağlanamaz. Üçüncü günden îtibâren yumuşak gıdâlar verilir. Birinci hafta sonunda normal beslenmeye geçilir Yanıklı hastada metabolik hız çok artmış olduğundan kalori açığının kapatılması gereklidir.
Yanığa bağlı olarak ortaya çıkan diğer hastalıklar:
A. Mikrobik hastalıklar: 1. Sepsis: Yara dokusunu işgal eden mikroorganizmaların vücûda yayılmasıyla meydana gelir. “Kan zehirlenmesi” de denen bu durum oldukça tehlikelidir. Tedâvide dikkatli yara bakımı ve vakaya sebep olan yara dokusunun kazınması gereklidir. Hastalar ekseriyâ ölürler.
2. İltihâbî tromboflebit: Bacaklardaki kirli kan damarlarının iltihaplanması sonucu meydana gelir. Tutulan damarın çıkarılması gereklidir.
B. Sindirim sistemi hastalıkları: 1. İleus (Barsak düğümlenmesi): Geniş yanıklarda, potasyum eksikliğine bağlı olarak sık görülür. Üç-beş gün içinde iyileşir. 2. Mide kanaması: Yanık hastalarının % 12’sinde strese bağlı olarak üst sindirim sistemi kanamaları olabilir. Bundan korunmak için hastalara ülser ilâçları verilmeye başlanabilir.
C. Nedbeleşme ve yanık yarasının kontraktürü (Büzüşme, şekil bozukluğu): Yanık iyileşmesi esnâsında bağ dokusunun artışı büyük nedbe dokuları ve büzüşmelerin gelişmesine zemin hazırlar. Bağ dokusu hücrelerindeki kasılma özelliği sebebiyle yanık yarası kısalır. Eklemleri kat eden yanık yaraları, bu sebeple eklemlerin kasılmasına, açılmamasına sebep olur. Bunu önlemek için eklemler, büzüşmeye mâni olacak şekilde uygun pozisyonlarda sarılmalı, yapılacak eksersizlerle hareket kâbiliyeti korunmalı, basınçlı sargılar yapılmalıdır. Nedbe olgunlaştıktan sonraki geç safhada cerrâhî olarak kontraktürler (büzüşmeler) düzeltilebilir.
(Bkz. Ses)
(Bkz. Ateş)
Alm. Reflexion, Rückstrahlung (f), Fr. Réfleixon (f), réfléchissement (m), İng. Reflection. Işık ışınlarının önlerine çıkan parlak yüzeylere çarparak geri dönmeleri. Fizik ilminin optik bölümünde incelenen bir hâdisedir. Işık ışınları klasik fiziğe göre saydam ortam içinde doğru yol boyunca hareket ederler. Önlerine şeffaf olmayan bir cisim çıkınca yollarına devam edemeyip kısmen veya tamâmen geri dönerler. Bu cisim ne kadar pürüzsüz ve parlaksa geri dönen ışınların nispeti o kadar yüksektir. Kara cisimler ışığın tamâmına yakınını yutar hiç yansıtmaz. Aynalar ise ışığı tamâmen yansıtırlar. Bu sebepten aynalarda elde edilen görüntüler net ve düzgün olur. Zîrâ cisimden gelen ışınların ne kadar büyük bir kısmı göze girerse o cisim o kadar net görülür.
Yansıma kânunları: Yansımanın başlıca iki kânunu vardır: Bunlardan birincisi; gelen ışık ışını, normal ve yansıyan ışık ışını aynı düzlem içinde bulunurlar. Gelen ışın, yansıtıcı yüzey üzerine düşen ışındır. Geri dönüşte yansıyan ışın adını alır. Gelen ışının yansıtıcı yüzeye temas noktasından yüzeye çizilecek dik doğruya veya doğrultuya normal denir.
Yansımanın ikinci kânunu ise, kısaca; “Geliş açısı, yansıma açısına eşittir.” Yansıtıcı yüzeyin normali ile gelen ışın arasında kalan açıya geliş açısı, normal ile yansıyan ışın arasında kalan açıya ise yansıma açısı denir ki, bu iki açı birbirine eşittir.
Aynalarda ışınların yansıması kânunlarını ilk defa bulan Muhammed bin Hasan ibni Heysem’di. Avrupalılar buna (Alhazem) derler. Hicri 965’te Bağdat’ta doğmuş 1039’da Mısır’da vefât etmiştir. Tıp, fizik, matematik üzerinde yüze yakın kitap yazmıştır. Eserlerinin çoğu Avrupa dillerine tercüme edilmiştir. (Bkz. İbn-iHeysem)
Düzlem aynada yansıma: Düzlem aynalar ışığın % 100’e yakın kısmını yansıtırlar. Cisimlerin; düz, aynı büyüklükte, simetrik ve zâhiri görüntülerini net bir şekilde verirler.
Küresel bir aynada yansıma: Yansıma kânunları, düzlem aynalarda olduğu gibi yansıtıcı yüzü küre kapağı şeklinde olan küresel aynalarda da geçerlidir. Küresel aynalarda, ışığın aynaya temas noktası ile aynanın merkezi hayâlî olarak birleştirilirse, aynanın o noktasındaki normali elde edilir.
YAPIŞKANBALIĞI (Echeneis naucrates)
Alm. Schiffschalter, Schildfisch (m), Fr. Rémora (m), İng. Remora. Familyası: Yapışkanbalığıgiller (Echeneidae). Yaşadığı yerler: Tropik ve ılık denizlerde. Özellikleri: Başındaki tutunma vantuzu ile iri balıklara ve gemilere yapışarak kendini taşıtır. Sırtı beyaz, karnı koyudur. Çeşitleri: Birkaç türü vardır.
Başının üst kısmında birçok safikadan (yaprakçıktan) meydana gelmiş bir yapışma organı (vantuz) bulunan bir balık. Vantuz balığı da denir. Uzunluğu 90-120 cm kadardır. Birinci sırt yüzgeçi bulunmaz. Yerini yapışma organı almıştır. Köpek balığı, yunus, balina gibi iri balıklara veya gemilere yapışarak kendini bunlara taşıtarak seyahat eder. Yapıştığı balığın artık besinleriyle beslenir. Bâzan küçük balıkları avlamak için yapıştığı kısımdan ayrılır. Kendisi de usta ve hızlı bir yüzücüdür.
Yapışma organı, arkaya yönelmiş küçük dikenlerle de silahlıdır. Bunlar, yapıştığı kısımdan kayıp düşmesini önler. Bir zemine yapıştıktan sonra, kuyruğundan geriye çekilerek yerinden oynatılamaz. Öne veya yana doğru oynatılması veya yapışma organının kenarının kaldırılması gerekir. Bâzı bölgelerde vantuz balığının kuyruğuna ip bağlanarak denize bırakılır. İri bir balığa veya kaplumbağaya yapıştığında yavaş yavaş geri çekilerek kayığa alınır. Batı Hint Adalarında bu balık avlama usûlü hâlen geçerlidir. Güney vantuz balığı (Remora australis) yalnız balinalara yapışarak kendini taşıtır.
Balinanın derisindeki parazitleri ve besin artıklarını yer. Vantuz balıkları Akdeniz’de de vardır.
Alm. Glaskraut (n), Fr. Pariétaire (f), İng. Pelliotory. Familyası: Isırganotugiller (Urticaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı, Orta ve Kuzey Anadolu.
Temmuz-eylül ayları arasında küçük çiçekler açan, duvarlarda, kayalıklarda ve taş aralarında yetişen çok yıllık otsu bir bitki. Gövdeleri dik, yapışkan tüylü ve kırmızımsı yeşil renklidir. Çiçekler yaprakların tabanında topak hâlinde durumlar yaparlar. Aynı ferd üzerinde hem erkek, hem dişi çiçekler bulunur.
Kullanıldığı yerler: Bitki potasyum tuzları, tanen, musilaj ve konin alkoloidi taşır. İdrar arttırıcı ve yumuşatıcı etkilere sâhiptir. Halk arasında şeker hastalığına karşı kullanılmakta ise de pek etkisi yoktur. Yaprakları saç dökülmesine karşı kullanılır.
Alm. Blatter, Fr. Feuille (f), İng. Leaf. Bitkilerin; gaz alışverişini sağlayan, ışıktan mümkün olduğu kadar faydalanarak özümleme yapan ve su buharı kaybını kolaylaştırmak bakımından kütlesine kıyasla yüzeyleri fazla olan iletim sistemi bakımından zengin damarlama gösteren yan organları. Gövde ve dallar bitkinin tepe ve yan tomurcuklarından büyürler. Tomurcuklar sürgen dokudan yapılmış bir bitkisel dirim konisine (büyüme konisi) sâhiptir. Yapraklar, yan tomurcukların büyüme konisinin yan tarafında bulunan yaprak taslaklarından meydana gelirler. Sınırlı bir büyüme gösterdiklerinden kısa sürgün olarak kabul edilirler. Yapraklar kloroplast bakımından zengin olduğundan fotosentezin en bol olduğu yerdir.
Yaprakta esas olarak üç kısım bulunur: 1) Yaprak ayası (Lamina), 2) Yaprak sapı (Petiyol), 3) Yaprak tabanı (Bazis).
Yaprak ayası (Lamina): Yaprağın büyük kısmını teşkil eden yassı, yeşil görünüşlü kısımdır. Büyük olsun, küçük olsun her yaprakta lamina bulunur. Özümleme, terleme ve solunum olaylarının en çok cereyan ettiği yerdir. Yaprak ayasının şekli ya bütündür veya parçalara ayrılmıştır. Bir sap üzerinde tek olarak bulunan yapraklara basit veya yalın yapraklar denir. Basit yapraklarda yaprak ayası, yaprak sapı üzerinde bir bütün hâlindedir. Eğer yaprak ayası parçalanıp bölümlere ayrılmış ise bileşik yapraklar meydana gelir. Bileşik yapraklarda yaprak sapı üzerindeki her lamina parçasına yaprakçık denir.
Laminanın şekli bitkilere göre çeşitlilik gösterir. Şerit, iğne, yürek, mızrak, üçgen, dâire, böbrek, bakla, orak, kılıç, ok gibi şekillere sâhip yaprak ayaları vardır. Yaprakları, yaprak ayasının kenarlarının şekillerine göre birçok kısımlara ayırmak mümkündür. Düz dişli, testere dişli, oymalı, girintili gibi isimler alır.
Gövdeden ayrılan iletim demetleri, yaprak sapı yoluyla yaprak ayası içinde dağılarak damarları meydana getirirler. Genellikle yaprak ayasında bir orta damar ve bu orta damardan ayrılan yan damarlar mevcuttur. Yan damarlar daha sonra ağsı damarlara ayrılırlar. Damarlanma, bitkilere göre, farklılık gösterir. Basit damarlanma, çatalsı damarlanma, paralel damarlanma, ağsı damarlanma olmak üzere dörde ayrılır. Basit damarlanmada aya ortasında bir tek damar görülür. Çam ve selvi gibi iğne veya pulsu yapraklara da rastlanır. Laminada damarlar iki çeşit kola ayrılarak dağılım gösteriyorsa buna çatalsı damarlanma denir. Bu durumda orta damar bulunmaz. Eğreltilerde durum böyledir. Paralel damarlanmada orta damar hâkimdir. Yan damarlar orta damara paralel uzanır. Mısır gibi tek çenekli bitkilerin çoğunda görülür. Ağsı damarlanmada orta damar hâkim olup, bundan çıkan yan damarlar lamina içinde ağ gibi dağılmıştır. Çift çenekli bitkilerde böyledir. Bâzı bitkiler (yeşil renk maddesi) diğer pigmentler tarafından maskelendiğinden dolaylıdır. Bu yapraklar da fotosentez olayını sürdürürler.
Yaprak sapı (petiyol): Yaprak ayasını belli bir açıyla gövdeye bağlıyan, genellikle ince yapılı kısma yaprak sapı denir. İçi gövdeden gelen iletim demetleriyle doludur. Yaprak sapı çoğunlukla yaprak ayasının tabanına bağlanır. Yaprağı taşıyan ve laminayı ışığın yönüne göre hareket ettiren kısımdır. Petiyol, farklı bitkilerde değişik uzunlukta olabildiği gibi, bâzan hiç de bulunmayabilir. Hanımeli yaprakları sapsızdır.
Yaprak tabanı (Bazis): Yaprak sapının gövde ile birleştiği yere bazis denir. Bazis yaprakların hareketinde rol oynar. Yaprak sapından daha geniştir. Bâzı bitkilerde genişleyerek yaprak koltuğunda bulunan lateal tomurcuğu örter. Böyle koruyucu şekline yaprak kını (vagina) denir. Sapı olmayan yapraklar tabanlarıyla gövdeyi sarar veya gövdeyi delinmiş gibi çevreler veya karşılıklı iki yaprak tabanlarıyla birleşmiş durum gösterir. Bâzı yaprakların tabanında kulakçıl (stipül) denen yan yaprakçıklar teşekkül eder. Gül ve menekşede yan yaprakçıklar belirgindir. Öz çimenlerde ve buğdaygillerde yaprağın üst yüzü kulaklı bir kın gibi gövdeyi sarar. Bâzı bitkilerde kulakçıklar kuru bir deri hâlinde yaprak tabanını sararlar. Bu duruma okrea adı verilir. Bâzan kulakçıklar diken şeklinde olabilir.
Bitkilerin, yeşil renkteki geniş yüzeyli yapraklarının esas ödevi özümleme, solunum ve terlemedir. Bâzan bu ödevlerden başka görevleri yapmak için yapraklarda değişiklikler meydana gelmiştir. İlk bakışta böyle olan organların yaprak olduklarını kabul etmek çok zordur. Yaprak metamorfozları (değişimleri): Tomurcuk pullar, diken yapraklar, depo yapraklar, sülük yapraklar, kapan yapraklar ve üretken yapraklar olmak üzere altıya ayrılır. Tomurcuk pullar; genel olarak kısa, kalın ve sapsız yaprakçıklardır. Ödevleri, iç kısımdaki gövde ve yaprakları verecek olan ince yapılı meristen hücrelerini dış tesirlere ve fazla su kaybına karşı korumaktır.
Diken yapraklar, iletim demetleri ve fazla miktarda sklerankima dokusu ihtivâ eder. Yaprakların hepsi veya bâzı kısımlarının dikenleşmesiyle meydana gelir. Bu yaprakların görevi hayvanlara karşı savunma silâhı olmaktadır.
Depo yapraklar, su veya besin maddelerini depo etmek üzere farklılaşmış, etli ve kalın yapraklardır. Kurak veya tuzlu bölgelerde yaşıyan bitkilerin yaprakları böyledir.
Sülük yapraklar; tırmanıcı bitkilerin tutunmasını sağlamak için yaprak veya yaprakçıklar incelerek sülük hâline geçer.
Kapan yapraklar; böcek kapan bitkilerin yaprakları farklı şekilde değişikliğe uğrayarak böcekleri yakalayarak kapan şeklini almasından meydana gelmiştir. Böyle yapraklar bitkinin beslenmesinde rol oynar.
Üretken yapraklar, bitkilerin çoğalmasında rol oynayan yapraklardır. Çiçek parçaları, gerek çiçek örtüsü yaprakları, gerek eşeysel üremede rol oynayan erkek ve dişi organlar yaprakların değişmesiyle meydana gelmiştir.
Yaprağın İç Yapısı
Yaprağın iç yapısı fotosentez olayına elverişli bir durum göstermektedir. Hücrelerinde fazla sayıda kloroplast, fazla ışık alacak şekilde yer almıştır. Gaz alışverişini sağlamak bakımından hücrelerin yüzeyleri mümkün olduğu kadar hücre-arası boşluklarıyla çevrilmiştir. Fotosentezde kullanılacak su ve suda erimiş maddeleri alma, fotosentez ürünlerini iletim demetlerine ulaştırma bakımından elverişli bir yapıya sâhiptir. Gelişmiş bir yaprağın enine kesiti incelenecek olursa epiderma ve iki epiderma arasındaki parankima dokusundan meydana gelmiş mozofilden meydana gelmiş olduğu görülür. Yaprağın bütün dış yüzeyi tipik bir epiderma dokusu ile örtülüdür. Epidermada stomalar, tüyler, emergensler ve hidatodlar bulunur. Alt epidermadaki stomaların sayısı üst epidermadaki stoma sayısından fazladır. Bir yaprakta ortalama olarak mm2 ye 250 stoma düşer.
Yaprak epiderması ya tüysüzdür veya şekilleri, bulundukları yer ve sayıları bakımından değişik olan tüylere sâhiptir.
Epiderma arasında bulunan mezotil ince çeperli parankima hücrelerinden meydana gelmiştir. Mezofil palizat parankiması ve sünger prankiması olmak üzere iki cins parankimadan meydana gelmiştir. Genellikle silindir şekilli palizat parankiması üst kısımda, düzgün olmayan hücrelerden meydana gelen sünger parankiması da alt kısımda bulunur. Palizat parankiması hücreleri klorofil bakımından, sünger parankimasından daha zengindir. Sünger parankimasının hücre ara boşlukları daha fazladır. Gözenekler (stomalar) açılacağı zaman klorofilli stoma hücreleri fotosentez yaparak şişer ve gözenekler açılır. Kapanacağı zaman glikoz nişastaya dönüşerek soymuk demetleriyle depo yerlerine taşınır ve gözenekler kapanır.
Yaprakların çoğunda üst ve alt epiderma tek sıra hücreden olmuştur. Lastik ağacında üst epiderma, üç sıradan meydana gelmiştir. Dutgillerde, ebegümecigillerde ve begonyagillerde çok tabakalı epidermis görülmektedir.
Bâzı bitkilerin yapraklarının üst yüzeyinde mum örtüsü bulunur. Epidermis hücrelerin yer yer kilit hücrelerine değişmesiyle gaz alış-verişini ve terlemeyi sağlayan stomaların (gözenek) oluşu sağlanır. Stomalar her iki yüzeyde de bulunabilir. Stomalar sâyesinde bir tek ayçiçek bitkisi günde 1 litre, bir normal ağaç ise 60-70 litre su kaybeder. Yıllık su kaybı çok büyüktür. Bir kırmızı kayınağacı yılda 1 ton su kaybeder. Bitkiler topraktan aldıkları suyu gözenekleri sâyesinde havaya verirler. Orman olan yerlerde topraktan çekilen su tonlarcadır.
Bütün bitkiler yapraklarını döker. Çam gibi yaz-kış yeşil yapraklı gözüken bitkiler de yapraklarını zaman zaman dökerler. Fakat yaprakların hepsi aynı zamanda dökülmediğinden yaprak dökmez bitkiler olarak tanınırlar. Susuzluk, aşırı ısı veya don gibi olaylarda yaprak dökümü hızla olur. normal olarak bitkiler sonbaharda yapraklarını dökerler. Yaprak dökümünden kısa bir zaman önce, yaprak sapının dip tarafından parankima hücrelerinden meydana gelen bir ayrılma tabakası teşekkül eder. Bu ayrılma tabakasının hücreleri dıştan içe doğru çok sayıda bölünerek iletim dokusuna kadar çoğalırlar. Daha sonra yuvarlaklaşırlar. Sonra da orta lamelleri eriyerek birbirlerinden ayrılırlar. Böylece yaprak sapı iletim dokusu ile gövdeye tutunmuş olur. Hafif bir rüzgâr, yaprağı dalından koparır ve yaprak düşer. Yapraklar dökülmeden önce renk değiştirirler. Sarı ve kırmızı gibi renklerin meydana gelişi, besin maddelerinin yapraktan uzaklaştırılması esnâsındaki kimyâsal olaylarla ilgilidir.
Alm. Blattlaeus, Fr. Pucéron, İng. Aphide. Familyası: Yaprakbitigiller (Aphidae). Yaşadığı yerler: Genellikle bitkilerin yapraklarında toplu halde yaşarlar. Özellikleri: Ufak ve yumuşak vücutlu böcekler. Boyları 3 mm’yi pek aşmaz. Kanatlı ve kanatsız olanları vardır. Bitkilerin öz sularını emerek ziyanlara sebep olurlar. Çeşitleri: Birçok türü vardır. Lahana biti (A. brassica), elma biti (Eriosoma lanigerum), pamuk yaprak biti (Aphis gossypii), akasya biti (A. laburni) meşhurlarıdır.
Böcekler sınıfının eşkanatlılar (Homoptera) takımından, bitkilerin yaprak ve saplarındaki öz sularını emerek yaşayan, küçük ve yumuşak vücutlu böcek cinsi. Boyları 1-5 mm kadardır. Gri, yeşil renkte olduklarından uzaktan fark edilmezler. Vücutları armut biçimindedir. Bitkilerin yaprak ve filizlerindeki öz sularını emerek, yaprak kıvrımlarına ve şekil bozukluklarına yol açma gibi ziyanlara sebep olurlar. Taşıdıkları virüsleri de emdikleri bitkilere bulaştırırlar. Dâimâ toplu halde bulunarak bitkileri işgal ederek emerler. Yaprakbitlerinin saldırısına uğramayan bitki hemen hemen yok gibidir.
Döllemli ve döllemsiz (partenogenetik) üreyebilirler. Yılda birkaç döl verirler. Pamuk yaprak biti, bir yılda 50 kuşaktan çok yavru üretir. Fakat düşmanları tarafından yenilerek aşırı artışı önlenir. Çoğu türün hayat devreleri farklı ve karmaşıktır. Kanatlı ve kanatsız formlarına rastlanır. Erkekler çoğunlukla kanatlıdır.
Antenleri ekseriya 6 halkalı olup, sert ve kıl gibidir. Hortumları 4 iğnelidir. Kanatları, istirahat hâlinde çoğunda çatı gibi, bâzılarında ise vücut üzerinde yatay vaziyette durur. Arka kanat çiftinin ön kenarında, ön kanatlara tutunmayı sağlayan çengeller mevcuttur. Yaprak bitleri, bitkiyi dört parçalı kıl görünümündeki hortumları ile delerek emerken, bitkiye de zehirli bir salgı akıtarak bitkinin renk değiştirmesine sebep olurlar. Bu salgıda bulunan virüsler bitkiyi kuvvetten düşürür.
Çoğu, kışı yumurta döneminde geçirirler. İlkbahar ve yaz dönemlerinde döllemsiz, sonbaharda ise dölemli olarak çoğalırlar. Yaz boyunca 15-20 nesil türeterek süratle çoğalırlar. Sonbahara doğru bir kısmı kanatlanır. Dişi yaprakbitinin yumurtaları sonbaharda erkek tarafından döllenir. Dişiler, sonbaharda döllenmiş yumurtalarını bitkilere yapıştırır. Kışın sağlam kalan yumurtalardan, ilkbaharda yavru yaprakbitleri çıkar. Tropik türler bütün yıl boyunca döllemsiz üremeye devam ederler. Birçoğunun karınlarının sonundan dışarı doğru boruya benzer bir çift eklenti uzanır. Bu kısımlardan, tatlı balmumsu bir savunma maddesi salgılanır. Çoban karıncalar, bunların salgısı olan tatlı sıvıya düşkün olduklarından yaprakbitlerine özel bir ilgi gösterirler. Düşmanları olan böceklerden onları korurlar. Antenleriyle onları âdeta okşayarak tatlı sıvı çıkarmalarını teşvik ederler. Damlalar hâlinde salgılanan bu tatlı sıvıları içerler. (Bkz. Karınca)
Alm. Verletzung (f), Fr. Tort, mal, prejudice (f), İng. İnjury, hurt. İnsan vücûduna dıştan yapılan etkilerin meydana getirdiği sınırlı tahribat. Ameliyat kesisi, trafik, endüstri kazâları yara meydana getiren dış etkilerdir. Deri ve doku bütünlüğünün bozulması, kanama, şekil bozukluğu, organda vazife bozukluğu ve ağrı belirtilerine göre yaraların teşhisi yapılır, yerleri belli olur.
Yaralar ağırlık derecesine göre, basit sathi yaralar, hafif yaralar ve ağır yaralar olarak üçe ayrılır. Dış görüntüsüne göre sıyrık, bere, ezik, yırtılma, yarılma, kesikler, delinme, yanık, haşlanma ve nekroz diye isimlendirilir. Yaralanma ve yaralar adlî tıbbın da en geniş konularındandır.
Yara çeşitleri:
1. Bir âlet ve vâsıta ile yapılan yaralar: Kesici âlet yaraları (kesik yaralar), kesici, delici âlet yaraları, kesici-ezici âlet yaraları, delici (batıcı) âlet yaraları, ezici cisim yaraları (ezikler), ateşli silâh yaraları.
2. Patlayıcı cisimlerin açtığı yaralar.
3. Ateş ve sıcaktan yanmalar, yanıklar ve haşlanmalar.
4. Elektrik yanıkları.
5. Kimyevî maddelerin açtığı yaralar.
6. Işınların açtığı yaralar.
Kesici âletlerle (ustura, jilet, bıçak, cam gibi yalnız kesici vasfı olan âletlerle) ve keskin kenarı bulunan her türlü âletle açılan yaralara “kesik yaralar” denir. Kesici âletler yalnız yumuşak dokuları keser, kemik zarını ayırır, kemiklere çentik yapabilir.
Tabanca ve tüfekle atılan kurşun, saçma gibi cisimlerin açtığı yaralara “ateşli silah yaraları” denir. Ateşli silahların türüne göre vücutta değişik vasıfta yaralar açılır.
Basit bir yaranın düzelmesi sırasında önce küçük damarlar genişler, kapiller damar duvarının geçirgenliği artar ve serum, akyuvarlar yaralı sahaya geçer. Yara kenarında teşekkül eden fibrin ağı sâdece o bölgeyi örtmekle kalmaz, aynı zamanda açılmış olan küçük kan damarlarını da tıkar. Böylece kanamanın durmasına da yardım eder. Fibrinin büzülme kabiliyeti ve kuvveti yara kanarlarını birbirine yaklaştırır. Zamanla yara kenarlarında bulunan bağ dokusunun hücreleri çoğalırlar ve fibrin ağının üzerine yerleşirler. Enzim faaliyetiyle fibrin kollejene döner ve nedbe dokusu teşekkül ederek yara kapanır.
Cerrâhide ameliyat kesisi ile meydana gelmiş olan yara, tekrar dikilerek, yara kenarları karşı karşıya getirilir. Tıpta buna “perprimum” yara iyileşmesi denir. Böyle yaralarda dikişler yedinci günde alınır.
Bâzı yaralarda yara kenarları herhangi bir sebeple ayrı kalabilir. Bunlarda yara dibinde tamirat başlar, doku teşekkül ederek yara kenarları büzülür. Böylece yara dokusu yarayı kapatır. Bu tip yara iyileşmesine “persekundum” tipi denir. Trafik, endüstri kazâları, harp yaraları böyle iyişelir. Bu yaralar çok kirlidir. Cerrahi kliniklerine çoğu zaman geç ulaşırlar. Doku harap olmuştur. İçinde yabancı cisimler vardır. Bâzan ilk yardım yerinde çok sıkı sarılmış ve dolaşımı bozulmuş olarak cerrâhî kliniğine ulaşmış olur. Vitamin azlığı, vücutta çok su kaybı, açlık, karaciğer sirozu, kanda fibrinojen ve albümin azlığı ve ur, yaranın iyileşmesinde gecikmeye sebep olur.
Trafik ve endüstri yaralarında yara çok iyi temizlenmelidir. Narkoz uygulanan veya sâdece yara bölgesi uyuşturulan hastanın yarası antiseptikli sularla yıkanır. Ölü dokular ve yabancı cisimler çıkarılır. Kanama varsa kontrol edilir. Çok harap ve kirli yaralara dren konur ve seyrek dikişlerle yara kapatılır. 3-4. gün yara kızarır, ağrır ve içinden iltihap gelirse birkaç dikiş alınır. Yara açılır ve her gün pansuman değiştirilerek temiz tutulur. Yara çevresini en iyi temizleyip, mikroptan arındıran madde zefirandır. Yara içine temas ettirilmez. Çünkü canlı dokuları öldürür. (Alkol ve tentürdiyot da böyledir.) Yara içi antibiyotikli su ve kremlerle korunur.
(Bkz. Pansuman)