YAHÛDÎLİK
Allahü teâlânın Mûsâ aleyhisselama bildirdiği Mûsevîlik dîninin bozulmuş ve değiştirilmiş hâline verilen ad. Yâkûb aleyhisselâmın on iki oğlundan biri olan Yahûdâ’nın neslinden gelenlere nispetle veya Filistin’in güney bölgesinde kurulan Yahûdâ Krallığına nispetle Yahûdî diye anılan kimseler bu dîne mensup oldukları için Yahûdîlik denilmiştir. Dinler târihi kitaplarında ve bâzı kaynaklarda “Mûsevîlik” ile “Yahûdîlik” aynı mânâda kullanılmışsa da Yahûdîlik daha ziyade, Mûsevîliğin bozulmuş şekli için kullanılmaktadır. Bugün yaşayan ilâhî dinlerden mensûbu en az olanı ve târihi en eski olanı Yahûdîliktir.
İbrâhim aleyhisselâmın küçük oğlu olan İshak aleyhisselâmın oğlu Yâkub aleyhisselâmın bir adı da İsrâil idi. Bunun on iki oğlunun neslinden gelenlere “Benî İsrâîl= İsrâîloğulları” denildi. Yâkûb aleyhisselâm zamânında Ken’an diyârına, bugünkü Sayda, Sur, Beyrut ve Sûriye’nin bir kısmında yerleşen İsrâîloğulları, Yûsuf aleyhisselâm zamânında Mısır’a yerleştiler. Önce rahat bir hayat sürdüler. Daha sonra büyük bir zulüm ve sıkıntı gördüler, köleliğe düştüler.
Mûsâ aleyhisselâma peygamberlik emri bildirilince, insanları zorla kendine taptıran Mısır hükümdârı Firavun’u da îmâna dâvet etti. Firavun ve ona tâbi olan Mısır’ın yerli halkı Kıbtîler, Mûsâ aleyhisselâmın dâvetini kabul etmediler. Hattâ Mûsâ aleyhisselâma inanıp, Allahü teâlâya ibâdet eden İsrâîloğullarına şiddetli zulüm yaptılar. Firavun, Mûsâ aleyhisselâmın mûcizelerini görünce; “Mûsâ büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp memleketimizi elimizden almak istiyor!” dedi. Yanındaki vezirlere sordu. Onlar da; “Sihirbazları topla onu mağlup etsinler!” dediler.
Ülkenin her tarafından sihirbazlar getirildi. Mısır halkı önünde ipleri yere attılar. Her ip yılan görünüp Mûsâ aleyhisselâma doğru yürüdü. Hazret-i Mûsâ asâsını yere bıraktı. Büyük bir ejderhâ olup iplerin hepsini yuttu. Sihirbazlar şaşırdılar. Olanlar karşısında Mûsâ aleyhisselâma îmân ettiler. Firavun kızdı ve onlara:
“O sizin ustanızmış. Ellerinizi ayaklarınızı keseceğim. Hepinizi hurma dallarına asacağım!” dedi.
Îmân etmiş olan o kimseler:
“Biz Mûsâ’ya inandık. Onun Rabbine sığındık. Yalnız O’nun af ve merhâmetini isteriz.” dediler. Firavun onların el ve ayaklarını çaprazlama keserek işkenceyle şehit ettirdi.
Allahü teâlâ, Firavun ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayan Kıbtîlere türlü musîbetler verdi. Kâfirlerin suları kan oldu. Kurbağa yağdı. Cilt hastalıkları başgösterdi. Üç gün karanlık oldu. Firavun bu mûcizeleri görünce korktu. İsrâîloğullarının Mısır’dan çıkmasına izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm İsrâîloğullarını alıp Kudüs tarafına gitmek üzere Mısır’dan çıktı. Onlar yoldayken Firavun izin verdiğine pişman oldu. Askerleriyle arkalarına düştü. Mûcize olarak Kızıldeniz açılıp Mûsâ alehisselâm ve ona inananlar karşıya geçti. Firavun geçerken deniz kapandı. Askerleriyle birlikte boğuldu.
İsrâiloğulları yolda giderken öküze tapanları gördüler. Mûsâ aleyhisselâma: “Biz de böyle tanrı isteriz!” dediler. Hazret-i Mûsâ; “Allahü teâlâdan başka ibâdete lâyık olan ilâh yoktur. Allahü teâlâ sizi kurtardı.” buyurdu. Sonra Tih Çölüne düştüler. Yolu şaşırdılar. Aç ve susuz kaldılar. Olanlar karşısında pişman olup Mûsâ aleyhisselâma geldiler. Kendilerine nîmetler vermesi için Allahü teâlâya yalvarmasını istediler. Mûsâ aleyhisselâm duâ etti. Allahü teâlâ gökten Men (bıldırcın eti) ve Selvâ (helva) indirdi. Hazret-i Mûsâ asâsı ile yere vurunca su çıktı. Men ve Selvâdan yediler sudan içtiler. Bir müddet sonra “Helva ile etten bıktık. Bakla, soğan gibi şeyler isteriz.” dediler. Mûsâ aleyhisselâmı gücendirdiler. Bunun için kırk sene şaşkın ve perişan halde çölde kaldılar.
Mûsâ aleyhisselâm kardeşi Hârûn aleyhisselâmı yerine vekil bırakıp Allahü teâlâ ile konuşup vahiy almak üzere Tur Dağına gitti. Orada kırk gün ibâdet etti. Allahü teâlânın kelâmını işitti. Allahü teâlâ, Tevrat kitabını ve on emrin yazılı olduğu levhaları indirdi. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken Tîh Çölünde Sâmirî adındaki bir münâfık çıkıp, herkesteki altınları, süs eşyâlarını topladı ve eritti. Bunlardan bir buzağı heykeli yaptı. “Mûsâ’nın ilâhı budur. Buna tapınız!” dedi. İsrâîloğulları buzağı heykeline tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâmı dinlemediler. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönüp onları görünce çok üzüldü ve kızdı. Sâmirî’ye lânet etti. İsrâiloğulları pişman olarak yalvardılar. Mûsâ aleyhisselâm Tevrât’ı ve on emri onlara tebliğ etti. Tevrât’a göre ibâdet etmeye başladılar.
Mûsâ aleyhisselâm ümmetiyle birlikte Lût Gölünün güney taraflarına geldi. Uç bin Ûnk adında bir melikle harp etti. Şeria Nehri doğusundaki yerleri ele geçirdi. Erîha şehri karşısındaki dağa çıktı. Ken’an diyârını uzaktan gördü. Yerine Yûşâ aleyhisselâmı halîfe bırakıp bir rivâyete göre mîlâttan 1605 sene önce 120 yaşında orada vefât etti. Erîha şehrini ve sonra da Kudüs’ü Yûşâ aleyhisselâm Amâlikalılardan aldı.
İsrâiloğulları bozulup yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Daha sonra Dâvûd aleyhisselâm hükümdar oldu. Kudüs’ü tekrar aldı. Böylece Yahûdîlerin en parlak zamânı başladı. Dâvûd aleyhisselâma peygamberlik emri bildirildi ve Zebûr kitabı indirildi. İsrâîloğullarını Mûsâ aleyhisselâmın dînine dâvet eden Dâvûd aleyhisselâm Mescid-i Aksâ’nın temelini attı. Daha sonra oğlu Süleymân aleyhisselâm babasının attığı temeller üzerine Mescid-i Aksâ’yı çok süslü bir şekilde yaptırdı. İçinde Tevrât, diğer emânetler ve on emrin yazılı olduğu levhalar bulunan Tâbût-ı Sekîne’yi yâni Mukaddes sandığı mâbedin bir odasına koydurdu.
On iki kabîleye ayrılmış olan Yahûdîler, Süleyman aleyhisselâmın vefâtından sonra iki devlete ayrıldılar. On kabîle İsrâîl Devletini, diğer ikisi Yahûdâ Devletini kurdular. Azgınlaşarak hak yoldan ayrılıp taşkınlık ettiler. Gadab-ı İlâhî’ye uğradılar. İsrâil Devleti M.Ö. 721’de Âsurlular; Yahûdâ Devleti ise M.Ö. 586’da Bâbilliler tarafından yıkıldı. Âsurlular, Bâbil Devletini işgâl ettiler. M.Ö. 587’de Âsurlu Hükümdarı Buhtunnasar Kudüs’ü yakıp yıktı. Yahûdîlerin çoğunu öldürdü, kalanlarını da Bâbil’e sürdü. Bunlar arasında genç yaşta olan Üzeyr aleyhisselâm da vardı. Bu karışıklıkta o zamana kadar bozulmadan gelen Tevrat yakılarak yok edildi. Bu hakîki Tevrât çok büyüktü. Bu muazzam kitabı Üzeyr aleyhisselâmdan başka kimse ezberlememişti. Bâbil esâretinden kurtulan Üzeyr aleyhisselâm Tevrât’ı Yahûdîlere yeniden okutup öğretti. Zamanla birçok yerleri unutuldu ve değiştirildi. Muhtelif kimseler hâtırlarında kalan âyetlerini yazarak Tevrât isminde çeşitli risâleler meydana geldi. Azrâ ismindeki bir haham bunları toplayarak şimdi mevcut olan Ahd-i Atîk denilen Tevrât’ı yazdı.
Yahûdîler Tevrât’ı unutup doğru yoldan ayrılınca kendilerine nasihat için gönderilen peygamberlere inanmadılar. Çoğunu şehit ettiler. Daha sonra Kudüs Romalıların eline geçince çok Yahûdî öldürdüler. Yahûdîler kendilerine peygamber olarak gönderilen Îsâ aleyhisselâmı ve dâvetini kabul etmediler. Îsâ aleyhisselâma ve ona inananlara karşı çıktılar.
Îsâ aleyhisselâma bilinmeyen babanın çocuğu diye iftirâ ettiler. Onu yalancı peygamber deyip öldürmeleri için Romalılara şikâyet ettiler. Îsâ aleyhisselâmın (gök’e) kaldırılmasından sonra getirdiği hak dîni sinsice değiştirdiler. Bolüs adında bir Yahûdî hazret-i Îsâ’ya inandığını söyleyerek ve Îsevîliği yaymaya çalışıyor görünerek hakîki İncil’i yok etti.
Önce Perslerin, sonra Makedonyalıların ve daha sonra da Romalıların hâkimiyetinde yaşayan Yahûdîler, Roma hâkimiyetine isyân ettiler. M.S. 70 senesinde Roma imparatoru Titus, Kudüs’ü tamâmen yakıp yıktı. Şehri virâneye çevirdi. Mescid-i Aksâ da yandı. Sâdece batı duvarı kaldı. “Ağlama duvarı” adı verilen bu duvar yüzyıllarca Yahûdîlerdeki millî ve dînî şuuru ayakta tutmuştur. Titus’un katliâm ve zulmünden sonra Yahûdîler bölük bölük Filistin’i terk ettiler. Kudüs ve çevresinden kovuldular. Yahûdî esirler Romalıların emrinde çalıştırılmak üzere Mısır’a sevk edildiler. Böylece Yahûdîler çeşitli Avrupa ve Asya ülkelerine yayıldılar.
Yahûdîler gittikleri yerlerde sâdece halkı Hıristiyan olmayan yerlerde rahat edebildiler. Zîra Îsâ aleyhisselâmın öldürüldüğüne inanan Hıristiyanlar, Yahûdîlere Îsâ aleyhisselâmın kâtili gözüyle bakıyorlardı. Bu sebeple Yahûdîlere Hıristiyanlar tarafından çok zulümler yapıldı. Bu baskı ve zulümler sebebiyle, Tevrat’ta geleceği bildirilen ve Yahûdîlerden olacağına inandıkları bu son peygamberin kendilerini Hıristiyan zulmünden kurtaracağı günü hasretle beklediler. Fakat bekledikleri peygamber Muhammed aleyhisselâm Araplardan olunca, O’nu hased ettiler. Hazret-i Muhammed’in hak peygamber olduğunu kesin olarak bildikleri halde kabul etmediler. Müşriklerle ve bâzı Hıristiyan kabîlelerle birleşerek Peygamber efendimize karşı çıkıp O’nu yok etmeye çalıştılar. Fakat İslâmiyetin yayıldığı ve İslâm devletinin hâkim olduğu yerlerde râhat ve huzûr içinde yaşadılar. Hıristiyanların çoğunlukta olduğu veya Hıristiyanların hâkimiyeti altında olan ülkelerde çeşitli dînî ve siyâsî baskılara mâruz kaldılar. Yerleştikleri bu ülkeleri de terk etmeye mecbur kaldılar. Mîlâdî 11-14. asırlarda başta İspanya ve Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkelerinde kilisenin Hıristiyanlara bu topluluğa karşı her türlü münâsebeti yasak etmesi dolayısıyla her nevî haklardan mahrum bırakılan Yahûdîler, Kuzey Afrika’ya ve Osmanlı ülkesine göç ettiler. Osmanlı ülkesinde yerleşen Yahûdîler asırlarca huzûr ve râhat içinde yaşadılar. Bilhassa İstanbul, Selânik, Edirne ve İzmir gibi merkezlerde yerleştiler. Amerika kıtasının keşfi üzerine bir kısım Yahûdîler de bu ülkeye göç ederek yerleştiler.
Kaybettikleri hakları değişik yollardan hareket ederek elde etmeye çalışan Yahûdîler, kilisenin emirlerine saygı duymayan Hıristiyanlarla olan temaslarını, mason locaları vâsıtasıyla geliştirdiler. Masonlar bu bağlantıyı devamlı olarak inkâr ettilerse de sâdece kendi üyeleri için çıkardıkları gizli dergi ve kitaplarında Yahûdî idealleri için çalıştılar. Kendilerine has ticârî zekâları neticesinde faaliyet gösterdikleri ülkelerin ticârî hayatlarında etkili oldular. Geçici de olsa bâzı haklar elde ettiler. Fransız İhtilâli neticesinde kilisenin ülke idâresindeki tesirinin zayıflaması, Yahûdîlerin belediye ile ilgili bâzı meclislere girmelerini sağladı. Ancak Avrupa’da ve dünyânın çeşitli yerlerinde gelişen milliyetçilik hareketleri Yahûdîlere karşı baskı ve şiddet hareketlerinin yaygınlaşmasına sebep oldu.
19. yüzyılın sonlarında Fransa’daki Dreyfus Olayı ile 20. yüzyılın ortalarında Almanya’da Nazilerin hareketlerinin temelinde bu duygu yatmaktaydı. Polonya ve İngiltere’de de benzeri olaylar görüldü. Bütün dinlere karşı olduğu gibi Yahûdîliğe karşı da müsâmahalı davranmış olan Türkiye ise ayrıca Yahûdîliği Hıristiyanlığa karşı korumuştur. Nihâyet Yahûdîler 1947 senesinde Birleşmiş Milletlerin kararı ile Filistin’de resmî dili klasik İbrânice olan İsrâil Devletini kurdular.
Bugün için millî bir din özelliğini taşıyan ve sâdece İbrânilerin veya İsrâiloğullarının daha açık ifâdeyle Yahûdîlerin dîni olan Yahûdilik’te tek ilah inancı vardır. Ancak Yahûdîler “Yehova” veya “Yahve” adını verdikleri bu ilâhın sâdece kendi ilahları olduğuna inanırlar. Bu ilah kendiliğinden vardır. Doğmamıştır ve doğurmaz. Her şeyi görür ve bilir. Affetmek veya cezâlandırmak ancak onun elindedir. Millî ilah olarak kabul edilen Yehova diğer kavimlerle münâsebetlerinde dâimâ milleti olan İsrâiloğullarını destekler ve onlara hareket tarzı tâyin eder. Bütün insanlığı aydınlatmak, uyarmak, mutlu kılmak için Yehova İsrâiloğullarını seçmiştir. Yehova aynı zamanda savaşçı bir ilahtır. Düşmana karşı ordunun başında veya içinde bulunur. Yehova, milleti adâletsizlik yapsa bile onları bırakmaz. İsrâil milleti yenildiği zaman Yehova, milletine kızmış ve düşmanı kılıç olarak kullanmıştır. Savaş hâli dışında toprak ürünleri ve insan zürriyeti bakımından nîmetler yağdırır. Sosyal teşkilâtlanmayı ve kralın tâyinini Yehova yapar. Kral, Yehova’nın gölgesi ve hahamların başıdır. Yahûdîler zaman zamanYehova’dan başka tanrılar da kabul ettiler.
Yahûdilikte peygamberlik de millî bir karakter arz eder. Yahûdîler sâdece İsrâiloğullarından olan peygamberlere inanırlar. Başta hazret-i Mûsâ olmak üzere bütün Yahûdî peygamberleri kabul ederler. Yalnız bunlardan hazret-i Dâvûd’la hazret-i Süleyman bir melik olarak telakki edilir. Bu peygamberlerin dışında herhangi bir peygamberi kabul etmezler. Îsâ ve Muhammed aleyhimesselâmın peygamberliğine inanmazlar. Onlara göre mümin olabilmek için peygamberlerin hepsini kabul etmek şart değildir.
Yahûdîlikte gâipten haber veren bir kimse peygamberdir. Bu îtibarla bâzan bir kâhin peygamberden üstündür.
Peygamberler yaşayış ve davranış bakımından insanlardan farksızdırlar. Onlar da diğer insanlar gibi günah işlerler ve kötülük yaparlar. Nitekim onlara göre; hazret-i Nuh sarhoş ve ahlâksızdır, hazret-i Lût iki kızıyla zinâ etmiştir, Dâvûd aleyhisselâm da bir zânîdir ve Süleyman aleyhisselâm putlara tapmıştır. Hazret-i Hârûn kendisi putperest olduğu gibi kavmini de teşvik etmiştir.
Yahûdîlikte melek inancı vardır. Meleklere karşı aşırı bir şekilde saygı gösterilir. Fakat çeşitli devir ve mezheplere göre melek inancı değişiklik gösterir. Bâzıları da hiç kabul etmezler. Âhirete, kazâ ve kadere îmânın da mevcut olduğu Yahûdîlikte insanın vücûdunun ayrı rûhunun ayrı olduğuna ve rûhun kıyâmete kadar ölmeyeceğine inanılır. Ba’sû ba’del-mevt, yâni öldükten sonra tekrar dirilme vardır. Mesih’in geleceği kabul edilir. Mesih ergeç gelip Yahûdîleri kurtarıp dünyâda barışı sağlayacaktır. Böylece Yehova’nın krallığı kurulacak ve Yahûdîlerin dünyâ hâkimiyeti ideali gerçekleşmiş olacaktır.
Yahûdîler ibâdetlerini Sinagoglarda yaparlar. Sinagog Kudüs’teki Beyt-i Mukaddes’in (Mescid-i Aksâ) yıkılmasından sonra Yahûdilerin mâbed olarak kullandıkları yapılara verilen addır. Sinagoglara “Havra” adı da verilir.
Sinagoglarda Tevrât tomarlarının saklandığı “Aron ha-kodeş” denilen Kudüs’e yönelik kutsal bir bölüm vardır. Sinagoglarda Yahûdîlerin dînî ve millî sembollerinden biri olan “Menora” adı verilen “yedi kollu şamdan” bulunur. Tevrât kaynaklı yedi kollu şamdan târih boyunca Yahûdîlerin en önemli, sembolü olmuştur. Bugün de İsrâil Devletinin sembolü yedi kollu şamdandır. Tevrât’ın Huruc (çıkış) bölümü 25/31-37’de; “Ve hâlis altından bir şamdan yapacaksın. Ve onun kandillerini yedi kollu yapacaksın.” denilmektedir. Onların diğer bir sembolü, Kral David’in mührü olarak kabul edilen iki üçgenden meydana gelmiş “Magen David” denilen altı köşeli yıldızdır.
Yahûdîlikte ibâdetleri “Haham” adı verilen din görevlileri idâre eder. Hahamların Hıristiyan papazları gibi günah affetmek yetkileri yoktur. Ancak ibâdetleri idâre ederler. Dînî âyinleri ve hahamların ibâdeti idâre tarzı Mûsâ aleyhisselâmdan sonra gelen peygamberler tarafından daha çoğaltılmış ve değiştirilmiş, yeni esaslar ilâve olunmuştur. Dâvûd aleyhisselâmdan sonra, ona gönderilen Zebur’un da âyinlerde okunması veya çalgı ile çalınması ibâdete eklenmiştir. İbâdet esnâsında en önemli an Tevrât rulolarının bohçalar içerisinden çıkarılması ve haham tarafından okunmasıdır. Sinagogda Yahûdîler sesli bir şekilde Tevrât parçalarını okurlar. Okunan ilâhîler İbrânicedir. Yahûdîlerde ibâdet sâdeceSinagogda değil evlerde de yapılır. İbâdet sırasında Kudüs’e dönülür. Kadınlar ibâdete katılamaz. Ancak başları örtülü olarak ibâdeti seyredebilirler. Yahûdî ibâdetinde bir düzen, disiplin yoktur. Herkes canının istediği gibi ilâhîlere katılır veya yanındakilerle sohbet eder. Onlara göre Sinagog bir mâbetten ziyâde bir toplantı yeridir.
Yahûdîlikte ibâdetler günlük, haftalık ve yıllık olmak üzere üç kısma ayrılır. Günlük ibâdet sabah, (güneşin doğmasından sonra), öğle (öğleden güneş batıncaya kadar olan zaman) ve akşam yapılır. Bu günlük ibâdetler Sinagog’ta toplu olarak yapıldığı gibi ferdî olarak da yapılır.
Hahamlar tarafından idâre edilen ibâdet sırasında cemâatin de katıldığı metinler haham tarafından sesli ve makamla okunur. Tahminen bir buçuk saat süren duâ büyük bir gürültü içinde hahamın duâsı ve mukaddes kabul edilen şaraptan içmesiyle son bulur. Duâların en önemlisi sayılan 16 tânesi ayakta yapılır. Yahûdîlikte cemâat teşkil edilebilmesi için en az on kişinin bulunması ve bu kişilerin 13 yaşına girmiş olmaları gerekir. Mecbûri durumlarda ferdî ibâdet yapılabilir. İbâdetler esnâsında özel kıyâfetler ve başlıklar giyilir. Fötr şapka Yahûdîlerin değişmez dînî kıyâfetidir. Yahûdîler kendilerini dünyânın efendileri olduklarına ve giydikleri şapkanın Sion tacı olduğuna inanırlar.
Haftalık ibâdet, kutsal gün olan Cumartesi (Şubat= Sebt) günü yapılır. Cumâ akşamı güneşin batmasıyla başlar, Cumartesi akşamı sona erer. Bu ibâdet Sinagog’ta yapılır. O gün ateş yakmak, çalışmak yasaktır. Yahûdî inancına göre, Tanrı Yehova, âlemi altı günde yaratmış, yedinci günü istirahat etmiştir. Bunun için Yahûdîler yedinci gün olan Cumartesi’yi dinlenmeye ve ibâdete tahsis etmişlerdi. Cumartesi onlar için bayram ve resmî tâtil günüdür.
Yahûdîlikte yıllık ibâdet olarak yapılan ibâdetler değişik zamanlardaki bayramlardır. Pesah, Şavvot, Roş-ha Şanah, Kipur, Suhkot, Purim, Hanuka ve daha birçok bayramları vardır. Pesah Yahûdîlerin Mısır esâretinden kurtuluşlarının hâtırasıdır. Şavvot, gül bayramıdır ki Tevrât’ın ve Evâmir-i Aşere’nin verilişinin hâtırasıdır. Kipur, büyük oruç günü olup Yahûdîlerin tövbe edip affedilmelerinin hâtırasıdır. Suhkot, kamış bayramıdır. Çöldeki hayâtın hâtırasıdır. Roş-ha Şanah, yılbaşı olup iki gün devam eder. Purim, şeker bayramı; Hanuka, kandil bayramıdır. SuriyeKralı Antıyokus’a karşı Yahûdîlerin zaferinin hâtırasıdır. Yahûdîler her yıl Sion Dağına çıkıp ibâdet ederler. Tevrât’ta umûmiyetle Kudüs’ü ifâde etmek için kullanılan Sion Dağı Yahûdî dünyâ krallığının merkezini temsil etmektedir.
Yahûdîlikte temel ibâdetlerden birisi de kurbandır. Kanlı veya kansız kurban kesilmelidir. Yahûdîler her hayvanı, hattâ güvercini, en çok koyun, keçi ve sığırı kurban ederlerdi. Eskiden kurban ibâdetine çok önem verilirdi. Hazret-i Süleyman’ın Kudüs’te yaptırdığı muhteşem mâbedin avlusunda kurban kesmeye mahsus mezbahalar vardı. Kesilen kurbanların kanları havuzlara akıtılır, etleriyse umûmiyetle yakılırdı. Kurbanları hahamlar keserlerdi. Kudüs’teki mukaddes yere inhisar ettirilen kurban ibâdeti bugün artık kalkmış gibidir. Zamanla tuzsuz ekmekten yapılan çöreklerle, hamursuz adı verilen pideler de kurban yerine geçti. Bunları dağıtmak da kansız kurban kesmek sayıldı. Eti yenilecek hayvanların kesilmesi lâzımdır. Başka şekilde öldürülen hayvanın eti yenmez. Yahûdî kasapların dükkanlarında “Kaşer” adı verilen bir işâret bulunur ki, bunun mânâsı o dükkanda satılan etin hahamların gösterdiği tarzda kesilen hayvanların eti olduğudur. Yahûdîler ancak bu tarzda hazırlanmış bir eti yiyebilirler. Müslümanlar da ancak Allahü teâlânın ismi söylenerek kesilmiş olan hayvanın etini yerler. Domuz etini yemezler. Domuz eti yemek Yahûdîlere de haramdır.
Yahûdilik’te, ahlâk esasları on kudsi emir, yâni Evâmir-i Aşere’dir. İnsanların bu on emre harfi harfine uyması lâzımdır. Yahûdî kitaplarında ve Tevrât’ın Tesniye kitabında ve Huruc (çıkış) kitabında bildirilen on emir şunlardır:
1. Seni Mısır diyârından, esirlik evinden çıkaran Allah benim.
2. Benden başka tanrın olmayacak. Ne gökte, ne yerde, ne de yer altında bulunan şeylerden hiçbirinin sûretini, oyma put yapmayacaksın. Hiçbir sûrette onlara tapmayacaksın.
3. Allah’ın ismini boş yere ağzına almayacaksın.
4. Haftanın altı gününde çalışacak, yedinci günde istirahat edeceksin. Cumartesi (Sebt) gününü dâima hâtırlayıp onu kudsî kılacaksın.
5. Anne ve babana hürmet edecek, itâat edeceksin.
6. Adam öldürmeyeceksin.
7. Zinâ yapmayacaksın.
8. Kimsenin malını çalmayacaksın.
9. Komşuna yalan şehâdette bulunmayacaksın.
10. Komşunun zevcesine, evine, tarlasına, kölesine, câriyesine, öküzüne, eşeğine ve hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.
Bu on emir, Yahûdîlerle Yehova arasında akdedilen bir ahit bir sözleşme olarak kabul edilir. Yehova, bu emirlere uydukça Yahûdî milletini koruyacak, aksi halde onları cezâlandıracaktır. İsrâiloğulları hazret-i Mûsâ’nın şahsında bu emirlere uyacaklarına dâir Yehova’ya söz vermişlerdir.
Yahûdîlikte yeni doğan çocuğa belirli bir süre içinde ad konulur. Erkek çocukları sekizinci gün sünnet edilir. Yahûdîler, çocuklara okula başlamadan önce en azından bir sabah, bir de akşam duâsı öğretirler. Okula törenle gidilir. Haham bu konuda bir konuşma yaparak öğretimi başlatır. Çocuğa Sinagogda 6-7 yaşında dînî eğitim verilir. Küçük yaşta Tevrât okuma öğretilir. Yahûdîlikte evlenme dînî bir hükümdür. Yahûdîlerde başka din mensuplarıyla evlenme câiz değildir. Evlenmeyi gerçekleştiren nikahtır. Nikah genellikle Sinagogta yapılır. Evlenme günü yeni çift oruç tutar. Yahûdîlikte kadının boşanma hakkı yoktu. Erkek istediği zaman karısını boşayabilirdi. Şimdi ülkelere göre değişik uygulamalara rastlanmaktadır. Yahûdî kadınları evlendikten sonra saçlarını örtmeye mecburdur. Bu işi bugün Yahûdî kadınları Avrupa’da başlarına peruk takarak yerine getirmektedirler.
Yahûdîlikte, Yahûdî olmayan milletler, putperest (puta tapan) sayılır. Bunlardan uzak durmalıdır. Onlardan mümkün olduğu kadar alâkayı kesmelidir. Kısâsa karşı kısâs yapılır. Bir fenâlık yapana aynı sûretle mukâbele edilir.
Yahûdîlerin mukaddes saydıkları kitapları Torah ve Talmud olmak üzere ikiye ayrılır. Birincisi yazılı emirleri, ikincisi ise sözlü emirleri ihtivâ ediyor derler. Torahı, üç kısma ayırmışlardır:
1. Torah (Tevrât): Yahûdîler Tevrât ismini verdikleri beş kitabın Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma indirildiğine inanırlar. Bu beş kitap, Tekvin, Hurûc, Levililer, Sayılar, Tesniye’dir.
2. Neviim (peygamberler) iki kısımdır. İlk Peygamberler altı kitap, Son Peygamberler on beş kitaptır.
3. Ketûbîm (Kitaplar): Yahûdîlere göre on bir kitaptır. Hıristiyanlara göre ise on beş kitaptır. (Bkz. Tevrât)
Yahûdîlerin Torah (Tevrat)tan sonra mukaddes kitapları Talmut’tur. Mûsâ aleyhisselâmın Tûr-i Sînâ’da Allahü teâlâdan işitip, sözlü olarak anlattıklarının daha sonra yazılmış hâli ve Tevrât’ın yorum ve tefsirleri olduğuna inanılır (Bkz. Talmûd). Yahûdîlerin ekserisinin inanmadığı bir Tevrât daha vardır ki buna Şomranim Tevrâtı=Tora Ha-Şomranin derler. Bu Tevrât’a inananlar yazıcıların Tevrât’a açıklamalar ve ilâveler yapmalarına, hattâ harflerini dahi değiştirmelerine karşı çıkmışlardır. Yahûdîlerin ellerindeki Tevrât’la Şomranim Tevrâtı arasında 6000 kadar ihtilaf bulunduğu bildirilmektedir.
Yahûdîlikte birçok mezhep vardır. Zamânımızda kurulanlarla birlikte 100’ün üstünde mezhep olduğu söylenebilir. Bunlardan en meşhurlarının isimleri şunlardır: Sadûkîler, Farizîler, Essenîler, Terapöt (Therapettes)ler, Talmudcular ve Karaîler, Perisîler, Îseviyye, Yudganiyye ve Sazkâniyye. Bu mezheplerin dışında Muhâfazakâr Yahûdîlik, Ortodoks Yahûdîlik, Hıristiyan Yahûdîlik ve Reformist Yahûdîlik gibi çeşitli dînî ve siyâsî gruplar da vardır. Hıristiyan Yahûdîlik, bugün Yehova Şâhitleri adı altında faaliyet göstermektedir. (Bkz. YehovaŞâhitleri)
Yahûdîlerle ilgili olarak Kur’ân-ı kerîmde şu bilgiler verilmektedir: Allah tarafından Yahûdîlere bahşedilen nîmetler, uymaları gereken dînî hükümler, kendilerine peygamberler tarafından getirilen hükümleri ve tebliğ edilen hususları değiştirmeleri ve doğru yoldan sapmaları, Allahü teâlâya karşı ahitlerini bozmaları, verdikleri sözden dönmeleri ve bunu âdet edinmeleri, Yahûdîlerin yaptıkları işlerin kötülüğünden dolayı zillet ve meskenete uğramaları, yeryüzünde fesat çıkarmaya çalışmaları, bâzı peygamberlere ve sâlih kimselere iftirâ etmeleri veya onları öldürmeleri, basit çıkarları uğruna hakîkatlara yüz çevirmeleri.
Mûsâ aleyhisselâma gönderilen hak din, Yahûdîler tarafından tahrif edilip değiştirilmiştir. Bugün Yahûdîlerin Tanah; Hıristiyanların ise Ahd-i Atîk dedikleri kitapları okuyan bir kimse, Allahü teâlâ tarafından indirilmiş bir kitap değil, fuhuş, müstehcenlik ve ahlâksızlığı öğreten bir seks kitabı okuduğunu zanneder. Bu kitapların Allah kelâmı olmadığını anlayan papaz ve fen adamları, pekçok kitaplar neşrederek, hakîkati herkese duyurmaya çalışmışlardır. Fransız papazlarından Richard Simon, Histoira Critique du Vieux Testament kitabında Tevrât’ın Mûsâ aleyhisselâma vahyedilen Tevrât olmadığını, sonradan farklı zamanlarda yazılarak bir araya getirildiğini belirtmiştir. Papazın bu kitabı toplattırılmış, kendisi de kiliseden kovulmuştur.
ABD’nin Kaliforniya Üniversitesi profesörlerinden Elliot Friedman’ın 1987 senesinde neşrettiği Tevrat’ı Kim Yazdı? adlı kitap Yahûdî veHıristiyan dünyâsını karıştırdı. Friedman, Tevrât’ı teşkil eden beş kitabın, beş ayrı ilâhiyatçı tarafından yazıldığını ve Mûsâ aleyhisselâma indirilen, Tevrât kitabının asıl nüshasıyla hiçbir sûrette kıyaslanamıyacağını açıkladı. Hıristiyanların inandığı Kitâb-ı Mukaddes’in Ahd-i Atik ve Ahd-i Cedîd kısımlarının birbirleriyle tenâkuz içerisinde bulunduğunu belirten Profesör Friedman, kitabında bunun misallerini zikretmiştir. Ayrıca, Tevrât’ın içerisindeki kitapların da birbirleriyle hattâ kendi babları arasında tenâkuzlarla dolu olduğuna dikkati çeken Prof. Friedman böyle bir esere ilâhî kitap vasfının verilemeyeceğini bildirmiştir.
Prof. Elliot Friedman’a göre bugünkü Tevrât, Mûsâ aleyhisselâmdan birkaç asır sonra yaşayan beş haham tarafından kaleme alınmış ve Azrâ adındaki haham bunları tek tek toplayarak, Ahd-i Atîk’in asıl nüshası olduğu iddiâsıyla çoğalttırmıştır. Târih profesörü Friedman, kaleme aldığı eserinde, daha sonra şu ifâdelere yer vermiştir:
“Günümüzde, Tevrât’ın üç nüshası mevcut: Yahûdîler ve Protestanların kabul etdikleri İbrânîce nüsha, Katolik ve Ortodokslar tarafından kabul edilen Yunanca nüsha ve Sâmirîlerce kabul edilen Sâmirî dilinde yazılmış nüsha. Bunlar Tevrât’ın en eski ve en güvenilir nüshaları olarak bilinmelerine rağmen, gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse nüshalar arasında birçok yerlerinde tezatlar vardır. Hiçbir ilâhî dinde bulunmayan, insanlara zulüm telkinleri, Peygamberlerden bâzılarına karşı çok çirkin ve makâmlarına yakışmayacak isnâdlar vardır. Hakîkî Tevrât’ta ise, tezatlar bulunacağından söz edilemez.”
On dokuzuncu yüzyılda İbrânî lisânı üzerindeki incelemeler artınca, Tevrât’taki beş kitabın Mûsâ aleyhisselâma âit olmadığı ve Ahd-i Atîk’teki kitapların muhtelif zamanlarda bir araya getirildiği ispat edildi. Bu hususta, Avrupalı pekçok târihçi, papaz ve piskopos eserler neşretmişlerdir.
Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği hak dinde adâlet, sevgi, iyilik ve hoşgörü emredilmekteyken tahrif edilmiş ve bozulmuş Tevrât’a dayanan Yahûdîlikte üstün ırk inancı, insan katliamı, kan içme, yakma, işkence gibi pekçok sapık görüş ve emirler yer almaktadır. Yahûdîlerin üstün ırk oldukları, onlara âit olan dünyânın diğer milletler tarafından gasb edildiği temel inancı hâkimdir. Bu sebeple Yahûdîliğin emirleri asırlardır süren kin ve nefreti ve akıl almayacak katliâmları ihtivâ etmektedir. Tahrif edilmiş olan Tevrât’taki bir ifâde şöyledir: “İşte benden ve mîras olarak sana milletleri mülkün olarak yeryüzünün uçlarını da vereceğim. Onları demir çomakla kıracaksın. Bir çömlekçi kabı gibi onları parçalayacaksın.” (Tevrât, Mezmurlar bölümü 2/8-9). “Ve Allah’ın Rabbin sana teslim edeceği bütün kavimleri bitireceksin, gözün onlara acımayacak (Tevrât, Tesniye bölümü 7/16).
Bugün Yahûdî Devleti olan İsrâil’in işgal ettiği yerlerdeki mâsum ve savunmasız insanlara uyguladığı vahşet, asırlar önce uydurulan bozuk Yahûdîliğin emridir.
İslâm devlet adamı, kumandan ve meşhurlarından yirmi dokuzunun adı. Yedi Hafsi, beş Endülüs Tavâif-i Mülûk, dörder İdrisî, Zeydî, iki Murâbitîn, birer Muvahhidîn, Muzafferî, Resûlî, Saffarî, Vattâsî hükümdarının, birer Murâbitîn, Sâmânî vâlisinin adı Yahyâ idi. Hafsîli Yahyâ (1228-1249), Yahyâ el-Vâsık (1277-1279), Yahyâ el-Müntehab (1285-1295), Bicâye ve Konstantine’de 1299’a kadar) Ebû Yahyâ Ebû Bekir eş-Şehid (1309), Ebû Yahyâ Ebû Bekir el-Mütevekkil (1318-1346), Ebû Zekeriyâ Yahyâ (1488-1489), Ebû Yahyâ Zekeriyâ (1490-1494), Tavâif-i Mülûk’ten Yahyâ el-Mu’tali (I. 1021-1023, II. 1023-1036), Yahyâ II (1039), Yahyâ el-Me’mun (1043-1075), Yahyâ el-Kadir (I.1075-1085, II.1085-1090), Yahyâ el-Muzaffer (1023-1029), İdrîsîli Yahyâ I(849-?), Yahyâ II(?), Yahyâ el-Mikdâm (?-905), Yahyâ IV(905-922), Yemen-Zeydî Yahyâ el-Hâdîz (893-911), Yahyâ el-Hâdî II(1217), Hamideddîn Yahyâ (1890-1904), Yahyâ Mahmûd el-Mütevekkil (1904-1948), Murâbitînli Yahyâ bin İbrahim (?), Yahyâ bin Ömer (?), Muvahhidînli Yahyâ el-Mu’tasım (1227-1299), Muzafferîli Nusreddîn Yahyâ (1387-1393), Resûlili Melik ez-Zâhir Yahyâ (1428-1439), Saffârîli Nizâmeddîn Yahyâ (1438-1480), Vattasîli Ebû Zekeriyyâ Yahyâ (1428-1448) târihlerinde hükümdarlık, Murâbitînli Yahyâ bin Ganiye (v. 1148) Endülüs, Samânîli Yahyâ, Şaş Vâliliği yaptılar.
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Zekeriyyâ aleyhisselâmın oğludur. Annesinin ismi Elisa olup, İmran’ın kızıydı. Hıristiyanlar Elizabeth diyorlar. Dâvûd aleyhisselâmın neslinden olup, hazret-i Meryem’in teyzesinin oğluydu.
Allahü teâlâ, onu babası Zekeriyya aleyhisselâmın duâsı üzerine ihsân etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm doksan dokuz veya yüz yirmi yaşına geldiği halde neslini devâm ettirecek bir evlâdı yoktu. Hanımı da doksan sekiz yaşındaydı. Gerek kendisinin, gerekse hanımının çocuk sâhibi olma yaşları geçmişti. Fakat içine evlâd sevgisi düşüp kendisine sâlih bir evlâd ihsân etmesi için Allahü teâlâya duâ etti. Allahü teâlâ Zekeriyyâ aleyhisselâmın duâsını kabul etti. Zekeriyyâ aleyhisselâm odasında namaz kıldığı sırada Cebrâil aleyhisselâm ona şöyle nidâ etti:
“Yâ Zekeriyyâ muhakkak Allahü teâlâ sana kendinden gelen bir kelimeyi (Îsâ aleyhisselâmı) tasdik edici ve kereminin seyyidi ve nefsine hâkim ve sâlihlerden bir peygamber olmak üzere Yahyâ’yı müjdeliyor.”
Bu husus Âl-i imrân sûresi 38-39. âyetlerinde bildirilmiştir.
Zekeriyyâ aleyhisselâmın ihtiyar olan hanımı hâmile kaldı ve belirli müddetten sonra Yahyâ aleyhisselâm doğdu. Rivâyete göre Yahyâ aleyhisselâmın doğumu ile Îsâ aleyhisselâmın doğumu aynı seneye rastlamaktadır. Doğumundan îtibâren fevkâledelikler içinde olan Yahyâ aleyhisselâm babası Zekeriyyâ aleyhisselâmın nezâretinde yetişti. Küçük yaşta Tevrât’ı okumaya ve hükümlerini anlamaya başladı. Zâten Allahü teâlâ tarafından ona küçük yaşından îtibâren hikmet ihsân edildiği, Tevrât’ı okuyup hükümlerini anlama kâbiliyeti verildiği bildirilmiştir. Tevrât’ı ve hükümlerini küçük yaşta öğrenmiş olan Yahyâ aleyhisselâm bâzan Beyt-ül Makdis’te (Mescid-i Aksâ) bâzan da tenhâ ve ıssız yerlerde Allahü teâlâya ibâdet ve tâatla meşgul olurdu.
Öğrendiklerini İsrâiloğullarına anlatır, onları Allahü teâlânın emirlerini yapmaya yasaklarından kaçınmaya dâvet ederdi. Gâyet mütevâzî ve sâde bir hayat yaşar, kıldan elbise giyer, arpa ekmeği yerdi. Dünyâya gönül vermezdi. Gece gündüz Allahü teâlâya ibâdet eder, Allah korkusundan dolayı çok ağlardı. Göz yaşları sebebiyle nûrlu yüzü yara olurdu.
Yahyâ aleyhisselâm rüşd (olgunluk) çağına ulaştığı zaman, kendisine Allahü teâlâ tarafından peygamberlik emri bildirildi. İlk önce Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiği dînin esaslarına uyması ve Tevrât’ın hükümlerini insanlara tebliğ etmesi emredildi. Îsâ aleyhisselâma İncîl nâzil olup, Tevrât’ın hükmü kaldırılınca İsrâiloğullarını İncîl’in emir ve yasaklarına uymağa çağırdı. Daha sonra Şam’a giderek insanları hak dîne dâvet etti.
Yahyâ aleyhisselâmın dâvetini kabul edenler olduğu gibi, türlü bahânelerle ona karşı çıkanlar da oldu. Peygamberlerin mûcizelerini gördükleri hâlde onlara inanmayıp, karşı çıkan ve birçok peygamberi şehit eden İsrâiloğulları Îsâ aleyhisselâma karşı çıkıp onu şehit etmek istediler. Allahü teâlâ Îsâ aleyhisselâmı göğe kaldırdıktan sonra Yahyâ aleyhisselâm İncîl’in hükümlerini insanlara anlatmaya devâm etti. Zâlim Yahûdî Hükümdârı Herod’un torunu Birinci Herod, hazret-i Yahyâ’ya iyi muâmelede bulunurdu. Kendi kardeşinin kızı veya hanımının önceki kocasından bir kızı vardı.Yahûdî hükümdârı Birinci Herod bu kızla evlenmeyi ve nikâhlarını Yahyâ aleyhisselâmın yapmasını istedi. Yahyâ aleyhisselâm böyle bir evliliğin hazret-i Îsâ’nın tebliğ ettiği İncîl kitabında yasaklandığını ve böyle bir nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bu duruma içerleyen kızın annesi, Yahyâ aleyhisselâmın öldürülmesini istedi.
Yahyâ aleyhisselâma karşı iyi niyet sâhibi olan birinci Herod da kadının ve kralla evlenmek isteyen kızının isrârı üzerine Yahyâ aleyhisselâmın yakalanıp getirilmesi veya öldürülüp, başının getirilmesini adamlarına emretti.
Herod’un adamları Yahyâ aleyhisselâmı yakalayıp, başını kesmek sûretiyle şehit ettiler. Başka bir rivâyette de yakalayıp getirdiler. Herod kendisi başını kesmek sûretiyle şehit etti. Kesilmiş olmasına rağmen Yahyâ aleyhisselâmın başı mûcize olarak: “Bu kızı almak sana helâl değildir.” diye defâlarca söyledi. Allahü teâlâ Yahyâ aleyhisselâmın intikâmını almak için onların başına bâzı musîbetler gönderdi. Bâzı rivâyetlerde Herod ve evlenmek istediği kızı, Kârûn gibi yerin yuttuğu bildirilmektedir.
Yahyâ aleyhisselâm şehit edildiği zaman otuz dört yaşlarında bulunuyordu. Yahyâ aleyhisselâmın mübârek bedeninin parçaları, başka başka şehirlerdedir. Başı ise Şam’daki Ümeyye Câmiindeki türbededir.
Yahyâ aleyhisselâm sûret îtibâriyle zamânındaki insanların en güzeli ve hüsn-ü Cemâl sâhibiydi. İnsanlara karşı yumuşak huylu, tevâzû ve şefkât sâhibiydi. Başındaki saçları seyrek ve sesi inceydi.
Ondan önce Yahyâ ismiyle isimlendirilen olmamış ve ismi Allahü teâlâ tarafından bildirilmişti. Bu husus Meryem sûresi 7. âyetinde bildirilmiştir. Yahyâ aleyhisselâm günahlardan temiz kılınmış olup, takvâ sâhibiydi. Tevâzu sâhibi olup itâatkar ve halim selîmdi. Yahyâ aleyhisselâm doğduğu, öldüğü ve dirildiği günlerde Alahü teâlâ tarafından selâmete erdirildi. Bu husûsiyetleri Meryem sûresi 13, 14 ve 15. âyetlerinde bildirilmiştir.
Mûcizeleri:
1. Taşın dile gelmesi: İsrâiloğulları, Yahûdî Hükümdârı Birinci Herod’un emri üzerine Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek için arıyorlardı. Bu haberi duyan Yahyâ aleyhisselâm onlardan uzaklaşıyordu. Bu sırada bir kaya dile geldi:
“Ey Allah’ın peygamberi! Bana gel!”
Yahyâ aleyhisselâm kayaya yaklaştığı zaman içinin kovan gibi oyulmuş olduğunu gördü. O taşın içine girdi. Yahyâ aleyhisselâmı şehit etmek üzere arayan kâfirler o kayaya yaklaştıkları zaman, o kayadan kâfirler üzerine oklar atılmaya başlandı. Bu durumu gören Yahûdîler geriye dönüp kaçtılar.
2. Gündüz vakti yıldız göstermesi: Yahyâ aleyhisselâm peygamber olarak vazîfelendirilip Şam’a geldikten sonra insanlar ona; “Hakîkaten peygambersen, bize gündüz gözü ile yıldızları göster.” dediler. İnsanların bu isteği üzerine Yahyâ aleyhisselâm duâ edip gündüz güneşin çevresindeki yıldızlar görünmeye başladı.
Kur’ân-ı kerîmde Âl-i imrân, Meryem ve Enbiyâ sûrelerinde Yahyâ aleyhisselâmdan bahsedilmektedir.
Osmanlı âlim ve evliyâsından. İsmi Yahyâ olup, Beşiktâşî diye de tanınır. Şamlı Ömer Efendinin oğludur. AslenAmasyalıdır. Beşiktâşî Müderris Yahyâ Efendi; İbn-i Ömer el-Arabî, Yahyâ bin Ömer Beşiktâşî ve Molla Şeyhzâde gibi isimlerle tanınıp meşhur olmuştur. 1494 (H.900) senesinde Trabzon’da doğdu.
Babası Şamlı Ömer Efendi, uzun müddet Trabzon’da kâdılık yaptı. Yahyâ Efendi orada dünyâya geldi. Kânûnî Sultan Süleymân da, Trabzon’da aynı sene aynı haftada doğdu. Kânûnî ile süt kardeşi oldular. Kânûnî, Yahyâ Efendiye “Ağabey” derdi.
İlk tahsilini, babasından ve orada bulunan başka âlim zâtlardan yapan Yahyâ Efendi, küçüklüğünden îtibâren ilim öğrenmeye başladı. Çok riyâzet ve mücâhede yaptı. Zâhir ve bâtınî ilimlerde yüksek derecelere, mânevî olgunluklara kavuştu. İlimdeki kemâlâtını arttırmak ve daha yükseklere kavuşmak maksadıyla, hilâfet merkezi olan İstanbul’ geldi. Zenbilli Ali Cemâlî Efendinin hizmet ve derslerine kavuştu. Vefâtına kadar derslerine devâm etti. Kânûnî Sultan Süleymân, sultan olunca, ona çok yakın alâka gösterdi ve yardım etti.
Ali Cemâlî Efendinin vefâtından sonra müderris oldu. Yahyâ Efendi, uzun müddet çeşitli medreselerde vazîfe yaptıktan sonra, 1553 senesinde, Sahn-ı semân medreselerinden birine müderris tâyin edildi. İki sene sonra da emekli oldu. Emekliliğinden sonra inzivâya çekilip, yalnız kalarak hep ibâdet ve tâatle meşgul olmayı tercih etti. Beşiktaş’ta satın aldığı deniz kenarında bulunan bahçesinde, bir ev ve mescit yaptırdı. Sonraları evin etrâfında; medreseler, hamam ve orada kalanların barınacakları odalar ve yol üzerinde herkesin gelip geçtiği bir yerde de, çok güzel bir çeşme yaptırdı. Pek mahâretli olup, inşaat işlerini bizzat kendisi yapardı.
Yahyâ Efendinin iyilik, ikrâm ve ihsânları pek çoktu. Bâzan şehrin ileri gelenleriyle ilim sâhiplerini dâvet eder, çeşit çeşit ikrâmlarda bulunurdu. Bâzan da fakirlere, yoksullara ziyâfet çeker, gönüllerini alırdı.
Beşiktaşlı müderris Yahyâ Efendi, ömrünün sonuna kadar Beşiktaş’taki yerinde, ibâdet ve mücâhede ile vakit geçirdi. 1570 (H.978)te burada vefât etti. Cenâze namazını Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi kıldırdı. Bahçesi yakınında bulunan ve daha önceden hazırladığı kabrine defnolundu. Cenâzesinde vezîrler, âlimler, zenginler ve fakirlerden müteşekkil çok kalabalık bir cemâat hazır bulundu. Kabri üzerine İkinci Selim Han tarafından türbe yaptırıldı. Daha sonra gelen Osmanlı sultanları, Yahyâ Efendinin türbesi, câmi ve zâviyesiyle diğer külliyesinin bakım ve tâmirini büyük bir hassâsiyetle ve aksatmadan yapmaya devâm ettiler.
Yahyâ Efendi, çeşitli ilimlerde söz sâhibi olup, naklî ilimlerden başka; tıp, hikmet, hendese ve fizik gibi aklî ilimlerde de mahâret ve ihtisâs sâhibiydi. Duâsı, Allahü teâlânın izniyle hastalara şifâ olurdu. Hem zâhirî, hem de bâtınî kemâlâtâ sâhipti. Ziyâretine gelenler, onun kereminden, kerâmetinden, hikmetli sözlerinden, tıbba dâir bilgilerinden, ilim ve fazîletinden istifâde eder ve feyz alarak dönerlerdi. Sohbetinde bulunanların herbirine; “Âşık” diye hitâb ederdi. Sohbetlerinde din büyüklerinden bahseder, onların menkıbelerini, güzel hâllerini anlatırdı.
Kânûnî Sultan Süleyman Han, Yahyâ Efendinin pek yüksek bir zât olduğunu, Hızır aleyhisselâmla görüştüğünü bilir, kendisini de görüştürmesini isterdi. Aralarında geçen bir menkıbe şöyle anlatılır:
Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizâsına gelince, kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı. O da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindi, birlikte giderlerken, Yahyâ Efendinin ahbâbı, devamlı Kânûnî’nin parmağındaki çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli farkedince, parmağındaki yüzüğü çıkarıp; “Buyurun, daha yakından iyice bakıp inceleyebilirsiniz” diye uzattı. O zât yüzüğü aldı, evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler. Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince, kayık kıyıya yanaştı. O zât ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultan’a uzattı. Avucundaki suda, biraz önce denize attığı yüzük görünüyordu. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes yine çok hayret ettiler. Kânûnî elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi. Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönerek; “Ağabey, neler oluyor?” deyince; “O gördüğünüz Hızır aleyhisselâmdı.” cevâbını verdi. Bunun üzerine Kânûnî; “O hâlde bizi niye tanıştırmadınız?” deyince; Yahyâ Efendi; “O kendini tanıttı. Ama siz tanımakta geç kaldınız!” buyurdu.
Yahyâ Efendinin iki oğlu olup, her ikisi de babaları gibi ilim ve irfân âşığı kimselerdi. Babalarının yolunda bulunmuşlar, vefâtlarında aynı türbeye defnolunmuşlardır.
Yahyâ Beşiktâşî hazretlerinin şâirliği de kuvvetliydi. Müderris mahlasıyla tasavvufî şiirleri ve müretteb Dîvân’ı vardır.