YAĞLAMA
Alm. Schmierung, Fr. Lubrification, İng. Lubrication. Birbirine sürterek çalışan makina parçaları arasındaki sürtünme, aşınma ve ısınmayı önlemek için sürtünen yüzeyler arasında farklı bir madde kullanma. Makinalarda birbirine sürterek çalışan yataklar makinanın fonksiyonlarını yapması bakımından hayâtî önem taşırlar. Yataklarda temas eden yüzeyler kayma veya yuvarlanma hareketi yaparlar. Bu hareket esnâsında sürtünme, aşınma ve sürtünme neticesinde ısınma meydana gelir (Bkz. Sürtünme). Bunlar yatağın görevini yapması açısından istenmeyen faktörlerdir. Yatak yüzeyleri arasında kullanılan yağlayıcı madde vâsıtasıyla sürtünme ve aşınma azaltılır, ısı yatak bölgesinden uzaklaştırılır. Yağlayıcı yatağa ya açık olarak gönderilip yağlamadan sonra tekrar kullanılmaz; veya kapalı bir devrede tekrar tekrar yatağa geri dönderilir.
Yağlayıcı maddenin yağlama görevini yapabilmesi için bâzı özellikler taşıması gerekir. Yağladığı yüzeylere iyi yapışması, kendi iç sürtünmesi az olması, yatak yüzeylerini kimyâsal olarak etkileyip bozmaması, sıcaklık ve atmosfer etkilerine karşı dayanıklı olması gerekir. Bu hususları yerine getiren yağlayıcı maddeler katı, plastik, sıvı ve gaz olmak üzere dört gruba ayrılırlar.
En çok kullanılan katı yağlayıcılar grafit, teflon ve molibden disülfit (Mo S2)tir. Grafit bilhassa yüksek sıcaklıklara ve radyoaktif ışınlara maruz yataklarda kullanılır (atom reaktörleri, uzay araçları). MoS2 radyoaktif yerlerde, teflon daha çok kimyâsal tesirlere maruz yerlerde kullanılır.
Plastik yağlayıcılar bir mâdenî sabuna emdirilmiş mâdenî veya sentetik yağdan meydana gelen greslerden ibârettir. Açıkta çalışan ve uzun yağlama süresi gerektiren yataklarda kullanılır.
Sıvı yağlayıcılar organik mineral ve sentetik olmak üzere üç gruba ayrılır. Organik olanlar bitki ve hayvan esaslıdır. Gıdâ endüstrisinde yaygın olarak kullanılır. Bitki esaslı hintyağı, şalgamyağı, zeytinyağı ve hayvan esaslı mafsal/kemik yağı (saatçılıkta kullanılır) bâzı organik yağlardır. Mineral yağlar petrol esaslı olup ince, hafif ve ağır olarak sınıflanırlar. Sentetik yağlar sentetik olarak îmâl edilen çeşitli esterler, silikon vb. yağlardır.
Gaz yağlayıcılar, çok yüksek hızlarda çalışan yataklarda ve nükleer reaktörlerin (bilhassa gaz soğutmalı olanların) yataklarında kullanılır. Hava, karbondioksit veya bir soy gazdan ibârettir.
Yağlamanın hedefine ulaşabilmesi için yağlayıcı madde yanında yatak malzemesinin de önemi vardır. Bunlar kullanılacağı yere göre seçilirler. Kalay, kurşun, antimon, bakır, aliminyum, çinko vb. metallerin alaşımları ve çeşitli bronzlar gibi metalik yatak malzemesi olduğu gibi teflon, odun, lastik gibi metalik olmayanlar da vardır.
Alm. Fette (n.pl), Fr. Corps gras (m.pl.), İng. Oils and fats. Kimyâsal yapısı gliseritlerden oluşan nebâtî veya hayvânî ürünlerin ortak adı. Genel olarak lipidler diye de isimlendirilirler.
Lipidler genellikle nötral yağlar ve lipoidler olarak iki ana gruba ayrılırlar. Lipoidler yağlarla birlikte bulunan, yağa benzeyen maddelerdir. Kayganlık hissi veren, suda çözünmeyen ve uçucu olmayan yağlar oda sıcaklığında katı veya sıvı hâlde bulunabilir.
Besinlerin önemli bir grubunu meydana getiren yağlar, saf kimyevî bileşik olarak, çift karbon sayılı (4-24 karbonlu) doymuş ve doymamış yağ asitlerinin gliserin triesterleridirler. Yâni yalnız C, H ve O’dan yapılmışlardır, azot ihtivâ etmezler. Kalori veren besinlerin başında gelirler. Proteinler ve karbonhidratlar bir gram başına 4 kcal verdikleri halde yağlar 9 kcal verirler. Mono ve digliseridler tabiî yağlarda ancak % 0,1-0,4 kadar bulunurlar. Tabiî yağlarda trigliseridler yanında pek az miktarda, çok sayıda başka maddeler (lipoidler) bulunursa da bunların çoğu rafinasyon ile ayrılabilir.
Yağlar, süt yağı ve vücut yağı (iç yağı, don yağı, balık yağı) olarak hayvanlarda bulunudğu gibi bitkilerde de meyve ve tohum (zeytin, hindistancevizi, susam, fıstık, soya fasulyesi vs.)larda bulunurlar.
Yağlarda çok sayıda yağ asidi bulunmaktadır. Gliserinin her üç alkol grubu aynı asitle esterleşmiş olursa trigliserid basit trigliseriddir (tripalmitin, triolein, tristerin gibi). Gliserinin üç alkol grubunun iki veya üç ayrı asitle esterleşmesinden meydana gelmiş karma trigliseridler tabiî yağlarda bulunurlar.
Yağların yapısı ve sınıflandırılması: Yağların yapı taşları gliserin ve tabiî yağ asitleridir. Gliserin, formülü CH2-CHOH-CH2OH olan bir trialkoldür.
Yağ asitleri, alifatik monokarboksilli asitlerin büyük bir grubunu meydana getirirler. Bunların çoğu; yağlar, mumlar ve uçucu yağlar gibi ürünlerin başlıca bileşenleridirler. Doymuş ve doymamış yağ asitleri olarak iki gruba ayrılırlar.
Yağlar, kaynak, fizikî özellikler, kimyevî bileşim, kullanılış veya fizyolojik görevlerine göre sınıflandırılabilir. Kaynağına göre yağlar önce; 1) Nebâtî yağlar, 2) Hayvânî yağlar olarak iki büyük sınıfa ayrılırlar. Nebâtî yağlar meyve ve tohum yağları olabilirler.
Fizikî özellik bakımından yağlar katı, yarı katı ve sıvı olarak sınıflandırılabilirse de, böyle bir gruplama pek doğru değildir. Çünkü dış sıcaklığa göre, aynı yağ her üç özelliği gösterebilir.
Sıvı yağlar, teknik bakımından kuruma özelliğine göre kurumayan yağlar (iyod indeksi düşük, yaklaşık 90’ın altında), yarı kuruyan yağlar (iyod indeksi yakaşık 90-130) ve kuruyan yağlar (iyod indeksi 130’un üstünde) olarak doymamışlık derecelerine göre sınıflandırılırlar. Kuruyan yağlar sınıfında bezir yağı, haşhaş yağı, ayçiçek yağı, kendir tohumu yağı, ceviz yağı vs. yağlar bulunmaktadır. Soya fasulyesi yağı, pamuk yağı, tahıl, hardal yağları, yarı kuruyan; zeytin, fıstık, hint, kakao yağları kurumayan yağlardır.
Bütün yağlar, kâğıt üzerinde ısıtmakla kaybolmayan sâbit bir yağ lekesi meydana getirirler. Yağların yoğunlukları 1,0’dan küçüktür. Yâni sudan daha hafiftirler. Suda çözünmezler, alkolde pek az, fakat hidrofob çözücüler; eter, kloroform, benzin, benzen, karbon sülfür, karbontetraklorür vs. de çözünürler. Hindyağı petrol eterinde çözünmez, fakat alkolde erir. Yağlar kendileri gibi hidrofob maddeleri çözündürürler. Bundan parfümeride faydalanılmaktadır.
Kuvvetli asitlerle muâmele etmekle veya basınç altında su ile ısıtılmakla yağlar gliserin ve serbest aside hidrolizlenirler. Kuvvetli alkalilerin etkisiyle gliserin ve yağ asitleri alkali metal tuzları “sabun” meydana gelir. Genellikle yağların bu şekilde parçalanmasına “sabunlaşma” denir.
Yüksek yağ asitlerinin saf trigliseritleri tamâmen kokusuz ve tadsızdırlar. Tereyağı ve zeytinyağı gibi tabiî yağların karakteristik koku, renk ve tatları az miktarda ihtivâ ettikleri trigliserid olmayan başka maddelerden ileri gelir. Fakat düşük yağ asitlerinin gliseritleri de uçucudur ve bundan dolayı bâzı tabiî yağlara bunlar da koku verirler.
Tabiî yağların renkleri yağda eriyen pigmentlerin bulunmasından ileri gelir. Bu pigmentlerin başlıcaları karatinoitler ve klorofildir; birincisi kırmızı veya sarı rengi, ikincisi de yeşil rengi verir. İnek tereyağı bol miktarda karotin ihtivâ ettiği için sarı renktedir. Manda tereyağı karotin ihtivâ etmediğinden renksizdir.
Yemeklik yağların teknolojisi: Yağların bulundukları hayvânî veya nebâtî dokulardan ekstraksiyonunda uygulanan başlıca üç metod: Isı ile destraksiyon, basınç ve çözücülerle ekstraksiyondur.
Yağlarda bulunan istenmeyen maddelerin çoğu, yağ ekstraksiyonundan önce, yağlı maddelerde bulunan lipit, protein ve karbonhidrat maddeleri üzerine enzimlerin ve suyun etkisiyle meydana gelirler. Onun için tohum, yağlı meyveler ve yağlı hayvan dokusunun, bozucu etkileri en aza düşürecek biçimde saklanması ve taşınması gerekir.
Isı ile ekstraksiyon: Hemen hemen yalnız hayvânî yağ elde edilmesinde uygulanır. Isı, yağın hücrelerden dışarıya akmasını sağlar. Yalnız fazla ısı hücrelerin büsbütün parçalanmasına ve pişmişlik tadının meydana gelmesine sebep olur. Isı ile ekstraksiyon su ile birlikte “yaş ekstrakisyon” veya susuz olarak “kuru ekstraksiyon” olabilir. Yaş ekstraksiyonda yağ açık kazanda veya otoklavda buharla ayrılır. Açık kazan metodunda iyice kıyılmış yağlı dokular bir miktar su ile kazana konup, yavaş yavaş karıştırılarak yaklaşık olarak 50°C’ye kadar ısıtılır. Yağ üste çıkar ve oradan dikkatle alınır. Bunun ılımlı bir tadı vardır. Koku giderme işine pek lüzum kalmaz; fakat bu metodla dokudan yağın tamâmı çıkartılamaz. Şimdi daha çok otoklavda, nispeten yüksek sıcaklık ve 40 ile 60 psi basınçta buharla ekstraksiyon metodu uygulanmaktadır. Bu şekilde doku daha çok dağılmakta ve yağ ayrılması daha etkili olmaktadır.
Kuru ekstraksiyonda doku, buhar gömlekli ve karıştırıcılı yatay kazanlarda, vakumda ısıtılır. Yağın bir kısmı erimiş olarak dışarıya akıtılır, kalan kısmı ya basınçlı veya çözücüyle ekstraksiyon sonucu elde edilir. Bu metod yanmayan yağlar için kullanılmaktadır.
Basınçla yağ elde edilmesi: Bu metodla yağlı dokudan yüksek basınç altında yağ çıkarılır. Bâzı durumlarda, meselâ zeytinyağında, birden fazla basınç uygulanır. İlk basınçta az verimle fakat en iyi kalitede yağ elde edilir. Sıcak basınçla daha iyi verim alınırsa da, bu sırada istenmeyen müsilaj, renk, koku ve tad veren yabancı maddeler ve serbest yağ asitleri yağa karışırlar. Basınçla bütün yağı, yabancı maddelerden ayırmak zordur. Basınç metodu genellikle bitkilerden elde edilen yağlarda uygulanır.
Çözücü ile ekstraksiyon: Bu metod Fransız E. Deiss’in 1855’te Marsilya’da zeytinden karbon sülfürle yağ elde etmesiyle başlamıştır. Amerika’da bu metod başlıca petrol eteriyle soya yağı ekstraksiyonunda uygulanmaktadır. Sürekli ters akım cihazlarıyla bu metod Avrupa’da başka yağlara da uygulanmaktadır. Genellikle kullanılan çözücüler petrol eteri, benzen, trikloretilen, sikloheksan, karbon sülfür ve alkoldür.
Yağların rafinasyonu: Yağlı maddelerden elde edilen yağlar, temel madde olan trigliseridlerden başka yabancı maddeler de ihtivâ ederler. Bunlar yağın cinsi ve miktarına göre değişirler. Bunlardan bâzıları yemeklik yağlarda istenmezler. İnsan beslenmesine yarayan iç yağlar ve tereyağı gibi kara hayvanları yağları, uygun metodlarla elde edilerek, ayrıca bir rafinasyona gerek olmadan tüketilir ve saklanabilirler. Tereyağı daha dayanıklı hâle getirilmesi için eritilerek sâdeyağ şekline dönüştürülür.
Genellikle insan beslenmesinde kullanılan bitkilerden elde edilen ham yağlar yağlı meyve veya tohumun hasadından hemen sonra elde edilmişse, meselâ presle elde edilmiş tâze zeytinyağı ve ayçiçeğiyağı gene çok saftır. Doğrudan doğruya beslenmede kullanılabilirler.
Uzun taşıma ve depolama sırasında ham yağ hava, sıcaklık, nem ve enzimlerin tesiriyle içindeki istenmeyen maddelerin miktarı artar. Yağların saklanabilmeleri, yemeklik yağ olarak kullanılabilmeleri, kezâ margarin ve mayonez gibi yağlı ürünler elde edilmesinde kullanılmaları oldukça zordur. Ham yağlarda bulunabilen bu istenmeyen maddeler çoğu karbonhidrat olan zamklı maddeler, pigmentler, su, serbest yağ asitleri, fosfatidler, aldehitler, ketonlar, hidrokarbonlar ve uçucu yağlar gibi koku ve tad veren maddelerdir.
Yağları bu istenmeyen maddelerden kurtarma, kalitesini yükseltme işlemlerine rafinasyon (arıtma) denir.
Yağların sertleştirilmesi:
Sıvı yağlardan katı yağların elde edilmesine yağların sertleştirilmesi denir. Eskiden bu iş doymamış yağların yalnızca hidrojenlenmesi anlamına gelirdi (Bkz. Hidrojenlenme). Hidrojenlenmeyle doymamış yağ asitleri nikel, kobalt, palladyum vs. gibi katalizatörle birlikte hidrojen atmosferinde indirgenerek doymuş yağ asitlerine dönüştürülürler. Bundan özellikle margarin sanâyiinde istifâde edilir. (Bkz. Margarin)
Yağların bozulması:
Yağlar ısı, ışık, su, hava ve bâzı metaller gibi dış tesirler ve bakteri, maya ve küf mantarları gibi mikroorganizmaların etkisine karşı hassastırlar. Bekletilmeleri sırasında bu faktörlerin tesiriyle yağlar “yağ bozulması” veya “acılaşma” dediğimiz, kimyevî olarak çok yönlü değişmelere uğrarlar. Bunun sonucu tad ve koku değişmesi olur ve sonunda da yağ yenilemez duruma gelir. Bu olay yağların hidroliz olması ve atmosfer oksijeniyle yükseltgenmesi sonucu değişik maddelerin meydana gelmesinden ileri gelir.
Alm. Ölfarbe, Ölanstrich, Fr. Coulevr ahvile, İng. Oil Paint. Bir koruyucu olarak veya dekoratif gâyeyle bir yüzeye tatbik edildiği zaman, o yüzeyde kalıcı ve sert bir film tabakası meydana getiren sıvı. Meselâ, ahşap binâların hava şartlarından, metallerin korozyondan korunmaları için, yüzeyleri yağlıboya ile boyanır. Yağlıboyalar dekoratif gâyelerle çok kullanılır. Okul, hastâne, büro vs. yerleri hoş ve parlak renklere büründürmek için kullanılır. Ayrıca yağlıboya tabloları bunlarla yapılır.
Yağlıboyada bulunan esas maddeler:
1. Bağlayıcılar: İnce boya tabakası hava oksijenine mâruz kaldığında, boyada bulunan bağlayıcı madde polimerize olup kurur ve sert bir satıh meydana getirir. Bağlayıcının çabuk kuruma ve sağlam bir film tabakası meydana getirme özellikleri bulunmalıdır. Bu gâyeyle eskiden beri keten tohumu yağı, diğer bâzı yağlarla muâmele edilerek veya karıştırılarak kullanılmıştır. Film tabakasının meydana gelmesinde hem bir oksidasyon, hem de bir polimerleşme olayının vukû bulduğunu keşfeden kimyâcılar 1920’lerden sonra film yapıcı ürünler olarak sentetik reçineler sentez etmeye başladılar. Meselâ, önemli bir sentetik bağlayıcı olan alkit reçinesi gliserin veya pentaeritritol gibi bir polialkolin, ftalik, izoftalik veya maleik asit gibi bir polibazik asitle reaksiyonundan elde edilir. Plastik boyalarda kullanılan bağlayıcılar da tiren, butadien, polivinil asetat ve akrilik reçinesi gibi lateks olarak adlandırılan sentetik reçinelerdir.
Boyalarda kullanılan bağlayıcılar ve özellikleri:
Keten tohumu yağı: Hava ve suya dayanıklı esnek ve yapışkan.
Fenolik reçineler: Çabuk kurur, sağlam, kararmaya meyilli.
Alkit reçineleri: Hava ve suya dayanıklı, sağlam ve yapışkan.
Üre melâmin: Kimyevî maddelere dayanıklı sert ve gevrek bir tabaka, fakat satıha kolay yapışmaz.
Vinil asetat: Işığa suya dayanıklı, kolay yapışan, fakat ısı, asit ve alkalilerden etkilenir.
Akrilik reçineler: Yapışkan, kimyevî maddelere, ışık ve ısıya dayanıklı.
Polivinil alkol: Kimyevî maddelere dayanıklı ve gerilme direnci çok yüksek.
Silikonlar: Isı direnci fevkalâde.
Epoksi reçineleri: Yüzeye yapışması mükemmel, kimyevî maddelere dayanıklı ve sağlam.
Poli üretanlar: Hava şartlarına, kimyevî maddelere fevkalâde dayanıklı ve sağlam.
Stirenli alkit reçineleri: çabuk kurur, hava ve alkalilere dayanıklı.
2. Çözücüler: Boyalar için kullanılan ve uçucu olan bu maddeler inceltici olarak da bilinir. Plastik boyalarda inceltici olarak su kullanılır. Yağlıboyalarda ise değişik uçuculukta olan, bir seri organik sıvı karışımları kullanılır. Yağlıboyaların başlıca incelticisi olan tiner, toluen ekseriyetli bir hidrokarbon karışımıdır.
3. Boyar maddeler (pigmentler): Bir boyada kullanılan boyar madde sâdece renk veya dekoratif özellik vermez, aynı zamanda boyanan filmin mekanik özelliklerine de katkıda bulunur. Nemin boya filmine geçişini kontrol ettiği gibi ışığın zararlı etkilerini de perdeler. Boyar madde renginin karakteristik özelliği bâzı ışınları emmesi ve diğerlerini de yansıtması özelliğine dayanır. Meselâ, beyaz pigment ışığın az kısmını tutar, buna mukâbil siyah pigment ışığın çoğunu tutar. Az bir kısmını yansıtır. Boyanın ışığı tutma gücü, kırılma indisine bağlıdır. Bu da pigmentin özelliğine bağlı olmakla berâber kurumakta olan boya filmindeki pigmentin tâne büyüklüğüne ve miktarına da bağlıdır.
Titandioksit (TiO2) ilmenit mineralinden elde edilen önemli bir beyaz pigmenttir. Boya tekniğinde korozyonu önleyici pigmentlerin başında sülügen tozu, bazik kurşun sülfat, bazik çinko kromat, stronsiyum kromat ve kalsiyum plumbat gelir. Bu maddeler tatbik edildikleri metalle kimyâsal bir birleşmeye girerek, yüzeyde geçirmezlik sağlarlar. Yâni geliştirilen korrozyon önleyici bir pigment bazik kurşun kromat kabuğu ile silis çekirdeğinin kaynaşmasından ibârettir.
Paslanmaz çelik, çinko ve alüminyum gibi metalik pigmentler korrozyona dayanıklı boyalarda (özellikle gemi ve köprüler için) geniş çapta kullanılırlar. Metallik tozlar (genellikle alüminyum tozları) fazla dekoratif otoların son boyamasında kullanılırlar. Çinko tozu ise paslanmaz çeliği korrozyona karşı korur. Burada çinkonun galvanik bir etkisi olup, kendisi anod çelik ise katod kutup durumundadır.
4. Kurutucular: Kurutucular boya filminin oksitlenmesine yardımcı olup, kurumayı hızlandıran kimyevî maddelerdir. Kobalt, mangan, baryum ve kurşun tuzları yaygın bir şekilde kullanılan kurutuculardır.
5. Dolgu maddeleri: Dolgu maddeleri inert ve ucuz maddeler olup, boyaya belirli bir kıvam kazandırırlar. Bunlar boyanın mekanik özelliklerini de geliştirirler. Meselâ, kuruyan boya filminin çatlamasını önler ve boyanın aşınma direncini arttırırlar. Bunlar kezâ bitmiş boyanın düz ve parlak olmasını sağlarlar. Dolgu maddesi olarak kullanılan bu maddeler başlıca tebeşir, kil, mika, alçı, talk ve silistir.
6. Yüzey aktif maddeler: Bunlar da çözünmeye yardım eden ve pigmentin boyada dağılmasını sağlayan maddelerdir.
Alm. Regen (m), Fr. Pluie (f), İng. Rain. Havadaki su buharının gerekli (uygun) ortama ulaştıktan sonra yoğunlaşarak yeryüzüne su damlacıkları hâlinde düşmesi. Yağmurun önemi çok büyüktür. Çünkü bütün canlıların hayatlarının devam etmesi, büyük ölçüde suya bağlıdır. Bu suyun tabiî olarak gerek canlılar ve gerekse bitkiler tarafından temin edilebilmesi ise yağmurun yağmasına bağlıdır. Yağmur, zamânında yeter derecede yağmazsa toprak nemsiz kalacağından bitkiler kendi ihtiyaçları olan suyu alamayıp kuruyacaktır. Yine hayvanlar ve insanlar da bu kuraklık neticesi sularını temin edemeyeceklerdir. Bu arada tarım alanları da sulanamayacağı için yiyecek sıkıntısı da olacaktır. Bu ehemmiyetinden dolayı, dînimiz yağmuru rahmet olarak da adlandırmaktadır.
Yağmurun meydana gelişi: Yağmur, suyun “su-buhar-yağmur” çevriminin bir parçasıdır. Bilindiği gibi su normal şartlarda sıvı hâlinde bulunur. Sıcaklığın artmasında buhar hâline dönüşen su, havaya yükselerek bulut kümeleri hâlinde toplanır. Genelde suyun dâima 100°C’de buharlaştığı sanılır. Su havanın basıncına bağlı olarak 100°C’nin altındaki sıcaklıklarda da, meselâ 20°C civârında da buharlaşabilir. 100°Cise 1 atmosfer basınç altında suyun kaynama ve hızlı buharlaşmaya başladığı noktadır.
Bulutların meydana gelmesini sağlayan su kaynakları büyük ölçüde okyanuslar, denizler, göller ve nehirlerdir. Hava sıcaklığının artmasına bağlı olarak suyun buharlaşması fazlalaşır. Bu yüzden sıcak kuşak denizleri (ekvator bölgeleri) bulutların en fazla meydana geldiği yerlerdir.
Sıcaklığın artması suyun buharlaşmasını arttırdığı gibi; havanın bu buharları (nemi) taşıma kapasitesini de yükseltir. Misâl olarak 1 m3 hava 0°C’de 17,3 gram nem taşıyabilir. Bu sıcak havaların daha fazla yağış getirebileceğini de göstermektedir. Nitekim lodostan esen rüzgârlar sıcak bölgelerden geldiğinden çoğu defâ yağışı da berâberinde getirmektedirler. Ama bu mutlaka böyle olur demek değildir. Diğer yönlerden esen rüzgârlar da yağış getirebilirler.
Buharlaşarak havaya karışan su zerrecikleri havada yükselmeye başlar. Bu zerrelerin kümeleşmesi bizim bulut dediğimiz olaydır. Bulutlar içindeki nem oranının azlığına, çokluğuna göre alçakta veya yüksekte toplanır. Nemi en fazla olanlar alçak olanlardır. Bu alçak bulutlar çok çabuk yağmur hâline dönüşebilir. Bununla birlikte yüksek bulutlar da aşağıda belirtilecek olan şartların meydana gelmesiyle yağış hâline dönüşebilir.
Bunların yağış hâline dönüşebilmesi için, bulutu taşıyan havanın sıcaklığının düşmesi lâzımdır. Şöyle ki; havanın sıcaklığının artmasıyla taşıyabileceği nem oranının da artmasına mukâbil, havanın sıcaklığının düşmesiyle de taşıyabileceği maksimum nem miktarı da azalacaktır. Bu miktarın üzerindeki nem tekrar yoğunlaşarak su hâline gelir. Bu su damlacıkları ise yerçekimine tâbi olarak aşağıya düşmeye başlayınca artık yağmur adını alır.
Yağmur başlıca şu hallerde meydana gelebilir:
1. Denizlerden suyun buharlaşarak yükselmesi neticesinde kümeleşen bulutlar rüzgârla birlikte sürüklenerek soğuk yerlere giderek yoğunlaşır ve yağış hâline dönüşür.
2. Bu bulutlar yüksek dağ silsilelerine çarparak alçaklara göre soğuk olan bu yerlerde yağışlar meydana getirirler. Misâl olarak Rize dolaylarının fazla yağış alması bu sebeptendir.
3. Havanın alçak basınç alanlarından gelen bulutlar yüksek basınç alanlarıyla karşılaşınca yine yağış meydana gelir. Çünkü basıncın yükselmesi yoğunlaşmayı arttırır.
Dünyâda en fazla yağış alan yerler ekvator bölgesi ve muson memleketleridir. Buralarda sıcaklık çok yüksek olduğundan buharlaşma da çok olur. Bu buharlar bu bölgelerdeki yüksek yerlere çarparak veya soğuk memleketlerden gelen rüzgârlara çarparak hemen yağmur hâline dönüşüverir. Bu bölgeler bütün yıl yağışlıdır.
Diğer yerlerdeki karaların kıyıları iç kısımlarına göre daha fazla yağış alır. Denizden gelen bulutlar daha iç kısımlara gitmeden kıyı bölgelerinde yağmuru sıcak farkından dolayı bırakır. Bu yüzden denizden uzak memleketlerde kuraklık daha fazla olur. Umûmiyetle kıtaların batı kıyıları daha fazla yağış alır. Bunun sebebi ise rüzgârların büyük ölçüde batıdan esmesidir.
Havada yağmurun meydana gelebilmesi için toz ve minerallerden hâsıl olan yoğunlaşma çekirdeklerinin olması gerektiği anlaşılmıştır. Bu çekirdekler rüzgâr vs. gibi atmosferik olaylarla havaya karışan toz mineralcikleridir. Yoğunlaşma bu çekirdekler etrâfında başlamaktadır. Bu hâdiseden kaynaklanarak sun’î olarak yağmur yağdırılıp yağdırılamayacağı araştırılmış ve neticede yağmur bombaları îmâl edilmiş. Bu bombaların esâsı da bulutun içinde sun’î olarak yoğunlaşma çekirdeklerini taşıyan bu bombanın patlatılarak bu çekirdekleri bulut içine dağıtmaktan ibârettir.
Sun’î olarak yağmur bombası ile yağmur yağdırabilmek için yağışa elverişli bulutların bulunması gerekir. Yoksa hiç bulut yokken bomba ile yağmur yağdırılması demek değildir. Bu bir nevi bulutların sağılmasıdır.
YAĞMUR BOMBASI (Bulut Tohumlama)
Alm. Regensbombe (f), Fr. Bomba à pluie, İng. Rain-bomb. Çok soğuk bulutlara, buz kristalleri saçarak yağmur ve kar şeklinde yağışın sağlanması. Çok soğuk bulutlar sıkça görülür. Bunlar 0°C’nin altında veya hattâ -40°C’nin altında bulunan çok küçük su damlacıklarından ibârettir. Böyle bir buluta buz kristallerinin atılması şartları değiştirir. Kristaller suya göre daha düşük buhar basıncına sâhip olduğu için, su damlacıklarının buharlaşmasına sebep olurlar. Daha sonra bu nem, buz kristallerinin üzerinde yoğunlaşır. Böylece, buz kristallerinin büyüklüğü aşağı düşerken sürekli artar. Bu şekildeki bulut tohumlaması, yüksek seviyelerde buz kristallerinin oluşması ile tabiî olarak meydana gelir. Buz kristallerinin buluta düşmesi veya atmosferdeki buzlaşmış tozların bulunması olayı tamamlar.
Metod: Sun’î bulut tohumlaması havadan veya yerden yapılabilir. Bir uçak kullanılarak, bulutların içine katı karbondioksit (kuru buz) tanecikleri saçılır. Sıcaklıkları çok düşük olduğu için bu tâneciklerde çok miktarda buz kristalleri vardır.
Diğer bir metod, mikroskopik gümüş iyodür parçacıkları veya benzer maddeleri “duman” şeklinde havadan veya yerden bırakmaktır. Bu parçacıklar buluta düşer veya çekilirse, bunlar buz kristallerinin meydana gelmesinde merkez teşkil eder. Birkaç santimetreküplük madde, kilometreküplük çok soğuk bulutları tohumlamak için kâfidir. Bu sebeple atmosferde büyük hacimlerle meşgul olunması ekonomiktir.
Kullanılışı: Bulut tohumlaması, bulutta önemli değişiklikler meydana getirir. Isı ortaya çıkarır, su taneciklerinin tabiatını, büyüklüğünü ve sayısını değiştirir. Nem ve hava akımını da değiştirir. Bu anlamda hava şartlarını değiştirmek gâyesiyle önemli bir araç olarak kullanılır. Hava alanlarını kaplayan çok soğuk bulutlarda delik açmak veya çok soğuk sisleri ortadan kaldırmak için kullanılır. Bulut mevcutsa, yağmur ve kar yağışını bir bölgede artırmak için de kullanılır. Ayrıca doludan meydana gelecek mülk ve zirâî hasarı önlemek için kullanılır.
YAĞMURKUŞU (Charadrius pluvialis)
Alm. Gold-regenpfeifer, Fr. Gravelot, İng. Golden plover. Familyası: Yağmurkuşugiller (Charadriidae). Yaşadığı yerler: Dünyânın hemen her tarafında, tuzlu ve tatlı su kıyılarında. Özellikleri: Uzun bacaklı, tombul göğüslü bir kıyı kuşu. Uzunluğu 28 cm kadardır. Sonbaharda güneye göç eder. Eti pek fazla beğenilmez. Çeşitleri: 36 kadar türü vardır: Yaldızlı yağmurkuşu, büyük kolyeli yağmurkuşu, küçük kolyeli yağmurkuşu meşhurlarıdır.
Bataklıklar ve çakıllı su kenarlarında yaşayan bir kıyı kuşu. Boyu 28 cm’dir. Kanat açıklığı 60 cm’ye ulaşır. Tombul göğüslü, uzun bacaklıdır. Parmakları birbirinden çok ayrıktır. Gagası bacaklarına oranla kısadır. 36 kadar çeşidi vardır. Bir kısmının sırtı siyah, kahverengi veya gridir. Karınları beyazdır. Üreme dönemlerinde sırtlarında çil çil altın sarısı benekler meydana gelir. Uzun ve sivri kanatlarıyla hızlı uçabilirler. Kuzeyde yaşayan türleri göçmendir. Pasifik yağmurkuşları hiç mola vermeksizin, Alaska ile Hawai adaları arasında 3500 km’lik mesâfeyi katederler. Saatteki hızları 60-110 km’dir. Çoğunun göğüs veya karnında koyu bir leke bulunur. Gündüz ve gece aktif olduğundan gözleri oldukça büyüktür. Yeni Zeland yağmurkuşu diğer türleri gibi göç etmez. Yaşadığı bölgeden ayrılmaz. Üreme mevsiminde karın bölgesi kestane rengini alır. Yağmurkuşları böcek, böcek larvaları ve yumuşakçalarla beslenir. Yuvalarını karada basit oyuklara yaparlar.
2-4 kadar benekli yumurta yumurtlarlar. Erkek ve dişi sıra ile kuluçkaya yatarlar. Islığa benzer sesler çıkarırlar.
Yurdumuzda yaz aylarında kumlu ve çakıllı su kıyılarında yaygın olarak küçük kolyeli yağmurkuşuna rastlanır. Gagası sarı, ayakları pembe, sırtı toprak renginde, karın altı beyazdır.
(Bkz. Acıbakla)