VOLFRAM (Tungsten)
Alm. Wolfram (n), Fr. Wolfram (m), İng. Wolfram. W sembolüyle gösterilen metalik bir element.
Bulunuşu: Yeryüzünde mineral damarlarında ve nehir sularının getirdiği mâden birikintilerinde bulunur. Kayaçlarda ton başına 1,5 gram nispetinde mevcuttur. En önemli minerali kalsiyum volframat (CaWO4) bileşiminde olan şelit adlı mineraldir. Bundan başka wolframit [(Fe,Mn)WO4], hübnerit (MnWO)3 ve ferberit (FeWO4) mineralleri de vardır. En önemli volfram kaynakları Burma’da bulunur. Üretimin iyi olduğu bir ülke de Portekiz’dir. Bundan başka ABD’nin bâzı bölgelerinde de kıymetli volfram kaynakları mevcuttur. Türkiye’de Uludağ’da da vardır.
Özellikleri: Periyodik tablonun VI B grubunda bulunur. Atom numarası 74, atom ağırlığı 183,92’dir. Erime noktası 3410°C, kaynama noktası 5930°C ve özgül ağırlığı 19,3 g/cm3tür. Elektron düzeni (Xe) 4 f14 5d4 6s2 şeklinde olup, bileşiklerinde +2’den +6 ‘ya kadar değerlikler alabilmektedir.
Volfram parlak, camı çizebilecek kadar sert ve dövülebilir bir metaldir. Hava oksijenine karşı çok dayanıklı olup, kızıl derecede WO3 meydana getirerek yanar. Mineral asitlerinden kolay etkilenmez. Florür asidi ve altın suyu bile çok yavaş etki eder. Alkalihidroksitlerle eritilirse volframat durumuna geçer.
Bileşikleri: En önemli volfram bileşiği Mohs sertliği 9,5 olan Volfram karbürdür. Volfram karbür tek başına veya başka metal karbürleriyle birlikte dökme demirin, testere ve matkapların kesici uçlarının ve zırh delici mermi çekirdeklerinin sertliğini arttırmak maksadıyla kullanılır. Metal benzeri bir yoğunluğu olup, mavimsi açık gri renklidir. 2600°C’de erimeden ayrışır.Çimentolanmış volfram karbür-kobalt malzemelerinin ticârî önemi vardır. Diğer önemli bileşikleri H2WO4 (volframat asidi), WO3, WCI2 WCl4 ve WCl6’dır.
Elde edilişi ve kullanılışı: Volfram minerallerinden soda eritmesiyle önce sodyum volframat yapılır. Elde edilen çözeltinin asitlendirilmesiyle WO3 çökeltisi meydana gelir. Bu da H2 ile 1200°Cdolaylarında indirgenirse saf metalik volfram siyah toz hâlinde ele geçer. Saf metalik volfram Goldschmitt prosesiyle de elde edilir. Bu proseste volframat asidi alüminyum talaşı ile veya mangal kömürüyle elektrik fırınında indirgenerek elementel volfram ele geçer.
Volfram demir, alüminyum gibi metallerle iyi özellikleri hâiz alaşımlar yapar. Volfram çeliği oldukça sert, sağlam, yüksek manyetik özellikli ve kolay paslanmayan bir çeliktir. Volframın alüminyumla olan alaşımı hafif ve sert olduğundan otomobil konstrüksiyonlarında geniş çapta istifâde edilir. Uzay sanâyiinde roket motorlarının bile boğazlarının ve hücum kenarlarının yapımında volframdan faydalanılır.
Volfram erime noktasının çok yüksek olması sebebiyle elektrik ampullerinde ve fırınlarda direnç teli olarak kullanılır.
Avrupa’nın en uzun nehri. Uzunluğu takriben 3500 km olan Volga, Moskova ile Leningrad arasındaki Valday tepelerinden doğar. Deniz seviyesinden 28 m aşağıda olan Hazar Denizine dökülür. Valday tepelerinde bulunan birçok göl ve bataklıklardan gelen kaynak kollarının birleşmesiyle meydana gelen Volga, R’jev’den îtibâren ulaşıma elverişli bir hâlde akar. Moskova Kanalıyla birleştiği yerden sonra genişliği 230 m’yi bulur. Bundan sonra nehirde düzenli bir ulaşım sağlanır. Volga’nın yatağı üzerinde beş adet baraj bulunur. Bu barajlardan Volgograd Baraj Gölündeki santral, dünyânın belli başlı hidroelektrik tesislerinden biridir.
Bundan sonra Don Nehrine 72 kilometre yaklaşır ve iki nehir arasında açılan bir kanal vâsıtasıyla Azak ve Hazar denizleri arasında ulaşım sağlanır. Hazar denizine 50 km kala 200’den fazla kola ayrılarak Volga Deltası meydana gelir. Bu deltanın genişliği 100 km’den fazladır.
Volga Havzası, 1.360.000 kilometrekarelik bir alanı kaplar. Aynı zamanda Rusya’nın nüfûsunun büyük bölümü bu havzada yaşar. Bölge ulaşıma elverişlidir.
Volga kışın üç ayında donar. Bu zaman zarfında da nehirden karayolu olarak faydalanılır. Volga’nın kıyılarında Rusya’nın önemli limanları ve ticâret merkezleri yer almaktadır. Bunlardan en önemlileri Stalingrad, Gorki, Kalinin, Kazan, Kuybişev ve Volgograd’dır. Ortaçağdan beri bir ticâret yolu olan Volga, bugün hâlâ önemli bir ulaşım yoludur.
Alm. Vulkan (m), Fr. Volcan (m), İng. Volcano. Magmanın yerkabuğunu yararak taş parçaları ve ergimiş maddeler hâlinde çıkıp çevreye yayıldığı yer. Magma, ergimiş hâlde maddeler olduğu için çok sıcaktır. Bu yüzden yerkabuğunu yardığı yerde kayaları ve suları gaz, buhar ve irili ufaklı taşlar hâline getirerek genleşmenin neticesinde infilâk ederek yukarıya doğru fırlatır. Sıvı hâlde akan ergimiş maddelere lâv denir.
Dünyâ üzerinde teşekkül etmiş ve devam etmekte olan volkanlar çıkardıkları lâv ve parçaların yayılış şekline göre başlıca iki ana tipe ayrılır. Bunlardan kubbe tipi volkan büyük patlamalar meydana getirmeyen, taş toprak parçalarını savurmayan, çıktığı yerde geniş sahalara yayılarak bir kubbe biçimi olan alçak yapılı volkanlardır. Okyanus dibinden meydana çıkan Hawaii Adaları bu cinstendir. Volkanların diğer cinsi ise büyük patlamalarla başlayıp etrâfına taş, kaya toprak yağdıktan sonra lâv birikintileri trik bir koni biçiminde meydana gelen birleşik volkan cinsidir. Bu tür volkanlar yanardağ olarak da adlandırılır. Bu yanardağlar 3000-4000 metreye ulaşır. Tepe noktasında çapı 1500 metreyi geçmiyen krater ihtivâ eden Vezüv, Fuji ve Mayon yanardağları bu cins volkana misâldir.
Dünyâ üzerinde muhtelif zamanlarda faaliyete geçmiş 430 volkan vardır. Bunlardan 275 adedi kuzey yarımkürede, 155 adediyse güney yarımkürede yer alır. Okyanuslarda 2500 adet volkanik faaliyet kaydedilmiştir. Bunlardan 2000 adedi Pasifik Okyanusunda olmuştur. Okyanuslarda hâlen 336 faal volkan vardır. Dünyâ üzerinde faaliyeti çok önceleri bitmiş ve yıpranmış sayısız, volkanik kara parçaları ve yanardağlar da mevcuttur.
Volkanik faaliyetler sonucu okyanuslarda yeni kara parçaları ortaya çıkmaktadır. Atlas Okyanusundaki Azor Adalarının sayısı devamlı artmaktadır. Bu hâdiseler yerkabuğunun bu bölgede çok yavaş bir şekilde volkanik büyük bir kubbe hâlinde yükseldiğini göstermektedir. Hint Okyanusunda bulunan Kerguelen Adası da Azor Adaları gibi meydana çıkmış büyük bir kara parçasıdır. Volkanik faaliyetler dünyâ üzerinde dar bir şerit içerisinde meydana gelmekle dikkat çekicidir. Hawai Adalarıyla Azor Adaları aslında okyanusun en derin yerlerine rastlamaktadır. Volkanlar hareket eden yerkabuğunun iki ayrı parçasının kesiştiği ve birbirini zorladığı noktalarda meydana gelmektedir. Okyanus içinde faal olup da daha satha çıkmamış birçok volkan mevcuttur. 27 Ağustos 1883 senesinde Java ve Sumatra adaları arasında volkanik çökme sonucu seviyesi 36 metre birden alçalan Krakatau Adasında 36.000 kişi boğularak ölmüştür. Pasifik Okyanusundaki Falkon Adaları 1911 senesinde ânî olarak sular içine gömülmüş ve 4 Ekim 1927 senesinde su yüzeyine çıkmış, 1941 senesinde tekrar kaybolmuştur.
Bir volkanın faaliyet şekli buhar kazanlarındaki emniyet valfinin çalışmasına benzer. Kazan basıncı artarsa emniyet valfinin ayarlandığı değeri geçince buhar valftan dışarıya fışkırır. Basınç düşünce valf tekrar buhar yolunu kapatır. Eğer basınç artmaya devam ederse valf devamlı açık kalır. Bir yanardağın krater kısmı da volkanın emniyet sübabıdır. Bu sübab bir valf gibi çalışır. Eğer volkanik faaliyet 1300°C gibi çok yüksek harârette meydana gelirse patlama âni ve devamlı lâv akması şeklinde olur. Volkanik faaliyet 1100°C civarında ise lâv akışkanlığı az olacağı için krater sübabı peryodik olarak açılır ve kapanır. 1100°C altı asitli lâv ihtivâ eden volkanlarda (lâv çok katı olduğu için) ise basınç yeterli seviyenin çok üzerine çıktığı hâlde atmosfere açılamadığından çok şiddetli patlamalarda civâra gaz ve kaya parçaları saçılır. Diğer bir volkan faaliyetindeyse yeterli seviyede lâv basıncı meydana gelmediğinden patlamalar yavaş olur ve çevreye katı parçalar ve ağır bir gaz yayılır. Gaz ağır olduğu için volkandan aşağı doğru yayılan bir özellik gösterir.
Volkanlardan çıkan lâv ergimiş halde silikatlarla birlikte demir, kalsiyum, alüminyum, magnezyum, potasyum, sodyum ve az miktarda diğer elementleri ihtivâ eder. Lâvda bulunan silisyum oranına göre lâvlar asitli ve bazlı olmak üzere ikiye ayrılır. Volkanik kayalardan yer kabuğunda en çok bulunan bazalttır.
Dünyâdaki Başlıca Yanardağlar
Dağın Adı |
Ülke |
Yüksekliği |
Kamerun |
Kamerun (Afrika) |
4100 |
Shistaldin |
Alaska (Amerika) |
2857 |
Pavlof |
Alaska (Amerika) |
2714 |
Paos |
Kosta Rika (Amerika) |
2704 |
St. Helens |
ABD (Amerika) |
2549 |
Kiyuçevskaya |
Rusya (Asya) |
4750 |
Movna Loa |
Hawai (Amerika) |
4169 |
Etna |
İtalya (Avrupa) |
3323 |
Alm. Volt (n), Fr. Volt (m), İng. Volt. Elektrikte kullanılan potansiyel farkı (gerilim) birimi. Elektromotor kuvveti birimi de volttur. Bir ohm’luk bir direnç üzerinden, bir amperlik elektrik akımı geçmesi hâlinde direncin iki ucu arasındaki gerilim bir volttur.
İlk pili yapan ve bundan elektrik üreterek, elektrik çağını başlatan İtalyan fizikçi ve kimyâcısı. 18 Şubat 1745 günü İtalya’nın Como şehrinde doğdu ve 5 Mart 1827 günü orada öldü.
Volta’nın ilk çalışmaları statik elektrik yükünü ölçen elektrometreler üzerinde olmuş ve 1771 senesinde elektrik konusunda ilk eseri yazmıştır. 1774 senesinde Como’da fizik profesörü olan Volta burada 25 sene elektrik konusunda çeşitli yazılar yazmış, deneyler yapmıştır. Elektroskopun geliştirilmesi, odyometre, elektrikli tabanca, yanıcı gazları tutuşturan elektrikli çakmak Volta’nın ilk buluşlarıdır.
20 Mart 1800 günü açıkladığı “Volta pili” ise elektriğin ilk olarak bir kaynaktan su gibi devamlı akmasını sağlıyordu ki, bu buluşu elektrik çağını açmıştır. Volta pili elektrokimyevî bir olayın sonucu akım üreten elektrik güç kaynağıdır (Bkz. Akümülatör). Volta’nın bu buluşu yapması Napolyon-I’in takdirlerini kazanmasına sebep olmuş, altın madalya ve para ile taltif edilmiştir. Daha sonra Lombardy senatörü olmuş ve bir müddet sonra da Fransız şeref madalyası verilmiştir. İngiliz Kraliyet Cemiyeti 1881 senesinde elektromotif kuvvet birimi olan “volt”u Volta’nın ismine izâfeten kabul ederek kullanmaya başlamışlardır.
Fransız şâir ve edibi. Asıl ismi François-Marie Arouet’tir. 1694’te Paris’te doğdu. Öğrenimini, Cizvit papazlarının idâre ettiği Louis-le-Grand Kolejinde yaptı. Babasının arzusu üzerine hukuk öğrenimi gördü.
Kolej’de papazlar onun özel kâbiliyetini görünce dindar olarak yetiştirmek istedilerse de, bu, Voltaire üzerinde tam aksi bir tesir gösterdi. Hıristiyanlığı reddettiği gibiİslâm düşmanı da oldu. 1741’de yazdığı Mahomet isimli kitabında Resûlullah’ın hazret-i Zeyneb vâlidemizi nikâh etmesini, tiyatro olarak yazdı. Bu kitabında çok iftiralar etmiştir. Bu yüzden, düşmanı olan Papa’dan tebrik mektubu aldı. İkinci Abdülhamîd Han, bu tiyatronun Avrupa’da oynatılmasına, gerekli tepkiyi göstererek mâni oldu.
Genç yaşta gelişen edebiyat kâbiliyeti, onu bu alanda çalışmaya itti. Paris’in aydınlar çevresine giren Voltaire, kısa zamanda hiciv yazarı olarak tanındı. Sert fikirlerinden dolayı yazıları sansür edildi ve 1717’de altı ay Bastille Hapishânesinde yattı. Hapishâneden çıktıktan bir yıl sonra ilk trajedisi “Oedipe”, Paris’te sahneye konulmuş ve geniş ilgiyle karşılanmıştır. Bu başarısı üzerine Voltaire, tiyatro alanındaki çalışmalarına önem verdi. Voltaire, kendisini Homeros ve Virilius ile aynı seviyeye yükselten La Henriade (1724) isimli millî destanı yayınladı. Birkaç yıl sonra ikinci defâ Bastille Hapishânesine atıldı. Çıktıktan hemen sonra Fransa’yı terk etti. Önce İngiltere’ye gitti. Burada Newton’un fizik ve matematik; John Lacke’in felsefe ve politika üzerine eserlerini inceledi. Fransa’ya döndükten sonra İngiltere’nin siyâsî ve sosyal kurumları üzerinde intibalarını Lettres Sur les Anglais isimli kitabında yazdı. Dînî ve siyâsî açıdan bu eserin yasak edilmesi üzerine Voltaire, Lorrain’e kaçtı. Prusya Kralı Büyük Frederik’in dâveti üzerine Potsdam’a gitti. Ondördüncü Lui Çağı ismindeki eserini orada tamamladı. Fakat kralı ve sarayını sert şekilde hicvedince, oradan da kovuldu. Buradan İsviçre’ye geçti.Cenevre’de bir çiftlik alarak oraya yerleşti. Hayâtının son yıllarını geçirdiği bu çiftlikten, bir ara, birkaç gün için gittiği Paris’te hastalandı ve orada 1778’de öldü.
Çok ileri, dîne karşı amansız düşman, ihtilâlci fikirlerin babası olan Voltaire, yalnız Fransa’nın değil, bütün dünyânın en karakteristik filozof yazarlarındandır. Fransız İhtilâlini hazırlayan düşüncelerden önemli bir kısmı ona âittir. Avrupa’da insan haklarının en belirli esaslarından bir kısmı onun eserleriyle dile gelmiştir. Voltaire bir fikir adamı olarak kalmamış, kendine has, tasavvur ettiği yeni bir dünyâ görüşü için yılmadan hayâtı boyunca savaşmıştır.
Bütün tasavvurların dış hislerden ileri geldiğini savunmuştur. Metafizik fikir ve düşünceleri bu açıdan incelemiştir.
Lacke’in cevherin bilinmezliği teorisinden ayrılarak, düşünen cevher ve yer kaplayan cevherin birbirine bağlı olduğunu savundu. Bununla birlikte Voltaire, ruh ve beden birliğini inkâr etti. Varlıkların maddî ve rûhî niteliklerini ayırdığından materyalizmin dışında kalmaktadır.
Eserleri:
Oedipe (1718), La Henriade (1724), Brutus (1730), Zaire (1732), Alzire (1736), Lettres Sur les Anglais (1734), Histoire de Charles XII. (1741), Mérope (1743), Essai Sur les Moeurs et L’esprit des Nations (Milletlerin Örfleri ve Rûhu Üzerine Deneme, 1756), Candide (1758), Dictionnaire Philosophique (Felsefe Sözlüğü, 1764).
Alm. Voltameter (n), Fr. Voltamètre (m), İng. Voltameter. Bir elektrik devresinde iki nokta arasındaki potansiyel farkını(gerilim) ölçmeye yarayan ölçü âleti. İlk defâ İtalyan fizikçisi Volta tarafından yapıldığı için ona izâfeten Voltmetre denmiştir. Gerilim kaynağının veya elektrik devresinin pozitif ve negatif kutupları arasına paralel olarak bağlanır.
Bir pil veya batarya gibi, elektrik üretecinin gerilimini ölçmek için voltmetrenin iki ucu, üretecin kutuplarına temas ettirilir. Böylece üretecin (+) ve (–) kutuplarının bulunması da sağlanmış olur.
Voltmetrelerin hassâsiyeti volt başına ohm (ohm/volt) olarak ifâde edilir. Meselâ 200 voltluk bir voltmetrenin direnci 120.000 ohm ise âletin hassâsiyeti 120.000/200= 600 ohm/volt olur. Bu değer ne kadar büyükse voltmetrenin hassâsiyeti o derece yüksektir. Bobinin direnci ne kadar büyükse o kadar küçük akımla çalışır ve gerilim kaybına sebep olmaz.
Alm. Vielfrass (m), Fr. L’eurs de Pistois, İng. Wolverene, wolverine. Familyası: Sansargiller (Mustelidae). Yaşadığı yerler: Kuzey Amerika, Avrupa ve Asya ormanlarında. Özellikleri: 120 cm uzunluk, 15-20 kg ağırlıkta, korku bilmeyen, son derece kurnaz bir hayvan. Grizzly ayısına ve dağ aslanlarına bile meydan okumaktan çekinmez. Çeşitleri: Amerika volverinlerinin üç türü vardır. Avrupa ve Asya türlerinin nesli hayli azalmıştır.
Kuzey ülkelerinin en cüretkâr, en hırsız ve en kurnaz hayvanlarından biri. Sansargillerden olmasına rağmen küçük kahverengi bir ayıyı andırır. Bu sebeple kokarca ayı olarak da tanınır. Bâzı bölgelerde ise “kutup porsuğu” veya “obur” olarak bilinir. Uzunluğu 120 cm, ağırlığı 15-20 kg kadardır. En irisi 25 kg’ı geçmez. Uzun, kıvrık pençeleri ve jilet gibi keskin dişleri vardır. Kısa bacaklara, geniş yuvarlak bir kafaya, alçak ve yere yakın bir vücûda sâhiptir. Son derece kuvvetlidir. İki adamın kaldıramayacağı ağır bir kütüğü kaldırabilecek kadar kuvvetlidir. Tek zayıf yeri gözleridir. Bir insanın güneşte elini gözlerine siper yaptığı gibi, ön ayağını gözlerinin üstüne kaldırarak pençesiyle gölgelik yapar ve uzaklara öyle bakar. Bu zayıflığı ise, çok keskin koku alma duyusuyla bertaraf edilmiştir.
Kuzey Amerika ve Avrupa ormanlarında çok nâdir görülen volverin, korku nedir bilmeyen amansız bir kâtildir. Kavga esnâsında terör estirir.
Öldürdükleri avlarının başında karınlarını doyuran grizzly ayısı, kurt veya dağ aslanı volverini gördüklerinde avlarını ona bırakıp uzaklaşmayı tercih ederler. Volverin gezinirken onu uzaktan fark eden hayvanlar, panik içinde kaçışarak hemen sığınacak bir yer ararlar.
Volverin tam bir orman cânisidir. Kesinlikle hiçbir şeyden korkmaz. Çok cesur ve kurnazdır. Meselâ; bir tilki ondan daha az kurnazdır. Kavgada merhamet nedir bilmez, kendisi de merhamet dilemez. O mutlaka kazanmak için döğüşür. Hücum ederken avının üzerine bükülür. Öyle ürkütücü hırıltı ve homurtular çıkartarak gürültü eder ki, bakanları da korku ve nefret içinde bırakır. Korku ve kaçma nedir bilmeyen volverin, saldırırken sayıya hiç bakmaz. Bir kurt sürüsü bile tek bir volverine yer açar. Hayvanat bahçesine konan bir volverin, ânında bir kutup ayısını öldürmüştür.
Ormanların en tahripkâr hayvanı olan volverin, orman koruyucuları tarafından korku ile anılır. Yerliler, bu hayvanı kötülük timsali olarak bilirler. Kuzey Amerika ve Avrupa ormanlarında az miktarda yaşayan bu hayvanın üç türü vardır.
Çok kurnazdır. Bir insan kadar kurnaz olduğu savunulmaktadır. Avcılar volverinden nefretle bahsederler. Musallat olduğu bölgenin kapanlarını bozarak, yemlerini çalarak avcılara büyük ziyanlar yapar. Sinsice avcıların kulübelerine girerek her şeyi kırıp döker. Yiyebildiklerini yer, yiyemediklerini de pisler. Kulübesine volverin giren avcı, ne kadar dövünse azdır.
Volverinin ini izbe bir mağara veya oyuktur. Tabanı ot döşeli, yaprak ve yosun doludur. Yalnızlığı seven bir mizaçtadır. Nisan-ağustos arasında çiftleşir. Müteakip ilkbaharda 3-5 yavru doğurur. Dişi her zaman tehlikeliyse de yavrularını korumak için silahlı adama bile saldırır. Yavrular Sonbahara kadar cânilik eğitimine tâbi tutulur. Sonbaharda yuva dağılır, herkes kendi başının çâresine bakar.
Yürüyüş esnâsında volverin yorulmaz. 50-60 mil arasında yuvasının civârında gezer. Genellikle küçük hayvanlar, kuşlar veya leşle beslenir. Ama sık sık büyük av peşindedir. Karibu geyiği ve dağ koyunlarını sinsice tâkip eder. Bir ağaca veya yüksek bir kayaya tırmanarak pusu kurar. Avının üstüne atlayarak dişlerini ensesine geçirir. Puma ve ayılar bile böyle bir saldırıdan emin değildir. Bütün yaşayan canlılara karşı nefret besleyen bu hayvan, çoğu zaman sâdece zevk aldığı için öldürür. Çelik tuzaklardan nasıl kurtulduğu, yaylarını nasıl boşalttığını kimse anlayamamıştır. Bu işleri sâdece tecrübeye dayanarak yapmaz. Çünkü dümdüz arâzide büyüyen yavru volverinler bile çok kurnazlıkla bu tuzaklardan kaçabilmektedir. Çok usta olup gece avlanmaya çıkar. Bütün tuzaklardaki yemlik hayvanları yer. Tuzakları tahrip etmeyi ihmal etmez. Bâzan insanları tâkip eder. Ya tuzakların yaylarını boşaltır veya millerce uzağa götürüp saklar.
Bir avcı volverinle ilgili mâcerasını şöyle anlatıyor: Av sezonu başladıktan sonra 2-3 ay içinde çok iyi iş yaptım. Tuzaklar kuruyor, epeyce hayvan yakalıyordum. Zerdeva (ağaç sansarı), as (kakum), tilki yakaladım. Sonra bir volverin benim bölgemde görülmeye başladı. Birgün tuzaklarımı kurduğum hattı kontrol için gittiğimde, bir tâne sağlam tuzak kalmadığını gördüm. Volverin hepsini harap etmişti. Volverini öldürmeye karar verdim. Tuzaklardan kurtulduğunu bildiğim için koca kurt köpeğini de alarak peşine düştüm. Eğer bulamazsam çok eskiden kullanılan, kütüklerle yapılan ve ancak hayvanların ölüsünü ele geçirmek için kullanılan değişik bir tuzak da yapacaktım.
Çok defâ tâze izlerini tâkip ettim. Köpeğimin havlamasından yakında olduğunu anladım. Tüfeğimi hazırladım. Tam bir şeyler atıştırırken, köpeğim ok gibi fırladı. Peşinden koştum. Benim kurt köpeğiyle volverin altalta üstüste boğuşuyordu. Volverin, köpeğimin boğazından yakalamıştı. Ateş etmek istedim. Köpeğimi vuracağımdan korktum. Tüfeğimi sopa gibi kullanarak volverine vurmaya başladım. Köpeği bırakıp çalılıkların arasına daldı. Ateş ettim ama tutturamadım. Ancak köpeğimin boğazındaki şah damarından akan kan durmadı. Köpeğim oracıkta öldü.
Tuzağı yapmaya karar verdim. Ancak öğleden sonra kar fırtınası geldi. Geceyi orada kamp kurarak geçirdim. Dolaşan hayvanlar zarar vermesin diye kar pabuçlarımı bir ağacın üst dalına astım. Sabahleyin gördüm ki, kar ayakkabılarım paramparça edilmiş. Geyik derisi malzemelerim kasıtlı olarak kısa kısa dişlenip parçalanmış. Kar ayakkabılarım olmadan karda yürüyemezdim. Yiyeceğim azdı. Malzemelerimi sakladım. İptidai bir kar ayakkabısı yapabilmek için söğüt ağacı aradım. Kamptan yarım saat kadar ayrılmıştım. Geri döndüğümde battaniyem parçalanmış, kibritlerimi sakladığım küçük mâdeni kutum kaybolmuştu. Daha da kötüsü, paha biçilmez tüfeğim çengelinden tutulup sürüklenerek götürülmüştü.
Panik içinde hemen bir çift yuvarlak kar ayakkabısı yaptım. Çok zor durumdaydım. Ne âletim, ne de ısınmak için ve parmaklarımı ısıtmak için ateş yakacak kibritim vardı.
O iptidai ayakkabılarla kulübeme akşam üzeri kan ter içinde zor yetiştim.
Eve geldiğimde hayretten dona kaldım. Volverin, daha önceden yakaladığım bütün hayvan kürklerini paramparça etmiş, konserve hâlinde olmayan, açıkta olan bütün yiyecekleri yemiş, dökmüş veya götürmüştü. Kırılıp dökülecek ne varsa hepsi kırılıp dökülmüştü. Yiyemediği ve götüremediği yiyecekleri de pisleyerek kullanılmaz hâle getirmişti. Bir zelzele bu kadar zarar yapmazdı.
Bir tuzak hattında volverin görülürse, avcının iki tercihi vardır: Bunlardan biri, volverinin yakalanmasıdır. Diğeri ise tuzakları toplayıp başka bir bölgeye gitmektir.
Volverini öldüren tek hayvan çok gariptir ama barışsever kunduzdur. Bir defâsında bir kunduz su kenarında yavaş yavaş yürüyordu. Volverin hırsla kunduzun üzerine atladı. Volverini silkeleyemediği için kunduz suya daldı. Volverin suda boğulmamak için pençelerini gevşetti. Usta bir yüzücü olmasına rağmen volverin karada savaşı tercih ederek karaya yöneldi. Kunduz dipten bir manevra yaparak dişlerini batırıverdi ve onu dibe çekti. Ta boğulana kadar onu zaptetti. Birkaç dakika içinde volverinin işi bitmişti.
Volverin kürkü, soğuğa karşı keçeleşmez ve donmaz. Buz, kar tutmayıp beyazlaşmayan tek kürktür. Bundan dolayı ticârî önemi büyüktür. Eskimolar volverin kürkünün donmama özelliğini bildiklerinden, başlık kenarlarında ve ceketlerinin kol ağızlarına dikerler. Bu kısımlarda vücut nemi, dış çevreyle temas hâlindedir.
Osmanlı Devletinde, seferdeyken ordunun ve devlet adamlarının atlarına; sulh zamânında ise has ahır ve çayır hizmetlerine bakmakla vazifeli bir sınıf. Gayri müslim ve bilhassa Bulgarlardan seçilirdi.
Voynuk teşkilâtı Sultan Birinci Murâd Han (1359-1389) zamânında Rumeli beylerbeyi olan Timurtaş Paşa tarafından ilk defâ Bosna’da kuruldu. Mensupları Bulgarlar arasından seçilerek, yaygınlaştırıldı. Hassa, amme veya seferli ve Çayır Voynukları hâlinde teşkilâtlanırdı. Hassa voynukları, Istabl-ı âmire (saray ahırı) hizmetlileriydi. Amme voynukları, seferlerde askerî hizmetlerde bulunurlardı. Muhârebeye gitmek için dâvet edilenlere Sefer Voynukları denirdi. Istabl-ı âmire’ye çayır biçmek ve hayvanları çayırlatmak için gelmeleri emir olunan voynuklara da Çayır Voynukları denilirdi. Hassa Voynuklarının başına Voynuk Beyi, Amme Voynuklarının bulunduğu timar sâhiplerinin başına da Voynuk Seraskeri denirdi. Has Ahır hayvanlarıyla, Istabl-ı âmire çayırlarına bakan voynukların kayıtlarını tutup, bunlarla ilgili muâmelelerle Voynuk Kâtibi meşgul olurdu. Mıntıkalardaki birlik kumandanlarına Çeribaşı denirdi.Voynuk Beyi, Seraskeri ve Çeribaşı Müslümandı. Diğer küçük âmirlerden Primkür ve Likatör Hıristiyandı. Voynuklar “Gönder” adıyla üçer dörder kişilik müfrezelere ayrılmışlardı. Her gönderden bir tânesi nöbetleşe her sene hizmete girerdi. Voynuklar nöbet hizmetine kendi beygirleriyle gelirlerdi. Hizmete gelen nöbetçi voynukların yoklamaları defterdarlara âitti. Mevcutları binin altındaydı.
Voynukların kaynağı Rumeli olup, bilhassa Bulgaristan idi. Açık kadrolara, ölen veya sakatlanan voynuğun oğlu, kardeşi veya akrabâlarından biri tâyin edilirdi. Voynukların oğullarına veVoynukluğa aday olan akrabâlarına “Zevâit Voynuk” denilirdi. Ölüm ve sakatlanmalar hâlinde Zevâit Voynuklarıyla kadro tamamlanırdı. Zevâitle kadro tamamlanmazsa dışardan Voynuk yazılırdı. Voynuklara hizmeti karşılığı verilen arâziye “Baştına” adı verilirdi. Voynuk, hizmeti karşılığında Baştına’yı (belirli ve sınırlı bir alan) kullanırdı. Bu arâzi için hiçbir tarafa vergi ve rüsum vermezdi. Voynuk belirli arâzisinden başka yer tuttuğu zaman bu arâzinin aşar ve sâir rüsûmunu dirlik sâhibine vermeye mecbur olduğu gibi kendi dirliğini teşkil eden arâziden başkasının istifâdesi hâlinde de bunun vergi ve rüsûmunu kullanandan almak hakkına sâhipti.
Voynuk Teşkilâtı 1691’de kaldırıldıysa da, 1693’te tekrar kuruldu. 1878 târihinde ise tamâmen kaldırıldı.
Alm. Woiwode (m), Fr. Vivode (m), İng. Voivode. Osmanlı Devletinde Eflak-Boğdan yöneticilerine ve 17. yüzyıldan sonra kazalarda vezirler adına vergi toplayan görevlilere verilen ad.
Voyvoda, İslavca bir kelime olup, “yönetici, reis, vâli” vs. mânâlarına gelmektedir. Slav ülkelerinde önceleri ordu kumandanlarına ve daha sonra da hükümdarlara Voyvoda deniliyordu. Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında Eflak’ın Osmanlı tâbiiyeti altına girmesiyle (1467) voyvodalar, pâdişâhlar tarafından tâyin edilmeye başlandı. 1716 yılına kadar voyvodalar yerli beylerden tâyin edildi. 1716-1821 târihleri arasında Dîvân-ı hümâyunda tercüman olarak görev yapan Fenerli Rumlar voyvoda tâyin edilmeye başlandı. Bu uygulamaya da 1822 yılında son verilerek, tekrar yerli beyler voyvoda tâyin edilir oldu. Voyvodalar 1826 Akkerman Antlaşmasıyla 7 yıl müddetince hüküm sürme selâhiyetine sâhip oldular. 1829 Edirne Antlaşmasıyla da, voyvodalar üzerindeki Osmanlı hâkimiyeti oldukça azaldı. 24 Ocak 1859’da Boğdan ve Eflak’ta prens seçilen Albay Cuza’nın önderliğinde Rumen birliğinin kurulmasından sonra voyvodalık sistemi kaldırıldı.
Diğer taraftan voyvodalık 17. yüzyılın başından îtibâren başlayarak gelişen iltizam usûlü (devlet gelirlerini, birisinin, bedelini taksitle ödeyeceğini kefil göstererek toplamak) içinde yaygınlaştı. Eyâlet vâlileri ve sancak mutasarrıfları kendilerine tevcih olunan eyâlet ve sancakların kazâlarına kendi kapı halkından veya bölgenin ileri gelenlerinden birini voyvoda tâyin ederlerdi. Timar ve zeâmet üsûlünün geçerli olduğu yerlerde voyvodalar yalnızca mukâtaat ve hass kısmının gelirlerini toplardı. Tanzimattan sonra voyvodalık kaldırılarak kazâlara kaymakamlar tâyin edilmeye başlandı.
Alm. Caissonkrankheit (f), Fr. Maladie (f) des caissons, İng. Caisson disease, the bends decompression. Denizin derinliklerinden yüzeye çıkan dalgıçlarda ve çok fazla yükselen havacılarda atmosfer basıncının âniden düşmesine (dekompresyon) bağlı olarak meydana gelen hastalık hâli. Dekompresyon hastalığı veya Caisson hastalığı da denir. Eğer bir dalgıç su altında vücûdunda büyük miktarda azotun çözünebileceği kadar uzun bir zaman kalmışsa ve sonra âniden deniz yüzeyine çıkarsa, hücre içi veya hücre dışı vücut sıvılarında önemli miktarlarda azot kabarcıkları teşekkül eder ve bu da meydana gelen kabarcıkların miktarına göre vücûdun hemen her yerinde küçük veya ciddî hasarlar meydana getirebilir. Bu durum deniz dibinde bir atmosferden fazla bir basınca maruz kaldıktan sonraki dekompresyon (basıncın kalkması) esnâsında olabildiği gibi, benzer şekilde, deniz seviyesinden (1 atmosfer) yukarı doğru 0,5 atmosferlik bir basınca yapılacak çıkışlarda da olabilir.
Dalgıç, denizin derinliklerinde kaldığı müddetçe vücûdunun dışındaki basınç çözünmüş gazları sıvı şekilde tutmaya yetecek bir şekilde bütün vücut dokularını sıkıştırır. Sonra dalgıç âniden deniz yüzeyine çıktığı zaman vücûdun dışındaki basınç sâdece 1 atmosfer olur, bu esnâda vücut sıvılarının içindeki basınç vücûdun dışındaki basınçtan daha fazladır. Bu yüzden çözünmüş durumda bulunan gazlar kaçarak dokuların içlerinde gerçek kabarcıklar meydana getirebilirler.
Eğer vücut sıvılarındaki azot basıncı vücut dışındaki basıncın üç katından daha fazla yükselmemişse “aşırı doygunluk kuralı” azotun önemli miktarlarda kabarcık meydana getirmeyecek şekilde çözünmesine izin verir. Bu sâyede bir dalgıç teorik olarak denizin 22 m derinliğinden (3 atmosfer basınçlı) deniz seviyesine (1 atmosfer) önemli bir kabarcık teşekkülü olmadan ve dekompresyon hastalığı gelişmeden bir anda çıkarılabilir. Fakat güvenlik açısından bir dalgıcın denizden çıkarken bu teorik sınırları zorlamasına nâdiren izin verilir.
Dekompresyon hastalığında; aşırı vücut ağırlığı, uzun süreli basınca mâruz kalma ve eksersiz, olayı arttıran faktörlerdir. Yaşlılık, bitkinlik ve geçmişte geçirilmiş bir hâdise de bilinen menfî faktörler arasındadır. Bu durumlarda muhtemelen gazın dokulardan dış çevreye taşınmasında bir bozukluk vardır. Giderek artan basınçlara düzenli bir şekilde mâruz kalan şahıslar belirgin dekompresyon hastalığına karşı daha az yatkın olurlar. Bu yüksek basınca mâruz kalma sonlandıktan sonra, kazanılan muhite alışma özelliği de kaybolur.
Dekompresyon hastalığının klinik belirtileri gaz kabarcıklarının damar yatakları ve damar dışı bölgelerde birikmesine bağlı olarak çeşitlidir. Bu belirtiler âni dekompresyondan sonraki birkaç dakika ile bir saat içinde görülür. Bununla birlikte nâdiren belirtiler dekompresyondan sonraki 6 saat veya daha fazla zamanda gelişebilir. Kabarcıklar bir bölgeye geçici olarak yerleştikten hemen sonra belirtiler ortaya çıkar; kanlanma bozulur, ağrıya sebep olur veya organın işleyişini bozar. Belirtilerin hafif ve ciddî olarak ayrı ayrı tasnifi hastanın durumuna göre tedâvi plânı yapmayı sağlamaktadır.
Hafif dekompresyon hastalığının açık husûsiyetleri cilt veya lenfatik tutulumudur. Bacak ve kollarda eklemlerin civârına yerleşen ağrı en sık görülen belirtidir. Başlangıçta hasta uyuşma hisseder. Zaman geçtikçe rahatsızlık şiddetlenir ve kuvvetli ağrı kesiciler kullanmak gerekebilir. Ağrılı bölgede ödem olabilir. Ânında basınç odasına alınan hastada ağrı tamâmen geçer veya azalır. Tedâvi edilmeyen ağrı birkaç günde yavaş yavaş azalır. Cilt belirtileri arasında kaşıntı ve morarma olabilir. Hastayı basınç altına almak cilt belirtilerinde çok seri şekilde etkilidir. Tedâvi edilmeyen belirtiler 2-3 gün içinde geriler.
Ciddî dekompresyon hastalığı sinir sistemi veya dolaşım-solunum sisteminin tutulumuyla karakterizedir. Belirtileri çeşitlidir ve önceden tahmin edilemez. Ağır vak’alar şok ve ölümle sonuçlanır. Felçler ihtivâ eden ciddî, kalıcı sinir sistemi arazları meydana gelebilir. Diğer vak’alarda mühim nörolojik arazlar haftalar ve aylar süren bir dönemde dereceli olarak düzelir.
Dolaşım-solunum sistemini tutan dekompresyon hastalığında; göğüste rahatsızlık, öksürük, nefes darlığı olur. Nefes alma esnâsında nefesin tutulması hissî olur. Kabarcıklar akciğer kanlanmasını daha fazla bozacak olursa nefes darlığı tablosunu aşırı akciğer ödemi tâkip eder ki bu da ölüme sebep olabilir.
Bir dalgıç su üstüne yavaşça çıkartılacak olursa çözünmüş azot akciğerlerden dekompresyon hastalığını önleyebilecek bir hızla atılabilir. Eğer bir dalgıç uzun bir süre denizin derinliklerinde kalmışsa saatlerce dekomprese edilmesi gerekebilir. Bir dalgıcın hangi hızla su yüzüne çıkartılacağı ilk olarak indiği derinliğe, ikinci olarak burada kaldığı süreye bağlıdır. Su yüzüne çıkma hızının tâyininde basınçlı hava soluyan dalgıçlar için yapılmış “dekompresyon tabloları” kullanılmaktadır. 100 m derinlikte 20 dk kalmak iki buçuk saatten fazla dekompresyon zamânını gerektirir. Eğer dalgıç yukarı çıkarken saf oksijen soluyacak olursa vücut sıvılarında azotun uzaklaşma hızı önemli ölçüde artacaktır. Böylece deniz yüzeyine çok daha hızlı çıkarılabilecektir.
Dekompresyonda bilhassa aşırı kirli sularda ve hava şartları sebebiyle kullanılan diğer bir metod dalgıcı yüzeye hemen çıkartmak ve çıktıktan sonra 5 dk içinde bir basınç odasına (dekompresyon tankı) yerleştirmektir. Bu odada basınç tekrar uygulanır. Uygun bir dekompresyon tablosu kullanılır.
Yukarıdaki tedbirlere ilâve olarak şokta, sıvının yerine konması, heparin verilmesi gibi destekleyici metodlar faydalıdır.
(Bkz. Yaşnâme)