VARŞOVA PAKTI
Alm. Warschauer Pakt (m), Fr. Pacte (m) de Varsovie, İng. Warsaw Pact. Demirperde diye bilinen devletlerin 14 Mayıs 1955’te aralarında yaptıkları yirmi yıllık bir antlaşma. Varşova’da Arnavutluk, Demokratik Alman Cumhûriyeti, Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya ve Rusya toplanarak sözleşme imzâladılar. Paktın gâyesi; müttefiklerin birine saldırıldığı takdirde diğer üyelerin askerî kuvvet kullanmak da dâhil olmak üzere gerekli her yardımı yapması. Arnavutluk Pakt’tan 1968’de ayrıldı. Antlaşma müddeti 1975’te bittiğinden bu târihte 10 sene, 1985’te de 20 sene daha uzatıldı.
İkinci Dünyâ Harbi sırasında Almanya’nın yenilmesi için Rusya, müttefiklerinden geniş yardım ve müsâmaha gördü. Büyük kayıplar veren Rusya’nın dünyâ hâkimiyetini düşünmeyip kendi yaralarını saracağı tahmin edilmişti. Dünyâ hâkimiyeti kurmak isteğinden hiçbir zaman vazgeçmeyen Ruslar, Tahran ve Yalta Konferanslarında müttefiklerini oyaladılarsa da 17 Temmuz 1945 Postdam Konferansında niyetlerini açıkça ortaya döktüler. Böylece Batı ile olan münâsebetlerinde derin görüş ve anlayış farkları ortaya çıktı. Romanya, Çekoslovakya, Bulgaristan, Macaristan, Doğu Almanya’da komünist idârelerin arka arkaya kurulması Rusya’nın düşüncelerinin tatbikatı olarak görüldü. Bu devletlerle ayrı ayrı saldırmazlık paktı imzaladı. Batı devletlerinin 1949 Kuzey Atlantik Paktını imzâlamalarının arkasından Rusya da peyk devletleriyle müşterek ordu kurmanın hazırlıklarına girdiler. 1951-1952 yıllarında DoğuBloku peyk devletleri Rusya ordusu düzenine girdiler. Bu çalışmalar devam etti.
Batı Almanya’nın 1955 yılında NATO’ya girmesiyle Doğu Avrupa ülkelerinin bütünlüğünü korumak mecburiyetinde olduklarını söyleyen Rusya, Varşova Paktını kurdu. Askerî gâyelerle kurulan bu paktın sevk ve idâresi tamâmen Rusya’ya âitti. Peyk devletler bu antlaşmaya zorla iştirak etmekteydiler. Macaristan ve Çekoslovakya’da olan hâdiseler, bunların kanlı olarak bastırılması bu baskının neticeleriydi.
Paktın en büyük organı siyâsî danışma komitesiydi. Komite, tam teşkilâtlı olarak, üye ülkelerin Komünist Parti Genel Sekreterleri, Hükümet Başkanları, Dışişleri ve Savunma Bakanlarından meydana geliyordu. Bu komite Moskova’daydı. Batı ile herhangi bir harp hâlinde paktın silâhlı kuvvetleri Sovyet Yüksek Komutanlığının harekât kontrolunda bulunurlardı. Güç dengesi bakımından Varşova Paktının asker sayısı NATO’dan bir milyon fazlaydı. 1955 yılında altı demir perde ülkesi tarafından kurulan Varşova Paktı, 1.7.1991 târihinde resmen sona ererek târihe karışmış oldu.
Varşova Paktı lağvedilmeden önceNATO ile aralarındaki silah oranı şöyleydi (1990).
Silah |
Nato |
Varşova Paktı |
Denizaltı |
268 |
464 |
Savaş gemisi |
561 |
616 |
Savaş uçağı |
3513 |
6850 |
Tank |
28000 |
55000 |
Uçak gemisi |
19 |
5 |
Helikopter |
1195 |
768 |
Kıtalararası füze |
1775 |
2387 |
Sultan İkinci Bâyezîd devri kadı ve şâirlerinden. Doğum târihi muhtemelen 1454 olarak bilinmektedir. Serez ve Malkara kâdılıklarında bulundu. Malkara kâdısıyken 1514’te vefât etti.
Hadım Ali Paşanın kâtibi olan şâir Mesihî’nin gençlik arkadaşıydı. Şiir sevgisini Mesihî’den aldı. O devirde her şâirde bulunması gereken bilgilere sâhip orta derecede bir şâirdir. Elimizde bulunan Dîvân’ında birçok güzel gazel, yer yer güzel beyitler vardır. Zamânında edebî çevrelere kendini kabul ettirmiştir. Dîvân’ına başka mecmualarda bulunan şiirleri de ilâve edilerek yayınlanmıştır.
Tiyatro ve sinema oyuncusu ve tiyatro yönetmeni. Asıl ismi; Mehmed Vasfi Rıza’dır. 1902 senesinde İstanbul’da doğdu. Bâyezîd Rüştiyesinde, Kuleli Askerî Lisesinde, Alman Ticâret Mektebinde ve Sanâyî-i Nefîse Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisinde) öğrenim gördü. 1917’de Dârü’l-Bedâyinin tiyatro okuluna girdi. Bu okula devam ederken küçük rollerle sahneye çıktı. 1921’de bir müddet Türk Tiyatrosunda rol aldı. 1923’te Şehir Tiyatrosunda oyuncu olarak çalışmaya başladı. Güldürü adı altında Osmanlı devlet ve toplum hayâtı ve kurumlarıyla alay edici eserler veren Musâhipzâde Celâl’in Aynaroz Kadısı ve Bir Kavuk Devrildi gibi oyunlarında rol aldı. Bilhassa 18. yüzyıl Osmanlı hayâtı ve aslî şahsiyetlerinin yozlaştırılarak anlatıldığı bu oyunlardan sonra Nâzım Hikmet’ten sahneye uyarlanan Kafatası oyununda oynadı. Ekrem Reşit Rey’den Lüküs Hayat ve Deli Dolu, Nalyan’dan Leblebici Horhor, Goldoni’den İki Efendinin Uşağı, Cevat Fehmi Başkut’tan Paydos, Daniel Riche’den Hisse-i Şâyia adlı oyunlarda rol yaptı. Sinemada da Muhsin Ertuğrul’un yönettiği filmlerde aktörlük yaptı. Bican Efendi Vekilharç, Ateşten Gömlek, Karım Beni Aldatırsa, Söz Bir Allah Bir, Aynaroz Kadısı, Tosun Paşa, Kızılırmak (Karakoyun), Edi İle Büdü Vasfi Rıza Zobu’nun rol aldığı filmlerdir.
Şehir Tiyatrolarında oyuncu, yönetmen ve idâreci olarak vazife yapan Vasfi Rıza Zobu, son olarak 1972’de Cevat Fehmi Başkut’un Buzlar Çözülmeden adlı oyununda sahneye çıktı. Daha sonra İstanbul Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmenliğine getirildi. 1975’te yaş haddinden emekli oldu. 1981’de tekrar getirildiği bu vazifeden 1984’te ayrıldı. 24 Kasım 1992’de İstanbul’da öldü.
Gazete ve dergilerde tiyatro konusunda birçok yazıları yayınlanmış olan Vasfi Rıza Zobu, rol aldığı oyun ve filimlerde tiyatroculuk ve sanat yönüyle kendine has bir üslup geliştirmiştir. Ancak rol aldığı eserlerde Müslüman-Türk milletinin târihî, millî, ahlâkî ve mânevî şahsiyet ve değerlerini küçültücü ve alay edici temaları işlemesi sebebiyle, sanat hayâtına gölge düşürmüştür. Türk tiyatro târihi konusunda önemli bir kaynak özelliği taşıyan ve Önce ŞehirTiyatrosunun dergisi Türk Tiyatrosu’nda yayımlanan hâtıraları daha sonra Ogünden Bugüne Anılar adıyla kitap hâline getirildi.
Târih yazarı. Adı Zeynüddîn Mahmûd’dur. Tîmûrlu münşîlerinden Abdülcelil’in oğlu olup, 1485’te Herat’ta doğdu. Herat’ta medrese tahsili yaptı. Edebî türlerden muamma söyleme ve çizmede meşhur oldu. Tîmûrlu Sarayına girdi. Devlet adamı ve edip Ali Şir Nevâî’nin edebiyat ve ilim meclislerine katıldı. Tîmûrlu hükümdârlarından Hüseyin Baykara’nın oğlu Feridun Hüseyin Mirza’nın yanında kâtiplik yaptı. Tîmûrlulardan sonra, Safevîler Herat’ı işgâl edince, sapık Safevî ideolojisine karşı çıktı. 1512’de Mâverâünnehr’e gitti. Buhara’da Ubeydullah Hanın, Şahruhiye’de Sultan Muhammed’in yanında kaldı. 1553’te Taşkent’te vefât etti.
Vâsıfî; Herat’ta Tîmûrlular, Mâverâünnehr’de Şeybânîler devrinin sosyal hayâtını anlatan Bedâyi-ül-Vekâyi adlı meşhur eserini yazdı. Eser Tacikçe olup, Moskova ve Tahran’da neşredilmiştir.
Alm. Erblasser, Fr. Tuteur, İng. Guardian. Vesâyet altındaki küçüğün ve mahcurun hukûkî muâmelelerde işlerini görmek, onları temsil etmek üzere mahkemece vazifelendirilmiş kişi. Medenî hakları kısıtlanmış olan kimselerin (mahcur) ve kânûnî velilerinin ölmesi sebebiyle velisiz kalan küçüklerin mallarını idâre etmek ve hukûkî muâmelelerinde onları temsil etmek üzere mahkemece vazifelendirilmiş olan şahıstır.
Tâyini: Vasîyi sulh mahkemesi tâyin eder. Sulh mahkemesi bir veya birkaç kişiyi vasî tâyin edebilir. Fakat vesâyet altına girecek kişilerin cezâsı olmadıkça birden fazla kişi vasî olarak tâyin edilemez (M.K. md.363). Mahkeme, herhangi bir mâni yoksa prensip olarak vasîliğe kasırın yâni vesâyet altına alınanın yakın kan veya sıhri hısımlarından birini tâyin eder. Tercihen karısını veya kocasını tâyin eder. Bunlar içinde kasıra en yakın akrabâ olan ve ona yakın bir yerde oturan vasî olarak tâyin edebilir (M.K. md.364). Sulh mahkemesi vasîyi tâyin ederken küçüğün rızâsını da alır (M.K. md. 365). Küçüğün veya mahcurun erkek hısımları, kocası ve vesâyet mıntıkasında oturan ve medenî-siyâsî haklara sâhip olan diğer erkekler vesâyet vazifelerini kabul ile mükelleftir (M.K. md.366). Fakat, 60 yaşını bitirmiş olanlar, maluliyetten dolayı vesâyeti güçlükle yapacak olanlar, dörtten fazla çocuğun velisi bulunanlar, uhdesinde ikiden fazla, vesâyet bulunanlar veya işi aşkın bir vesâyeti olanlar, mebuslar, vekiller ve temyiz mahkemesi reisi ve âzâları vasî olmayı reddedebilirler (M.K. md.367). Vesâyet altında bulunanları, medenî ve siyâsî haklardan mahrum olanlar, menfaatleri kasrın (vesâyet altına alınacak kişi) menfaatleriyle zıt olan veya onunla düşmanlığı olanlar ve ilgili vesâyet dâireleri hakimleri vasî olamazlar (M.K. md.368). Vasî tâyin edildikten sonra durum yazılı olarak vasî tâyin edilen kişiye bildirilir. Durum hem doğduğu yerde, hem de ikâmetgâhının bulunduğu yerde îlân edilir (M.K. md.371). Vasî tâyin edilen kişi tebliğ edildiği andan îtibâren 10 gün içinde mahkemeye mâzeret bildirerek îtiraz edebilir. Bu îtirâzı mahkeme karar verene kadar vasî olarak vazifesini yapmaya mecburdur (M.K. md.372-374).
Vazifeleri: Vasî, vazifesine başlarken sulh mahkemesinin bir temsilcinin huzûrunda, vesâyet altındaki kimsenin mallarının bir defterini yapar. Vesâyet altındaki kimse temyiz kudretini, hâiz ve imkân da mevcut ise defter yapılırken hazır bulundurulur (M.K. md.382). Senetleri, kıymetli eşyâları ve mühim vesikaları sulh mahkemesinin murâkabesi altında emin bir yere konur (M.K. md.383). Şâyet vesâyet altındaki kişinin menfaati gerektiriyorsa menkul eşyâları açık artırmayla veya iki tarafın anlaşmasıyla satılır. Kıymetli eşyâları, mecburiyet olmadıkça satılmaz (M.K. md.384). Vesâyet altındaki kişinin alacakları yeteri ölçüde teminattan mahrumsa, daha teminatlı hâle getirilir (M.K. md.386). Sınâî, ticârî ve sâir teşebbüsleri varsa sulh mahkemesi bunların tasfiyesi veya idâmesi için gerekli tedbiri alır (M.K. md. 387). Gayrimenkul mallar, sulh mahkemesinin izniyle satılabilir. Satış açık artırmayla yapılır. Asliye mahkemesi karar verirse satış iki tarafın karşılıklı anlaşması yoluyla da yapılabilir. (M.K. md. 388).
Vasî, küçüğün terbiyesi için îtinâ gösterir. İstisnalar dışında çocuğun terbiyesi konusunda vasî anne ve babanın yetkilerini kullanır (M.K. md.389). Vasî, bütün tasarruflarında küçüğü temsil eder, fakat onun mallarını bağışlayamaz, vakfedemez, onun hesâbına kefâlet yapamaz (M.K. md.391-392). Vesâyet altındaki küçük temyiz kudretine sâhipse ve 16 yaşından küçük değilse işlerini yaparken vasî onun da rızâsını alır, fakat bu rızâ vasîyi sorumluluktan kurtaramaz. (M.K. md. 393). Vesâyet altında bulunan kişi vasînin rızâsını almak şartıyla borca girebilir, bir haktan ferâgat edebilir. (M.K. md. 394). Vesayet altında bulunan kişiye sulh mahkemesi bir sanatta veya işte çalışma izni vermişse, o sanat ve iş dolayısıyle yaptığı tasarruflardan sorumludur (M.K. md.396).
Vasî, sulh mahkemesinin tâyin eylediği zamanlarda ve hiç olmazsa senede bir defâ mahkemeye arzetmek üzere hesap tutmaya mecburdur. Hesap incelenirken temyiz kudretini hâiz ve on altı yaşında bulunan vesâyet altındaki kişi de bulunur (M.K. md.397). Vasî, vesâyeti altındaki kimsenin malından ücret alabilir. Bu ücret, her bir hesap müddeti için vasînin sarfettiği emeğe ve vesâyeti altındaki kimsenin gelirine göre sulh mahkemesi tarafından takdir olunur (M.K. md.400).
Vasînin vazifesinin sona ermesi: Vesâyet kural olarak dört yıl için verilir. Dört yıl sona erince, vasî vesâyetten çekilebilir (M.K. md.399). Vasîlik sıfatı, vasînin vefâtı veya medenî haklarını kullanmaktan mahrum kalırsa sona erer (M.K. md. 423). Vasî, vasîlikle bağdaşmayan bir harekette bulunursa istifâ etmeye mecburdur. Fakat, müddeti dolmadıkça kendi isteğiyle istifâ edemez (M.K. md. 425). Vasînin, vasîlikle bağdaşmayan fâhiş bir ihmâli görülürse, asliye mahkemesi onu vasîlikten azleder. Borcunu ödemekten âciz kalan vasî hakkında da hüküm böyledir. Sulh hâkimi, vesâyet altındaki kimsenin menfaatlerini tehlikede gördüğü anda, vazifesini gereği gibi îfâ edemeyen vasînin başka bir kusuru olmasa bile, vazifesine nihayet verebilir (M.K. md.427).
Temyiz kudretini haiz vesâyet altındaki kimse ve ilgililerden herbiri, vasînin azlini talep edebilirler (M.K. md.428). Gecikmede tehlike varsa sulh mahkemesi, vasîye geçici olarak işten el çektirebilir; îcâbında tevkif ve mallarını haciz ettirebilir (M.K. md.430).
Vasîliğin sonunda yapılacak işlemler: Vesâyeti sona eren vasî, idaresi döneminde tutmuş olduğu raporu ve hesabı sulh mahkemesine vermeye ve malları vesâyet altındaki kimselerin veya mirasçılarının yâhut yeni vasînin emrine teslim etmeğe mecburdur (M.K. md.433). Bu raporlar ve hesap sulh mahkemesince incelenir. Tasdik edilen rapor ve hesaplar yeni vasîye ve vesâyet altındaki kişinin mirasçılarına bildirilir. (M.K.md. 435). Vasînin mesuliyetine âit dâvâlar kesin hesâbını verdiği andan îtibâren 1 yıllık zaman aşımı süresine tâbidir (M.K. md.436). Vesâyet altındaki kimsenin, vasî veya vesâyet dâireleri âzâsı zimmetindeki alacağı, imtiyazlı olacaktır (M.K. md.438).
Alm. Testament (n), Letzter Wille (m), Fr. Testament (m), dernières volontés (f. pl.), İng. Will, testament. Bir şahsın kendi mal varlığı üzerinde serbestçe yaptığı ve ölümünden sonra hukûkî bir mânâ ifâde edecek, hukûkî bir netice meydana getirecek olan tek taraflı, ölüme bağlı bir tasarruf. Lügât mânâsı, bağlamak, bitiştirmektir. Vasîyet, ölümünden sonra geçerli olmak üzere teberru yoluyla bir malı bir şahsa temlik etmek, bırakmak demektir.
Şartları: Medenî Kânuna göre 15 yaşını bitiren ve temyiz kudretine mâlik olan herkes, kânunun kabul ettiği şekil şartlarına riâyet ederek ölümünden sonra geçerli olmak üzere vasiyette bulunabilir (M.K. md. 449). Vasiyet yapma hakkının şahsen ve bizzat kullanılması şarttır. Ölüme bağlı, tasarruf yapmak hakkı münhasıran şahsa bağlı haklardır. Bir kimse vasiyetnâme yapmak ehliyetine sâhip değilse, kânûnî temsilcisi de onun adına bu muameleyi yapamaz. Ölümüne bağlı, tasarrufların bizzat ve şahsen vasiyetçi tarafından yapılması şarttır. Vasiyetçi, vasiyetinin kalan kısmını sonradan tamamlaması için başkasına bırakamaz. Medenî Kânuna göre; hiçbir kimsenin vasiyet yapmak mecburiyeti yoktur, böyle bir taahhüt altına girmişse de hükümsüzdür.
Vasiyette bulunacak kişinin temyiz kudretine sâhip olması lâzımdır. Temyiz kudretinden mahrum bulunan şahsın yaptığı vasiyet geçersizdir. Bu konuda şâhit de dinlenebilir. Vasiyetçinin vasiyetnâmeyi yaptığı anda temyiz kudretine sâhip olup olmadığının tespiti, herşeyden önce bir ihtisas meselesidir. Bilirkişi veya mütehassıs hekimlerin fikirleri bu hususta daha fazla önem taşır.
Bâzı istisnâî hâller dışında, akıl hastalığı ve akıl zayıflığı sebebiyle tesir altına alınmış olanlar, esas îtibâriyle vasiyet ehliyetinden mahrumdurlar. Evli kadının, gerek kocası gerekse başkası lehine vasiyetnâme veya mîras mukâvelesiyle ölüme bağlı, tasarruf yapması mümkün ve geçerlidir. M.K. md.449’da, vasiyette bulunma ehliyeti için 15 yaşın bitirilmesi şartını koymuştur. Buradaki yaş, kânunun kabul etmiş olduğu rüşd yaşı olan 18 yaşına girme şartının altındadır. Bunun sebebi kişinin ölüm ânındaki arzularının mümkün olduğu kadar yerine getirilmesini gerçekleştirmektir.
Vasiyetin şekilleri: Vasiyetnâme ve mîras mukâvelesi şekle bağlı işlemlerdir. Bunların geçerli olabilmesi için kânunda gösterilen şekil şartlarına uyulması şarttır. Roma Hukûkunda da vasiyetnâme şekle bağlıydı. İslâm Hukûkunda vasiyetnâme şekle bağlı olarak yapılmaktadır. Fakat Medenî Kânun bu şekil şartlarına her zaman uymanın zorluğunu düşünerek, birkaç çeşit vasiyetname tipi düzenlemiştir. Bunların bâzıları diğerlerine nazaran daha sâde ve basittir. Medenî Kânun üç türlü vasiyetnâme şekli kabul etmiştir: 1) El yazısı ile vasiyetnâme (Md. 485), 2) Resmî vasiyetnâme (Md. 479), 3) Şifâhî (sözle) vasiyetnâme (Md. 486). Bu üç şekilde vasiyetnâme yapmak tahdidî olarak tanzim olunmuştur. Yâni bunların dışında bir vasiyetnâme şekli, Türkiye’de geçerli değildir. Vasiyette bulunacak şahıs bu üç şekilden birine uymak mecburiyetindedir. İki veya daha fazla şahısların birlikte vasiyetnâme yapmaları (müşterek vasiyetnâme) memleketimizde geçerli değildir.
1. El yazısı ile vasiyetnâme: M.K. 485. maddesinde düzenlenmiştir. El yazısı vasiyetnâme, resmî bir memurun katılmasına hiçbir zaman lüzum göstermediğinden, buna “Özel Vasiyetnâme” adı verilmektedir. Bu vasiyetnâmeyi vasiyetçi tek başına tanzim edebilir. Bütün metninin, yapıldığı yerin, târihin ve imzânın hepsinin vasiyetçinin el yazısı ile yazılmış olması şarttır.
2. Resmî vasiyetnâme: M.K. 479. maddesinde Resmî Vasiyetnâme düzenlenmiştir. Bu vasiyetnâme için, resmî memurun ve iki şâhidin bulunması şarttır. Resmî vasiyetnâme, sulh hâkimi, noter veya bunu yapmakla vazifelendirilebilecek diğer resmî merciler tarafından tanzim olunur. Tatbikatta, resmî vasiyetnâme genellikle noter vâsıtasıyla tanzim olunmaktadır.
Medenî Kânun iki tip Resmî Vasiyetnâme şeklini kabul etmiştir. Birincisi; okuma-yazma bilenler için (Md. 480-481), ikincisi; okuma-yazma bilmeyenler için kabul edilmiş şeklidir. (Md. 482). Okuma-yazma bilenler, son arzularını resmî memura (notere) bildirir. Vasiyetçinin bildirdiği istek ve tasarrufları resmî memur, bu konuda soracağı suâllerle, vasiyetnâmesini onun arzı ve irâdesine uygun bir tarzda, açık bir hâle getirir. Resmî memur tarafından hazırlanan vasiyetnâme metni, okuması için vasiyetçiye verilir. O da okur ve imzâsını atar. Sonra resmî memur da (noter) târih koyarak imzâlar. Vasiyetçi daha sonra, iki şâhit huzûrunda, vasiyetnâmeyi okuduğunu ve bunun son arzularına uygun bulunduğunu beyan eder.
Resmî vasiyetnâmenin bir tipini sağır ve dilsizler de yapabilir; fakat körler yapamaz. Hem kör, hem de sağır-dilsiz olanlar her iki çeşit resmî vasiyetnâmeyi de yapamazlar. Okuma-yazma iktidarından mahrum olanlar, meselâ hastalık veya körlük sebebiyle okumak ve yazmak kudreti olmayanlar için; resmî vasiyetnâmenin özel bir şekli tanzim edilmiştir (Md. 482). Burada; resmî memura (notere) vasiyeti (son arzularını) bildirir. Bu arzularına uygun olarak noter vasiyetnâmeyi hazırlar. Resmî memur, hazırlamış olduğu vasiyetnâme metnini, iki şâhit önünde, vasiyetçiye okur. Okunan senedin arzu ve iradesine uygun bulunduğunu vasiyetçi iki şâhit önünde resmî memura beyan eder. Daha sonra resmî memur târih koyarak vasiyetnâmeyi imzâlar. Bu tip resmî vasiyetnâmede vasiyetçinin imzâsı yoktur. Daha sonra iki şâhit bir şerh vererek imzâlarlar. Bu şerhte vasiyetçinin vasiyet ehliyetinin bulunduğu, vasiyetnâmenin kendileri önünde vasiyetçinin yüzüne karşı okunduğu, vasiyetçinin okunan metni son arzularına uygun bulduğu yazılır. Bunlardan herhangi birinin şerhte bulunmaması, bir iptâl sebebidir.
Yabancı ülkelerde Türklerin, Türkiye’de ise yabancıların resmî vasiyetnâme temin etmeleri mümkündür. Vasiyetnâmeyi tanzim eden resmî memur, resmî vasiyetin aslını veya tasdikli bir sûretini muhâfaza etmekle mükelleftir (Md. 484).
3. Sözlü vasiyetnâme: Sözlü vasiyetnâme (Md. 486-488), istisnâî nitelikte bir vasiyet şeklidir. Normal hâllerde yapılabilecek vasiyetnâme şekilleri, el yazısı ve resmî vasiyetnâmedir. Sözlü vasiyetnâme ise, ancak fevkalâde hallerde (olağanüstü durumlarda), el yazısı veya resmî vasiyetnâmenin yapılmadığı durumlarda başvurulabilir. Bu sebeple bu tip vasiyetnâme, zarûretten doğan bir vasiyetnâme olarak nitelendirilebilir. Ölüm hâli vs. gibi.
Böyle olağanüstü hâllerde, vasiyetçinin vasiyetini iki şahit önünde söylemesi ve bunun yazılı bir vesika hâlinde tanzimi husûsunda bu şahısları yetkilendirmesi gerekir. Şâhitler bu işi kabul edip vasiyetnâme tanzim etmek zorunda değillerdir. Şâhitler bunu kabul ettikleri takdirde, kânunun kendilerine düşen mükellefiyetleri yerine getirmek ve kânundaki şartlara uymak sûretiyle, sözlü vasiyetnâmenin sonraki formalitelerini îfâ etmek zorundadırlar. Kusurlu olarak bunu yerine getiremezlerse, bunun sonuçlarından sorumlu olurlar.
İki şâhit, vasiyetçinin söylemiş olduğu son arzu ve tasarruflarını yazılı olarak derhâl tespit ederler. Sonra bu yazılı vesikayı hâkime verirler. Şâhitler isterlerse, vasiyetçinin sözle yaptığı ölüme bağlı tasarrufları yazıyla tespit etmeden doğrudan doğruya hâkime giderek sözlü olarak da bildirebilirler.
M.K. 487. madde askerler hakkında özel bir düzenleme getirmiştir. Sözlü vasiyetnâme yapmak zorunda kalan askerin, iki şâhit önünde son arzusunu bildiren bu tür bir vasiyeti hâkime hemen bildirmesi güç olduğundan, kânun, bunun bir teğmene veya daha üst derecede bir subaya tevdi edilebileceğini, hükme bağlamıştır. Sözlü vasiyette bulunduktan sonra, vasiyetçi iyileşir. Fevkalâde hâl sona ererse, yapılan sözlü vasiyetnâme geçersiz kalır. M.K. 488’e göre, olağanüstü hâlin sona ermesinden bir ay sonra, eğer vasiyetçi hayatta ise, sözlü vasiyetin hükmü kalmaz.
Vasiyetten geri dönme: Vasiyetnâme tek taraflı, bir hukûkî muâmele olduğu için vasiyetçi ölmeden önce istediği zaman vasiyetinden vazgeçebilir. Vasiyetçi, vasiyetnâmeden istediği zaman vazgeçebildiği hâlde, mîras mukâvelesinden istediği zaman vazgeçemez. Zîra, bu iki taraflı bir tasarruftur.
İslâm hukûkunda vasiyet: İslâm Hukûkunda vasiyet bâzı hâllerde farz, bâzan sünnet, bâzan da müstahabdır. Eskiden her Müslüman, bir vasiyet yazardı. Burada evlâdına, ahbabına son nasihatlerini bildirirdi. Kendinde hakkı bulunanlarla, helâllaşılmasını, vereceklerini, borçlarının ödenmesini, iskât, hac yapılmasını isterler; cenâze hizmetindeki ve defnden önceki isteklerini bildirirlerdi. Zevcesine (hanımına) olan mehr-i müeccel (Bkz. Mehr) borcunun ödenmesi için vasiyet etmesine çok dikkat edilirdi. Bu isteklerinin İslâmî hükümlere uygun olması için, âdil iki şâhit yanında bir vâsi seçerdi.
Peygamber efendimiz buyurdu ki: “Vasiyet etmek istediği bir şeyi olup da vasiyeti başucunda yazılı olmadan iki gece geçirmek müminin harcı değildir.”
Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Gâzinin vefât edeceği zaman oğlu Orhan Beye gönderdiği meşhur vasiyetnâmesinin özü şöyledir:
(Allahü teâlânın emirlerine muhâlif bir iş işlemiyesin. Bilmediğini şeriat ulemâsından sorup anlıyasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerlerine ihsanı eksik etmiyesin ki, insan ihsanın kulcağızıdır. Zâlim olma. Âlemi adâletle şenlendir ve Allah için cihâdı terk etmeyerek beni şâd et. Ulemâya riâyet eyle ki, şeriat işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbâl ve hilm göster. Askerine ve malına gurur getirip, şeriat ehlinden uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah’ın dînini yaymaktır. Yoksa kuru kavga ve cihangirlik dâvâsı değildir. Sana da bunlar yaraşır. Dâimâ herkese ihsânda bulun. Memleket işlerini noksansız gör. Hepinizi Allahü teâlâya emânet ediyorum). Osmanlı sultanları bu vasiyetnâmeye candan sarılmış, devletin 600 sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur.
Bir vasiyetnâme misâli: İstanbul şehrinde Gedikpaşa semtinde oturan bezzâz (manifaturacı) Osman Efendi meclis-i şer’i şerîf-i enverde veAhmed Ağanın yanında der ki: “Allahü teâlânın emriyle vefât ettiğim zaman, bıraktığım malın hepsi ve bütün alacaklarım alınarak, önce âdet üzere techiz (donatma) ve tekfinim (kefenlenme) yapılıp, sonra, borcum çıkarsa, bunları ödeyip geriye kalan üçte biri ayrılsın. Bu ayrılan sülüs içinden şu kadar kuruşla namaz iskâti ve oruç, yemin ve adaklarım için keffâretim yapılsın. Dînimize uygun olarak iskât apılıp, Müslüman fakirlere dağıtılsın. Şu kadar kuruşu ile tatlı (helva ve lokma) pişirilip, fakirlere yedirilsin. Şu kadar kuruşu ile kabrim yapılsın. Bu arta kalanını da, seçtiğim vasim, dilediği hayrat ve hasenâta harc etsin, diye vasiyet etti. Bu vasiyetimi yerine getirmeğe yanımdaki Ahmed Ağayı seçtim ve tâyin eyledim, dedi. Ahmed Ağa da bu vasiyeti dinleyip kabul etti ve hepsini en iyi şekilde yapmayı üzerine aldı. Biz de hazır bulunup gördük, işittik ve şâhit olduk.”
İmzâ imzâ şâhit şâhit
Hasanoğlu Osman, Ali oğlu Ahmed, Süleyman oğlu Ömer, Veli oğlu Bekir.
İslâm Hukûkuna göre, malının üçte birini hayırlı işlerde kullanması için biri vasî tâyin edilip, vasî de bu kadar malı hayırlı işlere verse, ölünün vârisleri, bu malı nerelere verdin diye soramazlar. Vârislerin mahfuz hissesi (saklı payı) techiz ve borçların tasfiyesinden sonra kalan terekenin üçte ikisidir. Eğer vasiyet terekenin üçte birini aşıyorsa artan kısımla ilgili icrâ vârislerin kabûlüne bağlıdır. Vasî tâyin etmeden ölen kimsenin vasiyetini yerine getirmek için, hâkim bir vasî tâyin eder.
İslâm Hukûkuna göre de, bir kimse vasiyetinden dönebilir. Vasiyetini inkâr etmesi iptâl sayılmaz. Vasiyette bulunan kimsenin vasiyetini yerine getirmeyi taahhüt eden kimse, o kişinin ölümünden sonra bu işi yapmayı reddedemez. Emin olmayan fâsık (açıkça günah işleyen mümin) veya zımmî (İslâm devleti uyruğundaki gayri müslim)vasî yapılırsa, hâkim bunları değiştirir. Ücretle vasî yapmak câiz değildir. Fakat söylemiş olduğu ücret ona vasiyet edilirse o zaman o ücreti alabilir.
Meşhur İranlı edîb ve târihçi. İsmi, Abdullah bin Fadlullah eş-Şîrâzî’dir. Vassâf-ül-Hadra lakabıyla meşhur oldu. 1264 (H. 663) senesinde Salgurlu Atabeglerinin merkezi Şiraz’da doğdu, 1334 (H.735) senesinde orada vefât etti.
Vassâf, tahsilini Salgurlu Atabeglerin himâyesinde Şirâz’da tamamladı. Moğol emîri Takaçar’ın nâibi Sadrüddîn Ahmed’e bağlanarak Moğoların hizmetinde bulundu. Dîvân’da tahsildârlık vazifesi gördü. Sa’düddîn Savecî’nin teşvik ve himâyesini gördü. Meşhur vezir ve târihçi Reşîdüddîn Fadlullah, onun edebiyat ve târih sahasındaki kâbiliyetini takdir ederek himâyesine aldı. Vassaf, böylece büyük bir edîb ve târihçi olarak yetişti.
Vassâf, Tecziyet-ül Emsâr Tezciyet-ül A’sâr adlı beş ciltlik eserini 1297 (H. 697) senesinde otuz dört yaşında yazmaya başladı. Eserinin ilk üç cildini 1303 (H. 702) senesinde Fırat kenarındaki menzillerden biri olan Âne’de, Şam’a gitmekte olan İlhanlı hükümdârı Gazân Hana takdim etti. Eserinin ikinci kısmını ise, 1312 (H. 712) senesinde Sultaniye’de İlhanlı hükümdârı Olcaytu’ya takdim etti ve sultânı öven bir kasîde okudu. Olcaytu’nun iltifâtına kavuştu. Sultan tarafından kendisine Vassâf-ül-Hadra (Saray meddâhı) lakabı verildi.
Vassâf’ın sonraları bâzı ilâvelerle genişlettiği eseri Târih-i Vassâf adıyla meşhur oldu.
Târih-i Vassâf; Moğol Hanı Mengü’nün ölümüyle başlamakta, Kubilay, Temür Olcaytu’nun cülûsları ve İlhanlı târihi anlatılmaktadır. İran ve komşuları, Kirman, Şabankâre ve Fars denizindeki adalarda bulunan devletler, Mısır, Şam ve Hindistan’daki hâdiselerden bahsedilmektedir. Eserin ikinci cildinde; İran’daki Salgurlu Atabekleri ve bunların Moğollarla münâsebetleri, üçüncü ciltte, Kirman, Dehli sultânları, dördüncü ciltte Moğolların ortaya çıkışları, Türkistan ve Mâverâünnehr’de oynadıkları rol ele alınmakta, son ciltte ise İlhanlı hükümdârı Ebû Saîd devri ortasına kadar olan vak’alar anlatılmaktadır.
Vassâf Târihi, târihçilerin çok mürâcaat ettikleri kaynakların başında yer aldı. Vassaf’ın, hâdiseleri bizzat yaşaması, devlet erkânının ağzından işitmesi, sarayda vazifeli bir memur olarak devlet arşivine girebilmesi, eserinin sıhhatli ve îtimâd edilir olmasına sebep olmuştur.
Vassâf, siyâsî kanâatlerinde hâmisi Reşîdüddîn Fadlullah gibi Moğolları medhetmiş olmasına rağmen, yer yer onların merhametsiz, adâletsiz davranışlarına da temâs etmiştir.
Hoca Sâdeddîn Efendi, Selimnâme’sinde Osmanlı pâdişâhlarından Yavuz Sultan Selim Hanın târih ilmine büyük önem vermesi sebebiyle Târih-i Vassâf’ı okuduğunu bildirmekte, Mısır Seferinde kaybolan bir sandık arasında Târih-i Vassâf’ın da bulunmasına üzüldüğünü, Mısır’ın fethinden sonra ise eserin yeni bir nüshasının yazılması için ferman verdiğini zikr etmektedir.
Fârisî olan eserin iyi anlaşılması için birçok şerh (açıklama) Zeyl (ek) ve lügatler yazıldı. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Bağdatlı Nazmîzâde Murtazâ Efendi şerhleri, Lügat-ı Müşkilât-ı Vassâf, Şerh-i Târih-i Vassâf, Tercüme-i Târih-i Vassâf, Zeyl-i Nazmîzâde, 2) Ebû Bekr bin Rüstem Şerh-i Târih-i Vassâf, 3) Molla Nâili Ahmed Efendinin Şerh-i Lügât-ı Târih-i Vassâf, 4) İbrâhim Hanîf’in Muhtasar-ı Şerh-i Lügat-i Vassâf, 5) Ahmed Vâsıf Efendinin Müşkilât-ı Lügat-i Vassâf, 6) Mehmed Ârif’in Şerh-i Târih-i Vassâf.
Târih-i Vassâf, önce Bombay, daha sonra Tebriz’de tab’olundu. Birinci cildi de Hammer tarafından Almanca’ya tercüme edildi.
Osmanlı-Avusturya Antlaşmalarından. Sultan Dördüncü Mehmed Han (1648-1687) zamânında. 1663 Avusturya ve 1664 Alman seferleri üzerine Avusturyalılar sulh istedi. Müzâkereler 29 Temmuz 1664 günü tamamlandı. Antlaşmanın Osmanlıca ve Lâtince nüshaları Osmanlı Sultanı ve Alman İmparatoruna gönderildi. İstanbul ve Viyana tarafından tasdik edilinceye kadar, Osmanlı ordusu harekâtında serbest kalacaktı. Ordunun harekât serbestliği kaydı, antlaşmanın bir an önce tasdikini kolaylaştırdı. Osmanlı temsilcisi vezir-i âzam Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa ve Avusturya temsilcisi İstiryalı Simon Reniger von Renigle idi. Vasvar Antlaşması Osmanlı Karargâhında 10 madde hâlinde, 10 Ağustos 1664 târihinde tasdik edildi. Antlaşmaya göre:
1) Osmanlılar tarafından zapt edilen Uyvar ve Neograd kaleleriyle etrâfındaki palangalar Osmanlılarda, 2) Sceckelbyd Kalesi Avusturya’da kalacaktı, 3) İki taraf askerleri de Erdel’den çekilecekti, 4) Erdel kralları Avusturya topraklarına tecâvüz etmeyecekti. 5) Yıkılan Zerinva veya Yeni Kale tekrar yapılmayacaktı, 6) İki taraf da akın ve çeteciliğe son verecekti, 7) Antlaşma yirmi yıllıktı, 8) Dostluk nişânesi olarak, İmparator Sultana 240.000 filorin kıymetinde hediye takdim edecekti, 9) Sultan da büyükelçiyle İmparatora münâsip bir hediye gönderecekti, 10) Önceki antlaşmaların bozulmayan esaslarına yeniden riâyet edilecekti.
Vasvar Antlaşmasıyla, Avusturya, Osmanlı üstünlüğünü bir defâ daha kabul etmiş oluyordu.
Alm. Sumpfluchs, Fr. Lynx, İng. European lynx. Familyası: Kedigiller (Felidae). Yaşadığı yerler: Sık kozalak ormanlarında. Özellikleri: Yaban kedisine benzer, yırtıcı bir hayvan. Boyu 130 cm kadardır. Kulak uçları püsküllüdür. Gece avlanır. Ömrü: 15 yıl kadar. Çeşitleri: Avrupa vaşağı, İspanya vaşağı, Kanada vaşağı, kızıl vaşak, çöl vaşağı, bataklık vaşağı gibi türleri vardır.
Kuzeye yakın sık kozalak ormanlarında yaşayan, kediye benzer, bir memeli. Boyu 65-130 cm kadardır. Ekseriya kuyruğu kısa, tüyleri uzun, kulakları sivri ve uçları bir demet tüyle biter. Tüy tutamları, sesin geldiği yeri, kesin bir şekilde tespit etmekte, anten gibi görev yapar. “Karakulak” olarak da bilinir. Postu kıymetlidir. Sırtı kül rengi ve kara beneklidir. Sinsi ve çevik bir hayvandır. Gündüzleri ağaç dalları arasında veya kovuklarda gizlenir. Gece avlanmaya çıkar. Yalnız dolaşır. Ancak eşleşme dönemlerinde bir araya gelirler. Küçük memelileri ve kuşları avlar. Leş de yediği olur. Uzun bacaklarıyla iyi sıçrar, ağaçlara tırmanır ve yüzer. Rahatlıkla en yüksek ağaçların tepesine çıkarak kuşları yuvalarında avladığı gibi, samur, sincap ve yaban kedilerini de avlar. Bâzan ağaçların alçak dalları arasında pusuya yatarak geyik, karaca gibi av hayvanlarının geçmesini gözler. Gözüne kestirdiği zayıf ve cılızlardan birine saldırır. Bâzan bir gecede 30-40 keçi ve koyun boğazladığı görülmüştür. Kanada vaşağı, güçlü ayaklarının altındaki post sâyesinde rahatça kar üstünde hareket eder. Hızlı koştuğunda tavşanları kovalayarak yakalar. Güney Asya’nın kurak bölgeleriyle Afrika’da yaşayan çöl vaşağının kulakları anormal uzunluktadır. Toprak altında barınır, son derece çevik bir hayvandır. Kuzey Amerika ormanlarında yaşayan Kızıl vaşağın kulak uçlarında hemen hemen hiç püskül yoktur. Günümüzde yalnız İspanya’da yaşayan İspanya vaşağı kıymetli postu yüzünden çok avlanır. Nesli tükenme tehlikesi geçirmektedir. Türkiye’de vaşak avlamak kânunen yasaklanmıştır. Vaşaklar, sıkıştırılınca, kedi gibi tıslar, pençe ve dişleriyle kendilerini korurlar. İnsanlara saldırgan değildir. Evcilleştirilerek av köpeği yerine kullanılabilir. Ocak-şubat aylarında çiftleşirler. İki aylık gebelikten sonra dişi 2-4 yavru doğurur. Yavruların gözleri 12 gün sonra açılır. Diğer yılın eşleşme mevsimine kadar annelerinin yanında kalırlar. Bir yılda erginleşerek annelerinden ayrılırlar.
Bir kimsenin doğup büyüdüğü; bir milletin hâkim olarak üzerinde yaşadığı, barındığı, gerekirse uğrunda canını vereceği toprak. Bir kimsenin yerleştiği yere de vatan denir. Vatan ile yurt aynı mânâdadır. Vatanın geniş mânâda târifi ise ülkedir.
Vatan, milleti meydana getiren değerlerin başında gelir. Millet dediğimiz varlık vatan denilen toprak parçası üzerinde yaşar. Vatan dar mânâda yalnızca doğup büyünen, üzerinde yaşanan toprak parçası değildir. O, bir milletin tamâmının barındığı ülke veya ülke topraklarıdır (Bkz. Ülke). Bir kimse bağlı bulunduğu ülkenin vatandaşı, yurttaşıdır. Ülke, vatan toprağının altında yatan şehitlerin hâtıralarıyla kutsaldır. Vatan, topraklarından başka deniz ve hava sahalarını da içine alır. Gemiler ve uçaklar temsil ettikleri ülkenin bayrağını çekmiş olarak dolaştıkları vakit de tek başına vatan kabul edilirler.
İnsanların daha yaratılışından içlerinde, vatan sevgisi bulunur. Vatanını seven, haysiyetli ve şahsiyetli insanların vatana bağlılıkları sebebiyle uğrunda her şeylerini seve seve fedâ edebilecekleri bâzı kutsal değerleri vardır: Din, dil, şeref, nâmus, ırz gibi değerler bunların başında gelir. Vatanı korumak; dîni, îmânı, nâmusu korumak gibidir. Bu uğurda canlar fedâ edilir. Yâni vatanı sevmek kadar korumak da önemlidir. Vatanını korumak ve saldıranlara karşı canla başla karşı koymak yüce dînimiz İslâmın emirlerindendir. Kur’ân-ı kerîmde Bakara sûresi 190. âyet-i kerîmede meâlen; “Size savaş açanlara karşı, Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin. Doğrusu Allahü teâlâ aşırı gidenleri sevmez.” buyrulmaktadır. Peygamber efendimiz de; “Allahü teâlâya îmândan sonra en fazîletli ibâdet, vatan savunmasıdır.” buyurur.
Târih boyunca milletler, üzerinde yaşadıkları vatan toprağı uğrunda kan akıtmışlardır. Şâir bunu;
Toprakları toprak yapan üstündeki kandır,
Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.
sözüyle îzah etmiştir. Bütün bunlar, ancak milletin varlığıyla mümkündür. Bir milletin var olabilmesi, bir devletin varlığına; devlet de vatanın mevcudiyetine bağlıdır. Vatan olmasa millet de, devlet de olmaz. İnsanlık haysiyeti ve şerefi hiç kalmaz. Bunların muhâfazası yine vatanı sevmekle mümkündür. Vatan sevgisi, kişilerin çeşitli tesirler altında kalmasıyla zamanla artar veya eksilir. İnançlı bir kimse mutlaka vatanını sever. Peygamberimiz Muhammed alehisselâm; “Vatan sevgisi, îmândandır.” buyurmuştur.
Vatanından ayrı kalan vatanını özler. Bunun böyle olduğunu altın kafesteki bülbül misâli de anlatmaktadır: Bülbülü altın kafese koymuşlar “Ahhh! Vatanım” demiş.
Her nîmete sâhip olan, iyi iklimi, bol suyu, zengin mâden yataklarıyla dünyâda eşi bulunmayan vatanımız Türkiye, onu yükseltecek hakikî vatanseverlere muhtaçtır. Ancak bu hakikî vatanseverler; el ele vererek, birbirlerini sayarak, koruyarak, Türk ve Müslüman ismini taşıyan bozuk fikirlilerin ve vatan düşmanlarının saçma ve sapık yayınlarını, sözlerini reddederek, durmadan çalışarak, yirminci asrın fen ve teknolojisine ulaşarak ve hattâ onu da geçerek, bu kudsî vatanı lâyık olduğu dereceye ulaştırabilirler.
BİR YOLCUYA
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver bu sâkit yığın
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklâl uğrunda, nâmus yolunda
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir.
Bu tümsek, koparken büyük zelzele
Son vatan parçası geçerken ele
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele
Mübârek kanını akıttığı yerdir.
Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin
Bir harbin sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini tattığı yerdir.
Necmeddin Halil Onan
DEVLETİN ADI |
Vatikan Şehir Devleti |
NÜFÛSU |
1000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
(44 Hektar) 0.44 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İtalyanca ve Lâtince |
DÎNİ |
Roma Katolikliği |
PARA BİRİMİ |
Liret |
Roma şehrinde etrâfı tamâmen İtalya ile çevrili küçücük bir şehir devleti. Papalığın merkezi durumundadır.
Târihi
Papalar yüzyıllar boyunca, İtalya’nın yarısı üzerinde kısa sürelerle çok defâ geçici olarak hükümran oldular. Bunların yönettiği devletlere Papa devletleri adı verildi. 13 Mayıs 1871’de Papanın hâkimiyeti Roma’daki Vatikan ve Lateram sarayları, Castel Gandolfe villası üzerinde olacak şekilde bir İtalyan kânunuyla sınırlandı.
11 Şubat 1929’da Kardinal Gasparri ve Başbakan Mussolini arasında uzlaşma antlaşması imzâlandı. Antlaşma kararları sonucunda Vatikan şehri bağımsız bir devlet oldu ve Roma Katolikliği İtalya’da özel bir statü kazandı. Antlaşma 1947’de İtalyan Anayasasına sokularak anayasanın 7. maddesini teşkil etti. İtalya ve Vatikan antlaşmayı yeniden gözden geçirmek üzere 1976’da biraraya geldi. Alınan kararlar sonucunda Roma Katolikliği İtalya’da resmî din olmaktan çıktı ve İtalyan okullarındaki din eğitimi son buldu.
Fizikî Yapı
Vatikan, İtalya’nın başşehri Roma’da üçgene benzeyen bir alan üzerinde kurulmuştur. Devlet sınırları içinde St. Peter Kilisesi, bâzı başka kilise ve yapılar ve Papanın yazlık evi olan Gandolfe Şatosu vardır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Halkın % 85’i İtalyan, % 15’i İsviçreli ve yabancılardır. Vatikan’da İtalyanca ve Lâtince konuşulur. Dînî öğretim yapan 7 üniversitesi mevcut olup, bunların dışarıdan gelen 5000 kadar öğrencisi vardır.
Siyâsî Hayat
Vatikan, Papa tarafından idâre edilen bir devlet olup, devlet yönetiminde bir Papalık Sekreterliği, 9 rûhânî bakanlık ve çeşitli kurullar vardır. Kânunlar Katolik mezhebine dayanır.
Ekonomi
Vatikan’da herhangi bir ekonomik üretim alanı yoktur. Gelirler kiliseye yapılan bağışların yatırımlarından, müzelere gelen ziyâreçtilerin bıraktığı para, pul ve mâdenî paraların satışından ibârettir.
Vatikan, bankalardaki para, tahvil, başta silâh fabrikaları olmak üzere çeşitli sanâyi kuruluşlarındaki hisseleriyle dünyânın en zengin şirketlerini çok geride bırakacak servete sâhiptir. Gelirinin çoğunu Hıristiyanlık propagandasına harcar.