ÜMMÜ EYMEN
Kadın sahâbîlerden Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) “Annemden sonra annemdir.” buyurduğu Ümmü Eymen, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) babası Abdullah’ın kölesiydi. Esas adı Bereke olup, Ümmü Eymen künyesidir.
Ümmü Eymen radıyallahü anhâ, Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) doğuşuna şâhit olup, küçük yaşta O’na hizmet etmiştir. Peygamberimiz altı yaşındayken annesi Âmine Hâtunla Medîne’ye gittiklerinde Ümmü Eymen de yanlarında idi. Medîne’den Mekke’ye dönüşleri sırasında Ebvâ denilen yerde hazret-i Âmine vefât edince, Ümmü Eymen o sırada altı yaşında bulunan Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke’ye getirip dedesi Abdulmuttalib’in yanına bırakmıştır. Bundan sonra da Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanından ayrılmayıp hizmet etmiştir. Daha sonra İslâmiyet tebliğ edilince Müslüman oldu ve Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından âzâd edilip serbest bırakıldı.
Ümmü Eymen İslâmiyet gelmeden önce Ubeyd bin Zeyd adında bir kimseyle evlenmişti. Bu evlilikten Eymen adında bir oğlu oldu. Bu sebeple Bereke adı unutulup kendisine Eymen’in annesi mânâsında Ümmü Eymen denildi. Bu kocası İslâmiyet gelmeden önce vefât etti. Dul kalan ÜmmüEymen, oğlu Eymen’i büyütüp yetiştirdi. İslâmiyet gelince kendisi ve oğlu Eymen Müslüman oldu. Oğlu Eymen daha sonra Hayber Gazâsında şehit oldu.
Peygamberimiz hazret-i Hadice vâlidemizle evlendiğinde hazret-i Hadice, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyd bin Hârise adında bir köle hediye etmişti. Peygamberimiz de (sallallahü aleyhi ve sellem) onu âzâd ederek serbest bırakmıştı. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Cennet ehlinden bir kimseyle evlenmek isteyen Ümmü Eymen ile evlensin.” buyurduğunda, Zeyd bin Hârise Ümmü Eymen ile evlendi. Bu evlilikten Usâme bin Zeyd doğdu.
Hazret-i Ümmü Eymen Medîne’ye yapılan hicrete katılıp hicret etti. Hicret yolculuğu sırasında oruçlu idi. “Revha” denilen yere gelince akşam olmuştu. Son derece susamış ve hiç kimsede su bulamamıştı. Susuzluktan kıvrandığı bir anda semadan beyaz bir ipe bağlı bir kap suyun kendisine doğru uzandığını görüp, tutarak kana kana içmiştir. Bu hâdiseyi anlatıp, artık o günden sonra hiç susamadım demiştir.
Ümmü Eymen radıyallahü anhâ Medîne devrinde yapılan savaşların bir kısmına katılmıştır. Uhud Savaşında, o da diğer kadın sahâbîler gibi su dağıtmış, yaralıların yarasını sarmış, ağır yaralıların Medîne’ye götürülmesinde yardımcı olmuştur. Hayber Gazvesinde de aynı hizmeti görmüştür. Kocası Zeyd bin Hârise, Mûte Savaşında 100.000 kişilik Rum ordusuna karşı 3000 kişilik orduyla savaşıp, kumandanlık ederken şehit oldu. (Bkz. Zeyd bin Hârise)
ÜmmüEymen, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem ağır hastalığı sırasında Suriye tarafına gitmekte olan orduya kumanda eden oğlu Usâme bin Zeyd’e Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) ziyâret etmesini söylemiştir. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem vefât edince Ümmü Eymen günlerce ağlayıp gözyaşı dökmüştür. Hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer ziyâretine gidip, artık ağlamamasını söylediklerinde o; “Beni Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtı ağlatmıyor, zîrâ her canlı ölümü tadıcıdır. Beni vahyin kesilmesi ağlatıyor.” şeklinde cevap vermiştir.
Ümmü Eymen radıyallahü anhâ, hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında çok yaşlanmış ve ihtiyarlamıştı. Eshâb-ı kirâm onu ziyâret edip, hürmet gösterirler ve ikrâmda bulunurlardı. Hazret-i Ömer, ona geçimini sağlaması için yıllık bir yardım bağlamıştı. Hazret-i Ömer şehit edilince çok ağlayıp, üzülmüştür. Ümmü Eymen, hazret-i Osman’ın halîfeliğinin ilk aylarında vefât etti.
Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) kızı. İslâmiyet gelmeden önce doğdu. Annesi hazret-i Hadîce’dir. Ümmü Gülsüm İslâmiyet gelmeden önce Ebû Leheb’in ikinci oğlu Uteybe ile nişanlanmıştı. İslâmiyet gelince Ebû Leheb îmân etmedi ve İslâmiyetin çok azgın bir düşmanı oldu. Onun hakkında (Tebbet) sûresi nâzil olunca oğluna Ümmü Gülsüm’ü boşamasını söyledi. O da babasını dinliyerek boşadı ve Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem üzücü sözler söyledi. Peygamber efendimiz; “Yâ Rabbî, buna canavarlarından birini musallat et!” diye bedduâ eyledi. Uteybe Şam yolculuğu sırasında arkadaşlarının arasında uyurken bir arslan gelip, koklayarak onu buldu ve parçalayıp öldürdü.
Ümmü Gülsüm, hazret-i Osman’ın hanımı olan kardeşi Rukayye’nin Bedir Savaşından hemen sonra vefât etmesi üzerine, hazret-i Osman’a nikâhlandı (Bkz. Rukayye). Ona nikâhlanması vahiy ile bildirildi. Böylece Ümmü Gülsüm’ün hazret-i Osman’a nikâhlanması sebebiyle hazret-i Osman’a “Zinnûreyn” iki nûr sâhibi denildi. (Bkz. Osmân-ı Zinnûreyn). Ümmü Gülsüm Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem sağlığında, hicretin dokuzuncu yılında vefât etti. Cenâze namazını Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem kıldırdı.
Resûlullah’ın mübârek hanımlarından. İsmi Remle’dir. Babası Ebû Süfyân bin Harb bin Ümeyye, annesi Hind’dir. Hazret-i Muâviye’nin kız kardeşidir. Bi’setten on yedi sene önce Mekke’de doğdu. Medîne’de 664 (H.44) senesinde vefât etti.
Hazret-i Ümmü Habîbe, önce Resûlullah’ın halasının oğluUbeydullah bin Cahş ile evlendi. Kocasıyla İslâmiyeti kabul ederek ilk Müslümanlardan oldu. Mekke’deki kâfirlerin, Müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir dereceye geldiğinde Habeşistan’a hicret etti. Kızı Habîbe, Habeşistan’da doğduğu için, kendisi de “Ümmü Habîbe= Habîbe’nin annesi” künyesiyle meşhur oldu. Kocası Ubeydullah bin Cahş, papasların propagandalarına aldanıp, fakirlikten kurtularak, dünyâ malına kavuşmak için dîninden dönüp mürted oldu... Ümmü Habîbe’yi de İslâmiyetten çıkıp, zengin olmaya zorladı. O, fakirliğe, ölüme râzı olacağını, fakat, Muhammed aleyhisselâmın dînini ve sevgisini, bütün dünyâya değişmeyeceğini bildirdi. Ubeydullah bin Cahş, Ümmü Habîbe’yi boşayıp, sürünerek ölmesini bekledi. Fakat kendisi içki âlemlerine dalıp az zaman sonra sarhoş öldü. Peygamber efendimiz Ümmü Habîbe’nin dîninin kuvvetini ve başına gelen acı hâli işitince, îmân kuvvetine hayrân kalıp, hâline çâre aradı. Kendisi de, Mekke kâfirlerinin baş kumandanı ve Ümmü Habîbe’nin babası Ebû Süfyân ile mücâdele ediyordu. Müslüman olan Habeşistan hükümdârı Necâşî’ye, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretin yedinci senesinde mektup yazdırıp, Amr bin Ümeyye ile gönderdi. Mektupta; “Oradaki ÜmmüHabîbe ile evleneceğim, Nikâhımı yap! Sonra kendisini buraya gönder” buyurdu. Necâşî, Peygamberimizin mektubuna çok hürmet edip, hemen hazırlıklara başladı. Câriyesini gönderip, Resûlullah’ın isteğini bildirdi. Ümmü Habîbe, Resûlullah’ın nikâhına girmeyi kabul edince, Habeşistan hükümdârı iki gümüş gerdanlık, mücevherât, yüzükler ve bilezikler hediye etti. Necâşî, Müslümanları sarayına dâvet etti ve Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem ile Ümmü Habîbe’nin nikâhını kıydı. Böylece Ümmü Habîbe îmânın mükâfâtına kavuşarak oradaki Müslümanlarla birlikte râhata kavuştu. Cennet’te, kadınlar kocalarının yanında bulunacakları için, Cennet’in en yüksek derecesiyle de müjdelendi. Ümmü Habîbe’nin evlenmesi, babası Ebû Süfyân’ın kalbinin yumuşayıp, ileride Müslüman olmasını hazırlayan sebeplerdendir. Ümmü Habîbe radıyallahü anhâ, Muhâcirlerle, Necâşî’nin temin ettiği iki gemiye binip Car limanında indiler. Deveye binip Medîne’ye geldiler.
Ümmü Habîberadıyallahü anhâ, Peygamberimizi sallallahü aleyhi ve sellem çok severdi. Mekkeli müşrikler, Hudeybiye Antlaşmasını bozduktan sonra endişeye kapılıp, antlaşmayı yenilemek istediler. Bu iş için o zaman henüz Müslüman olmamış olan Ebû Süfyân’ı, Medîne’ye gönderdiler. Ebû Süfyân, Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem hanımı olan kızı Ümmü Habîbe’nin odasına girdiğinde, Peygamberimizin her zaman oturduğu mindere oturmak üzereyken kızı Ümmü Habîbe; “Sen bu mübârek yere oturmaya lâyık değilsin.” diyerek oturmasına mâni oldu. Ebû Süfyân kızından bu sözleri işitince, onun dînine bağlılığına hayret etti ve Mekke’nin fethinde Müslüman oldu.
Mekke-i mükerremenin feth edildiği gün, Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem kadınlarla sözleşmesinde hanımı hazret-i Ümmü Habîbe de bulunup, bîat etti. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir gün evine geldiğinde, hazret-i Muâviye’yi, kız kardeşi Ümmü Habîbe’nin dizine başını koymuş görünce, hanımına; “Sen Muâviye’yi (kardeşini) çok mu seviyorsun?” buyurdu. ÜmmüHabîbe radıyallahü anhâ; “Evet, yâ Resûlallah!” cevâbını verince; “Onu Allah ve Resûlü de çok seviyor.” buyurdu.
Peygamber efendimizin vefâtından sonra Eshâb-ı kirâm Ümmü Habîbe’ye radıyallahü anhâ çok hürmet gösterdi. Hazret-i Ömer, ona geçimi için yıllık maaş bağladı. Hazret-i ÜmmüHabîbe; fâzıla, kâmile bir hanımdı. Peygamberimizden pekçok hâdiseye şehâdet edip, otuz hadîs-i şerîf rivâyet etti. Hadîs-i şerîflere çok dikkat ederdi. Bu hususta kendisine danışılırdı. Yeğeni Ebû Süfyân ibni Saîd’e abdestli bulunmayı tavsiye edip, şu hadîs-i şerîfi rivâyet etti: “Her kim bir şey pişirecek olursa abdest alması iyidir.” Yine; “Her kim her gün on iki rekat nâfile namaz kılarsa, o kimse için Cennet’te bir ev hazırlanır.” hadîs-i şerîfini rivâyet ettikten sonra; “Ben bunu işittikten sonra, o namazları hep kıldım.” buyurdu. Kendisinden kardeşi Muâviye radıyallahü anh, yeğeni Ebû Süfyân bin Saîd, Abdullah bin Utbe bin Ebû Süfyân, Sâfiye binti Şeybe, Zeyneb binti Ümmü Seleme, Sâlim bin Surâr bin Cerrâh, Urve bin Zübeyr radıyallahü anhüm hadîs-i şerîf rivâyet ettiler.
Hazret-i Ümmü Habîbe kardeşi Muâviye’nin radıyallahü anhâ hilâfeti zamânında hastalandı ve Âişe’yi radıyallahü anhâ çağırtıp; “Benimle senin ve diğerlerinin aramızda münâsebetler vardı. Eğer her ne sûretle olursa olsun aramızda hatâen bir şey geçmiş ise senden af etmeni isterim. Af edip hayır duâ ile an ve benim için mağfiret taleb et” deyince, hazret-i Âişe bu söz üzerine duâ edip; “Sen beni memnûn etmişsin. Hak teâlâ da seni memnûn kılsın.” buyurdu. Medîne-i münevverede 664 (H.44) senesinde, yetmiş üç yaşında vefât etti. Kabri Medîne-i münevverededir.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Peygamber efendimiz, müezzin ezân okuduğu zaman, ezânı bitinceye kadar tekrar ederdi.
Âdemoğlunun her sözü kendi aleyhinedir. Ancak emr-i ma’rûf, nehy-i münker ve bir de Allahü teâlâyı zikretmek müstesnâdır.
Hazret-i Muâviye, Ümmü Habîbe’ye; “Resûlullah gece seninle berâber uyuduğu elbiseyle namaz kılar mıydı?” diye sordu. Ümmü Habîbe; “Evet. Elbisesinde bir necâset bulunmadıkça namaz kılardı.” buyurdu.
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem amcası Ebû Tâlib’in kızı ve hazret-i Ali’nin kızkardeşi. Asıl adı Fakite idi. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem onun evinde bulunduğu bir gecede Mîrâc’a çıkarıldı.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem hicretten bir yıl önce Tâif’e gidip, Tâif halkına bir ay nasîhat edip, onları îmân etmeye dâvet etmişti. Taif halkından hiç kimsenin îmân etmemesi ve işkence yapmaları üzerine Mekke’ye dönmüştü. Çok üzgündü ve her taraf düşman doluydu. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bir gece Mekke’de Ümmü Hâni’nin Ebû Tâlip mahallesinde bulunan evine geldi. Ümmü Hâni, o zaman îmân etmemişti. “Kimdir o?” dedi. “Amcanın oğlu Muhammed’im, kabul edersen, misâfir geldim.” buyurdu. Ümmü Hâni; “Senin gibi doğru sözlü, emin, asil şerefli misâfire can fedâ olsun. Yalnız, teşrif edeceğinizi önceden bildirseydiniz bir şeyler hazırlardım. Şimdi yedirecek bir şeyim yok.” dedi. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem; “Yiyecek içecek istemem. Hiçbiri gözümde yok. Rabbime ibâdet etmek, yalvarmak için bir yer bana yetişir.” buyurdu.
Ümmü Hâni, Resûlullah’ı içeri alıp, bir hasır, bir leğen ibrik verdi. Gelen misâfire ikrâm etmek, onu düşmandan korumak, Araplar için en şerefli vazîfe sayılırdı. Bir evdeki misâfire zarar gelmesi ev sâhibi için büyük yüzkarası olurdu. Ümmü Hâni düşündü; bunun Mekke’de düşmanları çok, hattâ öldürmek isteyenler var, şerefimi korumak için, sabaha kadar onu gözeteyim, dedi. Babasının kılıcını alıp, evin etrâfında dolaşmaya başladı.
Resûlullah, o gün çok incinmişti. Abdest alıp, yalvarmaya, af dilemeye, kulların îmâna gelmesi, saâdete kavuşmaları için duâya başladı. Çok yorgun, aç, üzüntülüydü. Hasır üzerine uzanıp uyuyuverdi. Sonra Cebrâil aleyhisselâm gelip ayağının altından öperek uyandırdı. Bundan sonra Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem uyanıkken ruh ve bedeniyle Mîrâc’a çıkarıldı. (Bkz. Mîrâc)
Ümmü Hâni, kocası Hübeyre bin Ebî Vehb’in müşrik olması sebebiyle hicret sırasında îmân etmemiş olarak Mekke’de kalmıştı. Bu durum Mekke’nin fethine kadar devâm etti. Mekke’nin fethedildiği gün kocası Necrân’a kaçtı. Ümmü Hâni ise Kureyş kadınlarından on kişilik bir grupla Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına gelip müslüman oldu. Vefât târihi kesin olarak bilinmemekte olup, hazret-i Ali’den sonra vefât ettiği rivâyet edilmiştir.
(Bkz. Hala Sultan)
Peygamberimizin mübârek hanımlarından. İsmi Hind’dir. Ümmü Seleme künyesiyle meşhurdur. Babası Ebû Umeyye Süheyl bin Mugîre bin Abdullah bin Ömer bin Mahzum; annesi Âtike binti Âmir’dir. Mekke’de bi’setten on beş sene kadar önce doğduğu tahmin edilmektedir. Medîne’de 667 (H.57) senesinde vefât etti.
İlk önce, halasının oğlu Ebû Seleme bin Abdülesed ile evlendi. Kocasıyla berâber İslâmiyeti ilk kabul edenlerdendir. Mekke’deki kâfirlerin, Müslümanlara eziyet ve zararları dayanılmayacak bir hâl alınca, Habeşistan’a hicret etti. Habeşistan’da Zeynep, Seleme, Ömer ve Dürre isimlerinde dört çocuğu doğdu. Mekke’ye tekrar geldilerse de, kâfirlerin Müslümanlara zulümleri netîcesinde bi’setin on birinci senesinde Medîne’ye hicret etmek istediler. Medîne yolunda da eziyetle karşılaştılar. Müşrikler yollarını tutarak, Ümmü Seleme’yi, kocası ve çocuklarından ayırıp Mekke’deki evinde yalnız başına bıraktılar. Ümmü Seleme radıyallahü anhâ, hem kocasının hem de çocuklarının ayrılığına çok üzülüyordu. Buna amcasıoğlu fazla dayanamayıp insafa geldi ve Mekkeli müşriklere çok kızarak Ümmü Seleme’yi ve ayrı bir yerde hapsettikleri çocuklarını serbest bıraktırıp Medîne’ye dönmelerini sağladı. Ümmü Seleme, Ebû Seleme’ye; “Resûlullah’tan bir söz işittim. Ona sevindim; Müslümanlardan musîbete uğrayan bir kimse, musîbete uğradığı zaman; “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn” der ve sonra da “Yâ Rabbî! Uğradığım bu musîbetimde bana ecir ihsân et. Uğranılan musîbetime karşılık daha hayırlısını bedel kıl! diye duâ ederse, muhakkak, Allah, bunun mükâfâtını verir.” buyurduğunu rivâyet etti. Ebû Seleme, Uhud Gazvesinde yaralandı.
Uhud Gazvesinden sonra şehit oldu ve Ümmü Seleme dul kaldı. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) hazret-i Ebû Seleme’nin şehitliğini haber verip, nasıl duâ edeceğim diye suâl buyurunca; “Yâ Rabbî! Beni ve onu affeyle! Bana onun ardından, ondan daha hayırlı, daha güzel, bir bedel ihsân et.” duâsını öğrenip, hayret etmesine rağmen emrini yerine getirdi. Hayretiyse, hayırlının kim olduğu idi. İddet müddeti bitince; önce hazret-i Ebû Bekr sonra da hazret-i Ömer tâlip olup, istediyse de, kabul etmedi. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem istetince, dünürcü Hâtib bin Ebî Beltea’ya, Resûlullah’a hürmetlerini arz ettikten sonra; kıskançlığını, çocuklarını ve şâhit olarak velîsinin bulunmadığını bildirdi. Resûlullah da, Allahü teâlânın kıskançlığı gidereceğini, kendisi çocuklarına bakacağını bildirince, nikâh kıyıldı. Mihr ve çeyiz olarak; iki el değirmeni, birer de su testisi, çanak, deri yüzlü ve içi hurma lifi dolu bir yastıkla içi hurma lifi dolu bir döşek verdi. Peygamber efendimizle 626 (H.4) Şevval ayının sonunda evlendi. Hazret-i Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin Vedâ Haccı dâhil vefâtına kadar yanında kaldı. Pekçok hâdiseye şâhit olup, 378 hadis rivâyet etti.
Hazret-i Ümmü Seleme, Peygamber efendimizin en son vefât eden mübârek hanımıdır. 667 (H.57) senesinde vefât etti. Medîne-i münevverede Bakî kabristanlığına defn edildi.
Hazret-i Ümmü Seleme, hadis ilminde üstün olduğu gibi, Eshâb-ı kirâm kadınlarının içinde fıkhı en iyi bilenlerdendi. Hayâtını zühd, takvâ ve ibâdetle geçirdi. Her ayın ilk Pazartesi, Perşembe veCumâ günlerinde oruç tutardı. Namazın fazîletlerine ve vaktine çok dikkat ederdi.
Kendisi cömert olduğu gibi başkalarını da teşvik ederdi. Fakirlerin ihtiyâcını karşılayıp, iki hurma da olsa verir, geleni boş göndermezdi. Peygamber efendimize çok hürmetkâr olup, onun her şeyiyle bereketlenmek isterdi. Kendisi hizmetini yaptığı gibi, ömrünün sonuna kadar Resûlullah’a hizmet etmek şartıyla kölesini âzâd etti. Bereketlenmek niyetiyle Peygamberimizin mübârek sakalından birkaç teli gümüş kutuda saklardı. Eshâb-ı kirâmdan birinin bir sıkıntısı olsa, bir kâse su getirip, sakal-ı şerîfi suya daldırır, o kimsenin yüzüne sürerdi. O kimsenin de sıkıntısı giderdi. Kadınların nâmehreme yâni yabancılara görünmemesi husûsunda da şu hadîs-i şerîfi nakletti: “İbn-i Ümmü Mektûm âmâ (gözleri görmeyen) idi. Bir gün Resûlullah’ın huzûruna girmek için müsâde istedi. Hanımları Ümmü Seleme ve hazret-i Meymûne de oradaydı. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem hanımlarına; “Çekilin ve saklanın!” buyurunca, hanımları; “Bu gelenin iki gözü de görmez. Niçin çekilelim?” diye sebebini sordular; “O görmüyorsa, siz de mi görmüyorsunuz?” buyurdu.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Akşamın farzından sonra altı rek’at namaz kılan kimse, tam bir sene nâfile ibâdet etmiş sevâbını alır veya Kadir gecesini ihyâ etmiş sayılır.
Kuvvet ve bahadırlık, güreşçilik değil, asıl kuvvet gadab ânında nefse hâkim olmaktır.
Kendisinde üç haslet veyâ bunlardan biri bulunmayanın hiçbir ameline kıymet vermeyiniz:
1. İsyandan kendisini alıkoyacak takvâ ve Allah korkusu,
2. Kötüye karşı susmasını bildirecek hilm, yumuşaklık,
3. İnsanlarla geçim sağlayacak güzel huy.
Bir kimse, insanlar kendisine baksın diye, tefâhur (öğünmek) için giymek üzere bir elbise alırsa, Allah o elbiseyi çıkarıncaya kadar onun yüzüne bakmaz.
Kendisinden kocası râzı olduğu hâlde ölen her Müslüman kadınCennet’e girer.
Kendinize bedduâ etmeyin, ancak hayırlı duâ edin. Zîrâ melâike, dediğinize “amîn” der.
Hanım Sahâbîlerin meşhurlarından. Peygamber efendimize on yıl devamlı hizmet etmekle şereflenen Enes bin Mâlik’in (radıyallahü anh) annesi ve Peygamber efendimizin süt teyzesiydi. Eshâb-ı kirâmın meşhurlarından hazret-i Ebû Talhâ’nın hanımıdır. Esas adının Sehle, Rümeysâ, Gumeyrâ, Rumeyle, Uneyfe veya Rumeyse isimlerinden birinin olduğu bildirilmektedir. Ümmü Süleym künyesiyle meşhurdur. Medîne’deki Hazrec kabîlesinin Necrânoğullarından Milhan bin Hâlid’in kızıdır. Annesinin adı Melike binti Mâlik’tir. Peygamberimizin uğrunda şehit olan meşhur sahâbî Hirâm bin Milhan (radıyallahü anh), onun erkek kardeşi ve Kıbrıs Adasının fethi sırasında şehit olan ÜmmüHırâm da kız kardeşiydi. Medîne’de doğmuştur. Doğum ve ölüm târihleri belli değildir.
Müslüman olmadan önce, kendi kabîlesinden Mâlik bin Nadr ile evlenmiş ve ondan Enes isminde bir oğlu olmuştur. Eshâb-ı kirâmın meşhurlarından Enes bin Mâlik radıyallahü anh bu zâttır. Ümmü Süleym radıyallahü anhâ Medîne’de İslâmiyet yayılmaya başladığı zaman ilk olarak imâna gelenlerdendir. Fakat kocası Mâlik Müslüman olmamıştı. Ümmü Süleym, Müslümanlığı kabul edip, Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) îmân etmesi sebebiyle kocası ona kızdı ve darılarak Şam tarafına giderken yolda öldürüldü. BöyleceÜmmüSüleym radıyallahü anhâ dul kaldı. Kocası Mâlik’ten çok iyilik görmüştü. Oğlu Enes’i büyütüp, bülûğ çağına girerek meclislerde söz sâhibi oluncaya kadar kimseyle evlenmeyeceğine dâir kendi kendine söz verdi. Bir süre dul olarak yaşadı.
Medîne’de kabîlesinin reisi olup, okçuluğu ile meşhur olan Ebû Talhâ, hazret-i Ümmü Süleym’e evlenme teklifinde bulundu. Ebû Talhâ zengin ve hatırı sayılır bir kimse olmakla berâber henüz Müslüman değildi. Ümmü Süleym Müslüman olduğu takdirde onunla evleneceğini bildirdi. Bir müddet düşündükten sonra Müslüman olduğunu bildiren Ebû Talhâ ile evlendi. Ebû Talhâ ile olan bu evliliklerinden Umeyr adında bir erkek çocukları oldu. Bu çocukları daha sonra vefât etti. Bundan sonra Ebû Talhâ’nın yedi veya dokuz tâne oğlu oldu ki, hepsi Kur’ân-ı kerîmi ezberleyip hâfız olmuşlardı.
Ümmü Süleym radıyallahü anhâ dînine son derece bağlı ve sabırlı bir kadındı. Resûlullah efendimizi çok severdi. Evinde pişirdiği yemekten, mutlaka ona ayırırdı. Daha Resûlullah efendimiz, Medîne’ye yeni hicret etmişlerdi. O sırada hazret-i Ebâ Eyyûb el-Ensârî’nin evinde kalıyorlardı. Bir hizmetçisi de yoktu. Müslümanlardan her biri, gücü yettiği miktarda, Resûlullah’a (sallallahü aleyhi ve sellem) hediyeler takdim etmişlerdi. Ümmü Süleym de (radıyallahü anhâ); o sırada elinde hediye edecek bir şey bulunmadığı için henüz 12 yaşlarında olan oğlu Enes’i (radıyallahü anh) Ebû Talhâ ile berâber elinden tutarak, Resûlullah efendimizin huzûruna getirdi ve; “Yâ Resûlallah! Enes, terbiyeli bir çocuktur, zekîdir. Müsâde ederseniz, size hizmet etsin! Haddim olmayarak size hediye ettim. Benim oğlum ve sizin de hizmetkârınızdır.” dedi. Hazret-i Enes bin Mâlik, Medîne’ye gelişlerinden vefâtlarına kadar, hazarda ve seferde Peygamber efendimize hizmet etmekle şerflendi.
Hazret-i Ümmü Süleym, Eshâb-ı kirâmın diğer hanımları gibi harplerin çoğuna iştirak edip, îcâbında bizzât dövüştü. Bu harplerin her birinde önemli hizmetler gördü. Uhud Harbine katılıp, müşrik ordusuyla harp eden askerlere hizmet etti.
Hendek Harbinde ise, bütün çocuklarla birlikte kale gibi bir evde mahfuz kalmışlardı. Harbe katılamamıştı. Resûlullah efendimizle birlikte Mekke’nin Fethinde de bulunmuştur. Bunun arkasından Ümmü Süleym radıyallahü anhâ, Huneyn Savaşına da bizzat iştirak etmiştir.
Resûlullah efendimiz, çok kerre süt teyzesi Ümmü Süleym’in (radıyallahü anhâ) evini teşrîf eder ve istirâhat buyururlardı.
Hazret-i Ümmü Süleym’in Resûlullah’a sevgisi, saygısı ve hizmeti çoktu. Resûlullah efendimiz de Ümmü Süleym’e (radıyallahü anhâ) iltifât gösterirlerdi. Ona duâlar ederek kendisine, âilesine ve çocuklarına hayır ve bereket istemişlerdi. Nitekim Ümmü Süleym radıyallahü anhâ, Resûlullah’a hizmet için oğlu Enes bin Mâlik’i götürüp teslim ettiklerinde, ona duâ etmelerini istedi. Peygamberimiz de hazret-i Enes hakkında ömrünün uzun ve hayırlı olması, mal ve evlâdının çok olması ve sâhip olduğu her şeyin feyizli ve bereketli olması için duâ etmişti. Resûlullah’ın duâsı bereketiyle Enes bin Mâlik radıyallahü anh 103 yaşına kadar yaşayarak, 80 evlâdı, bunlardan; 78’i erkek, yalnızca ikisi kız olmuştur. Malı da sayılamayacak kadar çoktu. Hazret-i Ömer’in halifeliğinde, halka fıkıh ilmi öğretmek için Basra’ya gidip 710 (H.91) senesinde orada vefât etti.
Hazret-i Ümmü Süleym, çocuk terbiyesi bakımından üstün bilgi sâhibiydi. Çocukları çok güzel terbiye eder ve yetiştirirdi. Oğlu hazret-i Enes; “Allahü teâlâ anneme iyi karşılıklar versin! Bana çok iyi bakıp, çok iyi yetiştirdi.” buyurdu.
Hazret-i Ümmü Süleym, hadis ilminde çok bilgi sâhibiydi. Birçok dînî meseleleri hâlleder, Eshâb-ı kirâmın çözemediği birçok mahrem meselelere cevap verirdi. Kendisinden Ebû Hureyre, oğlu Enes bin Mâlik, Zeyd bin Sâbit, Ebû Seleme ve Amr bin Âs (radıyallahü anhüm) gibi bâzı Eshâb-ı kirâm, hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bir ara Eshâb-ı kirâmdan Zeyd bin Sâbit ve Abdullah ibni Abbâs (radıyallahü anhüm), bir mesele hakkında ihtilâfa düşmüşlerdi. Gelip kendisine sordular. O da meseleyi hâlletti ve ikisinin de iknâ olacağı cevaplar verdi. Ümmü Süleym radıyallahü anhâ, Peygamberimizin süt teyzesi olduğu için, mahrem meseleleri Resûlullah’a sormaktan çekinmezdi.
Gazâlarda gösterdiği cesâret ve kahramanlıklarıyla meşhur kadın sahâbî. Hazrec kabîlesine mensup Medîne’nin ileri gelen âilelerinden Mâzin bin Neccâr evlâdındandır. Annesi, Rebâb binti Abdullah’tır. Tahminen mîlâdî 573 yılında doğdu. İkinci Akabe bîatında hazır olup zevciyle birlikte Müslüman oldu. İlk Müslüman olan Medîneli iki kadından biridir. Zevci Ensârdan Zeyd bin Âsım’dır (radıyallahü anh).
Abdullah ve Habib isminde Bedr Savaşına katılan iki oğlu vardı. Diğer gazâların hepsine birlikte iştirâk ettiler. Ümmü Ümâre radıyallahü anhâ, kocası hazret-i Zeyd’in vefâtından sonra Guzeyye ibni Amr’la evlendi. Bu zâttan Temim adlı bir oğlu ile kızı Havle dünyâya geldi. Müseylemet-ül-Kezzâb’la yapılan savaşa da katılan Ümmü Ümâre’nin (radıyallahü anhâ) ne zaman vefât ettiği belli değildir. Ancak Medîne’de vefât ettiği ve Bakî Kabristanına defnedildiği bilinmektedir.
Uhud Gazâsına zevci Zeyd bin Âsım, oğulları Habîb ve Abdullah (radıyallahü anhüm) ile birlikte katılarak, şecâat ve kahramanlıklar gösterdi. Gâzilere su dağıtmak ve yaralarını sarmak vazifesiyle katıldığı savaşın en şiddetli bir ânında, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimize saldıran bir müşriki atından aşağı düşürüp öldürdü. Ok, kılıç ve kalkan kullanarak düşmana saldırırken, kendisi de birkaç yerinden yaralandı. Yaralı hâliyle zevci ve oğullarını savaşa teşvik etti. Düşman, Resûlullah efendimize hangi istikâmetten saldırırsa, hemen zevci ve oğullarıyla oradan müdâfaada bulunurdu.
Nesibe (Ümmü Ümâre) (radıyallahü anhâ) der ki: “Gündüzün başlangıcında Uhud’a vardım. Halk ne yapıyor bir bakayım dedim. Yanımda su dolu bir kırba vardı. Resûlullah’ın yanına kadar gittim. Kendisi, o sırada Eshâbı arasında bulunuyordu. Bu zamanda Müslümanlar savaş üstünlüğünü devâm ettiriyorlardı. Müslümanlar dağılmaya başlayınca, Resûlullah’ın yanına vardım. Çarpışmağa koyuldum. Kılıçla, okla müşrikleri Resûlullah’tan uzaklaştırmağa çalıştım, yaralandım. Resûlullah’ın yanında on kişi kalmamıştı. Ben, oğullarım ve kocam, Resûlullah’ın önünde çarpışıyor, müşrikleri O’ndan uzaklaştırıyorduk. Resûlullah, kalkanımın olmadığını gördü. Yanında kalkan bulunanlardan birisine; “Ey kalkan sâhibi, kalkanını, çarpışana bırak” buyurdu. Bırakınca, onu Resûlullah aldı. Ben de Resûlullah’tan alıp onunla korundum.
Bize ne yaptılarsa süvâriler yaptılar. Atlı bir adam gelip, bana vurdu. Kalkanımla korundum ve atının ayaklarına kılıç çaldım. At arka üstü yıkılınca Peygamberimiz aleyhisselâm oğlum Abdullah’a; “Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu! Annene, annene yardım et!” buyurdu. Ümmü Ümâre’nin (radıyallahü anhâ) oğlu Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh anlatır: “Uhud günü sol kolumdan yaralanmıştım. Beni, hurma ağacı gibi uzun bir adam vurmuştu. Resûlullah efendimiz bana; “Yaranı sar” buyurdu. Annem yanıma geldi. Yanındaki bezlerle yaramı sardı. Resûlullah durmuş bana bakıyordu. Annem, yaramı sardıktan sonra, bana; “Kalk yavrucuğum! Müşriklerle çarpış” dedi. Resûlullah efendimiz de; “Ey Ümmü Ümâre! Senin katlandığın, dayanabildiğin şeye, herkes katlanabilir, dayanabilir mi?” buyurdular.
O sırada beni yaralayan müşrik oradan geçiyordu. Resûlullah; “İşte oğluna vuran şu adam.” deyince, annem, hemen önüne geçip bacağına vurup çökertti. Resûlullah’ın, mübârek dişleri görünecek kadar gülümsediğini gördüm. “Hamd olsun Allahü teâlâya ki, seni düşmanına muzaffer kılıp, gözünü aydın etti. Öcünü almayı sana gözünle gösterdi” buyurdu.”
Peygamber efendimiz, elinde taş bulunan Ümmü Ümâre’nin oğlu Abdullah’a; “Ey Ümmü Ümâre’nin oğlu!”diye seslendi. Abdullah radıyallahü anh; “Buyur yâ Resûlallah!” deyince ona; “At!” buyurdu. Abdullah radıyallahü anh önünde gitmekte olan atlı müşrike bir taş attı. Taş, atın gözüne değince ürken at da, atlı da yere yıkıldı. Abdullah radıyallahü anh taşa tutup o müşriki yaraladı.
Bu savaşta İbn-i Kamîa isminde bir müşrik, Peygamber efendimize saldırmış ve mübârek başından yaralamıştı. ÜmmüÜmâre radıyallahü anhâ İbn-i Kamîa’ya saldırdı. İbn-i Kamîa, Ümmü Ümâre’nin darbesiyle ağır yaralandı. Kendisi de bu savaşta on iki-on üç yerinden yara aldı. Bunlardan en ağırı, İbn-i Kamîa’nın boynunda açtığı yaraydı. Resûlullah efendimiz oğlu Abdullah’a bu yarayı sarmasını emrettiler. “Ev halkınızı Allah mübârek kılsın! Senin annenin makâmı filan ve filanların makâmından hayırlıdır. Allah sizin ev halkınıza rahmet etsin?” buyurdu. Bu yara bir sene tedâviden sonra iyileşti.
Nesibe Hâtun, Peygamber efendimize; “Yâ Resûlallah! Allahü teâlâya duâ et de Cennet’te sana komşu olalım.” dedi. Sevgili Peygamberimiz; “Allah’ım! Bunları, Cennet’te bana komşu ve arkadaş et!” diye duâ etti. Bunun üzerine Ümmü Ümâre; “Bu bana kâfidir. Artık dünyâda ne musîbet gelirse gelsin! Hiç ehemmiyeti yok.” dedi.
Ümmü Ümâre, Hudeybiye Antlaşmasında, Biat-ı Rıdvanda, Mekke’nin Fethinde ve Peygamberimizin Vedâ Haccında da bulundu.
Hazret-i Ebû Bekr zamânında Yemâme de Museylemet-ül Kezzâb adında biri, yalancı peygamberliğini îlân etmişti. Buna gönderilen elçinin içinde Ümmü Ümâre’nin oğlu Habib de vardı. Müseylemet-ül Kezzâb Habib’i elçi olduğu halde işkence ederek öldürttü. Ümmü Ümâre bunu duyunca, herkes üzüleceğini zannederken; “Elhamdülillah şehit anası oldum.” diye sevindi. Hâlid bin Velîd ile birlikte Müseyleme’nin üzerine giden orduya katıldı. Yaşı altmışı geçtiği halde; “Müseylemen’in ölümünü göreceğim diye yemin etmişti. Elinde kılıç, yanında öbür oğlu ve diğer mücâhidlerle birlikte hücum etti. Sonra Müseyleme’yi öldürdüler. Bu savaşta da birçok yara aldığı ve kolunun birini kaybettiği halde; “Ey Mücâhidler, vurun Allah aşkına vurun.” diye seslenerek askerleri coşturuyordu.
Hazret-i Ömer halîfe olduğu sırada kendisine güzel bir elbise getirdiler. Müminlerin emiri olan hazret-i Ömer’e dediler ki: “Bu elbise gelinin Safiye’ye çok güzel olur. Bu ona lâyıktır.” Hazret-i Ömer de; “Ben bunu öyle bir kimseye vereceğim ki; o hepsinden buna daha lâyıktır. Ona Nesibe derler ki, Ümmü Ümâre’dir.” buyurarak ona gönderdi.
ÜmmüÜmâre’nin Peygamber efendimizden rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmaktadır: “Peygamber efendimiz evimize teşrif etmişlerdi. Kendilerine yemek ikram ettim. Resûl-i ekrem sallallahü aleyhi ve sellem; “Sen de ye!” buyurdu. “Ben oruçluyum” dedim. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir oruçlu, oruçlu olmayan bir kimseye yemek yedirdiği vakit (oruçlu olduğu için) onlar yemekten ayrılıncaya kadar melekler oruçlu kimseye duâ eder.”