ÜLSER
Alm. Geschwür, Ulkus (n), Fr. Ulcère (m), İng. Ulcer. Mîde suyundaki, sindirici tesirlerle hazım kanalının çeşitli bölgelerinde husûle gelen müzmin gidişli yaralar. Ülser, genel olarak yara mânâsına gelmektedir. Derideki yaralara da ülser denebilir. Burada sindirim kanalındaki ülserlerden bahsedilecektir. Bir de yine sindirim kanalında görülebilen ve sâdece mukozanın yüzey kısmını ilgilendiren erozyonlar vardır ki, bunlar kısa zamanda ve iz bırakmadan iyileşirler.
Peptik ülserler: Sindirim kanalındaki yerlerine göre mîde ülseri veya onikiparmak barsağı ülseri olmak üzere başlıca iki gruba ayrılırlar. Yemekborusu alt ucunda ve Meckel divertikülü denen ince barsak uzantısında da peptik ülser görülebilir. Ağır vücut yanıklarından ve beyin ameliyatlarından sonra görülen had peptik ülserlere de Curling ülseri adı verilir.
Peptik ülser, toplumda en çok rastlanılan hastalıklardan biridir. Toplumun yaklaşık olarak % 2 ilâ 5’inde görülmektedir. Peptik ülsere süt çocukluğundan îtibâren her yaşta rastlanabilirse de 20 yaşından önce nâdir, ergenlikten önceki dönemde ise çok nadir görülür. Yirmi yaşından îtibâren sıklığı devamlı olarak artar, 50 yaş etrâfında erkeklerde, bundan biraz sonra kadınlarda en yüksek seviyeyi bulur, daha ileri yaşlarda tekrar azalır. Peptik ülsere erkeklerde daha sık rastlanmaktadır. Peptik ülser mesleği icabı büyük mesûliyet yüklenen kişilerde, siyasî ve askerî liderlerde, kısacası stresi ve problemleri fazla olan mesleklerde daha sık görülür. Yine çiftçi ve köylülerde, şehirlerde yaşayanlara göre daha az rastlanmaktadır. Onikiparmak barsağı ülserleri, mîde ülserlerinden daha fazla görülmektedir.
Onikiparmak ülserlerinin çoğunun çapı 5 ilâ 10 mm arasında olup, 3 cm’yi geçeni nâdir olduğu halde, çapı 4-7 cm arasında değişen birçok dev mîde ülserlerinin bulunduğu da bir gerçektir. Mîde ülserlerinin yaklaşık olarak 1/5’inde onikiparmakta da aktif ülser veya ülser izi bulunur.
Mîde suyunun asit-peptik etkisinin ülser teşekkülünde rolü bulunduğu inkâr edilemez; dolayısıyla asit ve pepsin salgısına tesirli mekanizmalar ve etkenler de ülserin meydana gelişinde dolaylı olarak rol oynarlar. Bunlar arasında stresslere yol açan çeşitli sebepler (rûhî sıkıntılar, yanıklar, travmalar, radyasyon, soğuk, ameliyat, kanama), bâzı ilâçlar, tütün, alkol, baharat, kaba yiyecekler sayılabilir.
Mîde mukozasını sindirilmekten koruyan bâzı mekanizmalar vardır. Diğer bütün proteinleri, eti ve hattâ yabancı canlı dokuyu kolaylıkla hazmeden mîde suyu kendi mukozasına normal şartlar altında tesirsizdir. Bu koruyucu mekanizma, ölümle birlikte ortadan kalkmaktadır. Asit-peptik tesirlere karşı mukozayı koruyan hayâtî mekanizmaların en önemlisi, mukozayı örten, mukus salgısıdır. Mukoza direncinin kırılması, mîde mukus salgısının azalması, mîde kan dolaşımının aksaması ve mîde asit salgısını ayarlayan mekanizmaların bozulması da ülser teşekkülünü kolaylaştırmaktadır.
Ülserin meydana gelmesinde tek bir faktörün söz konusu olamayacağı, karşılıklı tesir eden çeşitli kuvvetler arasındaki dengenin bozulması hâlinde asit-pepsin saldırısı aracılığıyla ülserin meydana gelebileceği âşikârdır.
Belirtileri: Ülser ağrısı şiddetli değildir, kemirir tarzda, yanar tarzda veya şiddetli açlık hissi şeklinde ifâde edilir. Daha az rastlanan şekli, şiddetli dolgunluk, yâhut gaz gerginliği veya karın üst kısmında fenâlık hissidir. Mîde ülserleri, onikiparmak ülserlerine göre daha az ağrılıdır. Ülser ağrısı karnın üst kısmında ve parmakla gösterilecek kadar dar bir bölgedir. Ülser ağrısı sırta doğru yayılma gösterebilir. Ülser ağrısı, ritmik özellik gösterir. Yâni mîde ülseri ağrısı yemekten yarım saat kadar sonra başlar, onikiparmak ülseri ağrısı ise mîde boşalınca başlar. Gıdâ almakla ağrının geçişi ülserli hastalarda ağrıyı önleyecek şekilde öğünler arasında ayrıca birşeyler yeme alışkanlığına yol açar. Onikiparmak ülserinde bâzan meydana gelen ve yattıktan bir müddet sonra gelip hastayı uykudan uyandıran, birşey yemek, süt içmek veya antasit almakla geçen gece ağrılarının tespiti teşhis yönünden çok değerlidir. Ülser ağrısı, kusmakla da geçer.
Ülserin bir husûsiyeti de; genel olarak haftalar süren ağrılı bir dönemi, aylar, bâzan yıllar süren ağrısız bir dönemin kovalaması ve yeniden bir ağrı periyodunun meydana gelmesidir. Genel olarak, ağrılı devreler sonbaharda, ilkabaharda başlar ve tedâvi edilmezse de en çok altı hafta sürer. Aylar veya yıllardan beri fasılasız ağrının varlığından bahseden hastalarda ülser ihtimali çok azdır.
Teşhis: Ülserin teşhisinde muâyeneden ziyâde, hastanın hikâyesi önemli rol oynamaktadır. Hastanın hikâyesiyle birlikte radyolojik tetkikler ülser teşhisinde en değerli vâsıtayı teşkil eder. Endoskopik tetkik (yâni mîde ve onikiparmak barsağının özel optik bir cihazla incelenmesi) gerek mîde, gerekse onikiparmak barsağı ülserlerinin en kesin teşhis vâsıtasıdır. Mîde tübajı (mîde suyu tetkiki)nın bir muâyene metodu olarak değeri sınırlı olmakla birlikte, mîde suyu miktarı mîde asiditesi, hücre tetkikleri ülserin teşhisi ve ayrılmasında yardımcıdır.
Komplikasyonları
1. Kanamalar: Ülser kanamaları ya gizli kanama şeklinde veya âşikâr kanamalar şeklindedir. Gizli kanama, büyük abdestin özel bir metodla incelenmesiyle tespit edilir, hasta farkına varamaz. Devamlı gizli kanama neticesinde kansızlık (anemi) ortaya çıkar. Âşikâr kanamalarda açığa çıkan kan fazla miktardadır, hastanın dışkısı katran gibi simsiyah renktedir, kusmuğundaki kan ise kahve telvesini andırır. Şâyet açığa çıkan kan çok fazlaysa hastanın dışkısında ve kusmuğunda bol miktarda kırmızı renkte kan görülür ki, bu tür kanamaların ölümle neticelenmesi mümkündür. Ülser kanaması ciddî bir durumdur. Kanama başladıktan bir müddet sonra halsizlik, baş dönmesi, tansiyon düşüklüğü ve nabızda hızlanma ortaya çıkar. Kanamadan şüphelenildiği an, hasta derhal hastâneye kaldırılmalıdır. Tekrar eden ülser kanaması geçiren hastaya cerrâhî tedâvi de düşünülebilir.
2. Delinmeler: Mîde veya onikiparmak barsağının derin ülserlerinde delinmesi sözkonusudur. Vaktinde cerrâhî müdâhaleyle delik dikilmez veya özel tıbbî tedâviyle kapanması sağlanmazsa hastanın ölümüne yolaçan tehlikeli bir durum ortaya çıkar. İlk şikâyet karnın üst kısmında şimşek çakar gibi âniden başlayan ve bütün karna yayılan çok şiddetli ağrıdır. Soğuk ter, nabızda hızlanma, solukluk, kabızlık, bazan bulantı-kusma vardır. Çok az görülür. Delinmeden sonraki 6-12 saatlerde aldatıcı bir iyileşme dönemi olur, sonra ağrı geri gelir ve tedâvi geciktirildiği takdirde karınzarı ve boşluğu iltihaplanır (peritonit) ve ölümle neticelenebilir. Muâyenede bütün karında tahta gibi bir sertlik vardır.
Mîde veya onikiparmak barsağının arka duvarında ve başka bir organ veya doku ile temas hâlindeki kısımda meydana gelen delinmenin, komşu organla yapışıklıklara veya ülserin bu organ içine açılmasına yol açması beklenen bir neticedir. Bu organlar genellikle karaciğer, pankreas, safra kesesi veya kalın barsaktır. Ülserin gidişi esnâsında belirtilerdeki şiddetlenme ve değişmeyle tıbbî tedâviye direnç hallerinde bu tür delinmeyi düşünmek lâzımdır ki, bunun da tedâvisi cerrâhîdir.
3. Pilor (mîde çıkışı) tıkanıklığı: Umûmiyetle onikiparmak ülserlerinde rastlanır. Pilor kanalı civârındaki kas spazmı, ülser etrâfındaki iltihap ve şişlik ve ülser nedbesine bağlı büzülme bu tıkanıklığa yolaçar. Daralma başlayınca yiyecekler mîdede birikir. Yemekten sonra mîdede dolgunluk hissi ve bulantı olur. Mîde, içindekini boşaltmak için kasılınca çok şiddetli ağrılar olur. Geğirme ve kusmayla şikâyetler azalır ve birçok hastalar rahatlamak için parmaklarını boğazlarına sokarak kusma yoluna başvururlar. İştah kaybolur, hasta yemekten korkar hâle gelir Yemeklerden uzun saatler sonra bol kusmalar olur. Hasta giderek zayıflar. Zamanla mîde kasılma gücünü kaybederek çanak şeklini alır. Pilor darlığının tek tedâvisi ameliyattır. Ameliyattan önce hasta, damardan beslenerek su ve elektrolit dengesi düzenlenir.
4. Mîde ülserlerinin nedbeleşmesi sonucu mîde, dar bir boğumla birleşen iki ayrı boşluk teşkil eder ki, buna kum saati mîde denir. Pilor darlığını andırır, tedâvisi cerrâhîdir.
Onikiparmak ülserlerinin kanserleşmesi veya ülserleşmiş onikiparmak kanserleriyle karıştırılması sözkonusu değildir. Mîde ülserlerinin de kanserleşmesi fikri artık kabul edilmemektedir.
Bununla berâber bâzı mîde kanserlerinin ülser şeklinde karşımıza çıkması mümkündür ve erken dönemde bunların basit ülserden ayrılması güçtür.
Ülser tedâvisi: Ülserlerin pekçoğu tedâvi edilmese dahi, kendiliğinden tamâmıyla iyileşirse de büyük ihtimalle 1-2 sene içinde tekrarlar. Nüksler devam ettikçe ülserin iyileşmesi güçleşir ve tehlikeleri artar. Gerek hayâtı tehdit edici tehlikelerin teşekkülünü önlemek, gerekse hâdisenin müzminleşmesine engel olmak üzere, teşhis edilen her ülser, sâdece hastanın ağrıları geçinceye kadar değil, tamâmen iyileşinceye kadar sıkı bir ülser programıyla tedâviye devam edilmelidir. Ülser tedâvisinde iki safha vardır. Birisi aktif ülserin kapanmasını sağlamak, ikincisi yeni ülser teşekkülüne mâni olmaktır.
Ülserin kapanmasını sağlamak için, mîdeyi, vücut beslenmesini bozmayacak şekilde azamî derecede istirahate almak tedâvinin esâsını teşkil eder. Bunu sağlamak için; fizik ve rûhî istirahat, uygun bir beslenme tarzı tavsiye edilir. Mîdeyi çalıştıran, (tembîh eden) vagus sinirinin antikolinerjik denen ilâçlarla tesiri azaltılır. Meydana gelen asidi etkisiz hâle getirici antasitler ve müsekkinler kullanılır.
Kısa aralıklı olarak küçük porsiyonlar hâlinde yemek; mîde salgısını uyarıcı gıdâları yememek diyetin esâsını teşkil eder. Had vak’alarda ve mîde kanamalarında her saat başı bir bardak süt, takibeden saat başında 1-2 ölçek antasit vermek yıllardan beri uygulanmaktadır. Süt, gıdâ değeri yönünden olduğu kadar tahriş edici olmayışı bakımından da ülser tedâvisinde ideal gıdâyı teşkil eder. Müzmin vak’alarda normal üç öğün yemeğe ek olarak saat 10.00, 15.00 ve 22.00’de bir bardak süt ve iki bisküviden ibâret ara yiyeceği almak sûretiyle günlük yemek öğün sayısını 6’ya çıkarmalıdır.
Hasta tarafından dokunduğu bildirilen yiyecekler bertaraf edilerek, serbest, zararsız bir diyet uygulanmalıdır. Bu arada et suyu, baharat, kızartmalar, turşular men edilmeli, kahve, alkol ve sigara kesilmeli veya mümkün olduğu kadar azaltılmalıdır. Sigaranın zararları üzerinde ısrarla durulmalı ve hastaya anlatılmalıdır. Bu arada ülseri azdırdıkları ve kanamaya da yol açtıklarından aspirin, kortikosteroid, romatizma ilâçları özellikle ağız yoluyla kullandırılmamalıdır.
Örnek bir ülser diyeti verecek olursak:
Kahvaltı: Süt, rafadan yumurta, tereyağı, tuzsuz beyaz peynir, reçel, marmelat, süzme bal, kızartılmış ekmek.
Ara yemeği: Süt, iki adet bisküvi.
Öğlen yemeği: Çorbalar: Pirinç, şehriye, un (et susuz olacak). Etler: Haşlama veya ızgara et (dana, koyun, kuzu, tavuk, balık). Et suyu yasaktır. Sebzeler: Haşlama, püre veya salça ve soğan konmadan düdüklü tencerede pişmiş sebze yemeği şeklinde olmalıdır. (Patates, kabak, karnabahar, yerelması, tâze fasulye, ıspanak, ebegömeci, tâze bezelye.)
Hamurlar: Kaçınılmalıdır.
Tatlılar: Muhallebi, sütlaç, su muhallebisi, nişasta peltesi, jele, komposto (elma, erik, kayısı, şeftâli, çilek, armut), meyve suları.
Meyveler: Olgun ve tatlı olmak şartıyla kumsuz armut, muz, elma rendesi, olgun kayısı ve şeftâli.
Salatalar: Domates salatası, marul salatası (ilk haftalar kaçınılmalıdır)
Ara yemeği: Süt, iki bisküvi.
Akşam yemeği: Öğlen yemeğinin aynı.
Ülser tedâvisinde çeşitli ilâçlar kullanılmaktadır. Mîdenin asit salgılamasını önlemek veya azaltmak gayesiyle antikolinerjik denen ilâç grubu eskiden beri kullanılmaktadır. 1976’dan sonra tedâvi sahasına giren Cimetidin (tagamet) ve Ranitidin (Zantac), ve Famotidin ile bunlara benzer tarzda asit salgısını azaltan Omeprazol, ülser tedâvisinde büyük bir çığır açmıştır. Bu ilâçlar kullanıldığından hastanın sıkı bir diyete ihtiyaç göstermemesi, tablet şeklinde olduğundan alımının kolay olması, yan etkilerinin azlığı, ülser ağrısını hızla geçirmesi, hastalarca tercih sebebi olmuştur.
Mîde asidini nötralize eden ilâçlara antasid denilmektedir. Bunlar arasında sodyum bikarbonat, kalsiyum karbonat, magnezyum oksit, magnezyum trisilikat, hidrotalsid vb. sayılabilir. Fazla sütle birlikte yüksek dozda alkali antasitlerden uzun zaman alanlarda “sütalkali sendromu” denilen bir böbrek yetmezliği tablosu ortaya çıkabilmektedir.
Mîde mukozasının direncini artıran ilâçlar da vardır. Bunlar; meyan kökü ekstreleri, kalloidal bizmut ve sucralfate (antepsin) preparatlarıdır. Peptik ülser teşhisi kesin olarak konulduktan sonra, 6-8 hafta süreyle klasik ülser tedâvisi veya cimetidin, ranitidin veya famotidin tedâvisi uygulanır. 4-6 haftalık herhangi bir tedâvi uygulamasından sonra ülserin kapanıp kapanmadığı tetkik edilmelidir. Klasik ülser tedavisinin 10. gününe kadar ağrılar geçmiş olmalıdır, geçmezse cimetidin veya ranitidin kullanılmalıdır. Gene geçmezse vak’a, tedâviye inatçı, ülser sınıfına girer. Cimetidin, ranitidin denenmesine rağmen, tedâviyle şifâ bulup, sık sık nüks gösteren; tedâviye alındığı halde 10. gün içinde ağrılar geçmeyen ülserlerde ameliyat düşünülebilir. Özellikle mîde ülserlerinde ilâç tedavisine cevap alınamazsa, kanser ihtimâliyle hasta geciktirilmeden ameliyata verilmelidir. Nadiren kanserin de ülser tedâvisiyle küçülebileceği, hatta kapanmış gibi görünebileceği unutulmamalıdır.
Osmanlı devlet teşkilâtında sancak beyleri hakkında kullanılan tâbir. Arapça emir kelimesinin çoğulu olup, vâli demektir. Geniş selâhiyetleri olup, sancaktaki dâvâları dinler, dînin emirlerini yerine getirirlerdi. Sefer esnâsında halkı ve sancağındaki timar ve zeamet sâhipleriyle berâber harbe katılarak çok büyük hizmetlerde bulunurlardı.
Suriye’nin Şam şehrinde Emevîler zamânında yapılan büyük câmi. Câmi, Emevî halîfelerinden Velid bin Abdülmelik tarafından 705-715 târihleri arasında yaptırıldı. Ümeyye Câmiinin şu anda bulunduğu yerde Roma döneminde yapılan bir Jupiter tapınağı vardı. Daha sonra Hıristiyanlık döneminde bu tapınağın yerine Bizans bazilikası (Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde görülen dikdörtgen biçiminde kilise) yapıldı. Şam Müslümanlar tarafından feth edilince şehrin bir kısmı sulhla, bir kısmı kılıçla fethedildiği için (635), bazilikanın doğu kısmı Müslümanlarca fetih hakkı olarak câmi, batı kısmı da sulh sebebi olarak Hıristiyanlar tarafından kilise olarak kullanıldı. Şam şehrine doğu tarafından sulh ile giren müslüman komutan Ubeydullah bin Cerrah, şehrin batı tarafından kılıçla harp ederek giren ise Hâlid bin Velid’dir. Emevî halîfelerinden Velid bin Abdülmelik (705-715), bu bazilikanın yerine yeni bir câmi yaptırmak istedi. Yapılacak yeni câminin bilinen bütün câmilerden daha büyük, Hıristiyan kiliselerinden daha görkemli olmasını istiyordu. Yeni câminin yapımına başlandı. Suriye’nin her tarafında bulunan antik yapı kalıntılarından, sütun ve sütun başlıkları, mermer plakları getirildi. Câminin süslenmesinde İran, Hindistan, Mağrip ve değişik devletlerden meşhur usta ve sanatçılar çalıştırıldı. Bunların sayısı binin üzerindeydi.
Ümeyye Câmii, İslâm mîmârîsinin doğuşunda ilk etkileri gösteren bir eserdir. İslâm mîmârîsi târihinde, ayrı bir özelliği vardır. Câmide plân düzeni olarak dikdörtgen biçimi kullanıldı. Câminin eni 137 m, derinliği 37 m’dir (137 x 37 m).
Dikdörtgen plâna sâhip câminin önünde üç yanında, iki katlı revaklarla çevrili büyük bir avlu yer alır. Câminin kare plânlı üç minâresi vardır. Bunlardan güneydoğu köşesindeki minâre Ak Minâre olarak bilinir. Hazret-i Îsâ Minâresi de denir. Müslümanlar arasında hazret-i Îsâ’nın âhir zamanda gökten yeryüzüne bu minâreye ineceği inancı yaygındır. Güneybatı köşesindeki minâreye Kayıtbay Minâresi, avlunun kuzey revaklarının ortasında ve tam mihrap ekseni üzerinde bulunan minâreye de El-Arus Minâresi ismi verilir.
Câmi sahnını, koridor gibi bölen ve çatıyı tutan kırk somaki sütun ile yirmi dört yapma sütun vardır. Mihrabın hemen üstündeki kubbe, dört yapma sütun üzerine oturur. Bu sütunlar arasında zarif ve sanat güzelliği olan altmış dört kemer bulunmaktadır. İki yüz seksen civârında penceresi vardır. Camları renkli, çerçeveleri bezeli usûlde kaplıdırlar. Duvarları altınla cilalı madolyonlarla süslenmiştir. Madolyonların içi renk renk küçük taşlarla kaplıdır. Yan tarafındaki dehliz tavanları, güzel tezhip ve nakış motifleriyle süslüdür. Çok güzel ve sanat değeri olan bir mihrabı vardır. Görülmeye değer bir İslâm sanat eseridir.
Câminin, enine orta sahın ile dikine sahının kesiştiği yerde bir kubbesi vardır. Kubbe ilk yapıldığında ahşap olduğu, sonraki çıkan bir yangında yandığı, yazılı kaynaklarda geçmektedir. Abbâsîler zamânında dikine sahının üstü üç tâne kubbeyle örtüldü. Şu andaki kâgir kubbe Tîmûr Hanın Şam’ı fethetmesinden sonra yapıldı.
Ümeyye Câmii, Müslüman-Türk hâkimiyeti zamânında beş defâ yandı. Câmi bu sebeple büyük onarımlar geçirdi. Bu onarımlardan son ikisi ise Osmanlı Sultanlarından Kânûnî Sultan Süleymân ve Sultan İkinci Abdülhamîd tarafından yapıldı.
Alm. Kap (n), der Guten Hoffnung, Fr. Cap-de-Bonne-Espérance (m), İng. Cape of Good Hope. Afrika’nın güneybatı ucundaki ticârî ve denizcilik târihi bakımından önem taşıyan burun. Ticâretlerini, sömürgelerini genişletmek, Hindistan’a gidebilecek kısa yollar bulmak istiyen Portekizlilerden denizci Barthdomen Dias 1487 yılında gemisiyle fırtınaya tutulunca kendisini Hint Okyanusunda buldu. Dönüşünde Afrika’nın en güney ucuna doğru hareketle oradan geçti. Geçiş esnâsında havanın çok kötü oluşu, Hint ve Atlas Okyanusunun dev dalgaları denizcileri şaşkına çevirdi. Buraya fırtına burnu anlamına gelen “Coba Tormentoso” adını verdi. Fakat sonradan Portekiz Kralı İkinci John, buranın adını “Ümit Burnuna” çevirdi.
Fırtına ve dalgalarıyla meşhur olan Ümit Burnunda, Hint Okyanusundan gelen sıcak su akıntısı ile Güney Kutbundan gelen soğuk su akıntısı birleşir. Ümit Burnunun yaklaşık 2 km doğusunda yer alan Cape Burnunda bir deniz feneri vardır.
Günümüz şâirlerinden. 1926 senesinde Tarsus’ta doğdu. Eskişehir İnkılâp İlkokulunu, Konya Askerî Ortaokulunu, Eskişehir Ticâret Lisesini bitirdikten sonra on beş sene bankacılık yaptı. 1961’de Ümit Yaşar Yayınevini kurdu.
1940’ta Yedigün Dergisinde şiirleri yayınlanmaya başladı. O tarihten bu yana İstanbul, Büyük Doğu, Yücel, Varlık, Toprak, Türke Doğru, Çığır, Hisar gibi birçok dergi ve gazetelerde şiir ve yazıları çıktı. Bir süre gazetelerde manzum taşlamalar da yazdı. İş Bankası Kültür Vakfı Başkanlığına getirildi. Günümüzün hissî şâiri olarak tanındı. İlk önceleri millî ve mânevî duyguları dile getiren, daha sonraları açık ve avamî şiirler yazdı. Şiirlerinde zekâ oyunu ve nükteleri dikkat çeker. Aruzu, heceyi ve serbest vezinleri başarıyla kullanmıştır. Şiire özendiği ilk zamanlarında dil, biçim ve mısra ustalığı göstermiş daha sonraları fazla ehemmiyet vermemiştir.
Ümit Yaşar, şiir kitaplarından başka bir Garip Şiirler Antolojisi, on beş kadar seçme şiiriyle de iki şiir plağı çıkardı. Pekçok şiir kitabı vardı. Tarık Dursun Beyle berâber, Şiirimizde Aşk ve Kadın, Şiirimizde Ölüm, Şiirimizde İstanbul, ŞiirimizdeAyrılık, Şiirimizde Taşlama, Şiirimizde Tabiat isimlerinde 6 cilt Türk Şiiri Antolojisi’ni çıkardı.
Şiir kitaplarından Bâzıları: Kör Ayna (1957), İki Kişiye Bir Dünyâ (1957), Beni Unutma (1959), Sahibini Arayan Mektuplar (1961), Bir Gün Anlarsın (1965), Taşlar ve Başlar (1966), Avrupa Görmüş Adam (1967), Önce Sen Sonra Sen (1971), Rubailer (1972).
İki Kişiye Bir Dünyâ:
Deli dolu akan nehirlerden tas tas sular içtik
Öyle ateşlerle doluydu yüreklerimiz öyle tutkundu
Karlı dağların serinliğinde uyurduk geceleri
Deniz fenerlerinin ışığında yıkanırdık
Köpükten bir çalkantıydı içimizde zaman
Ne yana baksak denizdi, maviydi, ışıktı
Sonra bir çaresizlikti zifir
Akıntıya kapılmış gemiler gibiydik.
Allahü teâlânın gönderdiği bir peygambere inananların hepsi. Bir kavme, peygamber gönderilince, o kavim onun ümmeti olur. Îmân edenlerine “Ümmet-i icâbet”, îmân etmeyenlere de “Ümmet-i dâvet” denir.
Allahü teâlâ insanları ebedî saâdete götürmek için, doğru yolu göstermiştir. Bu yola din denir. Hak dinler her asırda bir peygamberle bildirilmiştir. O asırda kendilerine peygamber gönderilmiş ve din tebliğ edilmiş insanlar, o peygamberin ümmeti olmuşlardır. Bundan dolayı Âdem aleyhisselâmın ümmeti, Nûh aleyhisselâmın ümmeti, İbrâhim aleyhisselâmın ümmeti, Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti ve Îsâ aleyhisselâmın ümmeti denmiştir.
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm ise bütün insan ve cinlere peygamber olarak gönderilmiştir. Bütün insanlar ve cinler O’nun ümmeti olmuşlardır. Îmân edip, mümin ve Müslüman olanlara, Ümmet-i icâbet denir. Çünkü İslâmı kabul ve çağrıya icâbet etmişlerdir. Îmân etmeyip, kâfir olanlara da Ümmet-i dâvet denir. Onlar İslâma dâvet olunup, icâbet (kabul) etmediler. Dâvet hâlinde kaldılar. Ne kadar Yahûdî, Hıristiyan, putperest ve inançsız varsa, hepsi Ümmet-i Muhammed’den olup, dâvette kaldılar, îmân etmediler. Onlara Ümmet-i dâvet denir. Cinlerin de müminleri Ümmet-i icâbet, kâfirleri Ümmet-i dâvettir.
Zamânımızda insanların çoğu, Hıristiyanları Îsâ aleyhisselâmın ümmeti, Yahûdîleri de Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti zannediyorlar. Böyle sanmak, Muhammed aleyhisselâmın bütün insanlara ve cinlere peygamber olduğunu kabul etmemektir. Ancak bu sözler, o milletlere lakap gibi olup, hakîkî mânâda değildir. O peygamberler aleyhimüsselâm zamânında onların ümmetleri olduklarını ifâde eder.
Bütün peygamberler, hep aynı îmânı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere îmân etmeği istemişlerdir. Fakat, beden ve kalple yapılacak ibâdet ve işleriyse ayrı ayrı olmuştur.
Bütün peygamberler dünyâ ve âhiret saâdeti için Allahü teâlânın emir ve yasaklarını ümmetlerine tatlı dil ve yumuşaklık ile bıkıp usanmadan anlatmışlardır. Ümmetlerinin sıkıntı ve eziyetlerine katlanmışlar onların helâk olmaları için bedduâ etmemişlerdir.
Ümmet-i Muhammed’in üstünlüğü: Allahü teâlâ, bütün isimlerinin ve sıfatlarının kemâllerini, üstünlüklerini, en sevgili kulu ve resûlü olan Muhammed aleyhisselâmda toplamıştır. Bütün bu üstünlükler, kula yakışacak şekilde O’nda görünmektedir. O’na indirilmiş olan kitap, yâni Kur’ân-ı kerîm, bütün peygamberlere aleyhimüsselâm indirilmiş olan kitapların hepsinin hulâsasıdır. Hepsinde bildirilmiş olanlar, bunda da vardır. Bu büyük peygambere aleyhissalâtü vesselâm verilmiş olan din de, geçmiş dinlerin hepsinin süzülmüş kaymağı gibidir. Hak olan, doğru olan bu dînin bildirdiği her iş, geçmiş dinlerde bildirilen amellerden, işlerden seçilmiş, alınmıştır. Ayrıca meleklerin işlerinden de seçilmiş alınmış bulunmaktadır. Meselâ, meleklerden bir kısmına rükû etmek emr olunmuştur. Bir çoklarına secde etmek, başka meleklere de kıyâm yâni ayakta ibâdet etmeleri emr edilmiştir. Bunun gibi, geçmiş ümetlerden bâzısına yalnız sabah namazı emr edilmişti. Başkalarına başka vaktlerin namazı emr olunmuştu. Geçmiş ümmetlerin ve mukarreb meleklerin ibâdetlerinden, amellerinden süzülenleri, seçilenleri, bu dinde emr olundu. Bunun için, bu dîni tasdîk etmek, inanmak ve bu dînin emirlerine uymak, geçmiş bütün dinleri tasdîk etmek ve hepsine uymak olur. Demek oluyor ki, bu dîni tastik edenler, ümmetlerin en hayırlısı, en iyileri olur. Bu dîne inanmıyan, beğenmiyen, buna uymak istemiyen de geçmiş dinlerin hepsine inanmamış, hiçbirine uymamış olur.
Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmın ümmeti âhir zaman ümmetidir. Ömürleri kısa, günâhları ve günahkârları çoktur. Eğer Muhammed aleyhisselâm gibi bir şefâatçisi olmasaydı, bu ümmetin günâhları kendilerinin helâk olmalarına sebep olurdu.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâm hürmetine af ve mağfiretini o kadar saçar ki, doksan dokuz çeşit rahmetini sanki bu ümmet için ayırır.
İkrâm, ihsân, af, kabahatliler, günâhlılar içindir. Allahü teâlâ af ve mağfiret etmeyi sever. Kusur ve kabâhati çok olan bu ümmet kadar af ve mağfirete uğrayacak hiçbir ümmet yoktur. Bunun için bu ümmet, ümmetlerin en kıymetlisi ve üstünü oldu.
Hazret-i Âdem ile Peygamberimiz arasında dünyâya gelmiş olan yüz yirmi dört binden ziyâde peygamberin en büyükleri, hep O’na tâbi ve O’nun ümmetinden olmayı istemişlerdir. Mûsâ aleyhisselâm O’na tâbi olmağı istemiştir. Îsâ aleyhisselâmın gökten inip, O’nun izinde ve yolunda (dîninde) yürüyeceğini bütün din kitapları haber veriyor. O’nun ümmeti olan Müslümanlar, O’na tâbi oldukları için, bütün insanların hayırlısı ve en iyileri oldu. Cennet’e gireceklerin çoğu bunlardır ve Cennet’e herkesten önce bunlar girecektir. Birçok hadîs-i şerîfte; Peygamber efendimiz, ümmetine şefâat edeceğini haber vermektedir. Günâhı çok olan müminler böylece af ve mağfirete kavuşacaklardır.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyor ki:
Ümmetimden, Ehl-i beytimi sevenlere şefâat edeceğim.
Ümmetimden, nefsine zulüm edenlere, nefislerine aldananlara şefâat edeceğim.
Ümmetimden, günâhları çok olanlara şefâat edeceğim.
Bu ümmetin husûsiyetleri: Bu ümmete önceki ümmetlerden ayrı olarak pekçok şey ihsan olundu. Bunlardan bâzısı şunlardır: 1) Harpte düşmandan alınan ganîmet yalnız bu ümmete helâl kılındı. Önceki ümmetlere helâl kılınmamıştı. 2) Beş vakit namaz kılmak, 3) Namaz için ezân ve ikâmet okumak. 4) Fâtihâ’yı bitirdikten ve duâlardan sonra “Âmîn” demek. 5) Namazda melekler gibi saf yapmak. Önceki ümmetler, namazlarını yalnız kılarlardı. 6) Karşılaşma sırasında selâmlaşmak. 7) Cumâ günü. 8) Cumâ gününde duânın kabul edildiği saatin, vaktin bulunması. 9) Ramazân-ı şerîfin ilk gecesi olduğunda Allahü teâlânın, Muhammed aleyhisselâmın ümmetine nazar etmesi, bakması. Allahü teâlâ nazar ettiği kuluna aslâ azâb etmez. 10) Sahur yâni, imsak vaktinden önce kalkıp oruç tutmak için bir şeyler yemek, iftarda acele etmek. 11) Kadir gecesinin verilmesi. Böyle bir gece geçmiş ümmetlere verilmedi. 12) İstircâ’ yâni belâ ve musîbet zamânında “İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn” demek. Böyle söylemek daha önce hiçbir ümmete verilmemiştir. 13) Önceki ümmetlere yüklenen ağır vazîfeler bu ümmete yüklenmedi. 14) Allahü teâlâ bu ümmeti, hatâ, unutma ve cebr (zorlama, tehdit vs.) altında yaptığı işlerden ve kalbe elde olmadan gelen çirkin şeylerden dolayı hesâba çekmeyecektir. 15) Müslüman ismi, bu ümmete mahsustur. Daha önce peygamberlerden başkası bu isimle zikredilmemiştir. 16) İslâmiyet, önceki dinlerin en mükemmelidir. 17) Bu ümmetin dalâlet (sapıklık ve bozuk bir iş) üzerine birleşmeyeceği bildirilmiştir. 18) Bu ümmetin icmâı dinde senet ve delîldir. 19) Bu ümmette tâûn hastalığından ölen şehittir. 20) Fâsık (açıkça günâh işlemeyen) ve mübtedî (bozuk îtikâdlı) olmayan iki Müslümanın hakkında hayır ve iyilikle şâhitlik ettiği kimsenin Cennetlik olduğu bildirildi. 21) Bu ümmetin az bir ameli dahi sevap bakımından en çoktur. 22) Aralarında kutub denen büyük evliyâ zâtlar bulunur. 23) Onlar kabirlerine günâhlarıyle girerler, müminlerin onlar için Allahü teâlâdan af ve mağfiret dilemeleri sebebiyle günâhları kalmaz, af olunurlar. Kıyâmet günü kabirlerinden günâhsız çıkarılırlar. 24) Kıyâmet günü diğer ümmetler arasından kabirlerinden ilk önce onlar kalkacaktır. Hepsinden önce de Peygamber efendimiz kalkacaktır. 25) Mahşer günüArasat meydanında yüksek bir yerde bulunurlar. 26) Yüzlerinde secde izinden alâmet bulunur. 27) Sırat’ı geçerken, nûrları, önlerinde ve sağ taraflarında gider. 28) Yaptıkları ve onlar adına yapılan iyi işlerin sevâbları kendileri için yazılır.