UYDU
Alm. Trabant, Satellit (m), Fr. Satellite (m), İng. Satellite. Güneş sistemindeki gezegenlerin etrâfında gezegenden ayrılmadan dönen gök cismi. Uyduya peyk ismi de verilmektedir. Başlıca iki çeşit uydu veya peyk vardır. Bunlardan birincisi tabiî uydudur. Bunun en güzel örneği dünyânın uydusu olan ay’dır. İkincisi ise sun’î uydudur.
Tabiî uydu: Gezegenler içinde en çok uydusu olan Jupiter’dir. Tam 12 uydusu vardır. Hiç uydusu olmayan gezegenler ise Venüs, Plüton ve Merkür’dür. Jupiter’in 12 uydusunun en büyüklerinden dördünün 1610 yılında ilk yapılan teleskopları kullanarak Galile’nin keşfettiği bilinmektedir.
Çok değişik büyüklükte uydular mevcuttur. Meselâ Merih’in uydusu Deimos’un çapı 56.000 km’dir. Yer kürenin çapının 12.000 km olduğu hatırlanırsa, büyüklüğü hayâl edilebilir. Hacmiyse 125 defâ büyük demektir. 8 km çapında uydusu olan gezegenler de mevcuttur. Ayın çapı ise dünyâdan takriben dört defâ daha küçüktür. Önemli ölçüde atmosferi bulunan tek uydu Titan’dır. Başka büyük uydularda da çok ince atmosfer tabakası bulunabilir.
Sun’î uydu (Peykler): Bu uydular, insanlar tarafından imâl edilerek, dünyâ etrâfında çeşitli gâyelerle yörüngeye oturtulan mekanik sistemlerdir. Dünyânın etrâfına sun’î bir uydu yerleştirilebileceği fikri ilk defâ Amerikalı yazar Edward E. Hale’in The Brick Moon adlı hikâyesinde insanların açık tesislerdeki haberleşme ve meteorolojik bilgi ihtiyacına destek bir uydu kullanımını konu almasıyla oldu.
1920 ve 1930’larda uyduların gerçekleştirilmesinin getirebileceği diğer faydalar birçok yazar tarafından yazılan kurgu-bilim yazılarında işlendi. İkinci Dünyâ Savaşında büyük roketlerin kullanılmaya başlanmasından sonra sun’î uydular ve bunların gerçekleştirilmesi üzerine ciddî çalışmalar yapılmaya başlandı. Ekim 1957’de Rusların, ilk uydu olan Sputnik-1’i yörüngeye oturtmasıyla uzay çağı da başlamış sayılabilir.
Sputnik-1’in ve hemen arkasından bir ay sonra içinde bir köpekle berâber Sputnik-2’nin yörüngeye yerleştirilmesi bütün dünyâda ve bilhassa uydu projelerine 1955’te başlamış olan ABD’de sürprizle karşılandı. ABD, 1958 Ocak ayında Exploner 1 ve Mart ayında Vanguard 1 uydularını fırlatarak yarışa katıldı. O zamandan beri dünyâ etrafına irili ufaklı, basit veya karışık yapıda vazifeleri kısa veya uzun süren yüzlerce uydu fırlatılıp yörüngeye yerleştirildi.
ABD, Rusya, İngiltere, Fransa, Kanada çeşitli gâyelerle uydular geliştirdiler. Çin, Batı Almanya, İtalya, Japonya, Avustralya ve Hindistan da kendi veya diğer ülkelerin roketleriyle uzaya uydu fırlatan diğer ülkelerdir.
Peyklerin kullanılış yerleri: Atmosferin menfî tesirleri yerden yapılan gözlemelerde uzayın görüntüsünü bozduğundan veya engellediğinden, ancak uydular sâyesinde insanlar uzayı sıhhatli bir şekilde tâkip edebilmek imkânına kavuştular. Jeofizik (yer fiziği) alanında da yer yüzündeki değişmeleri uzun süreli gözlemlerle tespit edebilme imkânı verdiklerinden iyi bir şekilde kullanılmaktadırlar.
Başlıca kullanma alanları şunlardır:
1. Atmosfer ve stratosfer (yukarı atmosfer)in karakteristiklerinin gözlenmesi ve araştırılması.
2. Dünyâ etrâfındaki enerji partikülleri, planetler arası boşluktaki ortam, elektromanyetik radyasyon, yerçekimi ve manyetik alanlar; atmosfer gibi fizikî olayları ve bunların birbirlerine etkilerinin incelenmesi. Yıldızlar, planetler, güneş sistemleri, galaksiler, kuyruklu yıldızlar ve benzeri birçok uzay cisimlerinin incelenmesi.
3. Uzay cisimlerinin incelenmesi.
4. Biolojik deneyler.
5. Haberleşme, eğitim, televizyon sinyâl iletimi, hava tahmini (meteoroloji), denizcilik, haritaların yenilenmesi, askerî gâyeler gibi ilmî olmayan sahalar. Apollo programında olduğu gibi uzay programlarını da destekleyen uydular vardır.
Peyklerin yörüngeye yerleştirilmesi: Uydular genellikle dünyânın belli noktalarındaki sâbit fırlatma tesislerinden fırlatılırlar. Bunlardan bâzıları ABD’de Cape Kenedy, Fla, Western Test Kenge, Vanderberg Askerî Hava Üssü, Rusya’da Baykonur, Kazakistan ve Plesetsk Mar Archangel, Avustralya’da Woomera’dır. Bu uzay limanlarında uyduları tâmir, montaj, kontrol ve roketlerle fırlatılması gibi bütün lojistik destek sağlanabilir. Bu üslerin belirli yerlerde seçilmesinin bir sebebi de bunların birçok yer kontrol istasyonu ile birlikte berâber çalışan sistemin bir parçası olmalarının mecburiyetidir. Bu üslerin kendi radar, optik tâkip ve diğer birçok gerekli tesise de sâhip olmaları, uydularının fırlatma ve yörüngeye oturma arasında tâkiplerinin sağlanması bakımından önemlidir.
Kontrol ve test: Fırlatmadan önce gâyet ayrıntılı kontrol ve testler gerçekleştirilip her şeyin tam olduğuna karar verilmelidir. Çünkü nakliye sırasında dış şartların etkisiyle veya füzeye montaj dolayısıyla bozulma ve uygunsuzluklar meydana gelebilir. Hem roket hem uydu ve bunların berâberce çalışan sistemleri kontrol edilmelidir. Bu kontrollar geri sayma ve fırlatmaya kadar devam eder. Montaj şartlarının kontrollarından başka bütün bu anlatılan testler fırlatma rampasında gerçekleştirilir.
Bu testlerden sonra bile diğer bâzı faktörler gözönüne alınmalıdır. Meselâ emniyet faktörü bunlardan biridir. Diğer bir önemli faktör roketin tespit edilen varış yörüngesine göre tespit edilen fırlatma koridorunda tâkip istasyonlarının denetimi altında fırlatılmasıdır. Rüzgâr hızı ve meteorolojik şartlar da fırlatmayı önemli ölçüde etkileyebilir. Roketin dünyânın dönme hızından faydalanabilmesi için doğuya doğru yollanmasının ve yörüngeye oturacağı düzleme en yakın olduğu noktaya gelindiğinde ateşleme yapılarak minimum yakıt sarfiyatıyla fırlatılmasının da önemi büyüktür. (Zamânın tespiti ve ateşlemenin zamânında yapılması). Bu zaman geçirildikçe yörüngeye oturabilmek için gerekli hız ve yakıt artacak, aracın imkânlarının aşılması hâlindeyse fırlatmanın daha ileri bir târihe bırakılması gerekecektir.
Yörüngenin tâyini: Uydunun yörüngeye oturtulabilmesi için uyduya (diğer bir ek kuvvet uygulaması gerekmeden) onu yörüngede tutabilecek bir hız verilmesi gerekmektedir. Yörünge yükseldikçe uydunun ömrü artar. Alçak yörüngeler atmosferle sürtünmeye sebep olacağından uydu hızını kaybedip geri düşebilir. Çok yüksek yörüngelerdeyse ay ve güneşin çekimleri gözönüne alınmalıdır. Bu gibi hâllerde uydunun yörüngesinin muhâfazası için kendi tepki sistemlerinin bulunması ve bunların kullanılması gereklidir.
Peyklerin ana yapısı: Uydunun ana yapısı, kullanma alanları, ömrü, mevcut âletleri, tahrik sistemi ve diğer yardımcı sistemler gözönüne alınarak tasarlanır. Yapısı gerekli mukâvemette ve en hafif (minimum) ağırlıkta olmalıdır. Dizaynın basit olması imâlât ve montaj mâliyetini düşürmek için gereklidir. Uydudan ayrılacak deney tesisatları için kullanılan patlayıcı vidalar kullanıldığında, nükleer tahrik istendiğinde ve diğer bâzı özel gâyeler sözkonusu olduğunda uydunun dizaynında özel problemler çıkabilir ve yapı karışabilir. Diğer dizayn problemleriyse titreşim, ses, manyetik alan etkileri, radyasyon, toz ve küçük meteorların etkilerinden korunma olarak sayılabilir.
Genel uydu şekilleri basit küre ve silindir veya daha karışık olmakla berâber uydunun ekseni etrâfında dönmesi sırasında stabil olması için simetrik şekillerde tercih edilir. Bağımsız üniteler, ek deney paketleri ve modülleri uydu dizaynını ekseriya değiştirirler. Bu yüzden poligon (çok kenarlı) kenarlarında âlet tespit kısımları olan silindirler en çok kullanılan şekillerdendir. Gözleme uyduları genellikle uzantılara sâhip bir yapıdadırlar. Uydulara tespit edilmiş güneş panoları sık rastlanılan bir özelliktir.
Güç temini: Güç temininde esas ana gücü sağlayan enerji kaynağının uydu sistemlerinin kullanabileceği şekle dönüştürülmesidir. Gerekli güç birkaç wattan yüzlerce wata kadar, yapılan işe ve ömre bağlı olarak, değişebilir. Güç kısa süreli işleyebilen bataryalar veya uzun süreli kullanılabilen güneş panoları ve radyoisotop (atom pilleri) cihazlar vâsıtasıyla temin edilebilir. Güneş enerjisi en genel güç kaynağıdır. Uzayda güneş enerjisinin sonsuz olması ve bol bulunması, direk olarak elektrik enerjisine çevrilmesi avantaj sağlar. Güneş enerji üniteleriyle birlikte kullanılan kimyevî batarya üniteleri uydunun dünyânın gölgesine girdiğinde enerji ihtiyacını karşılarlar. Güneş enerjisi aynı zamanda kimyevî bataryaların şarj edilmesinde de kullanılır. Güneş enerji tesisatlarının pahalı olması çok yer kaplaması ve güneş panolarının meteorlar ve radyasyon sebebiyle tahribata uğrayabilmeleri başlıca mahzurlarıdır.
Yakıt hücrelerindeki yakıt oksitlenerek güç elde edilmesini sağlar. Ağırlıklarına göre verdikleri enerjinin düşük olması dolayısıyla ancak kısa süreli uydu sistemlerinde kullanılır.
Ayrıca turbo jeneratörler güneş veya nükleer enerjiden elde edilen ısı enerjisinin elektrik enerjisine çevrilmesinde kullanılırlar.
Haberleşme sistemleri: Uzaktan fizikî ölçme yapma tekniğine telemetre denir. Uydunun telemetre sistemine bilgi girişi uydunun sensorları ile sağlanır. Sonra bu bilgiler değerlendirilmek üzere yer istasyonlarına aktarılır. Bu haberleşme sistemi bütün uydularda mevcuttur. Uydunun gönderilen sinyâlleri kabul edebilmesi (alabilmesi) uydunun kontrol edilebilmesinde veya bir bozukluk varsa düzeltilebilmesinde gerekli olur.
Uzayda haberleşme gâyesiyle özel antenler, alıcılar, ileticiler ve güç sistemleri kullanılır. Bunlar genellikle yüksek emniyetli ve hafif yapıdadırlar. Haberleşilecek yer istasyonunun tâkip edilmesi için de tâkip ve cevaplayıcı radyo vericileri gibi özel âletler bulundururlar. Ayrıca kodlayıcılar ve çeviriciler gibi bilginin giriş-çıkışında sinyâlleri kullanılabilecek faydalanabilecek hâle getiren tertibatlar bulunur. Uydunun çalışması sırasında elde edilen bilgiler devamlı yayınlanmak yerine teyp ve hâfıza ünitelerinde geçici olarak depolanıp gerektiğinde yer istasyonlarına iletilir.
Uydunun haberleşme sistemleri diğer eş frekanslı radyo sinyâllerinden de etkilendiğinden karşılıklı haberleşme en aza indirilmelidir. Sistem manyetik tesirlerden de rahatsız olabileceğinden buna da karşı tedbir alınmalıdır. Antenlerin uydunun bakış açısını kapamayacak şekilde yerleştirilmesi ve bunların ısı değişimi, uydunun hızla dönmesi gibi olayların tesirleri, dikkate alınması gereken diğer problemlerdir.
İlmî gâyeli cihazlar: Uyduya yerleştirilen elektronik ve diğer cihazlar uzayda karşılaşılan büyüklüklerin tespiti, ölçülmesi, kayıt edilmesi uzaktan fizikî olarak ölçülmesi, işlenmesi ve analizi gâyesiyle kullanılırlar. Bunlar olmadan uyduların bize faydalı işler görmeleri imkânsızdır. Bu cihazların ana kısımları “sensor” denilen, sinyâlleri algılayan ve bunları kuvvetlendirerek diğer cihazlar tarafından öçülüp değerlendirilebilecek hâle getiren kısımlarıdır. Genellikle fizikî girişler elektrik sinyâllerine dönüştürülürler.
Uydunun cihazları hafif, güvenilir olmalı ve titreşim, sarsılma, manyetik tesirler, ısı değişimi gibi olumsuz faktörlerden etkilenmemelidir. Uydudaki cihazlar birbirleriyle uyum içinde çalışmalı, kolayca kontrol edilebilip düzeltilmeli ve uygun kapasitede olmalıdırlar. Bunlar aynı zamanda boşlukta basınçsız ortamda çalışabilecek şekilde yapılırlar.
Büyük uydularda birçok deneyin yapılması için husûsî sistemler de yer alabilir. Küçük uyduların kapasitesi daha dardır.
Uyduların çoğu yeryüzüne âit olayları incelemelerine rağmen bâzı uydular biyolojik olayları ve uzaydaki cisim ve olayları incelemek için kullanılırlar. Atmosfere gelen radyasyon miktarını, iyonosfer ve güneş fiziğini inceleyen âletlere sâhip uydular geliştirilmiştir: Uydularda kullanılan bâzı âletler kütle ölçüsü, elektrostatik analizci, radyometro iyonizasyon odası, mikrometteor dedektörü, kronograf, geiger sayacıdır.
Kontrol cihazları: Bunlar uydunun ana ve yardımcı sistemlerini, bulunulan ortamın, yörünge ve yüksekliğini kontrolü için kullanılırlar. İstenilen her an uydunun çalışması, sıcaklık, basınç, yakıt durumu, kontrol edilerek dünyâya bildirilebilir. Bu ölçmeler sâyesinde yer istasyonları güçlükleri ve problemleri tespit ederek bunların çâresi için gerekli adımların atılmasını sağlayabilirler.
Çevre kontrol cihazlarının rolü uyduyu uzay ortamının veya uydunun kendi sistemlerinin meydana getirebileceği zararlı tesirlerden korumaktır. Bu alandaki ana problemlerden biri de iç sıcaklığın belli limitleri aşmamasıdır. Esas üstünde durulacak husus yüksek sıcaklıklar olmasına rağmen bâzı cihazlar için alçak sıcaklıklar da problemlere sebep olur. Uydunun kendi etrafında dönmesi sağlanarak bir tarafının fazla ısınmaması sağlanabilir. Özel boyalar kullanılarak hassas bölgelere gelen ısının emilmesi veya yansıtılması sağlanabilir. Ayrıca termoelektrik esaslı soğutma sistemleri de bu gâye için kullanılabilir.
Manyetik ve radyasyon etkilerine karşı da gerekli koruma sağlanmalıdır. Radyasyon dış ortamdan gelebileceği gibi nükleer tahrik sistemleri kullanılması hâlinde iç kaynaklardan da radyasyona mâruz kalınabilir. Fırlatma sırasında meydana gelebilecek basınç ve mekanik gerilmelere karşı da gerekli tedbirler alınmıştır.
Uydunun yörüngesinin kontrolü için gidilen yörüngenin ve uydunun pozisyonunun bilinerek karşılaştırılabilmesi gerekir. Bunun için uydunun yüksekliği yere gönderilen sinyâller yardımıyla tespit edilebilir. Güneş ve yıldız tâkipleri ve ufuk gözleyicileri manyetik alan ölçüleri bu alanda yardımcı olan cihazlardır.
Uydu uzayda görevli olduğu fonksiyonları yerine getirebilecek veya verimli bir şekilde çalışabilecek şekilde yöneltilmelidir. Uyduyu belirli bir yörüngede tutabilmek veya gerekirse yeni bir yükseklikteki başka bir yörüngeye oturtabilmek için çeşitli reaksiyon cihazları kullanılır. Meselâ, uydunun dönmesini önlemek için yo-yo gibi uzayıp kısalabilen bir cihaz radyal olarak uzatılabilir veya uyduyu belli bir yükseklikte tutabilmek için ufuk takipçileri kullanılarak gerekli bilgi edinilebilir. Bâzı araçlarda elektrik motorları ile tahrik edilen atalet çarkları (Jiroskop) kullanılır. Manyetik kavramlar, çekim ayarlama cihazları aerodinamik yüzeyler veya solar basınç vanaları gibi diğer âletler açı ataletini değiştirmekte kullanılır. Yay ve vikoz akışkanlardan faydalanarak uydulardaki istenilmeyen atalet kuvvetlerinin sönümlenmesi sağlanır.
ABD uydu rasathâneleri gibi büyük uydularda yörünge ve yükseklik kontrolu için çeşitli cihazlar kullanılır. Meselâ, kırmızı ötesi (infrared) ufuk tarayıcıları, sernomekanizmalar, soğuk gaz jetleri, elektrik tahrikli volanlar bunlardan bâzılarıdır. Ufuk tarayıcıları aracın volan ve gaz jetlerine sapmaları bildirerek aracın alt tarafının dâimâ yer küresine doğru yönelmesini veya pozisyonunu ayarlamasını sağlar. Güneş tâkipcileri solar panoların güneşe göre pozisyonunun ayar ve kontrolu için kullanılırlar.
Roketle tahrik: Gittikçe daha fazla uydu limitli bir manevra kâbiliyeti sağlayan roket motorlarıyla donanmaktadır.
Bu çeşit uydular, yörünge değiştirebilirler, belirli bir yörüngede kalabilmek için manevra yapabilir, yeniden atmosfere girmekte ve düşme sırasında yere değmeden hemen önce ateşlenerek hızı frenlerler. Buna karşılık manevra roketleri ilmî gâyeli uydularda pek kullanılmazlar. Telekominikasyon (haberleşme) alanında kullanılan sâbit uydular yer küresinin belirli bir bölgesi üzerinde sâbit durarak haberleşme hizmetlerine destek olurlar. Bu çeşit uydular hidrojen-perdesit roketleri kullanarak beş yıl süreyle yerlerini dünyâya göre sâbit tutabilirler.
Bilgisayarlar: Bilgisayarlar uydularda gittikçe artan bir kullanma alanı bulmaktadır. Bunlar yörüngeyi kontrol edebilir, uydunun çalışması hakkında bilgileri depolayabilirler, uydunun topladığı ve ölçümlerini yaptığı, ilmî değerleri kayıt edip, depolayabilirler, zamana bağlı olayları kaydedebilir ve periyodik hâdiseleri tespit edebilirler.
Günümüzde ve gelecekte uydular: İnsansız uyduların sayısı günümüz ve gelecekte gittikçe artan bir hızla çoğalmaktadır. Bunun yanında bir kısım insanlı uydu sistemleri de gerçekleştirilmiştir. Daha değişik programların çalışmaları yapılmaktadır.
İnsansız programlar: Meteorolojik, haberleşme, denizcilik gibi hemen hemen standartlaşmış uydu tiplerinin yanısıra kısaca ERTS “Earth Resources Technology Satellite” denilen dünyânın tabiî kaynaklarını inceleyen uydular büyük faydalar sağlamaktadırlar. Bu uydular 1970’lerde gerçekleştirilerek ziraat, ormancılık, fizikî ve kültürel coğrafya, jeoloji, mâden yatakları, su ve okyanus bilimlerinde çok bilgi elde edilmesine yol açmışlardır.
Meselâ mâden ve petrol endüstrileri her yıl petrol, metal ve diğer mâden yataklarının aranmasında milyonlarca dolar (milyarlarca lira) harcamaktadırlar. ERTS uyduları fotoğraf, radar, radyo dalgaları ve diğer yollarla dünyâdaki tabiî kaynakların aranmasında kuvvetli bir destek olmaktadır. Bu cihazlarla yeryüzünün tabiî yapısına ve çeşitli özelliklerine bakarak petrol ve mâden araması bilhassa ulaşılamayan bölgeler için çok önemlidir.
Bu uydular vâsıtasıyla su kaynaklarının bulunduğu yerlerde su miktarlarını, sulama imkânlarının ve sel tehlikesinin önceden tespit edilmesi imkân dâhiline girer. Uzaydan çekilen fotoğraflar bilhassa biriken kar tabakalarının genişlik ve derinliğinin tespitiyle beklenen su miktarı ve buna bağlı olarak sulama ve elektrik üretim imkânı ve sel tehlikesi anlaşılabilir. Benzer şekilde ülkelerin tahıl üretim durumu ve kuraklık ve hastalıklardan meydana gelen felâketlerin tespit edilmesi de mümkündür.
Son yıllarda ise uyduların askerî gâyelerle kullanılması önem kazanmıştır. Bu uydular hem düşmanın askerî birlik, teçhizat ve silâhlarını çok hassas fotoğraflarla tespit etme imkânı verdikleri, hem de kullandıkları lazer silâhları vâsıtasıyla diğer uydu ve düşman füzelerinin havada imhâsını mümkün kıldıklarından, günümüz ve geleceğin savaşlarında çok önemli ve stratejik bir silâh hâline gelmişlerdir. Süper güçler nükleer bir savaş durumunda uydular vâsıtasıyla kurdukları erken uyarı sistemlerinden çok istifâde edeceklerdir.
Uyduların bir başka kullanma sahası da meteoroloji tahminleridir. Bugün uydular vâsıtasıyla çekilip gönderilen fotoğraflar yardımıyla günlük meteoroloji tahminleri gâyet hassas olarak yapılabilmektedir. Bu fotoğraflardan atmosferdeki hava hareketleri, alçak ve yüksek basınç alanları, rüzgâr ve bulutların durumu gâyet doğru olarak tespit edilebilmektedir. Bu sâyede günlük hava tahminleri yanında dünyânın çeşitli bölgelerinde meydana gelen kasırga ve tayfunların, diğer atmosfer olaylarının çıkış yerleri ve sebepleri hakkında da bilgi edinilebilmektedir. Dünyânın ve bilhassa ulaşılması zor kesimlerin iklimi hakkında çok değerli bilgilere sâhip olunabilmektedir.
Gelecekte uyduların sebep olacakları en önemli gelişmelerden biri de dünyâdaki bütün haberleşme ve yayın sistemlerinin odak noktasını teşkil etmeleri olacaktır. Şimdiden yapılan çalışmalarda televizyon, radyo gibi yayın ve telefon, teleks, telgraf gibi haberleşme tamâmen uydular vâsıtasıyla gerçekleştirilebilmektedir. Bilhassa sâbit uyduların ve yoğunlaştırılmış yayın demeti teknolojisinin geliştirilmesiyle kendi izafî hızı dünyânın dönme hızıyla aynı olduğundan belirli bir bölge üzerinde kalabilen uydularla herhangi bir ana toplayıcı anten olmadan o bölgeye yayın imkânının gerçekleştirilmesiyle bu konuda çok önemli bir mesâfe alınmıştır. Bu sâyede dünyâdaki bütün radyo ve televizyon istasyonlarının sâdece basit yapılı bir anten tertibâtıyla tâkip edilmesi mümkün hâle gelmiştir.
Bugün dünyânın en ulaşılmaz bölgeleriyle bile hiçbir tel bağlantısı olmadan haberleşme imkânı vardır. Bu çalışmaların geliştirilmesi sonucu gelecekte yeryüzünde kurulu bütün tel ve haberleşme ağı sistemlerinin yerini uydu sistemleri vâsıtasıyla haberleşmeye bırakacağına muhakkak nazarıyla bakılmaktadır.
Alm. Uigure (m), Uigurin (f), Fr. Ouigours (m.pl.), İng. Uigurs. Ötüken, Kansu ve Doğu Türkistan’da bir hâkanlık iki devlet kurmuş olan Türk boyu. Uygurların anayurtları Baykal Gölünün güneyindeki Orhun, Selenga ve Tala nehirlerinin bulunduğu bölgedir. Bilinen târihleri Büyük Hun İmparatorluğu ile başlar. Tabgaçlar (386-534) devrinden sonra beşinci yüzyılın ikinci yarısında beylik kurdular. Göktürklerin ilk zamanlarında Selenga Nehri etrâfında oturuyorlardı. Yedinci yüzyılın ilk çeyreğinde Sir-Tarduşların altı kabileden meydana gelen birliğine katıldılar. P’u-ku, Tongra, Bayırku ve Fu-lo-pu kabilileri de Uygurların etrâfında toplanarak, hep berâber Uygur adını benimsediler. Beyleri, Erkin ünvanını taşıyor ve elli bin muharip asker çıkarabiliyorlardı. Göktürklerin zayıflamasıyla, kuvvetlendiler. Erkin yerine İl-teber ünvanını kullanmaya başladılar. İl-teber T’u-mi-tu devrinde, Tola havâlisini alıp, güneyde Hoang-ho’ya kadar akınlar tertip ettiler. Uygurlar akınları neticesinde, 646’da Çin İmparatoru tarafından da tanındılar. İl-teber T’u-mi-tu, kendini kağan îlân etti. Uygurlar’ı Göktürkler tarzında teşkilâtlandırdı. T’u-mi-tu 648’de Çin’in entrikalarıyla öldürülünce, yerine oğlu P’o-jon geçti. P’o-jon, Çinlilerin on-okların başına kukla kağan yaptığı Ho-lu’yu mağlup ederek, 656’da Taşkent yakınlarına kadar ilerledi. Uygurlar, Göktürklü Kapağan Kağan (693-716) zamânında Göktürklere bağlandı.
Bilâhare Uygurlar, Göktürklerin iç mücâdelesinden faydalanarak toplandılar. Göktürk Devletini yıktılar. 745’te Ötüken Şehri merkez olmak üzere Uygur Hâkanlığını kurdular. Dokuz-Uygur Urugu’ndan birlik hâline geldiler. Uruglar Çince kaynaklarda şöyle geçer; Yaglakar (Yaglakır), Hu-tuko (Uturkar), Hu (Kürebir), Mo-ko-sik-i (Bagasıgır), A-vu-çö (Ebirceg), ko-sa (Hazar), Hu-vu-su (Khifuzu), Yo-vu-ku (Yagmurkar), Hi-ye-vu (Ayabire).
Bu uruglardan kurulu Uygur kabilesinin idâresi altındaki Dokuz-Oğuz birliği de; D’u-ku (Buku), Hun (Qun), Pa-ye-ku (Bayırku), T’ung-lu (Tongra), Sse-kie (Sıkar), K’i-pi, A-pu-sse, Ku-lun-vu-ku, A-tie (Ediz)dir. Dokuz Urug’dan meydana gelen Uygur boyu, Dokuz-Oğuz boyunun ilâvesiyle boy sayısı ona yükselerek, On-Uygur diye anılan birlik meydana geldi. Basmıl ve Karlık boylarının katılmasıyla birlik sayısı onbire yükseldi. Uygur Hâkanlığı, her boyun başına birer bey olmak üzere, on bir vâli tarafından idâre edilmekteydi.
Uygur Hâkanı Kutlug Bilge Kül, Orhun kıyısında Ordu-balık şehrini kurup, burayı merkez yaptı. Kutlug Bilge Kül, 747’de ölünce, yerine oğlu Moyen-çor (Bayan-çor, Bilge Kağan) Uygur Kağanı oldu. Moyen-çor (747-759), kuzeyde Kırgızlar batıda Karluklar ve onlara yardım eden Türgişler ve Basmıllar ayrıca Sekiz-Oğuz, Dokuz-Tatar veÇikler ile muhârebe edip, bunları kendine bağladı. Hakimiyetini Yenisey kaynakları, Çu-Talas havalisi, İç-Asya ve Kerulen’e kadar genişletti. Oğullarını buralara, Yabgu, Şad ünvânıyla tâyin etti.
Moyen-çor, Çin üzerinde de çok tesirli oldu. Moyen-çor’a bağlı Karluklar, Çinlilerle İslâm dînini tebliğ için bölgeye gelen Müslümanlar arasında yapılan Talas Meydan Muhârebesinde (751) İslâm ordusu tarafını tuttu. Talas Meydan Muhârebesinde Çinliler, ağır mağlubiyete uğradı. Tarım Havzası, Uygurlara geçti. Çinliler Orta Asya’dan çekildi. Çin’de büyük hâdiseler oldu. Annesi Türk olan An-lu-şan adlı bir kumandan, 200.000 kişilik bir kuvvetle Çin’in merkezî şehirlerinden Lo-yang’ı 756’da, Ç’ang-an’ı 757’de zaptetti. An-lu-şan, kendisini imparator îlân etti. Çinliler, bu hâdiseler üzerine Uygurlardan yardım istemek zorunda kaldı. Moyen-çor, Uygurları yardıma çağıran T’ang İmparatoru Su-tsung’u destekledi. 757’de Lo-yang’ı ve diğer merkezî şehirleri geri aldı.Çin, yılda 20.000 ton ipek vermeyi taahhüt etti. Uygur Hâkanı, İmparatorun kızıyla evlendi. Moyen-çor (Bilge Kağan) 759’da ölünce yerine Bögü Kağan (Alp Külüg Bilge Kağan) geçti.
Böğü Kağan, Çin’e hâkim olmak niyetindeydi. Uygur Ordusu, 762’de Çin’e sefere çıktı. Uygurların gelmesiyle Çin’deki iç mücâdele sona erip, birlik oldular. Uygur ileri harekâtı durdu. Fakat, Çin’de Uygur nüfûsu ve tesiri arttı. Çin’in merkez ve şehirlerinde pekçok Uygur serbestçe ticâret yapıyor, istedikleri kadar ipekli kumaş alıp, satıyorlardı. Böğü Kağan, Tibetlilerin hücumuna uğrayan Çin’i korumak üzere, Töles asıllı Çin kumandanı P’u-ku Huai-en’in dâvetiyle, 762’de Lo-yang Seferini yaptı. Lo-yang Seferi, Tibetlilerden Çin’i kurtardıysa da, Türk kültürünün aleyhine oldu. Böğü Kağan, Ötüken’e dönerken, Mani dînini Türkler arasında yaymak için dört râhibi de berâberinde getirdi. Böğü Kağan, Manihaizmi kabul edince, bu bozuk din Uygurlar ülkesinde resmî bir mâhiyet kazandı. Manihaizm, hayvânî gıdâlarla beslenmeyi yasakladığından, disiplinli ve cesur bir kavim olan Uygurların muhâriplik vasfını zayıflattı.
Böğü Kağan, Kırgızlar üzerinde de zafer kazandı. Çin’e sefer etmek isterken, buna karşı çıkan akrabâsı Nazır tung Baga Tarkan tarafından 779’da öldürüldü. Tang Bağa Tarkan, Alp Kutlug Bilge Kağan ünvanıyla Uygur Hâkanı oldu. Alp Kutlug Bilge Kağan (779-789), cesâreti, iyi idâresi ve yapmış olduğu kânunlarıyla tanınır. Kırgızları tekrar mağlup etti. Çinli bir prensesle evlenince, Uygur tüccarlarının Çin’de tahakkümlerinden doğan anlaşmazlıklar ortadan kalktı. 789’da ölmesiyle yerine Külüg Bilge Kağan (789-790) ve sonra bunun oğlu Kutlug Böge (790-795) hâkan oldular.
Uygurlar, iktisâdî ve kültürel menfaatleri sebebiyle Çin’i eskiden beri taarruzlardan koruyorlardı. Tibetlilerin tekrar Çin’e tecâvüz etmeleriyle, yine kuvvet yardımı gönderildiyse de, başarılı olmadı. Kutlug Bilge Kağan bu başarısızlık üzerine 795’te öldürüldü, yerine Alp Kutlug geçti. Alp Kutlug Bilge Kağan (795-805), sevilen bir kumandan ve idâre adamıydı.
Külüg Bilge Kağan (805-808) zamânında huzur devri açıldı. İktisâdî hayat gelişti. İç-Asya’nın önemli ticâret şehirlerine nüfûz edildi. Alp Bilge Kağan (808-821)’dan sonra hakan olan Küçlüg Bilge Kağan (821-833); Karabalasagun Kitâbesini 826’da diktirdi. Küçlüg Bilge Kağan zamânında Türkistan’ın doğusuna inmek isteyen Tibetliler durduruldu. Karlukların başına yeni bir Yabgu tâyin edilip, Soğd bölgesine kadar ticârî münâsebetler geliştirildi. Fakat Uygur ülkesinde huzursuzluk da başladı, hâkan öldürüldü. Küçlüg Bilge Kağan’dan sonra yerine geçen Alp Külüg Bilge Kağan (833-839)da nâzırının tahrik ettiği isyanda öldürüldü.
Uygurlar, millî vasıflarına ters düşen Manihaizm tesiriyle gittikçe gevşeyince; Yenisey bölgesinde olup, Orhun bölgesini de kontrol altında tutan Kırgızların taarruzuna dayanamadılar. Kırgızlar, kalabalık kuvvetleriyle, 840’ta Uygur topraklarına girdiler. Uygur başşehri Ötüken’i zaptedip, son hâkanı öldürdüler. Ötüken’de devletleri yıkılan Uygurlar büyük topluluklar hâlinde yurtlarını terk ettiler. Karluk ülkesine, Çin hudûduna ve daha kesif olarak da, zengin ticâret merkezlerinin bulunduğu İç-Asya’da Beş-balık, Turfan, Kuça sahasına göçtüler.
Uygurların Ötüken’den göçleri Hâkan âilesine mensup, Vu-hi Tegin ve Ngo-nic Tegin adlı iki kardeş tarafından idâre edildi. Göçten sonra Uygur târihinin ikinci safhası başladı. Göçü idâre eden kardeşlerden Vu-hi Tegin (841-846), kağan seçildi. Uygurlar, Kırgız ve Çin tarruzlarına mâruz kalıp, çok zarar gördüler. Bir kısmı Çin’in tâbiiyetine girip, Kan-Çou Uygur Devletini kurdular. Bir kısmı da eski yurtlarına dönüp, Doğu Türkistan (Turfan) Uygur Devletini kurdular. Fakat, bu iki devlet de Bozkır Türk Devletinden farklı vasıf taşıyorlardı. Hâkimiyetlerini genişletme idealleri yoktu. Büyük siyâsî mücâdelelere girmekten sakındılar. Başta, Çin hükümetleri olmak üzere, komşularıyla dostluk ve ticârî münâsebetlerini devam ettirdiler.
Kan-su bölgesinde kurulan Kan-Çou Uygur Devleti, Çin ile ticârî münâsebetleri ilerletti. Uygur prensleri, Çin İmparatorlarının kızları ile evlendi. Kan-Çou Uygur Devleti, Uygurların batı kolu olan Tun-huang koluna da 911’de istiklâl kazandırdılar. Kan-Çou ve Tun-huang Uygur kolları, 940’tan sonra K’itanlar, 1028’den sonra da Tangutların nüfûzu altına girdi. 1226’da Cengiz Han tarafından Moğol tahakkümü altına alındılar. Sarı Uygurlar da denilen Kan-Çou Uygurları bu adla hâlâ Batı Çin sahasında yaşamaktadır.
Doğu Türkistan (Turfan) Uygur Devleti: Uygur göçünü idâre edenlerden Ngo-nie Tegin kumandasında Tanrı Dağları, Beş-balık ve Turfan’a gelenler tarafından kuruldu. Ngo-nie Tegin (846-848) kağan seçildi. Turfan Uygur Devletini, Çin tanıdı. İsmen Çin nüfûzu altındaydılar. Bölgedeki askerî vâlilerin hâkimiyetine son verip siyâsî bakımdan güçlendiler. Ticâret yolları üzerinde bulunduklarından iktisâdî bakımdan da geliştiler. Ticârî münâsebetler, Manihaizmin bölgede yayılmasına vâsıta oluyordu. Çin’deki T’ang Hânedânının yıkılmasıyla 911’de müstakil devlet hâline geldiler. Güneyde Tibet, Batı Türkistan’da Karluk bölgesiyle çevriliydiler. Başlıca şehirleri Turfan, Kaşgar, Beş-balık, Kuça, Hami (Urumçi) olup, sanat, edebiyat ve ticâret sahasında yükseldiler. Budizm de yayılıp, Manihaizmden fazla tutuldu. Budizmle Manihaizm yanında Nasturî Hıristiyanlık ve başlangıçta çok az da İslâmiyet yayıldı. Karahanlılar İslâmiyeti kabul edince Uygurlarla mücâdele ettiler. İslâm dîni, Uygurlar arasında Karahanlılar vâsıtasıyla yayıldı. Çin’e İslâmiyet Uygurlar aracılığıyla girdiği için ilk Müslüman Çinlilere Huei-hu (Uygur) denilmiştir. Turfan Uygur Devleti, Cengiz Han tarafından 1209’da Moğollar’a bağlandı. Uygurların hâkimiyeti fiilen bitmesine rağmen Uygur Hânedânından İdi-kutlar, Ming Sülâlesi kuruluncaya kadar varlıklarını devam ettirdiler (1368). Ayrıca Moğolların tâbiiyeti altında pekçok Uygur sülâle mensubu yüksek idârî mevkilerde vazife aldı. Uygurlar, diğer Orta Asya Türkleri gibi Ehl-i sünnet Müslüman medenî bir kavim olduklarından Asya’nın doğusunda ve batısında başta dil ve yazı olmak üzere tesirli oldular.
Uygur Alfabesi üç sesli, biri sesli de olabilen on beş sessiz harften meydana geliyordu. Uygur yazısı, önceleri sağdan sola yazılırken, sonraları yukarıdan aşağıya doğru yazılmaya başlandı. Uygur harfleri, İslâm harflerinin 15. yüzyılda kabûlüne kadar bütünüyle, 18. yüzyıla kadar Uygurların bulundukları bölgede kısmen kullanılmıştır. Uygur Edebiyatı; Taryat, Şine Usu, Karabalasagun, Hoytu Tâmir, Gurbalcin âbideleri, mabetlerdeki dîni metinlerde bulunur. Uygurca mektuplar, hukuk belgeleri ve halk edebiyatı mahsulleri târihî bakımdan kıymetlidir. Uygurlar kâğıt yapmasını ve baskı makinasını yapıp, kullanmasını bilirlerdi. Uygurlar medenî bir Türk kavmiydiler. Toplu halde yerleşik hayâta ilk defâUygurlar geçti. Doğu Türkistan’daki Karabalasagun, Beş-balık, Turfan, Karaşar, Kara Hoça, Kaşgar dâhil birçok şehri geliştirdiler. Şehirleri surla çevirdiler. Hayvancılık, zirâat ve ticârete önem verdiler. Su kanalları açıp, sulu zirâat yaparak, toprağın verimini artırdılar. Bezelye, bakla gibi sebzeleri, kavun ve karpuz gibi meyveleri çok yetiştirirlerdi. Bu sebze ve meyveleri Çin’e de tanıttılar. At yılkıları ve koyun sürüleri yetiştirerek komşularına sattılar. Ticârete önem verip, iktisâdî seviyelerini yükselttiler.
Alm. Schlaf (m), Fr. Sommeil; somme (m), İng. Sleep; nap. Şahsın hissî veya diğer uyarılarla uyandırılabildiği tabiî ve normal olan şuursuzluk hâli. Uyanık kalmayı temin eden bir merkez mevcuttur. Bu merkezin yeri beyinde Retiküler Formasyon denilen bölgedir. Ortabeyinden buraya gelen mesajlar Retiküler Uyarıcı Sistem vâsıtasıyla beyin kabuğuna iletilir. Bu uyarılar da omurilik aracılığıyla kişiyi uyanık tutar. Uykunun anahtar bölgesiyse beynin daha altında bulunan Pons’tadır. Bu bölgeden her 90 dakikada bir uyku uyarısı gönderilir ki buna Paradoks Uyku denir. Fakat insanlar aktif oldukları zamanlarda bunun farkına varamayabilirler. Gün ortasında ağır basan uyku hâlinin sebebi budur. Gün boyu her 90 dakikada bir tekrar eden bu safha, uyku durumunda da devam eder.
Uyanıklıktan uyumaya doğru geçen bir şahsın beyin dalgaları kaydedildiğinde uykunun değişik safhaları olduğu tespit edilir. Bu safhalar başlıca ikiye ayrılır: Birinci safha yavaş dalga uykusudur ve bu da iki dönemdir; hafif ve derin uyku dönemleri. Hafif uykuda elektroensefalografide alfa ve düşük voltajlı delta dalgaları görülür. Derin uykuda ise yüksek voltajlı yavaş delta dalgaları vardır. Daha sonra uykunun ikinci safhası olan Paradoks Uyku dönemi gelir. Bu safha her 80-90 dakikada bir gelir ve 5 ile 20 dakika kadar sürer. Organizmada bu safha esnâsında bâzı değişiklikler olur; fakat bu safhanın faydasının ne olduğu henüz bilinmemektedir. Bu Paradoks Uykunun süresi kişinin yorgunluğuna göre değişir. Çok aşırı yorgunlarda 5 dakika kadar sürerken yorgun olmayanlarda 20 dakika kadar sürer. Bu safhanın bâzı özellikleri vardır. Bütün kaslar gevşemiş, kalp atışları ve solunum hızlı ve düzensizdir. Rüyâ bu safhada görülür. Gözlerde, el, kol ve bacaklarda hareketler, konuşma, kıpırdama hep bu uyku bölümündedir. Elektroensefalografide düşük voltajlı alfa dalgaları görülür.
Normal zamânın dışında insan vücûdunda bir “iç zaman” biyolojik zamanı vardır. Bu zamanda da çeşitli bölümler vardır ve belirli bir kalıba göre tekrar ederler. Bu iç zaman kalıbını her insanın günlük faaliyetleri, çalışma durumu, güneş ışıkları, gürültü, hava durumu ve atmosferdeki daha birçok faktör belirler. Beyin ve diğer organların biyolojik zamanla ilgili fonksiyonları bu kalıba göre icrâ edilir. Bu sebepten dolayıdır ki gündüz çalışan bir insanın uykusu gece gelir. Çünkü, gece uyanıklığı sağlayan uyarıcı sistemin hafiflemesi, uykuyu temin eden uyarıların üstün hâle geçmesine yol açar. Eğer Retiküler Uyarıcı Sistemin çalışması hiç hafiflemez veya uyumaya zorlayan merkez az çalışırsa kişi uzun müddet uyanık kalabilir. Bunun aksi hâlindeyse uzun müddet uyuyabilir. Sara hâlinde Retiküler Uyarıcı Sistem çok fazla çalışır ve aynı zamanda şuursuzluk vardır. Bu normal bir durum değildir.
Uyku ihtiyacı her insan için sâbit değildir. Yaşa, mesleğe, sosyo-ekonomik çevreye ve daha birçok faktöre bağlı olarak değişiklik gösterir. Bir aylık bebek bir günün 21 saatini, 6 aylık bebek 18 saatini, 1 yaşındaki çocuk 15 saatini, 4 yaşındaki çocuk 12 saatini, 12 yaşındaki bir çocuk ise 10 saatini uyumalıdır. Erişkin birisi için bu 8 saattir. Fakat rûhî ve bedenî yönden çok sıhhatli şahıslarda 4-5 saate inebildiği gibi bâzı hastalıklarda 10-12 saate kadar yükselebilir. Her şahsın kendi durumuna göre belirli bir uyku ihtiyacı vardır. Uyumanın gecikmesi hâlinde davranış, sinir sistemi ve bütün vücutta negatif yönde değişmeler olur. Huzursuzluk, başağrısı, unutma, anlamada zorluk, konsantrasyonda zayıflık, solunum sistemi gibi bâzı vücut sistemlerinde rahatsızlıklar görülür.
Uykunun normalden fazla olmasının ise hiçbir faydası bulunmadığı gibi birçok zararları olabilir. Migren başta olmak üzere çeşitli baş ağrıları, dikkat bozuklukları, fizik ve mental beceriksizlikleri bunlardan bâzılarıdır. Vakit kaybı ise en büyük zarardır. Bu yüzden küçük yaştan îtibâren belirli bir çalışma temposu ve buna uygun bir uyku ihtiyacının teşekkül etmesine çalışılmalıdır. Güneş ışıklarının yayılmaya başlamasından sonra uykuya devam etmek, gündüz çalışan biri için gece uyumak değildir. Bu şahıs gündüzün ilk saatlerini uykuda, gece uyuması gereken saatlerin ilk birkaçını da uyanıklıkta geçiriyor demektir. Bu durum kişinin biyolojik zaman kalıbına uygun olmadığı için sağlığına menfî yönde tesir eder. Gündüz çalışıp, gece uyuyan bir insan ihtiyacı olan uykunun küçük de olsa bir bölümünü gece yarısından önce uyumalıdır. Böyle olursa güneş ışıkları yayılmağa başlamadan önce rahatlıkla uyanır ve önünde sağlıklı ve büyük bir gün mevcut olur. Tabiî bu husus sıhhatine ve hayâtının her ânına büyük kıymet verenler içindir. Bu şekilde uyuyan bir şahıs, günün öğle vaktinde, uyku dalgalarının ağır bastığı bir zamanda bir müddet daha uyursa vücûdunun biyolojik ritmi tam mânâsıyla bir denge kazanır. İslâmiyette de gün ortasında bir miktar uyumak sünnettir, bu uykuya “kaylûle” denir.
Uyku birtakım ilâçlarla etkilenir. Uyku ilâçlarının birçoğu Paradoks Uyku safhasını baskılayan uzun bir uyku dönemi temin ederler. Uykunun gelişini engelleyici ilâçlar da mevcuttur. Amfetaminler denilen bu ilâç grubunu daha çok talebeler uyanık kalmak için ders çalışmak gâyesiyle kullanmaktadırlar. Bu son derece tehlikeli ve yan tesirleri olan bir uygulamadır. Vücûdun dengesini bozar, alışkanlık yapabilir.
Uyku bozuklukları: Bu başlık altında uykusuzluk, kâbuslu uyku, uyurgezerlik gibi konular incelenebilir. Bunlardan en çok görüleni uykusuzluk, uyuyamamadır. İnsomnia denilen bu durum bir hastalık olmayıp, çeşitli şartlarda ortaya çıkabilen bir belirtidir. Bebeklerdeki uykusuzluk çoğu zaman sindirim bozukluklarına, açlığa ve herhangi bir rahatsızlığa bağlıdır. Kirli bez, yetersiz veya aşırı giydirme, kıl kurdunun uyarılarıyla rahatsız olma, kalça çıkıklığı veya diğer hastalıklar sebep olabilir. Çocuklardaki uykusuzluk ise daha ziyâde psikolojiktir. Bunlarda, gece korkuları olsun olmasın diğer nörotik bozukluklar da görülür. Tırnak yeme, uyurgezerlik, parmak emme vb. Bâzı çocuklar ışıksız veya kapısı kapalı odada uyuyamazlar. Yetişkinlerdeki uykusuzluk tok veya aç yatmaya, kahve, çay içmeye, akşam zihnin önemli bir hususla meşgul olmasına bağlı olabilir. Günlük hayâtın âniden değişmesi, uyku, yemek, çalışma düzensizlikleri ciddî uyku bozukluklarına yol açabilir. Karın ağrıları, öksürük, sık idrar, cilt uyarılarının yol açtığı uykusuzluklar tedâviyle kolay düzelir. Yetişkinlerde uykusuzluğun en sık görülen sebebi depresyondur. Bu şahıslarda uyuyamamanın yanısıra, kilo kaybı, iştahsızlık, cinsî arzularda azlık, huzursuzluk, konsantrasyon yetersizliği, hâfıza zayıflığı da bulunur. Bunlar yatar yatmaz uyuyabilirler, fakat birkaç saat sonra uyanırlar ve tekrar uyuyamazlar. Nörozlu, şizofrenli şahıslarda da uyuyamama görülür. Alkol kullanma önemli bir uykusuzluk sebebidir. Böbrek hastalıkları, siroz, kalp hastalıkları, romatizma ve kas iskelet rahatsızlıklarında da görülür.
Gece korkuları (kâbus) çocuklarda sebepsiz olabileceği gibi ateşli durumlarda sık rastlanır. Erişkinlerdeyse çeşitli zehirlenmelerde görülür.
UYKU HASTALIĞI (Afrika Tripanomiyazı)
Alm. Schlafkrankheit (f), Fr. Maladie (f) du sommeil, İng. Sleeping sickness. İnsanın kanında Trypanozoma Gambiense ve Trypanozoma Rhodesiense türlerinin parazitlenmesiyle meydana gelen bir hastalık. Hastalığın yayılması ve bulaşması Tse-Tse sineği vâsıtasıyla olur. Akut ve müzmin olarak ilerleyebilir. Akut hâlde yüksek ateş, adenit, deride kırmızı döküntüler ve geçici ödemler olur; müzmin halde ise parazit beyne yerleştiğinden meningo-ensefalit, meningo-miyelit sonucu sinir dokusunun hücre yıkımıyla şuurunun kaybolması ve ilerleyen koma ile ölüm meydana gelir.
Belirtileri: Uyku hastalığı düzensiz ateş, özellikle boyun arka hattındaki lenf bezlerinde şişme, deride kırmızı döküntüler ve ağrılı lokalize ödemle karakterizedir. Titreme, başağrısı, havâle geçirme gibi merkezî sinir sistemi belirtileri daha sonra gelişir ve koma ile ölüme götürür. Trypanozoma Rhodesiense ile olan hastalık diğer tipe göre daha ciddî ve öldürücü seyreder.
Teşhis: Hastalığın teşhisi tripanozomların görülmesine bağlıdır. Hastalığın erken devresinde parazitler periferik kandan yapılan yaymada veya büyümüş lenf bezinden alınan sıvıda görülürler. Hastalığın ilerlemiş safhasında parazit sâdece beyin omurilik sıvısında bulunur.
Korunma: Uyku hastalığına karşı korunmada aşağıdaki metodlar vardır:
a) Bulaşma kaynağı olan enfekte kişileri tarama muayeneleriyle ortaya çıkararak tedâvi etmek.
b) Trypanozoma Rhodesiense’de enfeksiyonunun tabiat nidalitesini sürdüren yabânî hayvanlarla savaşmak.
c) Tripanozomların vektörleri olan Tse-Tse sinekleriyle kalıcı insektisidler vâsıtasıyla geniş ölçüde ve sürekli olarak savaşmak.
d) İnsanlarda koruyucu olarak ilâç uygulamak (Kemoterapi).
Tedâvi: Gambiense tipinde erken safhada pentamidin kullanılabilir. Pentamidin 10 gün süreyle 4 mgr/kg/gün olarak adeleye zerk edilir. Rhodesiense tipindeki hastalıkta ise erken safhada Suramin damar içine tatbik edilir.
Melarsoprol diğer ilâçlara göre çok toksiktir, fakat her iki tip hastalığa da bütün safhalarda etkilidir. Hastada hafif veya orta derecede sinir tutulması olduğunda bu ilâç 2-3 gün müddetle 3,6 mgr/kg/gün damar içine verilir. Bu ilâcın meydana getirdiği arsenik zehirlenmesi neticesi sindirim sisteminde, böbreklerde ve sinir sisteminde çeşitli arızalar olabilir.
İnsan vücûdunda kalça eklemiyle diz eklemi arasındaki bacak bölgesine verilen ad. Bu bölgede insan iskeletinin en uzun kemiği olan uyluk kemiği (femur) tek başına bulunur. Üst tarafta kalça kemiği, alt tarafta kaval kemiği ve dizkapağı kemiğiyle eklem yapar.
Uyluk kemiği üst uç, alt uç ve kemik gövdesinden meydana gelir. Üst uçta bir baş, büyük ve küçük trokanterler (çıkıntılar) ve bir boyun bulunur. Boynun ekseniyle cismi arasındaki açı 130° olup, kalça eklemini meydana getirir. Darbelere karşı oldukça dayanıklıdır. Uyluk kemiği çok sert darbelerde kırılabilir. Özellikle yaşlı kadınlarda düşmelerden sonra uyluk boynu kırıklarına sık rastlanır. Kist ve tümörleri de uyluğun hastalıkları arasındadır. Uyluk kasları ön, arka ve iç yan olmak üzere üç gruptur. Ön grup adale lifleri içinde terzi kası, uyluk dörtbaşlı kası, ilyo-psoas kasları bulunur. İç yan grupta toraksi kas; uzun, küçük ve büyük yaklaştırıcı kaslar ve ince kas bulunur. Arka grupta yarı zar kası, yarı kiriş kası, uyluğun iki başlı kası vardır. Bu kaslar vâsıtasıyla uyluk oldukça hareketli ve kuvvetli bir bölgedir.
Alm. Somnambulishm, Fr. Somnambulisme, İng. Somnambulism. Uykuda insanın hareket etmesi, yürümesiyle belirlenen rahatsızlık. Tıpta bir zihin hastalığı belirtisi olarak kabul edilir. Rüyâların hareket hâline dönüşmesine bağlı bir bozukluktur. Umûmiyetle çocuklarda ve bülûğ çağındaki gençlerde görülür. Derin uyku halinden hafif uyku hâline geçerken gördükleri rüyânın tesiri altında kalkıp yürürler. Hafif vak’alarda hastalar sâdece konuşurlar ve çeşitli el-kol hareketlerinde bulunurlar. Bununla birlikte kalkıp dolaşabilir. Çok uzun mesâfelere gidip gelebilirler. Hattâ hasta çatıya, duvara, uçurum kenarlarına kadar gidip gelebilir, bir işle uğraşabilirler. Uyandıklarında hiçbir şey hatırlamadıklarını söylerler. Bunların gözleri genellikle açık olmasına rağmen kör bakışlıdır. Hisleri dış tepkilere kolay cevap vermez. Bir nöbet sonrasında eve dönüp, tekrar yatağına yatar ve normal uyanma zamânına kadar rahat uyur. Psikiyatristler uyurgezerliğin histerinin bir belirtisi olduğunu savunurlar. Uyurgezer nöbet esnâsında uyandırılacak olursa, korku ile düşebilir. Bu durumda hasta uyandırılmadan sâkin emirlerle yatağına götürülmelidir. Yaş ilerledikçe azalır. Hattâ kaybolur. Tedâvisinde telkin, iknâ ve irâde kuvvetlendirici eksersizler iyi netice verir. Bu şahısların yanında uykusu hafif bir yakını tedbiren yatırılmalıdır.
Alm. Kompetenz konfliktsgerichtshof (m), Fr. Trubinal (m) de Conflits, İng. Court of Disputes. Anayasa ile kurulmuş bir yüksek mahkeme. Adlî, İdârî ve Askerî yargı mercileri arasındaki hukuk işlerinden doğan görev ve hüküm uyuşmazlıklarını incelemek ve kesin olarak çözmekle görevlidir. Fakat diğer mahkemelerle, AnayasaMahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesinin kararı esas alınır.
Bir başkan, altı üyeden meydana gelir. Başkan, Anayasa Mahkemesinin asil veya yedek üyeleri arasından görevlendirilir. Üyelerin üçü Yargıtay Hukuk Dâireleri başkan ve üyeleri arasından Yargıtay Hukuk Kurulunca, diğer üç üye Danıştay Dâvâ Dâireleri başkan ve üyeleri arasından bu kurula seçilir.
Uyuşmazlık askerî işlerle ilgiliyse; Yargıtay ve Danıştay’dan gelen en kıdemsiz üyeler yerine Askerî Yargıtay’dan seçilecek iki adlî üye alınır. Mesele incelenir ve karar verilir.
Uyuşmazlık Mahkemesi 1945’te kurulmuştur. Daha sonra 1961 Anayasası (m.142) ve 1982 Anayasası (m.158) bu mahkemeyi anayasal bir kurum olarak düzenlemiştir.