URANÜS
Alm. Uranus (m), Fr. Uranus (f), İng. Uranus. Güneş sistemini meydana getiren gezegenlerden biri. Güneş sisteminin üçüncü büyük gezegenidir. Güneş merkez alınarak yapılan sıralamada Satürn’le Neptün arasında, yedinci gezegen olarak yer alır.
Astronomide 0 veya H sembolleriyle ifâde edilir.
Kütlesi |
14,56 x Dünyâ’nın kütlesi (8,73 x 1021 ton) |
Hacmi |
60 x Dünyâ’nın hacmi |
Yoğunluğu |
0,28 x Dünyâ’nın yoğunluğu (1,2 gr/cm3) |
Ekvator çapı |
52,400 km |
Kutup Çapı |
43.900 km |
Yüzey Çekimi |
0,9 x Dünyâ çekimi |
Kaçma hızı |
22,3 km/sn |
Yörünge hızı |
6,8 km/sn |
Eksenin eğimi |
8° |
Güneş’e ortalama uzaklığı |
28,70 x 106 km |
Dünyâ’ya en uzak mesâfesi |
12,2 Astronomi birimi |
Dünyâ’ya en yakın mesâfesi |
11 Astronomi birimi |
Güneş etrâfında dönüş süresi |
84,01 Dünyâ senesi |
Kendi etrafında dönüş süresi: Bu konu ihtilâflıdır. 1930’da 10,8 saat, daha sonra spektroskopla 23 saat ve radyoteleskopla 12,3 saat olarak ölçülmüştür. Günümüzde 1930’da yapılan 10,8 saatlik ölçüm tercih edilmektedir.
Işığı yansıtması: % 90
Uydu sayısı: 5
Ancak çok iyi hava şartlarında görülebilmesi yüzünden Uranüs’ün keşfi 18. asra kadar mümkün olmamıştır. 13 Mart 1781’de disk teleskobunun kâşifi Sir William Herschel ilk önce kuyruklu yıldız zannettiği Uranüs’ün varlığını fark etti. Gözlemlerine devam eden Herschel cismin kuyruğu olmadığını bir ay kadar sonra anladı. Daha sonra cismin hareketinin orbital (belli bir yörünge üzerinde) olduğunun tespit edilmesiyle bu cismin bir gezegen olduğu katiyet kazandı. Herschel’den dört ay kadar sonra A.J. Lexell de bu yeni gezegeni tespit etti ve Güneş’e uzaklığını 19 astronomi birimi olarak hesapladı. Herschel’in, zamânın İngiltere kralı Üçüncü George’un hatırasına “Georgium Sidus” diye adlandırdığı gezegene halk arasında daha çok “The Georgian” denildi. Uranüs ismiyse daha sonra J. E. Boder tarafından kullanıldı ve bütün dünyâda benimsendi.
Gezegen hakkında son gelişme Mart 1977’de gerçekleşti. NASA bu târihte yaptığı bir açıklamada gezegenin etrâfında Satürn’ün etrâfında olduğu gibi halkalar mevcut olduğunu bildirdi. Yapılan ilk tespitler halkaların gezegen ekvatorundan 18.000-26.000 km yükseklikte ve 10-97 km genişliğinde yerleşmiş bulunduğunu ortaya çıkardı. ABD ve SSCB’nin Uranüs yakınından geçen insansız uzay araçlarının verdiği bilgilerle de halkaların en büyüğünün çapı 1,5 km’yi geçmeyen kaya parçalarından müteşekkil olduğu anlaşıldı.
Uranüs, büyük bir teleskopla incelendiğinde 10 cm çaplı, mavimsi-yeşil bir dâire olarak görülür. Gezegenin merkezinde (ekvatorunda) enlemesine geniş bir yarık vardır. Bu yarık gezegenin hemen hemen tamamını sarar. Vâdi oldukları zannedilen enlemesine birkaç karanlık yarık daha görülür. Ancak boyuna hiçbir işâret yoktur. Bu sebeple gezegenin kendi etrafında dönüş müddeti uzun süre tespit edilememiş, bu ancak Doppler prensibinden faydalanılarak bulunabilmiştir. Ancak bu konuda tam bir birlik yoktur. Çeşitli gözlemlerden değişik neticeler alınmıştır.
Gezegen üzerinde bulunan karanlık bölgeler Güneş’ten gelen ışığın kırmızı, sarı, turuncu ve kızılötesi kısımlarını emerler. Uranüs’ün mavimsi-yeşil görünmesinin sebebi budur. Uranüs’ün atmosferi çeşitli gazlardan müteşekkildir. Kütle çekiminin yanında gezegenin manyetik özelliği de atmosferin mevcudiyetini sağlamaktadır. Uranüs atmosferinde en çok amonyak (NH3) ve metan (CH4) bulunur. Kuşaklar hâlinde atmosferi kaplayan gazların miktarı Jupiter’dekinden fazla, Satürn’ünkünden ise azdır. ABD’de Arizona ve Pasedena (Kaliforniya)da yapılan çeşitli rasatlar -200°C’lik yüzey hararetinin amonyağın donmasına sebep olduğunu ve böylece atmosferde en çok bulunan gaz olarak metanın geriye kaldığını ortaya çıkardı. Güneş sistemini meydana getiren gezegenlerin ortak özellikleri gözönüne alınarak yapılan tahminlere göre Uranüs’te büyük miktarlarda hafif elementler (hidrojen, helyum gibi) bulunduğu zannedilmektedir. Ancak hidrojen hâriç diğer elementler hakkında tahminden ileriye gidilememiştir. Çeşitli bilginlerin yaptığı araştırmalar ve uyduların verdiği bilgiler, Uranüs’te hidrojen-karbon nispetinin 70/1 olduğunu ispatladı. Helyum/Hidrojen oranı ise 3/1 olarak bulundu. Gezegen yüzeyinden 18 km yükseğe kadar çıkan atmosferdeki gazların yüzeye iki atm. (Dünyâ’dakinin iki katı)lik bir basınç yaptığı da yine son araştırmalar neticesinde keşfedildi.
1894’ten 1932’ye kadar Uranüs üzerinde rasatlar yapan W. Becker gezegeninin parlaklığının 8,4 senelik peryotlar hâlinde azalıp-çoğaldığını tespit etti. 1936-1947 arasında aynı konu üzerinde çalışan J. Ashbrook da böyle sekiz senelik bir parlaklık değişikliğinden bahsetti. Gezegenin yörüngesinin dünyâya yakınlaşıp uzaklaşmasıyla ilgili bu konu üzerinde fotoelektrikî rasatlar yapan Giclas ise parlaklık değişikliğinin olmadığını iddia etti. Böylece Uranüs yörüngesinin kesin şekli ve Uranüs-Dünyâ arası mesâfenin azalıp azalmadığı konusu karanlıkta kaldı.
Uranüs’ün günümüze kadar tespit edilmiş önemli diğer bir özelliği de eksenin eğikliğidir. Eksen meylinin 8° olması, yâni yörünge düzlemiyle eksenin 82°lik bir açı yapması gezegenin bir varil gibi görünmesine sebep olur. Aynı zamanda iki mevsim meydana gelir ve bir mevsim 20 sene sürer. Bu durum dönüş özelliğine de bağlı olarak gezegenin her bir bölümünün 20 sene karanlıkta kalmasına sebep olur. Aydınlık mevsimi de yine 20 sene sürer. Gezegenin aydınlık tarafında -200°C’nin altında olan harâretin, karanlık kısımda bunun çok altına düştüğü tahmin edilmektedir.
Uranüs’ün uyduları: Ocak 1787’de Uranüs’ün kâşifi Herschel aynı zamanda bu gezegenin uyduları olduğunu ortaya çıkaran ilk kişi oldu. Herschel’in Titania ve Oberon adını verdiği bu iki uydudan sonra Maltalı William Lassel ile yardımcısı A. Marth, Ariel ve Umbriel isimli diğer iki uyduyu keşfettiler. William Lassel bu iki uyduyu araştırırken zamânında var olanlardan teknik olarak daha üstün bir teleskop kullanmıştı. Bu yüzden ilk başta ona kimse inanmadı. 20 sene sonra Washington’da 60 cm’lik bir teleskopla yapılan rasatlar neticesinde Ariel ve Umbriel’in mevcudiyeti katileşti. Uranüs’ün uydularının bâzı özellikleri şunlardır:
Uydu |
Keşfi ve kâşifi |
Uranüs’e Uzaklığı |
Kütle |
Çapı (Ay: 1) |
Ariel |
1851-W. Lassel |
192.000 km |
800 km |
0,0177 |
Umbriel |
1851-W. Lassel |
267.000 km |
600 km |
0,0070 |
Titania |
1787-W.Herschel |
438.000 km |
1100 km |
0,592 |
Oberon |
1787-W.Herschel |
586.000 km |
1000 km |
0,0348 |
Miranda |
1948-G.P.Kuiper |
130.000 km |
300 km |
0,0012 |
Dâirevî yörüngeler üzerinde hareket eden uyduların en mühim ortak özelliği yörünge düzlemlerinin meyillerinin fazlalığıdır. Uydular, gezegenin yörünge düzlemiyle 98°, ekliptik düzlemiyle de 97,8°lik bir açı yaparlar. Bu sebepten dolayı Uranüs ve uydularının hareketi birbirine tamâmen zıttır. Uyduların çizdikleri yörünge gezegeni kuzeyden güneye doğru kat eder.
Alm. Uran (n), Fr. Uranium (m), İng. Uranium. Periyodik tablonun III B grubundaki aktinitler serisinde yer alan radyoaktif kimyâsal element. Yoğun, sert ve gümüş beyazı renginde bir metal olan uranyum tabiî elementler arasında atom ağırlığı en yüksek olanıdır. Kimyâda “U” sembolüyle gösterilir. 1789’da M. H. Klaproth tarafından keşfedilen uranyum E.M. Péligot tarafından 1841 yılında uranyum-4-oksitten (UO2) izole edildi. 1896’da Henri Bucquerel uranyumun radyoaktif bir element olduğunu keşfetti. 1934’te Fermi ve çalışma arkadaşları uranyumun ß-ışıması yaptığını buldular. 1938’de Hahn ve Strassmann uranyumu nötronla bombardıman ederek daha hafif elementler elde ettiler.
1939’da Fermi, uranyumun çekirdek reaksiyonlarının zincir reaksiyonları olduğunu söyledi. 1939 yılında araştırmacılar U235’in fisyon reaksiyonu verebileceğini gösterdiler. 1942’de nükleer zincir reaksiyon yapıldı. Uranyumdan yapılmış atom bombası 1945’te kullanıldı.
Bulunuşu: Diğer elementlere göre az bulunan uranyumun dünyâdaki mevcut miktarının 1014 ton olduğu tahmin ediliyor. Yaklaşık ve ortalama olarak her bir gram kayada 4x10-6g uranyum vardır. Deniz suyu milyarda üç nispetinde uranyum ihtivâ eder. Canlı maddelerin bünyesi ağırlıklarının % 10-4 ilâ % 10-9 arasında uranyum bulundururlar. Uranyum minerallerinden uraninit % 45-85, piçblend % 60, autinit % 45-56, karnotit % 50-55 uranyum ihtivâ ederler.
Çok miktar cevher çıkarılmasına rağmen elde edilen uranyum miktarı oldukça azdır. Meselâ ton başına 1 ile 2,5 kg U3O8 elde edilmektedir.
Özellikleri: Uranyum 3+, 4+, 5+ ve 6+ olmak üzere dört oksidasyon kademesine sâhiptir.
Atom numarası 92, atom ağırlığı 238,03’tür. 1132°C’de erir, 3818°C’de kaynar. Yoğunluğu 19,06 g/cm3tür. Uranyum 0,68°K’de süper iletken olup oldukça aktif bir metaldir. Oda sıcaklığında hava teması ile hemen sarı, bir müddet sonra tamâmen siyah renk alır. Azot, karbon monoksit, karbon dioksit ve diğer gazlarla reaksiyon verir. Bu sebepten uranyum laboratuvarda asal (soy) gazların saflaştırılmasında kullanılır.
Beş çeşit oksidi vardır. Bunlardan UO2 kahverengi, U3O8 yeşilimsi siyah ve UO3 sarıdır. Tabiatta üç izotopu vardır. Bunlar U-238 (% 99,27), U-235 (% 0,72) ve U-234 (% 0,006)tür.
Bu izotopların hepsi radyoaktif olup alfa ışıması yaparlar. İzotopların yarılanma müddetleri sıra ile 4,5x109 yıl, 7,1x108 yıl ve 2,48x105 yıldır. Uranyum izotoplarının yarı ömürleri çok uzun olduğundan, bâzı uranyum ihtivâ eden kayaçlarda uranyumun son bozunma ürünü olan kurşunun ölçülmesiyle dünyânın yaklaşık yaşı tâyin edilir. Sunî olarak elde edilen diğer izotopların yarılanma süreleri oldukça kısadır. Sunî olarak elde edilen, kütle numaraları 227 ile 240 arasında olan uranyum izotopları genel olarak yine alfa ışıması yaparlar. Yalnız bunlardan U-237, U-239 ve U-240 izotopları ß ışıması yaparlar. U-238 tabiî uranyum radyoaktif bozunma sırasının ana elementidir. U-235 den ise aktinyum bozunma sırası doğar.
Elde edilmesi: Minerallerinden başlayıp metalik uranyum elde edilmesi çeşitli basamaklardan geçer. Ancak uranyumun elde edilme metotlarının bir kısmı gizli tutulmaktadır. Ayrıca çok çeşitli minerallerden elde edildiği için çok ayrı metodlar da vardır. Genel olarak filiz önce konsantre (uranyumca zengin) hâle getirilir, sonra kavurma ve yıkama yapılır. Kavurma ile filiz; gümüş, arsenik, karbonat, kükürt ve antimon uranyumdan ayrılacak şekle getirilir; sonra, mineraldeki uranyumu çözünen bir bileşik hâline getirmek için ya asitle veya alkali ile yıkamaya tâbi tutulur. Yıkama sonunda elde edilen uranyum tuzlarından metalik uranyum elde edilir. Bu iş oldukça zordur. Çünkü uranyumun reaksiyon verme kâbiliyeti oldukça yüksektir.
Kullanılışı: Atom enerjisi üretiminde kullanılmadan önce uranyumun çok az bir pratik uygulaması vardır. Seramiklerde, fotoğrafçılıkta, kimyevî reaksiyonlarda katalizör olarak ve daha birkaç işlemde kullanılmasına rağmen, bütün bu uygulamalar uranyumun ayrı bir element olarak istihsâlini gerektirmiyor ve uranyum radyum endüstrisinin bir yan ürünü olarak üretiliyordu. Nükleer enerjinin kullanımında uranyum uygulaması, durumu tamâmen değiştirdi: Uranyum asıl mâmul, radyum ise oldukça daha az önemli bir yan ürün durumuna geçti.
Bütün uranyum izotopları nükleer yakıt olarak kullanılabilir. Tam bir parçalanma sağlanırsa bir paund (yaklaşık 454 gr) yakıt 10.000 kilowatt-saat enerji verir. Bu büyük miktardaki enerjinin kontrollu şartlar altında kullanılması çalışmaları sürdürülmekte ve bir sonuca ulaşma konusunda ümitli bulunulmaktadır.
Normal izotopik kompozisyonu ile tabiî uranyum, nükleer reaktörlerde kullanılabilir. Buralarda parçalanarak enerjiye dönüştürülür. Bu işlemde uranyumun bir kısmı plutonyuma dönüşür. Bu da zincirleme patlama reaksiyonlarında kullanılabilir. Tabiî uranyumun kendisi patlayıcı olarak kullanılamaz. Fakat U-235 izotopu ondan ayrılarak, plutonyum gibi, patlamalı reaksiyonlar meydana getirmek üzere kullanılabilir. (Bkz. Nükleer Enerji)
Anadolu’daki eski kavimlerden. Doğu Anadolu’nun güney kısmında Van Gölü çevresinde yaşarlardı. Âri ırkına mensuptular. Lisanları bitişgen husûsiyete sâhiptir. Fakat asılları ve bölgeye nereden geldikleri tespit edilememiştir.
Urartulardan ilk defâ M.Ö. 13. yüzyıla âit Asurca kaynaklarda bahsedilir. Münâsebetleri en fazla Asurlularla olmuştur. Önceleri küçük krallıklar hâlindeydiler. M.Ö. 10. yüzyılda, Tuşba (Van) merkez olmak üzere birlik hâline geldiler. M.Ö. 9. yüzyılda gelişip hudutlarını genişlettiler. Hudutları, doğuda Hazar Denizinden batıda Malatya’ya kadar, kuzeyde Gökçe Gölü, Erzurum ve Erzincan’dan, güneyde Musul ve Haleb’e kadar uzanıyordu. Asurluların Akdeniz ile bağlantısını kestiler. Bölgenin en kuvvetli devleti hâline geldiler. M.Ö. 8. yüzyılda önce Kimmerlerin sonra da İskitlerin saldırılarına uğradılar. Ülkenin dağlık kesimine çekildiler. Urartu toprakları İskitlerin işgâline uğradı. Asur Devletinin M.Ö. 612’de yıkılmasıyla Urartular, Medler’in taarruzlarına açık hâle geldiler. Medler, Anadolu’yu işgâle başlayınca, Urartu ülkesi tahribata uğradı. M.Ö. 7. yüzyılın sonunda Urartu Devleti yıkıldı. Urartu ülkesi Medlerin hâkimiyetine geçti.
Urartular, çok tanrılı bozuk dinlere inanırlardı. Urartular lisanının, Hurri diliyle ortak husûsiyetleri vardı. Çivi ve hiyeroglif yazısı kullanırlardı. Daha çok taş üzerine yazılan kitâbeleri olup, seramik, mâdenî ve diğer dayanıklı maddeler üzerine yazılı olanlara da rastlandı. Kitâbeler; idârî, askerî, dînî ve iktisâdî mâhiyet taşımaktadır. Urartu bölgesinde arkeolojik kazılar, 19. yüzyıldan beri yapılmaktadır. Alman, Rus, Amerikalı arkeologların başlattıkları kazıları Türk ilim adamları devam ettirmektedir. Türkiye’de Altıntepe, Adilcevaz ve Van bölgesinde Toprakkale ve Çavuştepe’de kazı ve araştırmalar yapılmaktadır. Urartular’a âit eserler müzelerde muhâfaza edilmektedir.
(Bkz. Şanlıurfa)
DEVLETİN ADI |
Uruguay |
BAŞŞEHRİ |
Montevideo |
NÜFÛSU |
3.017.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
186.925 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İspanyolca |
DÎNİ |
Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Peso |
Güney Amerika kıtasının doğu kıyısında yer alan bir ülke. Batıda Arjantin, kuzeyde Brezilya, doğuda Atlas Okyanusu ile çevrili olan Uruguay, 30° 04’ ve 34° 58’ güney enlemleriyle 53° 42’ ve 58° 26’ batı boylamları arasında bulunur.
Târihi
Uruguay 1516 yılında İspanyol Juan Diaz de Solis tarafından keşfedilmiştir. Ülke halkını o zamanlar Charrua yerlileri meydana getiriyordu. 1624’ten îtibâren İspanyollar ülkeye yerleşmeye başladı. On sekizinci yüzyılda Uruguay İspanya’nın Rio de la Plata genel vâliliğine bağlandı. 1811’de Josè Gervasio Artigos liderliğinde bağımsızlık hareketleri başladı.
25 Ağustos 1928’de Uruguay bağımsızlığını elde etti. Bundan sonra ülkede Coloradolar (İspanyolca kırmızı renk) olarak bilinen liberaller ve Blancolar (İspanyolca beyaz) olarak bilinen muhafazakârlar arasında siyâsî çekişme başladı. Colorado-Blanco çatışması ülkeyi 1839-1851 yılları arasında iç savaşa sürükledi. 1852’de Coloradolar iktidarı ele geçirdiler. Uruguay 1865-1870 yıllarında Paraguay’a karşı Brezilya ve Arjantin’le ittifak yaparak kanlı bir savaşa girdi. Paraguay’ın yenilmesi ile Uruguay’ın kontrolu Coloradolara kaldı. On dokuzuncu yüzyılın son bölümünde, çoğunlukta bunlar olmak üzere, iktidarı elde tuttular. Blancoların 1904’te iç savaş çıkarak son iktidarı ele geçirme teşebbüsü silâhlı kuvvetler vâsıtasıyla sonuçsuz kaldı. 1950’lerde siyâsî memnûniyetsizlikler artmaya başladı.
Her ne kadar Uruguay’da uzun zamandan beri Komünist Partisi varsa da, bu parti 1960 ve 1970 yılları arasında işçi hareketlerini yönlendirmeye başladı. Ekonomik durgunluk, enflasyon, sel baskınları ve 1967’deki kuraklık ve 1968’deki genel grev hükûmeti devalüasyon, fiyat ve ücret kontrolü yapmaya zorladı. Tuparmarolar (solcu gerillalar) 1970 yıllarında tedhiş hareketlerini artırdılar. Şiddet eylemleri devam ederken başkan Juan Maria Bordaberry, 20 Şubat 1973’te askerî idâreyi kabul etti. Temmuz ayında Kongreyi feshederek yerine Devlet Konseyini kurdu. 1974 yılında askerler sıkı baskı tedbirleri kullanarak Tupamaroları tamâmen sindirdiler. 1976’da başkan Bordaberry askerler tarafından azledildi. 1980’de askerî rejim normal düzene geçmek için yeni bir anayasa hazırladı. Bu anayasa Kasım 1980’de halk oylamasına sunulduğunda kabul edilmedi. 1981’de General Gregorio Alvarez başkan olarak iktidarı ele aldı. 1981’den sonra çok partili parlamenter sisteme geçiş için hazırlıklar başladı ve 1984’te yapılan seçimlerde. Julio Maria Sanqulmetti başkan seçildi. Yüksek dış borçlar, ekonominin rayına oturtulmasına mâni oldu. 1989’da yapılan seçimlerdeyse Beyaz Parti adayı Luis Arberto Localle başkan seçildi. Hâlen başkanlıkta bulunmaktadır (1994).
Fizikî Yapı
Kuzeydeki yüksek arâziler hâriç, Uruguay toprakları dalgalı, yeşillik ovalar ve alçak tepelerle kaplıdır. Kuzey dağlık olmakla birlikte ülkenin en yüksek noktası olan Cerro Mirador (540 m) güneydedir.
Uruguay akarsular bakımından zengindir. Fakat çoğu, Negro ve Uruguay nehirleri hâriç kısa olup, ulaşım bakımından büyük bir önem taşımaz. Doğuda Mirim Gölü, ülkeyi Brezilya’nın güney kıyı ucundan ayırır.
İklim
Uruguay’da mutedil (ılıman) bir iklim hüküm sürer. Sıcaklık ortalaması Ocak ve Şubat aylarında 22°C, Temmuz aylarında 10°C’dir. Yağmur en fazla Nisan ve Mayıs aylarında yağar. Yıllık yağış miktarı yaklaşık 890 mm civârındadır. Yaz aylarında sık sık fırtınalar olur. Mayıstan ekime kadar sis yaygın olarak görülür. Fakat nâdiren bütün gün boyunca devam eder.
Tabiî Kaynaklar
Yaklaşık Uruguay’ın dörtte üçü otlaklarla kaplıdır. Ancak % 3’ü ormanlıktır. Ormanlar palmiye, meşe, sedir, manolya, söğüt ve aksalkım gibi ağaçları ihtivâ eder. Amerikan devekuşu, geyik, tilki, susamuru ve ayıbalığı ülkenin başlıca vahşi hayvanlarıdır. Belli başlı yeraltı zenginlikleri mermer ve granittir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
3.017.000 nüfuslu Uruguay’da halkın büyük bölümü (% 83) şehirlerde yaşar. Nüfûsun yarıya yakın kısmı (1.260.000) başşehir Montevideo’dadır. Bundan başka 100.000’i aşan şehir yoktur. Diğer önemli yerleşim merkezleri Salto, Paysandu, Mercedes ve Fray Bentos’tur. Bunların hepsi Uruguay Nehri kenarında kurulmuştur.
Uruguaylıların çoğu son yüzyıllık bir dönemde Avrupa’dan göç edenlerin soyundan gelir. Bunların çoğu İspanyol ve İtalyan asıllıdır. Ayrıca bir miktar Alman, Doğu Avrupa ve İngiliz asıllı vardır. Avrupa asıllılar nüfûsun % 89’unu teşkil eder. Geri kalan % 9’u melez, % 2’si Afrika asıllıdır. Ülkenin resmî lisanı olan İspanyolca herkes tarafından konuşulur. Diğer Lâtin Amerika ülkelerindeki ırk karışımı ve değişik diller Uruguay’da bulunmaz. Halk etnik yapı ve kültür yönünden değişiklikler arz etmez.
İlköğretim mecburî olup, halkın % 94’ü okuma-yazma bilmektedir. Ülkede iki üniversite, 40 kadar öğretmen okulu vardır. Çoğu Lâtin Amerika ülkelerine zıt olarak Uruguay düşük bir nüfus artışına (binde 1.2) sâhiptir.
Ekonomi
Ülke topraklarının büyük bölümü otlaklarla kaplı olduğundan hayvancılık gelişmiştir. Ençok sığır ve koyun yetiştirilir. Ülke topraklarında yetiştirilen belli başlı bitkiler; mısır, buğday, turunçgil meyveleri, pirinç, yulaf ve keten tohumudur.
Ülkede tarımla ilgili olarak, et paketleme, yün, sanâyi, şeker sanâyii ve un fabrikaları yer alır. Küçük çapta mühendislik ve elektrik malzemeleri firmaları ve kimyâ tesisleri vardır. Ayrıca küçük çelik ve alüminyum için hadde fabrikaları bulunur. Uruguay’da bilinen petrol veya mâden kömürü yatakları mevcut değildir. Bundan dolayı ısıyla çalışan tesisler ve motorlu araçlar tamâmen yakıt ithâlâtına bağlıdır.
Karayollarının uzunluğu 52.000 km olup, bunun 11.960 km’si asfalttır. Demiryolu ağı yaklaşık 3000 km’dir. Montevideo’da büyük bir milletlerarası havaalanı vardır.
İhraç mallarının başlıcaları et ve et ürünleri, yün, tekstil ürünleridir. Hammaddeler ve makinalar îmâlât sanâyi için ithal edilen belli başlı mallardır. Hidroelektrik zenginlikleri artmasına rağmen, ülke petrol ithâlâtına bağımlı olmaya devam etmektedir. Ticâret yaptığı ülkelerin başlıcaları Brezilya, ABD, Arjantin, Irak ve Birleşik Almanya’dır.
Tâbiînden, yâni Peygamber efendimizin Eshâbını gören büyüklerden. Medîne’de bulunan ve kendilerine Fukahâ-i Seb’a adı verilen yedi büyük âlimden biridir. İsmi, Urve bin Zübeyr, künyesi Ebû Abdullah’tır. Babası Zübeyr bin Avvâm Cennet’le müjdelenen on kişiden birisidir. Annesi, hazret-i Ebû Bekr’in kızı Esmâ’dır. 642 (H. 22) senesinde doğdu. 712 (H. 94) târihinde vefât etti.
Urve bin Zübeyr, Busra ve Mısır’a gitti. Mısır’da evlendi ve orada yerleşti. Yedi sene orada kaldı. Şam’da Velîd bin Abdülmelik’in yanındayken bir ayağında yara çıkıp kangren oldu. Ameliyat olup ayağının biri kesildi. Daha sonra Medîne-i münevvere’ye döndü.
Babası Zübeyr bin Avvâm’dan, Zeyd bin Sâbit’ten, Üsâme bin Zeyd’den, hazret-i Âişe ve Ebû Hureyre’den (radıyallahü anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti. Ondan da oğulları, Muhammed, Hişâm, Osman, Yahya, Abdullah, torunu Amr bin Abdullah-ı Zührî ve başka âlimler hadîs-i şerîf rivâyet ettiler. Fıkıh ilminde çok yüksek olup 712 (H. 94) senesinde Medîne’de vefât etti.
Zührî’nin; “Bunu ilim konusunda bitmeyen bir deniz buldum.” diye medh ettiği Urve bin Zübeyr, Ramazan ve Kurban bayramları hâricinde, oruç tutardı. Her gün Kur’ân-ı kerîmin dörtte birini okurdu. Gecelerini ibâdetle geçirirdi.
Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden bâzıları:
Ümmetimin en kötüleri Eshâbıma dil uzatanlardır.
Kim Allahü teâlânın rızâsı için bir mescit yaparsa Allahü teâlâ da ona Cennet’te bir köşk ihsân eder.
Urve bin Zübeyr buyurdu ki:
“Bir kimsede bir iyilik görürseniz, o iyiliği ona sevdiriniz. Biliniz ki, o kişinin yanında o iyiliğin benzeri başka iyilikler de vardır. Aynı şekilde bir kimsede bir kötülük görürseniz, o kötülüğü sevdirmeyiniz. Çünkü o kişinin yanında daha başka kötülükler de vardır.”
On altıncı yüzyılda Rumeli’de yetişmiş olan evliyânın büyüklerinden. İsmi Mehmed’dir. Üzerine avret yerleri hâricinde elbise giymediği için Uryânî Dede diye meşhur oldu. Annesi Sâliha bir hanım olup, asrının Râbiası diye bilinirdi. Rumeli’de Rusçuk yakınlarında Yergöğü kasabasında doğdu. Doğum târihi bilinmemektedir. 1582 (H. 990) senesinde aynı yerde vefât etti. Kabri Yergöğü kasabasında annesinin kabrinin yanında olup ziyâret edilmektedir.
Küçük yaştan itibâren ilim tahsil eden Uryânî Dede, çeşitli dallarda ilim sâhibi olduktan sonra tasavvufa yöneldi. Aşk-ı İlâhi’nin cezbesine kapılıp, kendinden geçti. Diz kapağı ile göbeği arası hâriç diğer taraflarına bir şey giymez oldu. O şekilde etrafta dolaşmaya başladı. Mısır’a kadar gitti. Birkaç sene Kâhire ve çevresinde kalıp sıkıntı ve riyâzetler çekti. Yıllar sonra Kahire’ye gelerek Gülşeniyye dergâhına girdi. O sıradaİbrâhim Gülşenî hazretleri vefât etmiş yerine oğlu Emir Ahmed Hayâlî geçmişti. Emir Ahmed Hayâlî, Uryânî Dede’yi görünce; “Hüner insan olmaktır, hayvan gibi ot otlamak değildir.” dedi. Uryânî Dede’ye nasihatlerde bulundu. Uryânî Dede, Emîr Ahmed Hayâlî’ye teslim olup, talebeliğe kabul edildi. Orada kalıp Hayâlî’nin feyz ve himmetinden istifâde etti. Zâhir ve bâtın ilimlerinde kemâle geldi. Tasavvuf yolunda ilerleyip, ahlâkı güzelleşti, ibâdet ve halleri düzeldi. İslâmiyetin emir ve yasaklarını insanlara anlatmakla vazifeli olarak memleketine gönderildi.
Memleketi olanYergöğü’nde ikâmet edip, Gülşeniyye yolunu yaydı. İnsanlara nasihatlerde bulunup, Allah rızâsına kavuşmalarına vesîle oldu. Birçok talebe yetiştirdi. Gülşen-i Envâr adlı eserin sâhibi Taşlıcalı Yahyâ Bey onun talebelerindendir. Kendisinde görülen hal ve kerâmetler Allahü teâlânın izniyle birçok kimsenin sâlih Müslüman olmasına sebep oldu.
1582 (H. 990) senesinde Yergöğü’nde vefât etti. Annesinin kabrinin yanında defnedildi. Sevenleri tarafından kabrinin üzerine türbe yapılmak istendiyse de, Uryânî Dede mânevî âlemde buna mânî oldu. Bugün kabri ziyâret edilmektedir.
Alm. Makrele, Fr. Maquereau, İng. Common mackerel. Familyası: Uskumrugiller (Scombridae). Yaşadığı yerler: Atlantik ve Akdeniz’de yaşar. Marmara ve Karadeniz’e göç ederler. Özellikleri: Uzunluğu 20-25 cm’dir. Mavimtrak, mâdenî parlak sırtı, az kıvrımlı siyah çizgilidir. Çeşitleri: Uskumru, çiroz, lipari gibi isimler alırlar.
Uskumrugiller âilesinden uzunca vücutlu, küçük pullu, sırtı eğri çizgilerle süslü bir balık. Atlantik ve Akdeniz’de yaşar. Sürüler hâlinde dolaşır. Küçük balık, karides ve solucanlarla beslenirler. Marmara ve Karadeniz’e de geçer. Akdeniz menşeli bir balıktır. Karadeniz’i beslenme yeri olarak kullanırlar. Sularımızda yaşayanların boyu 20-25 cm kadardır. Nâdiren 300 gr gelenleri vardır. Atlantik’te ise 60 cm boyunda, 3 kg ağırlığında olanlarına rastlanmaktadır. Uskumrunun sırtı mavi ile açık yeşile çalar ve karnına doğru eğri koyu çizgiler uzanır. Karın kısmı gümüşî beyazdır. Kuyruğu çift çatallı, iki sırt yüzgeci birbirinden ayrıdır. Dünyâ balıkçılığında önemli bir gelir kaynağıdır.
Yazı Karadeniz’de geçiren uskumrular, her yıl soğukların başlamasıyle büyük sürüler hâlinde Kasım sonunda ve bilhassa Aralık başında kışlamak için Marmara’ya akın etmeye başlarlar. Ocak sonunda son sürüler de Boğaz’dan Marmara’ya ulaşır. Bu dönemde avlananların eti yağlı olduğundan ızgarası makbuldür. Mayıs sonunda veya Haziran başında Marmara’nın yüzey sularında her dişi yarım milyon kadar yumurta bıraktıktan sonra beslenmek için Karadeniz’e geçerler. Bir hafta içinde yavrular yumurtadan çıkar, en son kalan sürüyle Karadeniz’e geçerler. Bu küçük bireylere “mavrika” adı verilir. Yumurtlama döneminden sonra avlananlar zayıf olduklarından “çiroz” adını alırlar. Bunlar kurutularak yenir. Marmara ve Akdeniz’den en son dönen uskumru sürüleri ağustosta Karadeniz’e ulaşırlar. Besin bakımından zengin olan Karadeniz’de yağlandıktan sonra, sonbahar sonunda Boğaz’dan tekrar akmaya başlarlar.
Uskumrunun beyaz eti lezzetli ve makbuldür. Uskumru kolyoz’a çok benzer. Bu iki balık çoğu defâ karıştırılır. Uskumrunun fiyatı pahalı olup, tadı kolyozdan üstündür. Bu sebeple balık pazarlarında bilmeyenlere kolyoz, uskumru diye satılır. Kolyoz iri gözlüdür. Rengi daha mattır. Karın tarafında yuvarlağımsı koyu lekeler bulunur. Başın üst kısmında şeffaf kemiksi bir saha mevcuttur. Bu kısma dikkat edildiği taktirde hayvanın beyninin bir kısmını görmek mümkündür. Ayrıca kolyoz’un yüzme kesesi bulunduğu hâlde uskumru da bu özellikler yoktur.
USTURA GAGALI ALK (Alca torda)
Alm. Tordalk, Fr. Pinqouin macroptére, İng. Razorbill. Familyası: Dalıcımartıgiller (Alcidae). Yaşadığı yerler: Atlas Okyanusunun kuzey kıyılarında. Özellikleri: Yağmurkuşları takımından, 44 cm boyunda, siyah-beyaz bir deniz kuşu. Sarp kıyılarda, koloniler hâlinde yaşar. Daima tek yumurta yumurtlarlar. Çeşitleri: Bilinen birkaç türü mevcuttur.
Dalıcımartıgiller âilesinden, uzaktan penguene benzer, perde ayaklı bir deniz kuşudur. Kuzey kutup denizlerinde yaşayan alk’larla güney kutub denizlerinde yaşayan penguenleri karıştırmamak gerekir. Renkleri ve ayakta durdukları zaman genel görünüşleri penguene benzedikleri için başlangıçta bu kuşlara penguen adı verilmişti.
Perde ayaklı kuşlardan olan alkların kanatları tıpkı penguenler gibi kısa fakat uçmaya elverişlidir. Ayakta durdukları zaman sırtlarındaki siyah tüylerle göğüslerindeki beyaz tüyler hayvanın üzerinde garip bir tören elbisesi gibi durur. Boyları 40 cm’yi pek geçmeyen bu küçük kuşlar, denize dalarak yakaladıkları balıklarla beslenirler. Dişisi her seferinde bir tek yumurta yumurtlar. Buzlara değmemesi için bu yumurtayı ayaklarının arasında tutan alklar böylece “ayakta” kuluçkaya yatarlar. Hattâ bâzıları, ayaklarının üstüne yerleştirdikleri yumurtayı kırmadan bir gezinti bile yapabilirler. İnsandan pek kaçmayan ve çok meraklı olan bu kuşların yanına rahatça yaklaşılabilir. Bu yüzden Newfoundland ve İzlanda’da yaşayan büyük alk’lar hep avlanmış ve 19. yüzyılda alk’ların bu büyük türü ortadan kalkmıştır.
Alm. Astrolabium, Fr. Astrolabe, İng. Astrolabe. Bir astronomi âleti. Astronomide çeşitli problemlerin grafik olarak gösterilmesi, yıldızların yükseklik açılarının ölçülmesi, enlem dâirelerinin belirlenmesi, zaman ölçülmesi, burçlarla ilgili bilgilerin elde edilmesi vb. işlerde kullanılır. Kelime olarak Yunancadan gelmektedir.
İlk olarak Apollinius (M.Ö. 240) ve Hipporchus (M.Ö. 150) tarafından keşfedildiği, Batlemyüs tarafından kullanıldığı ve Philloponos’un altıncı yüzyılın ilk yarısında bu âletten bahsettiği batılı kaynaklarda bildirilmektedir. Dokuzuncu yüzyılda Harran’daki büyük üniversitede Abbâsî halîfelerinin ilim ve kültüre verdikleri önem neticesinde usturlâb hakkında çeşitli eserlerin yazıldığı bilinmektedir. Bu konuda yazılan en eski kitap, 829-830 senesinde Bağdat’ta ve 833 senesinde Şam’da çalışan Ali ibn Îsâ’ya âittir. Başka bir rivâyete göre de usturlâbı ilk keşfeden ve bu konuda ilk kitap yazan kimse Abbâsî devri astronomi âlimlerinden Ebû İshak el-Fezârî’dir. İslâm dünyâsında ilk kullanan da kendisidir. Bu konu hakkında kitap yazan diğer âlimler El-Bîrûnî, Nâsirüddîn Tûsî ve Habeşül Hasîb’dir.
Müslüman İspanya’da Magrib’de de usturlâb hakkında çeşitli çalışmalar, yapılmış ve enlem derecelerine göre kullanılan levhalar hâlinde usturlâblar yapılmıştır. Her enlemde kullanılabilecek evrensel usturlâb 11. yüzyılda Toledo’da Ali Ebû Halef tarafından yapılmıştır. Bu usturlâb Ez-Zerkalî tarafından geliştirilmiş ve Safiha adıyla meşhur olmuştur. Hattâ Kopernik Zerkalî’den nakiller yapmıştır.
El-Birûnî gibi âlimler yıldızların yerini bir çark ile belirleyen mekanik usturlâblar da geliştirmişlerdir. Bunlar Şamin ve Ez-Zerkalî tarafından geliştirilmiş ve mekanik saatin temeli ortaya çıkmıştır. On ikinci yüzyılda Şerafeddîn et-Tûsî usturlâba yeni bir şekil vererek baston şeklinde bir usturlâb geliştirmiştir.
Stereometrik projeksiyonlu geleneksel usturlâb 13. yüzyılda kadran-usturlâb hâline getirildi. Kadran usturlâblar 16. yüzyılda Osmanlılarda zaman ve yer tâyininde kullanıldı. Hattâ usturlâb ile ilgili Riyâz-ı Muhtar adlı eser Gâzi Ahmed Muhtar Paşa tarafından 1886’da yazılmıştır. Teleskopların gelişmesiyle usturlâb önemini kaybetti.
Geleneksel usturlâbın temeli stereometrik projeksiyona dayanır. Uzaydaki ve yerküresindeki bütün noktaların ekvator düzlemine paralel bir düzlemdeki izdüşümleri usturlâb üzerine çizilir. Usturlâb; Lineer, düzlemsel =(doğrusal) ve küresel olmak üzere üç sınıfa ayrılır. Lineer usturlâbda gök cisimlerinin izdüşümü bir doğru üzerine işâretlenir. Kürevî usturlâbda ise izdişüm yapılmadan bir yarım küre üzerine işâretlenir. Düzlemsel usturlâbda ise gök cisimleri ekvatora paralel düzlemlere izdüşürülerek usturlâbdaki levhalara işâretlenir. Usturlâb denince genel olarak düzlemsel usturlâb anlaşılır.