ULUSLARARASI PARA FONU (IMF)
1944 yılında Amerika’nın New Hampshire eyâletindeki “Bretton Woods”da kurulan ve 1947’de fiilen çalışmaya başlayan milletlerarası ekonomik meselelerle uğraşan bir teşkilât. IMF, İngilizce “International Monetary Fund”(Milletlerarası Para Fonu) kelimelerinin baş harflerinin kısaca yazılmasından meydana gelmiştir.
Birinci ve İkinci Dünyâ Harplerinden sonra milletlerarası ekonomik meseleler karışık hâle gelmiş, Birinci Dünyâ Savaşından sonra düşülen ekonomik buhranla savaş sonrası ekonomik depresyonlar da ekonomik ilişkileri tehdit eder bir vaziyet almıştı. Avrupa devletlerinin İkinci Dünyâ Savaşı sonrası bozuk ve depresyon içindeki ekonomik durumlarının aksine Amerika Birleşik Devletlerini(ABD) savaş boyunca ihrâcâtının, altın stoklarının artması, ekonomik bakımdan yardım yapacak tek ülke durumuna gelmesine sebep oldu. ABD, Avrupa devletlerine doğrudan yardım yapmak yerine mâlî müesseseler kurarak yardım yapılması taraftarı oldu ve 1944 yılında Bretton Woods’ta 44 devletin iştirâkiyle bir takım kararlar alındı. Bretton Woods antlaşmasında; birisi, “Milletlerarası Para Fonu”, diğeri, “Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası” (IBRD) yâhut kısaca “Dünyâ Bankası” isimleriyle iki ekonomik müessesenin kurulması kararlaştırılmıştır.
IMF, Avrupa devletlerinin tediye bilançolarında ortaya çıkabilecek geçici (= kısa vâdeli) ödeme güçlüklerinde kredi vererek milletlerarası ticâretin bu yüzden daralmasını önlemek; Dünyâ Bankası da uzun vâdeli yatırım kredileri vermek sûretiyle, Avrupa devletlerinin yeniden îmârını sağlamak, tediye bilançolarındaki bünyevî dengesizlikleri gidermek için kurulmuştur.
Her iki müessesenin sermâye ve kaynaklarının önemli bir kısmı ABD tarafından temin edilmiştir. Bu müesseselere üye olan ülkelerin prensip olarak, içerde enflasyonu önleyici para politikaları tâkip etmeleri, dış ticâreti ise tek taraflı develüasyonlar ve ithal tahditleri yüzünden daraltmamaları, bilakis bu tahditleri mümkün mertebe kaldırmaları gerekecekti.
IMF’nin fonksiyonları şunlardır:
1. Dünyâ para meselelerinin çözülmesi için milletlerarası işbirliği sağlamak;
2. Milletlerarası ticâretin dengeli şekilde gelişmesini üye devletlerin tam istihdama ve yüksek büyüme hızına ulaşmasına imkân hazırlamak;
3. Ödemeler bilançosu güçlüklerinin çözümünde yardımcı olmak;
4. Kambiyo istikrarını kurmak ve tek taraflı develüasyonlara mâni olmak;
5. Çok taraflı dış ödemeler sisteminin kurulmasını sağlamak.
Bu gâyeleri sağlamak için fona üye ülkelerin girmiş olduğu bâzı taahhütler de şunlardır:
1. Dış turizm de dahil olmak üzere dış ticâret muâmelelerinde döviz kontrol ve tahditlerini önlemek;
2. Millî para biriminin altın veya dolar olarak paritesini tespit ve fona tescil ettirmek;
3. Fona tescil edilen pariteyi değiştirmemek ve ancak tediye bilançolarındaki bünyevî değişikliklerde, çok zarurî hallerde develüasyona gitmek (% 10’a kadarki develüasyonlar da muhtar kılınmış, aşan miktarlardaki develüasyonlar için izin alma keyfiyeti getirilmiştir.);
4. Üye ülkelerin altın mukâbilinde döviz alıp satabilmeleri, müstahsil ülkelerin altın satmaları serbest bırakılmıştır.
IMF’nin, tediye bilançoları açık veya fazlalık veren ülkelere düzenleyici müdâhale yapma imkânı vardır. Fonun en yetkili organı, üye ülkelerin mümessillerinden teşekkül eden “Güvernörler Heyeti”dir. Yılda bir toplanır. Bu heyet kendi arasından 12 kişilik bir “Müdürler Meclisi” seçerek yetkisini bunlara devreder. Güvernörler Heyetinde her üye ülke, sâbit bir oy sayısı yanında fona iştirak hissesiyle oranlı bir oy sayısına da sâhiptir. Buna göre en fazla oy hakkına sâhip ülke, en fazla sermâyeyle iştirak eden ABD’dir.
Herhangi bir ülke mutlaka hem Milletlerarası Para Fonuna (IMF) ve hem de Dünya Bankasına (IBRD) bir arada üye olmak durumundadır. Fona üye devletlerin hisselerine “kota” denmektedir. Kotaların % 25’i altın ile, kalan% 75’i millî para ile ödenmiş veya taahhüt edilmiştir. Başlangıçta 8 milyar dolar olan sermâyesi diğer yıllarda çok artmıştır. Bunun yanında serbest dövizli ülkelerde tahvil satmak sûretiyle fon ve kaynaklarını artırma imkânı da mevcuttur. Fon, her üyeye kotasının % 25’i tutarında krediyi talep vukûunda, otomatik olarak vermekle mükelleftir. Fonun verdiği kredilerde vâde 5 yılı geçemez.
Dünyâ Bankasının teşkilâtı, IMF’nin teşkilâtı gibidir. Başlangıçta 8 milyar dolar sermâye ile kurulan banka 1959 yılında bu sermâyesini 20 milyar dolara yükseltmiş, daha sonraki senelerde bu miktar çok artmıştır.
Banka, kredi açarken aşağıdaki şartları gözönünde bulundurmaktadır:
1. Borç almak isteyen ülkenin, özel piyasadan ve makul şartlarla kredi alamayacağı belli olmalıdır.
2. Banka tarafından verilen kredinin kullanılacağı projenin bankaya sunulması ve kabul edilmesi gerekmektedir.
3. Banka; üye ülkelerle sadece hazine, merkez bankası, istikrar fonu idâresi ve diğer resmî veya yarı resmî müesseselerle temas eder ve üye devletlere kamu yatırımları için bu kanallardan kredi sağlar.
4. Borçlanan doğrudan üye devlet değil de, üye ülkedeki özel teşebbüs ise, Banka projeleri tetkik etmekle berâber krediyi doğrudan teşebbüse açmaz; mutlaka üye devletin kefâleti ile merkez bankası veya başka bir resmî yâhut yarı resmî teşekkülün tavassutunu alır. Meselâ bizde özel teşebbüse Türkiye Sınâî Kalkınma Bankası kanalıyla ikrazda bulunmaktadır.
ULUSLARARASI SERMÂYE HAREKETLERİ
Alm. Die internationalen Kapitalbewegungen, Fr. Mouvementes de capital international, İng. InternationalCapital Movements. Millî sınırları aşan sermâye akımları olup, uzun ve kısa vâdeli veya resmî ve özel olmak üzere, çeşitli gruplarda incelenebilir.
Eximbank veya Dünyâ Bankasının TC hükûmetine açtığı krediler, uzun vâdeli resmî sermâye transferine örnektir. Özel uzun vâdeli sermâye hareketleriyse, dolaysız yatırımlar ve portföy yatırımları olmak üzere ikiye ayrılır. Bir ABD çokuluslu şirketinin veya bir Alman girişimcinin, Brezilya’da sanâyi tesisi kurması, dolaysız yatırımdır. Bir İngiliz yurttaşının Japon Sony firmasından hisse senedi alması ise, uluslararası portföy yatırımına örnektir.
Kısa vâdeli sermâye yatırımları, özel ve resmî olmak üzere ikiye ayrılır. Özel kısa vâdeli sermâye hareketleri, ihracat kredileri ve kısa vâdeli banka kredileri gibi, uluslararası nitelikteki sermâye transferlerinden oluşur. Uluslararası ticârî işlemlerin gelişmesi günümüzde bu tür sermâye hareketlerine önem kazandırmıştır. Kredili satış durumlarında, bu işlemler ithâlatçı firma veya söz konusu firma adına hareket eden bankanın, ihrâcâtçıya düzenlediği kısa vâdeli borç senetleriyle gerçekleştirilmektedir. Döviz işlemleriyle ilgilenen, döviz ve kısa vâdeli aktif stoklarına sâhip bulunan uluslararası bankalar, uluslararası para piyasasındaki kısa vâdeli fâiz oranı farklılıklarından faydalanmaya çalışarak, kısa vâdeli fonların bir ülkeden diğerine transferinde önemli rol oynamaktadır. Bu ve benzeri sermâye akımları da spekülâtif nitelikte olup, kısa vâdeli özel sermâye hareketlerinin önemlibir parçasıdır. Merkez Bankaları da döviz ihtiyaçlarından doğan değişiklikleri karşılamak veya ellerindeki varlıkları riziko değişikliklerinden korumak vb. amaçlarla, kısa vâdeli borçlanmaya gitmektedir. Bu gibi işlemler de, kısa vâdeli resmî sermâye hareketlerine örnektir.
ULUSLARARASI STANDARTLAR TEŞKİLÂTI (ISO)
Uluslararası Elektroteknik Komisyonunun çalışma sahasına giren elektrik ve elektronik mühendisliği konuları dışında, bütün teknik ve teknik dışı dallardaki standartların belirlenmesi çalışmalarını yürütmek gâyesiyle 1946’da Cenevre’de kurulan Uluslararası teşkilât. İngilizce International Organization For Standardization kelimelerinin baş harflerinin birleşimi olarak ISO diye de bilinir.
Uluslararası Standartlar Teşkilâtına üye ülkelerin sayısı 80’in üzerindedir. Teşkilât üyesi olan millî birimler kendi ülkelerinde standartlar konusunda en yetkili kuruluşlardır. Her ülke teşkilâtta yetkili bir organ tarafından temsil edilir.
Standartlaştırma, ölçme, adlandırma ve yabancı adları çeşitli dillere çevirmeyle, makinelerin, deney idârecilerinin, âletlerin, işlemlerin, yüzeylerin, malzemelerin ve parçaların taşıması gereken özelliklerin ve bu özelliklerin arz edilme biçiminin tespiti gibi konular Uluslararası Standartlar Teşkilâtının faâliyet sahasına girer. Bu teşkilât talep üzerine özel bir ilmî standart konusunu çözüme bağlamak üzere uluslararası teknik komiteler kurarak bu komitelerin çalışmalarının neticelerini Uluslararası Standart (IS) olarak yayımlar. Teknolojik ihtiyaçlardan dolayı ISO standartları her beş yılda bir gözden geçirilir ve gerekli değişiklikler yapılır.
DEVLETİN ADI |
Umman Sultanlığı |
BAŞŞEHRİ |
Maskat |
NÜFÛSU |
1.650.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
306.000 km2 |
RESMÎDİLİ |
Arapça |
DÎNİ |
İslâmiyet (İbâdiyye) |
PARA BİRİMİ |
Umman riyali |
Arap Yarımadasının güneydoğu köşesinde bulunan bir devlet. Umman, kuzeydoğuda Umman Körfezi, güneyde Umman Denizi, güneybatıda Yemen Demokratik Halk Cumhûriyeti, batıda Suudi Arabistan, kuzeyde ve kuzeybatıda Birleşik Arap Emirlikleriyle çevrilidir.
Târih
On altıncı asır başlarında Portekiz, Maskat Limanını ve iç bölgenin önemli bir kısmını ele geçirdi. On yedinci yüzyılda bunların tesiri gittikçe azaldı. Ummanlılar yavaş yavaş İran Körfezindeki ve Doğu Afrika kıyısı yakınındaki deniz ticâret yollarını kontrol altına aldılar. Bir ara Sokotra, Zengibar ve Doğu Afrika topraklarının bir kısmı Umman Devletine bağlandı. On dokuzuncu yüzyılda Umman, İngiltere ileİkinci Dünyâ Savaşından sonra da devam eden özel bir dostluk kurdu. 1958’de Belucistan’ın Mekran kıyısındaki Guadar Limanı ve yakınındaki topraklar Pakistan’a verildi. İngiltere 1967’deKuria ve Muria adalarını Umman’a geri verdi. 23 Temmuz 1970’te Sultan Said bin Teymur, oğlu Kabus tarafından tahttan indirildi. Yeni sultan, o zamana kadar Maskat ve Umman olan ülkenin ismini Umman Sultanlığı olarak değiştirdi. Yemen Halk Cumhûriyeti ve Kızıl Çin tarafından desteklenen Güney Dofar’daki solcu gerillalarla Aralık 1975’te bozguna uğratıncaya kadar savaştı. ABD ile ekonomik ve askerî yardım anlaşmaları sonucunda, ABD kuvvetleri 1980’de Hint Okyanusu civârında deniz ve hava üsleri elde etme imkânını buldu. Kabus bin Said yönetimi İran-Irak Savaşı boyunca ve Irak’ın Kuveyt’i işgali sırasında tarafsız kaldı.
Fizikî Yapı
Umman’ın büyük bölümü kıraç tepeler ve ovalar, kumlu düzlükler ve çöllerle kaplıdır. Umman Körfezinin geri bölgesinde kalan topraklar dağlık olup, ülkenin en yüksek noktası (3017 m) olan Akdar Dağı buradadır. Ülkenin en verimli kısımları Maskat’ın kuzeybatısındaki Batinah Ovası ve Güney Dofar eyâletinde dağlarla deniz arasında kalan hilâl şeklindeki toprak parçasıdır. Kuzeyde meşhur Rubülhâli Çölü yer alır. Ülke kıyılarının toplam uzunluğu 1600 km civârındadır.
İklimi
Umman dünyânın en sıcak ülkelerinden birisidir. Sıcaklıklar ekseriya 54°C’ye kadar ulaşır. Yıllık yağış ortalaması 76 mm ile 101 mm arasında değişmekte olup, Batinah Ovası bundan müstesnâdır. Rubûlhâli Çölüne hemen hemen hiç yağmur düşmez.
Tabiî Kaynaklar
Ülkenin büyük bölümü çöller ve steplerle kaplıdır. Ülkenin tek yeraltı zenginliği petroldür.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Umman nüfûsu 1.650.000 olup, kilometrekareye 4-5 kişi düşer. Ülkenin en büyük nüfus merkezi 50.000 nüfuslu başşehir Maskat’tır. Nüfûsun % 89’u Araplardan, % 4’ü Belucîlerden, % 3’ü İranlılardan, % 2’si Afrikalılardan müteşekkildir. Nüfûsun büyük çoğunluğu Hâricîlerden Abdullah bin İbâd’ın kurduğu ve sapık bir yol olan İbâdiyye fırkasındandır. Resmî dil Arapça olup, halkın büyük çoğunluğu bu dili konuşur, okuma-yazma bilenler nüfûsun % 20’sini teşkil eder.
Siyâsî Hayat
Umman, sultan tarafından yönetilen bir ülke olup, idâri yönden bir eyâlete ve çok sayıda kazalara ayrılmıştır. Sultan, devlet işlerini kendinin seçtiği bir kabineyle yürütür. Çeşitli meslek kesimlerini ve bölgeleri temsil etmek üzere Sultan tarafından tâyin edilen 55 üyeli bir Danışma Meclisi de mevcuttur. Ülkenin yazılı bir anayasası yoktur. Umman 1971’den beri Birleşmiş Milletlere üyedir.
Ekonomi
Umman ekonomisi esas îtibâriyle petrole dayanmakta olup, petrol, ihrâcâtın % 95’ini teşkil eder. Petrolün üçte biri Japonya’ya kalanın büyük çoğunluğu Avrupa’ya ihrâç edilir. Önemli sayılabilecek bir sanâyii olmadığından, diğer ihraç malları tarım ürünlerinden ibârettir. Hurma, misket limonu, nar bunların başta gelenleridir. Başlıca ithâl malları pirinç, buğday, un, süt, araç ve araç parçaları, elektrikli eşyâlar ve yapı malzemeleridir. Umman en çok İngiltere, Hindistan ve Körfez ülkeleri ile ticâret yapar.
Ulaşım: Ülkede ulaşım kara, deniz ve hava yoluyla sağlanır. Karayolları ağı bütün yerleşim merkezlerini birbirine balar. Karayollarının uzunluğu 27.438 km’dir. Maskat ve Salale’de modern liman ve havaalanları vardır.
Arabistan Yarımadası, İran, Pakistan ve Hindistan arasında yer alan, Hint Okyanusunun uzantısı olan bir deniz. Hürmüz Boğazı ile Basra Körfezinden, Sakotra Adası ile de Aden Körfezinden ayrılır. Güneyi tamâmiyle Hint Okyanusuna açıktır. Doğusunda Hindistan’ın Malabar kıyıları, batısında Umman Körfezi, kuzeyinde de İran ve Pakistan yer alır. Hint Okyanusunun Bengal Körfezi, Andaman Denizi, Güney Çin Denizi gibi üç yanında belirli tabiî sınırları bulunan bölümlerin en büyüğüdür. Yaklaşık 3.860.000 km2 yüzölçümü vardır.
Suptropikal iklim kuşağına dâhil olan Umman Denizi, denizciler için çok fırtınalı ve yağışlı bir bölge hâlindedir. Muson yağmurlarının meydana gelmesinde buranın çok önemli bir yeri vardır. Kuzeydoğu yönünde cereyan eden muson su akıntıları da oldukça kuvvetlidir. Yıllık yağış ortalaması 1500 mm civârındadır. Sıcaklık ise ocak-temmuz ayları arasında 20°C-35°C sınırlarında seyreder. Umman Denizine dökülen en büyük akarsu Pakistan’ın İndus Nehridir. Bölgedeki en mühim adalar ise, Umman’ın Masara, G.Yemen’in Kuria Muria ve Sakotra ile Hindistan’ın Lakkadiv adalarıdır. Ortalama derinliği 2734 m olan Umman Denizinde en derin nokta 4850 metredir. Derinlik birçok yerde 2900 metreyi geçer.
Umman Denizi ekonomik bakımdan çok önemli bir bölgedir. Basra Körfezine giden petrol yolu buradan geçer. Uskumru ve tonbalığı burada avlanan balıkların en önemlileridir.
Hac zamânı olan beş günden, Arefe ve Kurban Bayramının dört gününden başka senenin her günü ihrâm ile Kâbeyi ziyâretle Safâ ve Merve tepeleri arasında sa’y etmek (gidip-gelmek). Umre yapana Mu’temir adı verilir. Umre ibâdettir. Hacc-ı asgar (küçük hac) da denir. Umre için Kâbe-i muazzama yedi defâ tavâf edilir. Her defâsında Hacer-i esved selâmlanır. Daha sonra sa’y edilir. Sa’yden sonra saç kazımak veya kesmekle Umre ibâdeti tamamlanmış olur. Ömürde bir defâ umre yapmak sünnettir.
Hac için ihram giyilen mîkât denilen yerler Umre için de aynıdır. Ancak Mekke-i mükerremede kalanlar harem bölgesi dışına çıkarak Hil denilen bölgede Ci’râne ve Tev’in mevkilerinde ihrâma girerler. Umrede, Hacda olduğu gibi Arafât ve Müzdelife vakfeleri ve cemreler (şeytan taşlamalar) yoktur. (Bkz. Hac)
Alm. Generalversammlung, Mitgliederversammlung (f), Fr. Assemblée (f), Générale, İng. General Assembly. Bir topluluğu meydana getiren şahısların hepsinin bir araya gelmesi. Meselâ Türkiye Büyük Millet Meclisi Umûmî Heyeti, Bakanlar Kurulu Umûmî Heyeti,Cemiyet Genel Kurulu, Şirket Genel Kurulu gibi.
Oy hakkı olan bütün üyelerden meydana gelen heyetin tamâmıdır. Dernek, meclis ve şirketlerin en yetkili organı, umûmî heyetleridir. Uyulması ve uygulanması lâzım gelen kararları genel kurul verir. Yönetim kurulu, denetim kurulu gibi cemiyetin (diğer) alt kurullarını umûmî heyet seçer.
Umûmî heyet toplantıları, kânun ve tüzüklere göre, belli zamanlarda yapılır. Umûmî heyet, üyelerinin biraraya gelmeleriyle olur. Meselâ; normal olarak belediye meclisleri; bir yılda üç defâ; dernek ve kooperatif genel kurulları bir veya iki yılda bir defâ toplanır.
Aydınoğulları Beyliği hükümdarlarından. Babası Aydınoğlu Mehmed Beydir. Lâkabı Bahâüddîn’dir. Genç yaşında babası tarafından İzmir Emiri tâyin edildi. Bu sırada deniz seferlerinde gösterdiği cesâreti, kumandanlık ve adâletiyle meşhur oldu. 1328-1329’da Bozcaada’ya kardeşi İbrâhim’le birlikte bir akın harekâtında bulundu. Sakız Adasına da bir sefer tertip etti. 1332 yılında Gelibolu, Semendre; 1333 yılında Yunanistan ve Ege adalarına tertip ettiği sefer neticesinde, buraları haraca bağladı. Umur Bey, bu deniz seferlerinden birçok ganîmet elde etti.
1334 yılında babasının vefâtı üzerine yirmi beş yaşında Aydınoğulları Beyi oldu. 1334-1335’te Yunanistan ve Mora’ya sefer tertip etti. 1335’te Alaşehir’i muhâsarayla aldı. Bu muhâsara sırasında üç yara aldığı rivâyet edilir. 1336 yılında Bizans İmparatorunun Midilli ve Foça’daki Cenevizliler üzerine yaptığı sefere Umur Bey de yardım etti. Bu yardıma karşılık Sakız Adasını aldı. 1338 yılında Ege adalarına ve 1339 yılında da Yunanistan’a seferlerde bulundu. Ayrıca Karadeniz seferine de çıkıp; Kili, Eflâk gibi sâhillere baskınlar yaptı. Umur Bey bu seferleriyle Lâtinleri, Rodos Şövalyelerini tesirsiz hâle getirdi.
1341 yılında Bizans İmparatoru Üçüncü Andronikos’un ölümü ve tahta geçen İonnes’in yaşının küçük olması dolayısıyla Bizansta saltanat mücâdeleleri başladı. Umur Bey, bu mücâdeleler esnâsında kara orduları komutanı Kantakuzeni destekledi. Bu sırada Kantakuzen Dimetoka’da krallığını ilân etmişti. Umur Beyin deniz seferlerinden bunalan Lâtinler ve Bizans İmparatorunun annesi, Papa’ya mürâcaat edip, yardım istediler. Papa’nın teşvikiyle bir Haçlı donanması kuruldu. Bu donanmada Papalık, Kıbrıs, Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri yer alıyordu. Haçlı taarruzu başladığında Umur Bey daha yeni Kantakuzen’e yardım etmekten dönmüştü. İlk hücum başarıyla püskürtüldü. Haçlılar Aralık 1344’te yaptıkları ikinci hücumda Sâhil İzmir’i almayı başardılar. Bu durum karşısında Umur Bey Yukarı İzmir’e çekilmek zorunda kaldı. Umur Bey müsâit zaman ve şartlar kollamak gâyesiyle, anlaşma teklifinde bulundu. Böylece geçici bir süre için harp durdu. Umur Bey bu fırsattan istifâdeyle, Rumeli’ye Kantakuzen’e yardım etmeye gitti. İstanbul üzerine yapılan harekât sırasında yanında bulunan Saruhan Beyin oğlu Süleyman vefât etti. Umur Bey, bunun üzerine dönüp, Süleyman’ın cenâzesini babasına teslim etti.
Papa şiddetle, taarruzun devam etmesini istediğinden tekrar çarpışmalar başladı. Bütün bunlara rağmen 1347 yılında anlaşma yapıldı. Buna göre; İzmir, Aydınoğullarının olacak, buna mukâbil Haçlılara bâzı ticârî imtiyazlar verilecekti. Haçlı rûhu kabarmış olan Papa bu antlaşmaya da muhalefette bulunup, anlaşmayı tastik etmedi. Umur Bey bu olumsuz tutum üzerine ordusunu toplayıp, karşı hücuma geçti. 1348’deki hücum sırasında alnından okla vurularak şehit düştü. Umur Bey, Birgi’de babasının yanına defnedildi. Yerine büyük ağabeyi Ayasuluğ Emiri Hızır Bey geçti.
Umur Bey, bilhassa yaptığı deniz seferleriyle meşhur oldu. Aydınoğulları Beyliğine yükselme devrini yaşattı. Ege Adaları, Yunanistan ve civar yerlere yaptığı seferlerle bol ganimet ele geçirip, Haçlıların korkulu rüyâsı hâline geldi. Bütün bu harp faaliyetleri yanında beyliğin îmârına ve gelişmesine de önem verdi. Zamânında birçok şehirde câmi, medrese, kervansaray, çeşme vs. gibi hayır eserleri kuruldu. Umur Bey yazar, şâir ve âlimleri koruyup, teşvik ederdi. Kendi adına 5568 beyitli Süheyl-ü-Nevbahar manzumesiyle, Farsçadan Türkçeye çevrilmiş olan Kelile ve Dimne ve Tabiatnâme adlı eserler vardır. Umur Bey adına, üzerinde “Mehmed bin Umur” yazan bir sikke bastırılmıştır.
Alm. Mehl (n), Fr. Farine (f), İng. Flour. Hububat tâneciklerinden öğütülerek yapılan yarı işlenmiş yiyecek. Un çoğunlukla buğdaydan elde edildiği gibi, diğer hububat tânelerinin tohumlarından da yapılır. Patates, çavdar, mısır unlarının da buğday ununa katıldığı olur. Bununla berâber dünyâdaki unların çoğu saf buğday unudur.
Buğday tânesinden un elde edilmesi bugün birçok ülkede büyük bir endüstri olup, Dünyâ genelinde senede 110 milyon tondan fazla un üretimi yapılmaktadır. Dünyânın en çok un üreten ülkesi Amerika Birleşik Devletleridir. Rusya, Arjantin, İngiltere, Romanya, Birleşik Almanya, Japonya ve İspanya bunları tâkip eder.
Un çeşitleri: İki temel buğday un çeşidi vardır: Bunlar beyaz un ve buğday unudur. Buğday tânesi embriyon-yumurta akı, selüloz ve kepek olmak üzere üç bölümden meydana gelmiştir. Kepek kısmı buğday tânesinin ağırlık olarak % 14’ünü teşkil eder. Unun cinsini tâyin eden kepek miktarıdır. Unun çoğunu meydana getiren buğdayın iç kısmı yumurta akı maddesiyle selülozdan meydana gelen endosperm denilen kısımdır. Bu kısım buğdayın % 83’ünü teşkil eder. (Bkz. Buğday)
Buğday olduğu gibi değirmende öğütülürse elde edilen una, buğday unu denir. Kepek miktarı ve endosperm kısmında bulunan protein miktarına bağlı olarak da çok çeşitli beyaz unlar vardır. Undan yapılan hamurun elastikiyeti un içinde bulunan gluten denilen proteinli maddelerin çokluğuna bağlıdır. Bu bakımdan endosperm kısmında yumurta akı maddesi selülozdan fazla olan buğdaylardan elde edilen un, gluten teşekkülüne daha müsâittir.
Buğday unuyla yapılan ekmek ve diğer fırınlanan maddeler beyaz unla yapılanlara nazaran daha ağır olurlar ve güzel korunmadıkları takdirde ekşiyip küflenirler. Bunlardan dolayı beyaz un, buğday unundan daha çok kullanılır.
Beyaz unun da kendi arasında değişik maddeler yapmak için kullanılan çeşitleri vardır. Unlar ne kadar çok proteine sâhip olurlarsa gluten yapma güçleri o kadar artar. Ekmek, yüksek proteinli buğday unundan yapılır.
Yumuşak buğdaylar sert buğdaylardan daha az proteine sâhiptirler ve bunların unları daha az proteinli olur. Yumuşak buğday unları kek, bisküvi gibi yumuşak ürünleri yapmada kullanılırlar. Zirâ bu ürünler sert undan yapılmaya kalkılırsa yumuşak olması gereken pasta vs. gibi ürünler çok sert olur.
Ev kadınına en elverişli olan, genelde ekmek ve yumuşak pastalar dâhil her şeyde kullanılabilen bir un çeşidi olan beyaz undur.
Buğday beyaz una dönüştürülürken buğday tânecikleri parçacıklara bölünürler, embriyo ile kepek başka yere ayrılır. Her 45.3 kg buğday tânesinden 32.6 kg beyaz un elde edilir.
Buğdaydan un elde etmek için özel değirmenlerde buğdayın öğütülmesi gerekir. Öğütme işlemine başlamadan önce buğday kalitesinin tespiti temizlenmesi ve kabuk kısmının kolay çıkması için ıslatılması lâzımdır. Elde edilecek un cinsini belirlemek üzere de çeşitli buğdaylar belli oranlarda karıştırılabilir. En basit buğday öğütme sistemi birbirine basan yüzeyleri düz ve biraz pürüzlü ağır silindir biçiminde taşlardır (Bkz. Değirmen). Üst taşın ortasından içeri giren buğday tâneleri ayrı ayrı hızlarda dönen taş silindirler arasında ezilmeye başlar. Ezilen buğday tel elek ve kumaş eleklerden defâlarca geçirilerek un elde edilir.
Unun elde edilişi insanlık târihi kadar eskidir. Prensip olarak aynı olan un üretme sistemleri zamanla gelişerek otomatik sistemlere dönüşmüştür. Bugün un, modern fabrikalarda yapılmaktadır.
Yurdumuzda 1950’li yıllara kadar çeşitli yerlerde bulunan su değirmenleriyle yapılan un üretimi, bu yıllardan sonra büyük şehirlerde kurulan modern un fabrikalarıyla gerçekleştirilmeye başlandı.
Ülkemizde 7-8 milyon ton un üretimi yapılmaktadır (1994). Bu üretim Marmara, Orta Anadolu, Güney ve Güney Doğu Anadolu vilâyetlerinde kurulan 520’ye yakın un fabrikasında üretilmektedir. Üretilen buğday ununun bir bölümü Suriye, Yemen Halk Cumhûriyeti, Libya, Sudan ve İran’a ihraç edilmektedir.
Alm. Underwriting, Fr. Underwriting, İng. Underwriting. Şirketlerin halka arz işlemlerinde hisselerinin satışını banka ve aracı kurumlar kanalıyla yapmaları. Buna “aracılık yüklenimi” adı da verilir. Underwriting, iki şekilde yapılabilir: Birincisi basit pazarlama metodudur. Burada aracılığı üstlenen banka herhangi bir risk altına girmez. Belirlenen süre içinde hisselerin tamâmı satılmazsa, kalan hisse senetlerini şirkete iâde eder. Bankanın pazarlama hizmeti karşılığında belli bir komisyon aldığı bu teknik, daha çok tanınmamış küçük şirketlerin menkul değerlerinin satışında uygulanır.
Taahhütlü pazarlama adı da verilen ikinci yöntemse senetlerin satışının sigortalanması anlamını taşır. İlgili sürede satışa sunulan senetlerin tamâmı satılmazsa, banka kalan senetleri kendi portföyüne alır ve bunların değerini şirkete öder. Buna kesin satış taahhüdü adı veriliyor. Kesin alış taahhüdündeyse banka veya aracı kurum daha senetler satışa sunulurken hisselerin tamâmını kendi portföyüne alır ve senetlerin bedelini şirkete öder.
Bu aşamadan sonra senetlerin satılıp satılmaması bankanın meselesidir. Kesin alış taahhütlerinde riski azaltmak için birkaç banka ve aracı kurum biraraya gelerek bir konsorsiyum oluşturabilirler. Bu tür satış yönteminde şirketlerin ödediği komisyon daha fazladır.
Birleşmiş Milletler Beratının uluslararası işbirliğiyle ilgili 9. bölüm 57. maddesi uyarınca kurulmuş “Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilâtı”nın (United Nations Edurational, Scientific and Cultural Organisation) kısaltılmış ismi. 14 Aralık 1946’da kurulmuştur. Teşkilât çalışmaları hakkında BM’ye rapor verir ve buradan teknik yardım görür. Ancak kendi organları, bütçesi ve diğer statüleri bakımından tamâmen bağımsızdır. Bütün BM üyeleri devletler aynı zamanda UNESCO’nun da üyesi olabilirler.
Teşkilât, yapı olarak BM’ye paralellik gösterir. Bir Genel Kurul, bir İcra Kurulu ve bir de Genel Sekreterlik bulunur. Her üye devlet, Genel Kurula beş delege yollar. Genel Kurul her iki senede bir tâkip edilecek siyâseti ve gelecek iki yıllık bütçeyi görüşmek üzere toplanır. Genel Müdür, İcra Kurulunu tâyin eder, üye devletlere tavsiyelerde bulunur. İcrâ Kurulu senede üç-dört defâ bir araya gelerek Genel Kurulda alınan kararların icrâsını tâkip eder. İcrâ Kurulunun üyeleri Genel Kurul üyeleri arasından seçilir. UNESCOGenel Müdürü, Genel Sekreterliğin de başıdır. UNESCO’nun devamlı merkezi Fransa’nın başşehri Paris’tir.
UNESCO üyesi devletler kendi ülkelerinde devlet bünyesi dışında çalışan millî komisyonlar kurarlar. Bu komisyonlar UNESCO gâyelerine uygun çalışmaların yapılması için hükûmetle işbirliği yaparlar ve bu çalışmaların icrasını tâkip ederler.
UNESCO’nun gâyesi; BM Anayasasında zikredildiği gibi, “adâlete, ırk, cins, dil ve din ayrımı yapmaksızın herkes için insan hakları ve temel hürriyetlere cihanşümûl saygıyı sağlamak, bunun için eğitim, bilim ve kültür yoluyla devletler arasındaki işbirliğini geliştirmek ve bu yoldan barışın ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunmaktır.” Teşkilât Anayasasında açık bir şekilde belirtildiği gibi UNESCO’nun zor kullanarak değil üye devletlerin kendi istekleri doğrultusunda faaliyette bulunması icab etmektedir.
UNESCO’nun Faaliyetleri
Eğitim: Dünyâda okul çağında olan çocukların yarısından fazlası tesis yetersizliği ve öğretmen azlığı dolayısıyla eğitimlerini yapamamaktadır. UNESCO’nun bu alandaki ilk çalışması, Lâtin Amerika ilk öğretimi için daha çok öğretmen yetiştirme ve öğrencilerin okul hâricinde karşı karşıya geldikleri problemleri çözmeye yönelik olmuştur. Başarılı olan bu çalışmanın benzerleri daha sonra Asya ve Afrika’da da tatbik edilerek müspet neticeler alınmıştır. Bunların en büyüklerinden olan “Karaçi Plânı” 18 devlet tarafından mâlî yönden desteklenmiş ve 200.000 Pakistanlı çocuğun mecburî eğitimi 1980’de tamamlanmıştır. Eğitimsiz yetişkinlerin sayısının okula gitmeyen çocuklardan çok fazla olması UNESCO’nun bu alana da eğilmesini mecbûrî kılmıştır. Teşkilât her sene çeşitli devletlerdeki yetişkinlere “temel eğitim” kursları vermektedir. UNESCO’ya bağlı “Education Clearing House” Paris’te çalışmakta, ilgili konularda mâlûmat toplamakta, eğitim istatistikleri yapmakta, burs dağıtmakta ve üç senelik yayın organı “World Survey of Education”ı çıkarmaktadır.
Tabiî ilimler: UNESCO’nun bu alandaki en mühim vazifesi araştırmalarda milletlerarası işbirliğini tesis etmektir. “Kurak Bölgeler “programı 1957’de teşkilâtın en büyük projelerinden biri hâline gelmiş, kurak ve yarı kurak arâzilerin tarım alanları hâline getirilmesinde çok faydalı bir rol oynamıştır. Bu kuruluşun diğer bir mühim çalışması da Avrupa Nükleer Araştırma Konsülü’ne (CERN) nükleer enerjinin barışçı maksatlarla kullanılmasında yardımcı olmaktır. Teşkilât aynı zamanda gelişmiş-az gelişmiş bölgeler arasındaki bilgi alışverişine yardımcı olur.
Sosyal ilimler: Teşkilât sosyal ilimler alanında daha çok milletler arasında anlaşmazlıklara yol açan belli problemlerin çözülmesiyle meşgul olur. Hızlı sanâyileşme ve gelişmenin meydana getirdiği sosyal problemler de mühim bir yer işgâl etmektedir. UNESCO, aynı zamanda BM’nin arzusu üzerine ırklar üzerinde bir araştırma yapmış ve ilmî olarak hiçbir ırkın tabiî bakımdan, yâni yaradılış olarak diğerinden üstün olmadığına karar vermiştir.
Kültürel faaliyetler: UNESCO günümüzde milletlerarası sanatçılar ve bilginlerin kurdukları teşkilâtları destekleyerek, ilmin ve değişik kültürlerin yayılmasına, ihtiyacı olanlara ulaştırılmasında mühim bir vazife görmektedir. Bu alandaki en mühim çalışmalar doğu-batı kültür değerlerinin incelenmesi konusu üzerinde yapılmıştır. Ancak çapı çok büyük olan bu araştırmalardan bir netice alınamamıştır. Teşkilâtın aynı zamanda Milletlerarası Yayın Hakkı Antlaşması ve savaş zamânında kültürel eserlerin korunması konulu çalışmaları mevcuttur.
Kitle haberleşmesi: UNESCO bu alanda da ihtiyacı olan devletlerin, bu konuda imkânı olan devletlerden kitap, film vb. gibi malzemeleri ucuz almasını sağlayarak mühim bir vazife görmektedir.
Teşkilât savaşlarda, sınırların belirlenmesinde arzu etmediği tarafta kalan şahısların yerinin değiştirilmesine de yardımcı olmaktadır.
İstanbul Haliç’te, Unkapanı ile Azapkapısı arasında kurulan köprü. Gelip geçenlerden para alınmadığı için bu köprüye Hayratiye Köprüsü adı verilmişti. Sultan İkinci Mahmûd’un emriyle kaptan-ı deryâ vekili Fevzi Ahmed Paşa tarafından tersânede yaptırıldı. Köprü 1836 yılında tamamlandı ve açılışı bizzat Sultan İkinci Mahmûd Han, köprüyü at üzerinde geçerek yaptı. Köprünün boyu tahminî olarak 400 m, genişliği ise 10 m idi. Köprünün ortası gerektiğinde büyük gemilerin geçmesi için açılabiliyordu.
Bir müddet sonra Fransızlarla anlaşarak mâliyeti 135.000 altın olan demir bir köprü yaptırıldı. Yirmi beş duba üzerine oturtulan 480 m boyunda, 18 m genişliğindeki köprü 1875’te açıldı. 1912 yılına kadar kullanılan köprü 1912 yılında sökülünce yerine Üçüncü Karaköy-Eminönü Köprüsü getirilip kuruldu. 1914-1925’te onarım gören köprü 1936’ya kadar kullanıldı. Çıkan kuvvetli bir fırtına ile parçalanan köprünün yerine yapımı 1940’ta biten 24 duba üzerindeki 477 m uzunluğunda, 25 m genişliğindeki köprü yapıldı.
Meşhur şâirlerden. İsmi, Ebü’l-Kâsım Hasan bin Ahmed’dir. Mahlası Unsûrî’dir. 961 (H.350)’de Belh’de doğdu. 1040 (H.431) senesinde Gazne’de vefât etti. Gazneli Sultan Mahmûd ve onun oğlu Sultan Mes’ûd zamânında sarayda bulunan şâirlerin başta geleni olup, “Melik-üş-Şuarâ” ünvânı ile anılmıştır.
Genç yaşta annesi ve babası vefât edince, kalan mîrasla ticâret yaptı. Bir yolculukta eşkiyâlar tarafından bütün malları alındı ve canını zor kurtardı. Bu hâdise üzerine kendini tamâmen ilme verdi. Ancak ilim tahsilini nerede ve kimden yaptığına dâir bilgi yoktur.
Unsûrî, genç yaşta şiire başladı ve Gazneli Mahmûd’un küçük kardeşi Belh emiri Nasr vâsıtasıyla Gazne sarayına girdi. Şiirleri Sultan Mahmûd tarafından beğenilip takdir edildi. Kısa zamanda sultânın yakınları arasında yer alan Unsûrî, zamanla hükümdârın nedîmi oldu. Saraydaki pekçok şâir arasında üstâd olan ve herkes tarafından hürmet gösterilen Unsûrî, devletin ileri gelenlerinden de hürmet görmüştür. Kişiler ve hâdiseler hakkında irticâlen (içine doğduğu gibi, yazmadan) söylediği şiirlerinde gösterdiği mahâreti sebebiyle büyük servete kavuştu.
Unsûrî, Sultan Mahmûd’un vefâtından sonra tahta geçen SultanMes’ûd zamânında Gazne sarayında kaldı. Uzun ömrü boyunca pekçok şiir yazdı. Kasîde ve gazel sahasında şâir Rudekî’den sonra Fârisî şiir yazan en meşhûr şâirdir. Otuz bir sene hükümdârlık yapan Sultan Mahmûd’u, onun kardeşlerini ve oğlu Sultan Mes’ûd’u medheden şiirleri vardır. Mazmûnları ziyâde kullanması; üslubunun en önemli husûsiyetidir. Terkipleri, nâdir kullanılan kelimeleri, ilmi tâbir ve mantıkî fikirle istidlalleri şiire sokması bir başka yönüdür. Şiire şekli getirmiş ve kasîdede kendinden önce görülmeyen yenilikler yapmıştır. Rubâî sâhasında da başarılı olan Unsûrî’nin kasîdeleri gazellerinden üstündür. Ayrıca diline geldiği gibi, yazmadan söylediği rivâyet edilen şiirlerinin bir vasfı da, sebk-i Horasanî üslûbuyla yazılmasıdır. Gerçekte o, şiirlerde bu üslûbun zirvesine ulaşmıştır. Yaptığı tasvirler canlıdır. Bir Dîvân ile üç mesnevî yazdığı kaynaklarda zikredilen Unsûrî’nin şiirlerinde tabiat tasvirleri, medhiyeler, Sultan Mahmûd’un savaşları, ordusunun kahramanlıkları ile bayram konuları işlenmiştir. Dîvân’ındaki kasîde, rubâî ve gazellerinden bir kısmıyla manzum olarak yazdığı Farisî Vâmık u Azra adlı mesnevîsinin baş kısmından 513 beyitlik bir bölüm günümüze kadar ulaşmıştır. Onun bu mesnevîsi, İran, Türk ve diğer milletlere mensup şâir ve edipler tarafından taklit edilmiştir. Unsûrî’nin muasırı ve daha sonraki asırlardaki şâirler, onun şiirdeki üstünlüğünü kabul etmişler, methederek üslubunu benimseyip kendi şiirlerinde uygulamaya çalışmışlardır.
Arap edebiyâtında da mâhir olan Unsûrî Ehl-i sünnet îtikâdındaydı. Şiirlerinde din büyükleriyle âlim ve velîlere de yer vermiştir. Ayrıca başta âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfler olmak üzere Arap şâirlerinden iktibaslar yapmıştır. Şiirde her şeyi gâyet mahâretli bir şekilde kullanan Unsûrî’nin manzûmelerinde akıcılık, açıklık görülmekte ve ustalığı dikkat çekmektedir. Bilhassa bu vasfı Şuarâ Tezkirelerinde önemle belirtilmiştir.
(Bkz. Tümör)
Kuzey Buz Denizinden Hazar Denizine doğru uzanan; Rus platformu ile Sibirya platformunu birbirinden ayıran; BirleşikDevletler Topluluğu içindeki Ukrayna, Rusya, Kazakistan ve Kırgızistan devletleri içinde bulunan dağlar topluluğu. Kuzeyde Arktik Denizinden, güneyde Kazakistan’a kadar uzanan bu dağlar 2000 km uzunluklarıyla Avrupa ve Asya arasında bir sınır teşkil ederler. 63° Kuzey enleminin kuzeyinde bulunan Kuzey Urallar ince bir şerit hâlindedirler. Tepelerinin ortalama yüksekliği 900 m olan bu dağların bâzı zirveleri 1500 m’yi bulurken en yüksek tepesi olan Naroda’nın yüksekliği 1855 m’dir. Orta ve Güney Urallar’da ortalama yükseklikler daha alçaktır. Güneye indikçe silsile 250 km genişliğin üzerine çıkar. Güney Urallar Suerdlovsk boşluğunun güneyini örterler.
Ural çemberiyle beslenen başlıca nehirler; Pechora, Ob, Ural ve Emba nehirleridir. Kuzey Sibirya’nın sert iklimine batıdan gelen rüzgârları önleyen Ural Dağları sebep olmaktadır.
Bu dağların coğrafik şekilleri granit ve somaki taşlarından ve yamaçlardaki Paleozoik tabakalardan meydana gelir. Bu bölge özellikle orta bölüm olmak üzere mineral bakımdan zengindir. Bunların yanında platin, demir, gümüş, bakır ve taş tuzu daha az miktarlarda da altın, linyit, nikel ve çinko bulunur. Urallar’ın batısında bulunan kömür işletilmektedir; güneyinde de altın bulunmuştur.
On altıncı yüzyıldan beri Urallar’da çeşitli endüstri çalışmaları yapılmış fakat bölgenin modern olarak gelişmesi 1930’larda başlamıştır. Bundan sonra endüstri fabrika ve iş alanları doğuya kaymış, Ural Bölgesi Rusya’nın endüstri merkezi hâline gelmiştir. Bu bölgenin başlıca şehirleri; Mognitogorsk, Perm, Sverdlovsk, Orenburg ve Ufa’dır.
(Bkz. Atom Bombası)
Alm. Atomkraftstoff (m), Fr. Carburant (m) nucléaire, İng. Nuclear fuel. Nükleer reaktörlerde kullanılan pil şeklinde hazırlanmış yakıt. Nükleer bir maddenin nötronlarının süratini keserek zincirleme reaksiyon başlamasına yardımcı olmak üzere nükleer madde içerisine grafit, berilyum veya ağır hidrojen gibi hafif maddeler katılır. Bunun için nötron hızını kesen bu maddelerden yapılan kalın levhalara silindir şeklinde boşluklar açılır. Bu boşluklara saf olmayan uran, silindir biçimindeki çubuklara yerleştirilir. Bu çubukların içeri girip çıkma miktarına bağlı olarak zincirleme reaksiyon şiddeti artar veya azalır. Çünkü grafit tabakası nötronların hızını keserek uran çekirdeklerine girme miktarını kontrol eder. (Bkz. Nükleer Enerji)
Nükleer reaksiyonları kontrol edebilen bir uran pilinde nötronun uranyum atom çekirdeğine çarpması ile 2,5 yeni nötron, uran-238 ve plutonyum-230 meydana gelir. Yeni meydana gelen nötron parçaları çekirdeğe çarpmaya devam ederek gittikçe çoğalan bir zincirleme reaksiyona sebep olur. Bu reaksiyonlarla gamma şuâları ve ısı açığa çıkar. Uran pilinin çıkardığı zararlı şuâların çeşitli metodlarla yutulması ve açığa çıkan ısı enerjisinin ısı santrallarına taşınması için etrâfı çelik zırhla kaplı ve ısıyı nakledebilecek ağır su veya sıvı sodyum gibi maddeler ihtivâ eden nükleer reaktörlere ihtiyaç vardır. Uran pilinin reaktörlere konulması ile elektrik ve sıcak su santralları yapılabileceği gibi reaksiyonu kontrol edilmeden bir atom bombasında da kullanılabilir. (Bkz. Atom Bombası)