UÇAKSAVAR
Alm. Flak (f), Fr. Dèfense (f), Contre avions (D.C. A.), İng. Anti-aircraft. Düşman hava araçlarına karşı kullanılmak üzere özel olarak imâl edilen, ateş sürati, mermi ilk hızı ve tahrip gücü yüksek namlulu silâhlarla güdümlü füzeler. Bunların hepsi uçaksavar silâhları olarak adlandırılırlar. İlk defâ 1794 yılında bir balona açılan ateşle başlayan uçaksavar silâhları günümüzde üstün performanslı uçakların gelişmesine paralel olarak sürekli bir tekâmül içerisindedir. Bu silâhlardaki gelişmeler, daha çok ses üstü hıza sâhip yüksek manevra kâbiliyetli uçaklara karşı etkili olabilmek için yeni sistemler meydana getirme yönünde olmaktadır. Radarlar ve bilgisayarların uçaksavar silâh sistemlerinde kullanılmaları sebebiyle hedef tâkibi, dost ve düşman uçakların ayırt edilme imkânları artmış ve uçaksavar silâhları yüksek hızdaki uçaklara karşı etkili olacak şekilde kullanılmaya başlanmıştır. Uçaklardaki hızlı gelişmeye karşı ne kadar modern olursa olsun sâdece bir silâhın mükemmel olması kâfi gelmemektedir. Çağımızda hava savunması ancak radar, muhâbere şebekesi ve uçaksavar silâhı üçlüsünün koordineli olarak çalışması sonunda başarılabilir. Teknolojideki her gelişme, bu üçlüyü etkilemek sûretiyle düşman uçaklarının meydandan kalktığı andan îtibâren faaliyete geçecek bir hava savunma sistemiyle doğrudan ilgilidir.
Bugün uçaksavar silâhları kendilerinden istenilen görevleri müessir bir şekilde yapabilmeleri için bâzı özelliklere sâhip olmaları gerekir. Bu özelliklere göre uçaksavar silâhları: Yüksek bir ateş gücüne; sür’atle hareket eden hava hedeflerine karşı ateş açma kâbiliyetine; uzak mesâfelerden havan hedeflerini tâkip ve tahrip gücüne sâhip olmalıdırlar; hareket kabiliyetleri yüksek, tahrip güçleri fazla olmalıdır; radarlarla teçhiz edilmelidirler; alçak irtifalardan uçan uçaklara karşı etkili, basit ve ekonomik olmalıdırlar.
Uçaksavar silâhları genel olarak namlulu uçaksavar silâhları ve güdümlü füzeler olarak (ASM-Surface To Air Missile veya AAM-Air To Air Missile) tasnif edilebilirler. Namlulu silâhlar da, uçaksavar makinalı tüfekleri ve uçaksavar topları şeklinde sınıflandırılmaktadırlar. Güdümlü füzeler uçuş hâlindeyken hedeflerine uyarak, sâhip oldukları güdüm sistemleriyle yolları değiştirilen veya düzeltilen silâhlar olup, bu nitelikleriyle namlulu silâhlara nazaran daha fazla isâbet ihtimâline sâhiptirler. Güdümlü füzelerde; komuta ile güdüm, radar hüzmesiyle güdüm ve hedefin özelliğinden istifâde etmek sûretiyle güdüm sistemleri kullanılmaktadır.
Bugün muhtelif ordularda kullanılmakta olan uçaksavar silâh ve füzelerinden bâzılarının özellikleri şöyledir:
12,7 mm makinalı tüfek: Alçak hava taarruzlarına karşı kullanılan bir silahtır. Hava hedeflerine menzili 1000 m’dir. Dakikada 500 atım atabilir. 4 adet makinalı tüfeğin bir araya getirildiği sistemlere TARET denilmektedir.
35 mm uçaksavar topu: İsviçre yapısı elektronik ateş idare sistemli ve çift namlulu, modern bir hava savunma silâhıdır. Menzili radarla 4000 m optik olarak 3000 m’dir. Dakikada 1100-1500 atım atabilir.
Roland hava savunma füzesi: Otomatik enfraruj tâkipli, Alman, Fransız ortak yapımı 6500 m menzilli bir füzedir. Hâlen Avrupa ordularında kullanılmakta olan diğer hava savunma silâhları HAWK-CHAPPARAL-NİKE-AJAKS-NİKE HERCULES gibi isimler almışlardır.
Doğu ülkelerindeki silâhlar ise SAM-2, SAM-3, SAM-GUİLD FROG-5 ve 7 güdümlü füzeleri, 12,7 mm’lik 14,5 mm’lik uçaksavar makinalı tüfekleriyle 100 mm’lik ve 130 mm’lik uçaksavar toplarıdır.
(Bkz. Uçan Kertenkele)
UÇAN BALIK (Exocoetus rondeleti veya Cephalacanthus volitans)
Alm. Flughuhn, Fr. Poisson volant, İng. Flying fish. Familyası: Uçanbalıkgiller (Exocoetidae). Yaşadığı yerler: Akdeniz, Atlantik ve bütün sıcak denizlere, özellikle Büyük Okyanusta. Özellikleri: Büyük ve kanat biçimindeki göğüs yüzgeçleriyle havada bir süre planör uçuşu yapabilen açık deniz balıkları. Havada 300-400 metre yol alabilenleri vardır. Çeşitleri: 50 kadar türü bulunur. Çoğu Büyük Okyanusta yaşar. İki kanatlı uçan balık veya uçar balık (C.volitans), Dört kanatlı Atlantik uçan balığı (C.haterurus), Kaliforniya uçan balığı(C.colifornicus) meşhurlarıdır.
Olağanüstü büyüklükteki göğüs yüzgeçleriyle birkaç sâniye havada süzülebilen deniz balığı. “Uçar balık” veya “tayyar balık” olarak da bilinir. Sıcak denizlerde yaşarlar. Vücutları torpido şeklinde olup kefali andırır. Boyları 15-45 cm arasında değişir. En büyükleri 45 cm boyundaki Kaliforniya uçan balığıdır. Sırtları esmer, yanları gri, karnı beyazdır. Kuyrukları“V” şeklinde olup, alt parça üst parçadan daha uzundur. Bu özellik, uçuşta en büyük rolü oynar. Denizlerin üst seviyelerinde yüzerler. Dişsizdirler. Bitki ve hayvanî planktonlarla beslenirler. Akdeniz ve Marmara’da görülenleri vardır. Sürü hâlinde dolaşırlar. Gemiler tarafından ürkütülünce veya kendilerini kovalayan orkinos gibi büyük balıklara yem olmamak için sudan fırlayarak havada 60-130 metre kadar uçarlar. Bu, kuşlardaki gibi gerçek bir uçuş değildir. Gelişmiş göğüs yüzgeçlerini açarak havada planör uçuşu yaparlar. Büyük olan hava keselerini, uçarken şişirerek hafiflerler. 15 cm’lik bir uçan balığın hava kesesinin uzunluğu 9 cm’yi bulur. Göğüs yüzgeçleriyse balığın boyunun üçte ikisi uzunluğundadır. Yüzerken göğüs yüzgeçlerini vücutlarına yapıştırırlar. Orta boyda bir uçan balığın göğüs yüzgeçleri açılınca 60 cm enine ulaşır.
Uçuş olayı, kuyruğun su içinde sâniyede 50 defâ titreşmesiyle gerçekleşir. Deniz yüzeyinde saatte 30 km, hızla yüzerken, kuyruk titreşimiyle hızı 96 km’ye kadar yükselir. Yarım sâniye içinde balık sudan havaya fırlar. Bu hızla göğüs yüzgeçlerini açtığında havada 10-15 sâniye süzülerek 80 metre kadar yol alır. Hızı kesildiğinde göğüs yüzgeçlerini kapatarak başüstü veya karın üstü suya düşer. Gündüz ve gece sürüler hâlinde uçuşlar yaparlar. Işığa doğru yöneldiklerinden kayık ve gemi güvertelerine düştükleri çok görülmüştür. Çoğunlukla 1-2 metre yüksekten uçarlarsa da bâzan 8-10 metre yüksekliklere çıktıkları da olur. Dört kanatlı uçan balıkların göğüs yüzgeçleriyle berâber karın yüzgeçleri de gelişmiştir. Dört kanatlı Atlantik uçan balığı, uçarken göğüs yüzgeçlerini de titretir. Suya düştüğünde veya dalgadan geçerken kuyruk ve göğüs yüzgeçlerine tekrar titreşim hareketi yaptırarak ikinci bir sıçrayışla uçuşunu devam ettirir. Böyle ard arda 11 sıçrayış yapabildiği, toplam 43 sâniye havada kalabildiği ve 300-400 metre uçabildiği görülmüştür. Uçma olayı düşmanlardan kaçmak için yapılır. Hava akımları uçuşu etkiler. Yunus veya orkinos saldırılarından kurtulmak için uçuş yaparken, havada da martı ve albatros kuşlarının saldırısına uğrarlar.
Uçan balıkların etleri makbuldür. Ağla avlanarak, orkinos ve kılıçbalığı avında yem olarak kullanılırlar. Bâzı bölgelerde ticârî önem taşırlar. Yumurtalarını yüzeyde bulunan yosunlar arasına bırakırlar. Havada sürü hâlinde, uçuşlarını tâkip etmek insana heyecan verir.
UÇAN KERTENKELE (Drago volans)
Alm. Fliegende Eidechse (f), Fr. Lézard (m) volant, İng. Flying lizard. Familyası: Ejder kertenkelegiller (Agamidae). Yaşadığı yerler: Güney Asya ormanlarında, ağaçlar üstünde. Özellikleri: 20-30 cm boyunda, ince, uzun yapılıdır. Vücûdunun yanlarındaki deriyi kanat gibi gererek planör uçuşu yapar. Böcekle beslenir. Çeşitleri: Uçan birkaç kertenkele türü vardır. En meşhuru uçan ejder (D.volans)dir.
Güney Asya veFilipinler’de ağaçlar üstünde yaşayan yeşilimtrak renkli bir kertenkele “Uçan agama” veya “uçan ejder” olarak da bilinir. Uzun bedenli, ince ve uzun kuyrukludur. En büyükleri 36 cm’dir. Vücûdunun yanlarında sarkan ince derisini gererek, yükseklerden aşağı doğru süzülerek uçabilir. Uçan kertenkeleler gerçek mânâda uçmazlar. Yarım düzine kadar yalancı kaburgalarla desteklenen yanlarındaki ince derilerini kanat gibi gererek planör uçuşu yaparak havada eğimli olarak süzülürler. En üst dallardan kendilerini boşluğa atarak 8-10 metre süzülerek daha da alt dallara geçerler. Birbirleriyle döğüşen iki erkek, ağaçtan düştükten sonra bile havada kendilerini toparlayarak farklı ağaçlara süzülürler. Yumurtlama dönemlerinin dışında kolay kolay yere inmezler. Ençok hindistancevizi ve bir çeşit palmiye ağaçlarında yaşarlar. Vücutlarının rengi ağaç dallarına uyduğundan kolay kolay fark edilmezler. Dinlenirken veya gezinirken ince deri bedenlerinin yanlarında arkaya doğru katlanır. Havada kayarken kanat derilerinin canlı renkleri ortaya çıktığından seyredilmeye değer bir manzara arz ederler. Ağaçlardaki örümcek, karınca, güve, sinek ve çekirgeleri yediklerinden faydalıdırlar.
Alm. Taillenband (n), Leibschnur (f), Fr. Cordon (m), detaille, İng. Waist-string or band. Eskiden iç donları belde tutmak için kullanılan bağ. Aslı “İçkur”dur. “Kur” kuşak mânâsına gelmektedir. Lastik kullanılmadığı zamanlarda şalvar ve iç donlar için özel olarak yapılırdı. Uç kısımları süslü ve işlemeli iki metre kadar boyunda olurdu. Görünecek uçları gergefte işlenir, uçkur bağlandıktan sonra bu kısım dışarıya sarkıtılırdı.
İslâmın emirlerini yerine getirmede çok titiz davranan atalarımız harama-helâle çok dikkat ederdi. Selçuklu ve Osmanlılarda şehir ve kasabalarda sınâî, ticârî ve iktisâdî bütün faâliyetleri tanzim eden Ahîlik Teşkilâtına girebilmek ve girdikten sonra da orada barınabilmek için kişinin gözüne, diline ve uçkuruna sâhip olması çok önemli şartlardandı. Bu bakımdan “Harama uçkur çözme” deyimi darbımesel hâlinde nesilden nesile söylene gelmiştir.
Uçucu kimyâsal maddelerin gerçek kullanma amaçları dışında, düşünce, davranış ve duyguda değişiklikler yapmak gâyesiyle insanlar tarafından kullanılması.
Dünyâda olduğu gibi ülkemizde de uçucu maddeleri suistimal edenlerin çoğunluğu 5-21 yaş grubunu meydana getiren çocuklar ve delikanlılardır. Uçucu maddeleri ihtivâ eden ticârî ürünlerin alım satımlarının kontrolsüz ve denetimsiz oluşu, fiatlarının ucuz, temin edilebilmenin kolay, günlük hayâtın her alanında kullanılıyor olması sebebiyle, nispeten daha pahalı ve temini güç olan yasa dışı uyuşturucu maddeleri tanımayan, bilmeyen, elde edemeyen 5-21 yaş grubu kişiler arasında uçucu madde kullanıma gerek merak, gerekse bu maddeleri kullanan arkadaşlarının teşvikiyle revaç bulmaktadır.
Ayrıca zekâ problemi olan kişiler, dialize giren kronik böbrek hastaları, uçucu maddeleri îmâl eden, îmâlâtında kullanan, satan, işyerlerinde çalışan kişiler, tıbbî personel, yatılı okullarda okuyan öğrenciler, uçucu madde bağımlılığı açısından risk grubunu meydana getirirler.
Uçucu maddeleri kullananlar uçucu maddeleri ya doğrudan kendi kabından, ya poşetlere dökerek veya beze, üstübüye dökerek koklarlar.
Uçucu maddeler solunduktan 5 dakika kadar kısa bir süre içinde sarhoşluğa sebep olur. Kişinin konuşması değişir, muhâkemesi bozulur, uykuya eğilimi artar. Bâzan gördüğü hayâllerin ve duyduğu seslerin etkisinde kalarak amaçsız hareketler yapabilir.
Kendini çok neşeli hisseder, kulakları çınlar, dikkatini bir noktaya toplayamaz. Bu etkiler uçucu madde koklanmasından 40-45 dakika sonra kaybolur. Bu sebeple kullanıcılar “Kafayı bulmak” için bu maddeleri sürekli koklarlar.
Bir uçucu madde bağımlısını, elbiselerindeki yapışkan lekelerinden, nefesindeki uçucu madde kokusundan, uçucu madde buharlarının yüzde yaptığı tahriş sonucu kızarmış yüzünden kolayca tanıyabiliriz.
Uçucu maddelerin uzun süre kullanılmasıyla; sinir sistemi, kalp ve dolaşım sistemi, kan sistemi, sinir sistemi (beyin beyincik), boşaltım sistemi (böbrekler), solunum sistemi (akciğerler), sindirim sistemi (karaciğer) ve kaslar üzerinde kalıcı hasarlara sebep olur. Hattâ bâzan kalp üzerine olan direkt zehirli etkisinden dolayı âni ölümlere sebep olabilir. Ayrıca bu maddeleri kullananların henüz gelişme çağında olmaları sebebiyle sayılan bu sistemlere âit organların gelişimi bozulabilir, gecikebilir.
Uçucu madde bağımlısı çocuğa sâhip olan ana ve babaların paniğe kapılmadan, çocuklarını azarlamadan, dövmeden, gerekli araştırma ve incelemelerin yapılması için bir psikiyatri uzmanına başvurması uçucu madde bağımlısının tedâvisi için gereklidir.
Genelde Uçucu Maddeler 9 Gruptur:
1. Alifatik ve aromatik hidrokarbonlar: N-hekzan, petrol ürünleri (benzin gibi), benzen, ksilen, toluen, izo-butan, n-butan, propan.
2. Halojenize hidrokarbonlar: Bromokloro di floro metan, kloro di floro metan, kloroform, dikloro difloro metan, diklor metan, enfluran, halotan, 1.1.1. triklor etan, freonlar, florokarbonlar.
3. Alifatik nitritler: Amil nitrit, izo bütil nitrit.
4. Ketonlar: Aseton, siklo hekzanon, metil etil keton, metil bütil keton.
5. Esterler: Etil asetat, amil asetat.
6. Alkoller: Metil alkol, izo propil alkol.
7. Glikoller: Etilen glikol.
8. Eterler: Di etil eter.
9. Gazlar: Nitröz oksit.
Bünyesinde Uçucu Madde Bulanan Ürünler:
Yapıştırıcılar, aerosoller, lokal anestezik spreyler, yangın söndürücüler, kozmetik ürünler (aseton ihtivâ eden), leke çıkarıcılar, elbise temizleyici sıvılar, cam temizleyici sıvılar, saç ve oda spreyleri, deodorantlar, çakmaklar (butan, propan ve benzin ihtivâ eden), boya çözücüler, incelticiler (tiner gibi), daktilo yazısı düzeltme sıvıları, beyaz yazı tahtası kalemleri, mürekkepleri, benzin.
Alm. Herpes (f), Fr. Herpès (m), İng. Herpes. Deri ve mukoza membranları üzerinde içleri temiz sıvıyla dolu vezikül kümelerinin görülmesiyle karakterize bir viral enfeksiyon. Alt ve üst dudakların birleştiği yerde çıkan ufak yaradır. Kabuk bağlar. Ağız hareket edince, kabuk çatlayarak çok acı yapar. Dâhilî hastalıktan veya mikroptan hâsıl olur. Mikroba karşı iki gram gümüş nitrat, yâni cehennem taşı, yüz gram inbik suyunda eritilir. Bu eriyik renkli şişede ve karanlık yerde senelerce saklanabilir. Bir pamuğa veya tülbende birkaç damla damlatıp, bu yaş bez bir dakika kadar uçuk üstüne dokundurulur. İki üç gece yatarken bir kere yapılır. Uçuk tamâmen geçer. İlâcı çamaşıra damlatmamalıdır. Siyah leke yapar. Antibiotikli merhem sürmek de iyi gelmektedir. C ve B12 vitaminleri verilmesi faydalı olmaktadır.
Enfeksiyon sebebi: Herpes Simplex Hominis (HVH) isimli bir virüstür. Virüsün iki tipi vardır. Tip I genellikle dudaklarda ve gözde lezyon yapar; Tip II ise genellikle genital bölgede enfeksiyon meydana getirir. Enfeksiyon iki türlü meydana gelebilir.
A) Primer enfeksiyon: Burada hassas konağın virüsle direkt teması söz konusudur. Genellikle pek belirti vermez ama bâzan yerel deri ve mukoza lezyonlarıyla birlikte sistemik enfeksiyon meydana gelir. Yeni doğanlarda ve ağır beslenme bozukluğu olan bebeklerde ekseriya yerel cilt ve mukoza belirtileri olmaksızın öldürücü sistemik enfeksiyonlar meydana gelebilir.
B) Tekrarlayan enfeksiyonlar: Bu tekrarlamalar dış ortamdaki değişiklikler (meselâ; soğuk, ultraviyole ışınları) veya iç ortamdaki âdet hâli, yüksek ateş veya stresler gibi özel olmayan uyarıları tâkip eder. Bu tipte sistemik enfeksiyon olmaz, sâdece yerel lezyonlar vardır.
Deri ve mukoza belirtileri: Primer enfeksiyonda deri ve mukozalarda 2-3 hafta kalabilen veziküllerle birlikte sistemik enfeksiyon söz konusudur. Tekrarlayan enfeksiyonda ise deri ve mukozalarda eritemli bir taban üzerinde ince duvarlı vezikül kümeleri vardır. Bunlar yırtılır, kabuklanır ve 7-10 günde iyileşirler. Sık sık tekrar etmezse yerlerinde iz kalmaz.
Çocuklarda genellikle mukoza ile derinin birleşme yerlerinde lezyon görülür. En sık tutulan bölgeler, dudak kanserinin en sık yerleştiği bölgelerdir.
Travmatik herpes: Derinin travmatik lezyonları her yerde bulunan herpesvirüsle kolayca enfekte olabilir. Çoğunlukla lenf yolları boyunca merkeze doğru yayılma olur ve bölge lenf düğümlerinin büyümesine ve aradaki zarar görmemiş deride dağınık veziküller hâsıl olmasına yol açar. Lezyonların iyileşmesi üç hafta sürebilir. Yerel travmanın olduğu yerde tekrarlamalar olabilir. Güreşçiler ve tıp personelindeki yüzey çiziklerinde de herpes enfeksiyonları yerleşebilir.
Genital lezyonlar: Herpesvirüsle genital enfeksiyonlar en sık ergenlik çağındakilerde ve gençlerde görülür. Genellikle Tip II virüsüne bağlı olup, cinsî temasla bulaşırlar. % 5 oranda da Tip I virüsüne bağlı olabilirler. Hastada her iki tip virüse karşı da antikor yoksa ateş, bölge lenf bezi şişmesi ve ağrılı idrar yapma gibi sistemik belirtiler olabilir. Yetişkin kadınlarda rahim boynu en sık yerleşme yeridir. Erkeklerde herpes vezikülleri veya ülserleri genellikle glans peniste, örten deride veya penisin alt bölümünde görülür.
Göz belirtileri: Primer veya tekrarlayan bir enfeksiyonun belirtileri olarak konjunktivit veya keratokonjunktivit meydana gelebilir. Konjunktiva kanlanmış ve şişmiş görülür, cerahatlı akıntı çok azdır veya yoktur. Primer enfeksiyonda kulak önü lenf düğümleri büyür ve duyarlı olur.
Diğer belirtiler: Ağız içi lezyonlar (aft, stomatit), herpetik ensefalit, ekzama herpeticum vs. gibi lezyonlar da herpes virüsüyle meydana gelebilir.
Teşhis: Teşhis aşağıdakilerden herhangi birisine dayandırılır.
a. Tipik bir klinik tablo,
b. Virüsün kültürle elde edilmesi,
c. Özel nötralizasyon yapan antikorların oluşması,
d. Kazıntı veya biyopsiyle elde edilen muâyene maddelerinde tipik hücrelerin veya histolojik değişmelerin gözlenmesi.
Tedâvi: Yeni doğanlardaki uçuk vak’alarında bebeklerin çoğuna bulaşmanın, enfekte doğum kanalından geçerken olduğuna inanılması, genital uçuk bulunan, doğumu yaklaşmış kadınlarda sezeryen yapılmalıdır. Antiviral bir ilâç olan Asiklovir, şiddetli vak’alarda ağızdan veya enfeksiyonla, hafif vak’alarda ise lokal tedâvilerde başarılı olmaktadır. Uçuk kremi şeklinde hazırlanan asiklovirli kremlerin kullanılması belirtilerin çabuk geçmesini sağlamakta ve nüksleri azaltmaktadır.
Ağız bakımı için ağız yıkanması, temizlik öngörülür. Ceepryn 1= 4000 veya zefiran 1= 1000 faydalı olabilir. Sıvı lidokain veya benzokain pastilleri gibi yerel analjezikler ağrıyı azaltıp çocuğun rahat yemesini sağlar. Dudak lezyonlarında calamine solüsyon veya carbami peroşid katılmış gliserin gibi kurutucu maddeler, faydalı antibiotikler yalnız sekonder bakteriyel enfeksiyonlarda kullanılır.
Yiyecek ve içeceklerin alımı çocuğun isteklerine uygun olarak kolaylaştırılır. Diğer besinleri yemeyen çocuk iyice soğutulmuş sıvılar veya yarı katı besinlerden faydalanır. Tekrarlanmalar çoğu defâ strese bağlıdır; bunlar tespit edilmeli ve tedâvi edilmelidir.
Alm. Drachen (n), Fr. Cerf-volant (m), İng. Kite. Birbirini kesen iki çıtanın kâğıtla kaplanıp, kuyruk da eklenerek meydana getirilen, uzun bir iple yerden kontrol edilen, rüzgarla uçurulan bir oyuncak. Doğu Asya’da uçurtma uçurmak eski zamanlardan beri çocukların sevdiği bir spordur. Çin ve Japon uçurtmalarının kendilerine has enterasan renkleri ve kuş, balık, ejderha şekilleri vardır. Büyüklük bakımından değişen uçurtmaların 2.50 m yüksekliğinde yahut genişliğinde olanlarına rastlanmaktadır. Amerika ve Avrupa’da uçurtma uçurmak genellikle çocuklara âit bir oyun olarak nitelendirilirken, İngiltere’de bâzı yaşlı kimseler bu oyunu kendilerine eğlence olarak kabul ederler.
Uçurtmaların ilmî olarak kullanılmaları ilk olarak 1749’da Alexander Wilson, Thomos Mehvill tarafından İskoçya’da olmuştur. Bu şahıslar uçurtmaya termometre takmışlar ve bunu uçurtarak yeryüzünün yukarılarındaki hava sıcaklıklarını tespit etmişlerdir. Benjamin Franklin’in 1752’de uçurtma kullanarak elektrikî deneyler yaptığı bir gerçektir.
Uçurtmadaki ilk gelişmelerin arasında Eddy’nin kuyruksuz uçurtması, 1893’le Harprove’in kutu uçurtması vardır. Sonradan uçurtmalar dünyânın meteoroloji bürolarında rüzgâr hızı, yön ve güçlerini, sıcaklığı ölçen bir âlet olarak kullanıldı. Fakat uçurtmalar fırtına, yüksek rüzgâr yahut alçak rüzgârlarda kullanılamadığından faydaları mahdut kaldı.
1920’lerde çıkan uçak ve balonlar uçurtmaların kullanımlarını azaltmış, daha sonraki roket ve uydular ise uçurtmaların bu tip ilmî kullanımlarını tamâmen yok etmişlerdir. Şimdi sâdece çocuk ve ihtiyarların oyuncağı olarak kullanılmaktadır.
Alm. Ufo, fliegende Untertasse, Fr. Ufo, soucoupe volante, İng. Ufo, flying saucer. Halk arasında uçan dâire olarak da bilinen, mâhiyeti ve özellikleri tam tespit edilememiş olan uçan gök cisimlerine verilen ad. İngilizcede “kimliği belirlenememiş uçan cisim” anlamına gelen “Unidentified Flying Object” kelimelerinin baş harflerinden meydana geldiği için “UFO” denilmektedir.
Gök yüzünde zaman zaman görülen fakat kimliği henüz tespit edilememiş olan cisimler geniş halk kitlelerini ve ilim adamlarını merak ve araştırmalara sevk etti. ABD’li bilim adamlarının 1950’li yıllarda yaptıkları araştırma ve gözlemler sonunda hazırladıkları raporda; Ufo görüntülerinin yüzde 90’ının parlak gezegenler, gök taşları, iyon bulutları, tan kızıllığı gibi astronomi ve meteoroloji olayları olduğu veya hava taşıtları, kuşlar, balonlar, projektörler ve sıcak gazlardan kaynaklandığı bildirildi. Daha sonraki yıllarda ortaya atılan çeşitli fikirler üzerine araştırma ve incelemeler genişletildi. Değişik zamanlarda yeni raporlar hazırlandı. 1973’te bir grup ABD’li bilim adamı tarafından yeni çalışmaları sürdürmek gâyesiyle Northfield’da Ufo Araştırmaları Merkezi kuruldu. Kanada, İngiltere, İsveç, Danimarka, Avustralya ve Yunanistan’da da Ufo’larla ilgili bâzı çalışmalar yapıldı. Ancak yapılan araştırmalar ve incelemeler neticesinde Ufo’larla ilgili yeni ve değişik bilgiler elde edilemedi.
Alm. Horizont (m), Fr. Horizon (m), İng. Horizon. Gökyüzünün yerküresi veya denizle birleşiyor gibi göründüğü sınır. Buna görünen ufuk denir. Çekül doğrultusuna merkezde dik bir düzlemin gök küresiyle ara kesiti olan büyük dâire astronomik ufuk adını alır.
Büyük dâireler gökküresinin merkezinden geçerler. Gözü deniz seviyesinde bulunan bir râsıdın gördüğü ufukla astronomik ufuk çakışır. Gözlemci yerküresinden yükseldikçe görünen ufuk astronomik ufka nispetle alçalır ve genişler. Râsıdın yeryüzünden metre olarak yüksekliği “h” ise (depresyon), (depressiondip) veya (inhitât-ı ufuk) adı da verilen ufuk alçalmasının açı dakikası cinsinden değeri a= 1,78 V-h formülleriyle bulunur. Işığın atmosfer tabakaları tarafından kırılması sebebiyle (ufukta 35 dakikalık bir yükseklik açısı) ufuk gerçek yerinden yukarıda gözükür. Yerküresi yuvarlak olduğundan görünen ufuk yüzeyi de eğridir. Bu yüzey toplam yeryüzüne nispetle çok küçük olduğundan çekül doğrultusuna dik bir düzleme çok yakındır. Böyle kabul edilir. Alçalmış ufuk mer’î veya zâhirî ufuk olarak da isimlenir. Yerküresi bir nokta gibi gök küresinin merkezinde kabul edilir. Bütün gök cisimleri gök küresinin içinde yer alır. Yer ve gök kürelerinin merkezinde çekül doğrultusuna dik olan düzleme hakîkî ufuk denir. Astronomik hesaplar bu ufka göre yapılır. Çekül doğrultusuna dik olarak gözlemcinin gözünden geçen ufka riyâzî ufuk denir ve yerküresine teğet olarak buna paralel olan ufka hissî ufuk adı verilir. Rasatlar riyâzî ufka göre yapılıp neticeler hakikî ufka çevrilir. Hissî ufukla hakîkî ufuk arasında yerküresinin yarıçapı (6372 km) kadar bir mesâfe olup, güneşin buna tekâbül eden yatay paralaksı (ihtilâf-ı manzar) 9 sâniyelik bir yükseklik açısı doğurur. Güneşin yarıçapı da 16 açı dakikalık bir yükseklik hâsıl eder. Bütün bunlar güneşin doğduğu ve battığı ufka alttan teğet olduğu ânı hesaplamada kullanılır.
Vakit ve yer hesaplarında ufuk önemlidir. Güneşin irtifaı (yüksekliği) ufka göre ölçülüp ufkun üstünde (+), altında (–) alınarak zaman (saat) hesaplanır.
DEVLETİN ADI |
Uganda Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Kampala |
NÜFÛSU |
17.200.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
241.040 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
Hıristiyan, Müslüman, Putperest |
PARA BİRİMİ |
Şilin |
Doğu Afrika’da yer alan bir devlet. Kuzeyde Sudan, batıda Zaire, güneyde Rwanda ve Tanzanya, doğuda Kenya ile komşu olan Uganda, 4° 13’ kuzey ve 1° 23’ güney enlemleriyle 29° 35’ ve 35° 02’ doğu boylamları arasında bulunur.
Târihi
Bugünkü Ugandalılar, iki grup hâlinde ülkeye göç edenlerin soyundan gelmektedirler: İlk grup olarak, 15. asır civârında güneye doğru gelenler ülkenin bugünkü Bantu halklarını meydana getirdiler; daha sonra Nil yöresinden ve Sudan’dan gelen ikinci grup kuzeydeki ve doğudaki kabileleri kurdular. Uganda’da Bunyoro, Ankole, Buganda ve Toro gibi kralıklar kuruldu. On altıncı ve 17. yüzyıllarda en kuvvetli devlet Bunyoro Krallığı idi. On sekizinci asırda Buganda bölgede hâkim olmak için Bunyoro’ya karşı giriştiği mücâdelede üstünlüğü ele geçirdi. 1840 yıllarında Arap tüccarlar ülkeye gelerek, bir kısım Ugandalıların Müslüman olmalarına sebep oldular. 1884-85 BerlinKonferansında Avrupa’nın sömürgeci devletleri Afrika’yı paylaşma plânı üzerinde anlaştılar. 1880 sonlarında İngiltere veAlmanya aralarında anlaşma yaparak Doğu Afrika’yı paylaştılar. Kenya ve Uganda İngiltere’ye, Tanganika Almanya’ya kaldı. 1894’ten îtibâren Uganda İngiltere’nin himâyesi altına girdi.
Uganda 9 Ekim 1962’de bağımsız oldu. Devlet Başkanlığına otuz altıncı Uganda Kralı İkinci Mutesa geçti. Bilâhare darbeyle başkan olan Dr. Milton Obote zamânında çok az bir Yahûdî azınlığı, 90.000 İngiliz ve İngilizlerin Hindistan’dan getirdiği 50.000 Hindu, Uganda’nın bütün askerî, kültürel ve ekonomik imkânlarını ele geçirdiler. 1971’de Uganda Ordusu Dr. Milton Obote’yi devirerek, orduda çok sevilen İdi Amin’i devlet başkanlığına getirdiler. İdi Amin Yahûdîleri, İngiliz ve Hinduları ülkeden çıkardı (Bkz. İdi Amin). Bunun zamânında Müslümanlığa geçenler hızla çoğaldı. Bu durum bâzı güçleri aşırı derecede tedirgin etti. İdi Amin’i öldürmek için 26 suikast düzenlendi. Bunlar neticesiz kalınca Hıristiyan Tanzanyalılar Uganda’yı işgal etti. Sürgünden dönerek siyâsî oyunlarla 1980 Aralık ayında Cumhurbaşkanı olan Hıristiyan Dr. Milton Obote 100.000’e yakın Müslümanı çocuk, ihtiyar, kadın demeden katletti. 1985’te bir darbeyle yönetimi ele geçiren Basilio Olara Okello, kısa bir süre sonra Yoweri Museveni idâresi altındaki Ulusal Direniş Hareketi tarafından devrildi. Cumhurbaşkanlığı görevini alan museveni, darbeden sonraki üç yıl içinde Muhalif gerilla gruplarını etkisiz hâle getirerek, iktidarını sağlamlaştırdı. 1980’den sonra ilk genel seçimler 1989’da yapıldı ve seçimleri Ulusal Direniş Konseyi kazandı. Ülke sosyal ve ekonomik kargaşa içindedir (1994-Şubat).
Fizikî Yapı
Uganda’nın büyük bir bölümü yayla hâlindedir. Kuzeyde ve kuzey-batıda arâzinin deniz seviyesinden yüksekliği 600 ilâ 900 metredir. Victoria Gölü bölgesindeyse 1000 ilâ 1500 metre arasında değişir. Yayla üzerinde birçok dağlar yükselmekte olup, bunlar ülkenin doğu ve batı sınırlarına hâkimdirler. Yüksekliği 4800 metreyi aşan Ruwenzori Dağları Zaire sınırı tarafından ikiye bölünür. 4321 metre yüksekliğindeki VolkanikElgon Dağı, Kenya sınırı boyunca uzanır. 4504 metre yüksekliğindeki volkanik Virunga Sıradağı, Zaire ve Rwanda ile paylaşılır.
Uganda yüzölçümünün yaklaşık olarak % 16’sı (42.439 km2) su ile kaplıdır. Ülkenin başlıca gölleri, Victoria, Albert, Edward, Kyoga ve George gölleridir. Victoria Gölü, Nil Nehrinin ana kaynağını teşkil eder.
İklim: Uganda ekvator üzerinde olmasına rağmen, ülkenin yüksek rakımı sebebiyle iklim ılımandır. Ülkenin hiçbir yerinde aşırı sıcaklık görülmez. Güneyde yıllık sıcaklık ortalamaları 13°C ile 23°C arasında, kuzeyde ise 18°C ile 30°C arasında değişir. Uganda’nın büyük bölümü yılda en az 1000 mm’lik yağış alır. Uganda’da erozyon, kuraklıktan daha önemli bir mesele durumundadır.
Tabiî Kaynaklar
Uganda’da çok değişik tipte bitkilere rastlanır. En yaygın bitki türü ülkenin bütün kuzeyini kaplayan seyrek ağaçlı savanadır. Diğer farklı bitki türleri Victoria Gölü ve Albert Gölünün doğusu civârındaki eski ormanlardan kalan ağaçlar, doğudaki Karamoja bölgesindeki kurak bozkırlar, güney ve güneybatıdaki açık otluk savanalar, dağlık bölgelerin ormanları ve bunların yüksek kısımlarındaki kırlardır. Uganda’da çok değişik cinste vahşî hayvanlara rastlamak mümkündür. Şempanze, goril, fil, ceylan, aslan, su aygırı, yaban sığırı ve zebra ülkenin belli başlı vahşî hayvanlarıdır. Ülkenin önemli yeraltı zenginlikleri bakır ve kobalttır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Uganda nüfûsu 17.200.000 olup, bunun ancak çok küçük bir yüzdesi (% 8,1) şehirlerde yaşar. Nüfûsun büyük bölümüVictoria Gölü civârında, doğuda Algon Dağı ve Rwanda sınırı yakınında toplanmıştır. Kilometrekareye düşen kişi sayısı 59’dur. Ülkenin tek büyük şehri 773.500 nüfuslu başşehir Kampala’dır.
Uganda halkının % 98’i Afrika asıllıdır. Az sayıda Güney Asyalı, Arap ve Avrupalı vardır. Afrikalılar kullandıkları dillere göre 4 ana etnik gruba ayrılırlar: Bantu dilleri, Nil yöresi dilleri, Nil-Hami dilleri ve Sudan dilleri. Bantu, nüfûsun % 65’ini teşkil etmekte olup, Uganda’nın güneybatı yarısının tamâmını işgâl eder. Belli başlı Bantu grupları Ganda, Nicole, Toro, Nyoro, Soga, Gisu ve Kiga’dır. Nil yöresi halkları Uganda’nın kuzey iç kesiminde bulunur. Lango, Acholi ve Alur grupları bunların başlıcalarını teşkil ederler. Nil-Hami halkları kuzeydoğu Uganda’da mevcut olup, bunlardan Iteso ve Karamojong büyük ana grupları meydana getirirler. Sudanlı gruplar Uganda’nın kuzeybatı köşesinde yaşarlar. Bu grupların en büyüğü Lugbara’dır.
Uganda’da çok sayıda değişik kabile dilleri konuşulur. Mükemmel olmamakla birlikte aynı dil âilesindeki kabileler birbirleriyle anlaşabilmektedirler. Dört ana grup arasındaki anlaşma umumiyetle resmî dil olan İngilizce vasıtasıyla sağlanmaktadır.
Uganda halkının % 62’si Hıristiyan, % 6’sı Müslüman kalanı putperesttir. İlkokul çağındaki çocukların yaklaşık olarak yarısı okula devam etmekte olup, halkın % 25’i okuma-yazma bilmektedir. Ülkede bir üniversite, yüksek öğretmen okulları, bir teknik yüksek okul ve yüksek ticâret okulu mevcuttur.
Siyâsî Hayat
Uganda, Cumhûriyetle idâre edilen bir ülke olup, 10 eyâlet ve 34 kazâya ayrılmıştır. Yapılan askerî darbeler yüzünden 1967 târihli Anayasa askıya alınmıştır. Ülke Birleşmiş Milletlere,Afrika Birliği Teşkilâtına ve İngiliz Milletler Topluluğuna üyedir.
Ekonomi: Uganda ekonomisi tarıma dayanır. Yetiştirilen belli başlı yiyecek bitkileri muz, manyok, süpürgedarısı, mısır, yerfıstığı, susam ve fasulyedir. Ana ticâret bitkileri ülke ihracatının % 80’ini teşkil eden kahve ve pamuktur. Ayrıca çay ve tütün de ihrâcât maksadıyla yetiştirilir.
Uganda’da hayvancılık gelişmekte olup, ülkenin kuzeydoğusunda ve güneybatısında sığır, keçi ve koyun yetiştirilmektedir. Ülkenin büyük göllerinde ve baraj göllerinde balıkçılık ileri durumdadır.
Gıdâ, çimento, yapı malzemeleri ve tekstil ülkenin gelişmiş sanâyileridir. Turizm giderek gelişme kaydetmektedir.
Uganda karayollarının uzunluğu yaklaşık 28.332 km olup, bunun 2240 km’si asfalttır. Kampala ile Kenya’nın Mombasa şehri arasında işleyen demiryolu batıda Kasese’ye ve Kenya sınırındaki Tororo’dan Albert Nil’i yakınındaki Pakwach’a uzatılmıştır. Kompala’nın yakınlarında Entebbe’de milletlerarası havaalanı vardır.
UĞURBÖCEĞİ (Coccinella septempunctata)
Alm. Siebenpukt, Fr. Coccinellea’sept points, İng. Lady-bird. Familyası: Uğurböceğigiller (Coccinellidae). Yaşadığı yerler: Bitkiler üzerinde bulunurlar. Özellikleri: 3-10 mm uzunlukta, kubbemsi vücutlu, parlak renkli, benekli kınkanatlılar. Çeşitleri: 5000 kadar türü vardır. Yedi noktalı uğurböceği (C.septempunctata), iki noktalı uğurböceği (A.bipunctata) en meşhurlarıdır.
Kınkanatlılar takımından parlak renkli, vücudunun üst kısmı yarımküre şeklinde bir böcek. Başı küçük, antenlerin uçları hafif topuz şeklindedir. Larva ve erginleri bitkiler üzerinde yaşar. “Hanımböceği”, “Gelinböceği” veya “Uçuçböceği” olarak da bilinirler. Çoğu türleri kırmızı veya sarı zemin üzerine siyah beneklidir. Yedi noktalı ve iki noktalı uğurböcekleri kırmızı zemin üzerine siyah beneklidir. Siyah zemin üzerine kırmızı noktalı, kahverengi üzerine sarı noktalı veya tamâmen siyah görünümlü türleri de mevcuttur. Yalnız Avrupa’da 80 değişik türü vardır. Çoğunun larva ve erginleri etçil avcı olduğundan insanlar için faydalıdırlar. Yaprak bitleri ve başka küçük bitki zararlılarını yiyerek beslenirler. Birçok ülkede zirâî mücâdelede kullanılırlar. Buna rağmen bitkiyle beslenen birkaç türü de vardır. Meksika fasulyeböceği denilen bir çeşidi Kuzey Amerika’da önemli bir bitki zararlısıdır.
Uğurböcekleri bacak eklemlerinden pis bir koku saldıklarından, düşmanlarına kötü lezzetli olduklarını haber verirler. Erişkinlerin binlercesi bir araya gelerek çöp yığınları altında veya elverişli barınaklarda kış uykusuna yatarlar.
ABD’nin batı eyâletlerinde yaşayan uğurböcekleriyse kışı geçirmek için ovalardan dağlara çıkarlar. Kasımdan nisana kadar üzerinde uyuyacakları çalılara yerleşirler. Zirâî mücâdele ekipleri, kışın dağlara çıkarak uyuyan uğurböceklerini cam galonlara doldurarak soğuturlar. Herbiri 1500 kadar böcek alan cam galonlarda, hiçbir zarar görmeden aylarca alçak ısıda saklanabilirler. Gerektiğinde bitki zararlılarını yok etmek için çiftçilere dağıtılırlar. Normal ısıda aç olarak uyanan uğurböcekleri bitki zararlılarını avlamaya başlarlar.
Mayısta çiftleşerek, yumurtalarını 40-60 adetlik öbekler hâlinde yaprakların üzerine bırakırlar. Hava şartlarına bağlı olarak yumurtalardan 5-10 gün içinde larvalar çıkmaya başlar. Hareketli ve obur larvalar önlerine gelen her şeyin tadına bakarlar. Yaprak biti kolonilerine rastladıklarında ziyâfet hazır demektir. Yaprakbitlerinin uğurböceği tırtılından üç kat daha büyük oluşu sonucu değiştirmez. Yaprakbitlerini ısırarak vücut özsuyunu emerler. Kısa zamanda koloniyi tüketerek başka yapraklara geçerler. Bu oburlukları sonucu tırtıl hızla büyür.
Bâzan karıncalar tarafından korunan yaprak biti kolonilerine rastlarlar. Şekerli salgıları için yaprak bitlerini otlatan karıncalar, uğurböcekleri larvalarına karşı sürülerini korurlar. Bir uğurböceği tırtılı yaprak biti kolonisine yaklaştığında çoban karıncalar alarm verirler. Tırtılı kovmak için üzerine karınca asidi püskürtürler. Buna rağmen tırtıl kaçmaz. Büyük bir iştahla yaprak bitlerine saldırır. Bunun üzerine karıncalar formik asit püskürtmeye devam ederler ve larvayı ısırmaya başlarlar. Uğurböceği tırtılını yaprağın kenarına getirerek boşluğa atarlar. Amerika’daki bâzı karıncalar, yaprakbitlerini çok seven uğurböceği larvalarından korumak için onlara kartondan özel kafesler yaparlar.
Larvanın gelişmesi 4-6 hafta sürer. Koza dönemi de 10-14 gündür. Kozadan çıkan uğurböceğinin altın rengindeki kın kanatlarında önce benek bulunmaz. Hızla sağa sola hareket eder. Uygun bir yerde durarak kanat kapakçıklarını hafifçe yukarı kaldırır. Tâkibi harikulâde olan değişim şimdi başlar. Kapakçıklar altındaki tül inceliğinde kanatlar, kurumak için dışarı çıkar. Kapakçıkların rengi sarı veya kırmızıya dönüşmeye başlarken siyah noktaların yerleri de kararmaya başlar. Kısa bir zaman sonra kapakçıklar tabiî rengini alacak ve siyah benekler ortaya çıkacaktır. Ergin uğurböceği artık yaprakbiti kolonilerini avlamaya çıkabilir.
Her uğurböceği larvası 200-500 kadar yaprakbiti yer. Erginler larvalardan daha çok yerler. Bir uğurböceği hayâtında 3000’den fazla yaprakbitini yok eder.
Uğurböceklerinin de larva ve erginlerinin birçok düşmanı vardır. Birçok kuş ve böcek larvalara iştahla saldırır. Uğurböceğinin câzibeli rengini uzaktan fark eden çeşitli kuşlar, kertenkele ve fâreler de uğurböceklerini yok etmeye çalışırlar. Tehlikeyi fark eden ergin uğurböceği kendini yere atarak, pis bir sıvı salar ve ustalıkla ölü taklidi yapar. Bu şekilde düşmanının tâkibinden kurtulur.