TÜRKİYE SELÇUKLULARI
Oğuz Türklerinin Üçoklu Kınık Boyuna mensup Selçuklu hükümdar âilesinden Süleymân Şah tarafından Anadolu’da kurulan bir devlet. Malazgirt Zaferiyle Anadolu kapılarını Türklere açan mücâhid Sultan Muhammed Alparslan, muhârebeye katılan kumandan ve Türkmen reislerine Anadolu’yu Türkleştirme ve İslâmlaştırma vazîfesini verdi. Bunlardan Kutalmışoğlu Süleymân Şah, Selçuk Beyin oğlu Arslan Yabgu’nun torunu olup, Anadolu’daki fetih harekâtından sonra Antakya’dan Anadolu’ya girdi. 1074 senesinde Konya ve havâlisini mahallî Rum despotlarından alarak, fetihlere devamla İznik önlerine geldi. 1075 senesinde İznik’i fethederek, emrindeki kuvvetlerin merkezi yaptı. Böylece Türkiye Selçuklu Devletinin temeli atılmış oldu.
Süleymân Şâh, Bizans’ın merkezî ve mahallî tekfurlukları arasındaki çekişmelerden faydalanarak, bölgede hâkimiyetini kuvvetlendirdi. İznik’te yeni bir Türk devletinin kurulması, Anadolu’ya gelen Türkmenlerin birleşmesini temin edip, doğudaki Müslüman Türklerin büyük topluluklar hâlinde bölgeye gelmelerine sebep oldu. Bölgede Türk nüfûsunun artarak devletin kuvvetlenmesiyle; Bizans’ın kötü idâresi, bitmek bilmeyen iç harpler ve isyânlar sebebiyle perişân olan yerli halk da, Süleymân Şahın idâresinde huzur ve sükûna kavuştu. Bu sâyede Türkiye Selçuklu Devleti sağlam bir temele oturdu. Küfür karanlığından, İslâm nûrunun aydınlığında hürriyet ve adâlete kavuşan yerli halk, kısa zamanda seve seve Müslüman oldu. Çeşitli gâyelerle bölgeye gelen Türkmenleri emrinde birleştiren Kutalmışoğlu Süleymân Şah, Anadolu’da birlik ve hâkimiyetini kuvvetlendirmek, Fırat boylarında ve Kilikya taraflarında toplanmaya çalışan Ermeni gruplarına mâni olmak için harekete geçti. 1082 senesinde Çukurova’ya giden Süleymân Şah; Adana, Tarsus ve Misis dâhil bütün bölgeyi zaptetti. 1084’te Hıristiyanlardan Antakya’yı aldı. 1086’da Suriye Selçuklu Meliki Tutuş’la yaptığı muhârebede mağlup oldu ve savaş meydanında vefât etti. Oğulları, Selçuklu Sultanı Melikşâh’ın yanına gönderildi (Bkz. Süleymân Şah). Devlet bir müddet Süleymân Şahın İznik’te vekil bıraktığı Ebü’l-Kâsım tarafından idâre edildi.
Selçuklu Sultanı Melikşah’ın 1092’de vefâtından sonra İran’dan kaçarak gelen Kılıç Arslan İznik’te merâsimle karşılanıp, Türkiye Selçuklu tahtına çıkarıldı.
Birinci Kılıç Arslan tahta çıkar çıkmaz, devleti yeniden teşkilâtlandırdı. İznik’i mâmur bir hâle getirdi. İçte otoriteyi sağladıktan sonra hemen gazâ ve akınlara başladı. Marmara sâhillerine yerleşmeye uğraşan Bizanslıları bu bölgeden çıkardı. Batıyı emniyete aldıktan sonra doğuya yöneldi ve 1096 senesinde Malatya’yı kuşattı. Fakat bu sırada Haçlıların Batı Anadolu’ya girmesi üzerine, Kılıç arslan muhâsarayı kaldırıp sür’atle geri döndü.
Avrupa’daki meşhur imparator, kral, prens derebey ve şövalyelerin büyük bir taassupla katıldıkları Haçlı Seferlerinin ilki 1096-1099 seneleri arasında yapıldı. Birinci Kılıç Arslan, Haçlıları vur-kaç taktiğiyle imhâ etti. Ancak İznik elden çıktığı için Konya’yı pâyitaht yaptı. Bizans imparatoruyla antlaşma imzâladıktan sonra doğu fetihlerine başladı. 1103 senesinde Malatya’yı ele geçirdi. Daha sonra Musul’u da topraklarına kattı. Emir Çavlı, Artukoğlu İlgâzi ve Sûriye meliki Rıdvân’ın kuvvetleriyle Habur Nehri kenarında yaptığı muhârebede yenilerek nehre düşüp boğuldu (Bkz. Kılıç Arslan-I). Kılıç Arslan’ın büyük oğlu Musul Vâlisi Şehinşah, Emir Çavlı tarafından esir alınarak İsfehan’a götürüldü.
Kılıç Arslan’ın vefâtı ve oğlunun esâreti, Türkiye Selçuklularını çok sarstı. Düşmanları bunu fırsat bilerek ülke topraklarına saldırdılar. Bizanslılar, Batı Anadolu sâhillerini işgâle başladılar. Bu durum karşısında Türkler, İç Anadolu’ya doğru çekilmek zorunda kaldılar. 1110 senesinde esâretten kurtulan Şehinşah Konya’ya gelerek tahta geçti. Şehinşah’ın ve Kayseri emîri Hasan Beyin büyük gayretlerine rağmen, Bizanslıların zulmünden kaçan Batı Anadolu’daki Türklerin, Orta Anadolu yaylalarına çekilmesi durdurulamadı.
1116 senesinde Dânişmendliler, Sultan Şehinşah’ı tahttan indirip, Şehzâde Mes’ûd’u sultan îlân ettiler. Sultan Mes’ûd, Dânişmendli tahakkümünden kurtulmaya, Bizanslıları Anadolu’dan atmaya ve birliği sağlamaya çalıştı. 1182 senesinde Batı Seferine çıktı. Bu seferden sonra da doğuya seferler düzenledi. Bizanslılar, Türklerin Batı Anadolu’da ilerlemelerini durdurmak için İmparator Manuel komutasında bir orduyla Konya üzerine yürüdüler. Bu tehlikeli durum üzerine Sultan Mes’ûd’un oğlu Kılıç Arslan, Aksaray’da bir ordu hazırlayarak, Konya önündeki Bizans ordusunun karşısına çıktı. Bizans ordusunu pusu ve taarruzlarla 1145 senesinde ağır bir mağlûbiyete uğrattı.
Bu sırada İkinci Haçlı Seferiyle Anadolu’ya giren Avrupalılar da Türk mücâhitlerinin kılıçları önünde duramadı. Selçuklu ordusu, Haçlılar karşısında büyük başarılar elde etti. Bu zaferler, istikrar ve yükselme devrini tekrar başlattı. Halka, adâletle muâmele etmesi sebebiyle, Hıristiyanların bir çoğu, Bizans yerine Türk idâresine bağlandı. Birçok eser inşâ ettiren Sultan Mes’ûd, kırk yıl saltanatta kaldıktan sonra 1115 senesinde vefât etti. Yerine oğlu İkinci Kılıç Arslan tahta çıktı. İkinci Kılıç Arslan babasının yolunda giderek, büyük hamleler yaptı. Anadolu’nun siyâsî birliğini kurmaya, ekonomik ve kültürel yükselişini sağlamaya çalıştı. Doğu Seferine çıkarak devletin hudutlarını Fırat Nehrine kadar genişletti. Bizanslılar ve yardımcı kuvvetlere karşı 1176 Miriokefalon (Düzbel/Karamukbeli) Meydan Muhârebesini kazanarak Anadolu’yu yurt edinen Türklerin bölgeden atılamayacağını ispatladı. Akıncılarını, Batı Anadolu’nun fethiyle vazifelendirdi. 1182 senesinde Uluborlu, Kütahya veEskişehir havâlileri fethedildi. Denizli ve Antalya muhâsara edildi. Dânişmend arâzisi ve Çukurova zaptedildi.
Kazanılan zafer ve muvaffakiyetlerle siyâsî birlik ve hudut emniyeti sağlandı. İktisâdî ve kültürel yükselme başladı. Bir süre sonra Kılıç Arslan, mücâdeleyle geçen uzun saltanat senelerindeki yorgunluğu ve ihtiyârlığını mâzeret gösterip istirâhate çekildi. Sâhip olduğu toprakların idâresini on bir oğlu arasında taksim etti. Kendisi Konya’da büyük sultan olarak kaldı. Oğullarının her biri bir vilâyette idâreyi ele aldılar. Bu sırada Selâhaddîn Eyyûbî’nin Kudüs’ü zaptetmesi Üçüncü Haçlı Seferinin başlamasına sebep oldu. Anadolu’dan geçmeye çalışan kalabalık Haçlı ordusu, Şehzâdelerin mukâvemetiyle karşılaştılar. Yaptıkları çete harpleriyle Haçlı ordusuna büyük zâyiat verdirdiler. Fakat çok kalabalık olan Haçlıların bir kısmı Filistin’e ulaştı. (Bkz. Haçlı Seferleri)
İkinci Kılıç Arslan 1192 senesinde Konya’da vefât etti (Bkz. Kılıç Arslan-II). Yerine büyük oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev geçti. Fakat kardeşleri onun iktidarını kabul etmeyince aralarında saltanat mücâdelesi başladı. Tokat Meliki Rükneddîn Süleymân Şah, 1196 senesinde Konya’yı zaptetti ve saltanatını îlân etti. Birliği sağladıktan sonra Bizans’ı tekrar senelik vergiye bağladı. İç mücâdelelerden faydalanarak hudut tecâvüzlerine başlayan Ermenileri cezâlandırdı. Gürcüler, Saltukluların zayıflamasından istifâde ederek, Erzurum’a kadar gelince, Doğu Seferine çıktı. 1201 senesinde Saltuklu Devletine son verdi. Artuklular ve Mengücüklerden aldığı yardımla Erzurum’dan Gürcistan üzerine sefere çıktı. Sarıkamış yakınlarında Gürcü-Kıpçak ordusunun baskınına uğradı ve mağlup oldu. Tekrar Gürcistan Seferine çıktıysa da yolda hastalanarak 6 Temmuz 1204 târihinde vefât etti. Konya’da Künbedhâne’ye defnedildi. Yerine oğlu Üçüncü Kılıç Arslan geçti. Fakat çok geçmeden Gıyâseddîn Keyhüsrev, Türkmen beylerinin dâvetiyle küçük yaştaki yeğeni Kılıç Arslan’ın yerine, tekrar Türkiye Selçukluları sultânı oldu.
Gıyâseddîn Keyhüsrev, devletin hudutlarını emniyete almak için Bizanslılar ve Ermenilerle mücâdele etti. Dördüncü Haçlı Seferiyle (1204) İstanbul, Lâtinlerin hâkimiyetine geçti. Bizans Hanedânı Anadolu’ya kaçıp İznik ve Trabzon’da iki devlet kurdu. Bizanslılar, Karadeniz sâhillerine yerleşerek ticâret yolunu kapattılar. Gıyâseddîn Keyhüsrev ticâret yolunu açmak için 1206 senesinde sefere çıktı. Bizanslıları bu bölgeden atarak, Karadeniz yolunu açtı. Ertesi sene Akdeniz sâhillerine inerek Antalya’yı fethetti. Bu sırada akıncı beyleri Batı Anadolu’da birçok yeri aldılar. Bu fetihler İznik Bizanslılarını telaşlandırdı. Bizans ordusu ile 1211 senesinde Alaşehir’de yapılan muhârebede Selçuklu ordusu büyük zafer kazandı. Muhârebe bittikten sonra Gıyâseddîn Keyhüsrev, meydanı dolaşırken bir düşman askeri tarafından şehit edildi. Yerine oğlu İzzeddîn Keykâvus geçti.
İzzeddîn Keykâvus saltanatının ilk yıllarında taht mücâdelesini hâlletti. Daha çok iktisâdî meselelere memleketin îmârına ve kültür faâliyetlerine önem verdi. Kervansaray, câmi ve medreseler inşâ ettirdi. Verem hastalığına yakalanan İzzeddîn Keykâvus 1220 senesinde Viranşehir’de vefât etti. Sivas’ta inşâ ettirdiği Dârüşşifâ’nın yanındaki türbesine defnolundu. Yerine kardeşi Alâeddîn Keykubâd geçti.
Sultan Alâeddîn Keykubâd zamânı, Türkiye Selçuklularının en kudretli, en müreffeh ve en parlak devri olarak geçti. Anadolu’nun emniyeti için başta Konya, Kayseri ve Sivas olmak üzere şehirleri surlarla tahkim ettirdi. Moğol tehlikesine karşı hudutlarda tedbir aldı. Bu işleri sırasında fetihlere de devâm etti. Askerî ve ticârî ehemmiyeti büyük olan Kolonoras Kalesini muhâsara altına adı. 1221 senesinde kaleyi fethetti. Buraya, Sultanın ismine nispetle Alâiye denildi. Moğol tehlikesine karşı tahkim ve askerî tedbirler yanında diplomatik yola da başvurdu. Moğol Ögedey Kaana elçi gönderip sulh yaptı. Alâeddîn Keykubâd, saltanatı zamânnda Türkiye Selçuklu Devletini Moğol istilâ ve zulmünden korudu. Alâeddîn Keykubâd, 1 Haziran 1237 târihinde Kayseri’de vefât etti. Yerine İzzeddîn Kılıç Arslan’ı veliahd tâyin etmesine rağmen büyük oğlu Gıyâseddîn Keyhüsrev tahta geçti. (Bkz. Alâeddîn Keykubâd-I)
İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (1237-1246) Moğollara (Temmuz 1243) Kösedağ’da yenilince, devletin yıkımı başladı. Kösedağ bozgunundan, Anadolu Selçuklu Devletinin yıkılışına kadar olan devrede (1243-1308), Selçukluları büsbütün sindirmek için, Moğol faaliyet ve zulmü devam etti. 1259’da Kızılırmak hudut olmak üzere devletin ikiye ayrılması, 1262’de Karamanlıların isyan ederek Konya üzerine yürümeleri, 1276’da Moğollara karşı Hatıroğlu isyânı, 1277’de Mısır Memlûk Sultanı Baybars’ın Hatıroğlu’nu desteklemek için Anadolu’ya girip, Kayseri’ye kadar gelmesi, Karamanoğlu Mehmed Beyin 1277’de Konya’da yeni bir Sultanı tahta çıkarma teşebbüsüyle, Cimri hâdisesi gibi çeşitli siyâsî, iktisâdî ve sosyal çalkantılar meydana geldi. Anadolu Selçuklu Devletinin çöküşü başlayınca, Moğol zorbalığının önüne geçmek için Türk beyleri ve Anadolu ahâlisinin yer yer mücâdelesi görüldü. Çökmekte olan Anadolu Selçuklu Devletinin yıkıntıları üzerinde çeşitli Oğuz boyları, Türkmen beyleri ve kumandanlar, beylikler kurmaya başladı. Bu beyliklerden, Bizans hududunda kurulan Osmanlı Beyliğinin Batı Hıristiyan âlemine karşı açık fütûhat cephesiyle diğerlerinden farklı stratejik mevkide bulunması, o istikâmette süratle genişleme imkânı bulduğu gibi, dar ve sıkışık beyliklerin reisleri yerine göre dostça, bâzan baskı yaparak bütün Anadolu’yu kendi idâresinde toplamasını, 20. yüzyılın başlarına kadar üç kıtaya hâkim olmasını sağladı. (Bkz. Osmanlı Devleti)
Türkiye Selçuklu Devleti arâzisi üzerinde Moğollar, Haçlı istilâ harekâtı neticesi gibi korkunç katliam, yıkım ve dehşet saçıcı hâdiseler bırakarak, bölgeyi işgâl ettiler. Moğol istilâsıyla Türkiye Selçuklu Devleti, 14. yüzyılın başında yıkıldı. Anadolu Moğol kontrolüne girdiyse de, 14. yüzyıldan sonra bölgede Osmanlı hâkimiyeti başlayıp, Haçlılar ve Moğolların açtığı yaraları kapamaya çalıştı.
Türkiye Selçuklularını Oğuzların Üç Oklar kolunun Kınık Boyuna mensup Selçuklular kurup idâre ettiler. Devlet teşkilâtı sağlam bir esâsa sâhipti. Türkiye Selçukluları; Karahanlı, Büyük Selçuklu ve Abbâsîlerin yanında diğer Türk ve İslâm devletlerinin teşkilâtlarından da geniş ölçüde faydalandılar. Bunları mükemmel bir şekilde kendi bünyelerine uydurdular. Sultanlar, devletin idâresinde hissedilen ihtiyaçlara göre teşkilâtlarını genişlettiler ve zaman zaman da yenileme yollarına gittiler. Devletin, hânedân âzâları arasında taksim edilmesinin; bölünmeye ve saltanat mücâdelesine sebep olduğu görüldü. İkinci Kılıç Arslan’dan sonra merkeziyetçilik geliştirildi.
Devlet, önceki Türk hâkimiyetlerinde olduğu gibi hânedânın müşterek mes’ûliyeti altındaydı. Devleti idâre eden hükümdârın ise, hânedân mensubu olması şarttı. İsimleri Türkçe ve İslâmî idi. Ayrıca halîfe ve âlimler tarafından künye ve lakablar verilirdi. Tahta yeni çıkan sultanlar, halîfeye hükümdârlıklarını tasdik ettirirler, adlarına para bastırır ve hutbe okuturlardı. Muhârebelerde veya herhangi bir gezide hâkimiyet alâmeti olarak sultanların başları üstünde atlastan veya altın işlemeli kadifeden yapılmış bir çetr (şemsiye) tutulur, dâimâ yanında hazır bulunan kös, sultanın kapısında günde beş defâ növbet çalardı. Vilâyetlerdeki meliklerin günde üç növbet çaldırma hakları vardı. Sultanlar, haftanın muayyen günlerinde devlet erkânını ve emirleri, huzuruna kabul eder ve onların görüşlerini alırlardı. Sultan; iktâların tevzii, kâdı (hâkim)ların tâyini, devlete bağlı beylik ve sultanların başına geçenlerin tâyinini tasdik eder, hükûmete karşı işlenen cürümlerle meşgul yüksek mahkemeye de başkanlık ederdi. Devletin mutlak sûretle idâresi, birinci derecede sultana âit olmakla birlikte, bizzat kendisi, mevcut kânunlara uyardı. Sultan, adâlet mekanizmasının sıhhatli olması için, haftada iki gün halkın derdini dinlerdi.
Sultanlar sarayda otururdu. Sarayda; Hacibü’l-Hüccab, Üstâdüddâr, Silahdâr, Emîr-i Alem, Câmedâr, Şarabdâr (meşrubatçı), Taştâr veya Âbdâr, Emîr-i Çaşnigîr, Emîr-i Ahur, Emir-i Şikâr, Emir-i Devât, Emir-i Mahfil, Serheng-Nedim, Musahip vazife yapardı. Bunlar, sultanın en emniyetli adamları arasından seçilir ve bu vazifelerden her birinin emrinde askerî kıt’alar bulunurdu.
Ordu; Gulâmân-ı saray, hassa ordusu, hânedâna mensup meliklerin kuvvetleri, Türkmen kuvvetleri, tâbi kuvvetler, ücretli askerler ve donanmadan müteşekkildi. Ordunun ve idârenin esâsını, mahallinde çiftçilerin ödediği vergilerle beslenen Türk iktâ askerleri teşkil ederdi. Orduda dînî vazifeleri görmek ve gazâ rûhunu canlı tutmak maksadıyla âlim, derviş ve mutasavvıflar bulunurdu. Silâh olarak, ok, yay, kılıç, kargı, çomak, gürz, mızrak, topuz, nacak, mancınık, merdiven, seyyar kule kullanılırdı. Ordudaki birlikler muhtelif bayrak, tuğ ve alem taşırlardı.
Türkiye Selçuklularında şer’î dâvâlara her şehirde bulunan kâdılar bakardı. Konya’da oturan baş kâdıya Kâdı’l-kudât denirdi. Bu kâdılar, tereke, hayrat işleri ve vakıfların idâresine bakarlardı. Selçuklularda örfî dâvâlara bakan mahkemeler de bulunurdu. Bu mahkemeler, âsâyiş, devlet emirlerine itâatsizlik ve siyâsî suçlar gibi dâvâlara bakardı. Bu örfî mahkemelerin başında emîr-i dâd bulunurdu. Kâdıların verdikleri hükme müdâhale edilemezdi. Ancak yanlış verilen bir hüküm olursa, diğer kâdılar tarafından altı imzâlanarak sultana arz edilirdi. Kâdıların yüksek medrese tahsili görmüş, İslâm ahlâkıyla ahlâklanmış olması şarttı. Müftîler, Hanefî mezhebine göre fetvâ verirlerdi. Ehl-i sünnet îtikâdında olan halkın çoğu Hanefî, bir kısmı Şâfiî ve pek azı da diğer iki hak mezhebden idi.
Türkiye Selçukluları sultanları kültür ve medeniyet hizmeti için ilme ve âlimlere kıymet verdiler. Bir ilim ocağı olan medreselerde eğitim ve öğretim ücretsizdi. Vakıf gelirleri, onların geçimini temin ederdi. Medreselerde İslâm ilimlerinden; ilm-i tefsîr, ilm-i üsûl-i hadîs, ilm-i hadîs, ilm-i usûl-i kelâm, ilm-i kelâm, ilm-i usûl-i fıkıh, ilm-i fıkıh, ilm-i tasavvuf yanında, matematik, astronomi, tıp ve felsefe gibi fen bilgileri de öğretilirdi. Umûmiyetle, medresenin yanında dârüşşifâ denilen hastahâne, câmi, kütüphâne, zâviye, kervansaray, imâret de bulunurdu. Bunlar da birer, ilim ve irfân yuvasıydı. İslâm ülkelerinden birçok âlim, Anadolu’daki ilim yuvalarına gelip ders verdiler. Başta sultan olmak üzere devlet adamlarından ve ahâliden iyi muâmele gördüler. Türkiye Selçuklu Devletini, ilim ve irfân yuvası hâline getiren kıymetli İslâm âlimlerinin arasında; Şihâbüddîn-i Sühreverdî, Necmeddîn-i Râzî, Şeyh-i Ekber Muhyiddîn-i Arabî, Ahmed Fakîh, Mevlânâ Celâleddîn, Muhammed Rûmî, Hâcı Bektaş-ı Velî, Sadreddîn-i Konevî, Safiyyeddîn Muhammed Urmevî, Sirâcüddîn Mahmûd Urmevî, İzzeddîn Urmevî, Celâleddîn Habîb, Sâdeddîn-i Fergânî, Fahreddîn Irakî, Kâdı Burhâneddîn, Kutbeddîn-i Şîrâzî, Ahî Evren, Evhadüddîn Ebû Hâmid Kirmânî, Şems-i Tebrîzî, Muhammed Behâüddîn Veled, Seyyid Burhâneddîn Muhakkık Tirmizî, Şeyh Hüsâmeddîn Çelebi, Mevlânâ Muhyiddîn Kayserî, Şeyh Edebâlî, İbn-i Türkmânî, İbrâhim-i Hemedânî, Cemâleddîn-i Aksarâyî gibi devrin en seçkin âlimleri vardı.
Âlimlerin ders verip, eser yazdıkları müesseselerin en meşhurları şunlardır: Konya’da: Karatay Medresesi, Atabekiyye Medresesi, Akşehir Medresesi, İnce Minâre Dâr-ül-huffâzı, Sırçalı Medrese, Altunaba Medresesi, Dâr-üş-şifâ-ı Alâî; Kayseri’de: Sâhibiyye Medresesi, Sirâceddîn Medresesi, Şifâiyye Gıyâsiyye Medresesi, Hunat Hâtun Medresesi; Aksaray’da: Zinciriyye Medresesi; Sivas’ta: Dâr-üş-şifâ, Gök Medrese, Çifte Minâre Medresesi, Burûciye Medresesi; Erzurum’da: Yâkutiye Medresesi, Çifte Minâre Medresesi.
Anadolu’da Türkmenler, Türkçe konuşup, sözlü ve yazılı edebiyât eserleri meydana getirdiler. Dînî ve bâzı edebî eserlerde Arapça ve Farsça kullanılırdı. Halkın büyük çoğunluğu Türkçe konuşurdu. Daha sonraları Türkçe, edebiyât dili hâlini aldı. Ahmed Fakîh, Hoca Dehhânî, Hoca Mes’ûd, Yûnus Emre, Türkçe şiirler söyleyip yazdılar. Yûnus Emre, şiirdeki büyük kudreti ve tasavvuf aşkıyla Türkçenin en güzel, en iyi örneklerini verdi. Göçebeler arasında Oğuznâme ve Dede Korkud destanlarıyla gâziler arasında çok rağbet bulan Dânişmendnâme ve Battalnâme bu devirde sözlü edebiyâttan yazılı edebiyâta intikâl etti. Celâleddîn-i Rûmî ve oğlu Sultan Veled, insanlara doğru yolu gösteren ve nasîhat veren eserlerini Farsça yanında Türkçeyle de yazdılar.
Türkiye Selçukluları, Anadolu’yu Müslüman ve gayri müslim kavimler arasında bir köprü hâline getirdiler. Dünyâ ticâret yollarını açıp, tedbirler aldılar. Ticârî münâsebetleri zorlaştıran engelleri kaldırıp, ülkenin birçok yerinde kervansaraylar yaptırdılar. Yolcuların buralarda, hayvanları ile birlikte üç gün ücretsiz kalma ve yemek yeme hakları vardı. Buralara gelen, müslim ve gayri müslim, zengin-fakir, hür-köle bütün misâfirlere aynı yemek verilmesi ve eşit muâmele yapılması esastı. Kervansaraylar ve hanlar bir külliye hâlinde olup, hepsinin câmi ve kütüphânesi vardı.
Türkiye Selçukluları Sultanları |
Tahta Geçişi |
Kutalmışoğlu Süleymân Şah |
1076 |
Ebü’l-Kâsım’ın nâibliği |
1086 |
Birinci Kılıç Arslan |
1092 |
Fetret Devri |
1107-1110 |
Şehinşah (Melikşah) |
1110 |
Birinci Rükneddîn Mes’ûd |
1116 |
İkinci Kılıç Arslan |
1155 |
Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (Birinci hük.) |
1192 |
Rükneddîn Süleymân Şah |
1196 |
Üçüncü Kılıç Arslan |
1204 |
Birinci Gıyâseddîn Keyhüsrev (İkinci hük.) |
1205 |
Birinci İzzeddîn Keykâvus |
1211 |
Birinci Alâeddîn Keykubâd |
1220 |
İkinci Gıyâseddîn Keyhüsrev |
1237 |
İkinci İzzeddîn Keykâvus |
1246 |
Ortak İktidar |
1249-1254 |
Birinci Keykâvus |
1254 |
Dördüncü Kılıç Arslan (Ülkenin bir bölümünde) |
1257 |
Üçüncü Gıyâseddîn Keyhüsrev |
1266 |
İkinci Gıyâseddîn Mes’ûd (Birinci hük.) |
1284 |
Saltanat mücâdelesi |
1296-1298 |
Üçüncü Alâeddîn Keykubâd |
1298 |
İkinci Gıyâseddîn Mes’ûd (İkinci hük.) |
1302 |
Beşinci Kılıç Arslan |
1310 |
Moğol Vâlisi Timurtaş’ın Türkiye Selçukluları saltanatına son vermesi |
1318 |
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ (TBMM)
Türk milletinin hâkimiyet, yâni sâhipliğini temsil eden her türlü yasama yetkisine sâhip meclis. En yüksek kamu gücü olan TBMM bütün yetkilerini Anayasa’dan alır. 7 Kasım 1982’de halk oyu (referandum) ile kabul edilen Türkiye Cumhûriyeti Anayasası’na göre, 450 milletvekilinden meydana gelir. Anayasanın ilk şeklinde 400 olan milletvekîli sayısı, 1987’de yapılan Anayasa değişikliğiyle, 1961 Anayasasında olduğu gibi 450 olarak belirlenmiştir.
Târihi: Birinci Meşrûtiyetin îlânından sonra, daha önce hazırlanıp îlân edilen tâlimât-ı muvakkateye (geçici tâlimâta) göre yapılan seçimler netîcesinde ilk meclis 20 Mart 1877’de Meclis-i Umûmi-yi Millî adıyla toplanmıştır. Kânûn-i Esâsiye (Anayasaya) göre Meclis-i Umûmî pâdişâh tarafından tâyin edilen 40 üyelik bir Âyân Meclisiyle, her 50.000 kişi için bir üye olmak üzere halk tarafından seçilen Meclis-i Meb’ûsandan meydana geliyordu. Yasama kuvvetinin yürütüldüğü ilk Meclis-i Umûmîde 69’u Müslüman, 46’sı gayri müslim 115 kişi halk tarafından, 40 yerine 26’sı tâyin edilen Âyân Meclisinde üyelerin % 56’sı okuma-yazma bilmiyordu.
Meclisteki milletvekillerinin durumları, ilk günden îtibâren azınlıkların devlet kurmaları için yaptıkları mücâdeleler, verimsiz çalışmalar meclisten arzu edilen faydayı ortaya koyamamıştı. Bunun üzerine 1876 Kânûn-i Esâsî’nin kendisine verdiği hakka dayanarak Sultân Abdülhamîd Han meclisi tâtil etmişti (28 Haziran 1877). Tatil oluncaya kadar meclis elli altı toplantı yapmış, bundan sonra İkinci Meşrûtiyetin îlânına kadar meclis bir daha toplanamamıştı.
1908 yılında İkinci Meşrûtiyetin îlânından sonra yapılan seçimlerde İttihât Terakkî Partisi mecliste çoğunluğu sağladı. Birinci Dünyâ Harbinden sonra meclis feshedilinceye kadar açık kaldı.
Yeni Türk Devletinin ilk meclisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Nisan 1920’de açıldı. Bu mecliste 20 Ocak 1921 günü ilk Anayasa, daha sonra 1924 Teşkilât-ı Esâsiye kabul edildi. 27 Mayıs 1960 yılında yapılan ihtilâlle 1924 Anayasası kaldırılarak 1961 Anayasası kabul edilmiştir. Bu anayasaya göre meclis, Senato ve Millet Meclisinden meydana geliyordu.
12 Eylül 1980 târihindeki askerî müdâhaleyle 1961 Anayasası kaldırılmış, 1982 Anayasası, 7 Kasım 1982 târihinde halk oyuna sunularak kabul edilmiştir. 1982 Anayasası tek meclis sistemini getirmiş, Senato kaldırılmıştır.
TBMM’nin görev ve yetkileri: Kânun koymak, değiştirmek ve kaldırmaktır. Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek, Bakanlar Kuruluna belli konularda kânun hükmünde kararnâme çıkarmak yetkisi vermek, bütçe ve hesap kânun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek. Para basılmasına ve savaş îlânına karar vermek, Milletlerarası antlaşmaları uygun bulmak. Genel ve özel af îlânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezâlarının infâzına karar vermek. Türk Silahlı Kuvvetlerinin yabancı ülkelere gönderilmesine veya yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunmasına izin vermek.
TBMM’nin kuruluşu: Türkiye Büyük Millet Meclisi, millet tarafından genel oyla seçilen 450 milletvekilinden meydana gelir. Seçimler 5 yılda bir yapılır. Meclis bu beş yıllık süre dolmadan seçimin yenilenmesinde karar verebileceği gibi, Anayasada belirtilen şartlar altında Cumhurbaşkanınca verilecek karâra göre de seçimler yenilenebilir. Süresi biten milletvekilleri yeniden seçilebilir. Yenilenmesine karar verilen meclisin yetkileri, yeni meclisin seçilmesine kadar devâm eder.
Otuz yaşını dolduran her Türk seçilme şartlarını taşıyorsa, milletvekili olabilir. Türkiye’de oturup Türk vatandaşı olmayanların milletvekili seçilebilmelerine imkân yoktur. Bundan başka milletvekili seçilmesine engel olabilecek başka şartlar da vardır. Bunların başında ilkokul diploması olmamak (1961 Anayasasına göre, okuma-yazma bilmek yeterli oluyordu), askerlik hizmetlerini yapmamış olmak, ağır hapis cezâsıyla kesin hüküm giymiş bulunmak gelir. Bir de hâkim ve savcılar, yüksek yargı organları mensupları, yüksek öğretim kurulu üyeleri, kamu kurumu ve kuruluşların me’mur statüsündeki görevlileri, yaptıkları hizmet bakımından işçi niteliği taşımayan diğer kamu görevlileri, silahlı kuvvetler mensupları. Bunlar görevlerinden çekilmedikçe aday olamazlar, milletvekili seçilemezler (Anayasa m.76).
TBMM üyeleri: Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler. TBMM üyeleri, meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden, meclis tarafından başka bir karar alınmadıkça, bunları meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar. Seçimlerden önce veya sonra suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, meclis kararı olmadıkça tutuklanamaz, sorguya çekilemez ve yargılanamaz.
TBMM’nin faaliyetleri: TBMM her yıl Eylül ayının ilk günü kendiliğinden toplanır. Meclis bir yasama yılında en çok üç ay tâtil yapabilir. Ara verme veya tâtil sırasında, doğrudan doğruya veya Bakanlar Kurulunun isteği üzerine, Cumhurbaşkanınca toplantıya çağrılır. Meclis Başkanı da, ya doğrudan doğruya veya üyelerin beşte birinin yazılı isteği üzerine, meclisi toplantıya çağırır. Araverme veya tâtil sırasında toplanan TBMM’de öncelikle bu toplantıyı gerektiren konu görüşülmeden ara verme veya tâtile devâm edilmez.
TBMM, çalışmalarını, kendi yaptığı içtüzük hükümlerine göre yürütür. Başka bir hüküm yoksa, TBMM, üye tam sayısının en az üçte biriyle toplanır. Toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir. Ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tam sayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.
Bakanlar Kurulu üyeleri TBMM’nin katılamadıkları oturumlarında kendileri yerine oy kullanmak üzere bir bakana yetki verebilirler. Ancak bir bakan kendi oyu ile ancak iki oy kullanabilir. TBMM genel kurulundaki görüşmeler açıktır. Tutanak dergisinde de tam olarak yayınlanır. Oturumun gizli yapılmasına meclis karar alabilir. O zaman görüşmeler gizli yapılır.
TBMM’de Millet Meclisi, Cumhûriyet Senatosu, Temsilciler Meclisi ve Danışma Meclisine başkanlık yapmış olanların listesi:
TBMM Başkanları
M. Kemal Atatürk |
24 Nisan 1920-29 Ekim 1923 |
Ali Fethi Okyar |
1 Kasım 1923-22 Kasım 1924 |
Kazım Özalp |
26 Kasım 1924-1 Mart 1935 |
M. Abdülhalık Renda |
1 Mart 1935-5 Ağustos 1946 |
Kazım Karabekir |
5 Ağustos 1946-26 Ocak 1948 |
Ali Fuad Cebesoy |
30 Ocak 1948-1 Kasım 1948 |
Şükrü Saraçoğlu |
1 Kasım 1948-22 Mayıs 1950 |
Refik Koraltan |
22 Mayıs 1950-27 Mayıs 1960 |
Millet Meclisi Başkanları
Fuat Sirmen |
1 Kasım 1961-22 Ekim 1965 |
Ferruh Bozbeyli |
22 Ekim 1965-1 Kasım 1970 |
Sabit Osman Avcı |
26 Kasım 1970-24 ekim 1973 |
Kemal Güven |
18 Aralık 1973-17 Haziran 1977 |
Cahit Karakaş |
17 Kasım 1977-12 Eylül 1980 |
Necmettin Karaduman |
4 Aralık 1983-24 Aralık 1987 |
Yıldırım Akbulut |
24 Aralık 1987-9 Kasım 1989 |
Kaya Erdem |
23 Kasım 1989-1 Kasım 1991 |
Hüsameddin Cindoruk |
14 Kasım 1991 |
Cumhûriyet Senatosu Başkanları
Suat Hayri Ürgüplü |
28 Ekim 1961-1 Kasım 1963 |
Enver Aka |
1 Kasım 1963-1 Kasım 1965 |
İ. Şevki Atasagun |
2 Aralık 1965-19 Kasım 1970 |
Tekin Arıburun |
19 Kasım 1970-14 Haziran 1977 |
Sırrı Atalay |
16 Haziran 1977-6 Kasım 1979 |
İ. Sabri Çağlayangil |
6 Kasım 1979-12 Eylül 1980 |
Temsilciler Meclisi Başkanı
Kazım Orbay |
9 Ocak 1961-26 Ekim 1961 |
Danışma Meclisi Başkanı
Sadi Irmak |
27 Ekim 1981 - 5 Aralık 1983 |
TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ (TOBB)
Alm. Verein der Türkischen Kammer und Börsen, Fr. Union Turque des Chambres et des Bourses, İng. Türkish Union of Chambers and stock Exchanges. Türkiye Ticâret, Sanâyi, Deniz Ticâret Odaları ve Ticâret Borsalarının birleşmesiyle, özel kanunla kurulmuş, tüzel kişiliğe sâhip, kamu kurumu niteliğinde meslekî üst kuruluş.
Mart 1950 târih ve 5590 sayılı kânunda belirtilen esaslara göre, o târihte mevcut olan oda ve borsaların yetkilileri Şubat 1952’de bir araya gelerek teşkil ettikleri genel kurulla Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği resmen kuruldu. Kuruluşun yapısıyla ilgili olarak 1981, 1986 ve 1988’de yeni kanûnî düzenlemeler yapıldı. Odalar ve borsalar arasındaki birlik ve dayanışmayı sağlamak ve bunların genel meslek çıkarlarına uygun olarak gelişmelerine yardımcı olmak gâyesiyle kurulan, birlik, ekonomik durumla ilgili raporlar hazırlar, hükûmet tarafından verilen vazîfeleri yürütür, TBMM Komisyonları ve bakanlıklarca istenen bilgi ve görüşleri verir, oda ve borsaların kendi aralarında veya bir oda ile bir borsa arasında çıkan anlaşmazlıkları çözmeye çalışır, Milletlerarası Ticâret Odasının (ICC) Türkiye Milli Komitesini teşkil deer ve çalıştırır, yabancı ticâret ve sanâyi odalarının vekillik, temsilcilik ve muhabirliğini yapar, milletlerarası meslekî toplantılara katılır, millî ve milletlerarası sergi ve fuarlara katılır. Türkiye Ticâret Sicili Gazetesi’ni de çıkaran Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Organize Sanâyi bölgeleri kurar veya kurulmuş olanlara katılır, gerektiğinde yurtdışında temsilcilikler ve irtibat büroları kurar. Devlet Plânlama Teşkilâtının (DPT) çeşitli komisyonlarında devamlı olarak temsilci bulundurur, Millî Prodüktivite Merkezi, Türk Standartları Enstitüsü, İhrâcâtı Geliştirme Merkezi, Basın Îlân Kurumu, TÜBİTAK, OYAK, Türkiye Sanâyi Sevk ve İdâre Enstitüsü, İşletme İktisâdî Enstitüsü gibi kuruluşların faaliyetlerine de katılır.
Ayrıca TC Merkez Bankası, Umûmî Mağazalar TAŞ, Aspilsan, İstanbul Dünya Ticâret Merkezi, Mersin ve Antalya serbest bölgelerinde iştirakleri vardır. İktisâdî Kalkınma Vakfı, İktisâdî Araştırmalar Vakfı, Türk Tanıtma Vakfı gibi Vakıfların faaliyetlerinde de etkilidir.
Bünyesinde 150 ticâret ve sanâyi odası, 60 ticâret odası, 11 sanâyi odası, 2 deniz ticâret odası ve 66 ticâret borsası bulunan Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin toplam üye sayısı 650-700.000 civârındadır. Günlük Türkiye Ticâret Sicili Gazetesi, haftalık Türkiye İktisat Gazetesi, aylık Uluslararası Ticâret Odası Türkiye Millî Komitesi Bülteni, Üç aylık Ekonomik Rapor ile yıllık İktisâdî Rapor gibi süreli yayınlarla, tertiplenen toplantıların ve Seminerlerin raporlarını ve çeşitli araştırmaları kitap veya broşür olarak yayınlamaktadır.
TÜRKİYE RADYO VE TELEVİZYON KURUMU (TRT)
Devlet adına ülkenin çeşitli yerlerinde radyo ve televizyon verici istasyonları ve tesisleri kurmak, işletmek, yurt içinde ve yurt dışında eğitici ve eğlendirici yayınlar yapmak, yabancı ve milletlerarası radyo ve televizyon kuruluşlarıyla münâsebetleri sağlamak gâyesiyle kurulmuş, tüzel kişiliği olan tarafsız kamu kuruluşu.
Dünyâda radyo yayıncılığı 1920’li yıllarda başladı. Türkiye’de ise ilk radyo yayını 6 Mayıs 1927 târihinde yapıldı. Yabancı Ortaklı Türk Telsiz Telefon Anonim Şirketi adıyla kurulan bir özel şirket radyo yayıncılığını üstlendi. Bu şirkete verilen işletme yetkisiyle Ankara ve İstanbul’da telsiz telgraf istasyonları olarak 5’er kW gücünde vericiler kuruldu ve yayına geçildi.Radyo yayınları bu vericilerden yapıldı. Şirket tarafından sürdürülen bu radyo yayıncılığı 10 yıl devam etti. Verici gücünün arttırılmaması ve yayın kalitesinin düşük olması sebebiyle, hükûmet işletme yetkisini 1936’da şirketten alıp bir devlet kuruluşu olan PTT’ye verdi. BöyleceDevlet Radyoculuğu dönemine geçilmiş oldu. Ülke içinde uzun dalgadan yayın yapacak 120 kW gücünde bir vericiyle, kısa dalgadan yurt dışına yayın yapacak 20 kW gücünde iki vericinin yapımına başlandı. Bu vericiler 28 Ekim 1938’de yayına geçti. Bu târihte Ankara Radyosu resmen açıldı.
PTT 1938-1940 seneleri arasında vericilerin gücünü arttırmakla birlikte yayın kalitesini yükseltemedi. Radyo yayınlarının idâresi 1940’ta Matbuat Umum Müdürlüğüne bırakıldı. 1949’da orta dalga üzerinden yayın yapacak 150 kW gücündeki İstanbul vericisinin eklenmesiyle yayınların toplam gücü 300 kW’ye ulaştı. Radyo yayınları Türkiye’nin yüzde 25’inde dinlenebilir hâle geldi. 1950’de 100 kW gücünde İkinci bir kısa dalga vericisi yayına geçti. 1960’tan sonra Ankara, İstanbul, İzmir, Antalya, Gaziantep, Kars ve Van’da il radyoları yayına başladı. Ayrıca 1 kW gücündeki Erzurum, Diyarbakır ve İskenderun radyoları kuruldu.
1961 Anayasasında radyo ve televizyon yayınlarının idâresinin özerk ve tarafsız bir kamu iktisâdî kuruluşuna verilmesi hükmü yer aldı. Bu Anayasa uyarınca 1 Mayıs 1964 târih ve 359 sayılı kânunla Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) kuruldu. İlk genel müdürlüğüne de yönetim kurulunca oybirliğiyle Adnan Öztrak seçildi. TRT kuruluşuyla birlikte dışa açılmaya da başladı. Avrupa Yayın Birliği EBU’nun 19-22 Haziran 1964’te Viyana’da yapılan genel kurul toplantısına ilk defâ TRT olarak katılındı. TRT aynı yıl 9 Ekimde Asya Yayın Birliği ABU’ya aktif üye oldu.
Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı döneminde (1963-67) radyo yayınlarının toplam verici gücü 527 kW’ye ulaştı. Böylece Türkiye’nin yaklaşık % 40’ında radyo yayınları dinlenebilir hâle geldi.
1967’de 100’er kW gücündeki Erzurum ve İzmir, 300’er kW gücündeki Mersin ve Diyarbakır vericilerinin yanı sıra 250 kW gücündeki yurtdışı kısa dalga vericisinin yayına geçmesiyle toplam verici gücü 727 kW’ye yükseldi. İkinci beş yıllık kalkınma plânı döneminde (1968-72) Antalya’da 600 kW gücünde bir bölge radyosu yayına başladı. İstanbul’da ülkenin hemen her yerinden dinlenebilecek 1200 kW gücündeki bir verici yayına geçti.
Radyo yayıncılığından sonra televizyon yayıncılığı husûsunda da çalışmalara başlayan TRT teknik personel alımına başladı, Yetiştirilmek üzere Almanya’ya personel gönderdi. AFC’nin bağışladığı teknik donanımla 5 kW gücündeki bir vericiyle 31 Ocak 1968 günü TRT Ankara Televizyonu deneme yayınlarına başladı. Böylece Türkiye’de televizyon yayıncılığında da ilk adım atılmış oldu. 1969 yılında İnsanın aya ilk ayak basışıyla ilgili olarak yayınlanan filim binlerce kişi tarafından merakla seyredildi. Bir müddet deneme niteliğinde yapılan televizyon yayınları İTÜ vericisinden ve PTT’nin radyolink bağlantısından faydalanılarak İstanbul’da da tâkip edilebildi.
İzmir Televizyonu 7 Eylül 1970, İstanbul Televizyonu 30 Ağustos 1971 târihinde yayına başladı. 1971’deki anayasa değişiklikleri sırasında TRT’nin özerkliği kaldırıldı. Kurum, tarafsız bir kamu iktisâdî kuruluşu olarak yeniden düzenlendi.
Bu doğrultuda Şubat 1972’de TRT Kânununda yapılan değişiklikle kurum siyâsî iktidara daha bağımlı hâle geldi. 1972 yılında TRT Eurovision bağlantısına katıldı. 1973 yılında Türkiye-İtalya millî maçı ilk defâ Eurovision aracılığıyla naklen yayınlandı.
Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı döneminde (1973-1977) radyo yayınlarının toplam verici gücü 4635 kW’ye yükseldi. Böylece, radyo yayınları Türkiye nüfûsunun % 87,5’ine ülke alanında % 79’una ulaşabilir hâle geldi. 1974 senesinde merkez, bölge ve il radyolarının birleştirilmesiyle TRT 1, TRT 2 ve TRT3 radyoları teşkil edildi. Televizyon verici sayısı da arttırıldı. 1977 senesi sonunda toplanan televizyon verici gücü 1417 kW’ye, verici sayısı ise 26’sı ana verici olmak üzere 58’e ulaştı. Böylece televizyon yayınları ülke alanının % 60’ında seyredilebilir duruma geldi.
Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Plânı döneminde (1979-83) FM(Frekans Modülasyon) radyolarının geliştirilmesine ağırlık verildi. Bu dönemin sonunda TRT 1 ve TRT 2’nin toplam verici istasyon sayısı 14’e; verici gücü 4578 kW’ye ulaştı. TRT 3 adıyla yayın yapan FM vericilerinin sayısı ise 27’ye; toplam güçleri de 960 kW’ye yükseldi. TRT’nin yurt dışına yayın yapan radyo verici gücü 1750 kW’ye; verici sayısı 5’e çıktı. 1982’de kademeli olarak renkli televizyon yayını başlatıldı. 1983 senesi sonuna kadar televizyon verici gücü altı kat artarak 1935 kW’ye verici sayısı ise 34’ü ana verici olmak üzere 199’a yükseldi. Böylece televizyon yayınları ülke alanının % 80’inde, nüfûsun % 91’i tarafından tâkip edilebilir duruma geldi. 1 Temmuz 1984’te tamâmen renkli televizyon yayınına geçildi.
1982 anayasasında yer alan hükümler doğrultusunda çıkarılan yeni Türkiye Radyo ve Televizyon Kânunu 1984 senesi başında yürürlüğe girdi. Yalnız TRT’yi değil, diğer radyo ve televizyon yayınları ile öteki bütün elektronik yayınları da düzenlemeyi hedef alan kânunla TRT dışında bir üst kurul olan Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulu teşkil edildi. Toplam 12 üyeden meydana gelen bu kurulun üyelerinin sekizinin Cumhurbaşkanı, dördünün de hükûmet tarafından tâyin edilmesi öngörülüyordu. Görünüşte radyo ve televizyon yayınlarını siyâsî iktidarların denetiminden korumayı hedefleyen bu düzenlemeye rağmen, hükûmetlerin yayınlardaki ağırlığı büyük tenkitlere sebep olmaktadır.
Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı (1985-89) doğrultusunda Ekim 1986’da televizyon yayınlarına ikinci bir kanal olan TV 2 eklendi. 1987’de “İntelsat” uydusundan kirâlanan TV 1 ve TV 2 programlarının uydu yoluyla bütün Türkiye’yi içine alması sağlandı. Eylül 1988’de FMvericilerinden dördüncü kanal radyo yayını başlatıldı ve TRT radyoları Radyo 1, Radyo 2, Radyo 3, Radyo 4 adlarıyla yeniden düzenlendi. Ekim 1989’da üçüncü televizyon kanalı TV 3 ve Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) sahasına giren 14 ile yönelik yayın yapan GAP TV yayına geçti. Şubat 1990’da Avrupa’daki Türk işçilerine yönelik yayın yapmak üzere TRT-INT (AVRASYA) adıyla bir televizyon kanalı daha kuruldu. Temmuz 1990’da örgün ve yaygın eğitim ağırlıklı programlara ayrılan TV 4 kanalı yayına başladı. TRT Temmuz 1990’da turizme hizmet gâyesiyle Antalya’da kurulan stüdyolardan, Antalya, İzmir, Denizli, Kuşadası, Nevşehir, İstanbul, Bodrum ve Marmaris vericilerinden İngilizce, Fransızca ve Almanca yayın yapan Turizm Radyosunu (Radyo 5) kurdu. Yayın alanına giren bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel özelliklerini dikkate alarak yayınlarını sürdüren bölge radyoları gerekli durumlarda günün belli saatlerinde Radyo 1 ile ortak yayın yapmaktadırlar. Diyarbakır, GAP, Erzurum ve Trabzon Çukurova, Antalya bölge radyoları bunlardandır.
GAP radyosu yayınını 300 kW Orta Dalga Diyarbakır, 600 kW Gaziantep, 600 kW Malatya ve uzun dalga 600 kW Van vericilerinden sürdürmektedir. Güneydoğu Anadolu bölgesinde yer alan 22 il ve yaklaşık 12 milyon nüfus GAP Radyosu yayın sahası içindedir.
TRT’nin yurt dışına hitap eden 16 dilde yayın yapan Türkiye’nin Sesi Radyosu Türkçe yayınlarını üç posta hâlinde sürdürmektedir. Avrupa-Kuzeydoğu Amerika-Güneydoğu Asya’ya yayın yapan TSR I, Avrupa, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Güneybatı ve Kuzeybatı Asya’ya yayın yapan TSR II, Balkanlara yönelik yayın yapan TSR III postaları yurt dışına yöneliktir.
Uydu yayınlarının Türkiye’den de yaygın biçimde tâkibine başlanması, televizyon yayınları üzerindeki TRT tekelinin kırılmasına yol açtı. PTT’nin uydu aracılığıyla alınan yayınları abonelere kabloyla aktarma gâyesiyle başlattığı deneme çalışmaları PTT ile TRT arasında kânûnî yetki çekişmesine sebep oldu. Henüz yeni bir kânûnî düzenleme olmamasına rağmen yayına başlayan TGRT, SHOW TV, InterSTAR,ÊTELE ON, KANAL 6, HBB, Flash TV, ATV, Samanyolu TV, Kanal-D gibi Özel TV’ler yayınlarını sürdürmektedir. Özel televizyonların yayın yapmaları yeni bir Anayasa değişikliğini ve bu doğrultuda kânûnî düzenlemeyi gerekli kılmıştır. 1993’te yapılan bir anayasa değişikliğiyle radyo TV yayınlarındaki devlet tekeli kaldırılmış, ancak kânun henüz çıkarılmamıştır (Mart-1994).
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu yönetim kurulu, genel müdür, koordinasyon kurulu ve danışma kurulları organlarından meydana gelir. Yönetim Kurulu kurumun en yüksek karar ve İdâre organıdır. Genel Müdür, kurumun yürütme organının başıdır. Genel Müdür, Radyo ve Televizyon Yüksek Kurulunun teklif ettiği üç aday arasından Bakanlar Kurulu kararıyla tâyin edilir. Cumhurbaşkanınca tasdik edilir. Kurumun dört genel müdür yardımcısı vardır.
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumunun hizmet birimleri şunlardır: Haber Dâiresi Başkanlığı, Dış Yayınlar Dâiresi Başkanlığı, Yayın Plânlama, Koordinasyon ve Değerlendirme Dâiresi Başkanlığı, Müzik Dâiresi Başkanlığı, Reklam Dâiresi Başkanlığı, Televizyon Dâiresi Başkanlığı, Eğitim Dâiresi Başkanlığı, Sosyal İşler ve İç Hizmetler Dâiresi Başkanlığı.
Kurumun, taşra teşkilatı ise; İstanbul, İzmir, Trabzon, Erzurum, Diyarbakır, Çukurova, Antalya bölge müdürlükleri, Ankara radyosu müdürlüğü ve Ankara bölge vericiler müdürlüğünden ibârettir. TRT’nin Washington, Londra, Bonn, Roma, Paris, Viyana gibi önemli merkezlerde muhabirleri ve Kıbrıs’ta devamlı haber bürosu vardır.