TURKUVAZ
Alm. Türkis (m), Fr. Turquoise (f), İng. Turquoise. Parlak açık mavi renginden dolayı eskiden beri çok kıymet verilen yarı şeffaf veya şeffaf olmayan süs taşı. İsmi “Türk taşı” anlamına gelen Fransızca pierre turquois kelimelerinden gelmektedir. Çünkü taşın kaynağı Türk memleketlerine dayanır.
Turkuvaz özellikle sıcak iklimli bölgelerde, başlıca Ortadoğu, Batı Amerika ve Meksika’da bulunur. Değişik derecelerde kaliteleri vardır. Meselâ, gerek Batı Amerika’da gerekse İran’da bulunanlar soluk açık maviden, parlak koyu maviye kadar tonları olabilmektedir. Turkuvazın en güzelleri Nişapur ve İran’da bulunanlardır. Fakat bu çok güzel olanların kaynakları tükenmiş durumdadır.
Dünyâdaki üretimin çoğuBatı Amerika’da yapılmaktadır. Ancak bunların çok azı süs maksadıyla kullanılabilecek kalitededir. Turkuvaz, az miktarda bakır da bulunan, alüminyum fosfatın bir hidratıdır, Cu Al6 (PO4)4 (OH)8.4H2O. Rengi, az miktardaki bakırdan ileri gelmektedir. Daha düşük kaliteli mavimsi yeşil turkuvazlarda bir miktar demir vardır.
Turkuvaz mineralinin kristalleri triklinik yapıdadır. Kırılma indisleri 1,61-1,65; özgül ağırlıkları 2,3-2,8 ve sertlikleri de 5-6 değerleri arasındadır. Nişapur turkuvazları yoğunluklu ve serttir. Özgül ağırlıkları 2,75, sertlikleri de 6 civarındadır. Mısır turkuvazları bunlar kadar güzel renkli olmamakla berâber 2,8’e yakın bir yoğunluğa sâhiptir.
Orta kaliteden düşük kaliteye kadar olan turkuvazlar gözenekli olup, nem ve deri yağını çekerler. Ter, cilt yağı ve kozmetikler bunların rengini bozar.
Alm. Kranich (m), Fr. Grue (f), İng. Crane. Familyası: Turnagiller (Gruidae). Yaşadığı yerler: Bataklık, ovalık, göl ve deniz kıyılarında. Özellikleri: Leyleğe benzer, uzun bacak ve boyunlu göçmen kuşlar. Sivri gagaları leylekten daha küçüktür. Tohum, böcek, fare ve solucanlarla beslenir. Ömrü: 70 yıl kadar. Çeşitleri: 16 türü vardır. Turna (G.grus), telliturna (A. virgo), cennetturnası veya maviturna (T.paradisea), taçlıturna (B.pavonina), Amerika turnası veya gülen turna (G.americana), Sibirya beyaz turnası (G.leucogeranus), Avustralya turnası (G.rubicunda), Japon veya Mançurya turnası (B.japonensis) meşhurlarıdır.
Turnagiller âilesinden su kenarlarında yaşayan, leyleğe benzer bir kuş. Boyu 140 cm kadardır. Boyun ve bacakları uzundur. Sivri ve uzun gagası, leyleğin gagasından daha kısadır. Ayak parmakları perdelidir. Tohum, böcek, balık, sürüngen, solucan ve küçük memelilerle beslenir. Ağaçlarda yuva yapanı azdır. Renkleri yaşadığı bölgelere göre farklılık arz eder. Beyazdan koyu kahverengiye kadar değişir. Yurdumuzda Karadeniz bölgesi, Orta ve Doğu Anadolu’nun sulak çayır ve bataklıklarında rastlanan turna (G.grus) gri renklidir. Kuyruğunda aşağı sarkan süs tüyleri vardır. Toplu hâlde yaşar ve sonbaharda Kuzey Afrika’ya göç ederler. Değişik ve güçlü sesleri vardır. Soluk boruları uzundur. Bâzı türlerde soluk borusu, göğüs kemiğinin oyuğu içine girmiştir. Seslerinin gücü bu özellikten gelir.
Eşleşme dönemlerinde eşler birbirlerine ilginç gösteriler yaparlar. İki yumurta yumurtlarlar. Eşler sırayla kuluçkaya yatarlar. Sürü hâlinde göç ederken çoğu “V” biçiminde uçar ve uçuş esnâsında öterler. Uçarken baş ve bacaklarını gererler ve güzelliklerinden ve gösterişli uçuşlarından dolayı halk şiir ve türkülerine konu olmuştur.
Turnalar, çoğunlukla Eski dünyâ kuşları olup ıslak alanlarda barınırlar. Güney Amerika, Madagaskar, Malaya Takımadaları, Yeni Zelanda ve Polinezya’nın dışında dünyânın her yerinde rastlanırlar. Amerika turnasının nesli tükenmek üzeredir. Kuzey Amerika’dan Teksas kıyılarına doğru göçü ilgiyle tâkip edilir.
Alm. Hecht (m), Fr. Brochet (m), İng. Pike. Familyası: Turnabalığıgiller (Esocidae). Yaşadığı yerler: Kuzey Yarımkürenin göl ve akarsularında. Özellikleri: Uzun vücûdu ufak pullarla kaplıdır. Boyu 40-150 cm kadardır. Yırtıcıdır. Birbirlerini bile yerler. Yumurta ile çoğalır. Ömrü: 100 yıl. Çeşitleri: Avrupa turnabalığı (E.lucius), İri turnabalığı (E.masquinongy), Kırmızı yüzgeçli turnabalığı (E.americanus) meşhurlarıdır.
Turnabalığıgiller familyasından avcı bir tatlı su balığı. Tatlı suların köpekbalığı olarak ün salmıştır. İnce uzun vücudu füzeyi andırır. Çoğunun boyu bir metreden fazladır. İki metre boyunda, 35 kg ağırlıkta olanlarına da rastlanır. Vücûdu ince sık pullarla örtülüdür. Pulların üzerinde yer yer sarımsı yeşil benekler bulunur. Ağzı büyük ve keskin dişlidir. Avını yutarken solungaç kapaklarını açar. Çok yırtıcı ve oburdur. Kendi boyundaki balıklara, ördek ve kazlara da saldırır. Su kurbağası, su sıçanı ve su yılanlarının amansız düşmanıdır. O kadar vahşîdir ki, kendi yavrularını bile yer. Onun için üreme mevsimlerinde avlanması serbest olan tek balıktır. Kuyruk yüzgeçi büyük olduğundan hızlı yüzer. Küçük olan sırt ve anal yüzgeçleri kuyruğa yakındır. Bu özellik, pusuda bekleyen ve avına âni saldıran balıklarda görülür. Ağzı öne doğru uzamış olup, ördek gagasını andırır. Alt çenesinin ileri doğru çıkıntı yapması tipik özelliğidir. Zaman zaman diş değiştirir. Sazlıklar arasında pusu kurar. Uzun ömürlüdür. 100 yıldan fazla yaşayabilir.
Turnabalığıgillerin türleri; Avrupa, Asya ve Amerika’nın tatlı su, göl ve nehirlerinde yaşar. “Esox lucius”, Avrupa’da yaşayan tek türdür. Yurdumuzda Karadeniz’e dökülen nehir ağızlarında bol rastlanır. Sunî olarak da yetiştirilir Yumurtalarından havyar yapılır. Eti lezzetlidir.
Alm. Lackmus (n), Fr. Tournesol (m), İng. Turnsole, Litmus. Çözeltilerin asit veya alkaliliğini belirlemede kullanılan kimyâsal bir madde. Asit çözeltisine turnusol ilâve edildiğinde çözelti kırmızı, baz çözeltilerine ilâve edildiği zaman ise çözeltinin rengi mavi olur.
Turnusol’un pH olarak dönüm noktası 4,5-8,3 arasındadır. Turnusol çözelti hâlinde kullanıldığı gibi kâğıda emdirilerek de kullanılır. Bu kâğıda “turnusol kâğıdı” denir. Turnusol kâğıdı pH’sı 7’den büyük olan çözeltilere batırılırsa kâğıt mavi, pH’sı 7’den küçük (asidik) çözeltilere batırılırsa kâğıt kırmızı renk alır. Bugün turnusol kâğıdı geçmişe nazaran daha az kullanılmaktadır..
Turnusol kâğıdı yerine bugün çeşitli pH’lara karşılık çeşitli renkler gösteren kâğıtlar kullanılıyor. Bu renkler kırmızıyla koyu mavi renkler arasında değişmektedir. Bu renklerin herbiri takribi bir pH göstermektedir.
Turnusol, likenlerden (Roccella, Variolaria) elde edilir. Bu bitkiler alkolle ekstrakte edilir. Ekstrakt, yâni alkolle çekilen bitki özü hava mevcûdiyetinde amonyak, soda, potasyum karbonatla muâmele edilir. Ekstraksiyonla elde edilen ilk ürün basit ß-orsinol’dür. Sonra bu bileşik amonyakla okside olur ve quinone dönüşür.
Alm. Rettich (m), Radieschen (n), Fr. Radis (m), İng. Radish. Familyası: Turpgiller (Cruciferoe). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kültür olarak yetiştirilir.
Sarı çiçekli, kültürü yapılan bir yıllık bitkiler. Birçok çeşitleri kökü veya tohumu için yetiştirilir. Salata olarak yenen bir sebzedir.ÊBitkinin yenen kısmı da etli olan kazık kökleridir.
Kullanıldığı yerler: Tohumları % 35-50 yağ taşır. Uyarıcı, iştah açıcı, safra söktürücü ve mikropların üremesini önleyici özelliklere sâhiptir. Eski târihlerde salgın hastalıklara karşı önleyici olarak turp verildiği bilinmektedir. Kazık kökleri sebze olarak yenir.
Memleketimizde birçok turp çeşidi yetiştirilmektedir.
Karaturp (Raphanus sativus var. niger): Kökleri yumruk büyüklüğünde, üzeri siyahımsı kabuklu, içi beyaz renklidir. Hardal esansı ve C vitamini ihtivâ eder. Kökleri salata olarak yenir. İştah açıcı, idrar ve safra söktürücü etkileri vardır.
Kırmızıturp (Raphanus sativus var. radicula): Bu çeşidin kökleri ceviz büyüklüğünde üzeri parlak kırmızı renklidir. Hardal esansı, C vitamini taşır. Salata olarak yenir. Kuvvet verici, iştah açıcı ve balgam söktürücüdür.
Yabanîturp (Raphanus raphanistrum): 20-50 cm boylarında, sarı çiçekli, Anadolu’da yabânî olarak yetişen, tüylü ve otsu bir bitkidir. Kökü ve yaprakları hardal esansı taşır. İştah açıcıdır.
Alm. Mixed Pickles (pl.), Essiggemüse (n), Fr. Légumes (m.pl.) saumurés, İng. Pickles, pickled vegetables. Bâzı sebze ve meyvelerden yapılan tadı ekşi yiyeceklerin genel adı. Tuzlu su, sirke içine haşlanmış veya çiğ patlıcan, biber, salatalık, üzüm, armut, kelek (ham karpuz, kavun) domates, lâhana gibi meyve ve sebzeler konularak yapılır.
İştah açtığı için bilhassa Anadolu’nun köy ve şehirlerinde yüzyıllardır kullanılmaktadır. Sonbaharda küp küp yapılan turşular, kilerlerin demirbaş malzemesidir. Kehribar sarısı salatalık ve biberler, al al olmuş domatesler, görünce ağzı sulandıran kelek ve armutlar atalarımızın sofralarından eksik olmayan yiyeceklerdir. Böbrek, karaciğer ve mîde rahatsıkzlıklarında zararlı olduğu gibi fazlası da hiçbir zaman tavsiye edilmez. Tabiî sirkeden olmayan asidi bol turşu suları ise her bünye için zararlıdır.
Turşu yapılacak sebze ve meyve önce güzelce yıkanır. Hemen yenecekse fazla olmayacak şekilde haşlanır. Tuzlu su veya sirkenin içine atılır. Sebze veya meyvenin üzerini örtecek kadar su konur. Üste çıkmamaları için bir ağırlıkla kapatılır. Kışlık turşu yapıldığında tenekenin ağzı birkaç gün sonra iyice lehimlenir. Küp ise ağzı hava almayacak şekilde kapanır.
Başlıca turşular; patlıcan, lâhana, biber, salatalık, pancar, domates veya bunlardan birkaçının karıştırılmasıyla yapılanlardır. Karadeniz kıyılarında sirkesiz tâze fasulye turşusu çok yapılır. Anadolu’da bâzı yörelerin kendine has özel turşu çeşitleri vardır.
TURUNÇAĞACI (Citrus aurantium)
Alm. Bigarade (f), Fr. Bigaradier (m), İng. Bitter orange. Familyası: Sedefotugiller (Rutaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz bölgesi.
1-6 m boylarında, kışın yapraklarını dökmeyen, beyaz renkli çiçekler açan ağaçlar. Yapraklar saplı, derimsi, sivri uçlu, üst yüzü parlak alt yüzü mat yeşil renklidir. Yaprak sapları kanatlıdır. Çiçekler tek tek veya birkaçı bir arada toplanmış olup, çiçek durumları teşkil ederler. Meyveleri küre şeklinde, sarımsı veya hafif yeşilimsi renklerde, 7-15 dilimlidir. Dilimler ekşi, acımsıdır.
Kullanıldığı yerler: Bitkinin çiçekleri uçucu yağ ihtivâ eder. Turunç esansı elde edilir. Kabukları da uçucu yağ, vitamin C, pektin, acı maddeler ihtivâ eder. İştah açıcı, lezzet ve koku verici ve safra söktürücü olarak kullanılır. Aynı zamanda kabukların beyaz renkli olan albedo kısmı çıkarıldıktan sonra reçel yapımında da kullanılır.
Alm. Leim (m), Fr. Colle (f), (forte), İng. Glue. Hayvan kemiği ve derisinden yapılan, koyu mor, kahverengi renk tonunda, suda çözdükten sonra kullanılan jelatinsi bir yapıştırıcı. Umumiyetle granül şeklinde satışa arz edilir. Kullanılmaya başlanmadan evvel sıcak suda çözülür. Sıcak olarak iki yüzeye sürülerek sıkıştırılıp suyunun uçması ve kuruması beklenir. Hayvanlardan elde edilen bu tür tutkallardan balık tutkalı soğuk olarak da kullanılır.
Tutkal hayvanların kemik, deri gibi bol miktarda jelatin türü protein ihtivâ eden kısımlarından hidroliz yoluyla elde edilir. Tutkal suda çözündüğü vakit sıvı hâle gelir ve sürüldüğü iki yüzeyde kuruyarak moleküller arası kohezyon kuvvetine benzer bir kuvvetle birbirine yapışır kalır. Tutkaldaki yapışkanlık özelliği, içinde ihtivâ ettiği suda eriyebilen maddelerdendir. Esasen saf jelatinde yapışma özelliği yoktur. Tutkal imâl edilirken jelatinden başka maddelerin miktarını arttırmak için birkaç saflaştırma işleminden geçirilir. Sonuçta kuru granül hâlinde tutkal elde edilmiş olur.
Tutkal, yüzeyi gözenekli malzemelerde oldukça kuvvetli bir yapıştırıcı olarak kullanılır. En çok tahta, kumaş, kâğıt, tekstil sanâyiinde istifâde edilir. Tutkal tabiri umûmiyetle yapıştırıcı özelliği bulunan diğer malzemeler için de kullanılır. Bunlar kazein, bitki, tabiî kauçuk ve reçine, sodyum silikat tutkallarıdır. Kazein tutkalı sütten yapılır ve neme mukavim olduğu için kâğıtçılıkta kullanılır. Çiriş denilen bitki tutkalı dekstrinden yapılır. Tabiî kauçuk ve reçinelerin uygun çözücülerde çözündürülmesinden de kâğıt, lâstik, deri sanâyiinde çok kullanılan yapıştırıcılar elde edilir. Sodyum silikat yapıştırıcı 300°C’ye dayanıklı olması dolayısıyla ampul diplerinde, elektrik su ısıtcı dirençlerinde, cam ve asbestos birleştirmelerinde kullanılır. Sodyum silikatın ticârî adı cam suyudur.
Tutkal olmayıp yapıştırıcı olarak kullanılan sentetik reçineler (zamk)de vardır. Sentetik yapıştırıcıların başında fenol, epoksi, poliester, silikon, vinil ve akrilik reçineler gelir. Yapıştırıcı olarak kullanılan maddeler kullanma yerleri dikkate alınarak seçilir. Yapışmanın mükemmel olması birleştirilecek yüzeylerin temizliği, yapıştırıcı seçimi, sürülen miktarın kalınlığı, hararet ve nemle doğrudan ilgilidir.
Tutkallı basma: Kumaş boyamada desenli bölgelere boyayı emmeye mâni olacak bir işlemin uygulandığı çeşitli yöntemlere denir. Önce tek renkte boyanan kumaşta desen elde etmek istenen yerlere bir boya macunu sürülür. Kumaş ikinci bir boyaya daldırıldığında yalnızca macunlu olmayan yerler boyanır. Batik ve bağlamalı boyama tutkallı basma örnekleridir.
(Bkz. Tevkif)
DEVLETİN ADI |
Tuvalu |
BAŞŞEHRİ |
Fongafale |
NÜFÛSU |
9.300 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
24 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce |
DÎNİ |
Hıristiyanlık |
PARA BİRİMİ |
Tuvalu doları |
Büyük Okyanus’un batısında dokuz adadan meydana gelen bir ülke. Avustralya’nın 4000 km kuzey doğusunda yer alır.
Târihi
Tuvalu Adalarına 1325’te ilk yerleşenlerin Polinezyalılar olduğu tahmin edilmektedir. Adalar Avrupalılar tarafından ilk olarak 16. asırda keşfedilmiştir. İspanyol kâşif Alvaro de Mendana de Neira; 1568’de Nuiyi, 1595’te ise Niulakita adalarını gördü. Bölgeyi 1819’da ziyâret eden Arent de Peyster, adalara Ellice Adaları ismini verdi. 1865’te adalarda, Londra Misyoner Derneği, bir misyoner derneği kurarak ada halkına Hıristiyanlığı kabul ettirdi. Bir süre sonra ABD bölgede hak iddia ettiyse de, İngilizler 1892’de Gilbert Adalarında himâye yönetimi kurdu. Adalar 1916’da Gilbert Ellice Adaları Kolonisi ismini aldı. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında Gilbert Adaları Japonlar, Ellice adaları da ABD tarafından işgal edildi.
Tuvalular 1967’de yönetimde temsil hakkını kazandılar. 1976’da yapılan halk oylamasıyla Tuvalu, Gilbert Adalarından ayrıldı. 1977 de temsilciler genel meclisi için genel seçimler yapıldı ve 1 Ekim 1989’da İngiliz Milletler Topluluğuna bağlı olarak bağımsız bir devlet oldu. ABD 1979’da Tuvalu ile bir anlaşma imzâlayarak İkinci Dünyâ Harbinde yaptığı üsleri kullanma şartıyla adalar üzerindeki hak iddialarından vazgeçti. Bağımsızlıktan sonra ilk parlamento seçimleri 1981’de yapıldı.
Fizikî Yapı
Tuvalu, dokuz adadan meydana gelir. Nanumango, Niwtao, Vaitupu ve Niulakita adaları, mercan resifleri olup öbür adalar ise atollerden meydana gelmiştir. En büyük ada olan Vaitupu ortalama 3 km2, en küçük ada olan Niulakita ise 0,5 km2dir. Adalarda yükseklik 6 metreyi geçmez.
İklim ve Bitki Örtüsü
Gündüzleri adalarda ılık bir iklim olur. Nem oranı yüksektir. Sıcaklık 27 derece ile 29 derece arasında değişir. Güneydoğudan esen alize rüzgârları havayı serinletir. Yıllık yağış miktarı ortalama olarak kuzeyde 2500 mm güneyde ise 3200 mm’dir. Yağışlar genelde sağnak şeklinde olur.
Adaların toprakları verimsiz olduğu için 30-35 bitki türü yaşar. Vidağacı, eğreltiotu, Hindistancevizi ve çeşitli çayır bitkileri en çok yetişen türlerdir. Adalarda yabâni hayvan ve kuş çeşitleri azdır. Denizlerde çok çeşitli balık türleri yaşar. Tatlı su problemi olduğundan halk genelde içme suyu yerine hindistancevizi sütü kullanır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Adaların toplam nüfusu 9300’dür. Bu nüfûsun % 90’ından fazlasını Polinezyalılar meydana getirir. Nui Adasında yaşayanların büyük kısmı ise Mikronezyalılardır. Avrupalı ve diğer ülkelere âit yabancıların sayısı çok azdır. Adaların büyük kısmında Tuvaluca konuşulur. Sâdece Nui adasında Kiribati lehçesi konuşulur. Resmî dil İngilizce olup, yaygın olarak kullanılır. Halkın büyük kesimi şehirlerde yaşar. Şehirleşme oranının en yüksek olduğu ada ticâret ve yönetim merkezi olan Fanafuti Adasıdır.
Siyâsî Hayat
Tuvalu 1978’de kabul edilen anayasaya göre meşruti monarşiyle yönetilir ve İngiliz Millerler Topluluğuna üye bağımsız bir devlettir. İngiliz Kraliçesini bir vâli temsil eder. Parlamento tek meclis olup, 12 üyesi dört senede bir seçilir. Hükümet üyeleri genel vâli tarafından başbakanın tavsiyeleri doğrultusunda parlamento üyelerinden seçilir.
Ekonomi
Tuvalu’nun ekonomisi balıkçılık ve tarıma dayalıdır. Toprak genelde verimsizdir. Başlıca tarım ürünleri gölevez, muz, şekerpancarı, ekmekağacı ve papav’dır. Hindistancevizi ve vidağacı kendiliğinden yetişir. Adaların tek ticârî tarım ürünü bir kooperatif tarafından satılan kopra bitkisidir.
Ulaşım: Adalardan meydana gelen ülkede ulaşım tamâmen deniz yoluyla sağlanır. 8 kilometrelik bir karayoluna sâhiptir. Uluslararası uçakların inip kalktığı bir havaalanı da mevcuttur.
(Bkz. Nazım Şekilleri)
Alm. Sabz (n), Fr. Sel (m), İng. Salt. Kimyâda, bir asitle bir bazın tepkimeye girmesi neticesinde meydana gelen madde. Tuz bazdaki artı yüklü iyonla asitteki eksi yüklü iyondan meydana gelir. Asitle baz arasındaki tepkime nötrleşme tepkimesi olup bu esnâda tuz ve su ortaya çıkar. Erimiş tuz veya çözelti hâlindeki tuzların çoğu eksi ile artı yüklü iyonlarına ayrışır ve elektriği iletir. Tuz adı ayrıca sofra tuzu veya sodyum klorür (NaCl) için de kullanılır.
Tuz çeşitleri: Tuzları çeşitli şekilde sınıflandırmak mümkündür. Sınıflandırmanın birisi tuzun bünyesinde OH- veya H+ iyonunun olup olmayışına bağlı olandır. Bu sınıflandırmada tuzlar normal, asidik ve bazik tuzlar şeklinde sınıflandırılır. Normal tuz; tam nötralleşme ürünü olup, meydana getirici asit ve baz kuvvet olarak birbirine denktir. NaCl, NH4Cl, Na2SO4, Na2CO3, Na3 PO4 ve Ca3(PO4)2 birer normal tuzdur.
Asidik tuzlar, tuzun bünyesinde bir veya daha çok proton vardır. Suda çözündükleri zaman bünyelerindeki protonu vererek ortamı asidik yapar. NaH CO3, NaH2PO4, Na2H PO4 ve NaHSO4 birer asidik tuzdur.
Bazik tuzlar, bünyelerinde en az bir OH iyonu bulunduran tuzlardır. Suda çözündükleri zaman ortamı bazik yaparlar. Pb (OH)Cl, Sn(OH)Cl ve Al(OH)2Cl’de olduğu gibi. Diğer sınıflandırma metodunda ise, basit, çift ve kompleks tuzlar şeklinde sınıflandırılır. NaCl, NaHCO3 ve Pb (OH)Cl gibi tuzlar basit tuzlardır.
Çift tuzlar iki basit tuzdan meydana gelen tuzlardır. Bunlar suda çözündükleri zaman kendilerini meydana getiren iyonlara ayrışır. Şaplar da çift tuzlar sınıfına girer. Na Al(SO4)2 ve NH4Cr(SO4)2 birer çift tuzdur. Kompleks tuzlar, asit kökü aynı olan iki basit tuzun kompleks kök vererek meydana getirdiği tuzlardır.
K4Fe(CN)6, K3Fe(CN)6, birer kompleks tuzdur. Bunlar suda çözündükleri zaman kendini meydana getiren tuzların iyonlarına ayrışmazlar.
Tuzlar, önce metalin ismi, sonra asidin kökü söylenerek adlandırılır. Na2SO4= sodyum sülfat, KCl= potasyum klorür, KHCO3= potasyum hidrojen karbonat (potasyum bikarbonat) gibi.
Bâzı tuzlar, kuvvetli asit ve zayıf bazdan veya kuvvetli baz ve zayıf asitten meydana gelmiştir. Bu tuzlar suda çözündükleri zaman hidrolize uğrarlar ve çözeltiyi asidik veya bazik yaparlar.
Na2CO3+2HOH <――> 2 Na+ + 2OH- + H2CO3Æ
Bu hidroliz olayından dolayı ortam bazik olur.
NH4Cl+HOH <――> NH4OH + H++Cl
Bu hidroliz denklemiyse yukardakinin tersidir. Yâni çözelti asidik olur.
Tuzların elde edilişi:
1) Asit ve bazların nötralleşmesinden elde edilirler:
Baz + Asit ――> Tuz + Su
2) Metallere asit tesir ettirmekle elde edilirler:
Metal + Asit ――> Tuz + H2
3) Elementlerinden elde edilebilirler:
Metal + Halojen ――> Tuz
Alm. Salz (n), Fr. Sel (m), İng. Salt. Kimyâda sodyum klorür (NaCl) ismiyle bilinen beyaz kristalize bir bileşik. İnsan da dâhil olmak üzere bütün canlıların besin kaynaklarından olan tuz, ticârî bakımdan da önemli bir maddedir. Dünyânın her yerinde rastlanabilen sofra tuzu târih boyunca önemli bir ihtiyaç ve ticâret maddesi olmuştur.
Özellikleri: Saf sofra tuzunun erime noktası 801°C olup, erime esnâsında bozunma olmaz. 1440°C’de buhar hâline geçer. 100 g suda 0°C’de 35,7 g ve 100°C’deyse 39,8 g tuz çözünür ki, bu da sofra tuzunun çözünürlüğünün sıcaklıkla pek değişmediğini gösterir. % 23,31’lik sodyum klorür çözeltisi -21,11°C’de donar. Saf halde renksiz olup, kübik sistemde kristallenir. Bir tuz kristali kırıldığı zaman konkoidal yapı gösterir.
Bulunuşu: Sofra tuzu tabiatta, denizlerde çözünmüş halde, kayatuzu şeklinde ve kurumuş iç denizlerin yataklarında bulunur. Henüz kurumamış tuz gölleri mevcuttur. Memleketimizin İç Anadolu bölgesinde bulunan Tuz Gölü, Lût Gölü ve Amerika’daki bâzı göller bu tür göllerdendir.
Tuz elde etme metodları: Tuz üretimi bütün mineral çıkarma metotları arasında hemen hemen en basit ve kolay olanıdır. Tuz elde etme metodlarının başında tuzla denilen göletlerde tuzlu deniz sularının buharlaştırılması metodu gelir. Bu metod daha ziyâde kurak ve sıcak bölgelerde kullanılır. Çok kullanılan bu metodla elde edilen tuzlarda ticârî maksatlar için istenmeyen safsızlıklar vardır. Yeni elde edilmiş bu tür tuzlarda, tuz seven bâzı mikroorganizmalar bulunur. Bu mikroorganizmalar ara sıra konservecilikte bâzı yiyecek maddelerinin bozulmasına sebep olur.
Kayatuzundan da tuz elde edilir. Kayatuzu, tuzun mühim kaynaklarından biri olup, ihtivâ ettiği maddelere bağlı olarak saydam veya yarısaydam grimsi, beyaz, turuncu, sarı, pembe ve kahverengi olabilir. Eğer kayatuzu temizse, yer altına galeriler açarak parçalar hâlinde çıkarılır. Aksi halde sondajlar vurularak sıcak su gönderilir ve suda çözünen tuzlar bulamaç hâlinde dışarı alınır. Kristallendirmek için tava veya vakum usûlüne başvurulur.
Tava usûlü: Tuzlu su evvelâ, bir tahta kapta dinlendirilir ve magnezyum sülfatı çöktürmek için az miktarda kireç katılır. Sonra tava adı verilen buharlaştırma kabına gönderilir. Bu kabın alanı 80-100 m2 olup, ocağın sıcak gazlarıyla ısıtılır. Burada önce mağnezyum sülfat çöker ve alınır, sonra çöken tuz alınır. Alınan tuz tava üstündeki tahta davlumbaza serilir. Suyu tekrar tava içine akarken tuz da kurur. 100 m2lik bir tavada 75°C’de 1200 kg kaba tuz, 80°C’de 3000 kg orta ürün ve 95°C’de 700 kg ince tuz elde edilir.
Vakum usûlü: Tava usûlünün yerini alan bir metoddur. Tuzlu suyun suyu vakum pompaları yardımıyla buharlaştırılır.
Türkiye’de tuzlalar: Memleketimizde denizden, göllerden ve kaya tuzlarından tuz elde edilmektedir. Hacıbektaş, Tepsidelik, Sarıkaya, Olti, Kağızman, Kulp ve Sekili tuzlalarında kaya tuzundan tuz elde edilmektedir. Bu yerlerden elde edilen tuzlar çeşitli maddeler ihtivâ etmektedir. Bir misâl olarak Hacıbektaş’ta elde edilen tuzun analizinde % 0,53 suda çözünmeyen maddeler, % 1,65 kalsiyum sulfat, % 98,12 sodyum klorür bulunmuştur.
Yurdumuzdaki Koçhisar, Karapınar ve Palas göllerinden de tuz elde edilmektedir. Koçhisar Gölünde bulunan Tavşan Tuzlasından 30.000 ton tuz elde edildiği halde, İzmir Çamaltı Tuzlasından 150.000 ton tuz elde edilmektedir. Çamaltı dışında denizden tuz elde edilen yerler, Pendik, (İstanbul), Tekkegöl (Edirne) ve Akçedeniz’dir (Adana).
Bugün memleketimizde üretilen kaliteli sofra tuzunun analizinde, % 0,24 nem, % 0,003 suda çözünmeyenler, % 0,007 Ca, % 60,52 klor ve eser miktarda Mg bulunmuştur.
1953’te dünyâ tuz üretimi 50 milyon tondu. Aynı seneler Türkiye’nin üretimi 150 bin ton dolayında hesaplanmış ve üretim 250.000 ton civârında tutulmuştur. Mâden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü (MTA) verilerine göre Türkiye’deki başlıca kayatuzu yataklarında tespit edilen toplam rezerv miktarı 867 milyon ton seviyesindedir. Türkiye’de ortalama senelik tuz talebi bir buçuk ton civârındadır. Ayrıca sanâyide kullanılmak üzere değişik bileşimli bir miktar tuza da ihtiyaç duyulur. Yıldan yıla tuz üretimi değişmekle berâber son yıllarda iki milyon ton civârında tuz üretilmektedir.
Tekel, rafine ve sofralık tuz üretimi yapmamaktadır. Bu tür tuz talebi özel sektör tarafından karşılanmaktadır.
Türkiye’nin saf sodyum klorür, deniz tuzu ve rafine tuz olarak toplam tuz ihrâcâtı yaklaşık 20.000 ton; saf sodyum klorür ve deniz tuzu olarak toplam ithâlâtı da 500 ton civârındadır.
Tuz giderme: Başta deniz suyu olmak üzere tuzlu suların tuzunun giderilmesi işlemidir. Dünyâdaki suların % 97,2’si denizlerdedir. Artık tâze su kaynaklarının yetmemesi sebebiyle günlük kullanımda veya sanâyide deniz sularından faydalanma ihtiyacı doğmuştur. Bu da deniz suyundan tuz gidermek sûretiyle tâze su elde etme yolunu açmıştır.
Sanâyide kullanmak amacıyla su üreten ilk büyük damıtma tesisi 1930’da Hollanda Antilleri’ndeki Aruba’da kurulmuştur. Damıtma en yaygın tuz giderme metodudur. Bu işlemde çok tesirli veya âni tesirli buharlaştırıcılar kullanılır.
Tâze su üretiminde kullanılan metotlardan biri de zarlı metoddur. Bu metodda tuzluluk oranı nispeten düşük olan kara suları arıtılır. Yarıgeçirgen bir zardan geçirilen tuzlu suyun suyu zarı geçerken derişikleşen mineral tuzları arkada kalır.
Elektrodiyaliz metodunda ise çözünmüş tuzların artı ve eksi yüklü iyonlarının ayrı ayrı zarlı filtrelerden geçmesi maksadıyla voltaj uygulanır ve tâze su iki filtre arasında kalır.
Bugün dünyâda yaklaşık 1500 kadar tuz giderme tesisi kuruludur. Çoğunda damıtma metodu uygulanır. Tesislerin 300 kadarı Ortadoğu ülkelerinde kurulmuştur.
Türkiye’nin ikinci büyük gölü. Tektonik bir çöküntü sahası içinde bir çanak şeklinde olan göl Ankara, Konya, Aksaray illerinin birleştiği sınır üzerindedir. Göl kuzeyde dar bir körfez şeklinde olup, güneye doğru genişlemektedir. En geniş yerinde kıyılar arasındaki mesâfe 48 km, güney kuzey uzunluğu 80 km, yüzölçümü 1620 km2dir. Göl denizden 905 m yükseklikte olup, derinliği çok azdır. Çok yerde 60-100 cm olan derinlik en fazla iki metreye ulaşmaktadır.
Yağış alanı 11.900 km2 olan Tuz Gölünün dışarıya doğru akıntısı yoktur ve bir kapalı havza gölüdür. Yağış alanı geniş olmasına rağmen gölü besleyen dereler küçük ve yazın ekserisi kuru durumdadır. Bunların Beçeneközü Deresi, İnsuyu ile Melendiz Deresi en önemlileridir. Beslenmenin azlığı ve bilhassa yazın sıcak aylarındaki buharlaşmanın fazlalığından göl yazın iyice küçülür. Yaz sonlarına doğru göl sahasının büyük bir kısmı kalınlığı 30 cm’ye kadar varan tuz tabakasıyla örtülü kalır.
Koçhisar Gölü de denen Tuz Gölü, dünyânın çok tuzlu göllerinin başında gelir. Tuzluluk nispeti bilhassa yaz aylarının sonunda binde 329’a kadar çıkar. Kimyevî bileşim îtibâriyle mutfak tuzu karekterinde bir tuzluluk hâkimdir. Göldeki tuz birikmesinin sebeplerinden çevrede jips ve tuz tabakalarının bulunması ve gölün tabanından tuzlu sular gelmesi gösterilebilir. Gölden, Tekel İdâresi tarafından senelik ortalama 100-200 ton tuz elde edilir. Tekelin tuzlaları olan Başkan, Tosun, Yavsan ve Kaldırım’dan saf kristal hâlinde iyi cins tuz üretilir. Ayrıca gölün güney kıyılarında bulunan sazlıklardan çok miktarda hasırotu elde edilir. Bununla İç Anadolu köy ve kasabalarının ihtiyaçları karşılanır.
Gölün en dar yerinde Sultan Dördüncü Murâd Han (1623-1640) zamânında 1639’da yapılmış iki kıyıyı birbirine bağlayan kaldırım şeklinde bir geçit vardır. Günümüzde de bu geçitten istifâde edilmektedir.
(Bkz. Hidroklorik Asit)
(Bkz. Verem)
(Bkz. Tâcir)
Alm. Gewehr (n), Fr. Fusil (m), İng. Rifler, gun. Hafif ateşli bir silâh. Omuza dayanarak kullanılır. Kullanıldığı yerlere göre piyâde tüfeği, su altı tüfeği, av tüfeği gibi adlar alır. Mekanizma, kundak, dipçik ve namlu olmak üzere dört ana parçadan meydana gelir. Mekânizma ateşlemeyi ve kovanı dışarı atmayı sağlar. Kundağın muhâfaza ettiği namlu mermiye yön vermeye, dipçik ise tüfeğin tepkisini hafifletmeye yarar.
On dördüncü yüzyılın sonlarında kullanılmaya başlanan tüfek ilk zamanlar ağızdan doldurulan, yivsiz ve ağır bir yapıya sâhipti. Ateşleme dışardan yapılıyordu. Bu sebeple ancak savunmada kullanılabilmekteydi. Zamanla hem savunmada, hem de taarruzda kullanılmaya başlandı. Dışardan ateşlemenin mahzurlarını gidermek için birbirine çarpan iki demirin çıkardığı kıvılcımla ateşlenen çakmaklı tüfekler yapıldı. Daha sonraları aynı çalışma sisteminde çakmak taşı kullanılarak daha iyi bir ateşleme mekanizması elde edildi. Buna rağmen ateş hız ve gücü hâlâ yetersizdi. Bu gâyeyle tüfeklerde pekçok değişiklikler kaydedildi. Doldurmanın ağız yerine kuyruktan yapılması, namluya helezonik yiv yapılması, mâdenî kovanlı fişeklerin kullanılması, iğne ve kapsül sistemine geçilmesi bellibaşlı gelişmelerdir. Fişek hazneleri ve mekanizma sistemlerinin tüfeklerde kullanılmasıyla mermilerin ard arda ateşlenmesi mümkün oldu. Buna göre 1900’lere doğru yapılan Alman Mavzer veFransız Lebel tüfekleriyle 2000 m menzile erişildi. Birinci Dünyâ Harbinde piyâde tüfeklerinin yerini makineli tüfekler aldı. İkinci Dünyâ Harbinde ise tüfek artık otomatik silâhlarla bir bütün hâline geldi. Otomatik ve yarı otomatik tüfeklerde, atışın otomatik olarak yapılmasını sağlamak için ilk atışta meydana gelen barut gazından faydalanılır.
Türklerde tüfeğin kullanılması Osmanlıların kuruluş devirlerine kadar dayanır. Birinci Kosova Muhârebesi (1389) ve İstanbul’un fethi sırasında tüfek kullanıldı. Hattâ Osmanlı ordusunda tüfekçi denen ve savaşta önemli rol oynayan ordu birlikleri bulunurdu. Silâhların bakım ve tâmiratına çok önem verildiğinden, başlarında tüfekçibaşı bulunan, bu işlerle ilgili birlikler de vardı. Kânûnî Sultan Süleyman Han zamânında tüfek îmâlâtına ağırlık verildi. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru eldeki tüfekler Avrupa’ya göre geri kaldığından Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın gayretleriyle daha modern Alman Mavzer tüfekleri alındı. Birinci Dünyâ Harbinde, Osmanlılar pekçok çeşitte tüfek kullandı. Daha öncekilerine ilâve 1938’lerde Türk Silâh Fabrikalarında Alman Mavzer tüfeği kalitesinde tüfekler îmâl edildi. Bugün ordumuzda Amerikan M1, M14 ve Alman G1, G3 piyâde tüfekleri kullanılmaktadır.
Tüfekler, hâlâ savaşlarda belirli görevler için muhârip sınıfların yanlarında devamlı bulundurdukları silâhlardır. Ayrıca tüfeğe dürbün takılarak hedefi daha yakına getirip isâbet ihtimâlinin artması, tüfeğe bomba takılarak (Tüfek bombası) bombaatar haline getirilmesi ve özel dürbünlerle gece bile hedefi görüp ateş edebilmek bu konudaki önemli gelişmelerdir. Piyade tüfeği dışındaki diğer av ve su altı tüfekleri de zamanla pekçok değişikliğe uğradı. Av tüfeklerinin tek ve çifte denen çift namlulu olanları vardır. Kullanıldığı yere göre kısa menzilli, uzun menzilli gibi değişik özelliklere sâhiptir. Su altı tüfekleriyse su altında avlanırken tüfeğe naylon iple bağlı zıpkını atmaya yarar. Bunlar deniz içinde bilhassa balıkların avlanmasında kullanılır.