TUĞRUL BEY
Selçuklu Devletinin kurucusu. Oğuzların Kınık boyundan Selçuk Beyin torunudur. Babasının adı Mikail’dir. Muhtemelen 993 yılında doğdu. Babası Mikail, gazâ akınında şehit düşünce, dedesi Selçuk’un yanında büyüdü. Çocukluğu Cend’de geçti. Büyük bir îtinâ ile yetiştirildi. Âilesinden dînî ve millî terbiye alıp, mükemmel silâh kullanmasını öğrendi.
Selçuk Beyin vefâtıyla amcası Arslan Yabgu’nun Selçuklu âilesinin reisliğini almasına, kardeşi Çağrı Bey ile itiraz etmedi. Ancak dedelerinin vefâtından sonra iki kardeş Cend şehrini terk ederek batıya göç ettiler. Burada Mâverâünnehr hükümdarı İlek Nasr’ın kendilerine karşı düşmanca siyâseti üzerine Çağrı Bey ile Karahanlı hükümdarı Buğra Hanın ülkesine gittiler. Tuğrul Bey, Karahanlılar ülkesinde haps edildiyse de, Çağrı Bey, Buğra Han ordusunu yenip pekçok esir aldı. Alınan esirler karşılığı Tuğrul Bey serbest bırakıldı. Tekrar Mâverâünnehr’e döndüler. Buhara hâkimi Karahanlı Ali Tegin’in aleyhlerine faaliyeti ve yeni durum üzerine Tuğrul Bey çöle çekildi. Çağrı Bey de yeni vatan keşfi için Rum Gazâsına çıktı. İki kardeş, Rum Gazâsından alınan ganîmetlerle çok zenginleştiler.
Arslan Yabgu, 1205’te Gaznelilerce esir alınıp, Hindistan’da haps edilince, iki kardeş ortak iktidar sistemiyle Selçuklu âilesinin lideri oldu. Liderliği Karahanlı Ali Tegin tarafından şüpheyle karşılanınca, ikili liderlik sistemi yerine amcaları Musa’yı Yabgu yapıp, üçlü iktidar sistemine geçtiler. 1034 sonbaharında, Gaznelilerin müttefiki Oğuzlardan Şah Melik, Selçuklulara âni bir baskın yapınca, zayıfladılarsa da, tekrar toplandılar. On bin kişilik kuvvet toplayarak Gaznelilere âit Horasan’a girdiler. Gazneli Mes’ûd’un ordusunu 20 Haziran 1035’te Mesâ’da yendiler. Gaznelilerle antlaşma yapıp; Nesâ, Ferâve ve Dihistan’ı aldılar. Ayrıca TuğrulBeye Gazneli Mes’ûd tarafından hâkimiyet alâmetlerinden olan hil’at, at, menşur ve sancak gönderildi. Tuğrul Bey antlaşmayla Nesâ’da Gaznelilere tâbi federal bir devlet kurmuş olmasına rağmen, resmî îlânı yoktur.
Tuğrul Bey ve diğer Selçuklu hânedan mensupları toprak sâhibi olunca, Oğuz boyları ve kabile reisleri yanlarına akın edip, toplandılar. Tuğrul Bey, çok güçlenip, bölgenin nüfûsu artınca; Gazneli Mes’ûd’a önceki üç şehrin dar geldiğini bildirip, 1037’de Merv, Serahs ve Bâverd’iyi de istedi. Bu şehirlere karşılık da Gaznelilerin maaşlı askeri olma ve Horasan’daki asâyişi temin etme taahhütünde bulundular. Teklifleri oyalamaya alınınca, Tuğrul Bey küçük gruplar hâlinde akın harekâtı yaptırdı. Çağrı Beyin idâre ettiği akınlarda Selçuklular Cüzcan, Tâlekan ve Faryâb’dan Rey’e kadar harekâtta bulundular. Selçuklu akınlarını durdurmak için Gazneli Mes’ûd’un gönderdiği ordu Serahs yakınında 1038 Haziranında yenildi. Zafer sonrasında toplanan kurultayda Tuğrul Bey, hükümdar îlân edildi. Bu kurultay kararı ve 1038 târihi Selçuklu Devletinin kuruluşu olarak kabul edilir. Tuğrul Bey Nişapur’da kalıp, Çağrı Bey Merv’de melikler meliki olarak, askerî harekâtları idâre ederek ordu kumandanlığı yaptı.
Tuğrul Beyin Nişapur’da istiklâlini îlân etmesi, Gazne’de hoş karşılanmadı. Çağrı Bey, 1039 yılında Gaznelilerle iki kere muhârebe yapıp, yenildi. Tuğrul Bey ve diğer Selçuklu hânedanları, Gazneli Mes’ûd’un düzenli ordusuna karşı gerilla harpleri yapıp, onları yıprattılar. Gazneli Mes’ûd, antlaşma istedi. Tuğrul Bey, Gaznelilerin türlü metodlarla Selçukluları Horasan’dan çıkarabileceklerini tahmin ederek, zaman kazanmak ve hazırlıkları tamamlamak için çöle çekildi. Sultan Gazneli Mes’ûd’un 1040 Baharındaki Tûs ve Serahs istikâmetindeki harekâtı üzerine Selçuklular, Tuğrul Beye başvurup, harekete geçmesini istediler. Tuğrul Bey, 1040 Mayısında çölden çıkıp, Serhas’ta Gazneli ordusuyla karşılaştı. Gazneliler ot ve yiyecek sıkıntısı çektiğinden Merv’e hareket edince, Tuğrul Beyin kumandasındaki Selçuklular, sağdan ve soldan taarruzla Gaznelileri tâciz ettiler. Dandanakan Kalesi önünde yapılan asıl muhârebede Gazneliler bozuldular. 23 Mayıs 1040 târihinde kazanılan Dandanakan Zaferiyle, Tuğrul Bey tekrar tahta oturdu. Tuğrul Bey zafer sonrasında ele geçen ganimetle zenginleşip, kumandanlara pekçok ihsanlarda bulundu. Kurultay toplandı. Kurultayda devletin temel stratejisi tespit edilip, plânlar yapıldı. Bağdat’taki Abbasî Halifeliğine bağlılık ve hürmet ifâde eden mektup gönderildi.
Çağrı Beyin 1060’ta vefâtına kadar ortak iktidar sistemine göre hareket edilmesine rağmen, devleti temsil yetkisi Tuğrul Beye âitti. Tuğrul Bey hükümdarlığını ve Selçukluları maddî güçlerle kuvvetlendirdiği gibi mânevî olarak da Halîfe, âlim ve tasavvuf ehlinden destek alıyordu. Tebaasının refah seviyesini yükseltip, orduyu askerî sisteme göre teşkilâtlandırıyordu. 1040 Dandanakan Zaferi ve 1043’te devlet merkezini Rey’e taşıması sebebiyle Bağdat’taki Abbâsi Halîfesi El-Kaim’e tekrar bağlılığını arz etti. Tuğrul Beyin Abbasî Halîfesiyle münâsebeti Sünnî İslâm dünyasında büyük îtibâr kazanmasına sebep oldu. Halîfe El-Kaim, Tuğrul Beyin yanına; büyük İslâm âlimlerinden olup, sosyal ve devlet idâresi hakkında Ahkâm-üs-Sultâniye isimli eserin sâhibi olan Maverdî’yi gönderdi. Tuğrul Bey, ülkesinde hutbeyi Abbasî Halîfesi adına okuttu; halîfenin zâlim Büveyhîler ve âsîlere karşı yardım talebini kabul etti. Halîfeye bildirdiği arz; samimiyetinin ve temiz itikadının ifâdesi olup, şunları ihtivâ ediyordu: Halîfeye hizmet etmek şerefine kavuşmak, Mekke’de Hac yapmak ve Hac yollarını Bedevîlerin taarruzundan korumak, Suriye ve Mısır’da Fâtimîlerle harp etmektir. 1055’te Bağdat’a gelip, hutbede adı okundu. Selçuklu Hânedanı ile Abbasîler arasında evlenmeler münâsebetiyle akrabalık kuruldu. Halîfe, Çağrı Beyin kızı Hatice Arslan Hatun ile 1056’da evlendi. Tuğrul Bey de Halîfe’nin kızı ile 1062’de muhteşem bir düğün merâsimiyle evlendi. Bağdat’tayken zâlim Büveyhîler ve sapık Fâtimîlere karşı mücâdele edip, Musul ve bölgede Selçuklu hâkimiyetini tesis etti. Büveyhli hükümdarını öldürerek, Bağdat ve sünnî âlemini katliam ve tahripten korudu. Selçukluların batısındaki Bizans ülkelerine fetih harekâtı ve akınlarında bulundu. Erzurum Hasankale’ye gelip, Malazgirt’i fethetmek istediyse de kışın yaklaşması üzerine, baharda gelmek üzere kuşatmayı kaldırdı. Tuğrul Bey, hâkimiyet ve tahrik sebebiyle kendine âsî olan üvey kardeşi İbrâhim Yınal’ın isyânını 1058’de bastırıp, onu cezâlandırdı.
Tuğrul Bey, devâmlı mücâdeleyle geçen uzun yıllar sonunda çok büyük işler başardı. Dünyânın en büyük devletlerinden birini kurup, Türk İslâm âlemine çok hizmeti geçti. Mâverâünnehr’den Anadolu’ya, Irak’tan Âzerbaycan ve Kafkasya’ya kadar olan ülkede huzur ve emniyet tesis etti. Yirmi sekiz ülkeye kendi hâkimiyetini kabul ettirdi. Zirâî, ticârî faaliyet neticesinde iktisâdî hayat gelişip, refah seviyesi yükseltildi. Bizans akınlarında çok ganimet alınıp, büyük gelir elde edildi. Devlet teşkilâtı muazzam şekilde tesis edilip, kuvvetli temeller üzerine oturtuldu. Selçuklu Devlet Teşkilâtı, devrinde ve sonra kurulan Türk ve İslâm devletlerine nümûne oldu. Tuğrul Bey, yirmi beş yıl adâlet, ihsan ve gazâlarla geçen hükümdârlıktan sonra, hastalandı. Yetmiş yaşlarında Rey yakınlarındaki yazlığında 5 Eylül 1063 târihinde vefât etti. Tuğrul Beyden sonra Selçuklu tahtına yeğeni Alparslan geçti. Tuğrul Bey âdil, vakur, cömert, samimi, iyi ve yumuşak huylu bir şahsiyetti. Halkı tarafından sevilen bir hükümdar ve ordusunca tam bağlanılan kuvvetli bir kumandandı. “Kendime bir saray yapıp da yanında bir câmi inşâ etmezsem, Allahü teâlâdan utanırım.” sözü Tuğrul Beyin dînî duygularını çok güzel ifâde etmektedir.
Alm. Tukan (m), Fr. Toucan (m), İng. Toucan. Familyası: Tukangiller (Rhamphastidae). Yaşadığı yerler: Güney Amerika’nın tropikal ormanlarında. Özellikleri: Büyük gagası, güçlü ayakları, kısa ve yuvarlanmış kanatları vardır. Başlıca besinleri meyvelerdir. Çeşitleri: 37 türü bilinmektedir.
Tukangiller âilesinden büyük gagalı bir kuş. Meksika’nın güneyinden Arjantin’in kuzeyine kadar uzanan bölgenin tropik ormanlarında bulunurlar. 37 kadar tukan çeşidi vardır. Boyları 30-60 cm arasında değişir. Bunlar anormal derecede büyük gagaları ile meşhurdur. Gagaları güçlü fakat çok hafiftir. Gaga ve kendileri, kırmızı, sarı, mavi ve siyah renklerle parlak bir görünüm içerisindedirler. Renk bakımından iki cins de birbirine benzer. Bâzılarının gerdanlarında turuncu tüyler vardır. Kadın eşyâsında süs olarak kullanılır. 15 cm uzunlukta ve 5 cm enindeki gaganın iç kenarları kertikli olup, meyveleri ezmeye yarar. Sürü hâlinde bir muz veya portakal bahçesine konarlarsa, kısa zamanda bahçeyi mahvederler. Esas besinleri meyve olmakla berâber, büyük böcekleri, küçük sürüngen ve öbür kuşların yumurta ve yavrularını da yerler.
Uçmayı pek sevmezler. Uçarken havayı kanatları ile döverler. Kısa ve yuvarlanmış kanatları, nispeten uzun kuyrukları vardır. Ayakları kısa ve güçlüdür. Ayak parmaklarının ikisi ileri, ikisi geriye dönüktür. Çıkardıkları “tukomo” çığlığından dolayı Tupi dilinde “tukan” veya “tuko” adı ile anılırlar. Yüksek ağaçlardaki oyuklarda yuva yaparlar. Dişi 2-4 adet beyaz yumurta yumurtlar. Dişi ve erkek sırayla kuluçkaya yatar. Yumurtadan çıkan tüysüz yavrular hem anne, hem baba tarafından beslenirler. 6-7 hafta sonra yuvayı terk ederler.
Ağaç dallarına sürü hâlinde dizilip gagalarını hep birlikte havaya dikerek çeşitli sesler çıkarırlar. Bu davranışlarından dolayı bâzı bölgelerde bunlara “vâiz kuşları” da denir. Kolayca ehlîleşebilirler.
Alm. Wasserpumpe (f); Kraft-, Motorspritze (f), Kompressor (m), Fr. Pompe (f); Compresseur (m), İng. Pump; Compressor. Sıvı veya gaz hâlinde bulunan sıvıyı bir yerden bir yere veya daha yükseğe nakletmek için kullanılan âlet. Çalışma şekline göre üç tip tulumba mevcuttur: 1) Pistonlu tulumbalar, 2) Döner tulumbalar, 3) Merkezkaçlı tulumbalar.
Pistonlu tulumbalar, muayyen debiler için arzu edilen bir basınçta kullanılabilirler. Sâdece emme tulumba veya emme basma tulumba şeklinde olabilir. Köylerde emme tulumba özellikle kuyulardaki suyu toprak seviyesine çıkarmak için kullanılır. Emme basma tulumba ise, suyu emme ve basma ile toprak seviyesinden daha yüksek seviyelere çıkarır.
Döner tulumbalar orta ve büyük debiler için kullanılırlar. Sıvıyı daha yüksek seviyelere rahatlıkla çıkarır. Pistonlu tulumbalardan daha iktisâdîdir. Kanatlı ve kapsüllü tipleri vardır. Kanatlılar hem sıvı hem de gazları nakletmede, kapsüllüler ise sâdece sıvıları nakletmede kullanılır. Gazlar için kullanılan döner tulumbalara kompresör adı verilir. (Bkz. Kompresör)
Merkezkaç tulumbalar düşük basınç ve büyük debiler için elverişlidir. Sarmal biçimde bir kap içinde yüksek hızla dönen bir veya birkaç tekerlekten meydana gelirler. Tekerleklerin üzerinde merkezkaç kuvveti etkisiyle sıvıyı çevreye karşı itecek şekilde profilleştirilmiş kanatçıklar mevcuttur. Sıvı ve gazlar için kullanılır. Gazlar için kullanılan merkezkaç tulumbalara vantilatör adı verilmektedir. (Bkz. Vantilatör)
Bir kapta bulunan gazı veya havayı emerek içinde vakum (boşluk) meydana getirmek için kullanılan tulumbalara da prömatik tulumba denir. Bu boşluk tam olmaz. Tulumbanın gücüne göre sıfıra limit olur. (Bkz. Pompa)
Eskiden yangınları söndürmek için pistonlu tulumba kullanılırdı. Bu tulumbaları yangın yerine ulaştıran ve yangının söndürülmesi işinde çalışan gençlere de tulumbacı denirdi. Yangın söndürmek için kurulmuş olan tulumba ve tulumbacılardan müteşekkil olan teşkilâta da tulumbacılık teşkilâtı adı verilirdi.
Yangın çıkınca etrafa yayılmadan söndürmek ve mahsur kalanları kurtarmak için kurulan bir Osmanlı dönemi teşkilâtı. 1720 senesine kadar İstanbul’da çıkan yangınları, yeniçeriler kanca, balta, su kovası vesaire gibi itfâiye âletleriyle söndürürlerdi. Gerektiğinde yeniçerilere acemi ocağı efradı da yardım ederdi. Yangın söndüren yeniçerilerle acemilerin gayretlerine mükâfat olarak ikrâmiye verilir; içlerinde iyi hizmeti görülenler terfi ettirilirdi. Yangın söndürme levazımâtı ilk zamanlarda bedesten dellalında durur ve yangın olduğu vakit gelişi güzel kim isterse bunları alıp, yangın söndürmeye giderdi. Zaman zaman kargaşalık ve çapulculuğa sebep olan bu hizmet, Yavuz Sultan Selim Han zamânında kaldırılarak tamâmen yeniçeri ocağına verildi. Bu usûl tulumbacı ocağının kuruluşuna kadar devam etti.
On sekizinci asrın başlarında Müslüman olup, Dâvûd adını alan bir Fransız teknisyen, yangın söndürmek için tulumba yaptı. 1714’te Tüfekhâne ve Tophâne yangınlarında denenen bu tulumbaların yerine daha kullanışlı ve hafifleri yapıldı. 1720 yılında ise yangın tulumbalarının ilk nümunesini yapan Dâvûd Ağanın nezâreti altında acemi ocağına yamak olmak üzere ayrıca Dergâh-ı âli Tulumbacı Ocağı ihdas edildi. Dâvûd Ağanın maiyetinde bir kethüda, bir kâtip, bir çavuş yamağı, bir odabaşı, elli tulumbacı ve saka vardı. Tulumbacı neferlerin, üzerlerinde numaraları bulunan miğfer denilen bakırdan başlıkları mevcuttu. Zamanla ocaktaki görevlilerin sayıları artarak 1804 senesinde 531 kişiye ulaştı.
Ancak yeniçeriliğin 1826’da kaldırılmasıyla bu ocak da lağv edildi. 1827 yılında yarı askerî bir İtfâiye Teşkilâtı kuruldu. 1869’da belediye dâire ve merkezlerine, mahallelere tulumbalar verilerek semt tulumbacı ocakları kuruldu. Bu yıllarda çıkan İstanbul yangınından sonra Macaristan’dan getirilen Kont Secini’ye, Askerî İtfâiye Teşkilatı kurduruldu (1874). 1923’ten sonra itfaiye teşkilatı belediyelere devredildi.
Tulumbacılar, şehrin yüksek yerlerinde inşâ edilen yangın kulelerindeki gözcüleri vâsıtasıyla yangınları haber alırlar, başta reisleri, omuzlarında su tulumbaları ve yangın söndürme âletleriyle yangın yerine koşarlardı. Yangına koşar adım gidildiğinden neferlerin yorulmaması ve gidiş hızının azalmaması için uygun yerlerde takım değiştirilirdi. Her semtin tulumbacıları, kendi ekibinin daha faydalı olması, daha önce varıp hizmete ulaşması için yarışır, zamânın imkânları nispetinde yangını söndürmeye çalışırdı. Yangın yerine koşan tulumbacılara yaptıkları hizmete göre fenerci, borucu, kökenci ve hortumcu gibi isimler verilirdi. Tulumbayı yangın yerlerine sırtlarında koşar adım taşıyanlara ise uşak adı verilirdi. Fenerci, tulumba takımının ağası ve yol göstericisi olup yangına en önde giderdi.
Uşaklar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa bunu halletmek de fenercinin göreviydi. Borucu su sıkılan boruyu taşır ve alevlere su sıkardı. Kökenci borucunun kullandığı boruyu tutarak düşmemesini sağlar hortumcu da hortumları kullanırdı.
Yangını söndüren tulumbacılar dönerken hangi sınıf veya mahallenin tulumba ocağından olduklarını belirtmek için halkın kalabalık olduğu yerlerde “Haaayt... karada aslan, denizde kaplan, yetmiş iki buçuk millete duman attıran, yaman gelir yaman gider. Kasımpaşa’nın yiğitleri bunlar!” gibi naralar atarlardı. Yangın söndüren tulumba takımına kurtardıkları evin sâhibi tarafından genellikle kurbanlık bir koyun olmak üzere hisse denilen hediye verilirdi. Hisse, reis tarafından tulumba takımındakilere bölüştürülürdü.
Alm. Thulium, Fr. Thulium, İng. Thulium. Periyodik tablonun III-B grubunda yer alan nâdir toprak metallerinden kimyâsal bir element. Tm sembolüyle gösterilir. Atom numarası 69, atom ağırlığı 168,934, erime noktası 1545°C, kaynama noktası 1727°C ve özgül ağırlığı 9,134 g/cm3tür. Elektron dizilişi (Xe) 4f135d°6s2 şeklinde olup bileşiklerinde 2+ ve 3+ değerliklerini alır.
Tulyum, kemiksi dokuların filminin çekilmesinde ve ince çeperli makine parçalarının incelenmesinde faydalanılan küçük röntgen cihazlarında kullanılır. Metalden yapılmış eski küçük sanat eserlerinin üzerindeki işâret ve sembollerin incelenmesinde bu röntgen cihazından faydalanılır.
Tulyum, sanâyide iyon değiştiricilerle monozit mineralinden elde edilir. Monozit mineralinde % 0,007 oranında tulyum bulunur.
Mısır Memlûk sultanlarından ikisinin adı. Sultan Birinci Tumanbay 1501 yılının Ocak ve Nisan aylarında yüz gün, Sultanİkinci Tumanbay da 1516-1517 târihlerinde Memlûk Sultanlığı yaptılar. (Bkz. Memlûkler)
Alm. Donau (f), Fr. Danube (m), İng. The Danube. Avrupa’nın ikinci büyük nehri. Almanya’nın Karaorman (Schwarzwald) Dağlarından çıkıp, güney-güneydoğu istikâmetlerinde akarak Romanya’dan Karadeniz’e dökülür. Volga’dan sonra Avrupa’nın en uzun nehri olan Tuna, Almanya, Avusturya, Çek Cumhûriyeti, Macaristan, Yugoslavya, Bulgaristan ve Romanya topraklarını sular. Uzunluğu 2860 km, havzası yaklaşık olarak 816.000 km2dir.
Tuna, çoğu Alplerle, Karpatlar’dan gelen 300’den fazla kol alır. Su miktarı ve rejim bakımından geçtiği toprakların özelliklerine bağlıdır. Yazın buharlaşma ve kuraklık arttığından sular azalır. Kışın ve ilkbaharda ise sular fazlalaşır. Nehir yatağından etrafa yayılır. Bu durumda bir deniz görünüşü alır. Nehrin ortalama genişliği 400-500 m olmasına rağmen bâzı yerlerde 1200 m’ye ulaşır.
Tuna, ortalama olarak bir yılda Karadeniz’e 200 milyar m3ten fazla su taşır. Bu esnâda getirdiği, çakıl, kum ve mil gibi maddelerin toplam ağırlığı 8 milyar tonu geçer. Orta Avrupa ile güneydoğu Avrupa arasında ulaşım bakımından önemli olmasından, geçtiği yerdeki her devlet temizlenmesine büyük çaba sarf eder. Romanya Sırbistan sınırında Demirkapı Boğazında büyük bir hidroelektrik santralı inşâ edilmiş ve ırmağın akışını düzenlemek için kanallar açılmıştır. Nehirde özel olarak yapılmış gemilerle ulaşım sağlanır. Demirkapı’dan Karadeniz’e kadar olan kısımlar ekserî kışın donar. Donma müddeti aşağı yukarı 40 gün kadar sürer. Bâzı seneler havaların ısınmasıyle çözülen buzlar büyük parçalar hâlinde Karadeniz’den İstanbul Boğazına kadar gelirler.
Yüzölçümü : 7774 km2
Nüfûsu : 133.143
İlçeleri : Merkez, Çemişgezek, Hozat, Mazgirt, Nazımiye, Ovacık, Pertek, Pülümür.
Doğu Anadolu bölgesinin batısında, Yukarı Fırat bölümünde yer alan bir ilimiz. İl toprakları 38° 19’ ve 40° 26’ doğu boylamları ile 39° 36’ ve 38° 46’ kuzey enlemleri arasında kalır. Kuzeyden ve batıdan Erzincan, güneyden Elazığ, doğudan Bingöl illeriyle çevrilidir. Geçit vermeyen dağlar diyarı olarak tanınır. Trafik numarası 62’dir.
İsminin Menşei
Yüksek dağlar üstünde bir kartal yuvası gibi yükselen bu şirin ilimize Cumhûriyetten sonra “Tunç yürekli insanların beldesi!” mânâsına gelen “Tunceli” ismi verilmiştir. 30 Mayıs 1926 senesinde Hozat ilçesi merkez olarak “Dersim” vilâyeti kuruldu. 1938’de merkez ilçe “Kalan” kasabasına taşınarak sonradan ismi “Tunceli” olarak değiştirildi. Bu isim merkez ilçe gibi ilin de ismi olmuştur.
Târihi
Doğu Anadolu’nun batısında çok sarp ve dağlık bir bölgede bulunan Tunceli’nin târihi çok eski çağlara dayanır. Tunceli’nin ilk sâkinleri Orta Asya’dan gelen Türk kavimleridir. Tunceli’nin târihi Orta Asya asıllı Türk kavimleriyle başlar. Daha sonra da Anadolu’da ilk siyâsî birliği kuran Hitit Türkleri bu bölgeyi kendi sınırları içine dâhil ettiler. Hititler iktidar ve iç savaşlarla zayıflayınca sırasıyla Hurriler, Babiller ve Asurlar bu toprakları hâkimiyetleri altına aldılar. M.Ö. 6 ve 4. asırda Medler ve onların yerine geçen Persler bu bölgeyi ele geçirdiler. M.Ö. 4. asırda Makedonya Kralı İskender, Anadolu’nun büyük kısmı gibi bu bölgeyi de imparatorluğuna kattı. İskender’in ölümü üzerine bu bölge zaman zaman İran asıllı Ermeni derebeylerinin işgâline uğradı. Bilâhare Roma İmparatorluğu Anadolu’nun büyük kısmını ve bu bölgeyi Roma İmparatorluğuna bağladı. Tunceli, Partlar ile Romalılar arasında zaman zaman el değiştirdi.
M.S. 395 senesinde Roma İmparatorluğu ikiye bölününce Anadolu gibi bu bölge de Doğu Roma (Bizans)nın payına düştü. Bizanslılar, doğudan gelecek akınlara karşı çok sarp dağlık ve tabiî bir kale durumu arz eden Tunceli bölgesine büyük önem verdi. Bizans İmparatorlarından Leon Çimişkes, bu bölgede doğdu ve gençliğini burada geçirdi. Bizans İmparatoru olunca doğduğu köyü îmar edip büyük bir şehir hâline getirerek, “Çimişkesopolis” ismini verdi. Bugün bu şehir “Çemişgezek” ismiyle anılır. Sâsânîler birkaç defâ bölgeyi ele geçirdilerse de Bizans bu bölgeyi Sâsânîlerden geri aldı. İslâm orduları, 7. asır ortalarında bölgeyi fethettiler ve Çemişgezek’i îmar ettiler. İslâm devletlerindeki iç karışıklıkları fırsat bilen Bizanslılar bölgeyi yeniden ele geçirdiler. 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Alparslan’ın komutanlarından Saltık bin Ali Kasım tarafından fethedilerek merkezî Erzurum’da bulunan Saltıkoğulları Türk Beyliğine katıldı.
1201’de Saltıkoğulları Türk Beyliği, Anadolu Selçuklu Devleti tarafından kaldırılınca Tunceli, 1252 yılına kadar merkezi Erzincan’da bulunan Türkmen Mengücükoğulları Türk Beyliğine ve bir ara Artukoğulları Türk Beyliğine dâhil oldu. Mengücükoğulları Türk Beyliğine son verilince bu bölge Türkiye Selçuklu Devletine ve başşehir Konya’ya bağlandı.
Moğol istilâsında tahrip ve yıkımdan, arâzinin sarplığı sebebiyle kurtulunca bâzı Türk boyları bu emniyetli bölgeye göç ettiler. Esâsen Dersim halkının aslı Horasan’dan gelen Türk boylarıydı. Buradaki Türk boyları Çemişgezek Beylerinin sesini duyurmaya başladılar. Celâleddîn Harezmşah bu bölgede bir şaki tarafından öldürüldü.
On üçüncü asır sonlarında İlhanlılar, sonra da Celâyirliler, Tîmûrlular, Karakoyunlular ve Akkoyunlular bu bölgeye hâkim oldular.
İran Safevî Şahı İsmâil, bölgeyi ele geçirmek için bu havâlide yoğun bir Şiî propagandası başlattı ve bu bölgeyi Hacı Rüstem Bey, Şah İsmâil’in temsilcisi, Nur Ali’ye teslim etti. İsmâil’in Anadolu’yu ele geçirme plânını daha Trabzon Vâliliği esnâsında müşâhade eden Yavuz Sultan Selim Han, Şah İsmâil’e karşı sefere çıktı ve Çaldıran Zaferini kazanarak bu bölgeyi 1514’te Osmanlı Devletine dâhil etti. Hacı Rüstem Bey îdâm edildi ve oğlu Pir Hüseyin Beyin cesâret ve dînine bağlılığını takdir ederek kendisine Çemişgezek Beyliği verildi. Pir Hüseyin Bey derhal Nur Ali ile mücâdele ederek Nur Ali’yi ve kuvvetlerini yendi. Pir HüseyinBeyin ölümünden sonra Çemişgezek 4 sancak ve 14 zeamete ayrılarak oğulları arasında Kânûnî Sultan Süleymân Han tarafından taksim edildi. Bu dört sancak Çemişgezek, Pertek, Sağman ve Mazgirt’tir.
Çemişgezek ile Pertek, Diyarbakır Beylerbeyliğine bağlı iki sancaktı. Tanzimatta Çemişgezek ve Pertek sancakları birleştirilerek Dersim Sancağı ismini aldı ve Elazığ’a bağlandı. Merkez Hozat’a nakledildi. Birinci Dünyâ Harbine kadar bu şekilde idâre edildi. Birinci DünyâHarbinde Ruslar, Pülümür’e kadar ilerlemişlerse de Türklerin kahramanca direnişi karşısında çok zâyiat verdiler. Bu çarpışmalarda Rus ölüleriyle dolan dereye “Leş Deresi” denir. Rus birlikleri Tunceli halkının kahramanca mücâdele ve direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kaldılar.
Cumhûriyet devrinde bu bölge önce “Dersim” sonra da “Tunceli” ismiyle il oldu. Tunceli ili 30 Aralık 1946’da kurulmuştur.
Fizîki Yapı
Tunceli il topraklarının % 70’i dağlarla, % 25’i platolarla kaplı olup, çok dağlık bir arâzidir. Ovaları ise, il topraklarının % 5’ini teşkil eder. Anadolu’nun en yüksek ve dağlık bölgesinde yer alan bu ilin üç bin metreyi aşan dağları çoktur. Ovalar dağların arasındadır.
Dağları: Doğu Toros Dağlarının uzantıları olan Munzur Dağları ili kuzeybatıdan, Mercan Dağları kuzeyden, Bağırpaşa Dağı da kuzeydoğudan bir duvar gibi çevirir. Munzur Dağları 100 km uzunluğunda olup, çok az geçit verir. Munzur Dağlarının en yüksek noktaları Eğripınar Dağı (3111 m), Fekrik Dağı (3362 m), Koçgölbaşı Dağı (3339 m), Katırdağı (3129 m), Ziyarettepe (3071 m), Bağırpaşa Dağı (3293 m)dır.
Bu dağlar arasında Birman Gediği, Kadir Gediği, Sefilbaba Boğazı, Karagöl Gediği ve Bakire Gediği vardır.
Pülümür’ün doğusundaki Bakır Dağından (3106 m), Erzurum Ovası ve Palandöken Dağı seyredilir. Bu dağ Tunceli’nin en sarp ve çetin yeridir. Uçurumlar 1000 m’yi bulur.
Platoları: Munzur ve Bağırpaşa dağlarının sırtlarındaki düzlükler ilin başlıca platolarını meydana getirirler. Merkez ve Kalan yaylaları. Ovacık, Pülümür ve Pertek yaylaları, ilin başlıca platolarıdır.
Ovaları: Dağlar arasında Munzur, Pülümür, Peri, Ovacık ovaları ile Ormanyolu Çayı Vâdisi bulunur. Ovacık Ovası, Munzur Dağlarının güneyinde meydana gelmiş bir çöküntü ovasıdır. Yüzölçümü 85 km2dir.
Akarsuları: İlin en önemli akarsuyu Murâd Irmağı ile bu ırmağa katılan sulardır. Murâd Irmağı: Ağrı ilinin Aladağlar’ından doğar, Tunceli’nin güneyinden geçerek Tunceli ile Elazığ sınırını çizer. Munzur Suyu: Murâd Irmağının koludur. Munzur Dağlarından iki kol hâlinde çıkar. İl merkezinden geçer, güneyde Murâd Irmağına karışır. Peri Suyu: Şeytan Dağlarının batı eteklerinden çıkarak Akpazar yakınlarında Keban Baraj Gölüne dökülür. Pülümür Çayı: Avcı Dağlarının eteklerinden çıkar, Pülümür ilçe merkezinden geçerek Munzur Suyuna karışır. Kalan, Laç Deresi, Hozat Deresi, Avuşkent Deresi, Geyiksuyu Deresi, Ormanyolu Çayı hepsi de Keban Barajına dökülür.
Gölleri: Tunceli ilinde tabiî göl yoktur. Türkiye’nin hâlen en büyük baraj gölü olan Keban Baraj Gölü (675 km2) Tunceli ile Elazığ arasında sınır teşkil eder. Bu baraj gölü Tunceli’nin Elazığ istikâmetinde ulaşımını kolaylaştırdığı gibi sert iklimi nispeten yumuşatmıştır. 3000 metre yükseklikte buzul, vâdilerin su ile dolmasından meydana gelen Kara Göl, Çerimli Gölü, Kuzu Gölü, Katırın ve Bağır gölleri vardır.
İklim veBitki Örtüsü
Doğu Anadolu’nun YukarıFırat bölümünde yer alan Tunceli ilinde sert kara iklimi hüküm sürer. Yazlar serin ve kısa, kışlar uzun ve çok soğuk geçer. Aylarca soğuk sıfır derecenin altındadır. Keban Baraj Gölü civârında iklim nispeten yumuşaktır. İl toprakları aylarca karlarla örtülüdür. 2700 m’den yüksek yerler devamlı karlıdır. Senelik yağış miktarı 800 ile 1100 mm arasındadır.
Dağların çoğu çıplaktır. Orman ve fundalıklar il topraklarının % 30’unu; çayır ve mer’alar % 40’ını teşkil eder. Ekili ve dikili saha ise % 15’tir. Dağlarda daha çok meşe ormanları vardır. Vâdi yamaçlarında, çınar, dışbudak, ardıç, gürgen ve kavak ağaçları bulunur. Mer’alarda ot boldur. Çalı tipi makiler yaygındır.
Ekonomi
Tunceli ekonomisi tarıma ve hayvancılığa dayanır. Faal nüfûsun % 80’i tarım ve hayvancılıkla uğraşır.
Tarım: Tunceli ilinde en çok yetişen tarım ürünü buğday olmasına rağmen miktarı azdır. Ayrıca, arpa, şekerpancarı, fasulye, soğan ve az miktarda pamuk ve iyi cins kokulu tütün yetiştirilir. Güney kısmında vâdilerde sebze ve meyve yetiştirilir. Başlıca meyveleri ceviz, dut ve bâdemdir. Tarıma müsâit arâzi Keban Barajı altında kalmıştır.
Hayvancılık: Tunceli’de hayvancılık halkın temel geçim kaynağını teşkil eder. Besi hayvancılığı gelişmemiştir. Mer’a hayvancılığı yapılır. Sığır, koyun ve kıl keçisi beslenir. Arıcılık gelişmiştir.
Ormancılık: Tunceli ilinde 210 bin hektar orman ve 50 bin hektar fundalık saha bulunmaktadır. Orman içinde 219 köy ve kenarında 69 köy yer alır. Bu ormanlardan yılda yaklaşık 420 bin ster (315 m3) yakacak odun elde edilir.
Mâdencilik: Tunceli ili mâden bakımından zengin olmasına rağmen iklim şartları ve ulaşım güçlüğü sebebiyle sâdece tuz elde edilir. Tuz istihsaliyse, tuzlu sulu kuyulardan çekilen su güneşte buharlaştırılarak temin edilir. Tekel Genel Müdürlüğü tarafından işletilen Ağa, Göreli ve Hıvır tuzlalarından 600 ton civârında tuz elde edilir. İl toprakları bakır, kurşun, manganez, mâden kömürü, pirit mâdenleri bakımından zengindir. Pülümür-Karagöl’de iki krom mâden ocağı ve Ovacık-Yarımkaya mâden kömürü özel sektör tarafından işletilir.
Sanâyi: Tunceli ili sanâyi bakımından en az gelişmiş illerimizden biridir. İlin çok dağlık ve yerleşim yerlerinin çok dağınık ve toprağın 5-6 ay karla örtülü olması pek az kısmının ekime elverişli olması ekonomi ve sanâyinin gelişmesini menfi olarak etkilemektedir. Başlıca fabrikalar Yem Fabrikası, Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu Süt Fabrikası, Sümerbank Halı İpliği Fabrikası ve özel sektöre âit İşbir-Çarsancak Gıdâ Sanâyi A.Ş’dir.
1-9 arasında işçi çalıştıran 150 sanâyi iş yeri ve 500 ticârî kuruluş vardır.
Ulaşım: Tunceli ulaşım imkânı az olan bir ildir. Erzurum-Erzincan yolundan ayrılan bir yol Tunceli’ye ulaşır. Tunceli-Erzurum-Erzincan yolu ile kuzeyde Ankara-Sivas-Erzincan-Erzurum-Kars hattıyla; güneyde ise Kayseri-Malatya-Elazığ-Muş-Van hattıyla birleşir. İlde devlet yollarının uzunluğu 150 km, il yollarının uzunluğu 510 km’dir. En önemli yolu Elazığ-Tunceli-Erzincan yoludur. Barajda feribot seferleri yapılır. İlçelere yol vardır. Demir ve havayolu yoktur.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Nüfûsu: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 133.143 olup, bunun 50.799’u ilçe merkezinde ve 82.344’ü köylerde yaşamaktadır. Yüzölçümü 7774 km2 olup, nüfus yoğunluğu 17’dir. 3000’den fazla yerleşim merkezi vardır.
Örf ve âdetleri: Tunceli topraklarında târih boyunca birçok millet ve medeniyetler gelip geçmiştir. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra bu bölgede Türk-İslâm kültürü yerleşmiş olup, diğer kültürler unutulmuştur.
Mahallî kıyâfetleri: Kadın kıyâfeti: Kadınlar başlarına renkli ipliklerle sarılmış ve gümüş paralarla süslü başlıklar geçirirler. Üzerlerine üç etek, uzun entari, çepken ve şalvar, ayaklara yün çorap ve çarık giyilir. Erkekler başlarına el örgüsü başlık ve poşu giyerler, sarık sararlar. Üzerlerinde şal-şepik bulunur. Yakasız çeket, bol pantolon ve soğuktan korunmak için palto yerine kolsuz keçe (kepenek) kullanılır. Ayaklara yün çorap ve çarık giyilir.
Mahalli oyunları: Halk oyun ve mûsikisinde Erzurum, Erzincan, Bingöl ve Elazığ gibi komşu illerin tesiri büyük olmuştur. Halk oyunları “Halay” ve “Bar” çevresine girer. Gelin Ağlatma, Tamzara, Düğüne Toplama, Maraçor, Üç Ayak, İki Ayak, Cirit, Kemal Çavuz, Yol Havası, Güzeller, Bir Ayak, At Oyunu ve Lorke başlıca oyunlarıdır. Tunceli, halk türküleri bakımından da zengindir.
Sakız, kilim ve çorap meşhurdur. Hozat ve Çemişgezek’in kilimleri aranılan güzelliktedir. Hozat’ın yün çorapları renk renk yünden örülür. Evde süs eşyâsı olarak saklanan bir dekordur. Ovacıkta sakız tarlaları vardır. “Kenger” denilen bitkinin kökünden kokulu ve nefis bir sakız çıkarılır.
Mahallî yemekleri: Saç kavurması, Cirikurt, Şirakurt, Babiko, Bablo, Keşkek, Cumhur, Patila, Piyaz, Tava Biçiği, Gömmer Erişte’dir. Çaysız sofraya oturulmaz ve çöken ayranı meşhurdur.
Eğitim: Sanâyi, ulaşım ve bâzı bakımlardan geri olan Tunceli okur-yazar bakımından çok ileri durumdadır. Okur-yazar nispeti % 95’e doğru yaklaşmaktadır. İlde 53 okul öncesi eğitim, 456 ilkokul, 23 ortaokul, 5 meslekî ve teknik ortaokul, 10 lise, 5 meslekî ve teknik lise olup, ayrıca, Elazığ Fırat Üniversitesine bağlı Tunceli Meslek Yüksekokulu da eğitim vermektedir. Nüfûsuna göre yurtdışına en çok işçi gönderen Tunceli’dir. 30 bin kişi yurtdışında işçidir.
İlçeleri
Tunceli ili, Merkez (Kalan), Çemişgezek, Hozat, Mazgirt, Nazımiye, Ovacık, Pertek ve Pülümür ilçelerinden ibârettir.
Merkez (Kalan): 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 37.655 olup, 24.513’ü ilçe merkezinde, 13.142’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 9, Çiçekli bucağına bağlı 11, Kocakoç bucağına bağlı 11 ve Sütlüce bucağına bağlı 11 köyü vardır. Yüzölçümü 841 km2 olup, nüfus yoğunluğu 45’tir. Türkiye’nin en küçük merkezlerindendir.
İlin orta kesimlerinde yer alan ilçe toprakları genelde dağlıktır. Doğusunda Nazımiye bulunur. Ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanır. Düz kesimlerde tarım, yaylalarda ise hayvancılık yapılır.
İlçe merkezi Munzur Suyunun her iki yakasında dik ve kayalıklı yamaçlarda kurulmuştur.
Çemişgezek: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 12.559 olup, 3397’si ilçe merkezinde, 9162’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 16, Akçapınar bucağına bağlı 9, Gedikler bucağına bağlı 15 köyü vardır. Yüzölçümü 877 km2 olup, nüfus yoğunluğu 14’tür.
İlçe toprakları, Fırat havzası içinde kalır ve genellikle dağlıktır. Kuzeyinde Munzur Dağları yer alır. İlçe topraklarının büyük kesimi dağlarla kaplıdır. Topraklar Keban Baraj Gölüne doğru alçalır. İlçenin önemli akarsuyu Karaoğlan Dağının batı yamaçlarından doğan Ormanyolu Çayıdır. Çayın vâdisi yer yer genişleyerek, ilçenin düzlüklerini meydana getirir. Bu düzlükler Pulur Ovası olarak adlandırılır.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. Hayvancılık ilkel yöntemlerle yapıldığından geliri düşüktür. Koyun, kıl keçisi ve sığır beslenir. Bitki örtüsü uygun olmasına rağmen arıcılık gelişmemiştir.
İlçe merkezi, Ormanyolu Çayının Keban Gölüne döküldüğü yerde kurulmuştur. Genelde köy görünümündedir. 1881’de Keban ilçesinden ayrılarak ilçe olmuştur. Târihi çok eskidir. Keban Barajı yapılırken Salıyol köyü höyüğünde M.Ö. 4000 senesine âit eserler bulunmuştur. Türbesi, Harput’ta bulunan İman Efendi adıyla meşhur Osman Bedreddîn Erzurûmî, Çemişgezek’te 15 yıl halka İslâmiyeti öğretmiştir.
Hozat: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 11.643 olup, 4606’sı ilçe merkezinde, 7037’si köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 25, Çağlarca bucağına bağlı 7, Geyiksuyu bucağına bağlı 10 köyü vardır. Yüzölçümü 804 km2 olup, nüfus yoğunluğu 15’tir.
İlçe toprakları yüksek bir plato niteliğindedir. Kuzeyinde Karacaoğlan Dağı, güneydoğusunda Topaltepe, batıda ise Mucur Dağlarının uzantıları yer alır. Toprakları yüksek kesimde yer aldığından iklimi çok serttir.
Ekonomisi hayvancılığa dayalıdır. En çok koyun ve keçi beslenir. Tarım yapılabilen düzlüklerde az miktarda buğday, arpa, patates ve nohut yetiştirilir.
İlçe merkezi Hozat Deresi Vâdisinde kurulmuştur. 1848’de ilçenin bugünkü yerinde bir kışla yapıldı. Bu kışlanın çevresinde bir yerleşme merkezi kuruldu ve burası Dersim Sancağının merkezi oldu. Cumhûriyetin îlânından sonra Dersim il merkezi olduysa da 1925’te ilçe olarak Elazığ’a bağlandı. 1936’da Tunceli il olunca, buraya bağlı ilçe hâline getirildi. İl merkezine uzaklığı 54 km’dir.
Mazgirt: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 21.041 olup, 3751’i ilçe merkezinde, 17.290’ı köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağına bağlı 26, Akpazar bucağına bağlı 22, Darıkent bucağına bağlı 31 köyü vardır. Yüzölçümü 709 km2 olup, nüfus yoğunluğu 30’dur.
İlçe toprakları dağlıktır. Dağlardan doğan suları Peri ve Munzur suları toplar. İlçenin doğu ve batı sınırlarını meydana getiren bu iki su, Keban Baraj Gölüne dökülür. Keban Gölü ilçenin güneyinde yer alır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Akarsu vâdilerindeki dar düzlüklerde tarım yapılır. Buğday, şekerpancarı, üzüm, arpa, elma ve armut yetiştirilen başlıca tarım ürünleridir. İlçede krom yatakları vardır. Küçükbaş hayvancılığı da ekonomide önemli yer tutar.
İlçe merkezi Kırklar Dağı eteklerinde kurulmuş olup, gelişmemiş bir yerleşim merkezidir. İl merkezine 32 km mesâfededir. Mazgirt Belediyesi 1926’da kurulmuştur.
Nazımiye: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 7392 olup 2401’i ilçe merkezinde, 4991’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 12, Büyükyurt bucağına bağlı 12, Dallıbahçe bucağına bağlı 6 köyü vardır. Yüzölçümü 553 km2 olup, nüfus yoğunluğu 27’dir.
İlçe toprakları dağlıktır. İlin en küçük ilçesidir. Dağlardan doğan suları Peri Suyu ile Pülümür Çayı toplar. Peri Suyu güneydoğu, Pülümür Çayı ise batı sınırlarını çizer.
Ekonomisi hayvancılığa dayanır. Tarım yapılacak düzlüklerin bulunmaması ve iklim şartlarının elverişsizliği yüzünden tarım çok az yapılır. Az miktarda elma, armut, baklagiller, üzüm ve buğday yetiştirilir.
İlçe merkezi Tunceli-Erzincan karayolunun 13 km doğusunda kurulmuştur. Denizden 1550 m yüksekliktedir. İl merkezine 35 km mesâfededir. Nazımiye Belediyesi 1923’te kurulmuştur.
Ovacık: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 15.316 olup, 3647’si ilçe merkezinde, 11.669’u köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 44, Karaoğlan bucağına bağlı 6, Yeşilyazı bucağına bağlı 14 köyü vardır. Yüzölçümü 1538 km2 olup, nüfus yoğunluğu 10’dur. Yüzölçümü bakımından ilin en büyük ilçesidir.
İlçe topraklarını Munzur Dağları ve bu dağların eteklerinde yer alan Ovacık düzlüğü kaplar. Munzur Dağlarından doğan Munzur Suyu, Ovacık topraklarını baştan başa suladıktan sonra Murâd Suyuna karışır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Genelde tahıl yetiştirilen ilçede, sulanan topraklarda sebzecilik yapılır. Hayvancılık da ekonomide önemli yer tutar. Topraklarında zengin kömür yatakları olmasına rağmen, mâdencilik gelişmiştir. İlçede ince halı dokumacılığı yaygındır. Türkiye’nin en büyük millî parkı olan Munzur Vâdisi Millî Parkının büyük kısmı ilçe topraklarında yer alır. Millî Park sahası içinde senelik üretimi 200.000 adet olan bir alabalık üretme tesisleri kurulmuştur.
İlçe merkezi Munzur Vâdisinin kuzey kenarında ve Munzur Dağları eteklerinde kurulmuştur. 1938’den sonra Mareşal Çakmak ismi verildiyse de tekrar ismi Ovacık olarak değiştirildi. İl merkezine 61 km mesâfededir. Ovacık Belediyesi 1937’de kurulmuştur.
Pertek: 1990 sayımına göre toplam nüfûsu 18.833 olup, 5428’i ilçe merkezinde, 13.405’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 9, Akdemir bucağına bağlı 8, Dere bucağına bağlı 10 ve Pınarlar bucağına bağlı 17 köyü, ayrıca 80 mezrâsı vardır. Yüzölçümü 947 km2 olup, nüfus yoğunluğu 21’dir.
İlçe toprakları genelde dağlık olup, akarsu vâdileriyle parçalanmıştır. Bu akarsuların sularını Munzur Suyu ve Murâd Irmağı toplar. İlçenin güneyinde Keban Baraj Gölünün bir bölümü yer alır.
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünleri buğday, şekerpancarı, arpa ve armuttur. Az miktarda üzüm, elma, patates ve baklagiller yetiştirilir. Hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. İlçenin en önemli sanâyi kuruluşu Sümerbank tarafından kurulan Pertek Halı İpliği Fabrikasıdır. İl merkezine 51 km mesâfede olup, daha yakındaki Elazığ’a ise 31 km mesâfededir. İlçe belediyesi 1926’da kurulmuştur.
Pülümür:1990 sayımına göre toplam nüfûsu 8704 olup, 3056’sı ilçe merkezinde 5648’i köylerde yaşamaktadır. Merkez bucağa bağlı 10, Balpayam bucağına bağlı 8, Dağyolu bucağına bağlı 12, Kırmızıköprü bucağına bağlı 25, Üçadam bucağına bağlı 9 köyü vardır.
İlçe toprakları genelde dağlık olup, akarsu vâdileriyle bölünmüştür. Dağlardan doğan küçük dereleri Karasu ve Pülümür Çayı toplar.Karasu Irmağı ilçenin kuzey sınırını meydana getirir. İlçenin en yüksek dağı doğuda yer alan Bağırpaşa Dağıdır (3293 m).
Ekonomisi tarıma dayalıdır. Başlıca tarım ürünü buğdaydır. Ayrıca az miktarda patates üzüm, baklagiller, elma, armut, ceviz, arpa ve erik yetiştirilir. Hayvancılık ilçe ekonomisinde önemli yer tutar. Yaylalarda kıl keçisi ve koyun besiciliği yapılır. İlçede tuz yatakları vardır.
İlçe merkezi Tunceli-Erzincan karayolu üzerinde kurulmuştur. İlçe gelişmemiş ve küçük bir yerleşim merkezidir. Ekonomik ilişkiler yönünden Tunceli’den daha çok Erzincan’a bağlıdır. Erzincan’a bağlı ilçeyken 1938’de Tunceli’ye bağlandı. İlçe belediyesi 1910’da kurulmuştur.
Târihî Eserler ve Turistik Yerleri
Tunceli tabiî ve târihî güzelliklerin kucaklaştığı şirin bir ilimizdir. Kış sporları, her mevsim avlanmaya müsait hayvanları, vâdilerinde soğuk ve berrak suları ve çağlayanları ile Doğu Anadolu’nun İsviçre’sidir. Bu sayısız imkânlara rağmen turizm alt yapı tesisleri yoktur. Organizasyon noksanlığı ve ulaşım zorluğu yüzünden turizm hiç gelişmemiştir. Başlıca târihî eserleri şunlardır:
Eski Câmi: Çemişgezek ilçesinde Selçuklular zamânında yapılmıştır. Taş işçiliği çok güzeldir.
Yalmaniye Câmii: Çemişgezek ilçesinde, Tîmûr Han zamanında Tâceddin Yalman tarafından yaptırılmıştır. Yapım târihi kesin belli değildir. Sonradan yapılan tamirler ve ekler belirgin bir şekildedir. Sâdece câminin ana giriş kapısı ilk yapısını koruyabilmiştir. Selçuklu ile Osmanlı mîmârisi arasında geçiş dönemi eseridir. Penceresi üzerinde bulunan, halk tarafından kıymetli-taş adı verilen oymataş paha biçilmeyen târihi bir eserdir.
Elti Hâtun Câmii: Mazgirt ilçesinde 1252’de Elti Hâtun adına yapılmıştır. Genelde sâde bir câmidir. Elektrik tesisatı çekilirken kitâbesi tahrip edilmiştir. Câmi çevresinde bulunan taşlardan câminin külliyesi olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Elti Hâtun adına yapılmış bir de kümbet vardır.
Baysungur Câmii: Pertek ilçesinde kalenin eteğinde yer alır. 1572’de Pertek Beyi Baysungur tarafından yaptırılmıştır. Taç kapı ve mihrabın taş işçiliği çok güzeldir. Yukarı Câmi olarak da bilinir.
Çelebi Ali Câmii: Pertek ilçesinde 1570 senesinde yaptırılmıştır. Kesme ve moloz taştandır. Câminin batı duvarında eyvanlı çeşme, onun yanında da minâre vardır. Tek kubbeli bir câmidir.
Sağman Câmii: Pertek ilçesinin Sağman köyündedir. 1555’te Selçuklulardan Keyhüsrev Beyin oğlu Sâlih Bey tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Tek kubbelidir.
Eski eserler: Bağın Kalesi: Mazgirt ilçesi Faraç köyündedir. Asurlulardan kalmadır. Çivi yazılı sütun vardır. Pertek Kalesi: Pertek’te kayalık bir tepe üzerindedir. Selçuklular yapmış, Osmanlılar tâmir etmiştir. Hâlid bin Velid hazretleri tarafından fethedilen kale, Hicrî 19 yılında tâmir edilmiş, kapısının üstündeki Karakuş heykeli kaldırılarak yerine Arabî bir kitâbe konulmuştur. Kale, Selçuklulardan sonra Osmanlılar tarafından tâmir ettirilmiştir. Güney cephesinde yontma taşlar arasına kırmızı sert tuğlalar konmuş, aralarına mâvi çiniler yerleştirilmiştir. Kale içinde sarnıç ve binâ harâbeleri vardır. Kale güneyinde Murâd Nehri kenarında yüksek kayalar üzerinde Pertek Beylerine âit binâlar vardır. Çocikli adı verilen çinili adalar Mengüç Beylerine âittir. Sağman Kalesi: Pertek’in 15 km uzağındadır. 1555’te sancak beyi Sâlih Bey yaptırmıştır. Mazgirt Kalesi: Selçuklulardan kalmadır. Kaleye bir mağaradan girilir. Mağara önünde 40 merdiven vardır. Surların bir kısmı yıkılmıştır. İçinde bir yel değirmeni bulunur ve bu değirmen tahrip olmuştur.
Târihî köprüler içinde Çemişgezek, Pertek veMazgirt ilçelerinde Selçuklu ve Osmanlılardan kalma köprü kalıntıları vardır.
Pertek-Til (Korluca) Köyü Hanı: Sultan Murâd Han tarafından Bağdat Seferi sırasında yapılmıştır. Mazgirt-Ürik köyüne vakfedilmiştir. İbrâhim Paşa Sarayı: Pertektedir. Derviş hücreleri: Çemişgezek’tedir. Sarp kayalara oyulmuştur.
Mesire yerleri: Tunceli’de Munzur Vâdisi dışında Mercan Vâdisi boyları ve Tunceli-Erzincan karayolu çevresi tamâmiyle mesire yeridir. Başlıca mesire yerleri şunlardır:
Munzur Vâdisi Millî Parkı: Tunceli-Ovacık arasında uzanan Munzur Vâdisi “Millî Park” olarak îlân edilmiştir. Bu vâdinin tabiî güzelliği eşsiz güzelliktedir. Munzur Suyundan ise bol ve çeşitli alabalık çıkarılır. Çevresi av hayvanları ve bu gibi su kaynakları ile doludur. Ayı, kurt, vaşak, tilki, su samuru, sansar, porsuk, sincap, tavşan, dağ keçisi, geyik ve iki bin çeşit kuş vardır. Nehirlerinde 14 çeşit alabalık kaynaşır. Dağ tepelerinde bir yazdan öteki yaza kar ve buz ulaşan bir beldedir. Köpüklü sularında, sarp yamaçlarında vahşi bir güzellik gizlidir. Kekliği meşhur olup, türkülere geçmiştir. Dört mevsim ayrı güzelliği vardır. Vâdiler ilkbahar ve yazın yemyeşildir. Kışın kar kalınlığı genellikle 150 cm civârındadır.
Karagöl Çağlayanı: Tunceli-Pülümür arasında mesire yeridir. Dereova Çağlayanı: Nazimiye’dedir. Manzarası çok güzel bir mesire yeridir. Mercan Vâdisi ve Çağlayan: Dereova bucağındadır. Ormanyolu Çayı: Çemişgezek’tedir. Keban Baraj Gölü: Kenarları çok güzel manzaralarla süslüdür. Harçik Vâdisi; Tahar Vâdisi; Kırk Gözeler: Munzur Nehrinin çıktığı yerdir.
İçmeler ve kaplıcalar: Tunceli’de çok sayıda içme ve kaplıca vardır. Fakat bunların çoğunda tesis yoktur. Küçük bölümünde ise, bölge halkı tarafından yapılmış küçük tesisler vardır.
Mazgirt Kaplıcası: Mazgirt ilçesinin Bağın köyündedir. Tedâvi için basit bir havuz, konaklama için de küçük bir motel vardır. Kaplıca suyu içme olarak, karaciğer ve safra kesesi hastalıklarına iyi gelir. Metabolizma rahatsızlıklarında, banyo olarak damarları genişletir, romatizma, nevralji ve kadın hastalıklarına faydalıdır.
Tunceli ilinde bâzı meşhur efsâneler de vardır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
Munzur Efsanesi: Bu efsâne Munzur Irmağının kaynağına âittir. Söylendiğine göre, vaktiyle bu civarda yaşayan zengin bir köylü hacca gitmiş. Kendisinin sadık ve dürüst bir çobanı varmış. Hanımı evde helva pişirirken çoban yanına gelip Hacda bulunan ağasına helva götürmek için tabağa helva koymasını istemiş. “Ağam sıcak helvayı çok sever, sıcak sıcak bir kepçe helva koy da götüreyim.” demiş. Kadın bunun imkânsız olduğunu bildiği için; “Çobanın canı helva istedi galiba, bolca koyalım da yesin.” diyerek bir tabağa helva doldurup çobana vermiş. O anda hac mahallinde namaz kılmakta olan ağa, çobanı görmüş. Çoban; “Hanım sana helva gönderdi.” deyip bir anda kaybolmuş.
Ağanın hacdan döneceği haberi köye gelince herkes kendisini karşılamaya çıkmış. Çoban da eline tâze sağdığı bir tas süt alıp, bunların arasına katılmış. Ağa köye gelişinde biriken halk kendisinin elini öpmek ve ona hürmette bulunmak için yürüyünce, topluluğa hitâben hacdayken yediği helvayı kastederek; “Hürmete lâyık ve eli öpülecek olan kişi ben değilim. O, aranızda bulunan çobanım Munzur’dur.” deyince, halk çobanın eline sarılmak istemiş. “Ağam beni mahvettin” diye çoban kaçmış. Şimdiki Munzur Nehrinin çıktığı yere gelince ayağı bir taşa takılarak düşmüş ve elindeki süt dökülmüş. Sütün döküldüğü yerden beyaz köpüklü bir su fışkırmış. Bu Munzur’un ilk kaynağını teşkil etmiştir. Hâlen bu menbânın suyu köpüklü beyaz süt renginde akmaktadır.
Pülümür bölgesine âit efsâne: Efsâne çarıklı aşiretine âittir. Aşiretin reisi Şah Hüseyin Beydir. Eşyâlarını benekli bir öküze yükleyerek Doğu bölgesinden Batıya doğru âilece hareket ederler. Bir gece gördüğü rüyâda öküz nereye yatarsa orayı yurt tutmak ilhamını alması üzerine öküzün yattığı Pülümür’ün Ağa Şenliği bölgesini yurt edinir. Evin inşâsı sırasında Hızır aleyhisselâm, ak sakallı bir dede şeklinde gelerek evin bir tarafına kalın bir direk diker ve ortadan kaybolur. Bu direğe Kali Sipe (Beyaz İhtiyar) adı verilmiştir. Rivâyete göre 1266 târihinde binânın yanması üzerine halk kaçmış, bilâhare döndüklerinde direğin yanmadığını görmüşlerdir.