TOPRAK MAHSULLERİ OFİSİ (TMO)

Tahıl üreticisini ve tüketicisini korumak için piyasayı düzenlemek maksadıyla faaliyet gösteren, sorumluluğu sermâyesiyle sınırlı olan bir iktisâdî devlet teşekkülü. Temmuz 1938’de 3491 sayılı kânunla kurulan Toprak Mahsülleri Ofisinin yapısı 8 Haziran 1984’te 233 sayılı kânun hükmünde kararnâmeyle yeniden düzenlendi. Tarım Bakanlığı ve Orman ve Köyişleri Bakanlığıyla ilgili bir kuruluştur.

Toprak Mahsülleri Ofisinin çok geniş kuruluş ve çalışma alanı vardır; tahıl alış ve satış fiyatlarını tespit eder, tahıl ve pirinç alır satar, gerekli durumlarda bakliyat ve yağlı tohumlar piyasasını düzenleyici tedbirler alır. Buğday ve pirinç ithal ederek iç piyasaya sürer. Un ve ekmek fabrikaları kurar, işletir. Tahılların korunması ve temizlenmesiyle ilgili silo vb. tesisleri kurar, işletir. Afyon ve uyuşturucu maddeler üzerindeki devlet tekelini sürdürerek bu maddelerin alım, îmâlât ve satış işleriyle uğraşır. Ayrıca tohum iyileştirme ve dağıtımı, ilâçlama ve araştırma gibi çeşitli vazifeleri yerine getirir.

Toprak Mahsülleri Ofisinin merkez teşkilâtı; yönetim kurulu ve genel müdürlükten, ana hizmet birimleri de alım muhâfaza dâiresi, ticâret dâiresi ve nakliye dâiresi başkanlıklarından ibârettir. Kuruluşun taşra teşkilâtıysa 12 bölge müdürlüğü, 73 şûbe müdürlüğü ve 246 ajans müdürlüğünden meydana gelmiştir (1994). Bölge müdürlükleri Ankara, İstanbul, Afyon, İzmir, Kayseri, Konya, İskenderun, Samsun, Erzurum ve Diyarbakır’da bulunmaktadır. 1985 yılından îtibâren eski tesislerin yenilenmesi ve yeni tesislerin inşâ edilmesi neticesinde yaklaşık 2 milyon ton olan depolama kapasitesi, 4 milyon tona çıkarılmış olan kurumun, çeşitli kuruluş ve şirketlerle ortaklıkları vardır. Alkaloit Müessesesi ve Azmi Milli T. A.Ş. (Aksaray), GüneşSigorta (İstanbul), Bumaş (Karaman), Migros (İstanbul), Tungas (Tunceli), Ankara Halk Ekmek Fabrikası, Yem Sanâyii (Ankara) ve Gima (Ankara) bu kuruluşlardandır (1994).

TOPRAK REFORMU

Alm. Bodenreform, Fr. Réforme Agraire, İng. Land Reform. Bir ülkedeki tarım arâzileri üzerinde, mülkiyet veya kullanma biçimiyle ilgili olarak yapılan planlı ve programlı değişiklikler. Hükümetler veya topluma hâkim sınıf ve gruplar tarafından yapılan toprak reformu çalışmaları târihin ilk devirlerinden beri olagelmiştir. Peygamberlerin bildirdikleri hak dinden ayrılan insanların başına geçen zâlim idâreciler insanları köle olarak çalıştırmışlardır. Ekip diktikleri topraklar üzerinde mülkiyet hakkı iddia etmeleri bir tarafa, karınlarını bile doyuramadıkları zamanlar olmuştur. İnsanları köleleştirerek sömüren bu zalim diktatörleri devirmek, onların uyguladıkları baskı ve zulme son vermek için büyük direniş ve ihtilal hareketleri ortaya çıkmıştır. Bu hareketler neticesinde ortaya çıkan durumlar veya hükümetlerin aldıkları kararlar üzerine toprak reformu uygulamalarına gidilmiştir.

Târihte uygulanan ve bilinen en eski toprak reformu M.Ö. 6. yüzyılda Atina’da yapıldı. Solon’un önderlik ettiği bu reformlar, köylüleri borçlarına karşı ipotek etme ve alacakların hizmetinde çalışma mecburiyeti getiren uygulamaya son verildi. M.Ö. 2. yüzyılda Roma’da Gracchus Kardeşler öncülüğünde gerçekleştirilen toprak reformundaysa, soylular sınıfının elinde bulunan topraklar halka dağıtıldı. Bir kişinin sâhip olabileceği toprak mülkiyetine asgarî ve âzamî sınırlar getirildi. Fakat bu uygulama çok kısa zamanda tersine dönüp, tarım arâzileri yüzyıllar boyunca büyük toprak sâhiplerinin elinde kaldı. Ortaçağ boyunca Avrupa’da hüküm süren Feodalizm (derebeylik) ve kilise hâkimiyetine dayanan mutlakiyet idâreleri Fransız ihtilâliyle yıkılırken, serflik (kölelik) kurumları da tasfiye edildi. Rahiplerin ve ülkeden kaçan kimselerin topraklarına el konarak parçalanan arâziler açık artırmayla satıldı. Böylece küçük âile çiftlikleri kuruldu.

İlmî ve teknolojik gelişmeler neticesinde köylerden büyük şehirlere akın olması sebebiyle, diğer Avrupa ülkelerinde toprak reformunun daha sancısız biçimde gerçekleşmesi sağlandı. İsveç, Danimarka, Almanya, İtalya gibi Avrupa ülkelerinde 19. yüzyılda, İrlanda da ise 20. yüzyılın başlarında toprak reformu tamamlanabildi. Rusya’da 1861’de Çar II. Aleksandr’ın çıkardığı bir fermanla toprak reformu teşebbüsünde bulunulduysa da hedeflenen netice elde edilemedi. 1917’de meydana gelen Bolşevik ihtilâli sonrasında bütün topraklar kollektifleştirme adıyla devlet tekeline geçti. Toprağa bağlı insanları köleleştiren bu sistem birçok sosyal rahatsızlığa sebep oldu. Meydana gelen kıtlıklar sebebiyle milyonlarca insan öldü. Sovyet Rusya’nın peyki durumunda olan ve sosyalist sistemi benimseyen ülkelerde yapılan toprak reformu çalışmaları da birçok huzursuzluklara sebep oldu.

Meksika’da yapılan toprak reformu beklenen neticeyi verdiyse de birçok Latin Amerika ülkesindeyse istikrarsızlığa ve dış müdâhalelere yol açtı. 1952 senesinde Mısır’da geniş çapta gerçekleştirilen toprak reformu, sanâyinin azgelişmişliği sebebiyle ekonomik yönden fazla fayda sağlamadı. Diğer Kuzey Afrika ve Ortadoğu ülkelerinin çoğunda da bağımsızlık hareketleri veya ihtilallerden sonra toprak reformları uygulandı. Etiyopya ve Mozambik köklü toprak reformlarına giriştiler. Bu ülkelerde toprağın mülkiyeti devlet tekeline alınırken toprağı işleyenlerle onların mirasçılarının tasarruf hakkı teminata bağlandı. Çin’de komünist idârenin hâkim olmasından sonra toprak reformu yapıldı.

Osmanlı Devleti zamânında beş çeşit toprak vardı:

1. Mülkiyeti millete âit olan topraklar olup, bir kısmı haraçlı, pekçoğuysa öşürlü(uşurlu) idi. Mülk olan topraklarsa dört kısımdı. Birincisi; köy, şehir içindeki arsalar veya köy yanında olup yarım dönümü geçmeyen yerlerdir. Bunlar mîrî toprakken halîfenin izniyle millete satılmış yerlerdir. İkincisi halîfenin izniyle millete satılan mîrî tarla ve çayırlardır. Üçüncüsü uşurlu, dördüncüsü haraçlı topraklardır. Bu dört çeşit toprağı sâhibi satabilir, vasiyet edebilir, vârislerine mîrâs hukûkuna göre taksim olunur.

2. Beytü’l-mâla yâni devlet hazînesine âit olan topraklar. Bu topraklara mîrî topraklar denir. Memleketin çoğu böyle olup, kirâya verilirdi. Sonraları çoğu millete satıldı. Bu toprakları, kirâ verip tapuyla kullanan kimseler ölürse mirasçıları taksim edemezler ve satamazlar. Satılmasını, parasından borcunun ödenmesini vasiyet edemezler. Mirasçılarının malı olmaz. Mîrî toprağı kirâlayan kimse, her şey ekebilir veya kirâyla başkasına ektirebilir. Üç sene boş bırakılan toprak başkasına verilir. Kirâcı mîrî toprağa izinsiz ağaç, asma dikemez. İzinsiz binâ yapamaz. Mirî toprak tapuyla kirâlamış olanın mülkü olmaz. Bu kimseler kirâcıdırlar. Bu kimse ölünce toprağın mirasçısına kirâya verilmesi âdet olmuştur.

3. Vakıf topraklardır. Mahsülünden uşur verilir.

4. Umûmun faydalanması için terk edilmiş meydanlar, çayırlar ve benzerleri.

5. Beytü’l-mâlın yâni devletin ve hiç kimsenin olmayan dağlar gibi, ormanlar gibi yerler olup, buraları işletip mahsül alan kimseler uşur verir.

Osmanlılarda, Kânûnî Sultan Süleyman Han zamânına kadar toprak meseleleri umûmiyetle fetvâlarla hallediliyordu. Kanûnî devrinde Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendi tarafından İslâm hukûkuna uygun olarak toprak kânunnameleri hazırlandı. Tanzimata kadar bu kânunnâmeler uygulandı. 1839’da yayınlanan Tanzimat fermanıyla, başka konularda olduğu gibi toprak hukûkunda da birçok mesele çıktı. Arâzî kânunnâmesi yeniden gözden geçirildi. Yapılan düzenlemeyle Tımar sistemi kaldırıldı. Bu yüzden halkın mîrî yâni devlet hazinesine âit topraklar üzerindeki haklarını yeniden ayarlamak gerekti. Yeni bir arâzî kanûnu hazırlamak için Ahmed Cevdet Paşa, Ârif Bey ve Rüşdi Beyden meydana gelen bir komisyon kuruldu. Bu komisyon daha önceki arâzi kânunnâmelerini, nizamnâmeleri ve fetvâları inceledi. Zamânın şartları da dikkate alınarak arâziyle ilgili hükümler maddeler hâline getirildi. Kânunnâme şeklinde düzenlenerek şeyhülislâmın, tanzimat meclisinin, sadrâzamın ve pâdişâhın tasdikinden sonra 6 Haziran 1858’de yürürlüğe girdi. Tanzimat ve Meşrûtiyet devirlerinde bu kânunnâmede belirtilen esaslara göre toprak reformu yapıldı. Bu kânunnâme 1926 senesine kadar yürürlükte kaldı. Cumhûriyetin ilk yıllarında köklü bir toprak reformuna gidilmeyerek, 1926’da kabul edilen Türk Medenî Kânunu’na göre hareket edildi.

1934 senesinde, yurt dışından gelen Türklere toprak vermek gâyesiyle çıkarılan İskân Kânununa göre 4,6 milyon dönüm toprak dağıtıldı. Türkiye’de köklü bir toprak reformu yapılması gerektiği pekçok devlet yetkilisi ve politikacı, tarafından söylendiyse de uygulamaya gidilmedi. 1945’te çıkarılan Çiftçiyi Topraklandırma Kânunu da büyük toprak sâhiplerinin siyâsî baskıları neticesinde ılımlı bir toprak reformuna dönüştü. Reformla ilgili uygulamalar ancak Demokrat Parti iktidarı döneminde yapılabildi. Büyük bir kısmı hazine arâzisi olmak üzere 1,5 milyon dönüm toprak dağıtıldı. 1960-1971 seneleri arasında toprak reformuyla ilgili birçok kânun tasarısı hazırlandıysa da hiçbiri kânunlaşamadı. Haziran 1973’te çıkarılan 1757 sayılı Toprak ve Tarım Reformu Kânunu’nun uygulanması için Şanlı Urfa ili pilot bölge seçildi. Kânunda belirtilen esaslara göre 1613 âileye âit olan 1,61 milyon dekar arâzi kamulaştırıldı. Bu arâzinin 231.000 dekarı 1218 âileye dağıtıldı. Ancak Ekim 1976’da Adâlet Partisinin mürâcaatı üzerine Anayasa Mahkemesi Kânunu iptal etti. Kânunlaştırıldığı halde dağıtılmayan topraklar, düşük bedellerle eski sahiplerine kirâya verildi. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı yürürlüğe girince de bu topraklar eski sâhiplerine iâde edildi.

Toprak reformu uygulamalarını yürütmekle vazifeli olarak kurulan Tarım Reformu Genel Müdürlüğü teknik bir birim olarak devam etti. Bu birim mülkiyete müdâhaleye yönelik bir çalışma yapmaksızın, toprağın verimli olarak işletilmesi, verimliliğin korunarak arttırılması, toprağın erozyonla kaybedilmesinin önlenmesi için çalışmalar yapılmaktadır.

TOPRAK YEME

(Bkz. Pica)

TORICELLİ, Evangelista

Açık hava basıncı üzerinde yaptığı deneyleriyle tanınan İtalyan fizik ve matematik bilgini. 15 Ekim 1608’de İtalya’nın Faenza şehrinde doğdu. Çocukluğunda matematiğe olan merakıyla dikkatleri çekti. 1627’de Roma’ya giderek, hidrolik ilminin kurucusu ve Galile’nin talebesi olan Benedetto Castelli ile birlikte çalıştı. 1632’de Galile ile mektuplaşmaya başladı. 1641’de Castelli’nin tavsiyesi üzerine Galile, Toricelli’yi Tuscany’ye dâvet etti. Galile ile görüştükten birkaç hafta sonra, Galile ölünce, Tuscany büyük dükü Toricelli’yi onun makâmına tâyin etti.

1644’te geometri ve mekanik üzerinde bir kitap yayınladı. Matematik sahasında mühim bir boşluğu dolduran bu kitapta aynı zamanda Galile’nin mekanik üzerindeki ilk çalışması, birbirine bağlı cisimlerin ortak ağırlık merkezleri aşağıya doğru hareket ederken, âni hareket edebilecekleri prensibi bir neticeye bağlanıyordu. Toricelli bu çalışmalarını yaparken açık hava basıncı üzerindeki deneylerine de devam etti. Basınçtan faydalanarak, cıva doldurulmuş tüplerle yaptığı deneyler neticesinde deniz seviyesinde 1 cm2ye düşen basıncı 1033 gr/cm2 olarak tespit etti.

Geometri ve mekanik alandaki fikirleriniyse ilk önceleri kimse önemsemedi. Toricelli aynı zamanda hocası Galile’nin teleskopunu ve kendi mikroskobunu geliştirmeye de uğraştı. 25 Ekim 1647’de Floransa’da öldü.

Yayınlanmamış olan matematik kitabının kıymetiyse ancak bu yüzyılın başında anlaşılabildi. Akademik Çalışmalar isimli kitabı ölümünden sonra defâlarca basıldı.

TORİK (Sarda sarda)

Alm. (Grosser) Bonito (m), Fr. Bonite, Sarde (f), İng. (Large) bonito. Familyası: Uskumrugiller (Scombridae). Yaşadığı yerler: Atlas Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz’de. Özellikleri: Sırtı mavi ve çizgili, yanları gümüşî renkte bir deniz balığı. Boyu bir metre kadar olabilir. Konservecilikte önemlidir. Çeşitleri: Denizlerimizde tek türdür. Yaşa göre, kestâne palamudu, çingene palamudu, palamut, torik, sivri, altıparmak gibi isimler alır.

Uskumrugiller familyasından eti lezzetli bir balık. Torik ve palamut aynı tür balığın farklı yaşlardaki isimleridir. Sırtı mavimtrak, yan ve karın kısmı gümüşîdir. Tombul vücudu yanlardan basık olup, her iki uçta daralır. Kafası kabaca sivrilmiş, kuyruk sapı ince uzundur. Göğüs yüzgeçleri bölgesi ufak, sık pullarla kaplıdır. İki sırt yüzgeci vardır. İkinci sırt ve anal yüzgeci, kuyruğa doğru küçük yüzgeççikler (pinnul) tâkip eder. Ağzı sivri ve kuvvetli dişlerle kaplıdır. Küçük balıklarla beslenir. Yüzme kesesi yoktur. Saatte 40 km hızla yüzerler. Palamutların ağızları biraz açık, göğüs yüzgeçleri gerilmiş, sırt yüzgeçleri kısılmış olarak yüzdükleri görülür. Solungaçlarını havalandırmak ve batmamak için devamlı yüzmeleri gerekir.

Palamut aslen Akdeniz balığıdır. Belirli aylarda Karadeniz ve Marmara’ya iniş çıkışlar yapar. Mayıs ortalarından başlayarak haziran sonu veya temmuz başlangıcına kadar ürer. Uskumruların tersine olarak, Ege ve Marmara’dan Karadeniz’e yumurtlamaya çıkar. Sonra tekrar geldikleri yerlere dönerler.

Bu balığın büyüklüklerine göre her yaşın bir adı vardır. En küçüğü “kestane palamudu”dur. Çifti 450 gram gelir. Sonra “çingene palamudu” adını alır. Çifti 750 grama yaklaşır. Onun da büyüğü “palamut”tur, 1-2 kg gelir. Palamuda iki yaşında “torik”, üç yaşında “sivri”, daha büyüklerine “piçota” veya “altıparmak” denir. Beş yaşındaki bir azman torik 10 kiloya yakın gelir.

Palamut denizlerimizde çok tutulan lezzetli bir balıktır. Eti esmerdir. Enine veya uzunlamasına kesilen dilimler şeklinde kızartılarak yenir. Konservecilikte de önemli bir yer tutar.

TORK

Alm. Kraftmoment, Drehmoment (n); Torsion (f), Fr. Couple (m); torsion (f), İng. Torque. Kuvvetin tatbik edildiği nokta ile dönme noktası arasındaki mesâfenin kuvvetle çarpımı. Tork, kuvvet-momenti olarak da adlandırılır. Tork, kuvvetin tatbik edildiği noktalarda gerilme meydana getirerek dönmeye sebep olur. Bir silindire tanjantından veya bir sisteme herhangi bir yerinden kuvvet tatbik edilirse tork meydana gelir. Bu silindire birbirine 180° zıt kenarlarından iki kuvvet tatbik edilirse tam merkeze göre çapla orantılı olarak tork elde edilir. Bir elektrik motor armatürüne manyetik olarak veya bir buhar türbin rotoruna buharla dönme kuvveti tatbik edilirse, dönmeye sebep olan kuvvet torktan başka bir şey değildir. Bir şaftta, gerilme kuvvetlerinin şaft kesiti boyunca toplamları şafta tatbik edilen torku verir.

TORNA

Alm. Dreh-, Drechsel-bank (f), Fr. Tour (m), İng. Lathe. Kesici ucu sâbit tutup, iş parçasını döndürerek, parçaların talaş kaldırma metoduyla işlenmesini temin eden tezgâh tipi. Kullanılışı çok eskidir. Günümüzdeki şekillerini 18. asırda almışlardır. Diğer tezgâh tiplerinden hemen hepsinin torna tezgâhlarından örnek alınarak yapılmış oldukları söylenebilir. Başlıca torna tipleri:

1. Paralel torna (Üniversal torna) tezgâhları,

2. Revolver torna tezgâhları,

3. Otomatik tornalar,

4. Kopya torna tezgâhları.

Paralel torna: Bunlara paralel sıfatı verilmesinin sebebi, kesici ucun esas hareketinin parça eksenine paralel olmasıdır. İşlenecek parça umûmiyetle iki punta arasında taşınır veya iş mili burnuna takılan bir aynaya bağlanır. İş parçası puntalar arasına bağlanarak bir fırdöndü yardımıyla döndürülebildiği gibi, kısa iş parçaları hâlinde iş mili burnuna takılan bir ayna üzerine de tespit edilebilir. Aynaların birkaç çeşidi vardır. Düz ayna, asimetrik parçaların bağlanmasına yarar. Üç çeneli aynalarda çeneler tek kumandayla hareket eder.ÊBaşka tip aynalar da mevcuttur. Bunlara ülkemizde Amerikan aynası adı verilir.

Revolver torna tezgâhları: Bunların paralel tornalardan farkı revolver, yâni dönebilir bir takım taşıyıcının mevcudiyetidir. Bu dönen takım taşıyıcı genellikle altı köşeli olup, her köşesi üzerine özel birer tespit tertibâtı yardımıyle ayrı görevleri olan takımlar takılabilir. Gâye; takımları döner kafa üzerinde hazır bulundurarak takım veya tezgâh değiştirme gibi verimli olmayan zamânı en aza indirmek, böylece işleme zamânını, dolayısıyle parça mâliyetini azaltmaktır. Ayrıca hazır bulunan birkaç taraflı ve karşılıklı kalem taşıyıcı yardımıyle iş parçasının çeşitli işleme kademelerini sırayla seri olarak yapmak mümkündür. Bu tezgâhlar gerek basit, gerekse karışık şekilli parçaların küçük orta ve hatta büyük seriler hâlinde işlenmesinde elverişlidirler.

Otomatik tornalar: Küçük iş parçalarının, bilhassa çubuk malzemeden hareketle kütle îmâlâtı için kullanılır. Bu tezgâhlarda parçanın tespiti takım değiştirilmesi gibi zaman kaybına sebep olan süreleri, el yerine otomatik tertibât kullanıldığından revolver tornalara göre daha kısadır. Ayrıca bir işçinin birkaç tezgâha aynı anda bakması mümkün olduğundan, işçi ücretinden de tasarruf edilmiş olur. Otomatik tornalarla pirinç, duralüminyum cinsinden hafif alaşımlar, yumuşak, orta, sert özel çelikler, otomat çelikleri işlenir. Yarı otomatik tornalar tam otomatik tornalardan daha farklı maksatlar için kullanılır. Elle tespit edilen parçaların işlenmesi için elverişlidir. Böylece bu tezgâhlar çubuk malzeme yerine çapları büyük ve karışık şekilli parçaların işlenmesine elverişlidir. Türleri oldukça fazladır.

Kopya torna tezgâhları: Bilhassa kalıpçılıkta yaygın kullanım alanı bulan bir torna çeşididir. İstenen gravür (oyuntu) sert plastik malzemeden yapılmış örnek form üzerinde referans kalem dolaşmak sûretiyle kalıp üzerindeki esas form elde edilir. İşleme 1 veya 2-3 ayarla bitirilir.

Bunların dışında düşey torna tezgâhları, ağır torna tezgâhları ve elektronik kumandalı ve yarı otomatik tezgâhlar seri îmâlât yapan fabrikalarda mevcuttur.

TOROS DAĞLARI

Anadolu Yarımadasının güneyinde, kabaca doğu-batı doğrultusunda geniş yaylar çizerek uzanan dağ sıraları. Toros Dağları genç kıvrımlı silsilelerden meydana gelmiştir. İlim adamlarına göre, Üçüncü Jeolojik Zamanın özellikle ortalarında vukû bulan şiddetli kıvrılma hareketleri neticesinde teşekkül etmiştir. Bu dönem öncesinde bugünkü Akdeniz Havzası ile Alp Dağ sisteminin bulunduğu alanda geniş ve derin bir tortulaşma ortamı olan, Tetis jeoseklinali uzanmaktaydı. Özellikle İkinci Jeolojik Zamanın son devri olan Kretase ve Üçüncü Jeolojik Zamanın başlarında bu denizde meydana gelen tortul katmanlar daha sonra kuzey ve güneyden gelen yan basınçlarla kıvrılarak yükselmişlerdir. Böylece bugün değişik sıralar hâlinde, yer yer geniş yaylar çizerek kabaca doğu-batı doğrultusunda uzanan Alp sistemi teşekkül etmiştir.

Akdeniz kıyılarına paralel bir uzanış gösteren Toroslar üç kısma ayrılır: Batıda Antalya Körfezinin her iki kıyısına paralel sıralar meydana getiren Batı Toroslar; Taşeli Platosunu da içine alacak biçimde doğuda Zamantı Suyu, Dumanlı Dağ yöresine kadar uzanan Orta Toroslar ve bu sıraların da doğusunda Tahtalı, Munzur, Karasu-Aras dağlarını içine alan Doğu Toroslar.

Batı Toroslar: Antalya Körfezi batısında uzanan sıraları kabaca kuzeydoğu-güneybatı yönlüdür. Körfezin hemen batısındaki Beydağları en önemli sıralardır. Göller yöresinde karışık bir görünüm arz eden sıralar, Beyşehir Gölü ile Antalya Körfezi doğusunda belirgin sıralar hâlindedir. Burada dış kısımdaki Sultan Dağları, Dedegöl, Akdağ, Geyik Dağı sıraları en önemlileridir. Bu dağların uzanışı kabaca kuzeybatı-güneydoğu yönlüdür. Antalya Körfezi kuzeyinde Antalya ve çevresini Göller Yöresi ve diğer bölgelerimize bağlayan eksen üzerinde Çubuk Boğazı, önemli bir geçit sahasıdır. Batı Toroslar Taşeli Platosuna kadar uzanır ve orada gözden kaybolur.

Orta Toroslar: Taşeli Platosu ile Uzunyayla Platosu arasında kalan Orta Toros sıraları başlangıçta Göksu Nehri ve kolları tarafından derince yarılmıştır. Orta Toroslarda irtifa kuzeydoğu yönde gittikçe artar. Toros sıralarının en yüksek noktalarına Bolkar Dağları(Medetsiz 3585 m) ve Aladağlar (Demirkazık 3756 m) üzerinde erişilir. Bu dağlar arasındaki Çakıt Vâdisi ve bu vâdinin batısındaki Külek Boğazı ilkçağlardan beri önemini muhâfaza eden bir ulaşım yoludur.

Doğu Toroslar: Aladağlar’dan sonra Toros Dağları değişik kollar hâlinde doğuya doğru uzanır. Bu sıralardan Doğu Anadolu bölgesinin merkezî kesimine doğru uzananlar arasında Tahtalı, Munzur, Karasu-Aras dağları en önemli silsileler olarak görülürler. Kuzeyde Hınzır, güneyde ise Güneydoğu Toroslar diğer önemli sıradağları teşkil ederler.

İklim ve bitki örtüsü: Akdeniz bölgesinde Toros Dağlarının denize bakan yamaçları tipik Akdeniz ikliminin etkisi altındadır. Bu yamaçlarda yüksekliğin artışına paralel olarak iklim karakteri sertleşir ve nitekim yüksek platolarda ve iç kesimlerde kara iklimi niteliği arz eder. Kış aylarında Toroslar’ın denize bakan yamaçlarında yer yer 2000 mm’yi aşan yağışlar tespit edilebilir. Yüksek alanlarda kar uzun süre kalır. Doğu yönde iklim karakteri çok daha serttir. Akdeniz iklimi dar kıyı şeridi boyunca uzanır ve daha geniş bir alan olarak Çukurova’da bu iklime uygun ziraî ürünler yetiştirilir.

Toroslar’ın Akdeniz iklimi hüküm süren bölümlerinde makiler, yer yer iğne yapraklı çam ormanları, hattâ bâzı korunabilen alanlarında sedir türleri bulunur. İç kesimler orman örtüsünün tahribi neticesinde çıplak ve kıraçtır. Bütün bunlara rağmen Türkiye orman varlığının % 25’i Akdeniz bölgesinde, özellikle Toros Dağları üzerinde yer alır.

Bu dağlarda kalker taşları fazlaca bulunur. Dolayısıyla bu taşların erimesine bağlı olarak zengin bir karst topoğrafyası, özellikle Batı ve Orta Toroslarda hâkim durumdadır.

TORPİDO

Alm. Torpedo (m), Fr. Torpille (f), İng. Torpedo. Taşıdığı patlayıcı maddenin infilâk etmesi sonucu su üstü ve denizaltı gemilerinin tahrip edilmelerini sağlayan kendinden tahrikli, muhtelif yönelme kontrollarına sâhip küçük bir denizaltıya benziyen su altı silâhı. Torpido denizaltından, su üstü gemisinden, hattâ helikopter ve uçaktan doğrudan veya kısa menzilli bir füzeyle atılabilir. Hedefe yaklaştığı veya çarptığı vakit taşıdığı patlayıcı madde infilâk eder. Gemi sacını yırtarak ve yangın çıkararak büyük hasar meydana getirir. Torpido hareketli bir mayındır.

Torpido prensip olarak denizaltıya benzer bir hidrodinamik yapıya sâhip olup, üç ana kısımdan meydana gelmiştir. Torpidonun burun kısmında patlayıcı madde ve bu patlayıcı maddeyi ateşleyebilecek cinsten akustik, ısı, manyetik veya mekanik tetik sistemi mevcuttur. Torpidonun orta kısmında tahrik sistemine enerji sağlayan alkol ve su hazneleri veya akümülatörler bulunur. Hemen bunların arkasında buhar türbini veya elektrik motoru yer alır. Torpidonun kuyruk kısmında torpidoya yatay ve dikey hareket kabiliyeti sağlayan jiroskop pusula sistemi ve bunun kumanda ettiği dümen sistemleri vardır. Torpidonun pervânesi bir gemi pervanesinden farksız olup, tahrik sistemi tarafından döndürülür.

Torpidolar yapı ve kullanma maksatlarına göre muhteliftir. Eski teknolojiyle yapılan torpidolar buhar kuvvetiyle tahrik edilmektedir. Bu tür torpidolar aynı zamanda bir tabanca mermisi gibi ilk yönlendirildiği doğrultuda giderler. Hedefi kaçırma ihtimâlleri fazladır. Elektrik motoruyla tahrikli ve akustik yönlendirme sistemlerini hâiz torpidolarsa hem uzun menzilli hem de hedefin çıkardığı gürültüye yöneldiği için hedefi yakalama imkânı büyüktür.

Torpidolar ne kadar modern olurlarsa olsunlar, hedeflerini vurmadıkça işe yaramaz ve batarak kaybolurlar. Bu bakımdan torpidolar atılmadan evvel hedef analizi yapan atış kontrol sistemlerinde hedefin cinsi, hızı, yönü, derinliği; deniz suyunun tuzluluğu, yoğunluğu, sıcaklığı, akıntısı ve torpidonun atıldığı gemi veya uçağın hızı, yönü, derinliği hassas bir şekilde tespit edilerek hesaplanır ve ilk değerler torpidoya bu hesaplardan çıkan neticelere göre verilir. Torpidoya verilen ilk değerler ilk hareket hızı, mesâfe, hız, açı ve derinliktir. Torpido tahrik sistemleri bu değerlere göre kendini ayarlayarak çalışır. Tel güdümlü torpidolarda bu değerler belli bir menzile kadar her an değiştirilebilir.

Torpidolar, umûmiyetle torpido kovanından havayla veya torpidonun kendi pervane gücüyle atılırlar. Su üstü gemilerinden havadan denize ve denizaltı gemilerinden denizden tekrar denize dönecek şekilde havaya atılan roketli, akustik, klâsik ve nükleer başlıklı torpidolar da vardır. Roketli torpidolarla menzil çok uzamış olur. Normal olarak torpido suya girdikten sonra en fazla 10 kilometre gider. Nükleer başlıklı torpidolarda bu menzil 60-70 kilometreyi bulur.

Torpidonun keşfi 1866 senesinde bir İngiliz mühendisi olan Robert Whitehead’e âittir. Bir mayına basınçlı hava sistemi koyarak yapılan bu tür torpidolar ilk olarak 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşında kullanılmış ve Batum’da bir Osmanlı Kruvazörü torpido ile batırılmıştı. 1904 senesindeyseJaponlar, Ruslara karşı açtıkları savaşta torpidoyu başarıyla kullandılar. Birinci Dünyâ Savaşında Alman denizaltılarının attıkları torpidolarla, toplam tonajı 1,5 milyon tonu aşan birçok İngiliz ticârî gemisi suların dibine gitti. Bu savaşta torpido ile batırılan İngiliz savaş gemilerinin sayısı altmışın üzerindedir. İkinci Dünyâ Savaşındaysa torpidoyla batırılan ticârî gemi tonajı 14 milyon tonu aşmıştır. Bu savaşta 200’den fazla da savaş gemisi aynı şekilde batmıştır. Amerikan denizaltılarının Pasifik Okyanusunda batırdıkları Japon gemilerinin toplam tonajı 5 milyon ton civârındadır.

TORPİLBALIĞI (Torpedo)

Alm. Zitterrochen (m), Fr. Torpille marbrée (f), İng. Electric ray, torpedo. Familyası: Uyuşturan balığıgiller (Torpedinidae). Yaşadığı yerler: Atlantik, Pasifik ve Hint okyanuslarıyla Akdeniz’de. Özellikleri: Yassı vücutlu, elektrikli bir balık. Uzunluğu 1,5 metre, genişliği 1 metre, ağırlığı 30 kg kadardır. Kuma gömülerek avlanır. Çeşitleri: Torpilbalığı veya benekli torpilbalığı (T. marmorata), siyah torpilbalığı (T. nobiliana) olmak üzere iki türü bilinmektedir.

Köpekbalıkları (Selachii) takımından elektrik organlı bir balık. Uyuşturan balık, kadırgabalığı, elektrikli vatoz veya torpedobalığı olarak da bilinir. Vücûdu yassı, kuyruğu ince, derisi pürtüklüdür. Rengi yaşadığı ortama göre değişirse de genel rengi kırmızımtrak sarıdır.

Kafasının her iki yanında bir çift elektrik organı vardır. Kumlara gömülerek avlanır. Balıkları elektriğiyle çarparak sersemletir, sonra yutar. Uzunluğu 1,8 metre, genişliği 1 metre, ağırlığı 90 kg’a ulaşanları vardır. Çoğunluğu 30 kg kadardır. İri, sağlıklı ve dinlenmiş bir torpilbalığı 200 voltluk bir elektrik deşarjı yapabilir. Kuyruğuyla çarptığı bir insanı devirebilir.

Yumurtalar dişinin karnında geliştiğinden ovovivipardır. 8-10 kadar yavru doğurur. Elektrik organlarını eşlerin haberleşmesinde, savunma ve avlanmada kullanır. (Bkz. Elektrikli Balıklar)

Akdeniz’de avlanmaktadır. Ağla yakalanır. Eti yenirse de pek alıcı bulamaz. Romalılar, küçük torpil balıklarına ayakla basıldığı zaman romatizma tedâvisine iyi geldiğine inanırlardı. Ayakla basıldığı zaman alınan elektriğin faydalı olduğu kabul edilirdi.

TORTUM GÖLÜ

Doğu Anadolu bölgesindeyer alan bir göl. Tortum ilçesinin 35 km kuzeyinde bulunan gölün yüzölçümü 8 km2dir. Genişliği bâzı yerlerde 100 m, bâzı yerlerdeyse 1 km’yi bulur. Gölün kuzey batısındaki Kemerlidağ’dan inen bir heyelan kütlesinin Tortum Çayının önünü kapamasıyla meydana gelmiştir. Gölün fazla suları bu tabiî seti aşarak 50 m yükseklikten Tev Vâdisine döküldüğü yerde Tortum Çağlayanı yer alır. Suyun düşüşünden faydalanarak elektrik üretmek için 1960’ta bir hidroelektrik santralı kurulmuştur. Artvin-Erzurum karayolu gölün batı kıyısından geçer.

TORYUM

Alm. Throium (n), Fr. Thorium (m), İng. Thorium. Radyoaktif, metalik bir element. Th sembolüyle gösterilir. İlk defâ bir İsveç kimyâcı tarafından 1828 yılında keşfedilmiştir.

Bulunuşu ve elde edilişi: Toryum, lantanoitlerle birlikte bulunur. Ayrıca torit (ThO2) hâlinde de tabiatta mevcuttur. Lantanoitler yanında, monazit kumunda toryum da vardır. Monazit kumu sıcak sülfat asidiyle işleme sokulup soğutulduktan sonra, sülfat çözeltisine oksalat asidi katılırsa, toryum ve bütün lantanoitler oksalatları hâlinde çökerler. Fazla amonyum oksalat katılırsa, toryum kompleks vererek çözeltiye geçer. Çözelti süzüldüğünde toryum ayrılır.

Metalik toryum, ThI4’ün termik parçalanması ile elde edilir. Bundan başka toryum florürün (ThF4) kalsiyumla indirgenmesinden de elementel toryum ele geçer.

Özellikleri: Kurşun yumuşaklığında ve kolay işlenebilen bir metaldir. Atom numarası 90, atom ağırlığı 232,038’dir. Elektron düzeni (Rn) 6d27s2 olup, bileşiklerinde de 4+ değerlikli olur. Erime noktası 1750°C, kaynama noktası 3850°C ve özgül ağırlığı 11,71 gr/cm3tür. Asitlerde ve bazlarda çözünmez. Toryumun Th-223’ten Th-235’e varan on üç tâne radyoaktif izotopu vardır. Tabiî hâlde bulunan yegâne izotop Th-232’dir ki bunun yarılanma ömrü 1,39.1010 senedir.

Kullanılışı: Th’un en çok kullanılan bileşiği ThO2’dir. Bu da toryum hidrooksit veya diğer toryum tuzlarının kızdırılmasıyla ele geçer. ThO2’nin kızdırıldığı zaman neşrettiği ışığın önemli kısmı gözle görülebilen sahada olduğundan, toryum CeO2 ile birlikte aydınlatma gâyesiyle kullanılır. 1800’lerin sonlarında bu maksatla kullanılmaya başlanmıştır. O zamandan bu yana hem sokak lambalarında hem de elektriksiz mahallerde dâhilî aydınlatmalarda kullanılmıştır.

Toryum-232 atom çekirdeği parçalanabilen metal olmamakla birlikte, nötron absorbsiyonu ile uranyum-233’e dönüştürülebildiğinden önemli bir nükleer enerji kaynağı olur. Çünkü tabiatta uranyumdan daha yaygın olarak bulunur.

Metalik toryum, vakum tüpleri için azot ve oksijen giderici olarak kullanılır. Magnezyumla olan hafif ve yüksek sıcaklığa dayanıklı alaşımı roket ve uçakların yapımında kullanılır. Toryum florür yüksek sıcaklık seramiklerinde, toryum oksit nükleer yakıtlarda, tıpta, seramik ve elektronik âlet yapımında kullanılır.

TOTEM VE TOTEMCİLİK

Alm. Totem (n) und Totemismus (m), Fr. Totem et totémisme (m), İng. Totem and totemism. Kuzey Amerika ve Avustralya gibi birbirinden uzak iki bölgede yayılan bozuk inançlardan birinin adı. İnsanların kudsî olarak kabul ettikleri ve yaptıkları taş, ağaç, hayvan, bitki gibi şeylere “Totem”, bu bâtıl inanca ve tapmaya da “Totemcilik” denmektedir. Oturacak yer anlamına gelen “Totemcilik”, Amerika’nın “Erdeken” boyunun dilinden alınmıştır. Totemcilik, bir çeşit puta tapıcılık, totem de puttur.

Totemciler, ilâhî dinlerden hiçbirisine inanmazlar. Bâzı sosyologlara göre totemcilik inancı, henüz klan dönemini yaşayan küçük insan topluluklarının bir bitki veya bir hayvana kudsîlik atfederek tapınmalarından doğmuştur. Totemcilik çoğunlukla nüfûsu birkaç yüzü aşmayan küçük köy topluluklarında yayılmıştır. Bunlar hayvan, bitki ve taşlardan birini, bâzı özelliklerini kudsîleştirerek kabilelerine “totem” edinmişlerdir. Bâzılarında totem, kabilenin en büyüğü olarak, bâzılarında da kabile fertlerini birleştiren müşterek bir ata olarak kabul edilmiştir. Totemcilik inancında olan kabileler totemlerinin kendilerini koruduğuna, yardım ettiğine ve kendilerinin ondan geldiğine inanırlar. Çoğu müzikli, danslı ve şarkılı merâsimlerle totemlerine tapınırlar. Kabile reisleri çok defâ aynı zamanda büyücü, sihirbaz ve kâhindir. Avrupa’da “Totemizm” adı verilen bu sapık inançlar, günümüzde Güney Amerika, Avustralya, Afrika ve Okyanusya’nın geri kalmış bölgelerinde yaşayan kabilelerde yaygındır.

Avrupalı sosyologlar bu kabilelere bakarak, bütün milletlerin klan devresinde Totemizm inancına sâhip olduklarını ileri sürmektedirler. Bunlar, insanların ilk inanıp, tapındıkları şeyin çeşitli totemler olduğunu zannetmekte ve bu faaliyetlerini doğru kabul etmektedirler. Bu sosyologlardan Emile Durkheim ve onun yolunda olanlar, Türklerin de bir klan dönemi yaşadıklarını ve bir totem inancına sâhip olduklarını söylemektedirler. Sosyologların gerek insanlık ve gerekse Türkler için ileri sürdükleri bu düşünceleri faraziyeden ibâret olup, bir delile dayanmamaktadır. İslâm âlimlerinin eserlerindeyse bu konuda özetle şu bilgiler verilmektedir.

Allahü teâlâ yeryüzüne ilk insan ve ilk peygamber olan hazret-i Âdem’i gönderdi. Bütün insanlar, bundan ve hazret-i Havva’dan çoğaldı. İnsanlar ilk defâ çeşitli totemlere değil, Allahü teâlâya inanıyor ve O’na tapınıyordu. Âdem aleyhisselâmdan sonra insanlar kendisini yaratanı unuttu. Aklı sâyesinde düşündü, fakat O’na giden yolu bulamadı. Bunu evvelâ etrâfında aradı. Kendisine en büyük faydası olan güneşi yaratıcı sandı ve ona taptı. Kabaran denizleri, yanar dağları, yırtıcı hayvanları görünce de bunları onun yardımcısı sanarak sembollerini, benzerlerini yapmaya kalktı. İşte bunlardan putlar ve Totem inancı doğdu.

Çeşitli zamanlarda gönderilen birçok peygamberin bildirdiği ilâhî dinlere inanmayan ve gösterdikleri yolda gitmeyen bu sapık inançlı kavimler, Nuh aleyhisselâm zamânındaki tufanla yok edildi.

Nuh aleyhisselâm zamânındaki Tufandan sonra bütün insanlık hazret-i Nuh’un çocuklarından yeniden çoğaldı. Bu arada Asya kavimleri Yafes’ten meydana geldi. Türkler, Nuh aleyhisselâmın çocuklarından Yafes’in oğlu Türk’ün soyundan gelmektedir. Türk’ün çocukları ve torunları hazret-i Nuh’un dînindeydi. Orta Asya’ya yerleşmişler ve çoğalmışlardı. Uzun zaman sonra Türklerin yurdu, güneşe, aya, yıldızlara tapanAsurîler tarafından işgâl edildi. Türklerin başına geçen bâzı bozuk inanışlı hükümdarlar, hazret-i Nuh’un bildirdiği ilâhî dîni bozarak Türkleri puta tapmaya alıştırdılar. Ancak Türkler arasında “tek tanrı, Cennet-Cehennem, âhiret, hayat, melek-şeytan, kadına îtibar ve saygı, büyüğe itaat ve küçüğe şefkât” gibi ilâhî dinlere mahsus inançlar hiçbir zaman unutulmadı. Böylece bilinen Totemizm inancına kapılmadılar, ama ilâhî dinden de ayrılmış oldular. Türklerin İslâmiyeti kendiliklerinden seve seve ve kitleler hâlinde kabul etmeleri de onların hazret-i Nuh’un dînini şuur altlarında tutarak unutmadıklarını ve hep o dîni aradıklarını göstermektedir. (Bkz. Türkler)

TOY KUŞU (Otis)

Alm. Trappe (f), Fr. Qutarde (f), İng. Bustard. Familyası: Toygiller (Otididae). Yaşadığı yerler: Eski dünyâda, bataklık kenarları ve ekin tarlalarında. Özellikleri: İri gövdeli, göçmen bir kuş. Yeşil bitki, tohum ve böcek yerler. Eti için avlanır. Çeşitleri: Yirmi beşten fazla çeşidi vardır. Büyük toy kuşu (O. tarda), küçük toy kuşu (O. tetrax) en meşhurlarıdır.

Bataklık kuşları takımının, toygiller familyasına giren kuşlara verilen genel ad. İri ve ağır gövdeli göçmen kuşlardır. Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’nın ekin tarlaları, bataklık kenarları ve düzlük ovalarında sık rastlanır. Avustralya’da da mevcuttur. Bacak ve boyunları uzun, gagaları oldukça kısadır. Ayakları üçer parmaklı olup, arka parmakları bulunmaz. Birkaç tânesi bir arada gezer. Büyük toy kuşu, Avrupa’nın en iri kuşu olarak bilinir. Uzunluğu 100-102 cm, ağırlığı 15 kg kadardır. Sarı gaga ve kahverengi ayakları güçlüdür. İyi koşar. Sırtı pas sarısı renginde, diğer kısımlar gridir. Erkeğin boynunda ince deriden bir kese ve gagasının dibinden çıkarak geriye uzanan uzun beyaz kıllar vardır.

Çiftleşme zamânında erkek kesesini şişirerek boynunu geri atar, kuyruğunu diker ve kanatlarını yayarak dişiye kur yapar. Bu devrede erkekler birbirlerine çok saldırgan olurlar. Kesedeki havanın boşalmasıyla top gümbürtüsüne benzer tehdit edici sesler çıkarırlar. Anadolu’da “yabânî hindi” olarak tanınırlar. Yeşil sebze, tohum, böcek, sürüngen ve fâre gibi küçük memelilerle beslenirler. Bâzan ekin tarlalarına büyük ziyanlar yaparlar. Dişi, ekinler boyunu aştığı zaman eşelediği çukurumsu yuvaya 3-4 yumurta yumurtlar. Kuluçka süresi 20-30 gün kadardır. Yavrular on dördüncü günün sonunda uçabilir.

Küçük toy kuşunun boyu 40-50 cm, kanat açıklığı 23-25 cm’dir. Boynunda “V” şeklinde, göğsünde de halka şeklinde beyaz bir şerit mevcuttur.

Toy kuşlarının eti lezzetlidir. Leylekler gibi yazın ülkemize gelip, kışın Afrika’ya dönerler. Ülkemizde Trakya, İç Anadolu ve Güney Anadolu’daki tarla, düzlük ve ovalarda rastlanır. Toy kuşlarının vücudu ağır olduğundan sürekli uçamazlar. Sık sık mola vererek yollarına devâm ederler.

Sonbaharda Rusya’dan dönerken Karadeniz üstünden Afrika’ya geçerler. Karadeniz’i geçerek kıyılarımıza yaklaşırken avcılar bunlara tuzak kurar. Avcılar, güme (köme) denen kulübeye gizlenir ve kulübenin önüne içi saman dolu bir toy kuşu mankenini dikerler. Göç sürüsü bunu görünce yanına iner ve mankene kur yapmaya başlarlar. Bu oyalanmaları sırasında avcılar, ateş açarak bunları avlar. Böylece kolayca kandırılarak avlandıklarından toy kuşu olarak anılmışlardır.

TOZLAŞMA (Polinizasyon)

Alm. Bestäubung (f), Fr. Pollinisation (f), İng. Polinization. Polen tânelerinin dişi organın stigma (kabul organı)sına ulaşması. Bu olay döllenme olayının meydana gelebilmesi için ilk kademedir. Polen tâneleri değişik yollarla stigma üzerine gelir. Poleni rüzgârlar aracılığıyle taşınan bitkilere anemofil (anemogam) bitkiler denir. Bunların polenleri yuvarlak ve düzdür. Aynı zamanda çiçekleri de kokusuz ve gösterişsizdir.

Poleni böceklerle taşınan bitkilere entomofil (entomogam) bitkiler denir. Bu çiçekler parlak renklerde ve kokuludurlar.

Poleni su aracılığıyle taşınan bitkilere hidrofil (hidrogam) bitkiler denir. Daha çok su bitkilerinde görülür.

Kuşlarla poleni taşınan bitkilere ornitofil (ornitagam) bitkiler denir.

Bir çiçeğin dişi organının aynı çiçeğin poleni tarafından döllenmesine kendi kendine döllenme denir. Buna karşılık bir çiçeğin dişi organının aynı ferdin veya bitkinin başka bir ferdinin, bir çiçeğinin poleniyle döllenmesine çapraz döllenme adı verilir. Tabiatta kendi kendine döllenmeye nâdir rastlanır.