TOKSEMİ
Alm. Toxemie (f), Fr. Toxémie (f), İng. Toxemia. Vücuttaki toksik maddelerin sebep olduğu pekçok rahatsızlığa verilen genel bir isim. Genellikle ciddî olup, hastâne bakımı gerektirebilir. Toksemiden ekseri böbrekler etkilenir. Böbreklerin çalışmasında meydana gelecek bir bozukluk, üremi ve kalp yetersizliğini de berâberinde getirir.
Tokseminin pekçok sebebi mevcuttur. Akciğer rahatsızlıkları ve kolera gibi ciddî enfeksiyonlara sâhip olanlarda, vücûda giren mikroorganizmaların ürettiği toksinler toksemiye sebep olabilir. İyod ve kurşun gibi zehirli kimyevî maddelerin ve metallerin alınması da tokseminin yaygın sebepleri arasındadır. Eklampsi olarak da bilinen hâmilelik toksemisi, sebebi kesin bilinmeyen metabolik bir hastalıktır. Hâmileliğin son üç ayında ortaya çıkar. Çok fazla kilo alma ve vücutta tuz birikmesi hastalığa tesir eden sebepler arasındadır. Kan basıncının yükselmesi, idrarda albümine rastlanması; yüz, ayak, topuk ve ayak bileklerinin şişmesi hâmilelik toksemisinin belirtisi olarak karşımıza çıkabilir. Ayrıca görme bozuklukları, baş ağrısı ve kusmayla karın ağrıları mevcut olabilir. Hâmilelikte toksemiye % 5 civârında rastlanır. 35 yaşının üstünde olan kadınlarda ve ilk defâ hâmile kalanlarda daha çok rastlanır.
Alm. Toxikologie (f), Fr. Toxicologie (f), İng. Toxicology. Kimyevî maddelerin canlılar üzerindeki etkisini araştıran bilim dalı. Hemen hemen herkes, uygun kullanılmadığında zararlı olacak kimyevî maddelerle temas hâlindedir. Pekçok ölüm ve belki bunun yüz katı kadar fazla kazâ kimyevî maddelerin dikkatsiz kullanılması sonucu meydana gelmektedir.
Toksikoloji üç ana alt dala sâhiptir: Bunlardan sanâyi toksikolojisi, hava ve sudaki kimyevî kirleticilerin zararlı etkilerini inceler. Bunun yanında çalışma ve ev ortamında mevcut olanları da konu alır. Ekonomik toksikoloji ise ilâçlarda, yiyeceklere ilâve edilen maddelerde, kozmetik, gübre ve veteriner ilâçlarındaki kimyevî maddelerle meşgul olur. Adlî toksikoloji de özellikle ölüm veya ciddî yaralanmayla sonuçlanan vak’aların tıbbî yönüyle meşgul olur.
Her kimyevî madde, toksik etkisine bağlı olarak altı sınıftan birinde mütâlaa edilir. Çok fazla toksik, çok toksik, orta derecede toksik, az toksik, oldukça toksik olmayan ve oldukça zararsız.
Zehir, çok fazla veya çok toksik olan kimyevî maddelere verilen isimdir. Bunların az miktarları ciddî zarara veya ölüme sebep olur. Deney hayvanının her kilogramı için 50 miligram ağızdan verildiğinde, 48 saat içinde, bu hayvanların en az % 50’sinin ölümüne sebep olan maddeye kimyevî olarak “zehir” etiketi konulur. İnsanlar için bu miktar yaklaşık olarak bir çay kaşığı dolusu kadardır.
Toksikoloji, hayvanlar üzerinde deney yaparak, kimyevî maddelerin toksisite derecesini belirlemeye çalışır. Bu maksatla pekçok hayvan kullanılır. Fareler bu iş için kullanılan küçük; maymun ve çiftlik hayvanları büyük hayvanlar arasındadır. Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerin tamamlanmasından ve sonucun insanlar üzerindeki etkisi tahmin edildikten sonra sınırlı sayıda deneyin insan üzerinde yapılmasıyla mâkul bir emniyet elde edilir. Buna kimyevî maddelerin insan derisi üzerinde etkisinin araştırılması misâl gösterilebilir.
Eğer kimyevî maddelerin hastalık veya ölüme sebebiyet verdiği zannedilirse, ölünün kanı, idrarı ve kas parçaları adlî toksikolojiye analiz için verilir. Yapılan deneylerle, zararlı kimyevî maddeler ve miktarları tespit edilebilir.
Alm. Toxin (n), Giftstoff (m), Fr. Toxine (f), İng. Toxin. Mikroorganizmaların salgıladıkları bir takım zehirli maddeler. Toksinler iki grupta toplanırlar: 1) Ekzotoksinler, 2) Endotoksinler.
Ekzotoksinler: Daha çok gram (+) mikroorganizmalar tarafından meydana getirilirler. Başlıca Closturdium tetani (tetanoz etkeni), Closturdium Botulinum (Botulismus zehirlenmesi etkeni), Closturdium Perfircingens, Gram (-)lerin bir kısmı, Shigella dysenteria (dizanteri amili), Vibrio cholera (kolera amili) ekzotoksin yapar. Ekzotoksinler mikroorganizma tarafından dışarı salınırlar.
Toksinler suda erirler. Bu yüzden bulundukları ortamda hızla yayılırlar. Bakteriler dışında birtakım hayvanlar da ekzotoksin yapar. Toksinler oldukça şiddetli zehirlerdir. Sıvı halde ve beklemekle aktivitelerini kısmen kaybederler. Cl Botulinum toksini yeryüzünde bilinen en kuvvetli toksindir.
Toksinler genellikle polipeptid yapısında maddelerdir. Molekül ağırlıkları 10-90.000 bin arasında değişmektedir. Isıya ve proteinleri eritici enzimlere karşı dayanıksızdırlar. Antijenik yapıya sâhiptirler. Girdikleri organizmada özel bir takım antikorlar meydana getirirler. Difteri, botulinum ve tetanoz toksini sinir sistemini tutarak bir takım felçlere sebep olurlar.
Ekzotoksinler, genellikle sıcağa dayanıksız olup 60-80°C sıcaklıkta tahrip olurlar. Ancak bâzı stafilokokların meydana getirdiği enterotoksinler ekzotoksin yapısında olduğu halde 100°C’de 20 dakika dayanıklılık gösterirler. Kolera vibrionları barsaklarda bir enterotoksin meydana getirmektedirler ve kolerada aşırı tuz ve su kaybı meydana gelmesine bu enterotoksin sebep olmaktadır. Streptokoklardan bâzıları da ekzotoksin yapısında bir takım maddeler çıkarırlar ki bunlar eritem dediğimiz bir takım döküntülere sebep olurlar. Buna eritrojenik toksin denir. Kızıl hastalığı, bu toksinlerden meydana gelir.
Ekzotoksinlerin iki grubu bulunmaktadır:
1) Toksofor: Toksin niteliğindeki gruptur. 2) Haptofor: Antijen niteliğindeki gruptur. Ekzotoksinin bu iki grubundan birisi yok edildiğinde ötekisi etkinlik kazanır. Misâl, formaldehit veya ısıyla toksik grup ortadan kalkar. Sâdece haptofor grubu sâbit kalır. Böyle bir toksine anatoksin denir.
Anatoksini ilk olarak Ramon isimli araştırıcı 1913’te bulmuştur. Buna Ramon anatoksini de denir. Ramon difteri toksinine % 004’lük formaldehit ilâve etmekle toksofor grubunu etkisiz hâle getirmiş, haptofor grubunun antijenik kaldığını görmüş ve buna difteri ve tetanoz anatoksinlerinden gerek aşı yapmada ve gerekse tedâvi edici bir takım antiserumlar elde etmek için hayvanları immunize etmekte faydalanılmaktadır.
Endotoksinler: Bakterilerin hücre çeperlerinde bulunan dışarıya salgılanmayan, ancak hücrenin parçalanması sonucu meydana çıkan lipopolisakkarit yapısında (yâni bakterinin yapı maddelerinden olan) bir takım toksik maddelerdir. Daha çok gram (-) bakteriler tarafından meydana getirilirler. Bunlar da ısıya ve birtakım protein eritici enzimlere karşı dayanıklıdırlar. Bâzıları 100°C sıcaklığa dayanabilir ve Formol’la (harap olmaz) suda erirler. Genellikle şeker-yağ-polipeptit yapısında olan bir O antijeni olarak kabul edilir. Bu yüzden de O antikorlarıyla tahrip olurlar. Molekül ağırlıkları 100-900.000 arasında değişmektedir. Ekzotoksinlere oranla daha az toksinlidirler.
Endotoksinler bir organizmaya girdikten sonra 1-1,5 saat içinde ateş yükselmesine sebep olurlar. Bunu, beyindeki ısı düzenleyici merkezi etkileyerek yaparlar. Organizmada ateşten başka solunum güçlüğü, ishâl ve bacaklarda felce sebep olmaktadırlar. Kanda önce akyuvarların azalmasına, sonra çoğalmasına sebep olurlar. Kanın pıhtılaşmasını değiştirirler.
Endotoksimik şok: Kan basıncı düşer, aşırı terleme olur. Bu şokun başlangıcında önce küçük çaplı atardamarlar ve toplardamarlarda bir büzüşme olurken vücûdun uç kısımlarındaki damarlarda da genişleme olur ve damar geçirgenliği artar. Damar içi maddeler, damar dışına çıkar. Kalbin atım hacmi azalır. Buna bağlı olarak kan basıncı düşer ve şok tablosu meydana gelir. Bunun sonucunda birtakım hayâtî organlar (böbrek, kalp, beyin) kansız kalır ve ölüm meydana gelir. Endotoksinlerin yol açtığı bu şok çeşidi, birtakım cinâî düşüklerden sonra, bâzı cerrâhi müdâhalelerden sonra ve bâzı enfeksiyon hastalıklarının seyri esnâsında görülebilmektedir.
Alm. Toxoplasmose (f), Fr. Toxoplasmose (f), İng. Toxoplosmosis. Toksoplasma gondii adlı parazitin sebep olduğu bulaşıcı hastalık. Toksoplasma grondii ancak hücre içinde yaşayabilen ve bütün dünyâda birçok kuş ve hayvan türlerinde bilhassa domuz ve insanlarda yaygın olarak hastalık yapan bir parazittir. Parazit üç şekilde bulunur: Trofozoit, erken safhada vücut sıvılarında ve dokularda görülen, hızla çoğalan şeklidir. Kist, bilhassa kas ve sinir dokularında bulunan, yaşayabilir trofozoit taşıyan şeklidir. Müzmin safhada konakçıda belirtisiz olarak bulunur. Ovokist ise, kedilerin dışkılarına geçen şeklidir. Hastalık insana, ovokistin ağızdan alınmasıyla; iyi pişmemiş veya çiğ et yenmesiyle; domuz eti yenmesiyle; anneden cenine kan yoluyla veya nâdiren trofozoitin direkt şırınga edilmesiyle (meselâ, kan nakli yoluyla) bulaşır. Uygun çevre şartlarında ovokistler) bir yıldan daha uzun süre bulaştırıcı kalabilir.
Hastalık insanda akkiz (sonradan) toksoplasmosis; konjenital (doğuştan) enfeksiyon ve retinokoroidit (göz iltihabı) olmak üzere üç tipte görülür.
Sonradan olmuş toksoplasmosiste ateş, hâlsizlik, kas ağrısı, başağrısı, boğaz ağrısı, lenf bezlerinin büyümesi ve deri döküntüleri olur. Karaciğer ve dalak büyüyebilir. Ağır vak’alarda zatürre menenjit, hepatit, kalp kası iltihabı ve retinokoroidit (göz dibi iltihâbı) olur. Belirtiler bir çıkıp bir kaybolabilir. Ama hastaların çoğu kendiliğinden iyileşir.
Konjenital toksoplasmosis annenin gebelik sırasında herhangi bir zamanda toksoplasmosis geçirmesiyle ortaya çıkar. Hâmile kadınların % 1’inde akut enfeksiyon görülür. Bunların % 20-40 kadarında cenine geçer, fakat sâdece küçük bir kısmında düşüklere, ölü doğumlara veya yaşayan bebekte hastalığa sebep olur. Konjenital toksoplasmosis doğumda yerleşmiş olarak bulunabilir veya ilk aylarda ilerleyebilir: Mikrosefali (küçük kafa) veya hidrosefali (büyük kafa), havâleler, zekâ geriliği, zatürre, karaciğer ve dalak büyüklüğü, deri döküntüleri, ateş ve beyinde kireçlenme olur.
Retinokoroiditse 10-30 yaşlarında ortaya çıkan geç bir bulgudur. Gözün retina tabakasını öldüren iltihâptır. Gözde en mühim ve en sık olan hâdise santral korioretinittir. Burada, sarıleke (maküla) tamâmen tutulur ve retina merkezini teşkil eden burada koriyoretinit plağı teşekkül eder. Çocuk çok defâ bununla doğar. Bunun olduğu çocuklarda, o gözde kayma, yâni şaşılık ortaya çıkar. Bu yüzden şaşılık görülen her ufak çocuk, mutlaka dikkatli bir göz dibi muâyenesinden geçirilmelidir.
Teşhis için esas olarak serolojik (serumda yapılan) testler yapılır: Parazite karşı teşekkül eden antikor miktarındaki yükselmeye bakılır. Sabin-Feldman dye testi, kompleman Fiksasyon testi ve dolaylı immün floresan testleri gibi çeşitli serolojik tekniklerden biri kan, beyin omurilik sıvısı ve diğer vücut sıvılarından yapılabilir. Akut (had) toksoplasmosisde teşhis serolojik olarak vücut sıvılarındaki antikor miktarında 4 kat artış olmasıyla veya tek bir yüksek miktar (1/160) görülmesiyle konur.
Tedâvi: Hafif belirtili akut toksoplasmosisin tedâvisi gerekmez. Ancak belirtiler iki haftadan çok süren veya şiddetli belirtileri olan hastalarda; doğuştan hasta bebeklerde, retinokoroidit olanlarda ve hâmilelerde tedâvi icâb eder. Tedâviler bir ay süreyle primetamin ve trisufapirimidin ve folinik asit verilir. Primetaminin etkili yüksek dozları kemik iliği hücrelerine baskı yaparak akyuvar (lökosit), trambosit ve alyuvar (eritrosit) azalmasına (habis kansızlık) sebep olabilir. Primetamin gebeliğin ilk üç ayında verilmez. Bunlarda spiramisin kullanılır. Göz tutulmasında kortikosteroid verilebilir.
Koruma: Hâmile kadınlar toksoplasma antikorları yönünden kan muâyenesinden geçirilmelidir. Bunlar negatif olsa da, hâmileler kedilerden uzak durmalı, iyi pişmemiş veya çiğ et yememelidir. Sebze ve meyveler iyice yıkanmalı veya pişirilmeli ve eller çiğ ete dokunulduktan sonra iyice yıkanmalıdır.
Altınordu hanlarından. Babası Mangışlak Hâkimi Tuli Hoca olup, annesi Künçek Hâtundur. 1341’de doğdu. Babasının, Akordu Hanı Urus Han tarafından öldürülmesiyle 1375’te Tîmûr Hanın yanına sığındı. Tîmûr Handan iyi muâmele ve yakın alâka gördü. Otrar ve Savran şehirleriyle, hâkimiyet alâmetlerinden bayrak, asker, at ve davul verildi. Toktamış bu târihten îtibâren yaptığı seferlerle 1378’de Sığnak’ı 1379’da Tîmûr Melik’i mağlup ederek Doğu Deşt-i Kıpçak’ı; 1380’de Kıyat Mama’yı yenerek Batı Deşt-i Kıpçak’ı zaptetti. Altınordu birliğini yeniden kurdu.
Rus knezlerinden Dimitri Donskoy’un merkezi Moskova’ya elçi göndererek itaat etmesini bildirdi. Dimitri’nin bu isteği reddetmesi üzerine ordusunun başında harekete geçen Toktamış Han, birkaç günlük bir muhârebeden sonra Moskova’ya girdi. 24.000 Rus askeri öldürüldü ve pekçok ganimet ele geçirildi. Büyük oğlu Vasil’i rehin olarak Altınordu merkezine gönderen ve beş yıllık haracını ödeyen Dimitri yeniden antlaşmaya muvaffak oldu. Böylece Toktamış Han, Altınordu Devletini Rusya’da tekrar en büyük devlet hâline getirdi.
Toktamış Han, Tîmûr Han İran’dayken, Tîmûrlulara âit Harezm’de adına para kestirdi. Âzerbaycan ve Kafkasya’yı almak için faaliyete geçti. 1384-1385 kışında Tebriz’i yağmalattı. Mısır Memlukleriyle iyi münâsebetlerde bulundu. Toktamış Hanın bu faâliyetlerini Tîmûr Han kendisine ihânet kabul etti. Toktamış Han, 14 Nisan 1395’te Terek Nehri boyunda Tîmûrlulara yenildi. Altınordu başşehri Saray’dan Tîmûr Han tarafından çıkarılınca kaçtı. Toktamış Han, Tîmûr Han tarafından İtil boyundaki Ükok şehrine kadar tâkip edildiyse de yakalanmadı.
Tîmûr Hanın Âzerbaycan’a çekilmesiyle, tekrar toparlanmaya çalıştı. Terek yenilgisinden sonra, Altınordu Hanı îlân edilen Temür Melik ve onun destekçisi Emir Edigü ile mücâdele etmek zorunda kaldı. 1397’de yenilerek, Litvanya Prensi Vitovt’un mültecisi oldu. Litvanyalıların Temür Melik’le mücâdelesine katıldıysa da tekrar yenildi. 1399’dan 1405 yılına kadar kaçak yaşadı. Emir Edigü’nün adamları tarafından dâimâ arandı. Tîmûr Handan özür dileyip, affedildiği de rivâyet edilir. Toktamış Hanın Sibirya’da 1405’teki ölümü Emir Edigü’nün fedâilerince gerçekleştirildiği kabul edilir.
Toktamış Han, Altınordu Hânedanının bilinen ilk çalışkan kuvvetli hükümdarıdır. Cesur olup, bitmek tükenmek bilmeyen bir azme sâhipti. Toktamış Han, dünyânın en büyük hükümdârlarından Tîmûr Han ve devrinde çok kudretli, zekî Emir Edigü ile mücâdele etmesine rağmen, Altınordu Devletini Rusya’da en güçlü devlet hâline getirdi. Rus knezliklerinin büyümesini, güçlenmesini engelledi.
Japonya’nın başşehri. Yüzölçümü 600 km2 olup, nüfûsu da on milyon civarındadır. Honşu Adasının orta kesiminde, Büyük Okyanusun bir girintisi olan Tokyo Körfezinin kıyısında, Sumida Nehrinin ağzında yer alır.
Tokyo’da kışlar oldukça ılık, yazlar ise sıcak ve nemli geçer.
Şehrin merkezinde hendekler ve geniş bahçelerle çevrili İmparatorluk Sarayı yer alır. Sarayın doğusunda, Japon iş dünyâsının merkezi olarak nitelendirilen Maranouçi semti bulunur; kuzeydoğusunda ise pekçok üniversitenin ve basımevinin bulunduğu Kanda semti uzanır. Resmi binalar sarayın güneyindeki Kasumigaseki semtinde toplanmıştır. Millî parlamento binâsı ise Kasumigaseki’nin batısındadır. Dünyâca meşhur bir alışveriş merkezi olan Ginza semti şehrin doğu kesimindedir. Tokyo’nun mîmârisi iki veya üç katlı ahşap evlerden, Meici döneminden kalma taş yapılara ve beton veya çelikten yapılmış gökdelenlere kadar değişen bir çeşitlilik gösterir. Japonya’nın başlıca ibâdet merkezi olan Meici Tapınağı bir millî âbide olarak kabul edilir.
Başlangıçta depreme karşı mukavim olsun diye binâlar 30 metreyle sınırlandırılmış, fakat 1960’lardan sonra bu yüksekliği aşan depreme dayanıklı pekçok yeni binâ inşâ edilmiştir. Bunların başlıcaları Mainiçi Yayınevi, Tokyo Katedrali, Millî Tiyatro ve Milletlerarası Ticâret Merkezidir.
Şehiriçi ulaşım otobüs, metro ve kamuya veya özel sektöre âit elektrikli trenlerle sağlanır. Tokyo’da biri iç seferler, diğeri dış seferlere tahsis edilen iki havaalanı vardır.
Japonya’nın kültür merkezi olan Tokyo’da pekçok müze, kütüphâne ve üniversite bulunur. Ueno Parkında Tokyo Millî Müzesi, Millî Bilim Müzesi, Hayvanat Bahçesi ve Batı Sanatı Millî Müzesi yer alır. Japonya’daki üniversite ve yüksekokulların büyük bölümü Tokyo’dadır. Tokyo Üniversitesi dışındaki başlıca yükseköğretim kurumları Tokyo Teknoloji Enstitüsü, Hitotsubaşi Üniversitesi ve Tokyo Güzel Sanatlar Üniversitesidir. Özel üniversitelerin en meşhurları da Vazeda ve Keto üniversiteleridir.
Tokyo’nun bugün bulunduğu bölgenin yerleşime açılması çok eskilere dayanır. Altıncı yüzyılda Japonya’da kuvvetli bir imparatorluk idâresinin kurulmasından sonra Musaşi vilâyetinin bir parçası oldu. O dönemde Edo (haliç) ismiyle anılan şehir Tokugava şogunluğunun kurulmasına kadar küçük bir balıkçı köyü olarak kaldı. On yedinci asırda büyüyüp genişledi. Meici Restorasyonu tekrar şogunluğa son verip imparatorluğa hâkim olunca Edo’yu başşehir îlân etti ve “Doğunun Başşehri” mânâsında Tokyo ismini verdi.
Tokyo 12 Eylül 1923’teki depremden büyük zarar gördü. Depremden sonra şehir yeniden inşâ edildi ve bu dönemde çevresinde banliyöler teşekkül etmeye başladı. İkinci Dünyâ Harbinde şehir ve çevresi ABD uçakları tarafından bombalandı. Tokyo 1950’lerden sonra ülke ekonomisine paralel bir gelişme göstererek hızla büyüdü ve bugünkü seviyesine ulaştı.
Rusya’dan Tokyo’ya giden Kazak Türklerinin 1938’de yaptıkları câmi, 1985’te belediye tarafından yıktırıldı. Bu târihten îtibâren Tokyo’daki Müslümanlar cumâ ve bayram namazlarını kılamamakta ve cenâzeleri için dînî tören yapamamaktadırlar. Tokyo’nun Yoyogi Sehura mahallesinde bulunan câminin arsası, bugün hâlâ boştur. 3-5 araba için park olarak kullanılmaktadır (1994).
Rus dramatik roman ve hikâye yazarı. 1828’de Tula şehrine bağlı Yasnaya Polyana kasabasında doğdu. Soylu ve toprak zengini bir âileye mensuptu. Çok küçük yaşta öksüz kalarak kardeşleriyle birlikte halası ve teyzeleri tarafından büyütüldü. Kazan Üniversitesine devam edip mezun olamadan ayrıldı. Fransız filozofu Jean Jacques Rousseau’nun fikirlerine hayranlıkla bağlıydı. Basit ve düzensiz bir hayat sürdü. Kazan’dan köyüne dönerek bir süre çiftçilerin ve köylülerin hayat şartlarını düzeltmek için çalıştı.
Başıboşluktan kurtulmak amacıyla orduya girdi. Kafkas Savaşına katıldı. Kafkasya’da üç yıl kaldıktan sonra Sivastopol Savunmasına katıldı. Orada Sivastopol Hikâyeleri isimli meşhur eserini yazdı.
Ordudan ayrılıp uzun süreli bir Avrupa seyahatine çıktı. Bu gezi sırasında sosyete ve materyalizmin etkisinde kaldı. Seyahat dönüşü evlendi ve on üç çocuğu oldu. Çok karışık ve fırtınalı yıllardan sonra hayâtı bir sükûn devresine girdi. Kendini eserlerini yazmaya verdi. Ancak son zamanlarında da, ilerleyen yaşına rağmen, hep yenilik ve değişiklik arayan bir çocuktan farksızdı. Evinin dar çerçevesinden kurtulmak gâyesiyle evden kaçtı. Buda gibi diyar diyar dolaşmak niyetindeydi; ancak yolda hastalandı ve 20 Kasım 1910’da Astapava İstasyonunda öldü. Çocukluğunu geçirdiği Yasnaya Polyana topraklarına gömüldü.
Tolstoy okul hayâtında başarılı olmayan, kendi kendini yetiştirmiş ender romancılardan biridir. Bunda vücut yapısının biçimsizliği ve yüzünün çirkinliğinin de etkisi vardır. Çocukluğunu anlatırken; “Herkesin beni tanımasını ve sevmesini öyle isterdim ki” der. Hayâtı devamlı arayışlar, seyahatler ve bunalımlar içerisinde geçti. Tolstoy’a hiçbir zevk huzur getirmedi. O hayâtın boşluğunu düşünmeye ve insan mutluluğunu bozan ideallerin zararlarını görerek, insanlara Tanrı dışında kurtuluşun bulunmayacağını anlatmaya çalıştı. İncil’e sonradan katılan tezatları görerek kabul etmedi. Ahlâk ve doğruluk üzerinde tavsiyelerde bulundu. Bütün bunları yaparken kiliseye de İncil’in rûhuna ters düşüyorlar suçlamasında bulunuyordu. Nihâyet 1901’de Diriliş ismiyle yazdığı eserlerinin bâzı bölümlerinden dolayı Tanrıyı inkâr ediyor suçlamasıyla aforoz edildi.
Tolstoy düşünce bakımından Rousseau’ya benzer. Onun gibi, insanların ahlâkını bozan sanata düşmandı. Zorbalığa ve büyük mülkiyete cephe almakla birlikte, hayâtıyla düşüncesini bağdaştıramadı.
İdealist ve mistik Tolstoy, gerçeği ele alışıyla çağının en büyük yazarlarından biridir. Üslûbuna dikkat etmekten ve romanı bir sanat eseri hâline getirmekten özellikle kaçınmış, Rus toplumunu ve rûhunu büyük bir güçle yaşatmayı ve tahlil etmeyi başarmıştır. Dâima “sanat için sanat” tezini savunmuştur.
Başlıca meşhur eserleri:
Bir Hayâtın Dönemleri (Çocukluk-Delikanlılık-Gençlik), Sivastopal Hikâyeleri, Harp ve Sulh, Anna Karanina, İtiraflar, Hacı Murad, Diriliş, Serj Baba, Yaşayan Ölü ve Âile Saâdeti.
Dokuzuncu asırda Mısır ve Suriye’ye hâkim olan Türk-İslâm devletlerinden. Tolunlular, İslâm halifeliği toprakları içinde kurulan müstakil ilk Türk siyâsi teşekkülüdür. Kurucusu Oğuz Türklerinden Ahmed bin Tolun idi. Halifelik merkezi Bağdat yakınlarındaki, Samarra’da bulunuyordu.
Ahmed’in babası Tolun, Abbâsi Halifesi El-Mu’tasım (838-842) zamânında, cesâreti ve bilgisiyle şöhret yapmış bir zâttı. Ahmed de aynı derecede cesur ve kültürlü bir şahsiyet sâhibiydi. Abbâsi vâlisinin vekili olarak Mısır’a geldi. Mısır vâlisi oldu. Nüfûzunu Filistin ve Suriye’ye kadar genişletti. Ülkesinde îmâr faaliyetlerinde bulunup, lüzumlu askerî tedbirleri alarak, kuvvetli bir ordu kurdu. Abbâsiler, Irak’taki zenci esirlerle meşgul olurken, istiklâlini îlân etti (868).
Ahmed bin Tolun, Mısır mâliyesinde ıslâhat yaptı. Mısır ahâlisini darlıktan kurtarması sebebiyle çok sevilip, tutuldu. Kısa zamanda Şam, Halep, Antakya şehirleriyle birlikte Suriye’yi idâresine aldı. Adana ve Tarsus bölgesini de ülkesine bağladı. Ahmed bin Tolun’un 884’te vefâtıyla yerine oğlu Humâreveyh geçti.
Humâreveyh (884-896) zamânında Tolunoğullarının ikbâli daha da parladı. Devletin sınırları Toroslar, El-Cezire ve Irak’a kadar genişledi. 892’de yeni Abbasî halifesi olan El-Mu’tezid, hilâfete gelişinde Humâreveyh ve onun vârislerine üç yüz bin dinar vergi mukabilinde, otuz yıl süreyle Mısır ile Toros sıradağlarına kadar Suriye’yi ve Musul hâriç, El-Cezire’yi verdi. Antlaşma daha sonra Tolunluların çok az lehine olacak şekilde yeniden tanzim edildi. Humâreveyh kızı Kadr-ün-Nedâ’yı Abbasî halifesine destanlaşan bir merâsimle verdi. Humâreveyh Suriye’ye yaptığı bir sefer sırasında köleleri tarafından otuz iki yaşındayken öldürüldü (896). Humâraveyh’in genç yaşta öldürülmesi, Tolunoğulları Devleti ve Mısır için büyük bir tâlihsizlik oldu.
Yerine geçen oğlu ve kardeşleri istiklallerini muhâfaza edemediler. Suriye Çölündeki sapık Karmatileri kontrol edememeleri, halifenin büyük bir ordu göndermesine sebep oldu. Mısır ve diğer ülkeleri Abbâsi Halifesi El-Muktefi’nin kumandanı Muhammed bin Süleymân tarafından ele geçirilerek, bölge vâlilerinin idâresine verildi. Tolunoğlu hânedanı mensupları Bağdat’a götürüldü (905).
Tolunoğulları zamânında Mısır, altın çağını yaşadı. İktisâdî ve ticârî bakımdan gelişip zenginleşti. Halkın üstündeki ağır, mâlî mecburiyetler kaldırılarak refah seviyesi yükseltildi. Îmâr faaliyetlerinde bulunulup, büyük mimârî eserler yapıldı. Güçlü bir donanma kuruldu. Ahmed bin Tolun Kahire yakınlarına Fustât şehrini inşâ ettirip, burayı başşehir yaptı. Tolunlulardan kalma Tolunoğlu Ahmed Câmii 9. yüzyılda yapılmasına rağmen, çeşitli istilâ ve zamânın tahribatına uğradığı halde hâlâ ibâdete açıktır. Tolunoğlu Ahmed Câmii yanında vakıf olarak hastahâne, eczahâne ve iki de hamam vardı. Yeni inşâ edilen Fustât ve El-Katâ’i’de hükümdarın sarayı etrafında kumandanların konakları; iktisâdî, ticârî ve sosyal hayâtın vazgeçilmez müesseseleri olan pekçok câmi, çarşı, han, hamam, değirmen ve fırın vardı. El-Ketâ’i’de askerî iskân milliyetlere göreydi. Her kavmin mahalleri ayrıydı. Tolunlular ordusunun mevcudu yüz bine yaklaşırdı. Ordu, Türk ve Sudanlılardan meydana gelirdi. Ordunun kışlaları kumandanların konakları etrafındaydı.
Tolunoğulları devrinde Mısır, başta edebî, târihî, dînî ve felsefî ilimler olmak üzere muhtelif ilim sahalarında büyük gelişme gösterdi. İlme ve âlimlere önem veren emirlerin evleri birer ilim merkezi hâlindeydi. Tolunoğlu hükümdarları halka karşı cömert davrandıklarından şâir ve edipler, onların ihsânlarına nail olmak için etraflarına toplanmışlardı. Bu devirde Arap dili ve edebiyatı üzerinde çalışan El-Velid bin Muhammed et-Temîmî, Ahmed bin Câfer ed-Dineverî ile tefsir, hadis, fıkıh ve kıraat ilimlerinde Kâdı Bekkar bin Kuteybe, Debi bin Süleymân el-Murâdî ve Ebû Câfer Tahavî bölgede yaşayan âlimlerin ileri gelenlerindendiler.
Röntgende ışınlarını, vücûdun herhangi bir düzleminde odaklayarak, o dokuları net olarak görüntülemeyi sağlayan radyoloji tekniği. Başka organların arasında, arkasında kalan veya sınırları yeterince belli olmayan yumuşak dokular, bu yöntemle kolayca görülebilir.
En basit yöntem olan çizgisel tomografide ışın tüpü, tek bir düz çizgi doğrultusunda, filmse ters doğrultuda hareket eder. Yapıların çoğu hareket sebebiyle flu çıkar, odaklanan yeriyse net olarak görülür. Dairesel ve elipsi biçimli tomografilerde de aynı net sonuç alınabilir. Yeni geliştirilen Bilgisayarlı Tomografiler; röntgen ışınlarının dokularda farklı tutulmaları ve bilgisayar yardımıyla değerlendirilmeleri sâyesinde daha kaliteli ve hassas görüntüler elde edilmesini sağlar.
Düz röntgen ışınları çok uzun zamanlardan beri teşhis metodu olarak kullanılmaktaydı. Ancak bu metodla yumuşak doku dediğimiz kemik dışı organlar arasında yoğunluk farkı olmadığından bilgi edinilemiyordu. Bilgisayarın kısa sürede çok hızlı hesap yapmasından faydalanılarak, çok az görüntü farkının daha belirgin hâle getirilmesine çalışıldı. Ayrıca dokuların dilim dilim kesitler hâlinde görüntüleri elde edilerek lezyonların tam yerinin belirlenmesi bilhassa beyin ameliyatlarının az travma ve sekelle gerçekleşmesi için lüzumluydu. Bu sebeple yola çıkan bilim adamları, değişik açılardan gelen röntgen ışıklarının dokularda tutulmasının bilgisayarlarca değerlendirilerek, kaliteli görüntüler elde etmeyi başardılar.
Beyin hastalıkları, bilhassa urları hakkında, daha önce hiçbir teşhis metodunun sağlayamadığı ve lezyonların yerini ve büyüklüğünü kesitler hâlinde görüntüleyen bilgisayarlı beyin tomaları îmâl ettiler. Ayrıca damardan kontrast madde verilerek organların damarla ilgili yapıları hakkında da detaylı mâlûmat görüntülemek mümkün oldu. Bunların çok başarılı olması, bütün vücut yumuşak dokularında kullanılmasını gündeme getirdi. Şu anda bilgisayarlı tomografi cihazları, beynin yanısıra, bütün vücûdu enine veya boyuna kesitler hâlinde tetkik edebiliyor.
Elde edilen görüntüler direkt röntgen ışınlarının fotoğraf filmi üzerindeki görüntüleri değil, değişik açılardan gelen röntgen ışınlarının dokularda tutulması farkının bilgisayarca hesaplanması sonucu oluşturulan resimlerdir. Bir santimden daha küçük yapıların ve urların bile yeri ve şekli tespit edilebilmekte, boyutları hesaplanabilmektedir.
Görüntüyü kaliteleştirmek için bâzan radyoopak (röntgen ışıklarını geçirmeyen) maddeler de ilâve olarak kullanılmaktadır. Bu işlem esnâsında kullanılan röntgen ışıklarıysa çok az olup, normal röntgen filmi kadar bile tehlikeli değildir. Daha önce tehlikeli ve zor olan beyin angiografisinden daha kolay uygulanmakta ve daha fazla bilgi vermektedir.
Alm. Knospe (f), Fr. Bouton, bourgeon (m), İng. Bud. Gövdenin uç kısmındaki büyüme nokta üzerlerinin, kışın hücrelerin zarar görmesini önlemek bakımından üst üste gelerek sıkışmış yapraklarla örtülmesi. Tomurcuğu meydana getiren ve genellikle pulsu bir durum gösteren yapraklara tomurcuk pulu denir. Bunlar farklı bitkilerde ve hattâ türlerde, farklı şekildedir. Genellikle de tüylerle veya mumsu bir tabakayla örtülüdürler. Ana eksenin ucundaki tomurcuğa terminal tomurcuk (tepe tomurcuğu), eksen üzerinde yan dalların kökenini teşkil eden tomurcuklara da lateral tomurcuk (yan tomurcuk) denir. Yapraklarını döken ağaçlarda yan tomurcuğun altında yaprak izi denen düşmüş yaprağın taban izi bulunur. Yaprak ve yaprakların koltuğundaki yan tomurcukların bulunduğu bölgeye düğüm (nod), iki düğüm arasına (internod) adı verilir.
Tomurcuk gelişerek sürgün verirken tomurcuk pulları düşer ve yerlerinde tomurcuk pulu izleri kalır. Tomurcuk pulu izleri, yaprak izinden birbirine çok yakın birçok izden meydana gelmesiyle ayrılır. Gövde üzerinde iki tomurcuk pulu izleri arasında kalan bölge bir büyüme mevsiminde meydana gelmiştir. Tomurcukların bâzıları uzun zaman canlanmadan kalabilir. Uyku tomurcuğu denilen bu tomurcuklar bitkide herhangi bir yaralama olduğu zaman canlanarak yeni organlar verirler. Bunun için uyku tomurcuklarına yedek tomurcuk da denilir.
Gövde üzerinde sürgün veren tomurcuklardan başka çiçek tomurcuklarına da rastlanılır. Yaprak ve çiçek tomurcukları iç yapıları îtibâriyle birbirinden farklıdırlar.
(Bkz. Orkinos)
DEVLETİN ADI |
Tonga Krallığı |
BAŞŞEHRİ |
Nukualofa |
NÜFÛSU |
108.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
780 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Tongaca, İngilizce |
DÎNİ |
Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Pa’anga |
Güneybatı Pasifik Okyanusunda, Ekvator ve Oğlak Burcu arasında, Avustralya’dan yaklaşık 3,5 km doğuda ve gün değiştirme hattının hemen yanında yer alan küçük adalardan meydana gelen bağımsız bir krallık.
Târihi
Târihi çok yeni olan bir devlettir. İlk olarak 17. yüzyılda Felemenkler adalara geldiler. 1845 yılına kadar ülkede iç harp ve kargaşalıklar mevcuttu. Bu târihte Birinci George Tupou krallığını îlân etti. 1900’de İngiliz himâyesi altına girdi. İkinci Dünyâ Harbinden sonra Tongalılar ülkelerine sâhip çıktılar. 1970 yılında bağımsızlıklarını îlân ettiler. Ülkede krallığa bağlı anayasalı monarşik bir idâre kuruldu.
Fizikî Yapı
Tonga üç ana grup altında toplanabilen yaklaşık 150 adadan meydana gelmiş bir ülkedir. Çoğunlukla mercan kayalıklarından ibâret olan bu adaların ana grupları; Tongatapu, Ha’apai ve Vava’u’dur. Adaların çoğunluğu alçak ve düz olup, sâdece Vava’u grubu biraz meyilli ve yüksektir. Doğuya doğru uzanan dağlar genellikle volkaniktir. Bunlardan Niuafo’ou Adası “Teneke Kutu Adası” diye ün yapmıştır.
İklim ve Tabiî Kaynaklar
Tonga nemli tropikal bir iklimdedir. Fakat sıcaklık umûmiyetle değişir. Güney bölgesi oldukça kurak ve bâzı zamanlar serindir. Kuzeydeyse sıcaklık ve nem oldukça yüksektir. Sık sık fırtınalar meydana gelir. Bunlardan 1982 fırtınası oldukça zarar getirmişti. Adalar çoğunlukla ağaçlıklı olup, pek fazla tabiî kaynağa sâhip değildir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Polinezyalılar, adalar halkının ataları olarak bilinir. Ülkenin nüfûsu yaklaşık 108.000’dir. Bugün bu nüfûsun %98’i Tongalıdır. Geri kalanı ise Avrupalı veya diğer Polinezyalı gruplardan teşekkül eder. Halkın çoğu Hıristiyandır. Nüfûsun hemen hemen tamâmı kendi yerli dilleri olan Tongacayı konuşur. Ayrıca İngilizce de bilinir. Ülkenin yıllık nüfus artışı % 3,5 tur. Eğitim ve öğretim 6-14 yaş arası mecbûrîdir. Yeni Zelanda ve Avustralya’ya öğrenci göndermektedir.
Siyâsî Hayat
1970 yılında bağımsız olmuştur. Aynı târihte hazırlanan yeni bir anayasa kabul edildi ve yönetim monarşik bir idâre oldu. Devletin ve hükümetin başında Kral ve Özel Danışma Kurulu bulunur. Özel Danışma Kurulu; Kral ve Bakanlar Kurulundan meydana gelir. Hükûmette Kral IV. Taufa’ahau Tupou tarafından ömür boyu olmak kaydıyla atanan bir Başbakan ve Bakanlarla Ha’apai ve Vava’u vâlileri yer alır. Ayrıca bir bölümü üç yılda bir halk tarafından seçilen bir kısmı da kral tarafından atanan 29 üyeli bir Yasama Meclisi vardır. Ülke idârî olarak üç ana ada grubuna ayrılmıştır.
Ekonomi
Tonga bir tarım ülkesidir. Çoğu ihtiyaçlarını kendisi yetiştirir. Özellikle hintyerelması, kuklas, muz ve hindistancevizi çok yetişir.
Adalarda bir toprak derebeylik sistemi mevcuttur. Buna göre, kânun garantisinde her Tongalı erkek çocuk 16 yaşına geldiğinde, kendisine 3,3 hektarlık bir arâzi ve bir çiftlik evi verilir. Buna karşılık kendisinden küçük bir vergi alınır. Bütün topraklar Krallığın mülkiyetinde tutulur. Sâdece bir kısım topraklar göçebe âileleri veya hükümet tarafından işletilir. Fakat bu sistem tam uygulanamamakta, hakkı olanlara toprak verilmemektedir.
Tonga’nın en önemli ihraç ürünleri; kokonat, muz ve hintyerelmasıdır. İşçi gücünün % 75’i tarım alanındadır. Daha çok Yeni Zelanda, Avustralya, ABD ve Fiji Adaları ile ticâret yapar. Turizm önemli bir gelir kaynağıdır.
Adalar arasında ulaşım deniz yoluyla sağlanır. 433 km’lik bir karayolu vardır ve % 85’i asfalt kaplıdır. Önemli limanları Nuku’olafa ve Vava’udur. Tongotapu’daki Faso’motu havaalanından milletlerarası seferler yapılmaktadır.
(Bkz. Bilge Tonyukuk)
Osmanlılarda kapıkulu ocaklarının yaya kısmından büyük topları cepheye taşımak için kurulan teşkilât.
Muhtemelen 15. yüzyılın sonlarında kurulmuştur. Önceleri acemi ocağından neferler alınırken, 17. asırdan îtibâren ocak arabacılarının evlâtlarından ve kul kardeşlerinden alınmaya başlanmıştır. İstanbul’da ikâmet ettikleri gibi nöbetleşe kalelere de giderlerdi. Kapıkulu topçusunun bulunduğu yerlerde, top arabacıları da bulunuyordu. Tophâne’de îmâlâthâneleri, Ahırkapı’da ahırları, Şehremini’de kışlaları vardı. Ocakta; arabacıbaşı, kethüda, başçavuş, kethüda yeri, ocak kâtibi, bölükbaşı, odabaşı ve halife ünvanlı subaylar görev yapardı. Arabacıbaşı nezâretinde; nefer sayıları birle-elli iki arasında değişen, altmış üç top arabacıları bölüğü vardı.