TİMSAH (Crocodilus)

Alm. Panzerechte, Fr. Crocodile, İng. Crocodile. Familyası: Timsahgiller (Crocodilidae). Yaşadığı yerler: Sıcak bölgelerde bataklıklar ve su kenarlarında. Özellikleri: Yapısı kertenkeleyi andırır. Vücûdu kemiksi pullarla örtülüdür. Suda iyi yüzerler. Balık, kuş ve memelilerle beslenirler. Ömrü: Yüz yıl kadar. Çeşitleri: 23 türü vardır. Nil timsahı (Crocodilus vulgaris), Amerika timsahı (C.americanus), Mississippi alligatoru (Alligator mississippiensis) meşhurlarıdır.

Sıcak bölgelerdeki akarsularda yaşayan, Timsahgiller âilesinden iri yapılı, kalın ve kabuksu derili sürüngen türlerinin genel adı. Uzaktan bakıldığında kertenkeleye benzerler. Vücutlarının üzeri, sert kemiksi plakalarla örtülüdür. Ön ayaklarında beşer, arka ayaklarında dörder parmak bulunur. Parmak araları tamâmen veya kısmen perdelidir. Uzun, yandan basık kuyrukları suda kürek vazifesi görür. Güçlü dişlerle bezenmiş, çok kuvvetli çeneleri vardır. Yalnız üst çene açılır. Etli dil, alt damağa yapışıktır. Gözleri, burunları ve kulakları başlarının üst kısmında bulunur. Suda yüzerken rahatça etraflarını görür, işitir ve solunum yaparlar. Karada vücutlarını zor taşımalarına rağmen, suda çok iyi yüzerler. Gündüzleri dinlenir, çoğunlukla gece avlanırlar. Gözbebekleri dikey olduğundan gece de iyi görürler. Balık, kuş ve suya gelen memelilerle beslenirler. İnsanlara da saldıranları vardır. Avlarını güçlü çeneleri arasına sıkıştırıp suya çekerek boğarlar. Dişlerini avlarını parçalamada kullanırlar. Çiğnemeden parçalar hâlinde yutarlar. Sindirim için çakıl ve taş da yutarlar. Sonra dişlerinin arasındaki artıkları dışarı çıkarırlar. Tâze etin sindirimi zor olduğu için bâzı türler avlarını gömerek çürümelerini bekler.

Gözleri üç perdelidir. Suya daldıkları zaman burun ve kulak delikleri birer kapakla örtülür. Ağız gerisinde bulunan bir kıvrımı damaklarına yapıştırarak soluk ve yemek borularını birbirinden ayırabildiklerinden su altında bile ısırıp yiyebilirler. Konik yapılı dişler aşındıkça yenileri sürer. Derilerinden bavul, çanta iskarpin yapılır. Bu bakımdan bol miktarda avlanırlar.

Yürekleri dört gözlüdür. Aort kökleri Panizza kanalı vâsıtasıyla birleştiklerinden vücutlarında kirli kan dolaşır. Diğer sürüngenler gibi soğukkanlı hayvanlardır. Vücut ısıları çevre ısısına göre değişir.

Yumurtayla çoğalırlar. Çiftleşmeden sonra dişi, kıyıdaki bir kumlukta açtığı çukur içine kaz yumurtası iriliğinde 50 kadar yumurta yumurtlar. Yumurtaların üzerini kumla örterek yakınlarında nöbet bekler. Bâzan bu süre üç ayı bulur. Dişi bu sürede hiçbir şey yemediğinden kilo kaybeder. Zaman zaman erkek de dişinin yakınına gelir. Ama dişisini beslemeyi akıl edemez. Yavrular, yumurta kabuğunu kırmaya hazır olunca 20 metre kadar uzaklıktan duyulan sesler çıkararak annelerini yardıma çağırırlar. Dişi, kumları açarak yumurtalardan yavruların çıkmasına yardım eder. İnce derili yavrular büyük bir titizlikle tek tek annenin ağzında su kıyısına taşınır. Bakıma muhtaç yavrular altı ile sekiz haftalık bir süre içinde anne ve baba tarafından dış tehlikelerden büyük bir dikkatle korunur. Yırtıcı kuşlar ve vahşi memeliler timsah yavrularına düşkündür. Yavrular kendilerine bakacak duruma gelince anne ve babalarından uzaklaşarak kendilerine av sahaları ararlar. Büyük timsahlardan uzak olmak zorundadırlar. Hatta bâzan sonraki karşılaşmalarda anne ve babalar yavrularını tanıyamamakta, onlara av gözüyle bakmaktadır. Yavrular, balık yumurtaları, salyangoz ve su böcekleriyle beslenirler.

Timsahlara çoğunlukla Amerika, Afrika, Madagaskar, Güney ve Doğu Asya ile Orta Avustralya’da rastlanmaktadır. Tuzlu sularda yaşayanları da vardır. Nil timsahının anayurdu Nil Irmağı olduğundan bu adla anılır. Eski Mısırlılar bunlardan korkar ve mukaddes sayarlardı. Bugün Nil kıyılarında bu timsahlar kalmamıştır. Afrika’da ve Madagaskar’da mevcuttur. Uzunluğu 7-9 metreye ulaşabilir. İnsana da saldırabilir. Amerikan timsahı 5-7 metre boyundadır. Denizde de yaşayabilir ve insan için tehlikelidir. Hindistan ve Seylan’da yaygın olan Hint timsahı tatlı sularda yaşar. Uzunluğu 5 metre kadar olabilir. Çoğunlukla balıkla beslenir. İnsana nâdir saldırır. ABD’nin güneydoğusundaki bataklık, göl ve ırmaklarda yaşayan Mississippi alligatorunun derileri ayakkabı ve valiz yapımında değerli sayılır. En çok Florida bataklıklarında yaşar. Üreme dönemlerinde avlanmaları yasaklanmıştır. Boyları 5-6 metreye ulaşabilir. Timsahlar yok edilmediği takdirde uzun süre yaşayabilmektedir. Hayvanat bahçelerinde 80 yaşını aşanlar vardır. Bâzı kuşlar timsahların açık ağızlarının arasına çekinmeden girerek artık etleri ve damağa yapışmış sülükleri yerler. Timsahlarla bu kuşlar arasında âdeta ortak bir yaşama göze çarpar. Tehlike ânında timsahları çığlıklarıyla uyarırlar.

TÎMÛR HAN

Türk-İslâm dünyâsının büyük hükümdarlarından. Târihin en büyük cihangirlerinden biridir. Babası Moğol Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi Tigin Hatundur. 1336 senesinde Mâverâünnehr’de Semerkand’la Belh arasında Keş kasabasında doğdu. Âlimleri ve Allah dostlarını çok seven babası Emir Turagay, Tîmûr’a aklî ve naklî ilimleriyle kumandanlık bilgilerini ehil hocaların elinden öğretti. Tîmûr, babasının vefâtından sonra emirler arasında geçimsizlikler yüzünden memlekette anarşinin hâkim olması üzerine siyâsete karıştı. Mâveraünnehr Hâkimi Emir Hüseyin ile birlikte Doğu Türkistan Hükümdarı Tuğluk, Tîmûr’a karşı mücâdele verdiler. 1370’te Emir Hüseyin ile arası açılan Tîmûr, onun ölümünden sonra Mâverâünnehr’e tek başına hâkim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı. Büyük askerlik vasıflarını üzerinde taşıyan Tîmûr Han, yedi senede İran’ı hâkimiyeti altına aldı. Âzerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı ele geçirdi. Yine 1371 ve 1379 yıllarında yaptığı seferlerle Harezm’i kendine bağladı. Ömrü harp meydanlarında geçen Tîmûr Han, 1389’a kadar beş sefer yaparak Uygurları itaat altına aldı. Mülteci Moğol Prensi Toktamış’a yardım edip, destekleyerek Altınordu hükümdarı yaptı. Toktamış Han, Tîmûr Hana ihânet edince, 1390 ve 1391’de onu iki kere mağlup etti. İtil Irmağı doğusuna hâkim oldu. Daha sonra Hindistan üzerine de sefer açıp, 1399’da Kuzey Hindistan’ı zaptederek büyük başarılar kazandı. Yaptığı bütün savaşları kazanan Tîmûr Han 1401-1402’de Suriye’yi, 1402 Ankara Savaşı sonunda bâzı Osmanlı topraklarını hâkimiyeti altına aldı. Böylece Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’yu aldı. 200.000 kişilik bir ordunun başında Çin’e sefere giderken 1405’te vefât etti.

Tîmûr Han ilim sâhibi, âlim, büyük bir hükümdardı. Âlimleri severdi. Pekçok medrese ve kütüphâne yaptırdı. Bilhassa Semerkant şehrini îmâr etti. Burada pekçok sanat eserleri yaptırarak, örnek ve zengin bir şehir hâline getirdi. Tüzükât-ı Tîmûr adıyla kânunlar çıkardı ve kendi târihini kendi yazdı. Çağatay dilinde yazdığı bu kitaplar Farsça ve Avrupa dillerine de tercüme edildi. Avrupa edebiyatında kendisine geniş yer verilmiş, 16. yüzyıldan îtibâren hakkında pekçok eser neşredilmiştir. Bu eserlerin pekçoğunda Tîmûr Handan iyi kalpli ve büyük hükümdar olarak bahsedilmektedir. Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Bâyezîd Han (1389-1402) ile harp ettiği için bâzı Osmanlı târihçileri bunu kötülemektedir. Ancak Tîmûr Hanın Ankara Savaşından sonra İzmir’i Hıristiyan şövalyelerden temizlemesi, Anadolu’daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı netîcelerindendir.

Tîmûr öncesinde Orta Asya Türklüğü, doğudan Moğol putperestliği, güneyden Hind Budizmi, batıdan Fars zerdüştlüğünün baskısı ve etkisi altındaydı. Tîmûr Han, devletinin mânevî temellerini dayadığı evliyâullahla Türkleri yeniden İslâmlaştırdı.

Tîmûr öncesinde Orta Asya Türklüğü göçebeydi. Tîmûr Mâverâünnehr’i şehirleştirdi. Obaları iskan etti. Su kanalları inşâsıyla toplumu tarıma geçirdi. Büyük şehirleri ticâret yollarına bağladı. Fetihleriyle âlimleri, sanatkarları Orta Asya’ya topladı.

İlim adamlarına saygı gösteren, onları koruyan Tîmûr Han, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundurur, nasihatlerini dinlerdi. Âlimlere karşı o kadar saygısı vardı ki; Buhara caddesinden geçerken Muhammed Behâeddîn Buhârî (kuddise sirruh) hânekâhının halılarının silkildiğini öğrenince, İslâmiyete olan sevgi ve saygısının çokluğundan oraya yaklaşıp, tozları yüzüne sürerek bu bağlılığı belirttiği rivâyet edilmektedir. Devrinde yaşayan İslâm âlimlerinin yanında, daha önce yaşamış olanlara karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı. Ahmed Yesevî hazretleri bunlardan biridir.

Zamânında Fadlullah-ı Hurûfî tarafından kurulan ve “Hurûfîlik” adı verilen sapık fırka mensupları yayılmaya başladı. Kendisini tanrı îlân ederek bütün dinleri reddeden, kitaplarında dinsizlik ve ahlâksızlıkları anlatan Fadlullah’ı, Tîmûr Han, oğlu Miranşah’a emir vererek 1393’te öldürttü. Tekkelerini dağıttı. İslâm ülkelerindeki bu dinsizlerin çoğunu temizledi. Tîmûr Han, Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanlarının yayılmasını önleyerek, İslâmiyete çok büyük hizmet etti. Bunun için sahte (Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği yoldan çıkan) Bektâşî, yâni Hurûfî tarikatının müritleri, Tîmûr Hanı sevmez, onu hep kötülerler.

Yirmi yedi ülkenin hâkanı olan Tîmûr Han, başarılarının sırrını 12 maddede toplamış ve bunlara, oğullarının da uyması vasiyetiyle eserinde şöyle belirtmiştir:

1. Allahü teâlânın dînini ve hazret-i Muhammed’in şerîatini dünyâya yaymayı esas edindim. Her zaman her yerde İslâmiyeti tuttum.

2. Etrâfımda olan adamları 12’ye ayırdım. Gerek ülkeler fethi ve gerekse fethettiğim ülkeleri idârede bunların bâzısı bana kolları, bâzıları meşveretleriyle yardım ettiler. Bunların ikbâlinin artması için istihdam ettim. Bunlar sarayımın süsüydüler.

3. Düşman ordularını mağlup ve eyâletler feth etmekte âlimler ve emirlerle istişâre ettim. Hükûmet idâresinde yumuşaklık, insâniyet ve sabırla hareket ettim. Hiç meşgul olmuyor gibi görünürken her şeyi basîretim altında bulundurdum.

4. Hükûmet idâresinde kânunlara riâyet ve intizam o dereceydi ki vezirler, emirler, askerler ve halk bir üst sınıfa çıkmak için can atar halde değildi. Her biri bulunduğu sınıftan memnun olarak vazifesini yapardı.

5. Zâbit ve askerlerime cesâret vermek için altın ve cevâhir sarfından çekinmedim. Onları soframa oturttum. Böyle kıymetli bâzûların ve cengaverlerimin yardımıyla yirmi yedi imparatorluğun hükümdârı oldum.

6. Adâlet ve tarafsızlıkla Allah kullarının hep iyiliğini istedim ve onların teveccühünü kazandım.

7. Seyyitlere, ulemâya, fukahâya ve târihçilere mümtaz muâmele ettim. İyi ve cesur adamlar (Çünkü Allah böylelerini sever) benim dostlarımdı. Ulemâyla sıkı münâsebette bulundum. Bunlarla istişare ettim. Bunların hayır duâları bana zaferler temin etti. Derviş ve fakihleri himâye ettim. Bunlara zerre kadar fenâlık etmemeye uğraştım ve hiçbir taleplerini reddetmedim. Başkası aleyhinde söyleyenleri sarayımdan kovdum. Bunların sözlerine ve iftiralarına hiç ehemmiyet vermedim.

8. Her teşebbüsümü başarmakta sebatkâr idim. Bir projeyi bir kere kabul ettim mi artık bütün zihnim onunla meşgul olurdu. Onu muvaffakiyetle başarmadıkça aslâ terk etmedim. Hiçbir vakit hâlim (davranışlarım), kâlime (söylediğim sözlere) aykırı olmadı.

9. Halkın hâline vâkıf idim. Büyüklere kardeşim, küçüklere çocuklarım gibi muâmele ettim. Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim.

10. Bir kabîle veya bir Arap, bir Acem göçebesi bayrağım altına girmeği dileyince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibârla kabul ettim. İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim.

11. Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes iyiliğimden nasibdâr oldu. İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı.

12. Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman askerlere hürmet ettim. Sürekli bir saâdeti, çabucak kayboluveren şeye üstün tutan adamlara teşekküretmek borçtur. Onlar cihâda koşuyor ve hayatlarını fedâ ediyorlar.

Tîmûr Han kânunlaştırdığı bu düsturlar yanında savaş tekniklerinin de tam bir ustasıydı. Düşmanlarının siyâsî, iktisâdî ve askerî zayıflıklarını iyi bilir ve bunlardan istifâde ederdi. Bir sefere girişmeden önce, düşman ülkeye câsuslar göndererek onları içten zayıflatmaya çalışırdı. Savaş esnâsında başarıya ulaşmak için hareketlilik ve şaşırtmaca gibi pekçok harp hilesine başvururdu.

Böylece her türlü maddî ve mânevî hasletlere sâhip olan Tîmûr Han Türk târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir. Bugün bâzı yazarlar devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç durmadan onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek bu büyük hâkana akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulunmaktadırlar. Bilhassa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler bu tarz hissî yorumlara girmektedirler.

Oysa; “Biz ki, Mülûk-ı Tûrân, Emîr-i Türkistânız!”, “Biz ki Türkoğlu Türküz!”, “‘Biz ki milletlerin en kadîmi ve en ulusu Türkün başbuğuyuz!” diyen Tîmûr Han Türk için İslâmiyetin ne demek olduğunu da bugünkü Türkçülere bundan 600 yıl önce şöyle söylemektedir:

“Tecrübe bana gösterdi ki, din ve yasalar üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz. Böyle devlet, çırılçıplak olup kendisini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında saygı ve değerini yitirmiş adama benzer. Bu durumda böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine daldığı eve benzetilebilir. Bunun içindir ki, ben devletimin çatısınıİslâmiyet üzerine kurdum. Devletimi idâre için yasalar düzenledim. Bu yasalar uygulandığı sürece onlara aykırı hareket etmekten sakındım.”

TÎMÛRLULAR

Orta Asya ve İran’da büyük bir İslâm devleti kuran hânedânlık. Dünyânın en büyük hükümdarlarından Tîmûr Han tarafından 1370’te kuruldu. Mâverâünnehr ve İran dâhil Çin ve Delhi’ye kadar bütün Asya’ya Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’ya hâkim oldular. Moskova ve Astırhan’a kadar ilerlediler.

Tîmûr Han, askerî fetihler yanında İslâm âlimlerine ve mübârek makamlarına hürmet ederek, hâkimiyetini çok genişletti. Çok harp edip, hep gâlip geldi. Hânedanın kurucusu Tîmûr Hanın Çin’e giderken vefât etmesiyle, ülke oğulları ve torunları arasında bölüşüldü. (Bkz. Tîmûr Han)

Tîmûr Hanın torunu şehzâde Halil Sultan bin Mîrânşah, 1409 yılına kadar merkezde hâkimiyet kurdu. Tîmûr Hanın oğlu Şahruh önce Horasan’a, 1409’dan sonra da Semerkand’a Büyük Tîmûrlu hükümdarı oldu. Mîrânşah Batı İran ve Irak’ı ele geçirdi. Fakat Şahruh 1420’de bütün Tîmûrlu ülkesinin hâkimi olup, Hindistan ve Çin’de ismen hükümdardı. Şahruh’un 1447’de vefâtıyla taht mücâdelesini Semerkand hâkimi oğlu Uluğ Bey kazandı.

Uluğ Bey, hükümdarlığı yanında ilme ve fenne çok hizmet etti. Uluğ Bey, oğlu Abdüllatîf tarafından 1449’da öldürüldü. Abdüllatîf, Tîmûrlu ülkesine hâkim olup, 1450 yılına kadar hükümdarlık yaptı. Abdüllatîf, otoriter idâresine rağmen tasavvuf ehline iyi davrandı. 1450’de suikastla öldürülmesiyle yerine, Şahruh’un torunu Abdullah bin İbrâhim hükümdar oldu. Abdullah Mirza 1451’de tahtından indirilip, yerine Ebû Said bin Muhammed Tîmûrlu hükümdarı oldu. Ebû Said’in hükümdarlığı uzun sürüp, ülkede istikrar sağlandı.

Ebû Said, Osmanlı pâdişâhı Fâtih Sultan Mehmed Handan sonra devrin en güçlü hükümdarıydı. Sofiyye-i âliyyenin büyüklerinden Ubeydullah-ı Ahrâr’ın sohbetinde bulunup, duâsını alırdı. Ebû Said, Akkoyunlu Uzun Hasan’a karşı, Karakoyunlu Hasan Ali’ye yardım seferine çıktı. İâşe ve levazımının ele geçirilmesiyle zor duruma düştü. İkmâlin olmaması ve orduda kaçakların bulunması sebebiyle zayıflayıp, 1469’da Türkmenlere esir düştü.

Tîmûrluların sonuncu uzun ömürlü hükümdarı Hüseyin Baykara’dır. Herat ve bütün Horasan üzerinde hüküm süren Hüseyin Baykara (1470-1505) zamânında Tîmûrlu kültürü en parlak devrini yaşadı. Ülkenin Özbekler de denilen Şeybânîlerin hâkimiyetine geçmesiyle, Tîmûrlu hânedanı sona erdi.

Tîmûrlu Devleti, teşkilât îtibâriyle Moğol-Türk-Fars ve İslâm müesseselerinin sentezleşmesinden meydana geliyordu. Baştaki han kültür îtibâriyle olmasa da Moğol soyundandı. İdârî ve askerî teşkilâtı Türkleşmiş Moğol vasıflarını taşıyordu. Fars’a hâkim olduklarından devletin mâliyesinde İranlı kâtipler çoğunluktaydı. Tîmûrlular, Orta Asya ve İran’da Ehl-i sünnetin hâmisiydiler. Zamanlarında büyük İslâm âlim ve tasavvuf ehli yetişip, Tîmûrlu ülkesinde yaşadı. Tîmûrlular, bozkır karakteri de taşıyan son büyük Müslüman hânedandır. Devletin başında Tîmûr Han neslinden bir han bulunurdu. Tîmûrlu şehzâdeleri, yarı müstakil veya müstakil eyâletlerde vazife yapardı. Eyâletlerdeki şehzâdeler çok büyük kuvvetlere sâhiptiler. Bu durum taht mücâdelelerine de sebep oluyordu.

Geniş yetkileri bulunan bu emirler, askeri topluyor, ordunun nizam ve inzibatıyla uğraşıyor, ganîmeti paylaştırıyor, hükümdar önünde resmî geçit yaptırıyordu. Tîmûrlu ordusu; hükümdarlarından hassa alayından başka kendilerine suyurgallar (bir nevi iktâ) verilen askerlerden meydana geliyordu. Tavacılara askeri toplama emri verilince, askerin tespit edilen yer ve zamanda bulunmaları mecbûriydi. Savaşlarda fillerden de istifâde ediliyordu. Tîmûr Hanın başarılarının sırrı, son derece disiplinli ve düzenli bir orduya sâhip olmasından kaynaklanır. Savaşlarda başarı gösterenlere “suyurgallar” ihsan etti. Bir nevi iktâ sistemi olan “Suyurgal” teşkilâtı, Tîmûrlu ordusuna asker hazırlıyordu. Tîmûrlularda büyük devlet dîvânı karakterinde “dîvân-ı buzurg-ı emâret, dîvân-ı emâret-i tavâciyân” denilen Tavacı Dîvânı vardı. Bu dîvân Türkleşmiş Moğollardan meydana gelen ordunun işlerine baktığı için “Türk dîvânı” denilmesi dikkat çekicidir. Türk dîvânı, genelkurmay başkanlığı mâhiyetindeydi. Üyelerine “emir-i tavacı” veya “dîvân beyi” denirdi.

Mâlî meselelere “dîvân-ı mâl” bakardı. Başkanına “Amîr-i dîvân-ı mâl” denirdi. Burada İranlı kâtipler vazife yapar, bunlara “Nuvisandagân-ı Tacik” denirdi. Moğol vergi usûlünde toplanan “tamga” çiftçilerden, ticâret ve zanaat sâhipleriyle kısmen gümrükten alınırdı.

Tîmûrlu ülkelerinden Mâverâünnehr, Horasan ve İsfehan’da ziraat yapılırdı. Osmanlılar, Memlûkler ve Bizanslılarla ticâret yaparlardı. Semerkand, Herat önemli ticâret merkezlerindendi. Urtak adında ticârî teşkilâtları vardı. Semerkand, Şiraz, Herat en önemli Tîmûrlu şehirleri olup, hükümdarlar buralarda otururlardı.

Tîmûrlular kültür, sanat ve mîmarlık alanında muhteşem eserler verdiler. Bu eserlerin ihtişamına batılılar da hayran olup, buna Tîmûrlu rönesansı demişlerdir. Eserleri hâlâ okunup faydalanılan âlimler yetişti. Müslümanların gözbebeği, sofiyye-i âliyyeden Behâeddîn-i Buhârî, Alâüddîn-i Attâr, Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr, Seyyid Şerîf Cürcânî, Yâkûb-i Çerhî, Muhammed Pârisâ, Mevlânâ Sâdüddîn-i Kaşgârî, Nizâmeddîn-i Hâmûş, Ali bin Hüseyin, Abdullah-ı İlâhî, Abdullah-ı Semerkandî dâhil daha pekçok âlim ve tasavvuf ehli Tîmûrlular devrinde yaşayıp, yetişti. Tîmûrlu hanlarından iltifat ve himâye gördü.

Molla Câmî’nin Şevâhid-ün-Nübüvve ve Nefehât isimli eserleri Türkçe’ye de tercüme edildi. Daha pekçok eseri olan Molla Câmî aynı zamanda şeyhülislâm, âlim ve veliyyi kâmildi.

Uluğ Bey, Tîmûrlu hükümdârı ve hey’et (astronomi) âlimiydi. Zîc-i Uluğî pek kıymetli olup, hâlâ faydalanılmaktadır. Semerkand’da kurduğu rasathânenin araştırmaları ve âlimleri pek meşhurdu.

Doğu Türkçesi olan Çağataycada meşhur eserler veren Ali Şîr Nevâî, Tîmûrlulardan çok îtibâr görüp, devlet hizmetinde vazife aldı. Nevâî’nin Türkçe, Farsça mukâyeseli Muhâkemet-ül-Lügâteyn kitabı meşhur olup, büyük âlim Molla Câmî’nin Nefehât, Ferîdüddîn-i Attar’ın da Mantık-üt-Tayr eserlerini Türkçeye çevirdi. Ali Şîr Nevâî’nin daha pekçok eseri vardır.

Şah Nimetullah-i Velî, Kâsım-ı Envâr, Hâfız-ı Şîrâzî, Kemâleddîn-i Binâî, Nişâpûrlu Kâtibî, Sekkâkî, Heratlı Lütfî, Abdullah Hâtifî şâir olup, Tîmûrlular devrinde tasavvufî ve lirik şiirler söyleyip, yazdılar.

Tîmûrlu târihçilerinden Hâfız-ı Ebrû, Abdürrezzak Semerkandî meşhur olup, eserleri devrin kaynaklarındandır. Hâfız-ı Ebrû, dört bölüm hâlinde on iki eserden meydana gelen Mecmuât-üt-Tevârih ve Abdürrezzak’ın umûmî târih mahiyetindeki Matla-üs-Sa’deyn adlı eseri vardır.

Tabiat manzarası ressamı ve minyatürcü Kemaleddîn Behzâd, Tîmûrlular devrinde yetişen meşhur sanatkârdır. Behzâd, tabiat resimleriyle an’anevî minyatür unsurlarını birleştirerek, kitap süslemesine yeni bir çehre getirdi. Mîmârî eserlerde yüksekliğe, süsleme ve renk zenginliğine önem verdiler.

Tîmûrlu hanları zaptettikleri beldelerin meşhur mîmar, usta, sanatkâr ve âlimlerini başşehre getirtip, güzide eser vermelerini temin ederlerdi. Tîmûrlu sarayları, câmi, medrese, türbe ve dergâhları muhteşem olup, yeni üslûpla çok zengin olarak inşâ edilmişti. Semerkand’da Bibi Hanım Câmii, Gûr-i Mîr, Şâh-ı Zinde Türbesi, Şirin Bike Ağa, Hasan Bike ve Çocuk Bike, Olcay ve Bibi Zeynep kabirleri, Meşhed’de Gevher Şad Câmii, Mescid-i Şah, Anov’da Bâbür Câmii, Herat’ta Medrese, Yesi’de Ahmed Yesevî Türbesi, Tîmûrluların meşhur mîmarlık ve sanat eserlerindendir.

TİMUS

Alm. Thymusdrüse (f), Fr. Thymus (m), İng. Thymus thymus gland. Kalbin üstünde göğüs kemiğinin arkasında bulunan bir iç salgı bezi. Yeni doğmuş çocuklarda nispeten büyük bir organdır (11-12 gr). İki, üç yaşına kadar büyümeye devam eder; ağırlığı 36-38 grama kadar çıkar ve büluğ çağına kadar bu durumunu muhâfaza eder. Sonra asıl fonksiyon gören kısım (parankima) azalmaya başlar ve yerini gittikçe çoğalan yağ dokusu alır. 20-25 yaş arasında parankimayla yağ dokusu arasında ağırlık bakımından nispet aynıdır. Bundan sonra parankimanın azalması daha hızlı seyreder ve sonunda tamâmiyle kaybolur. Fakat timus artıkları şekillerini aşağı yukarı her zaman muhâfaza eder. Normal fizyolojik gerileme dışında, uzun süren beslenme yetersizliğiyle bâzı mikrobik hastalıklar da timus parankimasının erken kaybolmasına sebep olabilir.

Timus göğüs bitiminde, akciğerlerin arasında ve önünde, sternum kemiğinin (îmân tahtası) hemen arkasında bulunur. Timus, çocuklarda şekil ve büyüklük bakımından farklı iki parçadan (lob) ibârettir. Rengi kırmızımtrak-gri, yaş ilerledikçe yağ dokusunun artmasına bağlı olarak sarımtrak-gri renk alır.

Timusun fonksiyonları yaşlandıkça kaybolur. Timus gelişme çağında lenfatik sistemin normal gelişmesi ve bağışıklık maddelerinin, yâni antikorların normal teşekkülü için lüzumlu bir organdır. Son zamanlarda timus, immünolojik güce sâhip hücrelerin olgunlaştığı ilk merkez (primer lenfatik organ) olarak kabul edilmektedir. Timus dışı kaynaklardan kan yoluyla devamlı timusa gelen genç hücreler (T-lenfositler) burada çoğalırlar, olgunlaşırlar. Sonra genel dolaşıma katılırlar.

Şimdiye kadar timusun özel bir hormonu tespit edilememiştir. Büyümeyi, özellikle kemiklerin gelişmesini hızlandırdığı; mikrobik hastalıklara karşı direnci (immünite), savaş kuvvetini arttırdığı ve antitoksin (vücûda giren zehirli maddelere karşı vücutta sentezlenen madde) meydana gelmesinde rol oynadığı kabul edilmektedir.

TİNDAL OLAYI

Alm. Tyndalleffekt (m), Fr. Effet (m) Tyndall, İng. Tyndall phenomenon. Işığın küçük tânecikler yüzeyinde yana doğru dağılması (yayılması). Tyndall, göğün mavililiğinin sebebini araştırırken, bu rengin havada asılı duran gâyet küçük tânecikler tarafından ışığın diffüzlenmesinden ileri geldiğini buldu (1867). Eğer tâneciklerin boyutu aydınlatıcı ışığın dalga boyundan çok küçükse, şuâların dağılması dalga boylarının küçüklüğü nispetinde fazladır. Buna göre yana doğru yayılan ışıkta mavi ve mor, doğru geçenlerdeyse sarı ve kırmızı hâkimdir. İşte bu sebeptendir ki, güneş batarken ufuk kırmızı, gündüzse gök mavidir.

Saydam bir ortamda süspansiyon hâlinde dağılmış olan küçük tâneciklerin varlığını, bu sistem ışık demetiyle aydınlatmak sûretiyle görmek imkânı vardır. Saf su veya tuz çözeltisinden bir ışık geçirip ışığın geçiş yönüne dik olarak çözeltiye bakıldığında, ışığı görmek hemen hemen imkânsızdır. Fakat, bu çözeltide bir bulanıklık yapılırsa ışığın sistemden geçişini görmek mümkündür. Meselâ karanlık bir odaya küçük bir delikten ışık girdiği zaman eğer oda fazla tozluysa bu ışık demetini bâriz bir şekilde görmek mümkündür. Tozlu yollarda, araba farlarının ışık demeti uzaktan çok güzel görülür. İşte bunların hepsi Tindal olayıdır.

Tindal olayından faydalanarak ultra mikroskop yapılmıştır. Bu mikroskopla kolloidal çözeltilerdeki çözünmüş tânecikler (çapları 10-4 ilâ 10-7 cm arasında) incelenmektedir. 

TİNKAL

(Bkz. Bor)

TİRMİZÎ

Büyük hadis âlimlerinden. Kütüb-i Sitte denilen meşhur altı hadis kitabından olan Sünen-i Tirmizî adıyla meşhur hadis kitabının yazarıdır. İsmi, Muhammed bin Îsâ Tirmizî, künyesi Ebû Îsâ’dır. 824 (H.209) senesinde, Buhârâ’nın güneyinde bulunan Ceyhun Nehri kıyısındaki Tirmiz kasabasında doğdu. 893 (H.279)te Boğ şehrinde, Receb ayının on üçüncü günü Pazartesi gecesi vefât etti. Ömrünün son yıllarında gözleri görmez olmuştu.

Hadis ilminde meşhur ve sika, yâni güvenilir bir âlim olduğu ittifâkla bildirilmiştir. Bu ilmi öğrenmek için seyâhatler yapmış, Hicaz, Irak, Horasan civarlarını dolaşmış, Kuteybe bin Saîd, Ebû Mus’ab, Mahmûd bin Geylan, Muhammed bin Beşşâr, Süfyân bin Vekî’, Muhammed bin İsmâil (İmâm-ı Buhârî) ve Müslim bin Hâlid (İmâm-ı Müslim) gibi meşhur âlimlerden ilim öğrenmiştir. Ayrıca, pekçok sayıda hadis âliminden hadîs-i şerîf işitip, rivâyet etmiştir. Hadîs-i şerîf aldığı âlimler sayılamayacak kadar çoktur. Ayrıca evliyânın büyüklerinden olanEbû Türâb Nahşebî, Ebû Abdullah Celâ’ ve Ahmed bin Hadraveyh gibi zâtların sohbetinde bulunarak, tasavvuf ilminde yetişip yükselmiştir. Hâfızasının üstünlüğü darbımesel hâlini almıştır.

Ebû Hamid Ahmed bin Abdullah, Heysem bin Küteyb Şâmî, Muhammed bin Mahbûb, Ahmed bin Yûsuf Nesefî, Es’ad bin Hamdeveyh, Dâvûd bin Nasr bin Süheyh el-Bezdevî, Abd’übnü Muhammed bin Mahmûd Nesefî, Mahmûd bin Nüeyr ve oğlu Muhammed bin Mahmûd, Muhammed bin Mekki bin Fevel (Nûh), Ebû Câfer, Muhammed bin Süfyân, Muhammed bin Münzir gibi pekçok âlime hocalık etmiştir.

İmâm-ı Tirmizî, hadîsten başka, fıkıh ve tefsir ilminde de üstün bir âlimdir. Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerle Kur’ân-ı kerîmin tefsiri husûsunda mühim hizmetleri vardır.

Âlimler, İmâm-ı Tirmizî’ye Hâkim pâyesini vermişlerdir. Bu isme lâyık olduğunu ve daha üstün meziyetlere sâhib bulunduğunu, yine onlar bildirmişlerdir.

Eserleri:

İmâm-ı Tirmizî’nin birçok eseri vardır. Kitâb-ül-Ilel, Kitâb-üş-Şemâil, Kitâbu Esmâ’is-Sahâbe, Kitâb-ül-Esmâ’ ve’l-Künâ ve en meşhur kitabı Es-Sünen diye anılan El-Câmi’i başlıcalarıdır. Hasen hadis mevzûunda ana kaynak olan Sünen’i dört bölümdür. Birinci kısımda sahih olduğu kat’î olan hadisler; ikinci kısımda Ebû Dâvûd ve Nesâî’nin şartlarına uygun hadisler; üçüncü kısımda, illetini açıkladığı hadisler; dördüncü kısımdaysa; “Bu kitaba aldığım hadislerle bâzı fakihler amel etmişlerdir.” diyerek durumunu açıkladığı hadisler yer almaktadır.

İmâm-ı Tirmizî eseri için; “Ben bu kitabı yazınca, Hicaz âlimlerine arz eyledim. Hepsi beğendiler. Irak âlimlerine arz eyledim, onlar da beğendiler. Horasan âlimlerine arz eyledim. Çok güzel oldu dediler.” buyurmuştur.

En önemli kitaplarından biri de, Şemâil-i Nebî’dir. Eser bu konuda yazılan kitapların en güzellerindendir. Sayılamıyacak, anlatılamayacak kadar bereketli bir kitaptır. Okunması; işlerin görülmesi, murâdın hâsıl olması için çok faydalıdır.

İmâm-ı Tirmizî hazretleri buyurdu ki:

“Azîz, kendisini günâhın zelîl kılmadığı; hür, kendisini tamahın kötüleştirmediği; hoca, kendisini şeytanın esir almadığı kimsedir. Zekî, Allahü teâlâdan korkan ve nefsini bizzat hesâba çekendir. Hakk’a giden yola düşen ve hakîkati bilen kimsenin, günâhlara hiç ihtirâsı kalmaz.”

Bir sohbet toplantısında; “Bize insanı târif eder misiniz?” dediklerinde; “İnsanda dâimî bir zaaf hâli görülür. Bununla berâber o, bir dâvâ ve büyük bir iddiâ peşindedir. Bu zayıf hâliyle, bunları nasıl gerçekleştirebilir ki? İnsan dikkat etmeli. Yaptığı her işe bakmalı. Hayrını, şerrini bilmelidir. Dikkat etmezse, yanılabilir. Belki de, zararına olan bir şeye bilmeden sevinir. Büyüklerin nazarında onun bu işi, zor affedilen bir hatâdır.” buyurmuş, ayrıca; “Namaz bir ziyâfettir. Allahü teâlâ, kendine inananlara, müminlere merhamet ederek, onları namaza dâvet eder. Namaz içinde, önlerine rahmet sofrasını yayar ve nîmetlerini bol bol dağıtır. Sevdiği kulların, bu nîmetlere kavuşmasını diler...”

“Herkesin terbiye ve ıslâh şekli başkadır. Çocukların terbiye yeri mekteb, yol kesenlerinki zindan, kadınlarınki de evleridir.” demiştir.

TİROİD BEZİ

Alm. Schildrüse (f), Fr. (Glande) tyroide (f), İng. Thyroid (gland). Gırtlağın ön ve alt kısmında, îmân tahtasının hemen üstünde yer alan bir iç salgı bezi. Tiroid bezinin anatomik şekli “U” veya “H” harfine benzer. Tiroid bezi, ağırlığına oranla vücutta en çok kan alan organdır. Kılcal damarları oldukça fazladır. Tiroid bezindeki bölümleri dolduran kolloid adlı sıvı içinde, tiroid hücrelerinin salgıladığı “tiroglobulin” denen protein bulunur. Tiroid hormonu olan tiroksin, tiroglobulin bünyesinde tirozin adlı aminoaside dört iyot atomunun eklenmesiyle meydana gelir (tetraiyodotronin = T4). Tiroksinden başka, tirozine üç iyot atomunun eklenmesiyle meydana gelen başka bir tiroid hormonu da triiyodotironin (=T3)dir.

Gerektiği zaman, tiroid içinde salgılanan protein eritici enzimler vâsıtasıyla tiroid hormonları, tiroglobulinden ayrılabilir ve tiroid hücreleri tarafından emilerek alınır ve hücrelerin diğer taraflarındaki kılcaldamarlar vâsıtasıyla kana geçerler. Kana geçen genellikle tiroksindir. Kanda yeterli miktarda tiroid hormonu seviyesi, vücudun metabolik aktivitesi ve ihtiyacına göre beyindeki hipotalamus ve hipofiz ön lobu tarafından özel bir mekanizmayla kontrol edilir (negatif feed back mekanizması). Hormonların üretimi aynı zamanda yeterli iyot alımı ve kullanımına da bağlıdır. İyot eksikliklerinde kanda devamlı olarak, hipofizden salgılanan tiroidi uyarıcı hormon (=TSH) fazlalığı vardır. Bunun sonucu olarak tiroid guddesi büyümeye başlar ve guatr meydana gelir.

Tiroid hormonunun asıl görevi, hücrelerde mitokondri denen organelleri, mitokondrilerde de oksidatif enzimleri çoğaltmak sûretiyle oksitlenme yolundaki metabolizma olaylarına hız vermek ve oksidatif enerji üretimini hızlandırmaktır. Tiroid hormonları vücuttaki bütün metabolik olayları hızlandırır, kullanılan oksijen miktarını artırır ve fazla ısı açığa çıkmasını sağlarlar.

Tiroid Bezi Hastalıkları

1. Hipotiroidizm (tiroit bezinin az çalışması): Tiroid hormonunun yeter derecede yapılıp kana verilmemesi sözkonusudur. Yetişkin insanlarda görülen hipotiroidizme“miksodem” ismi verilir. (Bkz. Miksödem)

Doğuştan îtibâren mevcut olan hipotiroidizmeyse kretenizm denir. Gebelik esnâsındaki iyot noksanlığı guatrın ve kretenizmin meydana gelmesine yolaçar. Doğuştan tiroid bezinin gelişmemiş olması da kretenizm sebebidir. Hastalık, doğumu tâkip eden ikinci altı ay içinde farkedilir. Vücûda oranla baş büyüktür. Alın dar, burun geniş, gözler birbirinden uzakta, göz kapakları şiş ve buruşuk, ağız açık, dudaklar ve dil iri, ses kalın ve kısıktır. Dişler geç çıkarlar, yüzeyleri düzensizdir, süratle çürürler. Boyun kısa ve kalındır, eller, ayaklar şiş, kısa ve geniştir. Karın büyük ve kabarıktır, genellikle göbek fıtığı vardır. Zekâları geri, mizaçları sâkindir; ne ağlar ne de gülerler. Oturma, yürüme, konuşma çok gecikir. Tedâviye erken başlanır ve uzun zaman devam edilirse, çocuk normal olarak gelişebilir. Tedâvide tiroid hormonları kullanılır.

2. Hipertiroidizm (tiroid bezinin aşırı çalışması): Tiroid hormonun fazla miktarda yapılarak kana karışması sözkonusudur. Zehirli guatr da denilmektedir. Daha ziyâde orta yaşlarda kendini göstermektedir. Kadınlarda, erkeklerden 4-5 misli fazladır. Hastalığın kesin sebebi bilinmemektedir. Fakat lats ismi verilen bir serum proteinin buna yol açtığı kabul edilmektedir.

Vak’aların çoğunluğunda tiroid büyümüştür, yâni guatr vardır. Yine hastaların yarısından çoğunda gözler dışarı doğru fırlaktır, bakışlar canlıdır. Gözlerle ilgili başka belirtiler de vardır.

Hipertiroidizmin ana belirtilerinden birisi de kalp atım sayısının istirahatte bile 90’ın üzerinde olmasıdır. Çarpıntı, nefes darlığı ve göğüs ağrılarından da hastalar şikâyetçidirler. Bir diğer ana belirti de titremedir ki bu en iyi olarak parmaklarda ve dil ucunda görülür.

Genellikle hastanın iştahı artmıştır, fakat devamlı zayıflama ve ishâl görülebilir. Hastalar sıcağa tahammül edemezler. Bütün hipertiroid belirtilerinin şiddetlenmesiyle ortaya çıkan tabloya tiroid fırtınası denir ki, âcil tedâvi gerektiren ağır bir durumdur. Kesin teşhisin konması ve hastalığın tâkibi için özel laboratuvar metodlarıyla kanda tiroid hormonu miktârının tâyini gerekir. Başka laboratuvar metodları da vardır.

Tedâvide öncelikle ilâç tedâvisi denenir ve hastanın tiroid bezi faaliyeti normale döndürüldükten sonra gerekiyorsa tiroid bezinin büyük kısmı cerrahî olarak çıkarılır.

3. Tiroid bezinin iltihapları: Birkaç çeşit iltihâbı vardır.

a) İrinli tiroidit: Mikroorganizmalarla meydana gelir. Tiroid üzerindeki deride kızarıklık, şişlik, ağrı ve ateş vardır. Tedâvide antibiyotikler kullanılır. Gerekirse cerrâhî drenaj (akıtma, boşaltma) yapılır.

b) Subakut tiroidit: Muhtemelen virüslerle husûle gelmektedir ve tiroiditlerin en sık görülen şeklidir. Ateş ve genel enfeksiyon belirtileriyle birlikte tiroidde ağrılı şişme ve yutkunurken ağrı mevcuttur. Birkaç hafta sürebilir. Tedâvide aspirin ve kortizon kullanılabilir. Antibiyotikler faydasızdır.

c) Müzmin tiroiditler: Hashimato hastalığı ve Riedel struması olmak üzere iki tiptir.

Hashimato hastalığı daha ziyâde kadınlarda ve 30-40 yaşlar arasında görülür. En sık rastlanan belirtisi guatr ve boğazda dolgunluk hissidir. Tiroid, ağrısız, sert plastik kıvamında, büyük ve yüzeyi düzensizdir. Vak’aların 1/3’ünde hipotiroidi görülür. Hastalığın sebebi bilinmemektedir. Tedâvide, ömür boyu tiroid hormonu vermek gerekir.

Riedel troiditi çok nâdir görülür, troid şişer ve tahta gibi sertleşir. Yutma güçlüğü, nefes darlığı, ses kısıklığı meydana gelebilir. Bunun da sebebi meçhuldür. Tedâvide kısmî tiroid ameliyatı yapılabilir.

4. Tiroid kanserleri: Genellikle 40-60 yaşları arasında rastlanır; kadınlarda daha sıktır. Histolojik bakımdan adenokarsinomlar ve anaplastik kanserler olarak iki esas gruba ayrılırlar. Adeno karsinomlardan olan papiller kanser, en sık görülen, fakat oldukça iyi gidişli olan tümörlerdir. Çok geç yayılma gösterirler.

Tiroidin en kötü gidişli tümörleri anaplastik kanserleridir.

Tiroid, kanserli hastalarda genellikle etrafına yapışık olup, baskı yapan, fakat iltihâbî belirtileri olmayan sert kıvamda, yaygın veya kısmî bir büyüme gösteren guatr vardır. Tiroid bezinde ağrı, hafif veya ileri derecede yutma güçlüğü, nefes darlığı veya ses kısıklığı başlıca klinik belirtilerdir. Teşhiste tiroid sntigrafisi, iğne biopsisi faydalı olabilir. Şüpheli vak’alarda cerrâhî müdâhale tercih edilmelidir.

Tedâvide asıl metod cerrâhî olarak tiroidin çıkarılmasıdır. Radyoaktif iyot tedâvisi ancak foliküler adenokarsinomlarda faydalı olmaktadır. Tiroid hormonu bütün tiroid kanserli vak’alara verilmektedir. Şuâ tedâvisi de bâzan faydalı olmaktadır.

TİRSİ BALIĞI (Alosa alosa)

Alm. Alse, Maifisch (f), Fr. Alose (f), İng. Shad. Familyası: Hamsigiller (Clupeidae). Yaşadığı yerler: Avrupa kıyılarındaki denizlerde. Özellikleri: 60 cm uzunlukta, 1,5-2,5 kg ağırlıktadır. Yumurtlamak için nehirlere geçer. Çeşitleri: Tirsi (A.alosa), dişli tirsi (A.finta) meşhurlarıdır.

Hamsigiller âilesinden, Akdeniz, Karadeniz ve Batı Avrupa kıyılarında yaşayan bir balık. Boyu 60 cm ve ağırlığı 1,5-2,5 kg kadardır. Derinlerde yaşar. Sırtı mavimtrak, yanları sarımtrak ve tek tük yeşil lekelidir. Yumurtlamak için nehirlere geçer. Yumurtalardan çıkan yavrularıyla sürü hâlinde tekrar denize döner ve burada beslenerek büyürler. Akrabâsı olan “dişli tirsi” ondan daha küçüktür. 45 cm kadardır. Yaşayış tarzları birbirine benzer. Tirsi balığının eti lezzetli ve makbuldür.