TESBİHAĞACI (Styrax officinalis)

Alm. Zedrach (m), Fr. Melia (m), İng. Bead tree. Familyası: Tesbihağacıgiller (Styracaceal). Türkiye’de yetiştiği yerler: Batı ve Güney Anadolu.

2-5 metre yüksekliğinde, kışın yapraklarını döken çalımsı ağaççıklar. Yaprakları kısa saplı, üst yüzü yeşil, alt yüzü tüylü ve beyazımsı renklidir. Çiçekler 3-5 tânesi bir arada beyaz renkli ve güzel kokuludur. Meyveleri takriben 1 cm çapında olup, 1-2 tohumdur. Tohumlar küre şeklinde sert, parlak ve kahverengidir.

Kullanıldığı yerler: Tohumları yağ taşır. Tohumlarından tesbih yapıldığından dolayı tesbihağacı olarak yayılmıştır. Ayı fındığı olarak da bilinir.

TESBİHBÖCEĞİ (Armadillidium)

Alm. Rollassel (f), Fr. Cloporte (m), İng. Wood-Louse. Familyası: Tesbihböcekleri (Oniscidae). Yaşadığı yerler: Nemli yerlerde, bodrumlarda, taş ve dökülmüş yaprakların altında bol rastlanırlar. Özellikleri: Vücûdu gri uzunca ve kubbelidir. Bitkisel besin yerler, tehlike ânında tostoparlak olurlar. Ömrü: 4-6 yıl kadar. Çeşitleri: Birçok türü vardır.

Eklembacaklıların kabuklular (Crustacea) sınıfının eşayaklılar (İsopoda) takımından, nemli yerlerde yaşayan bâzı böceklerin genel adı. Birkaç cinsi mevcuttur. Evlerin mahzenlerinde, merdiven altlarında, bahçelerde, taş ve yaprak altında bol olarak rastlanır. Kubbemsi ve sert örtülü, vücûdu 1,5-2 cm uzunlukta, birbirine geçmiş halkalardan meydana gelmiştir. Tehlike ânında tesbih tânesi gibi tostoparlak olduğundan “tesbihböceği” adı verilmiştir.

Kök, küf gibi bitkisel gıdâlarla beslenir. Yemek artıkları ve çürümüş hayvânî maddeler de yer. Genellikle gece aktiftir. Duyuları hassastır. Kuru yerlerden hızla geçer. Karın bölgesindeki solungaçlarla solunum yapar. Susuz yerlerde solungaçlarını saklar. Kuru havada 5-6 saat kaldıklarında ölürler.

Çöl bölgelerinde yaşayanlar kuraklıktan korunmak için toprağın derinliklerine inerler. Tesbihböcekleri kış uykusuna yatmazlar. Çoğunlukla dişi yılda iki defâ yumurtlar. Yumurtalarını karın altındaki bir kesede saklar. Burada yumurtalardan çıkan yavruların büyüklüğü hâriç, herşeyleri tesbihböceğine benzer. Tutsak hayatta 4-6 yıl kadar yaşayabilirler. Nakliye vâsıtalarıyla dünyânın çoğu bölgelerine yayılmışlardır. Düşmanları kuşlar ve küçük memelilerdir. Bâzı tesbihböcekleri korunmak için pis bir koku yayarlar. A. vulgare yaygın bir türdür.

TESETTÜR

Alm. Sich-Bedecken (n); Verschleirung (f), Fr. Se couvrir; se voiller, İng. To conceal oneself; to veil oneself. Örtünme, giyinme. Arapça “setr” kelimesinden türeyen tesettür, lügatta “kapanıp gizlenme, örtünme, giyinme, kuşanma” mânâlarına gelir. Tesettür, erkeklerin ve kadınların, vücutlarının avret mahalli sayılan kısımlarını göstermemelerine, örtmelerine denir.

İnsanları, kadın olsun, erkek olsun giyinmeye, örtünmeye zorlayan pekçok sebepler vardır. İçinde yaşadığı tabiat şartları, iklimler, mevsimler, mensup olduğu milletin kültür değerleri, inanıp teslim olduğu dînin emirleri ve yasakları, hattâ töre, örf ve âdetleri, ahlâkî telakkileri, çalıştığı iş ve mesleğinin şartları, yaşları, cinsiyetleri, zevkleri ve ekonomik durumları, giyinmelerini, kuşanmalarını ve örtünme şekillerini etkilemekte ve biçimlendirmektedir. Yeryüzünde insanların örtünme şekillerine bakarak yaşadığı coğrafî muhitini, mensup olduğu milletini ve dînini kolayca anlamak mümkün olmaktadır. Milletlerarası kültür alış verişleri, insanların giyinme, örtünme şekillerini etkilemesine ve moda adı altında geniş kitlelere yayılmasına rağmen millî ve mahallî zevkler dâima önemli bir yer tutmaktadır. Bunun yanında, dinlerin tâyin ettiği ölçü, örtünmede asırlar boyunca hiç değişmeyen temel unsur olmuştur. Şu kadar var ki, insanlar, millî kültür ve medeniyetlerini yaşamaktan da husûsî bir zevk duymaktadırlar. Örtünmenin şekline âit şartlar her devirde ve her milletin millî kültürüne, dînî inancına uygunluk arz ederek çeşitli değişikliklere uğramıştır.

Örtünmek için elbise giymek, yemek ve içmek gibi insan hayâtının devâmı için zarûrî bir ihtiyaçtır. Şekilleri, renkleri ve zevkleri ne olursa olsun örtünmeye yarayan giyecekler, hayâtın devamı için lâzım olan bir ihtiyacı karşıladığı gibi, insanların ayıbını örtmekte, hayâ, utanma duygusunun kalkmamasını sağlamakta, fertlerin toplum içinde rezil ve bayağı bir hâle düşmemesini temin etmektedir. Çıplaklığın yol açtığı çirkin hayâtı, fuhşu zinâyı önlemektedir. Erkeğe ve kadına, hemcinsleri arasında şerefli bir mevki kazandırmaktadır. Hayvanlar gibi bir yaşayış tarzından kurtarmaktadır. Irz ve nâmuslarını korumakta, âile düzenini muhâfaza etmekte yardımcı olmaktadır.

Ayrıca kadınların erkeklere karşı örtünmesi, bunların nâmuslarını korumak için olduğu gibi, bu örtüler kadınla erkeği birbirinden ayıran mânevî sınırlar olmaktadır. Örtüler, erkekle kadın arasına konulan hayâ perdeleridir. Örtünen kadının bir erkek hayâlinde daha güzel canlandırılması, kadının şerefini azaltmamakta, bilâkis yükseltmektedir. Onu günlük kullanılan metâ olmaktan çıkarmaktadır.

Dînimiz, örtünme için bir şekil şartı bildirmemekle berâber, tesir sahasına aldığı kültür ve medeniyetlerin hem muhtevâsında ve hem de şeklinde önemli izler bırakmıştır. İslâmiyet, giyim ve kuşam konusunda ana prensipler vâz ederek ve kendinin koyduğu bu hükümlere aykırı düşmeyen millî örflere ve âdetlere uyarak giyinmeyi, örtünmeyi istemektedir. Fertlerin zevklerini, sosyal şartlarını ve hattâ cinsiyet durumlarını nazarı îtibâra almaktadır. Kur’ân-ı kerîmde, erkeklerin ve kadınların belli ölçüler içinde örtünmeleri ve giyinmeleri emredilmiştir.

Kur’ân-ı kerîm, insanların mahrem yerlerini teşhir etmelerinin çirkin olduğunu bildirmekte, bugünkü psikiyatristlerin “rûhî sapıklık” olarak târif ettiği çıplak yaşamayı yasaklamaktadır. İnsanların bu çirkin davranıştan kurtulmasını ve cemiyetin yadırgamıyacağı bir tarzda giyinip süslenmelerini emretmektedir. En iyi örtünme şekli, sâde, temiz, gösterişten uzak ve insanlara ibâdetlerinde huzur veren bir tarzdır. Giyeceklerin, avret mahallini örtecek şekilde geniş olması yeterlidir. Belli bir örtüyle örtünmeleri şart değildir. Dînin emir ve yasaklarında mükellef (sorumlu) olan bir insanın namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram olan yerlerine avret mahalli denir. Hanefî ve Şâfiî mezheplerinde erkeklerin, namaz için avret mahalli, göbekten diz altına kadardır. Hür olan kadınların, avuç içlerinden ve yüzlerinden başka her yerleri, namaz için avrettir. Avret yerlerini örtmek namazda da, namaz dışında da farzdır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde, Ahzâb sûresi 59. âyetinde meâlen; “Ey Peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki: Hacetleri için dışarı çıkacakları zaman cilbablarını, dış elbiselerini üzerlerine giyip onunla örtünsünler!” ve Nûr sûresi 31. âyetinde meâlen; “Ey Resûlüm! Mümin kadınlara söyle ki: Gözlerini haramlardan sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar! Zînetlerini açmasınlar! Bunlardan zarûrete binâen görünen kısmı (yüzler ve eller) hâriç. Baş örtülerini yakalarının üzerine çeksinler ki, yakalarını (yâni boyun, gerdan, göğüsleri ve saçları) örtülmüş olsun!” buyuruyor.

TEST

Alm. Test (m), Eignungsprûfung (f), Fr. Test (m), İng. Test. Önceden hazırlanmış bâzı şartlar altında bir kişi veya grubun belli bir işi yapması veya problemi çözmesi için göstermiş olduğu kâbiliyeti ölçmek için eğitim ve psikolojide istifâde edilen bir nevi ölçme metodu, imtihanı. Problem, yazılı veya sözlü olarak sorulabilir. Cevaplar kâğıt üzerine hazırlanmış kısımlara târif üzere doldurulur. Testler en çok okullara talebe kaydederken, iş yerlerine personel seçilirken ve hastanın şuur altında yatan sıkıntılarını ortaya çıkartmak maksadıyle psikolog ve psikiyatristler tarafından kullanılır. Testlerle elde edilen değerlendirme klasik imtihan şeklinden daha başarılıdır. Test çok soru sormaya elverişli olduğu için konuyla ilgili bütün muhtevâyı içine alacak şekilde hazırlanmaya müsâittir. Testte, okuma kolaylığı olduğu ve bilgisayarla değerlendirme yapıldığı için sonuç çabuk elde edilir.

Zekâ ölçmek, test usûlünü kullanarak kâbiliyetleri meydana çıkarmak, ilk olarak Osmanlılarda başladı. Osmanlılar ırk, din, milliyet gözetmeksizin hâkim olduğu topraklarda yaşayan ahâliden keskin zekâlı çocukları teste tâbi tutarak seçer ve saraydaki Enderûn mekteplerinde yetiştirirlerdi. Eğitim süresince testler devam ederek her talebe kâbiliyetine, en çok ilgi duyduğu sahalara, beden ve ruh sağlığının durumuna göre devletin çeşitli kademelerinde görevlere getirilirdi. Daha küçük yaştaki bütün çocuklarda yapılan kâbiliyet tespiti sonucu sanat, zirâat dallarında da yetişecek olanlar, çırak olarak işyerlerine alınırdı. Avrupa, Osmanlıların tatbik etmekte olduğu test usullerinin farkına 18. yüzyılda vararak bu yöndeki çalışmalarını arttırdı. Zihin testleri 1890 senesinde Fransız Binet Simon tarafından hazırlanarak kitap hâlinde neşredildi.

İyi bir testte aranılan belli başlı özellikler kısaca şunlardır:

1. Soru sorma, cevap verme ve cevapların değerlendirilmesi yönüyle objektif olması.

2. Test aynı kişilere veya bu kişilere benzer başka gruba sorulduğunda neticenin fazla değişmemesi.

3. Testin ölçülecek konuya tam uygun olması.

4. Kullanışlı olması.

Testler ana hatlarıyla üç sınıftır. Bunlar; zihnî testler, başarı testleri ve yapma testlerdir. Zihnî testlerde kişinin zekâ, kâbiliyet ve şahsiyeti incelenir. Kâbiliyetler içine; matematik, hâfıza, idrak, hayal, müzik, duyma ve hareketler girer. Şahsiyetlerse heyecan, tavır, alâkalar, ahlakî hükümler, mizaç halleridir. Başarı testleri, belli konularda elde edilmiş bilgileri doğru-yanlış, seçmeli, resimli, hattâ kısa cevaplı olarak isteyerek netice elde etmek içindir. Bir de yapma testler vardır ki, bu testler tanıma, minyatür, iş örneklerini değerlendirmede esas alınır.

Testlerin kullanma alanları çok yapılmıştır. Birçok konuda istatistikî testler, ekonomide konjiktür testleri, tek bir kâbiliyeti ayırt etmek için analitik testler, davranış tespit testleri, kişilik testleri özel maksatlarla hazırlanmış testlerden birkaçıdır.

Zekâ testleri çevreye en iyi uyum sağlayan, kâbiliyetli kişileri bulup ortaya çıkarmak için başvurulan en mühim testtir. Bu testlerde zekâ katsayısı (IQ) tespiti yapılır. IQ akıl yaşının gerçek yaşa bölümünden elde edilen sonuçtur. Zekâ testinden elde edilen sonuç kişinin akıl yaşını verir. Meselâ, akıl yaşı 12 sene (veya 144 ay) çıkan bir kişinin gerçek yaşı 10 sene 6 ay (veya 126 ay) ise bu kişinin IQ değeri 144/126 veya 1.14’tür. Tatbikatta bu değer 114 olarak kullanılır. Normal bir kişinin IQ değeri 90-108 arasında yer alır. IQ değeri 60’tan aşağı olanlar geri zekâlı; 119’dan yukarı olanlar ileri zekâlıdır. 140 ve yukarısı IQ’ya sâhip olanlar, fevkalâde zeki kimselerdir.

TESTEREBALIĞI (Pristis pristis)

Alm. Sägefisch (m), Fr. Poisson-scie (m), İng. Sawfish. Familyası: Testerebalığıgiller (Pristidae). Yaşadığı yerler: Bütün sıcak denizlerde. Atlantik ve Akdeniz’de boldur. Özellikleri: Burnu uzamış ve kenarları keskin dişlerle bezenmiştir. Köpekbalığına benzer. Boyu 7, testeresi 2 metre uzunluktadır. Doğurur. Çeşitleri: Altı türü mevcuttur.

Köpekbalıkları (Selachii) takımının Pristidae âilesinden bir tür. Adını, öne doğru uzamış dişli burnundan almıştır. Altı çeşidi vardır. En iyi bilinen türü genel testere balığı (P. pristis) olup, Meksika Körfezinde ve Atlantik Okyanusunda yaşar. Uzunluğu 5,5 metre olarak bilinirse de 9 metre uzunluk ve 2250 kg ağırlıkta olanları görülmüştür. Diğer türler dünyânın her yerindeki sıcak denizlerde yaşarlar. Bunların hepsi nehirlerin içlerine tırmanırlar. Bu tırmanış mesâfesinin 124 km olduğu görülmüştür. Akdeniz’de yaşayanların boyu 1,5-2 metreyi pek geçmez.

Beş metrelik bir testerebalığının, kenarları kuvvetli ve keskin dişli silâhı 180 cm uzunluğuna erişir. Yassı ve keskin bir bıçak hâlini almış olan bu uzvunu avlanmada ve korunmada kullanır. Balık sürülerinin arasına dalarak sağa sola sallayarak balıkları parçalar ve ezer. Aynı zamanda dipteki çamurları karıştırarak saklanmış olan av hayvanlarını saklandıkları yerlerden çıkarmak için de kullanır. Testeresindeki dişlere bir balık takıldığı zaman hemen dibe inerek avını dibe sürterek parçalar ve bunları yutar. Ağzı alt taraftadır. Vücûdunun yassı oluşu, solungaç ve ağzının alt tarafta bulunuşuyla vatozlara da benzer.

Bir defâsında 20 kadar yavru doğururlar. Yavruların testere organları doğum esnâsında bir kın içindedir. Karaciğer yağları, derileri ve spor için avlanırlar. Testereleri sanat eseri olarak da satılır.

TESTİ

Alm. Tonkrug (m), Fr. Alcarazas (m), Cruche (f), İng. Pitcher, earthenware jug. Kil cinsi topraktan meydana gelen balçık çamurdan yapılan, geniş gövdeli, dar ağızlı, kulplu su kabı. Testi; Farsça “Desti” kelimesinden dilimize geçmiştir. Elde taşınan mânâsına gelmektedir. Testiler emzikli veya emziksiz olarak yapılmaktadır.

Çok eski zamanlardan beri testi yapımı devam etmektedir. Yapılan bütün târihî kazılarda çeşitli tipte testi örneklerine rastlanmaktadır. En iyi ve en güzel testilerin Osmanlılar zamânında İstanbul’da yapıldığını Evliya Çelebi, Seyahatnâme’sinde anlatmaktadır. Bilhassa Eyüpsultan’da Eyüp çamurundan yapılan toprak testilerinden uzun uzun bahsetmektedir. Bu testilerin içinde suların güzel bir koku aldıkları da anlatılır.

Kağıthâne sırtlarından çıkarılan bir cins topraktan yapılan testiler de aynı özelliğe sâhiptir. Beykoz-Göksu civârında yapılan testiler de kırmızı renkleriyle çok ünlüdür. Bunların bir kısmının üzerleri sırlanır, güzel motiflerle süslenirdi.

Anadolu’nun birçok yerinde testicilik bir sanat hâline gelmiştir. Menemen, Gümüşhane, Ayaş, Bayburt, Eğirdir’de çok eski testi pişirme fırınlarına rastlanması Anadolu testicilik sanatının varlığını ortaya koymaktadır. Eski Anadolu evlerinin kuytu yerlerinde suların daha serin kalması için testilik ismi verilen rafların bulunması da bunun apaçık misâlidir. Bilhassa Çanakkale, testicilik ve diğer toprak eserleriyle dünyâca ünlüdür.

Testi; çamur çukuru kuyusunda dinlendirilmiş killi çamurlardan yapılmaktadır. Bu şekilde dinlenen çamurlar; çömlekçi devvâresi ismi verilen, çarkla dönen bir tabla üzerine konur. Dönen tabla üzerinde çamura istenilen şekil verilir. Testinin yapımı, aşağı ve yukarı çekimi büyük bir el ustalığı ister. Bu sırada testi çamuruna istenilen şekil verilir. Testiler elle şekillendirilirken, ustanın boyun gövde ve ağız kısımlarına özel dikkat göstermesi gerekir. İstenilen şekli alan testinin dibi ince ve sağlam bir iple yavaşça kesilerek, dönen tabla üzerinden alınır. Testiler henüz kurumadan, taşımaya yarayan kulplarıyla emzik kısmı yapıştırılır ve kurumaya terk edilir. Türk testileri genelde tek kulplu ve emzikli olmaktadır.

Normal güneş sıcaklığında kuruyan testiler; fırınlarda ve ocaklarda şöyle pişirilir:

Fırında veya ocakların alt kısmına sıra hâlinde küçük aralıklarla odunlar dizilir. Bu odunların üzerine de testiler düzgün bir şekilde sıralanır. Daha sonra en alt sırada bulunan odunlar tutuşturulur. Ateşin harâreti normal hızda tutulur. Kırk beş dakika sonra testiler pişmeye başlar. Testiler kızıl veya saman rengini almaya başlayınca, ateşin yanma şiddeti azaltılarak söndürülür.

Bu şekilde pişirilen testi yığınları soğumaya bırakılır. Birgün sonra da yavaş yavaş alınarak bir tarafa yığılır. Günümüzde modern ızgaralı testi pişirme fırınları yapılarak, pişirme işi daha da kolaylaşmıştır.

Testiler, düşük dereceli ateşte piştikleri için gözenekli olurlar. Bu sebeple içlerinde bulunan suları hafif sızdırarak terleme olayını gerçekleştirir ve içlerindeki suyun uzun süre serin kalmasını sağlarlar.

Testiler boylarına ve içlerinde bulunan maddelere göre isimler alırlar: Moloz, yoz budak, boduk, bardak ve testi isimleri boylarına göredir. Bal testisi, pekmez testisi, su testisi, yoğurt testisi vs. gibi isimler de içinde bulunan maddelerden dolayı verilmiştir.

TEŞHİS

Alm. Diagnose (f), Fr. Diagnose (f), İng. Diagnosis. Hekimin hastalığın tespiti için hastaya yaklaşıp, onu dinleyerek ve muâyene ederek, gerekirse laboratuar tetkiklerinin yardımıyla bunları sentez etmesi. Hastalıkların teşhisi üç metodla başarılır. İlki hastanın hastalık hikâyesinin doktor tarafından dikkatlice dinlenmesi, ikincisi baştan tırnağa kadar kusursuz bir muâyene; üçüncüsü de şüphelenilen hastalıklar için lüzumlu laboratuvar tetkiklerinin yapılmasıdır. Bâzı vak’alarda çok özel tetkiklere başvurmak gerekebilir. Hedef erken teşhistir.

Tıbbî hikâye: Esas olan teşhisin bu safhasıdır. Hekim; hastanın yaşını, doğum yerini, âile hikâyesini, alışkanlıklarını, mesleğini, geçirdiği hastalıkları tespit eder. Hastanın yaşı çok mühimdir. Meselâ doğuştan kalp hastalıkları, had (akut) romatizma, had kan kanseri küçük yaşlarda görülür. Damar sertliğine bağlı kalp hastalıkları romatizmal hastalıklara ise daha çok orta yaş üzerinde rastlanır. Sanâyinin gelişmesi sebebiyle işyerlerinde çalışan şahıslarda anilin, benzon, silika gibi maddelerin hâsıl ettiği hastalıklar ortaya çıkmıştır. Son yıllarda çiftçilerin, bahçıvanların hattâ ev sâkinlerinin yaygın olarak kullandıkları böcek öldürücüler şaşırtıcı tabloda hastalıklara sebep olurlar. Bütün bunlar iyi alınan bir hikâyede ortaya çıkarılırlar. Allerjik tezâhürlü hastalıkların (kurdeşen, astım, anjiononatik, ödem gibi) teşhisi ve sebepleri aşağı yukarı tamâmen soru-cevapla doludur.

Hekim, hastanın şimdiki şikâyetini sorar ve şikâyetlerin başlangıç sırasını, nasıl çıktığını, ne karakterde olduğunu teferruatlı bir şekilde tespit eder. Âilevî hastalık bulunup, bulunmadığını araştırır.

Muâyene: Doktor hastanın bütün bedenini, başını, boynunu, solunum, dolaşım, sindirim, boşaltım, üreme sistemlerini, kas-iskelet sistemini muâyene eder. Hastanın boyunu, kilosunu, vücut ısısını, kan basıncını ve nabız hızını ölçer. Ayrıca şikâyetiyle ilgili organ veya sistem hangisiyse (cilt, göz, kulak-burun, boğaz, sinir sistemi, akciğerler, kalp, böbrekler, kadın hastalıkları) bu organa âit özel muâyeneler, ilgili uzmanca yapılır.

Laboratuvar usûlleri: Tıbbî hikâyenin alınması ve muâyeneye bağlı olarak yapılacak tetkikler tespit edilir. Bununla berâber umûmiyetle her hastalık için alışılagelmiş, mutad tetkikler vardır. Rutinler denen bu testler idrar analizi (idrarda şeker, protein, hücre ve kristal, akyuvar, kan aranması, dansite bakılması); kanda şeker, üre, kreatinin miktarının tâyini; kanın hemoglobin, hemotoakrit (kanda alyuvarlar nispetinin tespiti), göğüs radyografisidir. Meselâ şeker hastalarında idrarda şeker çıkar. Hematokrit nispeti kansızlıklarda çok mühimdir.

Özel tetkikler: Kanda hormonlar, karaciğer enzimleri, artık madde miktarları tâyin edilir. Kan gazlarına bakılır. Bâzı kemik iliği hastalıklarında, kan kanserlerinde, metastas yapmış kanserlerde kemik iliği açılarak tetkik edilir. Sârî hastalıklarda ve bağışıklık sisteminin bozukluklarında bakteriyolojik tetkikler yapılır. Meselâ tifodan, paratifodan veya malta hummasından şüphelenilenlerde kan kültürü yapılıp bunların mikropları üzerinde üretilmeye çalışılır.

Bakteri (mikrop) muâyeneleri umûmiyetle balgam, bronş salgısı, vajen salgısı, idrar, dışkı, beyin omirilik sıvısından yapılır. Dışkıda parazitlerin yumurta, larva ve gelişkinleri de aranır. Rahimin, akciğerlerin, hazım yolunun, böbreklerin, mesânenin hücre tetkikleri yapılır. Alınan biyopsilerde habis hücreler aranır. Anjiografi denen metodla damar tıkanıklıkları tespit edilir. Yirminci yüzyılın sonuna yakaşırken bilgisayarların tıbba girmelerinden sonra, daha önce teşhisleri güç olan birçok hastalık kolayca teşhis edilmekte ve bunların tedâvileri yapılabilmektedir. Bir zamanların yegâne yardımcı teşhis aracı “röntgen film muâyenesi” artık yetersiz kalmaktadır. 1970’lerde tıpta bir nevi çığır açan ultrasonografi (dâhili organlara ses dalgası göndererek teşhis etmek) ve BT yâni Bilgisayarlı Tomografi tetkikleri bile hastalıkların dokularında yapmış oldukları tahribâtı bâzan ancak ileri devrelerde gösterebilmekteydi. Artık tıp ilmi, hastalıkların erken teşhisinde hücre içine kadar girebilmekte ve hastalığın insanda herhangi bir zarar vermeden önce teşhisini yapabilmektedir. Çünkü habis olsun, olmasın her hastalık bir hücre içinden başlar. Bu gâyeye yönelik yeni teşhis vâsıtaları PET denilen Positzron Emission Tomogrophy ve NMR veya MRI denen Manyetik Resonanzs Görüntülemedir. Bunlarla beden didik didik incelenir.

TEŞRİFÂTÇILIK

Osmanlı Devletinde çeşitli merâsimler esnâsında, protokol işlerinin görülmesi. Teşrifât, resmî günlerde devlet rical ve memurlarının bulunacakları sıra ve sınıflar demektir. Arapça teşrifin çoğuludur. Günümüzde protokol olarak kullanılmaktadır. Bu işi yapana, teşrifâtçı, teşrifâti veya teşrifâtî-i dîvân-ı hümâyûn denirdi.

Teşrifâtçılığı ilk önce Kânûnî Sultan Süleyman Han kurmuştur. Teşrifâtçı, Dîvân-ı hümâyûna bağlı olup, burada yapılan merâsimlerin protokol kurallarına göre icrâ edilmesini sağlardı. Resmî gün ve merâsimlere katılacak olan dâvetlilere, teşrifât dâiresince dâvet tezkiresi yazılırdı. Merâsimin hangi gün ve saatte olacağını gösteren teşrifât defterleri vardı. Başta pâdişâh ve sadrâzam olmak üzere diğer devlet erkânının ayrı ayrı teşrifat defterleri bulunurdu.

Pâdişâhın cülusu, bayram tebrikleri, donanmanın denize inmesi, Mısır hazînesinin gelmesi, tâyin olanlara hil’at giydirilmesi vs. gibi merâsimlerden teşrifâtçı sorumluydu.

Teşrifâtçının emrinde bir teşrifât kalemi olup, kendisi bu kalemin şefiydi. Bu kalemde sırasıyla, teşrifât kesedârı, teşrifât halîfesi, kaftancıbaşı ve teşrifât kesedârı yamağı bulunurdu. Teşrifât halîfesi ve kesedârı, teşrifâtçının muâvinlerinden olup, merâsimlerin bütün sicillerini korumakla görevliydiler. Kaftancıbaşıysa, pâdişâh veya sadrâzamın huzurlarına kabul ettiklerine giydirecekleri hil’atleri muhâfaza ederdi.

Sultan Üçüncü Ahmed Han zamânında Dîvân-ı hümâyûndan paşa kapısına nakledilen teşrifâtçılık eski önemini burada da muhâfaza etmiştir. Bundan dolayı teşrifâtçı üzeri menekşe ipek kumaşla dikili üst kürkü giyerdi. Halbuki bu kürkü sadrâzamın maiyeti olan amedci ve kethüdâ beyin maiyeti dahi giyemezlerdi.

TETANOS

Alm. Tetanus, Starrkramp (f.) (m.), Fr. Tetanos (m), İng. Tetanus. Yaralanma ile doku arasına girerek yerleşen. Clostridium tetani adı verilen tetanos mikrobunun yapmış olduğu özel bir hastalık tablosu. Tetanos, yüzyıllardanberi bilinmektedir. Önceleri hastalığın, yaraların içinde bulunan yabancı cisimlerin sinir uçlarını uyarmasından ileri geldiği zannedilmiştir. On dokuzuncu asrın ikinci yarısında Lister; hastalığın cerrahî kliniklerinde, ameliyatlı hastalar arasında da çıktığını bildirmiş ve mikroplara karşı mücâdele prensiplerini uygulayarak önlenebileceğini göstermiştir. Nicolaier (1884) deney hayvanlarına bahçe toprakları emülsiyonları aşılayarak tetanos meydana getirmiş ve yaralarda tetanos basilini görmüştür. Bizde tetanosa, kazıklı humma adını, Süleyman Numan vermiştir.

Tetanos mikrobu, 37°C’de oksijensiz şartlardaki besi yerlerinde çoğalma özelliğindedir. 3-5 mikron boyundadır. Bu mikrop, oksijenle temas edince veya beslenme şartları kötüleşince daha dayanıklı olan sporlu şekline döner. Sporlar toz ve toprak içinde uzun süre yaşar. Kirli yaralara bulaşınca ve oksijensiz kalınca faal hâle geçerek zehirlerini (toksinleri) salgılamaya başlar. Zehirlerden birisi“tetanolisin” adında olup, kırmızı kan kürelerini eritici ve antijenik özelliktedir, aşı yapımında kullanılır. Diğer zehiriyse, hastalığı ortaya çıkaran bir sinir zehiridir, “tetanospasmin” adını alır.

Tetanos, dünyânın her yerinde ve her insanda görülebilen bir hastalıktır. Tetanos mikrobu otçul hayvanların barsağında bulunur. Onlara bu şekilde zarar vermez. Bu hayvanlar, tetanos sporlarını otlardan alırlar, bunlar bağırsakta canlı şekle geçip, çoğalırlar. Hayvanın dışkısıyla çıkarak tekrar spor hâline geçer ve toprağa karışır. Sporlar toprak ve gübre içinde uzun süre yaşar. Sokak tozlarında, hastânelerin tozlu yerlerinde, sterilize edilmemiş dikiş malzemelerinde, elbiselerde, evcil hayvanların tüylerinde de bulunabilir.

Hastalığın, eğitim ve kültür seviyesindeki düşüklükle de yakından ilgisi vardır. Erkekler yaralanmalara daha fazla maruz kaldığından, erkeklerde daha sık görülür. Tetanoz sporunun giriş kapısı deri ve mukozalardır. Basit bir sıyrık ve temiz bir yara hastalığın meydana gelmesi için yeterli değildir. Yara içinde, yabancı maddeler, ölü doku parçaları veya kan pıhtısı parçaları bulunması icab eder. Salgılanan tetanoz zehiri merkezî sinir sistemine ulaşınca hastalık tablosu ortaya çıkar.

Tetanosa tek tük vak’alar hâlinde rastlanır. Harplerde seri hâlinde yaralanmalarda, hastalığa sık rastlanır. Aşı tatbiki ve yaralanmadan sonra koruyucu serum tatbiki, hastalık sayısını çok azaltmıştır.

Tetanosun kuluçka süresi ortalama olarak bir hafta civârındadır. Kuluçka döneminin son iki gününde, keyifsizlik, iştahsızlık ve başağrısıyla başlar. Yüz kaslarında gerilme ve çiğneme zorluğu olur. Dudaklar hafifçe aralanmış ve uçları çekilmiştir, yüzde alaycı bir gülüş görünümü vardır. Çene kaslarında sertlik başlayınca, hasta ağzını açamaz. Yutma zorluğu olur. Gövde kasları sertleşmesiyle sırt ağrıları ve oturmada zorluk sözkonusu olur. Kas sertliği boyun, kol ve bacak kaslarında da olur. Sürekli sertliğe, ara ara, spazmlar da ilâve olur. Kaslar ağrıyarak şiddetle kasılır, hasta gerilir.

Kasılmalar, dış uyarılarla (ses, ışık vb.) başlar. Kasılmaların durumuna göre hastalık hafif, orta ve şiddetli olmak üzere üçe ayrılır.

Kas belirtilerinden başka önemli bir belirti yoktur. Spazmlar, solunum kaslarında da olursa, şahıs nefes alamaz, morarır ve uzun süren nöbetlerin birinde oksijensizlikten ölür.

Hastada ateş yoktur, şuur açıktır. Terleme vardır. Hastalığın süresi genellikle 1-2 hafta kadardır. 2 haftayı atlatan hastalar çok defâ sağ kalır. Bir-iki gün içinde öldüren şekilleri de vardır. Hastaların ortalama olarak % 25 ilâ % 60 kadarı tedâviye rağmen ölmektedir. Hastalığı atlatanlarda nekâhat uzun sürer.

Tetanosun en önemli komplikasyonu, hastalığın seyri esnâsında meydana gelebilen diğer enfeksiyonlar ve bunlar arasında da zatürredir. Deride, uzun süre aynı pozisyonda yatmaya bağlı yaralar, kasılmalardan ileri gelen omurga kırıkları ve gebelerde düşükler de sözkonusu olabilir.

Tedâvi: Tetanos aslında kendi kendine iyileşebilen bir hastalıktır. Zehir salgılayan odak temizlenip kaldırıldıktan sona, sinir hücrelerine yeniden zehir gitmez. Önceden meydana gelen kasılmalar devam eder. Yapılacak en mühim iş, uyku ilâçları ve nevrotik ilâçlarla kasılmaları ve bundan doğacak tehlikeleri önleyip, sinir dokularına tâmir süresi kazandırmaktır. Hasta oldukça sâkin ve sessiz bir odada ve rahat bir yatağa yatırılır, perdeler kapatılarak oda loş bir hâle getirilir. Penisilin ve antitetanikserum da verilir. Tetanos teşhisi konduğunda ilk yapılacak iş, hastayı derhal narkozla uyutup, yarayı temizlemek, daha sonra gerekli ilâçlar uygulamaktır. Gereken hastalara oksijen verilir, makinayla sun’î solunum yaptırılır.

Korunma: Tedâvinin arz ettiği güçlükler ve hastalığın tehlikesi düşünülürse, tetanozdan korunmanın ehemmiyeti daha iyi anlaşılır.

Yaralanma ihtimâli bulunan özellikle asker, çiftçi ve işçilerde tedbir almak gerekir. Bu gâyeyle tetanoz aşısı uygulanmaktadır. Aşılama birer ay arayla üç defâ yapılır. Aşılı bir kişi hafif ve temiz bir şekilde yaralanırsa serum yapılmaz, sâdece ikinci aşıyı tekrar yapmak yeterlidir. Fakat geniş ve ezikli yaralarda serum da gerekir.

Aşısı olmayan bir şahıs yaralanınca, yara temizliğini müteakip, en kısa zamanda tetanoz serumu yapılır, bilâhare aşı da uygulanır. Yaralanma olmasa da tetanos aşısını her 5 yılda bir tekrarlamak koruyuculuk açısından faydalıdır.

Tetanos serumunun bir takım mahzurlu yönleri olduğu için daha ziyâde tetanos aşısıyla risk altındaki kişileri tetanosa karşı dirençli hale getirmek önemli bir husustur. Yurdumuzda kadınlar arasında, düşükler neticesinde rahimde yerleşerek gelişen tetanostan da kayıplar verilmektedir. Toplumu bu konuda aydınlatmak da sağlık kuruluşlarının üzerine düşen mühim bir vazifedir.

TETRASİKLİN

Alm. Tetracycline (f), Fr. Tétracycline (f), İng. Tetracycline. Streptomyces Rimosus’tan elde edilen bir antibiyotik. Chase Phpızer ve arkadaşları tarafından Amerika’da 1950 yıllarında bulundu. C22H24N2O92H2O olan formülünü 1952’de Woordward keşfetti. Kimyevî yapısı bakımından sarı renkte bir sodium tuzudur. Alkol aseton ve propıleglıkolde çözünür. pH’sı 2 ilâ 5 arasındadır. 185°C sıcaklıkta bozunur. Etki ettiği mikrobik saha bir hayli geniştir. Bunun içinde Gram (+) bacteriler, Gram (-) bakteriler, Riketsialar, Clamidialar, mikroplazmalar, amipler yer alır. Tetrasiklinler kendi kendine hassas olan bu mikroorganizmaların protein sentezlerini engelleyerek etkilerini gösterirler.

Etki şiddeti farklı olan 6 çeşit tetrasiklin tipi mevcuttur. Tetrasiklinler, karaciğer tarafından kandan alınarak konsantre edilip safra yoluyla barsağa atılırlar. Buradan tekrar emilerek kana geçer ve böbrekler tarafından atılırlar. Tetrasiklinler süt, süt ürünleri, kalsiyum, magnezyum, alüminyum hidroksitle birlikte alındıklarında emilimleri bozulur. Kullanım süreleri dolduktan sonra alınmaları halinde vücutta zehirlenme belirtilerine yol açarlar.

Tetrasikline hassas âmillerce meydana gelen hastalıkların tedâvisinde hekim tavsiyelerinin ışığı altında yetişkinde günde 2-3 gr 4 doza bölünerek eşit zaman aralıklarıyla verilirler. Tetrasiklin kullanımı neticesi bâzı yan ârazlar olabilir. Özellikle bunlar hazım sistemi, cilt, kemik, karaciğer gibi yapılarda kendilerini gösterirler. Fakat, bunlar uygunsuz ve uzun süre kullanımlar neticesi meydana gelir. Böbrek fonksiyonu bozuk olan hastalara dikkatli olarak verilmeli, hâmile kadına verilmemesine itina gösterilmelidir.

TEVÂZU

Alm. Bescheidenheit (f), Fr. Humilité, modestie (f), İng. Humility, modesty. İslâm ahlâkında güzel huy olarak bildirilen hasletlerden biri. Büyüklük göstermemek, kibirlenmemek, alçak gönüllü olmak. Tevâzu, makam ve rütbe îtibariyle kendinden aşağıda olanlara büyüklük göstermemektir. Tevâzunun aşırı miktarına aşağılık, bayağılık denir. Dünyâda ele geçen nîmetler, mallar, rütbeler, mevkiler, insana Allahü teâlânın lütfu ve ihsânıdır. Mevki ve servet sâhiplerinin tevâzu göstermeleri, onların olgunluklarını gösterir. Bir menfaata kavuşmak veya bir zarardan korunmak için tevâzu göstermeye tabasbus, yaltaklanma denir. Dilencilerinki böyledir. Bu ise çirkin bir huydur.

İnsanda bulunması güzel olan iyi huylardan bâzısı vardır ki, az olunca iyi sayılır. Aşırı, çok olunca, kötülüğü belli olur. Tevâzu böyledir. İnsanda kibrin, başkalarına büyüklük taslamanın bulunmaması demektir. Tevâzunun zıddı, tersi kibirdir. Kibir, kendisini başkasından üstün görmektir. Dînimiz tevâzuyu emretmekte, kibirlenmeyi yasaklamaktadır.

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem); “Kalbinde zerre kadar kibir bulunan kimse Cennet’e gitmez.” buyurdu. Ve yine buyurdu ki: “Allahü teâlâ, tevâzu üzere olmayı bana emr eyledi. Hiçbiriniz, hiçbir kimseye tekebbür etmeyiniz, büyüklük taslamayınız”. Zımmî denilen gayri müslim vatandaşlara ve izinle, pasaportla gelmiş olan yabancı tüccarlara, ecnebî iş adamlarına ve turistlere de kibirlenmemek lâzım olduğu bu hadîs-i şerîften anlaşılmaktadır. Her insana tevâzu yapmak lâzım olunca, onlara hıyânet yapmak, incitmek hiç uygun değildir. Kibrin aksi olan tevâzu, kendini başkalarıyla bir görmektir. Tevâzu, insan için çok iyi bir huydur. Hadîs-i şerîfte; “Tevâzu edene müjdeler olsun!” buyuruldu.

Tevâzu sâhibi, kendini başkalarından aşağı görmez. Zelil ve miskin olmaz. Fakirlere merhamet eder. Hadîs-i şerîfte; “Tevâzu eden, helâl kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak olan ve kimseye kötülük yapmayan, çok iyi bir insandır.” ve “Allah için tevâzu edeni, Allahü teâlâ yükseltir.” buyuruldu. Tekebbür edene, yâni kibir sâhibi olana karşı tekebbür edilebilir. Kibir sâhibine tekebbür etmek, sadaka vermek gibi sevaptır. Kibir sâhibine karşı tevâzu eden kimse, kendisine zulüm etmiş olur. Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzu göstermek iyi ise de, bunun ifrata kaçmaması, yâni aşırı olmaması lâzımdır. Harpte düşmanlara karşı, bozuk inançları yayanlara ve kibirli olan zenginlere karşı tevâzu gösterilmez.

İnsanın tevâzu sâhibi olabilmesi için, dünyâya nereden geldiğini, nereye gideceğini bilmesi lâzımdır. Hiç yoktu. Önce birşey yapamayan, hareket edemeyen bebek oldu. Şimdi de, her an hasta olmak, ölmek korkusundadır. Nihâyet ölecek, çürüyecek ve toprak olacaktır. Hayvanlara, böceklere gıdâ olacaktır. Kabir azâbı çekecek, sonra diriltilip kıyâmet sıkıntılarını çekecektir. Bunu düşünen insana tekebbür değil, tevâzu gerektiği kolayca anlaşılmaktadır. İnsanların yaratıcısı, yetiştiricisi, her an tehlikelerden koruyucusu olan ve kıyâmette hesâba çekecek, sonsuz azap yapacak olan, sonsuz kuvvet, kudret sâhibi, benzeri, ortağı olmayan tek hâkim ve kadir, yüce Allah; “Tekebbür edenleri sevmem, tevâzu edenleri severim”. buyuruyor.

Tevâzunun fazîletini, üstünlüğünü bildiren hadîs-i şerîfler çoktur. Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyurdular ki:

Tevâzu edip de, Allahü teâlânın, şerefini arttırmadığı kimse yoktur.

Allahü teâlâ iktisat edeni zengin eder, israf edeni de fakir düşürür. Tevâzu göstereni yükseltir, kibirlenen kimseyi de alçaltır.

Herkesin başının üzerinde tasma tutan iki melek vardır. Tevâzu edince, tasmayı havaya doğru kaldırırlar ve yâ Rabbî, bunu yükselt derler. Kibirlenirse, tasmayı aşağı indirirler ve yâ Rabbî, onu alçalt derler.

Âcizlikten değil, bile bile tevâzu yapana, topladığı malı ve parayı günaha harcamayana, düşkünlere acıyanlara, akıllı kimselerle ve âlimlerle oturanlara saâdetler, müjdeler olsun!

Allahü teâlâ tevâzu edeni yükseltir, kibirleneni alçaltır. Bir zavallıya yardım edeni, kimseye muhtaç etmez. Fakirlere birşey vermeyeni, Allahü teâlâ fakir eder. Allahü teâlâyı çok hatırlayanı, zikr edeni Allah sever.

Allahü teâlâ beni, kul olup, Resûl olmak ve melik (sultan) olup, nebî olmak arasında serbest bıraktı. Durakladım. Meleklerden çok sevdiğim birisi olan Cebrâil’e (aleyhisselâm) baktım. (Allah’a tevâzu eyle!) dedi. Kul olup Resûl olmayı isterim dedim.

Kerem takvâda, şeref tevâzuda ve zenginlik de hakkı iyi tanımaktadır.

Allahü teâlânın, İslâm dînini nasîb ettiği, güzel yüzlü yarattığı, hâlini başkalarından utanmayacağı şekilde yaptığı, bütün bunlarla berâber tevâzu verdiği kimse, Allahü teâlâ yanında yüksek kullardandır.

Tevâzu sâhiplerini ne zaman görürseniz, onlara karşı mütevâzi olunuz. Kibirlilere karşı ise kibirli olunuz ki, alçaklıkları ve aşağı oldukları meydana çıksın!

İslâm âlimleri, tevâzu hakkında buyurdular ki:

Hazret-i Âişe “Siz ibâdetlerin en faziletlisini bilmiyorsunuz. O tevâzudur.”

Fudayl bin Iyad: “Tevâzu, kimden olursa olsun hakkı, doğruyu kabul etmektir. İsterse hepsi çocuk ve en câhil kimseler olsun!”