TEPKİME (Reaksiyon)

Alm. Reaktion, Fr. Réaction, İng. Reaction. Kimyâda iki veya daha çok maddenin başka madde veya maddelere dönüştüğü hâdise. Reaksiyon da denir. Kimyâsal tepkimede tepkimeye giren maddelerin özellikleri kaybolurken değişik özelliklerde yeni maddeler ürün olarak ortaya çıkar. Fakat tepkimede toplam kütle değişmez.

Bir kimyâsal tepkimede bağ oluşturan elektronların enerji soğurmasıyla bağ parçalanır. Bu durum yeni bağların oluşmasını mümkün kılar ve enerji açığa çıkar. Bir bağın parçalanması için gerekli olan enerji yeni bir bağın oluşmasında açığa çıkan enerjiden daha az olduğunda, bu tepkimeye ekzotermik (ısı veren) tepkime, tersi olduğundaysa endotermik (ısı alan) tepkime denir.

Tepkime kabı: Reaktör de denir. Laboratuvarlarda veya kimyâ sanâyiinde kimyâsal tepkimelerin gerçekleştiği kap veya cihazlara denir. Genellikle cam, paslanmaz çelik veya kimyâsal maddelerden etkilenmeyen herhangi bir alaşımdan yapılmışlardır.

Tepkime ısısı: Bir kimyâsal tepkimede bütün maddeleri aynı sıcaklıkta tutabilmek için tepkime sistemine eklenmesi veya sistemden uzaklaştırılması gereken ısı miktarıdır. Tepkime sisteminin içinde bulunduğu kabın basıncı sâbit tutulduğunda ölçülen tepkime ısısı aynı zamanda entalpi olarak bilinen termodinamik nitelikteki değişimi, yâni tepkime sonucunda oluşan ürünlerin entalpisiyle tepkimeye girenlerin entalpisi arasındaki farkı gösterir. Böylece sâbit basınçta tâyin edilen tepkime ısısı DH sembolüyle gösterilen tepkime entalpisidir. DH negatif olduğunda tepkime ekzotermik, tersi durumdaysa tepkime endotermiktir. (Bkz. Entalpi)

Meselâ,

H2(g) + Cl 2(g)  2HCl(g) + 44 kkalÆ

tepkimesinde tepkimeye giren H2 ve Cl2 moleküllerinde iki atomu bir arada tutan bağların koparılması enerji ister. Bu enerji sağlandığında atomlar arasındaki bağlar kopar ve atomlar yeni düzenlemeye girerek yeni bağlar (HCl bağları) oluştururken dışarıya enerji verilir. Bu tepkimede dışarı verilen enerji daha önce alınan enerjiden fazla olduğundan neticede dışarıya enerji verilmiş olur (ekzotermik tepkime). Buna karşılık;

H2Æ(g) + I2(g) + 12,4 kkal  2HI(g)

tepkimesinde alınan enerji verilen enerjiden fazla olup bu tepkime de endotermik tepkime olur.

Tepkime hızı: Tepkime hızı birim zamanda dönüşen madde miktarı anlamına gelir. Tepkime hızlarını karşılaştırabilmek için birim zamanda, birim hacimde değişen mol sayısı, yâni derişim değişimi esas alınır. Bu durumda tepkime hızı (TH), birim zamanda madde derişimindeki değişim olarak ifâde edilir. Meselâ;

2NOCl ―> (g)  2NO(g) + Cl2(g)

tepkimesinde hız, NOCl, NO ve Cl2 derişimleri için ayrı ayrı yazılabilir. Tepkimeye giren NOCl yönünden tepkime hızı (TH1);

         NOCl derişimindeki azalma

TH1 = ――――――――――――

                  Zaman aralığı

olarak tanımlanır. Buna göre NOCl ne kadar hızlı azalıyorsa, tepkime o kadar hızlı gerçekleşiyor demektir. Oluşan azot monoksit ve klora göre de;

         NO derişimindeki artma

TH2= ――――――――――――

                Zaman aralığı

 

         Cl2 derişimindeki artma

TH3= ――――――――――――

                Zaman aralığı

olarak yazılır.

Tepkime denklemine göre 2 mol NOCl’den 2 mol NO ve 1 mol Cl2 oluştuğuna göre;

TH1= TH2= 2TH3 olur.

Bir tepkimenin oluşması çarpışma teorisiyle izah edilir. Bu teoriye göre tepkime verecek tânecikler (molekül atom veya iyon) mutlaka çarpışmalıdırlar. Ancak tepkime vermeleri için çarpışmaları da yetmez. Tepkime ancak moleküllerin uygun doğrultuda çarpışmaları ve ilâveten tâneciklerin belirli bir enerjide olmalarıyla gerçekleşir. Tepkimenin gerçekleşmesi için tâneciklerin sâhip olmaları gereken minimum enerjiye eşik enerjisi denir.

Eşik enerjiye sâhip tânecikler çarpıştığında moleküller birbiri içine girer ve atomlar yeni bir düzenlemeye girebilecek biçimde karmaşık hâle gelir. Bu arada tâneciklerin hızı yâni kinetik enerjisi azalır, potansiyel enerji de en yüksek seviyesine ulaşır. Yüksek potansiyel enerjili bu karmaşık hâle aktifleşmiş kompleks adı verilir. Aktifleşmiş kompleksin enerji seviyesine varmak için gerekli enerjiye aktifleşme enerjisi denir.

Bir tepkimenin hızına tesir eden faktörleri: 1) Tepkimeye giren maddelerin türü, 2) Derişim, 3) Sıcaklık, 4) Katalizör olarak sıralayabiliriz.

Bir demir parçası havayla çok yavaş olarak tepkimeye girerken (paslanırken), bir beyaz fosfor parçası havada tutulduğunda alev alarak hemen yanar. Oksijenin sebep olduğu bu iki tepkimede hızlar oldukça farklıdır.

Genellikle zıt yüklü iyonların elektriksel çekimine dayalı ve bağ kopması olmaksızın yürüyen iyon tepkimelerinin hızları büyük olur. Buna karşılık yeniden bağ düzenlenmesi gerektiren tepkimelerde düzenlenen bağ sayısı artışına bağlı olarak tepkime hızı düşük olur.

Derişimin artması birim hacimdeki tânecik sayısının ve dolayısıyla çarpışma sayısının artmasına sebep olduğundan, derişim arttıkça tepkime hızı da artar. Kimyâsal bir tepkimenin hızı, tepkimeye giren tâneciklerin derişimleriyle doğru orantılıdır. Buna göre;

A2Æ(g) + B2(g)  AB(g)2

şeklindeki bir tepkime için hız ifâdesi;

TH= k [A2] [B2]

olarak yazılır. Bu eşitliğe hız denklemi ve eşitlikteki orantı katsayısı k’ye hız sâbiti denir.

Sıcaklık arttırıldığında, tepkimeye girecek tâneciklerin kinetik enerjileri artacağından, çarpışma sayısı arttığı gibi aktifleşme enerjisi engelini aşan tânecik sayısı da artar. Bu da hızın artması demektir. Sıcaklığın artması hız sâbiti k’yı büyüttüğünden, tepkime ekzotermik veya endotermik dâhi olsa hız da büyür.

Tepkime sonunda hiçbir değişikliğe uğramadan kalan ancak tepkime ortamına dışarıdan eklendiğinde tepkimenin hızını değiştiren maddelere katalizör denir. Katalizörler tepkimeye giren maddelerle daha düşük enerjili aktifleşmiş kompleksler meydana getirirler. Katalizörün etkisini; yüksek bir tepeyi aşmak yerine tepeden açılan bir tünelle gitmek sûretiyle varacağı yere daha hızlı varabilen bir otomobile, tünelin getirdiği avantajı düşünerek anlamak mümkündür.

TERÂVİH NAMAZI

Ramazân-ı şerîfte, her gece yatsının farzından ve son sünnetinden sonra erkeklerin ve kadınların, Peygamberimizin sünneti olarak kıldıkları yirmi rekatlık namaz. Her dört rekatında bir terviha (dinlenme) yapıldığı için, bu namazın hepsine “terâvih” denilmiştir. Erkeklerin ve kadınların, yirmi rekat terâvih kılması sünnet-i müekkededir (Bkz. Sünnet). Peygamberimizin devamlı yaptığı nâfile ibâdetlerdendir.

Terâvih namazı Peygamber efendimizin zamanında birkaç gece, sekiz rekat, cemaatle kılınmış, bir özründen dolayı devam edilememiştir. Yalnız olarak yirmi rekat kılmıştır. Sünnet olduğu buradan anlaşıldı. Hazret-i Ömer, hazret-i Osman, hazret-i Ali ve zamanlarındaki Eshâb-ı kirâmın hepsi, cemâatle yirmi rekat kıldılar. Terâvih namazı sünnet-i hüdâ sayılıp, İslâm dîninin şiârıdır. Müslümanların bu halîfelere ve Eshâb-ı kirâmın icmâına (sözbirliğine) uymaları, hadîs-i şerîfle emrolunmuştur. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem:

“Ey Müslümanlar! Muhakkak ki, Allahü teâlâ Ramazan ayında hergün oruç tutulmasını emreyledi. Gecelerini ihyâ ve terâvihle geçirmeyi de ben sünnet eyledim. Böylece orucun farz olduğunu ve gece ibâdet etmenin sünnet olduğunu tasdik edip, sevabını umarak bunları yapan mağfiret olunup (bağışlanıp) anasından doğduğu gün gibi, günahlardan temiz olur.” buyurdu.

Terâvih, yatsının son sünnetinden sonra ve vitirden önce kılınır. Bir kimse, yatsıyı kılmadan önce terâvihi kılamaz. Vitirden sonra da kılınabilir. Sabah namazına kadar kılınabilir. Fecir doğunca kılınamaz. Kazâ da edilmez. Çünkü, terâvih kuvvetli sünnetse de, akşam ve yatsı son sünnetleri kadar kuvvetli değildir. Bu sünnetlerse kazâ edilmez. Yalnız farz namazlarla vitrin kazâsı lâzımdır. Terâvihi cemaatle kılmak, sünnet-i kifâyedir. Yâni câmide cemâatle kılındıkta, başkaları evde yalnız kılabilir, günah olmaz. Fakat, câmideki cemâat sevâbından mahrum kalır. Evde, bir veya birkaç kişiyle, cemâatle kılarsa, yalnız kılmaktan yirmi yedi kat fazla sevap kazanır.

Her iki rekatta bir selâm verilip, hemen sonraki rekate kalkılır. Yahut dört rekatta bir selâm verilir. Terâvih namazı ikişer rekat olarak kılınırsa, kılınış şekli sabah namazının sünneti, dörder rekat olarak kılınırsa, Yatsı namazının ilk dört rekat sünnetinin kılınışı gibidir. Her dört rekat arasında, dört rekat kılacak zaman kadar oturup, salevat veya tesbih yâhut Kur’ân-ı kerîm okurlar veya sessiz otururlar. İki rekatte bir selâm vermek ve her iftitah tekbirinde niyyet etmek daha iyidir.

Yatsıyı cemâatle kılmayanlar, terâvihi cemâatle kılamazlar. Yatsıyı cemâatle kılmayan bir kimse, farzı yalnız kılıp, sonra terâvihi kılan cemaate katılabilir. Terâvih tamam olduktan sonra, ancak Ramazân-ı şerîfte vitir namazı cemâatla kılınır. Başka zamanlarda cemaatle kılınmaz.

Ramazân-ı şerîfte, her gece terâvihte bir cüz okuyarak Kur’ân-ı kerîmi hatim yapmak da çok sevaptır (Bkz. Hatim Okumak). Terâvihte hatim yapılmazsa, Fil sûresinden Kur’ân-ı kerîmin sonuna kadar on sûreden, her rekatta bir sûre okunur. Tamâmında bir daha okuyarak kılmak daha iyidir. Terâvihe başlamadan önce, yatsının son sünnetini kıldıktan sonra, tesbih, tehlil ve tekbir okumak, terâvihin her dört rekatında bir oturup istirahat etmek müstehaptır. Terâvihin sonunda, bildirilen miktar kadar oturduktan sonra, vitir namazına kalkmadan, imâm cemâata dönüp duâ eder, cemâat âmin der. Bu esnâda okunacak salevatlar, tesbihler ve duâlar, fıkıh (ilmihal) kitaplarında yazılıdır.

TERÂZİ

Alm. Waage (f), Fr. Balance (f), İng. Balance. Bir cismin veya maddenin kütlesini ölçmeye yarayan âlet. En yaygın kullanılanı eşit kollu terâzidir.

Terâziyle kütle ölçme işlerine tartma denir. Eşit kollu terâzide tartma, ölçülecek kütle, bilinen kütlelerle mukâyese edilerek yapılır. Bunlar da, orta noktasında bir bıçaksırtı bulunan terâzi kolu ve bu kolun uçlarına asılı duran iki kefe vardır. Bir kefeye kütlesi ölçülecek cisim diğer kefeye bilinen standart kütleler konularak denge tesis edilir. Bu tartı sisteminde yerçekimi kuvveti her iki kefeye de aynı şiddette etkidiğinden tartı yerçekimi ivmesinden bağımsızdır. Yâni eşit kollu terâziyle tartı dünyâ, ay ve diğer gezegenlerde yapılsa aynı sonuçlar alınır.

Günümüzde kullanılan hassas terâziler ki, bunlar laboratuvarlarda, ilâç ve kimyâ sanâyiiyle, kuyumcularda kullanılır, iki kefeli eşit kollu veya tek kefeli olabilir. Tek kefeli olanlarda kütleyi doğrudan doğruya ibre üzerinden okumak mümkündür. Işıklı rakamlar bu kütleyi belirterek okumada kolaylık sağlar.

Çeşitli maksatlarla yapılmış terâziler mevcuttur. Bunlardan bâzıları şunlardır:

Coulomb terâzisi veya burulma terâzisi, mıknatısların meydana getirdiği manyetik ve elektrostatik kuvvetleri ölçmek için Coulomb tarafından yapılmıştır. Bu âlet bakır veya gümüş telin burulmasına dayanır. Mohr terâzisi, elektromanyetik terâzi olup belli bir devreye etki eder. Laplace kuvvetlerini ölçmeye yarar. Cotton terâzisi, on binde bir amperle bir amper arasındaki şiddetleri ölçebilir. Eötyös terâzisi, yerçekimi kuvvetinin küçük değişimlerini ölçmek maksadıyla özellikle jeofizikçilerin kullandığı bir âlettir.

TERBİYE

(Bkz. Eğitim, Çocuk Terbiyesi)

TERBİYUM

Alm. Terbium, Fr. Terbium, İng. Terbium. Tb sembolüyle gösterilen, nâdir toprak metallerinden bir element. Periyodik tabloda IIIB grubunda bulunur.

Metalik terbiyum gümüş beyazı renktedir. Ancak havada oksitlenerek kararır. Tabiatta bolluk bakımından nâdir toprak metallerinden en az bulunanıdır. Nâdir toprak metalleri minerallerinde bulunur fakat toryum kaynağı olan monazit kumlarından yan ürün olarak elde edilir.

Atom numarası 65, atom ağırlığı 158,925, erime noktası 1360°C ve kaynama noktası 3041°C’dir. Elektron düzeni (Xe) 4f9 6 s2 dir. Bileşiklerinde hem +4 hem de +3 değerlikli olabilir.

TERCİ-İ BEND

(Bkz. Nazım Şekilleri)

TERE (Lepidium sativum)

Alm. Gartenkresse (f), Fr. Cresson (m), İng. Garden cress. Familyası: Turpgiller (Cruciferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu.

20-50 cm boylarında, beyaz veya morumsu renkli çiçekler açan, bir yıllık otsu bitkiler. Meyvelerinin tek tohumlu olmasıyla su teresinden ayrılır. Yabânî olarak bulunmakla berâber, kültürü de yapılmaktadır. Kerdeme olarak da bilinir.

Kullanılışı: Yaprakları yakıcı lezzetli, uçucu yağ taşır. Salata hâlinde, iştah açıcı olarak kullanılır.

Su teresi (Nasturtium officinale): Beyaz çiçekli, parçalı yapraklı, çok yıllık otsu bir bitki. Su kenarlarında yetişir. Özel bir kokusu ve batıcı bir lezzeti vardır. Kardamot adıyla da bilinir.

Kullanıldığı yerler: Tâze yaprakları salata olarak yenir. Kükürtlü glikozitler, A, C ve D vitaminleriyle uçucu yağ taşır. Kuvvet verici, vitamin noksanlıklarına karşı ve iştah açıcı olarak kullanılır.

TEREKE

Alm. Hinterlassenschaft (f), Nachlass (m), Fr. Succession (f), Héritage (m), İng. Heritage, estate. Miras, yâni ölen bir kimsenin geriye bıraktığı mal ve mülke verilen isim. Tereke, bir bütün olarak ve kendiliğinden mîrasçılara geçer. Bir küllî halefiyet hâli vardır. Terekenin intikal edeceği kimselerin gerçek mîrasçı olmaları lâzımdır. İntifâ (faydalanma, kullanma) hakkı sâhibi terekenin gerçek mîrasçısı olmadığı için, terekenin bunlara kendiliğinden intikâli mümkün değildir.

Medenî Kânuna göre mîrasçıların tereke üzerindeki hakları iştirak hâlindedir. Bu terekenin taksimine kadar devam eder. Tereke borçlarından dolayı tek mîrasçı varsa tek başına, çok mîrasçı varsa müteselsilen sorumludur. Tereke borçlarından dolayı alacaklı, mîrasçıların şahsî mallarına da başvurabilir.

Her ne kadar mîras kelimesi, tereke yerine kullanılmaktaysa da tam olarak karşılamaz. Terekeyle mal varlığı aynı şey değildir: a) Malvarlığında bulunup da terekede bulunmayan hukûkî ilişkiler: Bunlar mîras bırakanın şahsına bağlı haklar olup, şahsî irtifak hakları, bozulan nişandaki hediyelerin iâdesi gibidir. Terekede yer almaz, mîrasçılara geçmez. b) Mal varlığında olmayıp da terekede yer alan hukukî ilişkiler: Mîras bırakan tarafından evlenmenin hakları için açılan dâvâya mirasçılar da devam edebilir.

TEREMENTİ (Terebinthina)

Alm. Terpentin (n), Fr. Térébentkhine (f), İng. Turpentine. Değişik çam (Pınus) türlerinin gövdesine yapılan yaralamalar neticesinde elde edilen bir reçineli ürün. Türkiye’de kızılçam (P.brutia) ve kısmen sarıçam (P.sylvestris) türlerinden elde edilir. Muğla bölgesinde kızılçamdan elde edilmektedir. Eskiden Eskişehir havâlisinde sarıçamdan elde edilmekteydi.

Terementi bal kıvâmında, soluksarı veya yeşilimsi renkli olup, acı lezzettedir. Suda çözünmez. Ancak organik çözücülerde kolaylıkla çözülür.

Elde edilmesi: Terementi elde etmek için önce ağaçların mantar kısmı soyulur. Sonra boyuna bir yara açılır ve akabinde bu yaraya eğik gelmek üzere yaralar açılır. Akan reçineli ürün bir kapta toplanır. Bir ağaçtan 1-2 litre terementi elde edilir. Fakat ağaç kesilecekse daha fazla yaralama ile 8-10 litre terementi elde edilebilir.

Terementinin % 70’i reçine, % 30’u uçucu yağdır. Bu uçucu yağı elde etmek için terementi ya doğrudan doğruya distillenir, ya su destilasyonuyla yâhut da 180 derecede vakumda distillenir. Terementi yağı, mum, kauçuk ve birçok organik maddeyi eritici özelliktedir. Akıcı, yanıcı ve yakıcı bir maddedir.

Kullanıldığı yerler: Terementi solunum ve idrar yolları hastalıklarında antiseptik olarak kullanılır. Tahriş edicidir. Boya ve kâğıt sanâyiinde katkı maddesi olarak kullanılır. Terementi yağ da idrar yollarında antiseptik olarak taş düşürücü ilâçların bileşiminde, kurşun zehirlenmelerinde ve eritici olarak eczâcılıkta kullanılır.

TEREYAĞI

Alm. Butter (f), Fr. Beurre (m), İng. Butter. Sütün yayıklanmasıyla elde edilen yağ. Elde ediliş şekillerine göre köy tereyağları, süthâne tereyağları ve pastörize tereyağları olarak adlandırılırlar.

Tereyağı bâzı yörelerde yoğurttan, bâzı yörelerde sütten yapılır. Yoğurttan yapılan lezzet ve rayiha bakımından diğerinden üstünse de randımanlı olmayışı yüzünden tereyağı endüstrisinde kullanılmaz. Türkiye’de Vakfıkebir (Trabzon) tereyağlarının meşhur olması yoğurttan yapılmasındandır. Sütten tereyağı elde etmek için önce krema elde edilmekte, bilâhare bundan tereyağı yapılmaktadır. Krema elde etmek için merkezkaç kuvvetiyle çalışan makinalardan faydalanılır. Elde edilen krema pastörize edildikten sonra nötralize edilir. Yâni fazla asitliği bertaraf edilir. Pastörize edilmiş kremaya, tereyağına tad ve koku veren mikroorganizmalar öldüğünden laktik ve aromatik kültürler ilâve edilir. Bu şekilde kültür ilâve edilmiş krema özel kaplarda 12-15°C’de olgunlaşmaya bırakılır. Olgunlaşma neticesinde krema yayıkta yayıklanarak tereyağı ve ayran kısmı ayrılır. Tereyağı malaksör denilen makinaya alınarak karıştırılmak ve yoğrulmak sûretiyle suyu ve kıvâmı ayarlanır. 4-8°C’lik odaya nakledilerek soğutulur ve paketlenir.

Tereyağının bozulmasını, acılaşmasını önlemek için suyunun iyi ayarlanması gerekir. Yine aynı maksat için % 1,5-2 geçmemesi şartıyla saf, temiz kayatuzu ilâve edilebilir. Bâzı memleketlerde gıdâ nizamnâmelerinde tereyağı bozulmalarını önlemek için sorbik asit benzeri organik asitlerin kullanılması serbesttir.

Süt hayvanının cins ve ırkına bağlı olmak kaydıyla 5-10 kg sütten 1 kg tereyağı elde edilmektedir. Tereyağının terkibinde ortalama olarak % 84 yağ, % 0.8 protein, % 0.5 karbonhidrat, % 0.2 kül ve % 15-16 su vardır. A ve D vitaminlerince zengindir. Bu bileşimdeki 100 gr tereyağı 785 kilo kalori enerji verir.

Tereyağının damar sertliğine sebep olduğu ileri sürülmekle berâber, yeni yapılan araştırmaların bunu teyid eder mâhiyette olmadığı dikakti çekmektedir. Bu iddia tereyağının bünyesinde bulunan kolesteroldan kaynaklanmaktadır.

Güneydoğu Anadolu’da tereyağının eritilmesiyle elde edilen bir yağ vardır ki, buna sâdeyağ denir. Bunun içerisine bâzı hayvanî iç yağlar da karıştırılabilmektedir.

Tereyağının kötü şartlar altında elde edilmesinden veya kötü muhâfazasından bâzı bozukluklar meydana gelmektedir. Bunlar:

1. Acılık: Yağın kimyevî değişikliğinden ileri gelir. Yağın elde edildiği sütün veya kremanın pastörizasyonu ve iyi bir mukâyesesiyle önüne geçilebilir.

2. Peynir tadı: Bâzı mikroplarca kazeinin parçalanmasıyla meydana gelir. Pastörizasyonla önüne geçilebilir.

3. Maya tadı: Mayalar sebep olur. Çâresi pastörizasyondur.

4. İç yağı tadı: Işık ve bâzı ağır metallerin (demir ve bakır) tuzlarıyla temas hâlindeki yağlarda görülür.

Demir ve bakır kaplarda muhâfaza edilerek yağların direkt olarak temâsı önlenmelidir.

Tereyağı buzdolabı şartlarında saklanmalıdır.

Tereyağı herkese tavsiye edilebilecek çok üstün bir gıdadır.

TEREYAĞI AĞACI (Persea gratissima)

Alm. Butterbaum (m), Fr. Arbre (m) à beurre, İng. Indian butter tree. Familyası: Defnegiller (Lauraceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Akdeniz bölgesinde yetiştirilir.

10 m kadar yükseklikte kışın yapraklarını dökmeyen ağaçlar. Esas vatanı Amerika’dır. Bitkinin yaprakları derimsi, saplı, sivri uçlu, oval şekilli ve parlak koyu yeşil renklidir. Çiçekler küçük beyazımsı renkli ve salkım durumunda toplanmışlardır. Meyveleri armut şeklinde üzeri yeşilimsi veya morumsu renkli, etli kısmı beyaz veya yeşilimsidir. Avokado ağacı adıyla da bilinir.

Kullanıldığı yerler: Tereyağı ağacı meyvesinde sâbit yağlar ve vitaminler (A, D, E) bulunur. Meyveleri gıdâ olarak yenilir. Yaprakları kabız yapıcı etkiye sâhiptirler ve halk arasında böbrek taşlarını düşürücü olarak kullanılır. Meyvelerinden elde edilen yağ bâzı merhemlerin terkibine konur.

TERKOS GÖLÜ

İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan göllerden. Marmara Bölgesinin Trakya kesiminde İstanbul’un 50 km kuzeybatısında, Karaburun’un gerisinde bulunmaktadır. Göle, Durusu Gölü de denilmektedir. Kenarları girintili çıkıntılı olan gölün yüzölçümü 25 km2, en derin yeri on bir metredir. Su toplama alanı 619 km2dir. Deniz seviyesinden 2.75 m yüksek olmasına rağmen bugün Karadeniz’e akıntısı yoktur. Eskiden Boğazdere adı verilen bir akıntıyla suları denize boşalıyordu. Bu akıntıyı sağlayan yerin gölle birleştiği yere küçük bir set yapılınca suları denize gitmediğinden su seviyesinde bir yükselme oldu. Göl görünüş îtibârıyle eskiden buranın bir koy olup, zamanla denizin istilâsına uğramış dere ağızları olduğu intibasını vermektedir.

Terkos Gölünün beslenme havzası küçük, fakat göle su taşıyan dereler fazladır. Bunların suyu en bol olanı batıdan gelen İstranca Deresidir. Denizden ayrıldıktan sonra gölün suyu süratle tatlılaşmıştır. Terkos Gölüne bir yılda ortalama 196 milyon metreküp su gelmektedir. Çok yağış alan zamanlarda bu su miktarı 237 milyon metreküpe çıkmaktadır.

Gölün doğusunda bulunan Terkos Köyü, göle ismini vermiştir. Bu köyde Sultan İkinci Abdülhamid Han (1876-1909) zamânında İstanbul’un su ihtiyacını karşılamak için 1885’te Terkos Fabrikası adı verilen tesisler yapıldı. Yüz senedir İstanbul’un suyunu temin eden bu tesisler günümüzde de mevcuttur. Su gölden alınarak Kağıthâne’de bulunan arıtma tesislerinden geçtikten sonra İstanbul’a dağıtılmaktadır. Son senelerde görülen kuraklık yüzünden ve artan İstanbul nüfûsunun su ihtiyacını karşılamak üzere deniz kıyısında vurulan sondalardan elde edilen su, pompalarla Terkos Gölüne akıtılmaktadır.

Aynı zamanda göl, bir balıkçılık ve birçok yabânî av kuşunun yaşadığı bir avcılık alanıdır.

TERLEME (Transpirasyon)

Alm. Transpiration (f), Fr. Transpiration (f), İng. Transpiration. Bitkilerin suyu buhar hâlinde dışarı atmaları. Terleme, bitkilerde gaz alış verişine yarayan aralıklar (stomalar) ve kütikula yoluyla olur. Kara bitkilerinin havaya bakan yüzeylerinde epiderma tabakasının üzeri kütikulayla örtülüdür. Osmoz kâidelerine göre hücreden hücreye geçerek epiderma hücrelerine gelen su buharı bu hücrelerin çeperini ve kütikulayı geçerek bitkiyi terk eder. Kütikulayla atılan su miktarını bitki düzenleyemez. Bu miktar havanın nemine yâni emme kuvvetine bağlıdır ve bu yolla atılan su miktarı da azdır. Ayrıca sıcaklığa bağlı olarak da değişir. Kurak havalarda, havada su buharı basıncı az olduğundan emme kuvveti yüksektir. Böyle zamanlarda bitkiler fazla su kaybederler.

Terleme, büyük ölçüde stomalar yoluyla olur. Stomalar sâyesinde bitkiler terlemeyle dışarı atacakları su miktarını aktif bir şekilde düzenlerler. Terleme de, stoma açıklığının büyüklüğü, havanın nemi, ışık ve sıcaklık gibi etkilere bağlı olarak değişir. Stomalar genellikle gündüz açık gece kapalıdırlar. Terleme de buna bağlı olarak gece azalır. Sıcak ve kuru havalarda yükselir ve atılan su miktarı da artar. Terlemeyle dışarı atılan suyun miktarı bitkinin cinsine ve içinde bulunduğu ortamın şartlarına göre değişir.

TERLEMEK (Tıp)

Alm. Schwitzen, Fr. Suer; transpirer, İng. To sweat, to perspire. Vücuttaki ter bezleri tarafından özel bir vücut sıvısının ifraz olunması. Ter bezleri sâdece memelilerde bulunur. Cildin derinlerinde yerleşir ve yüzeye kıvrımlı bir salgı kanalıyla açılırlar. Terin % 98’i su, % 2’si ise çeşitli kimyevî maddelerdir (tuz, yağ asitleri, üre, sülfatlar, albümin ve bâzı aminoasitler).

Memelilerin nispeten yüksek bir vücut sıcaklığına sâhip olmaları çok uygun bir durumdur. Eğer bir memelinin vücut ısısı 30°C olsaydı, bu canlının, hava sıcaklığı 37°C olan bir yerde yeterince terleyip, bunu buharlaştırarak kendini serinletmesi mümkün olmayacaktı. İnsanlarda terin buharlaşmasıyla meydana gelen serinlemenin, vücut ısısının desteğinde ne kadar mükemmel bir mekanizma olduğu buradan da anlaşılmaktadır.

Sıcaklığa bağlı terleme fizyolojik bir olaydır, fakat aşırı durumlarda vücûdun sıvı dengesini bozabilir. Bâzı araştırıcılara göre en fazla ter çıkarabilme kapasitesi saatte 3-4 litredir. Aşırı terleme vücuttan yüksek oranda su kaybına yol açar. Bu su, ter bezlerinin kılcal damarlarından geçerek kandan alınırken öte yandan başka vücut kompartımanlarınca yerine konulmaktadır. Bu derece aşırı bir su kaybı, su içmek gibi bir yolla yerine konulmadan devam ettirilemez.

Hava sıcaklığındaki 1°Clik bir artış için ter atılımı saatte 20 gr’lık bir artış gösterir. Terle berâber çeşitli tuzların da atılması sözkonusudur, böylece su ve elektrolit dengesi korunmaktadır. Aşırı terlemeyle kaybedilen tuz da diyetle yerine konulmalıdır. Aksi takdirde aşırı terleyen birisi sâdece su içerse, neticede su zehirlenmesi denen bir durum ortaya çıkar.

1 ml ter buharlaştığında vücuttan 0,58 kalorilik ısı atılır. Ter buharlaşmayıp akarsa ısı atılamaz. Hava kuru olduğunda vücut aşırı sıcaklara dayanır. Havadaki nem, terlemeyi zorlaştırır.

İki tip ter bezi vardır:

1. Ekrin ter bezleri: Kasıklar, tırnak, yanaklar, dudak kırmızısı hâriç olmak üzere vücûdun her tarafında rastlanır. Bilhassa el ayası ve ayak tabanında çok fazla bulunur. Bütün vücutta iki milyon kadar ekrin ter bezi bulunduğu sanılmaktadır. Ekrin bezler, sempatik sinir sistemi kontrolunda vücut ısısını ayarlar. Dâhili sıcaklık artınca ekrin bezlerin cilt yüzeyine salgıladıkları su buharlaşarak sıcaklığı atar. Ekrin ter bezleri üç tip uyarı neticesinde ter maydana getirirler. İlk olarak bütün bezlerin hissedilmeyen terleme denilen günde yaklaşık yarım litreyi bulan normal bir salgısı vardır. İkinci olarak sıcaklık artışının yol açtığı terleme vardır. Üçüncü olarak da sıkıntı ve streslerin alın, avuç içi, ayak tabanı ve kasıklardaki bezlerde salgı artışına yol açması. Bâzı araştırıcılara göre ekrin ter bezlerinin boşaltım vazifesi de vardır.

2. Apokrin ter bezleri: Koltuk altı, kasıklar ve meme başları gibi mahdut bölgelerde rastlanan büyük bezlerdir. Apokrin bezler cinsî hayatta rol oynarlar. Renkli ırklarda beyazlara göre, kadınlarda erkeklere göre daha fazladır. Apokrin ter bezleri bulûğ çağında bâzı hormonal değişikliklerle uyarılana kadar faaliyet göstermezler. Apokrin bezler kıl folikülleriyle birlikte yağlı bir ter meydana getirmektedir. Ekrin ter bezlerinin salgısındaysa yağ yoktur. Apokrin ter bezlerinin salgısı salgılandığında kokusuz olup, bakterilerce kokulu yağ asitlerine parçalanırlar.

Ter ifrazatındaki bozukluklar: Ter bezlerinin hiç vazife görmemesi hâline “anhidrozis” denir. Genellikle doğuştandır. Cilt kırmızı ve sıcaktır. Tedâvide, deri yağlanır ve nebatî bir rejim verilir.

Ter bezlerinin normalden fazla çalışması hâline de “hiperhidrozis” denir. Aşırı sıcaklarda ve şişmanlıkta görüldüğü gibi, tüberküloz, hipertiroidi gibi bâzı hastalıklarda da görülür. Mevzî (lokal) olan aşırı terlemeye bilhassa avuç içi, ayak tabanı, koltuk altında rastlanır ve streslerle artar. Genel ve lokal fazla terlemelerde tedâvi asıl hastalığa göre yapılır. Lokal terlemelerde % 5 tanenli gliserin veya % 20 formalin solüsyonu kullanılabilir. Deodorantlarda bulunan % 25 yoğunluktaki alüminyum klorhidrat ter bezlerinin çıkışlarını kasıp, terin çıkışını önler.

Terin çok fenâ kokulu olmasına “osmidrosis” denir. Ayaklar, koltuk altı ve kasıklarda olur.

Organik hidrozlar (Ter bezi hastalıkları)

a) İsilik. (Bkz. İsilik)

b) Ter bezlerinin iltihapları: Koltuk altı ter bezlerinin iltihaplarına köpek memesi ismi verilir, çok ağrılıdır. Tedâvide antibiyotik verilir. Boşaltım yapılır, fakat tekrar etmeye ve nedbeleşmeye meyillidirler.

Ter bezi hastalıklarına hidrozlar da denir.

TERLİKSİ HAYVAN (Paramaecium)

Alm. Paramaecium (n), Fr. Paramécie (f), İng. Paramecium. Familyası: Paramesyumgiller (Paramaeciidae). Yaşadığı yerler: Tatlı ve acı sularda serbest hâlde yaşarlar. Özellikleri: Vücutları kirpiklerle bezenmiş bir hücreli mikroorganizmalar. Kirpikleriyle hareket ederler. Çeşitleri: Sekiz türü vardır. Kirpikliler (Ciliata) sınıfının tüm kirpikliler (Holotricha) takımından, çoğunlukla tatlı sularda yaşayan bir hücreli birkaç türe verilen genel ad. Sekiz türü bilinmektedir. Yedi tânesi durgun veya akarsularda, biri acı sularda yaşar. Büyüklükleri 0,07 mm ile 0,30 mm arasında değişir. Mikroskopta görünüşü bir terliğe benzer. “Paramesyum” olarak da bilinir. Paramesyumda vücut “pelikula” denen sert bir örtüyle kaplıdır. Pelikula kıla benzer “sil” denilen 2500 kadar titrek tüyle örtülüdür. Bu stoplazmik tüylerin hareketiyle hayvan su içinde ekseni etrafında dönerek ilerler.

İki çekirdeğe sâhiptir. Büyüğüne “makro nukleus” küçüğüne “mikro nukleus” adı verilir. Büyük çekirdeğini kaybeden terliksi ölür. Pelikulanın dibinde, yuvalarında kıvrılı duran “trikosist” denen savunma iplikleri vardır. Tehlike ânında gerilerek dışarı fırlarlar. Vücudun 2-3 misli kadar uzayabilirler. Bu yapılar, hayvanı bir yere bağlamakta, avını yakalamada ve korunmada kullanılır.

Yiyecekleri; bakteriler, diğer küçük organizmalar ve organik maddelerdir. Hareketsizken ağız çevresindeki kirpiklerin hareketiyle bir su akımı meydana gelir. Ağız içine giren besin, ağız yutağının sonunda bir besin kofuluyla çevrilerek ağızdan ayrılır ve vücutta dolaşır. Besin enzimleriyle koful içinde sindirilir. Artık katı maddeler hücre anüsünden, vücutta biriken fazla su “kontraktil koful” denen boşaltım organelleriyle dışarı atılır. İki adet olan boşaltım kofulları sırayla çalışır. Biri çalışırken diğeri dinlenir. Yarım saat içinde vücut hacmine eşit suyu boşaltabilirler.

CO2 ve NH3 gibi artık gazlar da osmozla dışarı atılır. Solunum için gerekli oksijen de yine deriden osmozla alınır. Çoğunlukla bölünmeyle ürerler. İyi beslenen bir paramesyum bir günde 4-5 defâ bölünür. Bâzan iki fert karşılıklı gelerek gen alış verişi yaparlar. Bu çeşit eşeyli üremeye “konjugasyon” adı verilir.

Isı, ışık ve kimyâsal etkilere karşı hassastırlar. Bâzı terliksilerde “nötromotor” denilen çok basit sinir telleri ağı vardır. Etkilere göre çeşitli durumlar alırlar. Uygunsuz şartlarda “kist” hâline dönüşerek uzun zaman dayanırlar. Yağmur suları ve rüzgârla değişik ortamlara taşınırlar. Su birikintilerinin çoğunda terliksi hayvanlara rastlamak mümkündür. Bol oldukları zaman suyun yüzeyinde beyaz toz hâlinde gözle de fark edilebilirler.

TERMİTLER (İsoptera)

Alm. Termiten (pl.), Fr. Isoptères (pl.), termites, İng.White-ants. Familyası: Termitler (Termitidae). Yaşadığı yerler: Sıcak ve ılık memleketlerde, yer altı yuvalarında. Özellikleri: Selilözlü (ağaç özü) maddelerle beslenirler. Cemiyet hâlinde yaşarlar. Termitarya denen ilgi çekici yuvalar yaparlar. Doğurucu, işçi ve asker bireylerden meydana gelirler. Ömrü: Kral ve kraliçe 50 yıldan fazla. İşçi ve askerler daha az. Çeşitleri: 2000 kadar türü vardır.

Tropik memleketlerde sosyal yaşayan bir böcek takımı (İsoptera). Beyaz karıncalar olarak da bilinirler. Yeraltı yuvalarında koloniler hâlinde cemiyet teşkil ederler. Vücutları yumuşak ve beyazdır. Ağız parçaları çiğneyici tiptedir. Antenleri ince ve çok sayıda duyarga kılıyla örtülüdür. Yeraltı karanlıklarında antenleri en hassas duyu organlarıdır. Bitkisel besinlerle, özellikle selülozla beslenirler. Onun için ağaçlar ve keresteden yapılmış eşyâların içinde yuva yapanları çoktur. Bir kısmı toprak üstünde yaptıkları termitarya adı verilen, 5-6 metre yükseklikteki kule şeklindeki yuvalarda, bir kısmı da toprak altında yaşarlar. Selüloz maddesini sindirmek için barsaklarında yaşayan selüloz parçalayıcı bâzı bakteri ve flagellatlardan (kamçılı bir hücreli organizmalar) bulunur. Eğer bakteri ve flagellatlardan arındırılırlarsa besinleri sindiremiyeceklerinden açlıktan ölürler. Sindirim olayı için mantar yetiştiren türler de vardır. Bunlar besinlerini, bu bahçelerde yetiştirdikleri mantarlardan faydalanarak sindirirler.

Termitlere yanlış olarak beyaz karıncalar denir. Karıncalarla hiçbir ilgileri yoktur. Karıncalar zarkanatlılar (Hymonoptera) takımından, termitlerse isoptera (eşkanatlılar) takımındandır. Karıncaların beli çok ince, termitlerinse kalındır. Karıncaların vücudu sert kitin bir tabakayla örtülüdür. Termitlerin vücudu incecik tabakalı olup, hemen hemen solucan kadar yumuşak bedenlidirler.

Cemiyet; çoğu işçi, bir kısmı asker olan renksiz, cinsiyeti körelmiş bireylerle üretici bireylerden meydana gelir. Yumurtlayıcı formlar kanatlıdır. Petek ve osel gözleri gelişmiştir. Zifaf uçuşundan sonra kanatları düşer. Eşler yeni yuvalar kurar. Yumurtadan ilk çıkan yavrular yuvayı genişletir ve yuvanın işlerini üstlenirler. Termit bireylerin boyları 7 mm’yi pek aşmaz. Kanatlı erkek ve dişiler, birbirlerine çok benzerler. Fakat döllenmeden sonra kraliçenin vücûdu çok büyür. Başı, somuna benzeyen yumurtayla dolu karnının yanında ufacık kalır. Kraliçe yumurtlama odasında hareketsizce kalır. Görevi ömür boyu yumurtlamaktır. Etrâfında yüzlerce işçi ve koruyucu asker vardır. Tehlike ânında iri vücûdunu yuvarlayarak kurtarmaya çalışırlar. İşçiler tarafından beslenir, temizlenir ve yumurtaları alınarak bakım odalarına götürülür.

Termitler de karıncalar gibi asker beslerler. Fakat bu askerler hiçbir zaman hücum etmezler. Bunlar sâdece yuvanın müdâfaası veya kale civârında erzak toplamaya giden silâhsız işçilerin korunmasında görev alırlar.

Bir termit âilesinde bir kral, bir kraliçe, 150 bin eşeyli termit, 350 bin asker ve 500 bin kadar işçi bulunur. İşçi ve askerler belli bâzı besinlerin etkisiyle cinsiyetlerini kaybetmişlerdir. Kralın vazifesi belli aralıklarla kraliçeyi döllemektir. Kraliçenin yumurta dolu karnı o kadar büyür ki, 20-30 cm’lik boya ve 10-15 cm’lik ene ulaşır. Günde 4-5 bin yumurta bırakır. Yılda ortalama 1,5 milyon yumurta yapabilir. Kral ve kraliçe 50 yıl kadar yaşayabilirler.

İşçiler ve askerler kanatsızdır. Askerler iyi göremezler. İşçilerin de büyük bölümünde göz yoktur. Termitler ışık ve kuraklıktan çekinirler, ancak serin ve nemli havalarda eşleşme uçuşuna çıkarlar. Değişik boyda olan işçilerin vazifeleri yuvayı kurmak, onarmak, yiyecek temini, toprak derinliklerinden su çekmek, yumurta ve larvalara bakmak, kral, kraliçe ve askerleri beslemektir. Askerler işçilerden daha iridir. Baş önünde iri makasa benzer bir çift iri mandibula bulunur, bu kıskaçlar savunma görevi yaparlar. Bâzı askerlerin silâhı püskürttükleri reçineden müteşekkil yapıştrıcı bir sıvıdır. Kafa yapıları bakımından kendilerini besleyemediklerinden işçiler tarafından beslenirler. Yapıştrıcı salgılarını yuvanın malzemelerinin yapıştırılmasında da kullanırlar.

Yuvanın nüfûsu çok arttığında üreyici erkek ve dişiler yuvadan çıkarak zifaf uçuşu yaparlar. Bu kısa uçuştan sonra yere inerek kanatlarını koparırlar. Eşleşen her erkek ve dişi çifti koloniyi kurmak için yeni birer yuva kurarlar.

Termitler odun veya odundan mâmul selülozlu maddelerle diğer gıdâ maddelerine saldırırlar. Bâzan büyük felâketlere sebep olurlar. Memleketimizde zararları önemli değildir. Paris’te ahşap evlerden meydana gelen bir mahallenin çöküşüne sebep olmuşlardır. Bâzan yer altındaki kabloları da kemirirler. Odunun hümüse dönüştürülmesinde başlıca rolü oynadıklarından faydalı da sayılırlar.

Sığır etinin iki misli protein ve karbonhidrat ihtivâ ederler. Birçok hayvanın önemli besin kaynağını teşkil ederler. Karınca ve termit yiyen memelilerin kazıcı keskin ön pençeleri ve çoğunun uzun yapışkan dilleri (karınca yiyenler de) vardır. Birçok göçmen kuşun göç zamanları termitlerin zifaf uçuşu zamanlarına rastlayacak şekildedir. Termitler, Afrika’daki bâzı yerli kabileleri tarafından yenir.

TERMİYE

(Bkz. Acıbakla)