TEMİZLİK

Alm. Sauberkeit, Reinlichkeit (f), Fr. Propreté, pureté (f), İng. Cleanliness; pureness; purity. Pisliklerden arınmak. Kalpte bulunan kötü düşüncelerden kurtulmak ve kötü huyları terk etmek. Bedene ve rûha zarar veren, onların rahat ve huzurlarını bozan pisliklerden, kötülüklerden uzaklaşmak.

Beden ve ruh sağlığının temel şartı temizliktir. İnsanın yiyip içtiği gıdâların, giydiği elbiselerinin, kullandığı eşyâlarının, içinde oturduğu evinin ve çevresinin pisliklerden temizlenmesi, sağlıklı bir hayat için şarttır.

Ayrıca insanın, Allahü teâlâya karşı olan ibâdet görevlerini yerine getirmekte de temizliğe riâyet edilmesi gerekmektedir. Meselâ, namaz kılmak için önce abdest almak gerekir. El, yüz, kollar ve ayaklar yıkanır. Cünüplük, hayız ve nifas hallerinden kurtulmak için gusül etmek, bütün bedeni yıkamak şarttır (Bkz. Abdest, Gusül, Hayız ve Nifas). Abdest ve gusül için su bulunmadığı zamanlarda bu temizlik, toprakla teyemmüm ederek de yapılabilir (Bkz. Teyemmüm). Beden ve çevre temizliğinin yanında, insanın huzûru ve saâdeti için kalp temizliği de şarttır. Rûhun zindeliği ve sağlığı için kalpteki bütün kötü düşünceleri dışarı atmak ve her türlü kötü huylardan uzaklaşmak lâzımdır.

Temiz insanın tabiatı zinde, vücudu sağlamdır. Hergün bayağı, pis işlerle uğraşan insan, çok kere kirlenir, pislenir. Bunlardan temizlenmesi gerekir. Çünkü kirlilik, pislik çeşitli hastalıklara sebep olduğu gibi, insanların rahatını, huzûrunu da kaçırır. Öyle haller vardır ki, insanın pislenmemesi, kirlenmemesi mümkün değildir. Yediklerinin, içtiklerinin hazminden sonra helâya gitmeye ihtiyaç duyması ve bu sebeple bedeninin kirlenmesinden insan kurtulamaz. Bu kirlilikten temizlenmek, bir ihtiyaçtır. İnsanın yaratılışında var olup, nefsinin arzularından olan şehvet duygularının tatminden sonra, fikrinde ve beyninde yorgunluk, bedeninde elektrikî birikim ortaya çıkar. Bunlar ancak gusülle, bütün bedeni yıkamakla, temizlenerek giderilir. Boy abdestiyle yapılan bu temizlik, insanın üzerine çöken ağırlığı, sıkıntıyı, birikimi giderir. Hem bedenin dışında meydana gelen pislikten ve hem de rûhî kirlilikten temizlenmek gerekir. Yıkanmak, temiz elbise giymek, mümkünse hafif ve güzel kokular sürünmek, insanı rûhî sıkıntılardan kurtarır. Böylece huzursuzluk yerine, ferahlık, genişlik ve gönül rahatlığı hâsıl olur. Bunlar, birer alışkanlık, gösteriş değil, bilâkis rûhun ihtiyaçlarıdır. Bütün bu işler gösteriyor ki, pisliklerden, kirliliklerden temizlenmek, sağlık için çok faydalıdır. Temizlik, herkesin sevdiği ve rahat, huzur duyduğu bir iştir. Bunu ancak, aklı noksan olanlar yâhut da hayvânî duygularına yenilen, tembelliği ve pisliği huy edinenler sevmeyebilir. Hattâ temiz insanlar, birbirini daha çok sevmektedirler. Bedenin, vücûdun temizlenmesi, yavaş yavaş mânevî kirlerin de temizlenmesine yol açar. Mânevî pisliklerden temizlenince de, insandaki hayvânî duygular zayıflar ve böylece rûhun arzu ettiği, hoşlandığı değerler, güzel huylar ortaya çıkar. İnsan, meleklik sıfatlarına bürünmüş, şeytânî duygulardan kurtulup, güzel sıfatlarla bezenmiş olur. Bu güzellikleri, insanın saâdetine, mutluluğuna sebeptir, vâsıtadır. Temizlik iki çeşittir:

1. Beden ve çevre temizliği

Vücudun her tarafı ve oturup kalkılan çevrenin temiz tutulması, insan sağlığı için çok önemlidir. Yiyeceklerin, içeceklerin, kullanılacak eşyâların temiz olması, bedeni ve rûhu besler. Çevre temizliği, disiplin ve düzeni sağlar. Hastalığa sebep olan mikropların çoğalmasını önler.

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde çeşitli yerlerde meâlen; “Temiz olanları severim.” buyuruyor. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem de buyurdular ki: “Temizlik îmândandır.”; “Temizlik îmânın yarısıdır.” ve “Namazın anahtarı temizliktir.” Bunun için Müslümanlar, câmilere, evlere ayakkabıyla girmez. Halılar, döşemeler, tozsuz, temiz olur. Her Müslümanın evinde, hamamı vardır. Her hafta Cumâ günü banyo yaparak bedenini temizler. Kendileri, çamaşırları, yemekleri hep temiz olur. Onun için mikrop ve hastalık bulunmaz. Müslümanlar, uzayan tırnaklarını keserler, koltuk altlarını ve kasıklarını temizler, saçlarını ve bıyıklarını traş ederek temiz tutarlar. Yemekten önce ve sonra ellerini, ağızlarını yıkarlar. Bunlar dînimizin emirleridir.

Ortaçağda Avrupalılar, hamamı ve yıkanmayı Müslümanlardan öğrenmişlerdir. Fransızların dünyâya övündükleri Versay Sarayında bir hamam yoktur. (L’Eau Potâble) İçme Suyu adlı bir Fransız eserinde diyor ki:

“Ortaçağda, Paris’te oturan bir Fransız, sabahleyin kalktığı zaman, evinde bir abdesthâne, helâ olmadığı için, oturağa yaptığı pislikle içme suyu şişesini berâber Sen Nehrine götürür. O nehirden evvelâ içmek için su alır, sonra pisliğini nehre dökerdi.”

Bunun yanında Kânûnî Sultan Süleyman Han zamânında İstanbul’a gelen bir Alman râhibi, tahminen 1560 târihinde yazdığı bir eserde:

“Buradaki temizliğe hayran oldum. Burada herkes günde beş defâ yıkanır. Bütün dükkânlar tertemizdir. Sokaklarda pislik yoktur. Satıcıların elbiseleri üzerinde ufak bir leke bile bulunmaz. Ayrıca hamam ismini verdikleri ve içinde sıcak su bulunan binâlar vardır ki, buraya gelenler bütün vücutlarını yıkarlar. Halbuki bizde insanlar pistir, yıkanmasını bilmezler.” demektedir. Avrupa’da yıkanmak, ancak asırlar sonra öğrenilmiştir.

Bugün Müslüman ismini taşıyan bâzı memleketlerde, dîne bağlılık azaldığı, îmân bilgileri bozulduğu gibi, temizliğe de riâyet olunmamaktadır. Fakat bunda kabahat, dînimizde değil, İslâm dîninin esâsının temizlik olduğunu unutan kimselerdedir. Fakirlik, pislik için bir mâzeret teşkil etmez. Bir insanın yere tükürmesinin, ortalığa pislik saçmasının para ile hiçbir ilgisi yoktur. Böyle pislik yapanlar, Allahü teâlânın temizlik emrini unutanlardır. Her Müslüman dînini iyi öğrense ve dinde sâdık olsa, bu pislik hemen ortadan kalkar. O zaman başka milletler, Müslüman memleketleri ziyâret ettiklerinde, tıpkı ortaçağdaki Müslümanlarda olduğu gibi, temizliğine hayran kalırlar.

Beden temizliği, sıhhati, sağlığı korur. Bundan dolayı Müslümanlar, bir zehir olan içkiyi kullanmaz. Çeşitli zararları tehlikeleri dolayısıyle yasak edilen domuz etini yemez. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, tıp bilgisini çeşitli şekillerde övmüştür. Meselâ; “İlim ikidir; beden bilgisi, din bilgisi.” Yâni ilimler içinde, en lüzumlusu, rûhu koruyan din bilgisi ve bedeni koruyan sağlık bilgisidir, diyerek herşeyden önce, rûhun ve bedenin zindeliğine çalışmak lâzım geldiğini emir buyurdu. Dînimiz, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü bütün iyilikler, bedenin sağlam olmasıyla yapılabilir.

Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır: Biri hijyen, sıhhati korumak, ikincisi terapi, hastaları iyi etmektir. Bunlardan birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazîfesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok kere, ârızalı, çürük kalır. İşte İslâmiyet, tabâbetin birinci vazîfesini, hijyeni garanti etmiştir. Mevâhib-i Ledünniyye kitabının ikinci kısmında, Kur’ân-ı kerîmin tıbbın iki kısmını da teşvik buyurduğu, âyet-i kerîmeler gösterilerek ispat edilmektedir.

Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Rum İmparatoru Heraklius ile mektuplaşırlardı. Bir defâ, Heraklius birçok hediye göndermişti. Bu hediyelerden biri de, bir doktordu. Doktor gelince dedi ki:

“Efendim! İmparator hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedâva bakacağım!”

Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), kabul buyurdu. Emreyledi. Bir ev verdiler. Hergün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Hiç bir Müslüman, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek:

“Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yeyip içtim, rahat ettim. Artık gideyim.” diye izin isteyince, Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem;

“Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan, misâfire hizmet etmek, ona ikrâm etmek, Müslümanların vazîfesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü Eshâbım hasta olmaz! İslâm dîni, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshâbım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça birşey yemez ve sofradan, doymadan önce kalkar.” buyurdular.

Bunu demekle, Müslüman hiç hasta olmaz demek istenmiyor. Fakat sıhhatine ve temizliğe îtinâ eden bir Müslüman uzun zaman sağlam kalır. Kolay kolay hasta olmaz. Ölüm haktır. Hiç bir kimse ölümden kurtulamaz ve herhangi bir hastalık sonucu ölecektir. “Ecel geldi cihâna, baş ağrısı bahâne!” sözü, Müslümanlar arasında meşhur olmuştur. Fakat, o vakte kadar sıhhatini koruyabilmesi, ancak Müslümanlıkta emredilen hususlara ve temizliğe riâyet sâyesinde olur.

2. Ruh temizliği

Beden temizliği yanında ruh temizliği de şarttır. Rûhun temizliği, kalbin ahlâk, fazîlet, adâlet ve her türlü insanlık meziyetleriyle dolu olmasına bağlıdır. İnsanın, dostuna da, düşmanına da iyilik, cömertlik yapabilmesi, adâletten ayrılmaması dînimizin emridir. Her bakımdan güzel ahlâk sâhibi olmak gerekmektedir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;

“İyi huyları tamamlamak, iyi ahlâkı dünyâya yaymak için gönderildim.” ve “Îmânı yüksek olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır.” buyurdu. Îmân bile, ahlâkla ölçülmektedir.

Müslüman, ahlâkı ve fazîleti yüksek olan kimsedir. Çünkü İslâm dîni, baştan başa ahlâk ve fazîlettir. İslâm dîninin, dostlara ve düşmanlara karşı yapılmasını emrettiği iyilik, adâlet, cömertlik, akılları şaşırtacak derecede yüksektir. İslâm târihindeki hâdiseler, bunu düşmanlara, pek iyi göstermiştir. Sayılamayacak kadar çok târihî vesîkalar mevcuttur. Bu vesîkalardan biri şudur: Bursa müzesi arşivinde, iki yüz sene öncesine âit bir mahkeme kaydında diyor ki:

“Altıparmak’taki Yahûdî Mahallesi yanında bir arsaya Müslümanlar câmi yapıyor. Yahûdîler, arsa bizimdir, yapamazsınız dediklerinde, iş mahkemeye düşüyor. Arsanın Yahûdîlere âit olduğu anlaşılarak, mahkeme câminin yıkılmasına, arsanın Yahûdîlere verilmesine karar veriyor ve hüküm yerine getiriliyor. Bu misâl, İslâm adâletinin din farkı gözeltilmeden herkese tatbik edildiğini gösteren binlerce hâdiseden sâdece bir tânesidir.

Bir Müslümanın rûhunun temizliği esastır. Yalan söyleyen, hilekârlık yapan, insanları aldatan, zulmeden, haksızlık yapan, dindaşlarına yardım etmeyen, azâmet satan, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin, hakîkî Müslüman sayılmaz. Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı kerîmde Mâ’ûn sûresi 1-3. âyet-i kerîmesin de meâlen;

“Dîni inkâr edenleri gördün mü? Öksüzü inciten, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse, işte odur.” buyurmaktadır.

Bu gibi kimselerin ibâdeti kabul olunmaz. İslâm dîninde yasaklardan sakınmak, emirleri yapmaktan daha önce gelmektedir. Hakîkî bir Müslüman her şeyden önce, tam ve mükemmel bir insandır. Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmak nedir bilmez. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünyâ ve âhiret iyilikleri verilmiştir.” (Bkz. Müslüman)

Güzel ahlâkı, iyi huyları bildiren hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:

İnsanlara merhamet etmeyene, Allah merhamet etmez.

Zulme mâni olarak, zâlime de mazluma da yardım ediniz!

Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulüm etmez. Onun yardımına koşar. Onu küçük ve kendinden aşağı görmez. Onun kanına, malına, ırzına, nâmusuna zarar vermesi haramdır.

Allah’a yemin ederim ki, bir kimse kendisine yapılmasını sevdiğini, din kardeşi için de sevmedikçe îmânı tamam olmaz.

Kötülüğünden komşusu emin olmayanın, Allah’a yemîn ederim ki, îmânı yoktur.

Kalbinde merhameti olmayanın îmânı yoktur.

İnsanlara merhamet edene, Allah merhamet eder.

Küçüklerimize acımayan ve büyüklerimize saygılı olmayan, bizden değildir. Kâfirler de buna dâhildir.

İhtiyarlara saygı gösteren ve yardım eden, ihtiyarlayınca, Allah ona da yardımcılar nasip eder.

Dînimizde, beden ve ruh temizliğinin önemi, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde geniş olarak açıklanmaktadır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

Orada günahlardan ve pislikten temizlenmeyi seven kişiler vardı. Allah da çok temizlenenleri sever. (Tövbe sûresi: 108)

Ey insanlar! Yeryüzündeki temiz ve helâl olan şeyleri yiyin!(Bakara sûresi: 172)

Allah çok tövbe edenleri ve pisliklerden temizlenenleri sever. (Bakara sûresi: 222)

Ey îmân edenler! Namaz kılacağınız zaman yüzünüzü, dirseklerle berâber kollarınızı yıkayın, başınızı mesh edin ve topuklarınıza kadar ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz boy abdesti alın, gusül edin. Allah size bir güçlük dilemez. Fakat sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nîmetini tamamlamak ister. Tâ ki, şükür edesiniz. (Mâide sûresi: 6)

Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdular ki:

On güzel şey peygamberlerin sünnetidir: Bıyığı kısaltmak, sakalı uzatmak, misvak kullanmak, ağzı ve burnu yıkamak, tırnak kesmek, koltuk altını temizlemek, kasıkları temizlemek, su ile istincâ etmek (ihtiyacı giderdikten sonra yıkamak, tahâretlenmek).

Cumâ günü tırnağını kesen kimse, bir hafta belâlardan emin olur.

TEMYİZ

Alm. 1. Unterscheidung (-svermögen n) (f), 2. Revision Kassation (f), Fr. Discernement (m), Cassation (f), İng. 1. Discernment; Soundness of judgment, 2. Appeal, reversal. Ayırt etme, seçme, ayırma; hukukta, doğruyu yanlıştan ayıran kurul.

Bir mahkeme hükmüyle bu hükmün dayandığı muhakemenin hukûkî bakımdan, yüksek mahkemede (Yargıtay, Askerî Yargıtay, Danıştay) bir defâ daha tetkiki imkânını sağlayan kânun yoludur. Cezâ işlerinde; 15 sene ve daha yukarı hürriyeti bağlayıcı cezâlarla ölüm cezâlarına âit hükümler, hiçbir harç ve masrafa tâbi olmaksızın Temyiz Mahkemesince re’sen tetkik olunur. Diğer hükümler ancak tarafların, kânunî süresi içinde mürâcaatları hâlinde Yargıtayca incelenir. Kânunda yazılı bâzı hükümlerinse temyizi mümkün değildir (Bâzı hafif para cezâları ve yine para cezâsı gerektiren suçlardan beraet hükümleriyle, Sıkıyönetim Askerî Mahkemelerinin kısa süreli hapis cezâlarıyla ilgili hükümleri gibi).

Temyiz sebebi, hükmün sâdece, kânun ve usûl esaslarına aykırı olmasıdır. Temyiz Mahkemesi, yapılan tetkik sonucu, hükmün bozulmasına veya tasdikine (onanmasına) karar verir. Bu şekilde verilen kararlar muhtelif konularda Temyiz Mahkemesinin görüşü kesinlik ve bir noktada sâbitlik kazanır, Yargıtaydaki muhtelif dâireler arasında ortaya çıkan hüküm uyuşmazlıklarını Yargıtay Genel Kurulu bir çözüme bağlar. Bu kararlara “İctihadı Birleştirme Kararları” denir. Alt mahkemeler, Temyiz Mahkemesinin yerleşmiş olan ictihatlarına bağlı olarak kararlarını vermek mecburiyetindedirler. Yâni bu kararlar, alt mahkemeleri bir kânun gibi bağlarlar. Bu yüzden İctihadı Birleştirme Kararları hukûkun kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.

TEMYİZ MAHKEMESİ

(Bkz. Yargıtay)

TENÂSÜH

Dünyâda, ölen kimsenin rûhunun başka bir bedene (insan veya hayvana) geçerek ona hayat verdiğine dâir asılsız inanış. Reenkarnasyon (Ruh göçü) adı da verilen tenâsüh inancı.

Bu inanç sisteminin M.Ö. firavunlar devrinde görüldğü gibi, Hind dinlerinden Budizm başta olmak üzere geçmiş milletlerdeki çok tanrılı dinlerde görülür. Rûhun insandan insana, insandan hayvana veya hayvandan insana, yâhut bir cisimden başka bir cisme geçtiğine inanılır. Hind ve İran’daki sihirbazlar Brahmanlar bâzı filozoflar, Derezilerle Karmatî ve İsmâilî denilen bâzı sapık fırkalarda da tenâsüh inancı yaygındır.

Hak dinler ve bunların sonuncusu olan İslâmiyet tenâsüh inancını reddeder. Rûhun, dünyâda bir bedenden başka bir bedene geçtiğine ve olgunlaştığına inanmak îmânı giderir. Yâni tenâsühe inanmak kişiyi îmândan çıkarır.

İslâm dînine göre, rûhların dünyâda bâzan cisim şeklini alarak iş görmeleri tenâsüh değildir. Burada ruhlar başka birisinin bedenine girmemiştir. Cisim şekline getirilmişlerdir.

Şeytan ve cin denilen varlıklar bâzan diri insanın içine girerek his ve hareket sinirlerine tesir ederler. Hareket ve ses meydana getirirler. İnsanın bundan hiç haberi olmaz. Roma’da, Peşte’de ve son zamanlarda Adana’da konuşan çocuk ve hastalar bu kâbil vakıalar olup, uzak memleketlerdeki veya eski zamanlardaki şeyleri söylediklerinden bâzı kimseler bunların iki ruhlu veya başka kimsenin rûhunu taşıdığını, yâni tenâsüh sanmışlardır. Halbuki bu gibi halleri şeytan ve cin tesiriyle ortaya çıkan şeylerdir. Tenâsüh değildir.

TENEKE

Alm. Weissblech (n), Fr. Fer-blanc (m), İng. Tin. Yumuşak çelikten îmâl edilmiş, üzeri kalay kaplı çok ince saç. Teneke soba borusu, zeytinyağı, konserve kutuları imâlinde çok kullanılır. Kalaylı olduğu için yiyecek maddelerine zararlı olmaz. Teneke kutular içerisinde havası alınmış yiyecek maddeleri bozulmadan senelerce muhâfaza edilebilir.

Teneke elde etmek için ince sac hâline getirilmiş çelik levhalar sıcak çekimle merdânelerden geçirilir. Sıcak teneke levha çinkoklorür eriyiğinden geçirilerek her türlü artık maddelerden temizlenir. Daha sonra ya daldırma usûlüyle veya elektrokimyevî kaplama usûlü ile bu çok ince sacın üzeri kalayla kaplanır. Tenekeden daha ince saclara sanâyide şamata sac da denir.

Plastik maddelerin çoğalması ve fiyatlarının düşmesiyle tenekeye olan ihtiyaç nispeten azalmıştır. Boya, yakıt, yapıştırıcı gibi maddelerin muhâfazası için plastik kutular teneke kutuların yerini almıştır. Ancak konserve sanâyiinde teneke henüz hâkimiyetini sürdürmektedir.

TENİS

Alm. Tennis (-spiel) (n), Fr. Tennis (m), İng. Tennis. Dikdörtgen şeklindeki kort adı verilen bir sahada iki veya dört kişi tarafından oynanan bir oyun. Topa raketle vurularak sahanın ortasındaki ağın üzerinden geçirilir. Gâye topa karşı oyuncunun karşılayamayacağı bir şekilde vurarak puan kazanmaktır. İlk defâ İngiltere’de çimenler üzerinde oynanan bu oyuna çim tenisi denmekteydi. Bugün sâdece tenis olarak adlandırılır.

Her yaşta insan tarafından amatör ve profesyonel olarak oynanan popüler bir oyun olan tenisin oyun kuralları 1913’te kurulan Milletlerarası Çim Tenis Federasyonu tarafından tespit edildi.

Tenis kortunun uzunluğu 23,77 m, eni 8,2 m’dir. Dört kişinin oynadığı kortlar biraz daha geniştir. Kortun tam ortasında 0,91 m yükseklikte bir ağ orta çizgiden her iki tarafa 6,4 m uzaklıkta servis çizgileri bulunur. Çift kişiyle oynanan kortlarda bir de kortun boyuna olan diğer bir çizgi vardır. Kortun yüzeyi çimen, beton, tahta gibi maddelerle kaplı olabilir.

Oyunda kullanılan top, çapı 6,35 cm ve sarı veya beyaz bir bezle kaplı bir küredir. Top 254 cm’den bırakıldığında 134,62-147,32 cm zıplayacak şekilde şişirilir. ABD’de daha çok zıplayan basınçlı toplar da kullanılır. Topa vurmaya yarayan raket tahta, demir, alüminyum veya plastikten yapılıp, ağırlığı 368,5-425 gram olmakla birlikte, ağırlık ve büyüklük husûsunda herhangi bir tahdit yoktur. Boyu 71 cm olan raketin bir sapı bir de naylon tellerle örtülü oval topa vurma kısmı vardır.

Puanlama: Oyunda alınan puanlar sayı, oyun, set ve maç olarak adlandırılır. Topu karşı tarafa geçiremeyen tarafın karşısındaki rakip puan kazanır. Bir tarafın oyunu kazanabilmesi için dört sayı kazanması gerekir. İlk üç sayıda kazanılan puanlar sırayla 15, 30 ve 40’tır. Dördüncü sayı oyun sayısıdır. Her iki tarafın 3 sayı neticesinde puanlarının 40-40 eşit olması hâlinde oyunu kazanmak için bir avantaj olmak üzere peşpeşe iki sayı almak icâbeder. Alamazsa tekrar berâbere olur. 30-0’lık bir skora 30-Löve adı verilir. Altı oyun kazanıldığında set kazanılmış olur. Netice 5-5 ise, seti kazanmak için bir tarafın peşpeşe iki oyun kazanması gerekir. Oyun eğer erkek ve kadınlı oynanıyorsa üç setin ikisini, erkekler oynuyorsa beş setin üçünü alan maçı kazanır

Puanlamadaki enteresan kâideler maçların çok uzun sürmesine sebep olabilir. Teklerde en uzun maç 1966’da Varşova’da King’s Cup Turnuvasında oynanmış ve 126 oyun neticesinde maç 27-29, 31-29, 6-4 skoruyla, çiftlerde 1967’de Newport Casino Dâvetinde 147 oyun neticesinde maç 3-6, 49-47, 22-20 skoruyla bitmişti. Bu tür uzun maratonları önlemek için 1970’te puan sisteminde bâzı değişiklikler yapıldı. Buna göre oyunlar 6-6 ise sırayla atılan 9 servisten 5’ini atan seti veya maçı kazanır. Âni-ölüm sistemi denen bu kuralın bulucusu ABD’li James Van Alen 1958’de Vass diye adlandıran bir sistem geliştirdi. Bu sistemin de skora tesir eden bâzı husûsiyetleri vardı.

Oyun kuralları: Hangi oyuncunun hangi tarafta oynayacağını ve hangisinin ilk servisi atacağını tespit etmek için para atılır. İlk servis kort dışından atılır. Atılan serviste top ağa ve karşı sahanın dışına çıkmaması gerekir. Peşpeşe iki servisi kaybeden sayıyı kaybeder. Ağa çarparak karşı sahaya düşen servise “let ball” denir. Bu durumda servis yenilenir. Ağa değme oyun içinde olursa oyun devam eder. Servisler sırayla kortun sağ ve sol dışından atılır. Tek sayılı oyunlarda kort değiştirilir. Topa yere vurmadan veya bir kere zıpladıktan sonra vurulur.

Oyunun esasları: Topa vuruş şekilleri servis, ön ve arka sürüşler, vole ve küt inme olmak üzere beş türlüdür. Raketin tutuş şekli oyuncuya bağlıdır; doğulu, kıtasal ve batılı gibi adlar alır. Doğulu ve kıtasal tutuş şeklinde raketin iki yüzü, batılı şekildeyse raketin tek yüzü kullanılır. Ön ve arka sürüşler topun yatay vuruşla karşı sahaya gönderilmesidir. Vole, topun raketle duvar gibi kesilmesi; küt inme, yüksek toplara servis atar gibi vurulmasıdır.

Tenis oyununun başlangıcı: 1873’te İngiliz Walter C. Wingfield tarafından başlatıldı. Çim sahalarda zevk olarak oynanıyordu. Ağ yüksekliği, yapılan bâzı değişikliklerden sonra 1884’te 0,91 m olarak belirlendi. İlk tenis şampiyonası turnuvası 1877’de Londra dışında Wimbledon’da yapıldı. Sonradan gözde bir spor hâline geldi. ABD, Kanada ve Avustralya’ya yayıldı. İlk profesyonel tenis 1926’da oynanmaya başladı.

Tenis turnuvaları esas olarak üç katagoriye ayrılır. Birincisi, amatörler de dâhil bütün oyuncuların alındığı açık turnuva; ikincisi, sâdece profesyonellerin oynadığı turnuva; üçüncüsü ise millî amatörler kuruluşuna bağlı profesyonellerin oynadığı bağımsız turnuvadır. Diğer bâzı önemli turnuvalarda sâdece amatörler oynar.

Yurdumuzda tenis oyununu ilk defâ İngilizler oynamışlardır. İstanbul’da bulunan İngilizler aralarında 1900 yılında tertipledikleri maçlarda ortaya üç yıl üst üste kazanana verilmek üzere Çelenç kupası koyarak karşılaşmalar yaptılar. Bu kupayı kazanan ilk Türk teniscisi Suat Subay’dır. 1924’te Türkiye Tenis Federasyonu kuruldu. Bundan sonra yurtiçi ve yurtdışı müsâbakalara iştirak edildi. Yurdumuzda yapılan en büyük tenis yarışması Türkiye birinciliğiyle Çelenç Kupası maçlarıdır. Bunun yanında İstanbul Tenis Eskrim ve Dağcılık Kulübünün düzenlediği İstanbul Milletlerarası Tenis Şampiyonası da yapılmaktadır.

1930 yılında ilk tenis millî karşılaşmasını yapan SedatErkoğlu, Suat Subay ve Sirinya’dan kurulu takımımız Balkan Şampiyonu olmuştur. 1951-1965 yılları arasında aralıksız 14 yıl Türkiye Şampiyonu olan Nazmi Bari, kırılması güç bir rekor sâhibi oldu. Nazmi Bari, 1951 Beyrut turnuvasında tek erkeklerde ikinci (çiftte Suzan Gürel ise birinci); 1952 Beyrut turnuvasında birinci; 1954 Selanik turnuvasında birinci; 1957 İsrâil turnuvasında ikinci; aynı yıl Üsküp turnuvasında ikinci olarak yurdumuzu temsil etmiştir. Takım karşılaşmalarının önemli şampiyonası 1900 yılından beri her sene yapılan Davis Kupası karşılaşmalarıdır. Bu kupada erkekler mücâdele ederler. Dördü teklerde, birisi çiftlerde olmak üzere beş karşılaşma yapılır. Her ülke iki veya dört kişilik takımlar hâlinde Davis Kupasına katılırlar. Türkiye bu kupaya 1959 yılından beri katılmaktadır. Sâdece 1973 yılında ikinci tura geçebilmiştir.

1974’te Balkan Şampiyonasında dördüncü oldu. Türkiye tenisteki en iyi başarısını 1980 İzmir’de yapılan İslâm Oyunları karşılaşmalarında aldı. Bu şampiyonada tek bayanlarda Tevfika Celaloğlu, Çift bayanlarda Tevfika Celaloğlu-Emel Erdem ve karışık çiftlerde Tevfika Celaloğlu-Kemal Ambar çifti birinci oldular. 1989’da Romanya’da yapılan Balkan Şampiyonasında bayanlar çiftlerde Duygu Akşit-Gülber Gültekin üçüncü oldular. 1990 Türkiye Tenis Şampiyonaları tek erkeklerde Alaaddin Karagöz, tek bayanlarda Duygu Akşit, çift erkeklerde Mert Ertunga-Alaaddin Karagöz, çift bayanlarda Duygu Akşit-Yasemin Kaya şampiyon oldular.

TENKİT

(Bkz. Edebî Türler)

TENTÜRDİYOT

Alm. Jod (-tinktur f), (n), Fr. Teinture (f) d’iode, İng. Tincture (of iodine). Bakteri öldürücü olarak kullanılan iyodun alkoldeki çözeltisi.

Yapılışı: 7 g iyot ve 3 g potasyum iyodür (KI) karıştırılıp, 90 g saf etilalkolde (ispirtoda) çözülür.

Tentürdiyot; tıpta çok önemli kullanım alanına giren mühim bir antiseptiktir. Yeni kesilmiş tâze yaraların etrafını iyice temizlemede kullanılır. Yara bununla temizlendikten sonra cildi tahriş etmemesi için alkolle temizlenir ve arkasından da alkol, temiz, mikrobu kırılmış (steril) bir gazlı bezle silinir.

Ameliyattan önce, ameliyat sahası önce, kıllıysa kıllardan temizlenir. Çünkü, kıl dipleri mikropları kolaylıkla barındırır. Arkasından tentürdiyodla boyanır. Sonra, iyod rengi alkolle temizlenir ve arkasından daha kuru steril bir bezle temizlenir.

TENYA (Taenia)

Alm. Bandwürm (m), Fr. Ténia (m), İng. Tapeworm. Familyası: Tenyagiller (Taeniidae). Yaşadığı yerler: Erginleri insanın ve omurgalı hayvanların barsaklarında parazit olarak yaşar. Özellikleri: Vücutları, “skoleks” adı verilen kısa boyunlu bir başla buna eklenmiş çok sayıda “proglotis” denen halkalardan meydana gelmiştir. Başlarında, konağa tutunmaya yarayan vantuzlar ve çengeller bulunur. Çeşitleri: Birçok çeşidi vardır. Meşhurları sığır tenyası (Taenid saginata), domuz tenyası (Taenia solium) ve köpek tenyası (Taenia echinococcus)dır. Helmintlerin (solucanlar) plat-helmintler (yassı solucanlar) bölümünün sestodlar şûbesinden olan yassı, şerit biçimindeki cinsine verilen ad. Şerit olarak da bilinir.

Sığır tenyası: Sığır şeridi, silâhsız şerit, abdest bozan da denir. Boyu çok uzundur. Ortalama 5-10 metreyse de 15 hattâ 25 metre kadar olanları da görülmüştür. Eni 2-7 mm olan vücûdunda ortalama 1500 kadar krem renkli halka (proglotist) bulunur. Yetişkinlerin başında rostellum (yuvarlak disk) ve çengelleri yoktur. Bundan dolayı silâhsız şerit denmiştir. Başında dört yuvarlak çekmen vardır. Bunlarla barsağa tutunur. Bir halkada hem dişi, hem de erkek üreme organı bulunur (Çift eşeyli). Gebe halkalarda rahim, yumurtalarla doludur. Bütün halkayı kaplar. Yumurtalar, yumurtlama deliği olmadığından ancak halkaların parçalanmasıyla dışarı çıkabilirler. Gebe halkalar dışkılama sırasında dışkıyla, bâzan da kendiliğinden makattan çıkar.

Yumurtası yuvarlak 35 mikron çapındadır. Dış kısmında kahverengi, çizgili bir örtü vardır. Yumurta içinde altı çengelli embriyon bulunur. İnsan barsağında genellikle bir tek sığır tenyası yaşar ve ömrü 18 yıl hattâ daha uzun olabilir. Besinini bulunduğu vücut ortamından sağlar.

Son konak olan insanın ince barsağında yaşayan sığır tenyasının dışkıyla çıkarılan halkalarının dış vasatta parçalanmasıyla serbest kalan yumurtalar nemli toprakta iki ay kadar yaşayabilirler. Bunları yiyeceklerle alan veya suyla içen sığırlarda yumurtadan çıkan embriyon (onkosfer) barsak duvarına yapışır. Buradan büyük ve küçük kan dolaşımıyla çiğneme kasları, kalp, omuz, dil kasları gibi çizgili kaslara giderek yerleşir. İki ay içinde kurtçuk hâli (sistiserkus bovis) meydana gelir. Bu 10 mm boyunda, oval, beyaz ve ufak bir kesedir, ara konak vücudunda, dokuz ay kadar canlı kalabilir. Bu etleri pişirmeden yiyen insanlarda mîde suyu ve safra tesiriyle içerdeki baş dışa döner, barsağa yapışır ve boyun kısmından halkalar teşekkül etmeye başlar. Üç aylık kuluçka dönemi sonunda hastalık belirtileri meydana çıkabilir.

Hastalığın belirtileri: Şerit, ince barsağın mukozasını (iç duvarını) zedeler, insan hayâtının idâmesi için gerekli besin maddelerine ortak olur. Hastada açlık ağrıları meydana gelir. İştah bozukluğu, bulantı, kusma, ishal veya peklik şeklinde barsak bozukluğu görülebilir. Barsak pasajında tıkama yapabilir. Salgıladığı zehirli maddelerin tesiriyle toksemi belirtileri meydana gelebilir. Anemi (kansızlık) görülebilir. Bâzı mukavim insanlarda halkaların zamanlı-zamansız düşürülmesi dışında şikâyet olmayabilir. Halkalar, çok nâdiren akut apandisite sebep olabilirler. Bâzan sara veya histeriye benzer nöbetler meydana getirebilir.

Teşhis: Dışkıda halka ve yumurtaların görülmesiyle konur. Halkalar hareketlidir. Karaciğer kelebeği ve domuz tenyasıyla karışır. Bunun için husûsi usullerle halkanın iyice incelenmesi ayırım yapmak için yeterlidir.

Tedâvi: Diklorofen (dichlorophen), niklosamid (niclosamide), akranil (acranil), aterbrin ve paramomisin (paramomycin) eş tesirli sığır tenyası ilâçlarıdır. Bunlar verilmeden bir önceki gün hasta sulu, hafif yemekler yer ve gece tuzlu bir müshil içer. Ertesi sabah ilâç alındıktan iki saat sonra yine aynı müshil verilir. Diklorofen veya niklosamid alan hastaya müshil verilmesi mecburi değildir. Diklorofen, yemeklerden önce günde üç defâ erişkinlere üçer, 15 yaşından küçüklere ikişer ve beş yaşından küçüklere birer gram olarak ağızdan verilir. Niklosomid verilecek hasta bir önceki akşam yemeğinde sulu yiyecekler yer. İlâç, sabah suyla veya çiğnenerek alınır. Bir defâda verilmek üzere erişkinlere 0,5 gramlık tabletlerden dört, 2-8 yaşındakilere iki, daha küçüklere bir tabletlik doz uygulanır.

Yurdumuzda her bölgede, fakat en fazla Güneydoğu veOrta Anadolu bölgelerinin sığırlarında ve özellikle yaz aylarında sistiserkus (embriyonlu yumurta) bulunur.

Korunma: Bu hastalar tedâvi edilmeli, toplum hastalıkla ilgili olarak eğitilmelidir. İnsan dışkısının çevreye dağılmasına, gübre olarak kullanılmasına mâni olarak, tedbirler almalıdır. Sığır eti iyice pişirilmeli, çiğ köfteden kaçınılmalıdır. Yurdumuzda şartlara uyularak hazırlanan sucuk ve pastırmalarda canlı yumurta kalması ihtimali yoktur. Uygunsuz şartlarda hazırlanan sucuk ve pastırmalar tenya için tam bir besi yeri özelliğini taşır.

Domuz tenyası: Domuz şeridi, silâhlı şerit de denir. Bunun hastalık yaptığı çok eski zamandan beri bilinmektedir. Bu şeridin hem erişkin şekli, hem de kurtçuğu insanda hastalık yapabilir.

2-5 metre boyunda olup sığır tenyasından daha kısadır. Baş kısmında dört çekmeni ve ayrıca bir tutunma yeri (rostellumu) üzerinde çengelleri vardır. Bu sebeple “silâhlı şerit” diye isimlendirilmiştir. Halka sayısı bin kadardır. Halkaları kare şeklindedir. Gebe halkalar uzundur. Rahim yan dalları azdır (Sığır tenyasında 15-30’ar tâne). Yumurtası, sığır tenasından ayırt edilemez.

Domuz şeridi, insan barsak mukozasına yapışmış olarak ve buradaki besinlerden faydalanarak insan vücûdunda 25 yıl yaşayabilir. Gelişimi sığır tenyasına benzer. Fakat bunda ara konak domuzdur. İnsana kurtçuk taşıyan domuz etinin yenilmesiyle bulaşır. Barsakta, kesesi içine dönük olan başını dışarı çıkararak mukozaya tutunur. İki ayda erişkin hâle geçer.

Hastalık ve belirtileri: Şiddetli karın ağrıları, açlık veya iştahsızlık, aralıklı olarak ishal veya kabızlık ve sinir sistemine âit belirtiler görülebilir. İnsan barsağında tıkanma yapabilir. Bâzı hastalarda artık ürünlerin tesiriyle zehirlenme belirtileri meydana getirebilir. Nâdiren, barsak delinmeleri bildirilmiştir. Kanda akyuvarlarda yükselme, kan yaymasındaki eozinofil artışı görülür. Bâzan barsakta 25 yıl kadar belirti vermeden yaşayabilir. Böyle bir durumda tehlike, barsaktaki şeridin yumurtalarının yutulması sonucunda “sistiserkus sellükoza” denen özel kurtçuğunun meydana gelmesidir. Bu kurtçuk vücûdun herhangi bir yerine yerleşebilir. Deri altı dokusu, beyin, göz boşluğu, kaslar, kalp, akciğer en sık tutulan organlardır. Kesenin altında iltihap olur ve sonra kapsül gelişir. Bu durumlarda yerleştiği organa göre belirti verir. Beyindeki yerleşim tehlikelidir. Beyin karıncığına doğru salkım şeklinde büyür. Baş dönmesi, baş ağrısı, bulantı, kusma, düşünce bulanıklığı, rûhî bozukluklar nöbetleri yapar. Barsak dışı organlarda yaptığı bu hastalığa “sistiserkoz” denir.

Teşhisi: Dışkıda halkaların görülmesiyle konur. Sığır tenyasından ayırt edilmesi ancak halkaların incelenmesiyle mümkündür.

Tedâvi: Sığır tenyasındaki gibidir. Sistiserkoz vak’alarında tedâvi, mümkünse cerrah tarafından kesenin çıkarılmasıdır. Bu şerit domuz eti yemeyen Müslüman ülkelerde görülmez. Yurdumuzda Gökçeada’da yaşayanlarda erişkin şekli, bu bölgelerdeki domuzlarda kurtçuk şekli tespit edilmiştir. Korunmanın esâsı domuz eti yememektir. Barsak cidârına çengelleriyle sıkıca tutunduğundan tedâviye, sığır tenyasına nazaran daha dirençlidir.

Köpek tenyası: Aslında tenya cinsinin değil, ekino-kokkus cinsinin bir üyesi olarak tasnif edilmiştir. Ancak umûmi mânâda sestotlar (yassı solucanlar) grubundandır. Erişkin şekli köpeklerin, bâzan da kurt ve çakalların ince barsağında yaşar (Ana konaklar). İnsanda kist hidatik diye isimlendirilen hastalığın âmilidir (Bkz. Kistler). Çok ufaktır. boyu 2-9 mm, eni 0,5 mm’dir. Küçük olan başında dört çekmeni ve rostellum denen halka gibi yapısında iki sıra hâlinde otuz veya daha fazla çengeli vardır. Dar, uzunca bir boyun kısmından sonra umûmiyetle üç, nâdiren dört tâne halka bulunur. Birinci halka gelişmemiştir, ikinci halkada üreme organları bulunur, sonuncu halka “gebe halka”dır. Yumurtaları diğer şeritlerinkine benzer.

Parazit, ana konakta zarar vermeden yaşar. Köpeğin dışkısıyla atılan yumurtalar ara konak (insan ve koyun) tarafından alınınca oniki parmak barsağında embriyon yumurtadan ayrılır, kan dolaşımına geçer. Sıklık sırasına göre karaciğer (özellikle sağ lobda ve % 70) akciğerler (% 10), beyin böbrekler, kemikler, omurilik, kalp ve diğer organda yerleşir. Kisti bâzan bebek başı büyüklüğüne ulaşır. Ölüme sebep olabilir.

TEODOLİT

Alm. Theodolit (m), Fr. Théodolite, İng. Theodolite. Yatay ve çoğu defâ düşey açıları tespit etmek sûretiyle açık arâzide noktalar, hatlar, cisimler arasındaki mesâfe ve boyutlarla ilgili hususları ölçmeye yarıyan optik bir âlet. Teodolit, ayar vidaları bulunan üç ayrı ayak üzerine oturtulmuştur. Teodolitin ayaklar üzerine oturan gövde kısmında yatay ve düşey açıları gösteren kadranlar, alidat denilen dürbün ve hareketleri sağlıyan verniyerleri, kadranları okumaya yarıyan optik âletleri taşıyan parçaları bulunur. Teodolit üzerinde yatay ve dikey düzlemdeki konumunu ayarlamakta yardımcı olan yatay ve dikey tesviye âyeti göstergeleri de vardır. Ayar vidaları ve bu tesviye âletleri yardımıyla âlet yatay ve dikey düzlemde hassas bir şekilde konup ayarlanabilir.

Ölçüm yapma maksadına göre teodolitler cinslere ayrılmıştır. Yön teodolitlerinde yatay skala sâbit kalmak üzere seri halde ufuk boyunca tam bir devir yapılarak ölçümler alınır. Ölçülen büyük değerden küçük değer çıkarılarak ölçülmesiyle istenilen açılar tespit edilir. Tekrarlı teodolitlerdeyse aynı yönlerde birçok ölçüm yapıldıktan sonra elde edilen toplam açı tekrar edilen ölçüm sayısına bölünerek netice elde edilir.

Teodolitlerde yatay ve düşey açıların ölçülerinin hassas bir şekilde yapılabilmesi için büyütme oranı büyük dürbünler de kullanılabilir. Ayrıca açı derecelerinin okunması için bir objektif veya mekanik mikrometre mevcuttur. Modern teodolitlerle yüzdelik cinsinden iki sâniyelik açılar ölçülebilir. Astronomi maksadıyla kullanılan teodolitler üzerinde fotoğraf makinesi de vardır. Rasathânelerde kullanılan bu cins teodolitlere fototeodolit denir. Fototeodolitlerle enlem ve boylam yönleri tam olarak bilinmeyen yerlerde kutup yıldızı, güneş ve diğer yıldızların gözlenmesiyle enlem ve boylam yönleri tespit edilebilir. Açı ve mesâfe ölçümünü elektronik olarak yapan ve infrared (kızılaltı) ışınlarıyla çalışan bir jeodimetri (bir tür takometre) vardır. Bilgisayara da bağlanarak hassas ve çabuk ölçüm yapar.

Teodolitin en çok kullanıldığı saha mesâfe ölçümleridir. Bu tür ölçümlerle baraj, binâ, yol, boru hatları konumları projeler üzerine aktarılır. İyi bir haritacı teodolit yardımıyla arâzi yapısını resimleyebilir. Bu tür çalışmalar topoğrafya konuları içindedir. Teodolitle mesâfe bulmak için üzerinde çok ince ölçekli işâretler bulunan bir sırık, mesâfesi ölçülecek noktaya konulur. Teodolit dürbününde sırık üzerindeki görülebilen alt ve üst çizgiler arasındaki uzunluk okunduktan sonra teodolite has bir formülle mesâfe hesaplanır. Bu formül D= 100R+30 olarak verilmişse 30 teodolitin odak uzaklığı, R sırık üzerindeki iki çizgi arasında okunan değer ve D ise hesapla bulunan mesâfedir. Formüldeki değerlerin hepsi santimetredir.

TEOMAN

Büyük Türk Hâkanlığının kurucusu. Doğum târihi belli değildir. Kendisine Tuman Yabgu da denir. Târihî araştırmalardan anlaşıldığına göre M.Ö. 220’de hâkan oldu. Zamânında Çin’de büyük kargaşalıklar vardı. Bundan istifâde ederek ayrı krallık ve prenslikler hâlinde yaşayan Türkleri birleştirdi. Çin’den önemli topraklar aldı.

Büyük oğlu ve veliahtı Mete’ye hâkanlığı vermemek için tedbirler alması, diğer eşinden olan oğlunu tahta çıkarmak için uğraşması, Mete ile arasının açılmasına sebep oldu. Mete, 10.000 kişilik bir ordu toplayarak babasının üzerine yürüdü. On bir yıl tahtta kalan Teoman, eşi ve veliaht yapmak istediği oğlu ile birlikte M.Ö. 209’da Mete tarafından öldürüldü.

TEPEDELENLİ ALİ PAŞA

Osmanlı vâlilerinden. 1744 yılında Yanya’da doğdu. Dedeleri Arnavutluk’ta muhtelif vazifelerde tanınmış olup, babası Tepedelen mütesellimi Veli Paşadır. Küçük yaşta babası öldüğünden gençliği mücâdelelerle geçti. Kurd Ahmed ve Kaplan Paşalara hizmet edip, himâyelerine girdi. Kaplan Paşaya dâmât oldu. Yanya, Delvina ve Tırhala mutasarrıflıklarıyla Derbentler-Başbuğluğu gibi vazifelerde kendini tanıttı. Oğulları Muhtar, Veli Veliyüddîn ve Sâlih Paşalar çeşitli vazifelerle Kuzey Arnavutluk’la Yunanistan’a hâkim olunca buralar Tepedelenli âilesinin mâlikânesi hâline geldi.

Osmanlı-Rusya-Avusturya Savaşında 1787’de Avusturya cephesinde PançovaHarekâtına katıldı. Sırbistan’da çıkan isyânı bastırmada hizmetleri oldu. Rus cephesinde de savaştı. Rütbesi 1795’te mirmiranlığa yükseldi. Yanya bölgesindeki yerli halkın çıkardığı isyanların bastırılmasında, Napolyon’un Mısır’a saldırısı sırasında Fransızlarla yaptıkları mücâdelelerde zaferler kazandı. 1798’de Preveze yakınında Fransızları bozguna uğratınca kendisine Sultan Üçüncü Selim Han tarafından vezirlik verildi. Rumeli vâlisi olarak dağlı eşkiyânın cezâlandırılması için bir sene kadar bu vazifede bulundu. On dokuzuncu yüzyılın başında Osmanlı Devletiyle İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki siyasî olaylardan da istifâde ederek Makedonya bölgesinin en güçlü adamı hâline geldi. Bu bölgenin tanınmış vâlilerinden İbrâhim Paşayı hileyle getirterek ölünceye kadar Yanya’da hapsetti. Oğlunu yerine göndererek Arnavutluk’un Toskalık bölgesinde hâkimiyet kurdurdu.

Ali Paşanın Arnavutluk’ta ve hâkim olduğu yerlerdeki tutumu, hâdiseleri istismar etmesi, onu devlet içinde devlet gibi hareket ettiriyordu. Mora ahâlisinin ve Rumların ayaklanarak devletin başına yeni bir gâile açılmasını istemeyen Sultan Mahmûd Han, Tepedelenli Ali Paşanın yaşlı olmasını düşünerek üzerine gitmiyordu.

Ancak İngilizlerle gizli muhâberelerde bulunan Nişancı Halet Efendinin çevirdiği entrikalar üzerine Ali Paşa ve oğulları memuriyetlerinin bir kısmından azledildiler. Fakat dinlemedikleri için üzerlerine karadan ve denizden kuvvet gönderildi. Yanya kalesinde bir sene 4 ay 25 gün muhâsaradan sonra serasker Hurşid Paşanın, hayâtına dokunulmayacağına dâir teminat vermesi üzerine Ali Paşa Yanya Gölündeki Pandeleimon Manastırına çekildi. Hurşid Paşanın yazılı bildirisini kabul etmeyen kindar Halet Efendi îdâm fermanını birkaç kişiyle gönderdi. Bunun üzerine kendisini müdâfaa eden Tepedelenli kurşunla vurularak öldürüldü (1822). Tepedelenli Ali Paşanın ölümüyle Rumlar üzerlerindeki en büyük tehlike ve baskıdan kurtulmuş oldular. Etniki Eteryada bunu fırsat bilerek isyânın başlama zamânının geldiğine kanaat getirip harekete geçtiler. Böylece Eflak-Boğdan ve Mora’da yıllarca sürecek olan Rum isyanı başlamış oldu.