TELEVİZYON
Alm. Fernsehen (n), Fr. Télévision (f), İng. Television. Görüntünün ve görüntüyle alâkalı seslerin aynı anda elektromanyetik dalgalar hâlinde yayılması prensibine dayanan en mükemmel haberleşme sistemlerinden biri. Televizyonun temel prensibi ışık enerjisinin elektrik enerjisine çevrildikten sonra yayınlanması ve alınan elektromanyetik sinyâllerin tekrar ışık enerjisine çevrilmesidir.
Işık enerjisinin elektrik enerjisine çevrilmesi fikri 1873 senesinde Selenyum üzerine ışık düşürüldüğünde elektrik direncinin değiştiğinin keşfedilmesiyle başlamıştır. Bu prensibe göre selenyum üzerine parlak ışık düşerse; sinyâl kuvvetli, soluk ışık düşerse sinyal zayıf olacaktır. Genliği değişen bu sinyâl radyo dalgaları gibi yayınlanıp alıcıda ters işlem yapılınca ekranda görüntü teşekkül eder. Televizyon bu bakımdan “uzaktan görme” mânâsına gelir.
Gazete baskısında çıkan resimler yakından incelenirse resmin, açık ve koyu noktalar matrisinden meydana geldiği görülür. Televizyon ekranında da meydana gelen resim esâsen açık ve koyu renkte noktaların birleşimi bir matristir. Televizyon yayını ve alınmasında bu matris iki türlü işleme tâbi tutulur. Birinci işlem, resmi yukardan aşağıya doğru binlerce yanyana noktalardan meydana gelen dilimlere ayırmak; ikincisi de resme hareket kazandırmak için sinema tekniğinde olduğu gibi gözün fark edemiyeceği sayıda ekrandan poz geçirmek (Bkz. Sinema). Bu iki işleme televizyon tekniğinde tarama denir.
Televizyon sistemleri verici ve alıcı olmak üzere iki kısımdır. Verici sistem, mercekli TV kamerası ve radyo vericisi; alıcı sistemse radyo alıcısı ve TV alıcısıdır. TV kamerasıyla TV alıcısında ışık enerjisini elektrik enerjisine çeviren tüpler vardır; bu tüpler kameradaki mercekten gelen ışık şiddetini elektrik video sinyâline çevirir ve radyo vericiye gönderir; alıcıdakiyse radyo alıcıdan gelen elektrik video sinyâllerini ışık enerjisine çevirerek ekranda görüntü meydana getirir.
Televizyon yayını renkli ve renksiz olarak iki türlüdür. Renksiz televizyon monokromatik (tek renkli) olarak adlandırılır ve beyaz, gri ve siyah renklerden istifâde edilir. Renkli televizyon ise özel filitre ve dikromatik ışık teknikleri ve floresant maddelerden istifâdeyle kırmızı, yeşil ve mavi renkleri kullanır. Renkli televizyon siyah, beyaz, kırmızı, yeşil ve mavi renklerin karışımından çok renkler elde etme özelliği de taşır.
Kablolu televizyon sisteminde yayının TV alıcısna iletilmesinde elektromanyetik dalgaları ileten antenler yerine telefon hattı gibi kablo hatları kullanılır. Çeşitli dış faktörlerin parazit tesiri olmadığından yayın daha nettir.
Televizyon yayınının radyo yayınından hiçbir farkı yoktur. TV yayını genlik modüleli video (resim) sinyali ve frekans modüleli (FM) ses sinyali şeklinde olur. Her iki sinyâlin frekansı birbirine çok yakın olup, aynı antendan alınabilir. Televizyon ses ve görüntü yayını için kullanılan belirlenmiş frekans bandlarına TV kanalları denir. TV frekans bandlarından 30-300 MHz arasında kalan bandlar çok yüksek frekans (VHF); 300-3000 MHz arasında kalan bandlar ultra yüksek frekans (UHF) gruplarına girer. Her band genişliği AvrupaTV sistemlerinde 8 MHz’dir; Amerikan TV sistemleri için 6 MHz’dir. TV yayınları birbirini gören 50-120 km mesâfelerdeki antenler aracılığıyla uzaklara iletilir.
Televizyon yayın tekniğine göre üç cins yayın vardır. Amerikan TV yayın sistemi NTSC, Fransız TV yayın sistemi SECAM ve Avrupa TV yayın sistemi PAL ismini alır. Türkiye PALTV yayın sistemine sâhiptir.
Târihî gelişme: İlk TV yayını 1928 ile 1935 seneleri arasında John Logie Baird tarafından ingiltere’de BBC aracılığıyla yapıldı. Bu sistemde resimler 525 yerine 30 çizgiyle ekranda teşekkül ettirildiği için teferruat görülemiyordu. 1936 senesinde Alexandra Palace yine BBC aracılığıyla 405 çizgi sistemiyle mükemmel görüntü elde etti. Bu sistem İngiltere’de 1964 senesine kadar devam etmiştir. Televizyonda ilk başarılı kamera İconoscope’un bulunuşuyla başlamıştır. İconoscope’u yine buna benzeyen orthicon tüpü tâkip etti. Daha sonra çok küçük fakat ışık direnç münâsebeti mükemmel olan görüntü plakası kurşun monoksit (PbO) kaplı vidicon tüp yapıldı. 1950 senesinde vidicon tüpün bulunuşu TV’de dev bir adım oldu. Vidicon tüpün en geliştirilmiş tipi, görüntünün düşürüldüğü plakanın yüzeyinin binlerce mini silileon fotodiyodlar dizisinden meydana gelenidir. Bu tür tüplere epicon tüp de denir. Tüplü kanallar yanısıra yarı iletken görüntü sensörlü kameralar da yapıldı. Orthicon kamera tüpün boyu 40 cm, vidiconun boyu 20 cm iken yan iletken görüntü sensörlü kamera elektron hüzmesi, yüksek voltaj ve tüp gerektirmediği için çok ufak, 1,9 x 1,22 genişliğinde minik bir parçadan ibârettir. Bu tür kameralara CCD (Charge-Cupled, Device) de denir.
Türkiye’de televizyonla ilgili çalışmalar 1965’te başladı. İstanbul Teknik Üniversitesinde küçük bir deneme istasyonu kurularak sınırlı bir alana yayın yapılmıştır. 1968’de Ankara Televizyonu siyah-beyaz ilk deneme yayınlarına başlamıştır. 1971’de İstanbul’da Çamlıca’daki televizyon istasyonu devreye girmiş olup, Ankara’daki programları aktarmıştır. Türkiye çapındaki yayınlar 1972’den sonra olmuştur. Renkli televizyonun ülkemizde yaygın hâle gelmesi 1985 yılında olmuştur.
Türkiye’de Radyo ve Televizyon yayıncılığı 1990 yılına kadar sâdece TRT tarafından yürütüldü. 1990 yılı başlarında Avrupa’da kiralanan uydular aracılığıyla Türkiye üzerine yayın yapan özel televizyonlar kuruldu.Kısa zamanda yurt çapında izlenmeye başladı. Bu arada Temmuz 1993’te Radyo ve Televizyon yayıncılığındaki devlet tekeli kaldırıldı. Hâlen (1994-Mart) TGRT, Flaş, Kanal 6, HBB, ATV, SHOW TV, İnter Star, Samanyolu TV’leri ile TRT’nin 6 kanalı yayın yapmaktadır.
TV kamerası: Resmin video sinyâli TV kamerasında başlar. Resim veya manzaradan gelen ışıklar kamera tüpünde elektrik sinyali şekline çevrilir. Işıklar evvela mercekten geçerek fotoelektrik görüntü perdesi üzerine düşer. Fotoelektrik perde diğer taraftan elektron hüzmesiyle taranır. Perdedeki ışık görüntüsünün koyuluk ve açıklığına göre fotoelektrik madde direnci değiştiğinden elektron akışı da farklı olur. Bu farklı elektron akışı ise elektrik sinyalinin doğmasına sebep olur.
Elektron hüzmesi, kamera tüpü içindeki elektron tabancasıyla üretilir. Elektron tabancası ısınınca elektron yayan katod ve ısıtıcı elemandan meydana gelmiştir. Çıkan elektron hüzmesine tüp içindeki hızlandırıcı ve yatay dikey yöndeki yönlendirici bobinlerle kumanda edilir. Renkli televizyon kameralarında ışık kamera tüpüne girmeden önce akromatik, dikromatik aynalardan yansıtılarak renklerine ayrılır. Akromatik ayna bütün renkleri yansıtır. Dikromatik ayna bir rengi geçiren diğer renkleri yansıtan özellikte özel bir maddeyle kaplanmıştır. Beyaz ışık üç ayrı dikromatik ayna grubunda kırmızı, yeşil ve mavi renklerine ayrıldıktan sonra kamera tüpüne girer.
TV alıcısı: Televizyon alıcısındaki tüp ekran iç yüzeyi floresant maddeyle kaplı olup, elektron hüzme taraması işleminde elektronların çarpmasıyla ışık saçar. Sinyal şiddetine göre elektron çarpma miktarı fazlalaşacağı için parlaklık fazla olur. Sinyal şiddeti azaldıkça parlaklık azalır. Sinyâl sıfırsa hiç parlaklık olmayacağı için görüntü siyahtır. Renkli televizyondaysa floresant madde üç ayrı renkte ışık yayacak özellikte olup, gelen renk sinyalinin cinsine göre ilgili rengi açığa çıkarır. Noktalar hâlinde çeşitli tonlardaki renklerin birleşmesinden görüntü kompozisyonu ortaya çıkar. Bu tüpe kineskop veya kısaca CRT denir. Kineskop, video sinyali resim haline çevirir. Renkli TV alıcısındaki tüp, noktalar hâlinde fosforesantı, kırmızı, mavi ve yeşil ışık yansıtan madde ihtivâ ettiği için resim renkli olarak ekranda görülür. TV alıcı tüpünde bulunan üç elektron hüzme vericisi fosforesant maddede de kırmızı, mavi ve yeşil renkleri açığa çıkaracak frekansta elektron atışı yapar. TV’deki diğer renkler üç ana rengin karışımıdır. Renk sinyali ihtiva eden video sinyaline Y-sinyali de denir.
Tarama ve senkronize: Televizyonda sinema tekniğindeki gibi gözün fark edemiyeceği hızda poz değişimine ilâve olarak, her poz ayrıca 625 çizgiyle noktalar hâlinde tek tek taranır. Göz önünden sâniyede 25 poz geçtiği için her görüntü 25x625= 15.625 çizgiyle meydana gelir. Elektron hüzmesiyle tarama üst sol köşeden sağa doğru olmak üzere aşağı doğru gider ve sağ alt köşede hüzme tekrar sol üst köşeye döner. Elektron hüzmesinin sol üst köşeden başlayarak sağ alt köşeye ulaşma süresi 1:50 sâniyedir. Amerikan TV sisteminde bu süre 1:60 sâniyedir.
Televizyonun kullanıldığı sahalar: Televizyonun kitle haberleşmesi yanısıra eğitim, endüstri, tıp, trafik kontrolu, telefon, video kayıt, bilgisayar ve faksimile konularında kullanma alanları vardır. Dünyâ yörüngesine oturtulan TV muhâbere uydularıyla görüntüler ânında dünyânın bir ucundan diğer ucuna ulaştırılmaktadır. 1963 senesinde Amerikan Cumhurbaşkanının uğradığı suikast 750 milyon kişi tarafından TV aracılığı ile görülmüş, 1969 senesinde N. Armstrong’un Ay’a ilk adım atışı dünyânın birçok köşesinde aynı anda TV’den seyredilmiştir.
Televizyonun fayda ve zararları: Televizyon kullanma maksadına göre faydalı veya zararlı olur. İyi hazırlanmış TV programlarının eğitim, tıp, endüstri konularında faydaları çok fazla olur. İnsanlar öğrenirken görme ve işitme organlarını çok iyi kullanırlar. Öğrenme işleminin % 90’ı gözle, % 8’i ise kulakla olur. Geriye kalan % 2’siyse koku, dokunma tat ve altıncı hislerle olur. Öğrenmede bu kadar mühim görevi olan televizyonun millî, kültürel, dînî ve diğer hususlarda önemi büyüktür. Bu bakımdan TV programlarının milletlerin kültür, din ve millî gerçeklerine uygun hazırlanması lazımdır.
Televizyonun eğitim ve propaganda alanlarında en güçlü yayın organları arasında yer aldığı bilinmektedir. Televizyonun gücünü sosyolojik açıdan ölçmek için çeşitli araştırmalar yapılmış, bu yayın organının etkisinin radyo, sinema ve basının birleşik etkisinden daha üstün olduğu sonucuna varılmıştır.
Devamlı ve çok uzun süreler TV seyretmek insanda aşağıda ele alınacak olan bozuklukları meydana getirir:
a) Devamlı TV seyreden kimseler pasif, hareketsiz ve hattâ mutsuz olabilirler.
b) Devamlı TV seyreden âile üyelerinin ve birbirleriyle dost olan kimselerin arasındaki alâkalar önemini kaybedebilir. İnsanlar arasındaki sohbetin, konuşarak anlaşmanın, okumanın ve birbirlerini sevmenin değeri zayıflayabilir.
c) Devamlı TV seyri, insanların yapması gereken pekçok işin ihmâl edilmesine ve unutulmasına yol açabilir.
Özellikle çocukların ve gençlerin derslerini ve uykularını TV yüzünden ihmâl ettikleri inkâr edilemez. Bu pekçok âilenin derdidir.
Çeşitli programlar yıpratıcı etkiler yapabilir ve insanların macera hevesini kamçılayarak onları istenmeyen davranışlara itebilir. Bu noktalara daha başkalarını da eklemek mümkündür.
Alm. Telegraph (m), Fr. Télégraphe (m), İng. Telegraph. Çeşitli kodlar kullanılmak sûretiyle mesâfeler arasında elektrik sinyâlleriyle yazılı bilgi gönderilmesini sağlayan bir cihaz. Modern telgraf sistemlerine benzer ilk çalışmalar 1794 senesinde Fransa’da Claude Choppe tarafından yapılmıştır.
Amerikalı ressam Morse ve arkadaşı Chamberlain 1837’de bir pil, elle kullanılan bir anahtar, mâdenî tel ve elektromekanik bir röle kullanmak sûretiyle ilk elektrikli telgraf cihazını gerçekleştirdiler. Ancak Morse bu buluşunu pekçok Avrupalı hükûmetlere teklif etmişse de bir ilgi göremedi. Bunun üzerine Chamberlain âleti yanına alarak İstanbul’a geldi. Yalnız âlet henüz kusursuz bir hâlde değildi. Yapılan denemelerin kesin bir başarıyla sonuçlanmadığını görünce âleti alıp, hatâlarını gidermek üzere Viyana’ya gitti. Yolda, bindiği geminin Tuna’da batması üzerine bu çalışması yarıda kaldı.
Abdülmecîd Han ise bu buluşun gelişmesini dikkatle tâkibe devam etti. Nitekim pâdişâhın bu ilgisini bilen ve İstanbul’da jeoloji araştırmaları yapan Amerikalı bilim adamı Lawrence Smith Morse’dan bu âletin bir örneğini getirtti. Pâdişâh ve devlet adamları önünde başarılı bir deneme yaptı. Abdülmecîd Han kendisine Morse’a verilmek üzere kendi imzâsını taşıyan bir ihtira berâtı ile murassa bir nişan verdi. Bu konuda Morse:
“Sultan Abdülmecîd, bu nişanı ve tebrikiyle keşfimin değerini anlayan Avrupalı ilk büyük insan olmuştur.” demiştir. (Bkz. Morse)
Osmanlı ülkesi içerisinde çekilmesine başlanan ilk telgraf hattı, Sivastopol yakınındaki Balaklava’dan Varna’ya, oradan da İstanbul’a uzatılan deniz hattıdır. Telgraf hatları kısa zamanda bütün Osmanlı İmparatorluğunda tesis edildi. İlk hattın açılmasından 15 yıl sonra, 1870’te imparatorluktaki telgraf hatlarının uzunluğu 36.059, 1875’te 37.643 kilometreyi buldu. Bu târihte Osmanlı ülkesi telgraf hatlarının uzunluğu bakımından dünyâ devletleri arasında beşinci geliyordu.
Osmanlı Devletinde ilk telgraf müdürü 29 Mart 1855’te tâyin edilen Billurîzâde Mehmed Beydir. Önceleri sadârete bağlı olan müdürlük 1870’te Posta Nezâretiyle birleşti ve Posta ve Telgraf Nezâreti adı altında Dâhiliye Nezâretine bağlandı. Bu târihte Osmanlı Devleti sınırları içinde 143’ü Rumeli’de olmak üzere 301 telgrafhâne bulunmaktaydı. Başlangıçta hemen tamâmı ülke dışından getirtilen telgrafçılar yerine kendi insanını yetiştirmek gâyesiyle 1861’de İstanbul’da Gülhâne Parkı karşısında ilk telgraf okulu açıldı. Buradan mezun olanların bir kısmı idârenin ileri safhadaki mühendis ihtiyacını sağlamak maksadıyle Avrupa’ya gönderildi. Bunlar sonra elektrik mühendisi olarak önemli hizmetler yapmışlardır.
Telgraf sistemi 1874’te Emile Bandot tarafından modern teleks makinelerine benzer duruma getirildi. Telgraf mesaj alıp verme merkezlerinin gelişmesi 1930’lardan sonra olmuştur. Şerit kullanan tam otomatik mesaj alıp verme merkezleri 1950’lerde kullanılmaya başlamıştır. 1960’lardan sonra tek hat üzerinden birçok frekansla yayın yapan elektromanyetik kromportör (multiplex) telgraf sistemleri gelişince telgraf, teleks ve faksimile gibi çok ileri yazı ve resim gönderme alma sistemleri hâline dönüştü (Bkz. Teleks, Faksimile). Telgraf sistemleri, telefon sistemleriyle ortak fakat ayrılmış belli frekans bandlarında yüksek frekans radyolink düzen içerisinde çalışmaktadır. Telgraf trafiği de telefon sinyâlleri gibi yüksek frekanslı radyo dalgaları şeklinde koaks, fiber optik kablolardan veya antenden antene havadan ve uydular aracılığıyla yapılır. (Bkz. Telefon)
Telgraf hizmetleri: En iyi bilinen telgraf hizmeti telegramdır. Telegramlar mesajları bir ülke içinde bir noktadan diğerine iletirler. Mesaj ya mahallî telgraf bürosuna verilir veya telefonla bu ofise dikte ettirilir. Bu mesaj gideceği yere teledaktilo kullanan operatör vasıtasıyla gönderilir. Mesajı alan istasyonda mesaj kâğıt üzerine basılır ve elden, gideceği şahsa verilir.
Milletlerarası telgraf olan kablo graflar genellikle bir denizaltı kablosuyla gönderilirler. Mesaj bir telgraf bürosuna verilir ve telgraf da olduğu gibi adrese gönderilir. Bunlar mahallî telgraf bürolarına normal yolla verilirler, sonra gemiyle haberleşme hâlinde olan radyo-telgraf istasyonuna gönderilirler.
Teledaktilo büroları alıcının bürosuyla diğer bir yer arasında direk bağlantı kurarlar. Herhangi bir teledaktilo operatörü makinasını umumî telefon çalışmalarında olduğu gibi birtakım işlemden sonra istenen teledaktiloya bağlar. Mesajı daktiloya benzer bir âlet üzerine yazar, bu mesaj ânında alıcı teledaktilo tarafından basılır. ABD’de teledaktilo çalışmaları TWX sistemi olarak bilinirken Avrupa’da bunun yerini teleks alır.
Özel hat hizmetleri: Büyük organizasyonlar kendi büroları arasında özel telgraf hatları kurmayı plânlar ve bunu yaparlar. Basının, petrol şirketlerinin ve diğer endüstri organizasyonlarının, askerî birliklerin ve hükümet acentalarının çok miktarda özel kablo ve hatları vardır. Genellikle telgraf hatları, telgraf şirketi tarafından çekilir ve sonra sâhibine teslim edilir.
Telgraf makinesi nasıl çalışır: Şimdi en fazla kullanılan telgraf makinesi teledaktilolardır. Bu hem alma hem de verme işlemlerinde kullanılır. Bir mesaj göndermek için operatör bunu basit olarak daktilo eder. Operatör her tuşa basışında beş uzun demir kendilerini beşinci bölüm Murray Kod’una ayarlayarak lâzım olan harfi meydana getirirler. Boşluklar için gene lüzumlu demir çubuklar kullanılır. İşâretler için çubuklar sola geçer ve boşluk çubuklarının arkasından çıkar. Bu çıkıntı meydana getiren çubuklar, hat üzerinde akım gönderen elektrik düğmelerini kapar. Alıcı teledaktiloda her işâretin alımı bir elektromıknatısın beş çubuktan birine basmasına ve böylece belirli bir harfi gösteren beşinci bölüm kod kombinasyonunu meydana getirmesine sebep olur. İşâretler için basılı çubuklar, boşluklar için hareket ettirilmemiş çubuklar, döner şekilde olan harf kafalarını belirli harf gelince durdurur. Sonra harfin arkasına çekiçle vurulur ve harf kâğıda basılır.
Bir teledaktilo operatörü devamlı daktilo yazamayacağı için pahalı olan telgraf hattını devamlı kullanamaz. Bu hattın devamlı kullanılabilmesi şeride alınan mesajın gönderilmesiyle mümkün olabilir. Bunun için yazılı mesaj ilk önce şerit üzerine kaydedilir, daha sonra şerit makineye takılarak mesaj alıcı merkeze gönderilir. Mesaj kapayıp açan merkezlerde gelen sinyâller mesajı kâğıt şeride basan reperforatorü işletirler. Kapayıp açma merkezlerinde aynı zamanda, mesaj yazılı hâle çevrilir.
Elektronik olarak kontrol edilen kapayıp açma merkezlerinde mesajlar manyetik hâfıza devreleri üzerinde depolanır ve lüzumlu hat boşalınca buradan okunarak, operatöre lüzum görülmeden, diğer intikâl merkezlerine gönderilir.
Osmanlı Devletinde sadrâzamların bir konu hakkında pâdişâha bilgi vermek ve nasıl davranacağı husûsunda ondan emir almak için yazdığı kısa yazı. Arapça bir kelime olan telhis uzun yazıyı kısaltmak, özetlemek mânâsına gelir. Sadrâzamlar başkalarına âit yazıları veya pâdişâha arz edilecek hususları hülâsa olarak bildirdikleri için bu tâbir kullanılmıştır. Sadrâzam telhis olarak yazdığı takririnde hâdiseyi bildirir, kendi düşüncelerini arz eder ve pâdişâhın bu husûsa dâir fikrini sorardı. Eğer arz edilen husus mühim olup, Sadrâzam dîvânında görüşülmüşse müzâkere netîcesi telhiste bildirilirdi.
Telhisleri Paşakapısı’ndaki Telhisî adı verilen memur saraya götürüp, Kapı ağasına teslim ederdi. Onlar da pâdişâha takdim ederlerdi. Pâdişâh, kâğıdın üst tarafına “mûcibince amel eyleyesin, olur, olmaz vs.” gibi cevap verir ve bâzan da “mânzûrum olmuştur” diyerek okuduğunu beyan ederdi. Pâdişâhla saray arasında bu muharrerât (yazılı kâğıtlar)ın gidip gelmesi Telhisçi vesâire gibi memurlar uzantısıyla olurdu. Sadrâzamların takdim ettikleri muharrerâtı Telhisî denilen sadrâzam telhisçisi saraya götürüp kapı ağası vâsıtasıyla takdim ederdi.
On dokuzuncu yüzyılda telhis mâbeyn başkâtibine hitâben yazılmaya başladı. Bu defâ pâdişâhın verdiği cevâbı, mâbeyn başkâtibi kâğıdın alt tarafına yazardı. Serdâr-ı ekremler tarafından cepheden gönderilen telhisler mühürlü olarak pâdişâha arz edilmek üzere Rikâb-ı hümâyun kaymakamına gönderilirdi. Alınan cevap mühürlü olarak serdâr-ı ekreme yollanırdı.
Alm. Einprägen (n), Fr. Inculcation (f); suggestion (m), İng. Inculcation; suggestion. Şuur dışı bir vetire (süreç) aracılığıyla kişinin rûhî veya fizyolojik yönüyle ilgili bir fikrin gerçekleştirilmesi. Telkin, dikkatin bir yere toplanması sonucunda ortaya çıkar. Telkin, bir kişinin bir başka kişi üzerindeki etkisi değildir. Kişinin kendi varlığında cereyan eden şuurlu ve araçları bir gâyeye uygun hâle getiren bir faâliyettir.
Küçük çocukların eğitimi mantıkî olmaktan çok telkin yoluyla gerçekleştirilir. Siyâset adamları, büyük hatipler, propagandacılar telkin yoluyla kalabalık grupları harekete geçirirler. Günlük hayattaki davranışların hemen hepsi çevredeki kimseler tarafından yapılmış telkinlerin sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu sebeple insan davranışlarında ağır basan unsurun telkin olduğu söylenebilir.
Endişe hallerinde telkine elverişlilik artar. Kişi kendi endişesini artıracak herşeye hemen inanır. Bu durumda aksi yönde telkin imkânsızdır. Telkinin hipnotik şekli psikoterapide bugün için fazla önem taşımamaktadır.
Kendi kendine telkin de mümkündür. Bâzı kusurların ortadan kaldırılması ve iade gibi konularda kendi kendine telkin büyük önem taşımaktadır. Ama, bu çeşit psikoterapiyle elde edilen sonuçlar pek yüz güldürücü değildir.
Çocuklar için normal olan telkine elverişliliğin uzun sürmesi hâli patolojiktir (hastalık alâmetidir). Bu hal bâzı rûhî bozuklukların kaynağını meydana getirebilir. Telkine elverişliliğin rolü özellike histeride kendini gösterir. Bu hastalar aksi yönde telkine de elverişlidir. Bu durum histerinin tedâvisinde telkinin başarıyla uygulanmasını sağlar.
Kabirde, cenâzenin defnedilmesinden bir müddet sonra, Allahü teâlâdan onun affı, bağışlanması için duâ ve niyazda bulunmak; kabirde sorulacak suallerin cevaplarını hatırlatmak. Telkîn, lügatta “bir şeyi zihinde yer ettirmek, bir fikri aşılamak” mânâlarına gelir. Ölünün defninden sonra, kabre ve kıbleye karşı ayakta durarak telkîn vermek, Peygamberimizin sünnetlerindendir.
Cenâzenin toprağa tevdî edilmesinden sonra, din kardeşlerinin hemen oradan ayrılması uygun değildir. Peygamber efendimiz cenâzeyi defnettikten sonra hemen ayrılmayıp, Eshâbına hitâben de; “Kardeşiniz için Allahü teâlâdan mağfiret isteyiniz ve kendisine temkîn (suâle cevap iktidarı) ihsan buyurulmasını isteyiniz. Zîrâ şimdi o, suâle çekilecektir.” buyururlardı. Müslümanlar, cenâzeyi kabir başına koyunca, iş yapmayanlar otururlar veya çömelirler. Yahûdîler ve Hıristiyanların âdetiyse ayakta durmaktır. Meyyit defnedilirken, yedi sûreyi okumak müstehaptır. Bu yedi sûre, İnnâ enzelnâ ve Kâfirûn, İzâ câe, İhlâs, iki Kul e’ûzü ve Fâtiha sûreleridir. Definden sonra bir hafta hergün sadaka verip, sevâbını meyyitin rûhuna hediye etmek de müstehaptır.
Cenâzeyi defnettikten sonra, birkaç dakika etrâfında oturup veya çömelip, Bakara sûresinin başını ve sonunu okumak, meyyit için duâ ve istiğfâr etmek çok sevaptır. Sâlih Müslümanlar, aralarında paylaşıp, bir evde toplanarak veya herkes kendi evinde, ücretsiz olarak hatim veya hatm-i tehlil, (yâni kelime-i tevhidi yetmiş bin kerre) okumaları ve sevabını ölünün rûhuna göndermeleri çok faydalıdır.
Kabir suâli olmayan kimselere telkîn vermeye lüzum yoktur. Müslümanlardan dokuz kimseye kabir suâli yoktur. Şehitler, sabi çocuklar, Peygamberler ve sıddîkler vs. bunlardandır.
Birçok telkîn şekli bildirilmiştir. Kabirde okunan telkînin metni, geniş olarak fıkıh (ilmihal) kitaplarında yazılıdır.
Alm. Vermittler, Makler (m), Fr. Courtier, palcier, agent (m), İng. Broker, middleman, pimp. Satılacak malı ve bir haberi halka bağırarak duyuran kişi. Taraflardan hiçbirinin temsilcisi, vekili, memuru veya acentesi gibi sıfatlarla devamlı şekilde bağlı olmadan ücret karşılığında, sözleşmelerin yapılması için taraflar arasında aracılık yapmayı meslek edinen kişidir. Ticârî işlerdeki tellâla ticâret tellâlı denir. Ticâret tellâlı, Ticâret Kânununa tâbidir. Ticârî işler tellâlının sâdece ticârî işlerde aracılık yapması gerekir. Esnaflar arasındaki aracı olan tellâl, ticârî tellâl sayılmaz. Geçici olarak aracılık yapan kimse de tellâl değildir. Tellâlın yaptığı iş için ücret alması esastır. Tellâlın ücret alabilmesi için, sözleşmeyle tellâlın faâliyeti arasında bir illiyet bağı olmalıdır. Sözleşme tellâlın gayretiyle kurulmalıdır. Ücreti taraflar tespit eder. Bir hüküm yoksa, ücret, ticârî teâmüle göre ödenir.
Genelde yaptığı masraflar, tellâlın kendine âittir. Ancak sözleşmede bir hüküm varsa masrafları da taraflardan isteyebilir. Tellâlın, aracılık etme, nümûne saklama, bordra tanzimi ve yevmiye defteri tutma gibi görevleri vardır.
Tellâllık sözleşmesi şu altı durumda son bulur:
1) Müvekkilin verdiği işin sona ermesi, 2) Müvekkil veya tellâlın ölümü, 3) Verilen sürenin bitmesi, 4) Azil veya istifâ, 5) Müvekkil veya tellâlın ilgası, 6) Müvekkil veya tellâlın fiili ehliyetini kaybetmesi.
Tellâlin aldığı ücrete tellâliye adı verilir.
Alm. Tellur (n), Fr. Tellure (m), İng. Tellurium. Gümüş beyazlığında, yarı metal bir element. Te sembolüyle gösterilir.
Bulunuşu ve elde edilişi: Tabiatta çok az bulunan elementlerdendir. Metal sülfür minerallerinde az bir oranda bulunur. Önemli mineralleri olmayan tellürün başlıca iki minerali silvanit AgAuTe ve hessit Ag2Te’dir.
Tellur, bakırın saflaştırılmasından meydana gelen anot çamurundan elde edilir. Bu çamurda eser miktardan % 8’e kadar varan bir nispette tellür bulunur. Bakır elde edildikten sonra kalan çamurdan tellür, tellüröz asidi, H2TeO3 şeklinde çöker. H2TeO3 kostik sodayla çözündürüldükten sonra elektrolizle elementel tellür ele geçer. Tellür bundan başka altın ve gümüş sülfürlerin yakılmasından çıkan baca tozlarından ve sülfürik asit üretiminde kurşun odalardan elde edilir.
Özellikleri: Tellür, oksijen âilesi elementlerinden olup, peryodik tabloda VIA grubunda bulunur. Oksijen, kükürt ve selenyumdan daha metal karakterli olmasına rağmen bir yarı metaldir. Aynı zamanda bir yarı iletkendir. Atom numarası, 52, atom ağırlığı 127,61’dir. Elektron dizilişi (Kr) 4d105s25p4 şeklindedir. Bileşiklerinde -2, 4+, ve 6+ değerliklerini alabilmektedir. Atom ağırlıkları 120Te’den başlayıp, 130Te’a varan 8 tâne kararlı izotopu vardır. Erime noktası 452°C, kaynama noktası 1390°C’dir. Kimyâsal reaksiyona girdiği sıvılar hâriç hiçbir sıvıda çözünmez.
Kullanılışı: Tellür çelik ve bakıra katılır. Kurşuna katıldığında da sertlik ve mukâvemetini arttırır. Bundan başka tellür, yarı iletkenlerin ve termo elektrik alaşımların üretiminde kullanılır. Tellürditiyokarbomat bileşiği hâlinde merkaptobenzotiyazolla berâber, butil kauçuğu îmâli için bilinen en iyi hızlandırıcıdır.
Alm. Funkgerät (n), Fr. Télégraphie sans fil (T.S.F) (f), İng. Wireless. Nakil vâsıtası olarak tel yerine uzay ortamını kullanarak ses, söz, yazı ve resim şeklindeki haberlerin birbirinden uzak noktalar arasında karşılıklı olarak alınıp verilmesini sağlayan cihaz. Bir çeşit telekominikasyon aracı. Telekominikasyon tekniği târih boyunca çeşitli merhalelerden geçmiş, fakat asıl büyük gelişmeler elektrikten faydalanma ile 19. asırda gerçekleşmiştir. Telefon ve telgraf gibi telli bağlantılardan sonra nihâyet nakil ortamı olarak uzay kullanılarak telsiz irtibatla haberleşme sağlanmıştır.
Telsiz yayınında ilk gerekli olan şey vericiyle alıcı arasında bir irtibat sağlamak üzere haberi kendisine yükleyeceğimiz taşıyıcı dalganın üretilmesi, kuvvetlendirilmesi ve uzaya yayınlanmasıdır. Taşıyıcının sâbit frekans ve şiddette elektromanyetik bir dalga olduğu düşünülürse verici merkez belirli veya bütün yönlere görünmeyen elektromanyetik dalgalar gönderen bir bakıma güçlü bir fener olarak kabul edilebilir. Fakat sürekli parlayan bir ışığın varlığını haberdar etmekten başka birşey söylememesi gibi bir telsiz vericisinin taşıyıcı dalgası da sâdece onun varlığını ifâde eder. Bu sâbit taşıyıcının bir haber sağlaması için herhangi bir yolla değiştirilmesi gerekir. Meselâ taşıyıcı bir kesilip bir verilerek anahtarlanırsa, mors veya teleprinter kodlarına göre frekansı iki sınır arasında kaydırılırsa radyotelegrafı veya mesaj veya radyofaksimileyle resim gönderilebilir. Ses veya resim bilgisine göre taşıyıcı çok daha karmaşık tekniklerle değiştirilebilir. Bu değiştirme işlemine modülasyon denilir. (Bkz. Modülasyon)
Kullanılan telsiz sistemlerinde çoğunlukla genlik ve frekans modülasyonuyla bunların çeşitleri kullanılır. Modüleli işâret alıcıda demodüle edilerek haber ortaya çıkarılır. Modülasyonun gâyesi, nakledilecek haberi transmisyon yoluna uygun hale getirmektir. Meselâ frekans bandına, band genişliğine, parazit aralığına lineer olan ve olmayan distorsiyonlara uydurmaktır. Genlik modülasyonunda taşıyıcı işâretin genliği habere âit işaretle değiştirilir. Bu durumda taşıyıcı frekansın sağında ve solunda haber işâretinin frekansla taşıyıcı frekansın toplam ve farklarının meydana getirdiği iki yan band ortaya çıkar. Haberin karşı taraftan alınabilmesi için taşıyıcılı veya taşıyıcısız bir yan bandın gönderilmesi kâfidir. Böylece tek ve çift yan bandlı sistemlerden söz edilir. Karşı tarafta modülasyon işlemindekine benzer bir değiştirme işlemine ihtiyaç vardır. Bu işleme demodülasyon işlemi adı verilir. İşlem, modülasyon işlemindekinin tersidir ve yeniden şekil değiştirme anlamına gelir.
Frekans modülasyonunda (FM) ise taşıyıcı işâretin frekansı habere âit işârete göre değiştirilmektedir. Haber artık taşıyıcı işâretin genliği içerisinde saklı olmayıp taşıyıcının sıfırdan geçiş anlarında saklı olmaktadır. Bozucu işâretler yâni parazitler, frekans modülasyonlu işâretli haberin, genlikle ilgisi olmadığı için etkili olamazlar. BöyleceFM’de daha net ve temiz bir ses elde edilir.
Telsiz sistemleri çeşitli tip ve güçte askerî ve polisiye gâyelerle sıkça kullanıldığı gibi sivil gâyeler için de kullanılabilir.
Alm. Faultier (n), Fr. Bradype (m), İng. Sloth. Familyası: Tembelhayvangiller (Bradypodidae). Yaşadığı yerler: Orta Amerika’dan Arjantin’e kadar olan bölgenin ormanlarında. Özellikleri: Ağaçlarda yaşayan, ayakları kancalı yavaş hareket eden bir memeli. Boyu, 50-60 cm kadardır. Dallarda başaşağı gezer. Tomurcuk, çiçek meyve ve yaprak yer. Ömrü: 12, 15 yıl kadar. Çeşitleri: Üç parmaklı tembel hayvanlar (Bradypus) ve iki parmaklı tembel hayvanlar (Choloepus) olmak üzere iki cinsi vardır.
Orta ve Güney Amerika’nın en sıcak ormanlarında yaşayan bir memeli. Başı ufak ve yuvarlak, ön ayakları arka ayaklarından daha uzun, tırnakları büyük ve çengellidir. Kılları sert ve sıktır. Kulaklarının yarısı postunun tüyleri arasında kaybolur. Kuyruğu çok kısadır. Genellikle çok yavaş hareket eden bu hayvan, vaktinin çoğunu ağaç dallarında asılı olarak yaprak yerken, uyurken hattâ yavrularken geçirir. Tek başlarına yaşarlar. Erkeklerinin sırtında sarı bir leke vardır. Yere çok nâdir iner ve âdetâ sürünerek yürür. Sivri ön pençeleriyle kendisini korur. Suda gâyet iyi yüzer. Gözlerinin ikisi de maymunlardaki gibi karşıya bakar. Günün çoğunu başını ön ayakları arasına sokarak dalda asılı olarak geçirir. Vücut ısısı çevreye bağlı olarak değişen bir memelidir. Gece aktiftir. Dallardaki yaprakları yiyerek beslenir. Dokunma ve koku alma duyusu hassastır. Dişsizler takımındandırlar. Yalnız kesici dişleri yoktur. Diğer dişleri tamdır. Tüyleri donuk kahverengi veya gridir. Yağmurlarda ıslanan tüyleri yer yer yosun tutar. Bu yeşilimsi görünüşyle çevreye rahatça kamufle olur.
Diğer memelilerde genellikle 7 boyun omuru bulunmasına rağmen, bunlarda 9 boyun omuru bulunur. Bu sebeple başlarını kolayca hareket ettirirler. Üç parmaklı tembel hayvanların ön ve arka ayakları üçer parmaklıdır. Erginleri 4-4,5 kg ağırlıktadır. Altı-yedi cm’lik kısa kuyruklarıyla berâber vücut uzunlukları 50-60 cm’yi bulur. İki parmaklı türlerin arka ayaklarında üç, ön ayaklarında iki parmak vardır. Ağırlıkları 9 kg, uzunlukları 60-65 cm kadardır. Boyunlarında 6 boyun omuru mevcuttur. Kuyrukları bulunmaz. 12-15 yıl kadar yaşarlar. Hayvanat bahçelerinde çoğunlukla bunlar beslenir.
Güney Amerika’ya ilk gelen seyyahlar, bu hayvanı bir defâsında bir ağacın üzerine tırmanıp, son yaprağına varıncaya kadar yediği ve yere inmek zahmetine girmemek için kendini aşağıya attığını hikâye ettiklerinden “tembel hayvan” ismiyle anılmıştır. Ön ve arka ayaklarındaki çengelli tırnaklarıyla ağaçların dallarına tutunarak daldan dala ve ağaçtan ağaca çeviklikle geçebilir. Bu hareketleri yaparken uzaktan âdeta bir maymuna benzer. Azı dişleri silindir şeklindedir. Ön ayakları iki parmaklı olan tembel hayvan üç parmaklıdan biraz daha hareketlidir. Yerde daha rahat yürür. Tehlike anında sırtüstü yatarak keskin pençe ve dişleriyle kendisini hırsla savunur. Düşmanları yırtıcı kuşlar, boğa yılanı ve pumadır. Altı ay kadar süren bir gebelikten sonra tek yavru doğurur. Yavru beş haftalık bir emzirme süresinde anasının göğsüne asılı kalır. Sonra yaprak yemeye başlar. Ormanda yakalanan bir erkek tembel hayvan, hayvanat bahçesinde 11 yıl yaşamıştır.
Üç parmaklı tembel hayvan (Bradypus tridactylus) çoğunlukla Brezilya, Paraguay, Honduras ve Arjantin’deki ormanlarda bulunur. İki parmaklı tembel hayvan (Choloepus didactylus) ile Hofman iki parmaklı tembel hayvan (Choloepus hoffunanni) Nikaragua, Venezüella, Brezilya ve Peru ormanlarında yaygındır.
Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından. İsmi Temîm bin Evs, künyesi Ebû Rukayye’dir. Doğum ve vefât târihi bilinmemektedir. Lahm kabîlesinin bir boyu olan Benü’d-dârâ mensup olduğu için Dârî diye tanınmıştır. Önce Nasrâni (Hıristiyan) âlimlerindendi. Hicretin dokuzuncu senesinde Müslüman oldu.
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, Medîne’de yerleşti. Peygamber efendimiz Filistin’deki Hebran, yâni Halîlürrahmân idâresini ona vermişti. Temîm-i Dârî radıyallahü anh, Peygamber efendimize:
“Yâ Resûlallah! Filistin’de benim komşularım ve kabîlem var. Onların Ceyrûn ve Avnûn adlı iki köyleri mevcut. Allahü teâlâ Şam’ın fethini nasip ederse, bu iki köyü bana verir misiniz?” deyince Peygamber efendimiz:
“Onlar senin olsun.” buyurdular.
Bunun üzerine Temîm-i Dârî hazretleri: “Bu husûsta senet isterim.” deyince Peygamber efendimiz ona yazılı bir senet verdi. Hazret-i Ebû Bekr’in hilâfeti sırasında bu hususta ondan da bir senet aldı. Hazret-i Ömer’in hilâfeti sırasında Şam ve Filistin fethedilince, o köyler Temîm-i Dârî hazretlerine ıktâ olarak verildi.(Bkz. Iktâ)
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, hazret-iÖmer’in halîfeliği sırasında da Medîne-i münevverede ikâmet etti. Halîfe’nin emri üzerine Ramazân-ı şerîf ayında Mescid-i Nebî’de terâvih namazı kıldırdı. Geceleri çok namaz kılardı. Bâzan namazda kıyâmdayken bir âyet-i kerîmeyi sabaha kadar okur, rükû ve secde yaparak namazı tamamlar ve çok ağlardı.
Bir rekat namazda Kur’ân-ı kerîmin hepsini hatmetmek yalnız dört kişiye nasip olmuştur. Bunlardan biri Temîm-i Dârî hazretleridir. Diğerleri hazret-i Osman, Saîd bin Cübeyr ve İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir.
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, kerâmet sâhibiydi. Bu hâlini hazret-i Ömer yakînen bilirdi. Eshâb-ı kirâm radıyallahü anhüm ve Tâbiîn-i ızâm da onun kerâmetini görmüşlerdir. Bir defâsında Harra taraflarında bir yangın çıkmıştı. Hazret-iÖmer hemen Temîm-i Dârî’ye (radıyallahü anh) giderek; “Kalk şu ateşi söndür!” buyurdu. O da tevâzu göstererek: “Ey Mü’minlerin emiri! Ben neyim ve kimim ki, bu yangını söndüreyim.” dedi. Daha sonra hazret-i Ömer ile birlikte yangının çıktığı yere gittiler.
Bu hâdiseyi nakleden râvî şöyle anlatmıştır:
“Ben de onları tâkip ettim. Ateşe doğru yürüdüler. Temîm-i Dârî eliyle ateşi öyle bir topladı ki, ateş vâdiye doğru çekildi. Sonra ateşin peşinden gidip vâdiye girdi. Hazret-i Ömer de bu hâdiseyi açıkça gördü.”
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, hazret-i Ömer devrinde Medîne’den Şam’a gitti. Hazret-i Osman’ın şehit edilmesine kadar Şam’da kaldı. Bu hâdise üzerine fitneye karışmamak için Filistin’e oradan da Beyt-i Makdîs’e geçti. Bir rivâyete göre orada, diğer bir rivâyete göre de Şam’da vefât etmiştir.
Temîm-i Dârî hazretleri bir Nasrânî âlimiyken Müslüman olmakla şereflenmesinden dolayı duyduğu memnûniyeti şöyle ifâde etmiştir:
“Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Bu din gece ve gündüzün devâm ettiği her yere mutlaka ulaşacak. Allahü teâlâ bu dînin şerefle ve zorla girmediği hiçbir köy ve şehir bırakmayacak. Allahü teâlâ orada İslâmı ve Müslümanları muzaffer, küfrü de zelil ve hakir kılacak.” buyurdu.” dedikten sonra; “Ben buna kendi kabîlem içinde şâhit oldum. Müslüman olanlar hayra, şeref ve gâlibiyete kavuştular. Küfürde ısrâr edip, Müslüman olmayanlar da zelil, hakir kalıp cizye vermeye mecbur kaldılar!”
Temîm-i Dârî’den (radıyallahü anh) Abdullah bin Mevhib, Şurahbil ibni Müslim, Kabîsa bin Züveyb, Atâ ibni Zeyd ve Leysî hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Alm. Garantiebrief, Fr. Lettre de garantie, İng. Letter of guarantee. Bankalar tarafından düzenlenen ve ticârî hayatta yaygın olarak kullanılan mektuplar. Başkasının sözleşmeden doğan eyleminin maddî olarak yüklenilmesi biçiminde tanımlanabilir.
Yurt içi teminât mektupları ve dış garantiler olmak üzere ikiye ayrılır. Yurt içi teminat mektupları, İhâle Yasası çerçevesindeki işlerde geçerlidir. TL veya döviz üzerinden düzenlenebilmekte, ikinci durumda yabancı bir bankanın kontrgarantisini gerektirmektedir. Burada lehdar yabancı bir firmadır.Tazmin ânında, muhâtaba, mektupta yer alan dövizin tazmin târihindeki kura göre karşılığı TL olarak ödenir. Döviz de kontrgarantiyi gönderen yabancı bankadan talep edilerek yurda getirilir. Dış garantilerse, yurt dışı müteahhitlik hizmetlerinin önem kazanmasıyla yaygınlaşmış olup, ihrâcat işleriyle sürmektedir. Burada Türk bankasınca yabancı bankaya döviz olarak kontrgaranti gönderilmekte, yabancı banka da buna dayanarak ilgili yere teminât mektubu düzenlemektedir. Tazmin ânında döviz bizden talep edilmektedir. Başlıca türleri:
Geçici teminat mektubu (Bid bondtender guarantee): Buna teklif mektubu da denir. İhâle konusu iş için verilen bir tekliftir. Lehtar işin mâliyetini mektup tutarıyla belirler. Genellikle 1 ay vâdelidir.
Kesin teminat mektubu (Performance guarantee): İhâle konusu yapması kararlaştırılan lehtar firma tarafından verilir. İşin kesin kabûlüne ilişkindir. Vâdeli veya vâdesiz olabilir. Kesin teminat mektubu geçici mektubun iâdesiyle yürürlüğe girer. Sözleşmenin yerine getirilmemesi hâlinde nakte çevrilir.
Avans teminat mektubu (Advance payment guarantee): Muhâtap dâire tarafından lehtara yapılacak ön ödemenin garantisi için verilir.
Gümrük teminat mektubu (Letter of guarantee for customs): Lehtar tarafından gümrüklere verilir. İş sırasında kullanılan araç-gereçlerin, işin bitmesinden sonra tekrar yerlerine gönderileceğine dâirdir.