TEKPARMAKLILAR (Perissodactyle)

Alm. Unpaarhufer, Perissodactyla (pl.), Fr. Périssodactyles (pl.), İng. Perissodactyla. Omurgalı hayvanların memeliler (Mammalia) sınıfının, etenliler (Placentalia) bölümünün, toynaklılar (Ungulata) üst takımına giren bir takımı. Tektırnaklılar da denir. Atgiller (Equidae), Gergedangiller (Rhinocerotidae) ve Tapirgiller (Tapiridae) olmak üzere üç familyası vardır.

Tekparmaklıların ortak özelliği; orta parmağın (üçüncü parmak) gelişmiş olup, vücûdun dayanağı olmasıdır. Diğer önemli özellik de, parmak sayılarının tek olmasıdır. Fakat bu ikinci özellik arka ayaklar için kesindir. Ön ayaklarda parmaklar çift olabilir. Tapirlerin ön ayakları dört, arka ayakları üç parmaklıdır. Gergedanlar üçer parmaklıdır. Atgillerde üçüncü parmak geniş bir tırnakla çevrilmiş olup, toynak adını alır. Bunun üzerine basarak yürürler. Otçuldurlar. Geviş getirmezler. Mîdeleri basit yapılı olup, körbarsakları geniştir. Memeleri kasık bölgesindedir. İri yapılı memelilerdir.

TEKRİ

(Bkz. Sumak)

TEKSİR

Alm. Vervielfältigung (f), Fr. Multiplication; reproduction; polycopie (f), İng. Multiplication reproduction. Bir belgeyi çoğaltma işlemi. Teksir için belgenin orijinali veya orijinal yardımıyla elde edilen bir aracı (negatif) kullanılır. Bu işlem, teksir makinalarında gerçekleştirilir. Teksir; işletmelerde, okullarda, endüstride ve diğer alanlarda çok yaygın olarak kullanılan bir çoğaltma usûlüdür. Başlıca ispirtolu, mumlu kâğıtlı ve ofset olmak üzere üç çeşit teksir makinası vardır.

İspirtolu teksir makinaları: En çok kullanılan ve en eski teksir âletlerindendir. Çoğaltılacak esas nüsha, altına alkol emici yağlı karbonu hâiz bir kopye kâğıdı konulan kuşe kâğıda daktilo veya elle yazılıp çizilerek elde edilir. Bu şekilde kuşe kâğıdın arkasına kopye kâğıdı yardımıyla çıkarılan negatif kopye, teksir makinasının tamburuna takılır. Tambur döndürüldükçe alkolle ıslatılmış keçeler vâsıtasıyla nemlendirilen negatif kopye teksir kâğıdı üzerine bastırılarak pozitif bir iz elde edilir. Bu şekilde tamburun her döndürülüşünde teksir kâğıdı üzerine orijinal metin geçirilmiş olur. İspirtolu teksir makinalarında dakikada 100-120 kopyelik bir hızla 300-400 nüsha basılabilir.

Mumlu kâğıtlı teksir makinaları: Burada mürekkep geçiren pelür cinsi veya lifli yapıdaki bir kâğıda mürekkep geçirmeyen bir dolgu maddesi (parafin veya selüloz nitrat) emdirilerek elde edilen özel bir kâğıt kullanılır. Mumlu kâğıt denilen bu kâğıt üzerine metin özel bir çelik kalem kullanılarak elle veya şeridi çıkarılmış bir daktilo makinesiyle yazılır. Yazı yazılan veya çizilen kısımlarda dolgu maddesinin açılmasıyla mumlu kağıt bu kısımlardan mürekkebi geçirebilir. Teksir makinasının mürekkep verici merdânesine tespit edilen mumlu kâğıt, döndürülen merdanenin altına verilen teksir kâğıtları üzerine temas ettirilerek baskı yapılır. Mumlu kâğıdın deliklerinden geçen mürekkep vâsıtasıyla, metin, teksir kâğıtlarının üzerine geçirilir. Bu usûlle 1000 ile 10.000 nüsha teksir elde edilebilir. Mumlu kâğıt kullanıldıktan sonra saklanıp ömrü bitinceye kadar ilerde tekrar kullanılabilir.

Ofset bora teksir makineleri: Bunlar baskı makineleri sınıfına girerler. Baskı işleminde kullanılan baskı levhaları, kağıttan, ince alüminyumdan veya çinkodan yapılır. Basılacak metin yazı makinesiyle, fotoğrafla, elle çizilerek veya kserokopiyle (elektrostatik metodla) levhalara geçirilir. Baskı levhaları ofset makinasının merdânesi üzerine yerleştirilir. Bir silindir vâsıtasıyla baskı levhası, yağlı mürekkep kullanılarak metin yazıları dışında su ile ıslatılır. Islak levhadaki metin diğer silindirler yardımıyla tekrar mürekkeplendirilir. Sonra baskı levhaları vâsıtasıyla lastik kaplı bir silindire negatif bir görüntü çıkarılır. Merdaneler vâsıtasıyla bu silindire bastırılan kâğıt üzerine pozitif bir görüntü basılır. Ofset makinaları saatte 9000 kopya yapabilir. Kâğıt baskı levhalarda 25.000, alüminyum metal olanlarda ise 50.000 nüshaya kadar baskı gerçekleştirilebilir.

Bunların dışında metinleri fotokopi yoluyla da çoğaltmak mümkündür. İlk fotokopi makineleri fotoğraf çekme, banyo ve tespit yoluyla çalışıyordu. Bâzı fotokopi makineleri termokopi yoluyla çalışır. Bu makineler koyu renklerin daha çok ısı soğutma esâsına dayanarak bir yüzü 80°C’ye kadar ısıtılınca siyaha dönüşen, ısıya karşı hassas bir madde kaplı özel bir kâğıda kopya çıkarırlar. Bugün en yaygın kullanılan fotokopi makineleri elektrostatik esâsa dayalı olanlarıdır.

Elektrostatik esasa dayalı olan fotokopi makineleriyle tamburu üzerine ışık karşısında iletken olma özelliğine sâhip selenyum maddesi kaplanmıştır. Tambur üzerinde demir tozuyla karışmış karbontozu veya tonertozu elektrostatik esasa göre görüntü teşkil eder. Tanburdan kâğıda basılarak kopya edilen görüntü ısıtılarak sâbitleştirilir. (Bkz. Fotokopi)

TEKTİT

Alm. Tectite, Fr. Tectite, İng. Tectite. Dünyânın belirli bölgelerinde rastlanan, küçük tabiî camsı cisimlerin ortak adı. Büyüklükleri milimikronla 10 cm arasında değişir. Büyük olanları silisçe (SiO2) zengindir. Başlıca dört tip tektit vardır:

1. Mikrotektitler: Çapları 2 mm’den daha küçüktür. Çoğu küresel olmakla birlikte çubuk biçiminde veya gözyaşı damlası gibi olanları da vardır.

2. Muong-Nong tipi tektitler: En büyük olan tektitlerdir. İlk defâ Vietnam’da bulunmuşlardır. Tip olarak tablete benzerler.

3. Avustralitler: Daha ziyâde Avustralya’da bulunurlar. Tipleri merceğe benzer.

4. Damla tipi tektitler: Mikrotektitlere benzerler, ama onlardan oldukça büyüktürler.

Tektitlerin bileşiminde % 56 ile 98 arasında silis, % 8-10 Al2O3, % 0,25-9,8 FeO bulunur. Bunun yanında TiO2, MgO, CaO, Na2O, K2O ve Fe2O3 değişik oranlarda bulunur.

TEKVANDO (TAEKWON-DO)

Dünyânın en eski savunma sporlarından biri. Kendini savunma, savaşçı sanatı olarak bilinir. Çin Kung-fu’sundan ve Japon karatesinden farklı bir spordur. En eski olarak, KoreYarımadasının kuzey bölgelerinde M.Ö. 37’de kurulmuş olan Kogoryo Hânedanlığına âit mezar duvar resimlerinde tekvando izlerine rastlanmıştır. Kore halkı, tekvandoyu saldırganlara ve vahşî hayvanlara karşı savunma, savaşçı sanatı olarak kullandığı gibi, güç ve çeviklik kazanma, zihnî ve fizikî sıhhati muhâfaza etmek ve geliştirmek maksadıyla bir eksersiz olarak da yapmışlardır.

Tekvando, teknik ve mahâretten başka Doğu kültürüne âit bâzı sosyal değerleri de aksettirir. Tekvando eğitimi, kişiye kendine güven, soğukkanlılık, fedâkârlık ve alçak gönüllülük öğretir.

Koryo târihinde tekvando “subak” olarak anılmıştı. Bu dönem hânedanları subakı, sâdece sıhhati geliştirmek için bir hüner sporu olarak değil aynı zamanda yüksek bir harp sanatı olarak teşvik etmişler, subak müsâbakaları tertip etmişlerdir. Tekvando, Kore’de başlamakla kalmamış Kore târihi boyunca gelişimini sürdürmüştür. Subak müsâbakaları sivil halk arasında da büyük ilgi görmüştür. Orduya girmek isteyen kimseler subak bilmek zorundaydılar. Çünkü mürâcaatçıların imtihanlarında subak önemli bir yer işgal etmekteydi.

Yi Hânedanlığının çöküşüyle Japonlar Kore’yi işgal etmeye başladılar. Tekvandocular saldırganlara karşı uzun süre mücâdele ederek zorluklar çıkardılar. Kore, 1945 yılında bağımsızlığına kavuştu. Bu zamana kadar Kore’de Japon Karatesi ve Kung-fu yayıldı. Sonraki yıllarda bâzı Koreli antrenörler, tekvando oyunlarını sistemleştirip geliştirmek için gayret sarfettiler. 16 Eylül 1961 târihinde “Kore Tekvando Birliği” kuruldu ve bu birlik 25 Haziran 1962’de “Kore Amatör Sporlar Birliği” ile birleşti. 1962 Ekiminde 43. millî oyunlar kapsamına alındı.

30 Kasım 1972’de Dünyâ Taekwon-do Şampiyonası yapıldı. 25 Mayıs 1973’teki şampiyonaya 17 ülke katıldı. 15 Mayıs 1974’te Kukinon’da ilk “Dünyâ Tekvando Hakem Semineri” düzenlendi. Buna 10 ülkeden 46 takım iştirak etti.

Türkiye’nin tekvando sporuyla tanışması 1964 yıllarına rastlar. Bu yılda Koreli general Choi-Honghi’nin başkanlığındaki bir tekvando ekibi çeşitli ülkeleri dolaşarak gösteriler sundular. Bu iyi niyet gezisinde Türkiye’ye de uğrayarak tekvando gösterileriyle bu sporu tanıttılar. Şükrü Gençel ve Nazım Canca’nın gayretleriyle bu spor ülkemizde gelişmeye başladı. 16 Haziran 1970 târihinde Güney Kore’den Mr. Cho Soo-Se’nin Türkiye’ye gelmesiyle tekvando hızla gelişmeye başladı. Ülkemizde dünyâ çapında başarılı birçok tekvandocu yetişti ve yetişmektedir. Başarılı bayan tekvandocularımızdan Tennur Yerlisu, Züleyha Tan, erkeklerden de Nusret Ramazanoğlu, Turgut Uçan ve Şakir Bezci gibi sporcularımız dünyâ çapında çeşitli madalyalar kazandılar.

TEL

Alm. Draht (m), Fr. Fil (m), İng. Wire. İnce, uzun silindir biçimine getirilmiş metal çubuk. Tel umûmiyetle dâire kesitli olup, kolay bükülebilir özelliktedir. Bükülemeyecek kadar kalın veya birçok telin birbirine sarılmasından meydana gelmişse bu tür tellere ya metal çubuk veya halat denir. Metal cinsine göre de isim alır. Alüminyum çubuk, bakır çubuk, çelik halat gibi.

Halatlar ince tellerin bir saç örgüsü gibi birbirine sarılmasından meydana gelir. Böylece kopma mukâvemeti aynı kesitteki aynı malzemeden yapılmış bütün metal çubuktan daha fazla olur. Çelik halatlar vinçlerde, asma köprülerde, enerji nakil hatlarında bakır veya alüminyum malzeme şeklinde kullanılır. Çelik halatların mukâvemetleri yanında bükülebilirliğinin de fazla olması ayrıca büyük bir avantajdır. Halatlar tamburlara, makaralara sarılarak muhâfaza edilir ve bu şekilde kullanılır.

Teller dış tesirlerden korunmak üzere bâzan çeşitli koruyucu maddelerle kaplanır. İnce bakır tellerden meydana gelen teller yalıtkan maddelerle kaplanırsa kablo denilen ve sanâyide çok kullanılan bir tel türü elde edilmiş olur. Çok muhtelif kesit ve özelliklerde kablolar maksatlarına uygun yerlerde kullanılmaktadır.

Tel, metallerin soğuk çekme metoduyla îmâl edilir. Kesiti îmâl edilecek telden daha büyük olan metal çubuk döner kalıplardan geçirilerek çekilir. Kalıp çapına uyacak şekilde tel elde edilir. Daha ince tel elde etmek için seri halde gittikçe çapları küçülen kalıplardan çekilerek makaralara sarılır. Çok ince tellerin yapılışında kalıp olarak elmas kullanılır.

TELEEMPRİMÖR

Alm. Fernschreiber (m), Fr. Téléimprimeur (m), İng. Teleprinter. Basılı mesajlar almakta ve göndermekte kullanılan elektromekanik bir düzen. Kısaca telem veya teleprinter de denir. Telem tâbiri daha çok askerî haberleşmede kullanılır. Herbiri teleemprimör cihazına sâhip abonelerin bağlandığı telefon benzeri haberleşme servisine teleks sistemi denir (Bkz. Teleks). Telefon sisteminden farkı bu haberleşme ağında konuşmaların değil, yazılı metinlerin nakledilmesidir.

Teleprinter cihazı 1900’lerin başlarında ortaya çıktı ve Morse telgraf cihazının yerini almaya başladı. Sterling, Morton ve Krum gibi araştırıcılar bu hususta ilk çalışanlardandır.

Bu makina, bir daktilo makinesinin mekanik fonksiyonlarıyla telgraf anahtarının elektrikî fonksiyonlarını birleştirerek insanla telgraf devresi arasında bir ara birim teşkil eder. Gönderme durumunda tuşlara basılarak girilen bilgiler elektrikî darbelere çevrilir. Bu darbeler kodlanır ve seri olarak telgraf devresine verilir. Karşı istasyonda bulunan diğer makine elektrik darbeleri sezer ve kodu çözerek ilgili harfi, rakamı veya noktalama işaretini bir kâğıt rulosuna basar. Kodlanmış her karakter bir başlangıç darbesini, bir seri eşit uzunluklu bilgi darbelerini ve bir son darbesini ihtivâ eder.

Sıklıkla kullanılan iki temel kod sistemi vardır. Bunlardan biri orijinal Baudot kodundan Donald Murray tarafından adapte edilen Murray kodu, diğeri de daha yeni olan Amerikan ASCII kodudur. Murray kodunda her karakter 5 bilgi darbesinden, ASCII kodunda ise, 8 bilgi darbesinden teşekkül eder. Çeşitli mesaj işleme özelliklerini hâiz ve bu kodlardan biriyle çalışan teleprinter makineleri mevcuttur. Bilgileri temsil eden elektrikî işâretler telgraf hattı üzerinden frekans çoğalmalı sistemle gider. Yâni aynı anda birçok mesaj farklı taşıyıcı dalgalar üzerine bindirilerek tek bir hat üzerinden iletilir.

Mevcut cihazlarla genel olarak dakikada 60-70 ve 100 kelimelik hızlara ulaşılabilir.

Basın sahasında ilk teleprinter servisi 1915’te tesis edildi. 1917 Haziranında Amerikan Telefon ve Telgraf Şirketiyle United Press arasında 3 özel hatlı servis için kontrat imzâlandı. Bu târihten sonra hızla yaygınlaşan servis bugünkü seviyesine ulaştı. Basın, havayolları, şirketler başlıca kullanıcılarıdır. Haber metinleri, idârî mesajlar, iş mektupları gibi bilgiler gönderilir. Son yıllarda piyasaya sürülen üstün kâbiliyetli kompütürize teleks makinaları bu sahada ulaşılan son noktadır.

Türkiye’de de Mehmed Ali Özkardeş isimli bir Türk Telgrafçısı bir nevi teleemprimör cihazı geliştirmiş ve 1952 senesinde açılan bir sergide teşhir etmiştir. Tamâmen yerli malzeme kullanılan bu cihaz hâlen Ankara’daki PTT müzesindedir.

TELEFERİK

Alm. Drahtseilbahn, Seilschwebebahn (f), Fr. Télephérique (m), İng. Telpher. İki istasyon arasında kurulmuş havaî hat ve buna bağlı kabinlerle çalışan, yolcu veya yük taşımak için kullanılan nakliyat sistemi. Özel çeşitlerinden çekici ve taşıyıcı kablolulara teleben ve telesiyej, sâdece çekici kablosu olanlara teleksi adı verilmektedir.

Târihçiler eski çağların Aztek, Maya, Mısır gibi ileri medeniyetlerinde bugünkü teleferiğe benzer vâsıtaların kullanıldığını tespit etmişlerdir. Bunların arasında, kolla çevrilerek ilerleyenler olduğu gibi gelişmiş tipleri de vardır. Ancak çeşitli zorluklar sebebiyle 1800 senelerine kadar hakîkî mânâda bir teleferik sistemi kurulamamıştır.

Elektriğin keşfedilmesiyle teleferiğin yaygınlaşması mümkün olmuştur. Aynı zamanda ilk uzun mesâfeli hat (74 km) olan teleferik hattı 1919’da Kolombiya’nın La Dorada bölgesinde inşâ edilmiştir. Teleferikle ilk yolcu taşıma ise 1929’da Almanya’da Freiburg şehri-Schavn İnsland Dağı arasında yapılmıştır. Sanâyinin ilerlemesi, gelişmiş teleferik sisteminin ortaya çıkmasına imkân tanıdı. 1951’de Irak’ta Dicle Nehri üzerinde yapılan böyle bir hat, bir defâda 4032 ton yük taşıyabilmektedir.

Türkiye’de ise, ilk teleferik hattı 29 Ekim 1963’te Uludağ’da faaliyete geçmiştir. Bursa’nın güneydoğusundaki Teferrüç İstasyonundan sırayla Kadıyayla ve Sarıalan İstasyonlarına çıkan hatta kullanılan kabinler kırkar kişi taşımaktadır. Memleketimizin ikinci teleferiği olan Balçova teleferiği ise 24 Mart 1981’den beri yirmişer kişilik kabinlerle hizmet vermektedir. Günümüzde mevcut olan teleferiklerin en uzunları Kiristineberg-Boliden (İsveç: 96,5 km), Comilog (Kongo: 78 km), La Dorada (Kolombiya: 74 km), Massus-Asmara (Eritre:73 km)dır. Yükseklikleri deniz seviyesinden fazla olan mühim teleferiklerse Mürrin-Schildhorn (İsviçre: 6632 m), Aigulle de Midi (Fransa: 3802 m) ve Mérida (Venezuella: 3000 m)dir. Dünyânın en hızlı teleferiği de (40,64 km/saat), ABD’nin New Mexico eyâletinde Sand-peat’ta çalışmaktadır.

Teleferiğin çalışması: Normal bir teleferik genelde üç basit kısımdan müteşekkildir. Bunlar; teleferiğin asılı olduğu halat, halata hareket veren bocurgat makinası ve teleferik kabinidir. Halatlar düz bir hat üzerinde bulunan iki istasyonu her 500 m veya her 1 km’de bir yerleştirilmiş pilonlar vâsıtasıyla birbirlerine bağlarlar. Bocurgat da, elektrik veya dizel motoruyla çalışan, hattın bir yanından aldığı halata kuvvet vererek öbür yanına aktaran gelişmiş bir çıkrık makinasıdır.

Teleferikler çalışma sistemi bakımından ikiye ayrılır. Tek halatlı denilen birinci türde teleferik tek bir hareketli kabloya bağlıdır. İki halatlıdaysa birinci halat kabinin ağırlığını çekerken ikincisi hareketi temin eder. Tek halatlı bir teleferik bir tonluk bir yükle bir dakikada 183 m gidebilir. İki halatlı bir teleferik ise beş tonluk bir ağırlığı aynı hızla taşıyabilir. Hat gidişli-gelişli ise her bir tarafa aynı sayıda kabin konması halata istenilen gerginliğin verilmesini mümkün kılar.

Yolcu taşıyan teleferikler, ticârî gâyeli olanlardan fazla farklı değildirler. Büyük yolcu teleferikleri 120 kadar yolcu taşıyabilirler. Ancak bunlarda diğer teleferiklere ilâve olarak âcil durum motorları, yangın söndürücüler ve özel frenler bulunması mecbûrîdir. Venezüella, İsviçre gibi memleketlerde teleferiklerin zeminden 300 m’den fazla yükseldiği yerlerde teleferiklere paraşütler de konulmaktadır.

Teleferiklerin çok yaygınlaşmasının en mühim sebebi bu vâsıtanın coğrafi engellerden etkilenmemesidir. Kara ve demiryolunun kurulamadığı, hava vâsıtalarının da inemediği yerler için son derece, münâsip bir vâsıtadır. Üstelik son derece ucuzdur. Tek kusuru yavaş gitmesidir. Birçok kişinin teleferiğe, yüksekten aşağıyı seyretmek için bindiği düşünülürse, bu da kusur değil avantaj olur. İtalya, İsviçre ve ABD’de sırf bu gâyeyle yapılmış teleferikler mevcuttur.

TELEFON

Alm. Telephon (n), Fernsprecher (m), Fr. Téléphone (m), İng. Telephone. Birbirinden uzak yerlerde bulunan kişiler ve sistemler arasında bilgi alışverişini sağlayan elektrikli ses alıp verme cihazı. Telefonun çalışmasında ana prensip ağızdan çıkan ses dalgalarının önce elektrik dalgalarına çevrilmesi, bu dalgaların muhtelif gönderme metodlarıyla uzağa iletilmesinden sonra, bu defâ elektrik dalgalarının tekrar kulakla duyulabilecek ses dalgalarına çevrilmesidir. Telefon ilk olarak 1876 senesinde Graham Bell tarafından yapılmıştır. Önce şehirlerde kurulan telefon şebekeleri daha sonra şehirlerarası, milletlerarası sistemler hâline dönüşmüş ve uydular aracılığıyla dünyânın her köşesinin birbiriyle muhâberesi sağlanmıştır.

Târihçe: Telefon ilk olarak telgraf sistemine benzer iki hat üzerinden konuşulacak şekilde kullanılmaya başlamıştır. Çoğu defâ bir hat demir tel, diğer hat ise toprak olduğu için kayıplar fazla ve sesler karışık olarak işitiliyordu. Bakır alaşımlarının gelişmesiyle tel sayısı arttırıldı. Konuşma sayıları arttıkça hatları yetişmemeye başladı. 1886 senesinde tek devreden değişik frekanslarla ses gönderen kurapörtör (multiplex) devresi yapıldı. Uzun hatlara konulan yükselticilerle kayıplar telâfi edildi.

Telefonda büyük adım, operatör kullanmaksızın yapılan otomatik konuşmalardır. 1891 senesinde geliştirilen strowger otomatik arayıcıyla araya operatör girmeden aboneler birbirine bağlanabilmiştir. Bu sistem 1920 senesinde Bell sistemi olarak geliştirilmiştir. 1948 senesinden sonra ise transistörün sahneye çıkmasıyla elektromanyetik röle sistemler yerini, elektronik devrelere bırakmıştır. Elektronik arayıcı sistem ilk olarak 1965 senesinde ABD’de servise konulmuştur.

Telefonda atılan diğer büyük adım da, uzak mesâfe konuşmalarında yüksek frekanslı radyo yayınlarından istifâdedir. 150-300 km aralıklarla yer alan röle istasyonları konuşmaları koaks kablolardan ve havadan elektromanyetik yayın şeklinde iletmektedir. Frekans yükseldikçe tek hat üzerinden konuşma kanal sayısı da yükselmektedir. Böyle bir sistemle iki röle istasyonu arasında aynı anda 3600 konuşma yapmak mümkündür. Telefonda mikro dalga seviyesinde konuşmalara geçilmesi ile televizyon ve telefon sistemleri birleştirilmiş, yayınlar tek radyolink devreler üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Bu gelişmeyi uydular aracılığıyla yapılan konuşmalar tâkip etmiştir.

Kıtalararası telefon konuşmaları 1915 senesinde başlamıştır. İlk konuşma Paris’le ABD’de Arlington arasında yapılmıştır. Kıtalararası telefon konuşmalarında güçlü radyo alıcı vericileri kullanılıyordu. İyonosferin etkisi konuşmaları zorlaştırdığı için sualtı kabloları kullanılmaya başlandı. İlk sualtı kablosuyla telefon görüşmeleri 1950 senesinde Florida ile Havana arasında 185 km’lik mesâfede yapıldı. Netîce tatminkâr olduğu için 1956 senesinde Newyork ile Londra arasına aynı sistem kuruldu.

Uydu aracılığıyla kıtalararası ilk telefon konuşmaları 1960 senesinde başladı. Echo 1 isimli uyduyla ABD’nin doğu yakası ile batı yakası arasında telefon irtibatı sağlanınca bunu Telstar I, Telstar 2 ve diğer uydular tâkip etti. Bugün uyduların devreye girmesiyle gemi veya uçaklarla otomatik telefon konuşması yapılabilmektedir. 1985 senesinde uzay mekiği Discovery’nin yörüngeye koyduğu uydulardan biri aynı anda 20.000 konuşma yapabilmeye müsâde edebilecek kapasitededir.

Türkiye’de ilk telefon 1908 senesinde uygulanmaya başlandı. Kadıköy ve Beyoğlu santralları 1911 senesinde hizmete açıldı. İlk otomatik telefon santralı 1926 senesinde Ankara’da kuruldu. Ardından diğer il merkezlerinde de telefon santralları kurulmaya başlandı. Kısa bir süre sonra kurulan sontrallar aracılığıyla bütün iller arası telefon haberleşmesi başlamış oldu. PTT’nin 1970’lerden sonra yaptığı çalışmalarla telefon, Türkiye’de geç olmakla berâber, süratle yayılmaya başladı.

Türkiye’nin milletlerarası telefon santralı İstanbul’daki Tahtakale Telefon Santralıdır. Bu santralın diğer milletlerarası telefon santrallarıyla irtibâtı 1985 senesi îtibârıyla altı yoldan olmaktadır. Bunlar: 1. Edirne (Bulgaristan) hattı, 2. İzmir (Yunanistan) hattı, 3. Antalya (İtalya) hattı, 4. İskenderun (Suriye) hattı, 5. Diyarbakır (Irak) hattı, 6. Ankara (Uydu) hattı. Diyarbakır’dan Bağdat’la görüşecek bir abone önce Tahtakaleyle irtibatlanır daha sonra Diyarbakır radyolinkiyle Bağdat’a ulaşır. İleriki senelerde uzaya gönderilecek Türk uydularıyla (Türk-Saat) milletlerarası santral hatlarında artış beklenmektedir (1994).

Telefon nasıl çalışır: Bir elektrik devresi üzerinden bir telefon konuşmasının yapılması sırasında meydana gelen olaylar şöylece sıralanabilir:

1. Ses enerjisi mekanik enerjiye dönüşür.

2. Mekanik enerji elektrik enerjisine dönüşür.

3. Elektrik enerjisi nakledilir.

4. Karşı tarafta elektrik enerjisi manyetik enerjiye dönüşür.

5. Manyetik enerji mekanik enerjiye dönüşür.

6. Mekanik enerji ses enerjisine dönüşür.

Elektrik titreşimlerinin iletkenlerdeki yayılma hızı esas titreşimlerinin havadaki yayılma hızından bir kaç yüz bin kere daha fazla olduğundan (200-300 bin km/sn mertebesinde) telefon ile konuşanlar, aradaki uzaklığa rağmen, karşı karşıya bulunuyorlarmış hissine sâhiptirler. Telefon sistemi üç ana görev yapar. İki abone arasında konuşma irtibatını sağlar ve aboneler arasında çağırma, meşgul çevirme, ses sinyâlleri üretir. Otomatik olmayan manyetolu telefonlarda bu işlemler elle yapılır.

Bir telefon âletinde bulunan belli başlı parçalar şunlardır: 1) Ses alıcı (mikrofon), 2) Mikrofon akım kaynağı, 3) Ses verici (kulaklık), 4) Çağırma ve çağrılma düzenleri, 5) Devre açıp kapayıcılar, anahtarlar, 6) Çağırma kadranı.

Manuel ve otomatik santrallara bağlı telefon âletleri birbirinden farklıdır. Herbirinde yukardaki parçaların bâzıları bulunur. Telefonun ahizesi sesi elektrik enerjisine ve elektrik enerjisini de sese çevirir. Otomatik telefon cihazında ahize kaldırıldığında devreyi açan bir anahtar ve ön tarafta numaratörü mevcuttur. Telefon ahizesi kaldırılınca telefonla santral arasında elektrik devresi kurulur. Ahizeden ton sesi duyulur. Numaratörden, meselâ 6 rakamı çevrilince elektrik devresi altı defâ açılıp kapanmış olur. Elektrik devresindeki açılıp kapanmalar sinyâl olarak santralda devreler vâsıtasıyle sayılır.

Sinyâl sayısı devreler çok çeşitlidir. Bunlardan biri Strowger elektromekanik sayıcı anahtarıdır. Bu anahtar silindir biçiminde olup, on sıra ve her sırada on kontak mevcuttur. Silindir ortasında bir kontakt koluyla bu kola hareket veren elektromanyet vardır. Strowger anahtarının sayması telefon cihazı numaratörünün elle çevrilmesinde meydana gelen olayın tersidir. Numaratörle meselâ 23 sayısı çevrildiği vakit önce elektrik devresi 2 defâ açılıp kapanmakla elektromanyet kontak kolunu ikinci sıraya dik olarak indirir. 3 rakamı çevrilince de elektromanyet bu defâ kolu ikinci sıranın üçüncü kontağına getirir. Bir Strowger anahtarında on sıra ve on kontak olduğuna göre bir telefonu diğer 99 telefon abonesinden birine bağlayabilir. Ahize yerine konulunca anahtara âit yay kontak kolunu tekrar sıfır konumuna alır. Numaratörden verilen rakamlar sayıcı anahtarlarda yukardaki şekilde müsâit bulduğu kontaklardan geçerek diğer aboneye ulaşır ve abone meşgul değilse zili çalar.

Strowger anahtarının çalışması prensip olarak alınarak modern elektromekanik (Cross-bar) röle sistemi yapılmıştır. Matriks şeklinde sıralanmış röle bobininden ceryan geçince çekerek röle kontaklarını kapatır. İrtibat hattı bu kontaklar vâsıtasıyla kurulur. Diğer bir hat seçim sistemi de yarı iletken elemanlarla yapılan ve aynı zamanda hâfızalı olan statik sistemler olup, hacimce az yer işgâl etmesi yanında bakım, tutum kolaylığı ve sürat özellikleri de vardır.

Santral cinsleri: Muhâbere santralları elektrik santralleri gibi birbirine çeşitli yönlerden irtibatlıdır. Bir telefon abonesi dünyânın öbür ucundaki diğer bir telefon abonesine irtibatlanıncaya kadar önce lokal santral şebekesindeki lokal santraldan bölge santral şebekesine geçen santrallardaki mantık devrelerinin yönlendirmesiyle boş kanalı bularak milletlerarası transit santralına ulaşır. Bu santral, milletlerarası santrallarla birbirine çeşitli metallerle bağlı olup, kıtalararası irtibatlar uydular aracılığıyla olur. Arayan telefon, milletlerarası santrallar şebekesinin karşı santralına ulaşınca, bu defâ santrallardaki mantık arama bağlama devreleri yardımıyla bölge santralına ve oradan lokal santrala ulaşır. Lokal santral karşı abonenin bulunduğu şehirdedir.

Muhâberenin konuşma şeklinde olması şart değildir. Lokal santrallara konulan bilgisayarlar gönderilen sinyâl cinsine göre seçim yaparak dağıtımı analog telefon, sayısal telefon, faksimile, teleks, televizyon bilgi işlem şekillerinde terminallere ulaştırır. Böylece telefon konuşmaları yanında televizyon, faksimil resim ve yazı, teleks, bilgisayar işlemleri de çok süratli ve kaliteli olarak yürütülür.

Muhâbere hatları: Muhâbere (haberleşme) imkânları çok çeşitlidir. Bunlar:

1. İki telli analog radyo sinyâl hattı (1 konuşma).

2. Anolog radyo röle link hattı (30 konuşma).

3. Sayısal radyo röle link hattı (1920 konuşma).

4. Çok kollu koaksiyel kablo hattı (7680 konuşma).

5. Fiberoptik kablo hattı (10.000 konuşma ve üstü).

6. Muhâbere uydular hattı (20.000 konuşma).

İki telli konuşma devreleri uzak mesâfelerde kayıplar çok arttığı ve kanal sayısı sınırlı olduğu için şehir içi dağıtım sistemi dışında kullanılmaz. Muhâbere sistemleri radyo yayınlarından istifadeyle kapasite ve kalite yönünden çok gelişmiştir. Telefon konuşmaları hem doğrudan analog sinyal olarak hem de bu analog sinyalin sayısal sinyal hâline çevrilmesinden sonra yayınlanarak yapılabilmektedir. Analog sinyal de yankı problemi ve sinyal gürültü seviyesi yüksek olduğu için terk edilmiş sayısal sinyal sistemine geçilmiştir.

Sayısal sinyal sistemlerinde, analog sinyal dilimlere bölünerek düzgün palslara ayrılır. Bu palslar daha sonra kodlanarak verici anteninden ‘0’, ‘1’ sayısal yayın olarak gönderilir. Kodlanma işlemi her konuşma için ayrı ayrı yapılabildiği için bir antenden aynı anda binlerce sayıda konuşma palslar hâlinde yayınlanabilir. Alıcı telefon, istasyondan alınan bu binlerce yayın tekrar kod çözücüde çözümlenerek, odyo sinyal hâline çevrilerek santral mantık devresinden geçerek abonelere ulaşır. Kodlanmış palslar antenden yayınlanabildiği gibi koaksiyel kablolardan da gönderilebilir. Koaksiyel kablolarda kayıplar çok azalır. Koaksiyel kablo yerine bundan daha süratli yüksek kapasiteli ve kayıp oranı çok düşük optik fiber kablolar da kullanılabilir. Optik fiber sisteminde kodlanmış sayısal sinyaller optik sinyallere çevrilerek gönderilir. Karşı santralde optik sinyâller önce elektronik sinyâllere daha sonra da odyo analog sinyâle çevrilerek lokal santral mantık devresinden abonelere ulaştırılır.

İki telli muhâbere sisteminde aynı anda bir konuşma yapılır. Halbuki pals kod modüleli sayısal radyo link muhâbere sisteminde 30 kanal mevcuttur. Koaks kablolu sayısal radyo link muhâbere sistemiyse en az sâniyede 30 megabit bilgi gönderme kapasitesine sâhip olup, 1920 kanallıdır. 1985 senesinde F. Almanya’da hizmete girmiş olan böyle bir sistem sâniyede 565 mbit kapasiteye; bir başka ifâdeyle aynı anda 7680 konuşma veya bilgi aktarmaya müsâittir. Fiber optik sistemler 140 mbit/sâniye ve daha yukarı kapasitede görev yapmaktadır. Fiberoptik muhâbere sistemi kapasite yüksekliği, montaj kolaylığı, bakım istememesi, yüksek kaliteli bilgi göndermesiyle mevcut sistemlerin en mükemmelidir.

Özet olarak telefon santrallarının isimleri şunlardır: Elektromekanik telefon santralı, elektronik telefon santralı, otomatik telefon santralı, şehirlerarası telefon santralı, transit telefon santralı, yarıelektronik telefon santralı, yarıotomatik telefon santralı, mahallî (yerel) telefon santralı... olmak üzere çeşitleri vardır (1994).

Telefonun tatbikatta sağladığı en büyük fayda muhâberenin süratli bir şekilde yapılmasıdır. Fiber optik, koaksiyel kablo ve elektromanyetik yollarla uydulardan yansıtılarak yapılan telefon görüşmeleri dünyânın her köşesini birbirine bağlamıştır. Telefon sistemlerinin kanal kapasiteleri her geçen gün artmaktadır. Kanal sayısında artışlar telefonu daha da pratik bir hâle sokmaktadır. Telekomünikasyon arasındaki önemli gelişmelerden biri de, telsiz telefonun ortaya çıkmasıdır.Kısa dalga radyo alıcı-vericilerin normal telefon sistemine bağlamasıyla hareket hâlinde telefonla konuşma imkânı ordaya çıkmıştır. Bu sistemle bölgeler arası kesintisiz bağlantı olduğu gibi, çok uzun menzilli yolculuklar yapan bile istediği yeri ânında arayabilir.

Telefon teknolojisinde son gelişmeler ve GSM:Yirmi birinci yüzyıla yaklaştığımız şu günlerde, teknoloji gelişmişlik-iletişim ve bilgi birbirlerinden ayrılmaz parçalar oldu. Bugün iletişim çağın gerisinde değil, hep bir adım önünde gitmektedir. Hücresel mobil servisleri; 1980’lerin başlarından bu yana, hareket hâlindeki insanların haberleşme ihtiyaçlarını gidermeye çalışmıştır. Geçen 10 yıllık sürede hücresel telefonlar, otomobillerden başlayarak, diğer tip taşıtlarda da kullanılabilecek şekilde gelişmiş ve sonunda da taşınabilir (cep telefonu) bir özelliğe kavuşmuştur.

Haberleşme alanında her geçen gün daha da artan ihtiyaçlar, alabildiğince çok haberleşme servisini içine aldı ve kitlelerin bulundukları coğrafî dağılım bölgelerinden bağımsız olarak bu servislere ulaşmalarını sağlayacak merkezî bir hücresel mobil haberleşme şebekesinin kullanılmasına zemin hazırlamış ve bunun sonucunda da GSM (Global System for Mobile Communication) doğmuştur.

Bugüne kadar hücresel bir mobil haberleşme şebekesi kurulurken veya kapasitesi arttırılırken, analog55 şebekelerin kullanılmasından dolayı frekans ve hücre plânlamalarında birçok güçlükler çıkıyordu. GSM frekans problemlerini, hücre ve kanal plânlamalarındaki zorlukları ortadan kaldırmaktadır.

Mobil telefon kullanımını en üst seviyeye ulaştıran GSM, sayısız üstünlük ve imkânları bir arada sunmaktadır. Bu yeni sistemle ağırlığı 200-250 grama kadar düşen cep telefonları ile net bir şekilde sâdece Türkiye sınırları içinde değil, bütün Avrupa’da rahatça ve ses kaybı olmadan konuşma yapılabilmektedir. GSMsistemi, her türlü ilerlemeye açık olarak geliştirilmiştir. Uygulanmak istenen her türlü yenilikler (kısa mesaj, faks, tegrat, telfoto... vs.) çok basit, hızlı programlama tekniğiyle cep telefonuna aktarılabilecek. GSM teknolojisi, düşük güç çıkışlı cihazların kullanımını sağladığı için cep telefonları ile uzun süre konuşma yapmak mümkün olabilecektir.

Bir GSM abonesi, yerleşik analog hücresel şebekelerden farklı olarak kendi terminallerini bütün Avrupa devletlerinde kullanabilecektir. Aynı zamanda GSM şebekesi, abonelerin devamlı değişen mekanlarının kaydını tutarak, gelen çağrı mesajlarını otomatik olarak coğrafî bölgelere aktarabilecektir ve yönlendirebilecektir. Sistem abone numaraları SIM (Subscriber Identity Module) adlı kredi kartı ebadında, kişinin cüzdanında taşıyabileceği büyüklükteki kartlara programlanıyor. Ayrıca Plug-in olarak isimlendirilen daha küçük boyutlarda bir kart daha kullanılmaktadır. Bununla berâber her abonenin kendisi için özel tanımlanmış özel kimlik numarası olan PIN (Personal Identity Number)ı girmesi şartıyla mobil telefonlardan konuşma yapılabilecektir. Bu sistemle hiç kimse bir başkasının SIM kartını kullanamayacaktır.

Kullanılacak Smart Cardteknolojisiyle aboneye âit bütün bilgiler, bu abone kartına toplandığından, yurtdışına çıkan bir abone, artık yanında telefon cihazı (cep telefonu) taşımak zorunda kalmayacaktır. Her yerde, kendi adına kayıtlı SIM kartı ile bir el (cep) telefonu kirâlayıp istediği görüşmeyi yapabilecektir.

Türkiye’de de GSM’nin alt yapı çalışmaları olanca hızıyla devam etmektedir. GSMprojesi ilk beş yıl içinde Türkiye’nin bütün illerinde sistem ağını kuracaktır.

Bu sistem, otomobilimizde faks çekme, telekonferans düzenleme, çağrı gönderme, borsayı tâkip edebilme, nerede olursa olsun sıhhatli ve parazitsiz telefon edebilme, veri gönderebilme, ... vs. birçok kolaylıkları olacaktır.

Netice olarak haberleşme alanında GSM sistemi, serbest bilgi dolaşımını sağlayacaktır.

Bu gelişmeyle birlikte görüntülü telefon, konuşma ve görüntüyü aynı anda aktaran sistem de artık yaygınlaşma safhasındadır. Görüntülü telefon 1964 yılında ilk önce ABD’de yapılmaya başlamıştır. Buna rağmen görüntülü telefon sistemi hâlâ gerekli pazara ulaşamamıştır.

Türkiye’de de görüntülü telefon çalışmaları ciddi bir şekilde 1994 yılında başlamıştır. 2000’li yıllarda ise artık “Görüntülü Cep Telefonları” yılları alacaktır. Telefon, teknolojinin insanlığa sunduğu en faydalı araçlardan birisidir.

TELEKS

Alm. Telex (m), Fr. Telex (m), İng. Telex. Teledaktilolarla birbirine bağlanan abonelere kendi aralarında telgraf muhâberesi yaptırılabilen bir servis. Avrupa’da 1930’ların başında görülmeye başlayan teleks, kısa zaman sonra milletlerarası haberleşme için kullanılmaya başlandı. Özellikle hızla yayılan teleks sistemi, günümüzde hemen hemen her ülkede mevcuttur.

Teleks servisi, telefon sistemine benzer, ancak konuşmanın yerini burada makina tarafından basılmış mesajlar alır. Basılmış belgeler, özellikle teleksin iş dünyâsında yaygın kullanılmasını sağlamaktadır. Ayrıca diğer bir husus telekste mesajın karşı tarafa makinenin başında herhangi bir kimse olmadan da iletilebilmesidir. Bu bilhassa aralarında zaman farkı olan yerlerin haberleşmesinde çok faydalıdır.

Telekste kullanılan teledaktilo, normal daktiloya benzer klavyesi mevcut olup, kullanımında uzaktaki bir teledaktiloya iletilip, yazılı hâle çevrilebilecek elektrik sinyâlleri doğurur. Mesajlar, beş birimlik kodla, dakikada 67 kelime olarak gönderilir. Kullanımı otomatik, yarı otomatik ve elle gerçekleştirilebilir. Otomatikte herhangi bir ara operatöre ihtiyaç duyulmaz. Yarı otomatikte kullanılan teleksin santralinde bir operatör ve elle olan kullanımdaysa bu operatöre ilâveten, varış yerinde de bir operatöre ihtiyaç gösterir. Ücret, kullanılma zamânına ve uzaklığa göre tahakkuk ettirilir.

TELEM

(Bkz. Teleemprimör)

TELEPRİNTER

(Bkz. Teleemprimör)

TELESKOP

Alm. Teleskop, Fernrohr (n), Fr. Télescope (m), İng. Telescope. Uzaydan gelen her türlü radyasyonu alıp görüntüleyen astronomların kullandığı bir rasathâne cihazı. Uzaydaki cisimlerden yansıyarak veya doğrudan doğruya gelen, gözle görülen ışık, ultraviyole ışınlar, infraruj ışınlar, röntgen ışınları, radyo dalgaları gibi her türlü elektromanyetik yayınlar kâinat hakkında bilgi toplamak için çok lüzumlu delillerdir. Bu deliller ya klasik mânâda optik teleskoplarla veya çok daha modern radyo teleskoplarla incelenir.

Aynaların ve merceklerin optik özellikleri İslâm âlimleri tarafından çok önceleri biliniyordu. Teleskopun ilk şeklinin târifi Türk İslâm âlimi Ebü’l-Hasan [971-1029 (H.360-420)] tarafından yapılmıştır. Ebü’l-Hasan, teleskobu uçlarında mercekler (adeseler) bulunan bir boru şekliyle târif etmiştir. Bu konuda İslâm bilginlerinin sayısız çalışmaları olmuş ve astronomi ilmi çok gelişmiştir (Bkz. Astronomi). Galileo’nin Avrupa’ya teleskopu tanıtmasıysa ancak 1609 yıllarında olabildi.

Teleskop yapı olarak objektif, oküler ve bu mercekleri muhâfaza eden bir tüpten meydana gelmiştir. Objektif cinsine göre iki tür teleskop vardır. Uzaydan gelen ışıklar teleskop içinde bir aynaya çarpıp, prizmadan geçtikten sonra göze geliyorsa bu türe yansımalı teleskop denir. Uzaydan gelen ışıklar merceklerden doğrudan geçip göze geliyorsa bu türe de kırılmalı teleskop adı verilir.

Teleskopun gücü, topladığı ışık miktarıyla orantılıdır. Teleskopun objektif çapı büyüdükçe ışık toplama kâbiliyeti artar. Meselâ, 5 cm çaplı bir teleskop 0,5 cm çaplı gözbebeğine oranla (5/0,5)2 veya 100 kat daha çok ışık toplar. Teleskoplarda yansıma kayıpları olabileceği için bu miktar yüzde on kadar azalır. Astronomlar parlaklık farklarını logaritmik artan değerler şeklinde târif etmişlerdir. Parlaklıktaki 100 kat fark, teleskop skalasında 5 değeriyle görülür. Karanlık gecede insan gözü ışık şiddeti 5 değerli yıldızı görebilir. Kaliforniya’daki Palomar Dağında bulunan Hale Teleskopu objektif çapı 5 metredir. Bu teleskop göze nazaran bir milyon kat ışık toplar.

Teleskopta teşekkül eden görüntünün netliği atmosferin menfî yönde etkisine bağlı olarak değişir. Teleskoptaki kararlılık 2 yay sâniyesi için geçerlidir. Atmosfer şartları, bâzan bu açıyı 0,25 yay sâniyeye kadar düşürür. Bu durumda inceleme yapılan yıldız değil de yakınındaki yıldıza âit görüntüler kaydedilebilir.

Teleskopta görülebilecek bir cisim aşağıdaki formülle ifâde edilir:

Yay derecesi= 2,5 x 106 x  / aλ

λ radyasyonun dalga boyu ve a teleskop objektif açıklığıdır.

Teleskopun ışık toplama gücüyle büyütme gücü farklıdır. Teleskopun büyütmesi teleskop odak uzaklığının oküler odak uzaklığına oranıdır.

Gök cismini inceleyen teleskopun dünyâ dönüşünü tâkip edecek yukarı aşağı ve yana hareket etmesi için tâkip düzenleri vardır. Hareketlerin çok hassas olması gerekir. Atmosfer etkilerinin de hesaba katılarak teleskop konumuna hareket verilir. Teleskop hareketleri modern teleskoplarda elektronik devreler ve kompüter yardımıyla yürütülür.

Radyo teleskoplar yapı olarak optik teleskoplara benzer. Uzaydan gelen elektromanyetik yayınları alabilmek için 100 metre çapında antenler kullanılır. Anten, ışığın ayna vâsıtasıyle odaklanması biçiminde elektromanyetik yayını, odakları ve çok hassas radyo alıcılarında yükseltilerek incelenmesine imkân tanır.

1983 sonlarında uzay ilim adamları uzun mesâfeleri daha hassas görebilmek gâyesiyle çok maksatlı uzay teleskopunu dünyâ etrafındaki yörüngesine oturttular. Uzay teleskopu, ışığı toparlayan 2,4 metre boyunda “Cassegrain” reflektörü yardımıyla ultraviole astronomisinde çığır açmıştır. Bu proje NASA (National Aeronautics and Space Agency) ile EAS (Europeau Space Agency)’nın ortak yapımıdır. Uzay teleskopunun faaliyete geçmesiyle: 1) Gözlemler yer yüzeyinden 500 km yükseklikten gece-gündüz devam eder. 2) Atmosferin yuttuğu bâzı elektromanyetik radyasyonlarla ultraviole ve infraruj ışınların bir kısmı tespit edilir. Yer yüzünden en yüksek dağ tepesinden dahi bu radyasyonlar kaydedilmemektedir. 3) Atmosferin özelliği dolayısıyle cisimlere âit görüntülerin birbirine etkisi ortadan kalkar. Böylece küçük bir cisimden gelen ışığın teferruatlı incelenmesi mümkün olur.

Uzay teleskopu dört ana sistemden meydana gelir: 1) Teleskop, ışığı toplayıp cihazlar bölümüne gönderir. 2) Cihazlar bölümü, teleskoptan gelen ışığı analiz eder. 3) Jeneratör, güneş enerjisini elektrik enerjisine çevirerek teleskop ve cihazları besler. 4) Kontrol sistemleri, ısı ve elektrik kontrolunu yapar, dünyâ ile irtibat sağlar.

Uzay mekiği aracılığıyla yörüngeye yerleştirilen uzay teleskopunun çalışma süresi 15 senedir. Her 2,5 senede bir astranotlar trafından ara bakımlarının yapılması gerekmektedir. Büyük onarımlar için uzay mekiği aracılığıyla dünyâya geri getirmek de mümkündür.

Uzay teleskopunun cihazlar bölümü ilmî araştırmaların yapılmasına yarayan 5 cins cihazdan meydana gelmiştir: 1) Geniş sahalı gezegenler kamerası. Bu kameranın görevi gezegenler arası kozmik mesâfelerin tespit edilmesi ve gezegenlerin fotoğraflarının çekilmesidir. 2) Zayıf görüntüler kamerası. Bu kameranın görevi 120 ile 700 nm (denizmili) dalga boyundaki ışıkları tespit etmektir. Bu ışıklar dünyâ yüzeyinden en kuvvetli teleskoplarla dahi görülemez. Bu cihaz böylece galaksilerdeki yıldızların mesâfelerini tâyin etmekte kullanılacaktır. 3) Zayıf görüntü spektrometre. Bu cihaz 70 nm dalga boyundaki ışıkları analiz eder. Aktif galaksi merkezlerinin fizikî ve kimyevî yapıları incelenir. 4) Yüksek güçlü spektrometre. Dalga boyu 110 ile 320 nm olan ışıkları analiz eder. Yıldızlararası gazların bileşimlerini ve fizikî durumlarını incelemeye yarar. Büyük kızıl yıldızlarda kütle kaybolmasının tespiti bu spektrometreyle yapılabilmektedir. 5) Yüksek süratli fotometre. Bu cihaz uzaydaki muhtelif ışık kaynaklarının şiddetini galaksi ışıklarından süzerek ölçmeye yarar. 120 nm dalga boyundaki ışıkları 1/1000 sâniyede filitreliyebilir. Atmosfer böyle bir ölçüme hiçbir zaman müsâde etmez.