TAYVAN

DEVLETİN ADI

Milliyetçi Çin (Tayvan) Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Taypey

NÜFÛSU

20.727.000

YÜZÖLÇÜMÜ

36.182 km2

RESMÎ DİLİ

Çince, Tayvan Dili, (Hakka Dili)

DÎNİ

Budizm, Taoizm, Konfüçyüsizm

PARA BİRİMİ

Yeni Tayvan doları

Batı Pasifik Okyanusunda, doğudan ve güneyden Çin Deniziyle çevrili, Çin Halk Cumhûriyetinin (kıyılarının) güneydoğusuna düşen bir Çin ada cumhûriyeti.

Târihi

Tayvan’a 17. yüzyıl başlarında büyük ölçüde Çinli göçü olmuştur. 1620’li yıllarda ada, Felemenklerin (Hollandalıların) kontrolü altında kalmıştır. 1895’ten 1945 yılına kadar 50 yıllık bir süreJapon idâresi altına girmiştir. İlk olarak Tayvan Devleti kendini Japon baskısı altında, 1 Ocak 1912’de göstermiştir. Mançu Sülâlesinin idâresine son verilmiş ve cumhûriyet îlân edilmiştir. Bu aynı zamanda genel mâhiyette olmak üzere Çin Devletinin başlangıcı sayılır. Bu devletin asıl kurulma başlangıç hareketiniyse 1911 Wuçang Ayaklanması meydana getirir.

Komünizmin 1949’da Çin’de rejim olarak yerleşmesi üzerine Çankayşek liderliğinde komünizme karşı olanlar birleşip, Milliyetçi Çin olarak devlet kurdular. Önceleri BM’ye üye bir ülke olan Tayvan, Kızıl Çin’in 1972’de BM’ye kabul edilmesi üzerine üyelikten vazgeçti. Bundan sonra iki ülke arasındaki gerginlik sürüp gitti. 1978 yılında ABD, Tayvan Cumhûriyetiyle olan münâsebetlerini sertleştirdi. 1979’da iki ülke arasındaki savunma anlaşması iptâl edildiyse de 1980’li yıllarda dolaylı ticârî ilişkiler kuruldu. Chiong Ching-Kuo’nun yönetimi sırasında ilk defâ muhâlefet partilerinin kurulmasına izin verildi. 1949’dan beri devam eden sıkıyönetim 1987’de kaldırıldı. 1988’de Chiong Ching-Kuo’nun ölümü üzerine yerine Lee Tenghui geçti. 1989Aralık ayında ilk defâ çok partili seçimler yapıldı.

Fizikî Yapı

Tayvan’ın yüzölçümü yaklaşık 36.182 km2dir. Bu yüzölçüme çevresindeki küçük adacıklar da dâhildir. Çin’den yaklaşık 130 km doğuda olup, esas kıtadan Tayvan Boğazıyla ayrılır. Kuzeyden güneye olan uzunluğu yaklaşık 393 km ve batıdan doğuya genişliğiyse 165 km kadardır. Çevresinde yaklaşık 77 tâne adacık vardır.

Tayvan toprakları doğuya doğru dikleşir ve batıya doğru da gittikçe yükselir. Orta bölgede yer alan Chungyang Shanmo dağ silsilesi ülkenin yarısına yakın bir bölümünü meydana getirir ve ada boyunca kuzeye ve güneye uzanan 4 büyük dağ zincirini ihtivâ eder. Bölgedeki zirvelerin çoğu 3500 m’yi aşmaktadır. En yüksek nokta olan Morrison Dağı 3997 m’dir. Doğu kıyı bölgelerindeyse Taitung Dağları bulunur. Kuzeydeki Tatun grubuysa volkanik dağlardan meydana gelmiştir.

Merkezî dağ silsilesinin etrafını 100 ilâ 500 m arasında değişen bir yüksekliğe sâhip olan dar bir etek bölgesi çevirmektedir. Buradan îtibâren arâzi yaylalara kadar alçala açala devam eder. Kıyı bölgeleri ve nehir havzaları oldukça düzdür. Batı kıyı bölgesindeki alçak yaylaları; sellerin ve gel-git olayının getirdiği topraklardan meydana gelmiştir.

Tayvan, esas olarak 35.966 km2lik büyük bir adayla toplam olarak 1255 km2 eden üç adacık grubundan teşekkül etmiştir. Bu gruplardan başşehri Makung olan Pescador Adaları 127 km2, Spartlay Adaları 0,7 km2 ve Pratos Adaları 1,5 km2lik yüzölçüme sâhiptir. Ayrıca Milliyetçi Çin Birlikleri, Kıta Çini önündeki Jinmen, Matsu ve Tungyin adalarını işgâl etmiş durumdadır.

İklim

TayvanAdası, Yengeç dönencesi tarafından iki bölgeye ayrılır. Dolayısıyla ülke iklimi, bulunduğu yerin coğrafî tesirlerinin etkisi altındadır. Ayrıca ada etrâfını, Sıcak Sapon veya Kara Akıntısı diye bilinen okyanus akıntısı çevirmiştir. Ada, kuzeydoğu kış musonları sebebiyle bol yağışlıdır. Bu bölge nispeten kuru bir hava içine girdiğinde, bu sefer güneybatı musonları güney Tayvan’a yağış getirir. Yıllık yağış miktarı aşağı yukarı 1000 ilâ 1500 mm civârındadır. Bu rakam dağlık bölgelerde 5000 mm’ye kadar ulaşır. Ortalama hava sıcaklığı yaz aylarında 25°-33°C arasında ve kış aylarında 10°C ilâ 15°C arasında değişiklik gösterir.

Tabiî Kaynakları

Tayvan tropikal bitkilerden, yüksek dağ bitkilerine kadar değişen çeşitlilikte zengin bir bitki örtüsüne sâhiptir. Ülkenin yaklaşık % 60’ını ormanlar kaplamıştır. Alçak bölgelerde çoğunlukla bambu ve akasya tipi ağaçlar bulunur. Biraz daha yükseklerde alt tropikal ve orta sert tahtalık ağaçlar vardır. Daha da yükseklerde 200 çeşide yakın ağaç türü yetişir. Bunlardan selvi, meşe, köknar, çam ve lâdin ağaçları ekseriyeti teşkil eder. Ayrıca az da olsa mangrov, eğreltiotu, banyan (hintinciri), açalya (Amerikan hanımeli), zambak ve rodedendron türü bitkiler oldukça çoktur.

Tayvan’da hayvan cinsi olarak genellikle geyik, keçi, yaban domuzu, maymun türleri, manda ve sarı öküz yetişir. Yaklaşık 12’si zehirli olmak üzere 37 tür de yılan çeşidi vardır. Kıyılarıysa zengin balık kaynağıdır.

Ülkede 70’in üstünde mineral elde edilir. Bunların en önemlisi kömürdür. Bundan başka mermer ve kireçtaşı da oldukça boldur.

Nüfus ve Sosyal Hayat

Tayvan’ın nüfûsu yaklaşık 20.727.000’dir. Nüfus artışı % 2 dolayındadır. Ülkenin nüfus yoğunluğu 553’tür. Nüfûsu meydana getiren insanların % 98’ine yakın bir bölümü esas olarak Han Çinlileri soyundan gelmektedir. Ayrıca Endonezya kökenli bir kısım insanlar da mevcuttur. Çinli nüfûsun büyük bir kısmı Kızıl Çin zulmünden kaçan insanlardan müteşekkildir. Ayrıca bir miktar da Malezyalı ve Polinezyalılar vardır.

Nüfûsun % 60’ına yakın bir bölümü şehirlerde, geri kalanı da köylerde bulunur. Çince resmî dildir. Fakat bugünkü konuşulan Çince, Kızıl Çin’de konuşulandan farklı olarak, Eski Çincedir. Bundan başka Tayvan dili de yaygındır. Özellikle Hakka ve Fukien lehçeleri konuşulur.

Ülke insanlarının büyük bir bölümü Konfüçyüs inancına bağlıdır. Ayrıca Taoist ve Budistler de vardır. Son yıllarda İslâmiyet, diğer dünyâ ülkelerinde olduğu gibi burada da hızla yayılmaktadır. Hâlen 350.000’i aşkın Müslüman yaşamaktadır.

Halkın okuma-yazma oranı % 80 dolayındadır. Eğitim ve öğretim Çincedir. Çocukların milliyetçi olarak yetişmelerine çok dikkat edilir.

Tayvan, Çince “Tay-Van” kelimelerinden gelmektedir. Ülkenin resmî adı Milliyetçi Çin veya Çin Cumhûriyetidir. Ayrıca Formoza Devleti olarak da bilinir. Başşehri Taypey’dir. Diğer önemli şehirleri Takao, Tainan, Kiilun, Kagi, Tartya, Syâkwo, Hertâ ve Kwarrenko’dur.

Siyâsî Hayat

Tayvan, cumhûriyetle idâre edilen bir ülkedir. Hemen hemen sınırsız yetkileri hâiz cumhurbaşkanı 6 senede bir millî meclis tarafından seçilir. Millî meclisi meydana getiren yasama meclisi 386 üyeden ve denetleyici meclisiyse 60 üyeden meydana gelir. Ayrıca başşehir Taypey, ayrı bir eyâlet parlamentosuna sâhiptir. Taypey sitesininse yine kendine âit bir parlamentosu vardır. Ülke idârî olarak bir merkez, 4 eyâlet ve 16 il (Hsien)e bölünmüştür. Her ilin, kendisine âit kazâ ve nâhiyeler üzerinde geniş nüfuz ve selâhiyeti mevcuttur.

Ekonomi

Tarım, Tayvan ekonomisinin ana unsurudur. Yaklaşık toprakların dörtte biri ekilidir. Pirinç ve çay en önemli iki üründür. Bundan başka tatlı patates, buğday, yerfıstığı, soyafasulye, darı, muz, şekerkamışı ve yerelması da yetiştirilir. Nüfûsun % 45’i tarım alanında çalışır. % 25’lik bir bölümse sanâyi sektöründedir.

Ticâretini daha çok, ABD, Japonya, Kuveyt, Suudi Arabistan, Hong Kong ve Birleşik Almanya ile yapar. Dışarıya tekstil, kimyâ ürünleri, kereste, şeker, çay, pirinç, ananas, mâdenler, tuz ve muz, endüstri ürünleri ve elektrik, elektronik âlet ve malzemeleri satar.

Ülkedeki başlıca endüstriler şunlardır: Şeker, petrol, kömür, alüminyum, gübre, alkali, makina, elektrik enerjisi, balık, gemi yapımı, (metal) mâdencilik, tekstil, elbise ve kumaş, elektrik ve elektronik, cam, kâğıt ve kimyâ endüstrileri. Yeraltı mâdenleri oldukça zengindir. Kömür, kireçtaşı, mermer, alüminyum ve petrol başlıca önemli mineralleridir. Dışarıdan petrol, çeşitli mineraller, kereste ve çeşitli sanâyi ürünleri satın alır.

Tayvan ayrıca turizm bankacılık ve sigortacılık alanlarında da söz sâhibi bir ülkedir.

Yaklaşık olarak 19.945 km uzunluğundaki karayolu sistemi ve 4800 km civârındaki demiryolu uzunluğu ülke ulaştırması için kâfi gelmektedir. Karayollarının % 85’i asfalt kaplamadır. Deniz ve hava ulaştırma sistemiyse hem iç, hem de dış hat seferler olmak üzere oldukça gelişmiştir. Taoyünan ve Kao-hsiung’da milletlerarası havaalanı vardır.

TAYYAR MEHMED PAŞA

Sultan Dördüncü Murâd devri Osmanlı sadrâzamlarından. Nasuh Paşa kethüdâlığından yetişerek Bağdat Muhâsarasında Safevîler tarafından şehit düşen (1625) Uçar Mustafa Paşanın oğludur.

Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra vezir pâyesiyle Diyarbakır Beylerbeyi oldu. Abaza isyânında onunla berâber olmuş gibi görünerek Abaza’nın Kayseri Harbinde mağlup olmasını temin etti. Dördüncü Murâd Hanın Bağdat Seferine çıktığı sırada Musul taraflarının muhâfazasıyla görevliydi. Sadrâzam Bayram Paşanın vefatıyla orduya dâvet olunarak vezir-i âzam tâyin edildi (Ağustos 1638).

Bağdat Muhâsarasının gecikmesi üzerine Murâd Hanın şiddetli bir emrini alan Tayyar Mehmed Paşa, kılıcı elinde olduğu halde serdengeçtilerin başına geçerek kale burçlarına tırmandı. Şiddetli çarpışmalar sonucunda Bağdat Kalesinin önemli burçlarından birkaçını ele geçiren Tayyar Paşa, bu sırada bir kurşunla vurularak ağır yaralandı ve çadırına naklini müteakip vefât etti (Aralık 1638). Kabri, İmâm-ı A’zam türbesi bahçesinde babasının yanındadır.

Tedbirli, temkinli, cesur ve değerli bir kumandan olan Tayyar Mehmed Paşanın vefâtı Sultan Dördüncü Murâd’ı çok müteessir etmiş ve:

“Ah Tayyar, Bağdat Kalesi gibi yüz kaleye değerdin. Allah taksirâtını af, Cennet’te rûhunu nûra gark eyleye.” sözleriyle hakkında hayır duâ etmiştir.

TAZMİNAT

Alm. Entschädigung (f), Schadensersatz (m), Fr. Dédommagement (m), Indemnité (f), İng. Damages; Indemnity. Ziraat ödemeleri, verilen zarar karşılığında ödenen para, eşyâ ve benzeri şeyler. Verilen zararı karşılamak, ödemek eski hukuklarda da var olmuştur. Tazminat, önceleri aynen tazmin ve maddî tazminat şeklinde olmuştur. Daha sonra nakten tazmin ve mânevî tazminat gelişmiştir.

Türk hukûkunda tazminat: Borçlar Kânunu, Medenî Kânun ve ilgili diğer kânunlarda düzenlenmiştir. Tazminat bir alacak hakkı olduğu için ortada bir borç münâsebetinin ve bu münâsebetten doğan bir zararın olması gerekir. Borçlar Kânununda borç münâsebeti doğuran durumlar; akit (sözleşme) haksız fiil ve haksız zenginleşme olarak zikredilmiştir. Haksız fiilden söz edebilmek için; 1) Zarar verici bir fiil, 2) Fiilin hukûka aykırılığı, 3) Kusur, 4) Fiil sonucu doğan bir zarar, 5) Zararla fiil arasında bir bağ olmalıdır. Haksız zenginleşme için şu şartlar gerekir: Meydana gelen zararın tazmininden zararı yapan mesuldür. Ancak, adam çalıştırmada, çalışanın zararı için çalıştıranın; taşıt kullanmada, şoförün zararı için taşıt sâhibinin mesuliyeti gibi kânunda belirtilen durumlarda, zararı yapandan başka ikinci bir şahıs da zararın tazmininden mesul olabilir (kusursuz mesuliyet).

Tazminata karar verebilmek için, önce zarar miktarının hesaplanması gerekir. Zararı ispat etmek tazminat isteyene düşer. Zarar haksız fiilin işlendiği gündeki değeri gözönüne alınarak hesaplanır.

Tazminat istekleri maddî ve mânevî tazminat olmak üzere iki kısma ayrılır:

Maddî tazminat: Maddî tazminata hak kazandıran durumlar çok çeşitlidir:

1. Beden ve ruh tamlığının ihlâlinden doğan tazminat: Borçlar Kânununa göre: Bedenen ve rûhen bir zarara uğrayan kimse, çalışmaya muktedir olmamasından ve ileride mâruz kalacağı mahrumiyetten doğan zararını ve bütün masraflarını zarardan mesul olanlardan isteyebilir. Çalışma gücünü tamâmen kaybeden, ömür boyu bakımı için gerekli tazminatı isteyebilir. Beden ve ruh tamlığının ihlâli sonucu hükmedilen tazminat, haczedilemez.

2. Adam ölmesinden doğan tazminat: Burada istenebilecek maddî zararlar şunlardır: a) Gömme giderleri, b) Ölünceye kadar yapılan iyileştirme giderleri, c) Ölünceye kadar çalışma gücünün kaybolmasından doğan zararlar, d) Destekten mahrum kalma zararı. Destekten mahrum olanın tazminat isteyebilmesi için ölene mirasçı olması şart değildir. Destekten mahrum kalanlar; eş, nişanlı, küçük çocuklar, ana-baba gibi kimselerdir.

3. Nişanı bozmanın sonucu olarak maddî tazminat: Ortada haklı bir sebep bulunmaksızın nişanı bozan veya kusurla nişanın bozulmasına sebebiyet veren nişanlı, maddî tazminatı ödemeye mesul tutulabilir.

4. Boşanma sonucu maddî tazminat: Mevcut veya ilerdeki bir menfaati boşanma yüzünden kaybolan kabahatsiz karı veya kocanın, kabahatli olan taraftan münâsip bir tazminat talebine hakkı vardır.

5. Mâlikin uğradığı zararın tazmini: Bir gayrimenkulü üçüncü bir kişi tapudaki yanlış tescile bakarak satın alırsa bu gayrimenkulü kazanır, gerçek hak sâhibiyse kaybeder. Gerçek hak sâhibi ancak, tescili yanlış yapan devletten veya gayrımenkulü usulsüz olarak satan kişiden tazminat isteyebilir. Maddî tazminat, aynen tazmin veya para şeklinde olabilir.

Mânevî tazminat: Mânevî tazminat, mal varlığı dışındaki hukûkî değerlere yapılan saldırılarla meydana getirilen eksilmenin giderilmesi olup, gâyesiyse çekilen acıları yeterince dindirmek, kırılan yaşama arzusunu tâzelemek, hayâta yeniden bağlamak ve rûhî dengeyi sağlamaktır. Mânevî tazminat mirasçılara geçebilir. Mânevî tazminata hak kazandıran durumlar çeşitlidir:

1. Beden ve ruh tamlığının ihlâli sonucu olarak mânevî tazminat: Mânevî tazminat isteme hakkı zarara uğrayan ve bunun ölümü durumunda ölünün mirasçısına âittir. Çünkü bu hak, kişiye sıkı sûrette bağlı haklardandır. Bu tazminata hükmedebilmek için maddî tazminat şartlarının yanında, hâkimin takdir edeceği özel şartlar da gereklidir.

2. Kişilik haklarının ihlâli sonucu olarak mânevî tazminat: Kişinin husûsî hayâtı, sağlığı, beden ve ruh tamlığı, haysiyeti, şerefi, resmî, özel hayâtının gizliliği, îtibârı, atalarına karşı taşıdığı saygı duygusuna karşı işlenmiş her türlü saldırı, mânevî tazminatı gerektirir.

3. Kişilik haklarının basın yoluyla ihlâli dolayısıyla mânevî tazminat: Bunun için, kişilik haklarına ağır bir saldırı olması, kusurun ağır bulunması ve saldırının hukûka aykırı bulunması gerekir. Cezâ Kânunundaki “Hakâret ve Sövme” suçlarının basın yoluyla işlenmesi gibi. Bu durumda cezâ mahkemesinde açılan cezâ dâvâsında mânevî tazminat istenildiği gibi, istenirse hukuk mahkemelerinde ayrı bir mânevî tazminat dâvâsı açılabilir.

4. Nişanın bozulması sonucu olarak mânevî tazminat: Nişanlılardan birinin haklı bir sebep olmaksızın nişanı bozması ve nişanın bozulmasına sebebiyet vermesi durumunda öbür nişanlı, acı çekme, hayâta karşı küsme, şeref ve haysiyetinin zedelenmesi gibi mânevî zararlara uğramışsa, mânevî tazminat isteyebilir. Kısacası bu sebepten dolayı mânevî tazminat isteyebilmek için, kişilik haklarına ağır ölçüde saldırı olması, tazminat isteyenin kusursuz olması gerekir. Tazminat, nişanın bozulmasından sonra bir sene içinde istenmelidir.

5. Boşanma sonucu olarak mânevî tazminat: Boşanmaya sebebiyet vermemiş eş; zinâ, cana kasd, haysiyetsiz hayat sürme gibi haysiyet ve şerefi zedeleyen sebeplerden dolayı boşanmışsa kusurlu taraftan mânevî tazminat isteyebilir. Mânevî tazminat isteyebilmek için, şeref, haysiyet, isim gibi kişilik haklarına yapılan saldırının ağır olması gerekir. Mânevî tazminat boşanma dâvâsıyla birlikte istenmelidir.

6. Babalık dâvâsının konusu olarak mânevî tazminat: Evlilik dışı çocuğun kânun zoruyla baba tarafından tanınması demek olan babalık dâvâsında, baba belli olmuşsa, kadın, belli şartların gerçekleşmesi durumunda babadan mânevî tazminat isteyebilir.

Tazminat dâvâları: Gerçek kişiler gibi, tüzel kişiliğe sâhip dernek, şirket, vakıf gibi kuruluşlar bu dâvâlarda taraf olabilirler. İki milyon liraya kadar olan tazminat dâvâları sulh hukuk mahkemelerinde, iki milyon lirayı aşanlar Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür. Bu para miktarları kânunla her zaman değişebilir (1992). Ancak tazminata sebep veren haksız fiilden dolayı cezâ mahkemelerinde dâvâ açılmışsa, tazminat istemi de aynı dâvâda, aynı mahkemeye yapılabilir. Eğer zarar yapan fiil, idârî bir fiilse tazminat dâvâsı Danıştayda açılabilir. Tazminat dâvâları zararın ve zararı yapanın niteliğine göre iş ve ticâret mahkemelerinde de açılabilir. Yetkili mahkeme dâvâlının ikâmetgâhı mahkemesi veya haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesidir.

Basın yoluyla hakâret ve sövmeden doğan tazminat dâvâlarında yetkili mahkeme, basım yeri ve eğer basılı şeyler hakârete uğrayanın bulunduğu yerde dağıtılmışsa, hakârete uğrayanın bulunduğu yer mahkemesidir.

TA’ZÎR

İslâm dîninde, hadden daha hafif cezâyla cezâlandırma. Lügatte “edeplendirmek” demektir. Had, miktârı dinde kesin olarak bildirilmiş olan cezâdır. Ta’zîr cezâsı böyle değildir. Ta’zîrin cinsini ve cezânın miktârını hâkim tâyin eder.

Ta’zîr cezâsı çeşitli olup tenbih, ihtar, tekdir, dövmek hapis ve öldürmeye kadar gider. Suça ve şahsa uygun olanı verilir. Âlimlere yüksek memurlara ihtar (uyarı) etmek yetişir. Kaba kimseler dayak ve hapisle ta’zîr olunur. Mal almakla ve para cezâsıyla ta’zîr olmaz.

Ta’zîr, memleketten nefyederek (sürerek) ve evini yıkarak da olur. Halka eziyet edenler, zinâyı âdet edinen bekârlar nefyolunur. Müslümanları diliyle, eliyle, haksız inciten ta’zîr olunur. Kendi oğluna, kâfire söven, kazf (iftira eden) ta’zîr olunur. “nâmussuzun oğlu, haramzâde” diyen ta’zîr olunur. Bir kimse birini haksız döverse o da bu kimseyi döverse, hâkim ikisini de ta’zîr eder. Ta’zîr’e önce dövenden başlanır. Sihir, büyü yapan da ta’zîr olunur.

Kul hakkı bulunan ta’zîr suçları tövbeyle affolmazlar. Ayrıca hak sâhibiyle helallaşmak lâzımdır.

TBMM

(Bkz. Türkiye Büyük Millet Meclisi)

TEBE-İ TÂBİÎN

Hadîs-i şerîfle medhedilen üç nesilden üçüncüsü. İlki Eshâb-ı kirâmdır (radıyallahü teâlâ anhüm). İkincisi bu büyükleri görenlerdir. Bunlara Tâbiîn denir. Hadîs-i şerîfte buyruldu ki:

İnsanların en iyisi benim asrımda bulunan Müslümanlardır (Eshâb-ı kirâm). Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir (Tâbiîn). Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenlerdir (Tebe-i tâbiîn). Onlardan sonra gelenlerde yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayınız.

Tebe-i tâbiîn devrinde, Eshâb-ı kirâmdan Tâbiînin naklettiği hadîs-i şerîfler tasnif edilmiştir. Ayrıca Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin îzahları ve fetvâları da toplanmış kitaplara geçmiştir.

Tebe-i tâbiînin en meşhûr âlimleri şu zâtlardır: Mâlikî mezhebinin imâmı Mâlik bin Enes, Yahyâ bin Saîd el-Kattân, Veki’ bin Cerrah, Süfyân-ı Sevrî, Süfyân bin Uyeyne, Şu’be bin Haccâc, Evzâî, Leys bin Sa’d ve diğerleri. (Bkz. Ehl-i Sünnet)

TEBER

Alm. Hellebarde, Streitaxt (f), Fr. Hallebarde (f), İng. Halberd; battle-ax. Bir veya iki yüzlü, ay biçiminde, yakın muhârebede kullanılan bir savaş âleti. Göğüs göğüse olan savaşlarda, gemilerin borda bordaya gelmesinde baltalarla birlikte bu silâh çok kullanılırdı. Genellikle hükümdar maiyetindeki özel muhâfızlarla dervişlerin kullandıkları teberlerin yüzleri yarım ay şeklinde demirden, uzunca olup, sapları ağaçtan yapılırdı.

Osmanlı ordusunda pratik görülmediği için çok fazla kullanılmayan teber, zamanla seremoni aracı olarak kullanıldı. Bunları taşıyanlara teberdâr denirdi. Yeniçeri ocağında Teberdâr-ı Hassa adıyla bilinen ocaklar vardı.

Türk, İran, Memlûklar tarafından kullanılan teberler tezyinat bakımından birbirinden farklıdır. Müzelerdeki en eski teber örnekleri Memlûklara âittir. Bunlar zemini sık ve kıvrık dallarla dolgulu madalyonlar içine yerleştirilmiş altın çakma teknikli, dikey katlı sülüs kitâbeleriyle tanınırlar. On yedinci yüzyıldaki Osmanlı teberlerindeyse süslemede sâdelik göze çarpar.

TEBEŞİR

Alm. Kreide (f), Fr. Craie (f), İng. Chalk. Birbirine gevşek olarak bağlanmış çok ince toz hâlindeki bir çeşit kireçtaşı. Kireçtaşı kalsiyum karbonat mineralidir. Tebeşir, kalsiyum karbonatla birlikte çok az miktarda balçık mineralleri, silis tânecikleri, çakmaktaşı tozu ihtivâ eder. (Bkz. Kireç)

Tebeşir, foraminifere ve coccoliths gibi mini mikroorganizmaların milyonlarca sene önce deniz diplerinde biriken kabuklarıdır. Kuzey Amerika’da Alabame ve Teksas’ta; Avrupa’da İngiltere, Fransa ve İsveç’te bol miktarda tebeşir yatakları vardır.

Tebeşir, temizlenip saflaştırıldıktan sonra portlant çimento yapımında ve dezenfektan olarak kullanılır. Tebeşirin işlenerek pudra hâline getirilmesiyle kullanma sahası daha da artmıştır. Pudra tebeşir, seramik, cam mâcunu, muhtelif kozmetik, lâstik, kâğıt, marley, dişmâcunu gibi birçok yerde dolgu maddesi olarak kullanılır.

Okullarda karatahtalarda yazı yazmak için kullanılan tebeşir tabiî tebeşirden yapılmaz. Bu tebeşirler çok ince tebeşir tozunun, renk maddeleri, suda eriyen yapıştırıcılarla karıştırılıp, kalıplara dökülmesiyle elde edilir. ABD’de içine zehirli olmayan maddeler de karıştırılarak kâğıt kalıplar içine dökülerek elde edilen tozsuz tebeşirler yapılmıştır.

Ülkemizde tozsuz tebeşir ilk defâ 1982 senesinde Türkiye Gazetesi tesislerinde üretilmiş ve “Tozsuz Altın Tebeşirleri” adı verilmiştir.

Bununla berâber tebeşir tozunun ağırlığını arttıran malzemelerin sabun türü maddeler olduğu sanılmaktadır. Metal ve taş üzerine yazı yazmada kullanılan tebeşirlerse sabun, balmumu, reçine ve lamba karasından yapılır. Tebeşir umûmiyetle silindir biçimindedir. Dört köşe olanları da îmâl edilmektedir.

TEBÜK SEFERİ

Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimizin 630 (H.9) senesinde Bizans İmparatoruna karşı çıktığı sefer.

Tebük, Hacer ile Şam arasında bir yerin adıdır. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Medîne’ye hicret ettikten sonra, çeşitli devletlere elçiler gönderip onların hükümdarlarını İslâmiyete dâvet eyledi. Umman, Bahreyn hükümdârları tebeasıyla Müslüman oldular. Ayrıca birçok kabîlelerden heyetler gelerek Peygamber efendimize tâbi olduklarını bildirdiler ve saâdete kavuştular. Daha sonra Mûte’de Bizanslılara karşı büyük bir zafer kazanan İslâm ordusu Hevâzin ve Sakif kabilelerini de hezimete uğrattı. Bu durum üzerine İslâmiyetin ve İslâm devletinin büyümesini engellemek isteyen Bizans İmparatoru Herakliüs Şam’da büyük birlikler topladı. Ordusunu gayrete getirebilmek için adamlarının bir senelik ücretini peşin ödedi. Ayrıca Tahmîler, Gassanîler ve çevre Araplarla da ittifaklar kurarak onların desteğini sağladı.

Peygamber efendimiz bunu haber alınca Eshâb-ı kirâmı toplayarak harbe hazırlanmalarını buyurdu. Kabîle mensuplarını kabîlelerine göndererek asker topladı. O sene kuraklık olduğundan sahâbîler maddî yönden büyük bir darlık içinde bulunuyorlardı. Sâdece ticâret yapanların durumu biraz iyiydi. Sevgili Peygamberimiz Eshâbından harbe katılacak askerin techizi için, mâlî yardımda bulunmalarını arzu etmişlerdi. Peygamber efendimizin bu arzusu sahâbîleri harekete geçirdi. Herkes elinde avucunda ne varsa getiriyor, malı ve canıyla cihâda hazırlanıyorlardı.

Ebû Bekr-i Sıddık, malının tamâmını getirmişti. Resûl-ü ekrem efendimiz; “Âile efrâdına ne bıraktın, yâ Ebâ Bekr?” buyurunca, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk; “Allahü teâlâyı ve Resûlünü bıraktım.” diye cevap verdi.

Hazret-i Osman, ordunun üçte birini techiz etti ki, bu on bin kişi civârındaydı. Hazret-i Ömer ve diğer sahâbîler de ellerinde ne varsa getirerek Peygamberimizin duâsına mazhar oldular.

Bu kıtlık ve yokluk içinde hazırlıklar tamamlanınca, Peygamber efendimiz orduyu Seniyyet-ül-Vedâ’da topladı. Gazâya katılmayan yok denecek kadar azdı. Ordu hareket ettiği zaman, münâfıkların başı Abdullah bin Übey, Müslümanları korkutmak için olmayacak sözler söyledi. Hattâ “Yemin ederim ki, sanki Muhammed’i ve Eshâbını ikişer ikişer iplere bağlanmış hâlde görür gibi oluyorum...” diyordu. Eshâb-ı kirâm bu sözlere hiç aldırış etmedikçe münâfıklar kahroluyorlardı.

Resûlullah efendimiz, Seniyyet-ül-Vedâ’dan Tebük’e hareket edeceği zaman, ordunun bayraklarını ve sancaklarını açtırdı. En büyük sancağı hazret-i Ebû Bekr’e, en büyük bayrağı Zübeyr bin Avvam’a ve Evs kabîlesinin sancağını da hazret-i Ebû Dücâne’ye verdi. Peygamber efendimizin kumandasındaki Eshâb-ı kirâmın sayısı, 10.000’i süvâri olmak üzere, 30.000 kişiydi. Sağ kol kumandanlığına hazret-i Talhâ bin Ubeydullah, sol kola da Abdurrahmân bin Avf tâyin edildi.

Şanlı sahâbîler, pek sıcak bir havada ve Peygamberimizin kumandası altında harekete geçtiler. Sekizinci konak yerinde su kaplarında hiç su kalmamıştı. Susuzluktan herkes ölecek hâle gelmişti. Münâfıklar bunu fırsat bilip; “Muhammed gerçekten Peygamber olsaydı, duâ edip yağmur yağdırırdı.” dediler. Durum Peygamberimize (sallallahü aleyhi ve sellem) arz edilince, mübârek ellerini kaldırdılar ve Allahü teâlâya yağmur ihsân etmesi için yalvardılar. Sıcak ve bulutsuz bir havada derhâl yağmur bulutları peydâ oldu. Şiddetli bir yağmur başladı. Herkes kaplarını suyla doldurdu. Hayvanlarını suladı. Yağmur durup, bulutlar dağılınca, yağmurun yalnız ordunun üzerine yağdığı görüldü. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem ve sahâbiler tekbir getirdiler. Allahü teâlâya hamd ettiler. Münâfıklara da; “Bir özürünüz kalmadı. Allahü teâlâya ve Resûlüne îmân edin ve sâlih bir Müslüman olun!” dediler. Fakat hayâsız münâfıklar; “Ne olmuş ki!.. Bir bulut, geçerken yağdı ve gitti!..” diye karşılık verdiler.

Açlık da son haddine varmıştı. Öyle ki, bir hurmayı iki kişi bölüşür yerlerdi. Şiddetli sıcak ve açlığa rağmen Tebük’e geldiklerinde canlarını fedâ etmeye hazır bir şekilde düşman üzerine yürüdüler. Kıtlığa ve şiddetli sıcağa rağmen 30.000 kişilik yenilgi yüzü görmemiş bu kahramanlar ordusunun gelişi Bizanslıları büyük bir korkuya düşürdü. Bu sebeple, taarruz niyetindeyken hızla geri çekilmeye başladılar. Resûlullah efendimiz, eshâbıyla istişâre ettikten sonra düşmanı tâkip etmediler. Ordusunu Tebük’te beklettiler ve böylece düşmanlara korku saldılar.

Bu sırada o bölgede oturan bâzı kabîleler ve devlet başkanları İslâm ordusunun geldiğini işitmişlerdi. Korkularından Peygamber efendimize birer heyet gönderip, cizye vermek üzere emân dilediler. Peygamber efendimiz, merhâmet buyurarak tekliflerini kabul eyledi ve her biriyle ayrı ayrı antlaşma maddeleri yazılarak emniyette oldukları bildirildi.

Bu sefer dönüşünde olan mühim hâdiselerden birisi de; münâfıklar tarafından hîle için yapılan Mescid-i Dırâr’ın Peygamber efendimiz tarafından yıktırılmasıdır.

Böylece Tebük Seferiyle sâdece Bizans ordusu korkutulmamış, münâfıkların ve Arabistan’daki müşriklerle Yahûdîlerin de başları ezilmiş, İslâma karşı durma, engelleme faâliyetleri söndürülmüş oldu.

TECVİD

Kur’ân-ı kerîmin usûlüne uygun olarak okunmasını sağlayan ilim. Tecvid lügatta bir şeyi güzel yapmak, süslemek, hoşça yapmak, iyi ve güzel söylemek mânâlarına gelir. Tecvid, Kur’ân-ı kerîmin harflerini ağızdaki yerlerinden çıkarmayı, harflerin gerek yalnız başına, gerekse ikisi veya birkaçı birleşince söylenmelerinde yerlerine ve sıfatlarına uygun olarak hatâsız okumayı sağlayan bir ilimdir.

Kur’ân-ı kerîmin tecvid kâidelerine, bilgilerine uyularak okunması dînimizin emridir. Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Müzemmil sûresi dördüncü âyet-i kerîmede meâlen; “Kur’ân-ı tertil ile, açık açık, tâne tâne oku!” buyurdu. Hazret-i Ali’ye bu âyet-i kerîme sorulduğunda; “Tertîl, harfleri tecvid ve vakıfları (okunurken durulacak yerleri) bilmektir.” buyurdu. Peygamberimiz de sallallahü aleyhi ve sellem hadîs-i şerîfte; “Kur’ân-ı kerîmi tecvide uygun olarak okuyana şehit sevâbı verilir.” ve; “Kur’ân-ı kerîmi tecvid bilgilerine uyarak okuyunca, her harfine yirmi sevap verilir. Tecvide uymazsa on sevap verilir.” buyurdu.

Kur’ân-ı kerîm âyetleri Peygamberimize sallallahü aleyhi ve sellem tecvidiyle indirildi. Eshâb-ı kirâma tecvidle okuyup tebliğ etti. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem Eshâb-ı kirâma; “Kur’ân’ı, benden öğrendiğiniz gibi okuyunuz!” buyurmuştur. Eshâb-ı kirâm da öğrendikleri gibi okumuşlardır. Onlardan da böylece nakledilerek gelmiştir. Hazret-i Âişe’ye Peygamber efendimizin Kur’ân-ı kerîmi nasıl okuduğunu sorduklarında; “Gâyet latîf bir tertille okurdu. Her ne zaman Resûlullah’ın sallallahü aleyhi ve sellem Kur’ân-ı kerîm okuduğunu bir kimse işitse, harflerini saymak istese sayardı.” ve “Tek tek, tâne tâne okurdu.” buyurmuştur.

Kur’ân-ı kerîme hizmet ve hürmet, O’nu öğrenmek ve usûlüne uygun okumak, her Müslümanın en üstün amellerindendir. Bu bakımdan her Müslümanın tecvid bilgisini yeteri kadar öğrenmesi ve Kur’ân-ı kerîm okurken buna uyması gerekmektedir. Tecvid ilmi, bilen birisinden işitilerek ve tâlimi yapılarak öğrenilir.

Kur’ân-ı kerîm, güzel okununca, okuyana ve dinleyene tesir eder. Kalbini yumuşatır. Bunun için güzel sesle süslenmelidir. Kur’ân-ı kerîmi doğru, güzel okumak için mûsikî (müzik) öğrenmeye lüzum olmayıp, tecvid ilmini öğrenmek gerekmektedir. Din âlimlerinden çoğunun bildirdiğine göre, tecvid ilminde, harflerin ağızdaki yerleri, medler, harflerin uzatma miktarları ve daha birçok şeyler öğrenmeden okunan Kur’ân-ı kerîm, doğru olmamaktadır.

Tecvid ilmine âit bilgiler, muhtasar (kısa) ve mufassal (geniş) olarak hazırlanmış tecvid kitaplarında mevcuttur. Kur’ân-ı kerîm okumasını öğrenen Müslümanın bu eserlerden istifâde edip, ayrıca bir bilenin yanında tatbîkatlı olarak öğrenmesi lâzımdır. Öğretici olmadan öğrenilmez.

Memleketimizde eskiden en çok okutulan ve gâyet kısa, öz olarak hazırlanan tecvid kitabı Karabaş Tecvidi’dir. Bu kitapta yer alan tecvid bilgilerinden bâzıları şöyledir:

1) Medler (Uzatmalar): Harf-i med (harf-i lin) ve sebebi meddin bulunmasından dolayı yapılan uzatma çeşitleri altıdır. Bunlar Tabii med, muttasıl, munfasıl, lazım, ârız ve lîn medlerdir.

2) İdgâm: Sâkin (nun)un iki haldeki idgâmından başka idgâm-ı misleyn, idgâm-ı mütecaniseyn ve idgâm-ı mütekâribeyn olmak üzere üç idgam daha vardır.

3) Tenvîn ve Sâkin nun: Bir kelimede bulunan cezimli (nun) harfinden sonra ve kelimenin son harfinin tenvinli olması hâlinde bu (nun)un beş hâl üzere okunması esastır. Bunlar iklâb, izhar, ihfâ, idgâm-ı mealgunne (günneli idgam) ve itgam-ı bilâ günne (günnesiz idgam)dır.

4) İdgâm-ı Şemsiyye ve İzhâr-ı Kameriyye: Arapça’da kelimelerin başına gelen harf-i tariften (Elif-lâm) sonraki ilk harfe göre bazan idgam bazen de izhar ile okunur.

5) Kalkale: Kalkale harflerinin okunuş şeklidir.

6) (RA) harfinin okunuş şekilleri: Tecvide göre (Ra) harfinin nasıl okunacağını bildiren hükümlerin açıklamasıdır.

7) (Allah) lafzı ve zamir.

8) Sekte- Vakıf ve Vasıl: Kur’ân-ı kerîm okurken yapılan sekte, vakıf ve vasıl yerlerini bildirir.

Tecvid kitaplarının önemli konularından birisi de Kur’ân-ı kerîmi okurken durulacak yerleri anlatan vakıf konusudur. Vakıf şu harflerle olur. Cim; durulur, Ze; geçilir, Tı; mutlaka durulur, Sad; durulur, Mim; Mutlaka durulur, Lâ; Mutlaka geçilir.

Ahmed ibni Kemâl Paşanın Kur’ân-ı kerîmin secâvendleri, yâni durakları için yazdığı bir şiiri şöyledir:

Cim: Câiz geçmek ondan, hem revâ, durmak fakat, evlâdır sana!

Ze: Câiz, onda dahi durdular, geçmeyi daha iyi gördüler.

Tı: Mutlaka durmak nişânıdır, nerde görsen, orda hemen dur!

Sad: Durmakta ruhsat var dediler, nefes almaya izin verdiler.

Mim: Lâzım durmak burada elbet geçmede, küfrden korkulur pek!

Lâ: Durulmaz! demektir her yerde, durma hiç! alma hem nefes de!

Bu tertiple oku, itmâm et!

Sevâbını cümleye ihsân et!

TEF

(Bkz. Def)