TAŞKÖPRÜLÜZÂDELER
Osmanlılar zamânında büyük âlimler yetiştiren âile. Moğol istilâsı sebebiyle İran taraflarından gelip Kastamonu’nun Taşköprü kasabasına yerleşen bu âile Taşköprülüzâdeler adıyla meşhur oldu. Taşköprülüzâde ismiyle tanınan Osmanlı âlimleri şunlardır:
Taşköprülü Mustafa Efendi: Osmanlı âlimlerinden. İsmi Mustafa bin Halil, lakâbı Muslihiddîn’dir. Şakâyık-ı Nu’mâniyye sâhibi Taşköprülüzâde Ahmed Usâmeddîn Efendinin babası, Yavuz Sultan Selim Hanın hocasıdır. Taşköprü’de doğduğu için Taşköprülü diye meşhur olmuştur. 1453 (H.857) senesinde Kastamonu’ya bağlı Taşköprü’de doğdu. 1528 senesinde İstanbul’da vefât etti.
Küçük yaştan îtibâren ilim tahsiline başlayıp, önce babasından ve amcası Molla Muhammed Nikârî’den ilim öğrendi. Bursa’da Molla Derviş Muhammed’den ilim tahsil edip yüksek dereceye ulaştı. İstanbul Sahn-ı Semân (Fâtih) Medresesi müderrislerinden Molla Behâüddîn’den, Molla Mânisâvizâde, Kâdızâde ve Hocazâde’nin hizmetlerinde bulunup ilim öğrendi ve akranlarından üstün oldu. Bursa Esediyye Medresesinde, Ankara Ak Medresede, Üsküp İshak Paşa Medresesinde, Edirne Halebiyye Medresesinde müderrislik yaptı. Pâdişâh İkinci Bâyezîd Hanın dikkatini çekip, Şehzâde Yavuz Sultan Selim’e hoca tâyin edildi. Daha sonra Amasya, Bursa ve İstanbul’daki çeşitli medreselerde müderrislikte bulundu. Yavuz Sultan Selim pâdişâh olup Haleb’i fethedince hocasını Haleb kâdılığına tâyin etti. Fakat babasının “Kâdı olma!” vasiyeti sebebiyle gitmek istemediğini pâdişâha arz etti. Bunun üzerine İstanbul Sahn-ı Semân (Fâtih) Medreselerinden birine müderris tâyin edildi. Daha sonra Bursa’daki Sultâniyye Medresesinde ve tekrar Sahn-ı Seman Medreselerinde müderrislik yapıp ilim öğretti. 1528 senesinde vefât etti.
Güzel ahlâk ve derin ilim sâhibi olan Taşköprülü Mustafa Efendi cömert ve kerem sâhibiydi. Vakitlerini ibâdetle ve ilim mütâlaa etmekle kıymetlendirirdi.
Eserleri:
1. Beydâvî Tefsîri’nin bir kısmını şerh eden risâlesi.
2. Sadruş-Şerîa adlı eserin bâzı kısımlarına yazdığı hâşiye.
3. Risâletün fil-Ferâiz.
4. Risâletün fî Halli Hadis-il-İbtidâ.
Taşköprülüzâde Ahmed Usâmeddîn Efendi: Osmanlı Devletinin yetiştirdiği en büyük âlimlerdendir. İsmi Ahmed, lakâbı Usâmeddîn, künyesi Ebü’l-Hayr’dır. Taşköprülüzâde diye meşhur olmuştur. Babası Muslihuddîn Mustafa Efendi, Yavuz Sultan Selim Hanın hocasıydı. 1495 senesinde Bursa’da doğdu. 1561 senesinde İstanbul’da vefât etti.
Taşköprülüzâde Ahmed Efendi, ilim sâhibi bir zâtın oğlu olduğu için küçük yaşından îtibâren ilim öğrenmeye başladı. İlk tahsilini babasından gördükten sonra, zamânının âlimlerinden Molla Alâüddîn Yetim’den amcası Kıvâmüddîn Kâsım’dan, Fenârizâde Muhyiddîn Çelebi’den ve Seydî Muhyiddin Efendi gibi âlimlerden aklî ve naklî ilimleri öğrendi ve bu âlimlerden icâzet (diploma) aldı. Tasavvufta Nakşibendiye yoluna girip, bu yolun büyüklerinin sohbetinde bulundu.
Yavuz Sultan Selim Han zamânında Dimetoka’da Oraç Paşa Medresesine müderris tâyin edildi. Kânûnî Sultan Süleyman zamânında İstanbul’da Hacı Hüseyinzâde Medresesinde, Üsküp İshak Bey Medresesinde, İstanbul Edirne ve Bursa’daki çeşitli medreselerde müderrislik yaptı. İlim öğretip, talebe yetiştirdi. 1545 senesinde Bursa kâdılığına tâyin edildi. 1551 senesinde İstanbul kâdılığına yükseltildi. Ömrünün sonuna doğru gözlerinden rahatsızlandı. Kâdılık vazîfesinden emekliye ayrılıp kendi evine çekildi. İbâdetle meşgul oldu ve yazdığı eserlerini temize çektirdi.
1561 senesinde İstanbul’da vefât etti. Âşıkpaşa Mahallesinde Seyyid Velâyet türbesi civârında defnedildi. Mezarı duvarla çevrilmiştir.
Eserleri: Osmanlılar zamânında Anadolu’da yetişen âlimlerin büyüklerinden olan ve güzel ahlâk sâhibi olan Taşköprülüzâde Ahmed Usâmeddîn Efendinin eserlerinden bâzıları şunlardır:
1. Şakâyık-i Nu’mâniyye: Osman Gâzi’den başlayarak, Kânûnî Sultan Süleyman devrinde 1558 senesine kadar yetişen âlim ve evliyâların hal tercümelerinin anlatıldığı bu eser pâdişâhların sayısına göre on tabakaya ayrılmıştır. Eserde 371 âlim ve 150 evliyâ olmak üzere toplam 521 kişinin hal tercümesi yer almaktadır. Bu esere birçok zeyiller (ekler) yazılmıştır. Şakâyık-i Nu’mâniyye Osmanlılar devrinde bu konuda yazılan ilk eserdir. Eser Türkçedir.
2. Miftâh-üs-Seâde ve Misbâh-üs-Siyâde fî Mevduât-ul-Ulûm: Birçok ilim ve fen kollarını ve her ilimde yazılmış eserleri açıklayan kıymetli bir eserdir. Oğlu Kemâleddîn Mehmed Efendi tarafından bâzı ilâveler yapılarak Mevduât-ül-Ulûm adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir.
3. Nevâdir-ül-Ahbâr fî Menâkıb-il-Ahyâr; Sahâbe-i kirâm evliyaullah, müctehid âlimler ve fen âlimlerinden bahseden bir eserdir.
4. Hâşiyetü alâ Hâşiyeti Seyyid Şerif alâ Şerh-it-Tecrîd: Kelâm ilmine dâirdir.
5. Şerh-ul-Ahlâk el-Adûdiyye.
6. Risâletün fil-Ferâiz.
7. Risâletün fil-Kazâi vel-Kader.
8. El-Câmi fil-Mantık.
9. Şerh-i Hadîs-i Erbe’în.
10. Risâlet-üş-Şifâ fî Devâ-il-vebâ.
11. Tabakât-ül-Fukahâ.
12. Muhtasarun fî İlm-in-Nahv.
13. Şerh-ul-Cezerî fî İlm-il-Kırâat.
Taşköprülüzâde Kemâleddîn Efendi: Osmanlılar devrinde yetişen âlimlerden. İsmi Muhammed, lakabı Kemâleddîn’dir. Taşköprülüzâde Ahmed Üsâmeddîn Efendinin oğludur. 1552 (H. 959) senesinde İstanbul’da doğdu. 1622 senesinde İstanbul’da vefât etti.
İlk öğrenimini babasından aldı. Zamânın âlimlerinden ilim tahsil edip, aklî ve naklî ilimlerde yükseldikten sonra, Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin hizmetine kavuştu. Uzun müddet tefsir okudu. 1568 senesinde mülâzim (stajyer) oldu. 1576 senesinde Unkapanı Medresesine müderris olarak tâyin edildi. İstanbul’daki çeşitli medreselerde müderrislik yaptıktan sonra Selânik Medresesine nakledildi. 1592 senesinde Üsküdar kâdılığına ve aynı sene içinde Haleb Kâdılığına tâyin edildi. 1595 senesinde Şam, 1596 senesinde tekrar Haleb Kâdılığına getirildi. Daha sonra sırasıyla Bursa, Kâhire, İstanbul Galata, Selânik ve İstanbul kâdılıkları vazîfesinde bulundu. 1603 senesinde Anadolu Kâdıaskerliğine 1612 senesinde Rumeli Kâdıaskerliğine tâyin edildi. Daha sonra Gelibolu Kâdılığı ve tekrar Rumeli Kâdıaskerliği yaptı. 1620 senesinde Sadrul-Ulemâ ünvânına terfî etti. İkinci Osman Hanın Lehistan Seferine katıldı. Boğdan’a vardıklarında hastalandı. İstanbul’a dönmek üzere yola çıktıklarında İshakçı denilen yerde vefât etti.
İstanbul’a getirilerek Âşıkpaşa Mahallesinde Seyyid Velâyet türbesi civârında babasının kabri yanına defnedildi.
Yüksek ilim ve güzel ahlâk sâhibi olan Taşköprülüzâde Kemâleddîn Efendi birçok eseri Arapçadan Türkçeye tercüme ettiği gibi şiirle de meşgul olmuştur.
Eserlerinden bir kısmı şunlardır:
1. Mevduât-ül-Ulûm: Babası Taşköprülüzâde Usâmeddîn Ahmed Efendinin yazdığı Miftâh-üs-Seâde adlı Arapça eserin Türkçeye tercümesidir. İki cilt olup, Osmanlı-Türk dilinde kitâbiyât (bibliyografya) ilmine dâir yazılan eserlerin en önemlilerindendir. 1895 senesinde İkdâm Gazetesi matbaasında basılmıştır. Piyasada mevcuttur. Bu kitabı okuyan anlayışlı ve insaflı bir kimse İslâmiyetin yirmi ana ilmini ve bunların kollarından seksen ilmi; bu ilimlerin âlimlerini ve herbirinin yazdığı kitapları görerek, durmadan, yılmadan yazan İslâm âlimlerinin çokluğu ve her birinin ilim deryâsına dalmadaki mahâretlerine hayran kalmaktan kendini alamaz.
2. Kehf Sûresi Tefsirine Hâşiyesi.
3. Risâle-i Hüseyin-i Vâizî Tercümesi.
4. Tercüme-i Târih-i Kaht-ı Mısır.
5. İddetül Eshâb-il-Bidâye ven-Nihâye.
6. Kâside-i Bürde’ye yazdığı tahmis (beşleme).
7. Târih-i Sâfi: Osmanlılar, Abbâsîler ve Muhtelif hükümdarlardan bahseden târih kitabı.
8. Kitâb-ül-İstiâb fî Mârifet-il-Eshâb Tercümesi: Üç bin beş yüz sahâbinin hal tercümesini içine alır.
Ermeni tedhiş, terör örgütü. 1890 yılında Rus Ermenileri tarafından Tiflis’te kuruldu. Doğu Anadolu topraklarını da içine alan bir Ermeni devleti kurmak arzusunda olan Ermeniler, Osmanlı Devleti içinde rahat ve sâkin bir hayat yaşarlarken Avrupalı sömürgeci devletler tarafından kışkırtılarak isyana sevkedildiler. Rusya, İngiltere, Fransa, ABD ve Almanya gibi devletler, Hıristiyan olmaları sebebiyle Ermenileri kolayca kandırdılar. “Size bağımsızlık sağlayacağız.” gibi tatlı vaatlerle Osmanlı Devletine karşı teşkilâtlandırdılar. Avrupalılarla irtibatlı olan Ermeni tüccarların yanında Avrupa’da tahsil gören Ermeni gençleri de, dindaşlarının oyununa geldiler. Müslüman Osmanlı halkıyla güzel güzel geçinen Osmanlı Ermenileri, üç-beş anarşist Ermeninin kışkırtmasıyla içiçe oturdukları Müslüman ahâliye ihânet ettiler. Hınçak ve Taşnak komitelerine mensup anarşistleri içlerinde barındırdılar.
İngilizlerin verdikleri silahlarla Müslüman ahâliye ummadıkları zamanda saldırdılar. Zor durumda kalan Müslümanlar, devletten yardım istediler. Bilhassa devletin otoritesini sarsmak isteyen İngilizler, zaman zaman sıkıştırılan Ermeni anarşistleri inzibat kuvvetlerinin elinden alarak muhâfazaları altına aldılar. Zamanla Ermeniler iyice azıtıp toplu isyanlara başladılar.
Avrupa şehirlerinde çıkardıkları gazetelerle; “Türkler Hıristiyanları katlediyor.” diye propaganda yaparak batı dünyâsına seslerini duyurmaya çalıştılar. Cenevre (1891-1932) ve Paris’te (1932’den sonra) Troşak Gazetesi’ni yayınladılar.
1890-1895 yılları arasında İstanbul, Erzurum, Zeytun, Sason, Trabzon, Amasya, Merzifon, Tokat, Sivas, Diyarbakır, Van ve Muş’ta çıkarılan Ermeni ayaklanmalarında faal rol oynadılar. Terhis edilen silahsız askerlere saldırıp öldürdüler. Köy ve şehirlerde kadın, ihtiyar, çocuk demeden katliam yaptılar. Anadolu’daki yabancı konsolosluklar vâsıtasıyla silah temin edilip desteklendiler. Hınçak komitesinin parçalanmasından sonra, Ermenilerin Taşnak komitesi etrafında toplanmasıyla daha da güçlendiler (1896).
Avrupa’da Jön Türk ve İttihat ve Terakki adıyla faaliyet gösterip Abdülhamîd Hanı tahttan indirmeye çalışan kimselerle işbirliği yaptılar. Jön Türklerin 1902 ve 1907 yıllarında Paris’te yaptıkları kongrelere katıldılar. Bâzı Ermenilerin Rusya’da da faaliyet gösterme isteği teşkilâtı böldü. İkinci Meşrutiyetin îlânından sonra İttihatçılarla iyi geçinip bir süre terör eylemlerine ara verdiler.
Ancak Birinci Dünyâ Savaşı başlayınca kendilerini destekleyip silahlandıran İtilâf devletleri yanında yer alarak, Osmanlı Devletine karşı milis kuvvetleri kurdular. Erkekleri cepheye giden savunmasız Müslüman köylerini basarak evleri ateşe verdiler. Kadın, çocuk, ihtiyar ve hastaları diri diri yakmaktan zevk aldılar. Avrupa gazeteleri de, Ermeni köylerinin yakıldığını yazarak Hıristiyanlık duygularını istismar edip, Ermenilere taraftar toplamaya çalıştılar. Taşnak komitacılarının kurduğu Ermeni gönüllü birlikleri, doğu illerimizi işgal eden Ruslarla berâber, şehirlere girerek yağma ve katliam yaptılar. Van başta olmak üzere doğu şehirlerini tahrip ettiler. Ahâlisini ise tamâmen katlettiler. Her fırsatta ele geçirdikleri savunmasız insanları öldüren Ermeniler, Van’da yaptıkları katliamın akabinde (Nisan 1915) alınan bir kararla Suriye ve Anadolu’nun iç kesimlerine göçürüldüler. Bu esnâda birçok insan göç sıkıntısı dolayısıyla öldü. Bu durum sonraları Ermeniler ve taraftarlarının “soykırım” iddialarına yol açtı.
Ruslara Anadolu’da yaptıkları yardımlarla ve kaçırdıkları silahlarla güçlenen Hınçak Komitesi, 1917 Rus ihtilâlinden istifâdeyle kurulan Ermenistan devletinde iktidâr partisi oldu. 1920’de Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhûriyeti kurulunca iktidardan uzaklaştırıldı. 1923’te de siyaset yapması yasaklandı. Üyeleri Avrupa ülkeleri, Lübnan ve ABD’de faaliyet gösterdiler. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında bâzı Taşnak üyeleri Hitler’le işbirliği yaptılar. Rusya ve Rus Ermenistanı’na karşı düşmanlık besleyen Taşnak komitesi mensupları, hâlen Fransa, Lübnan, İran, Yunanistan ve ABD gibi devletlerde faaliyet göstermekte olup, Türkiye aleyhinde de düşmanca fikirler beslemektedirler.
TATARCIK (Phlebotomus papatasii)
Alm. Kriebelmücke, Fr. Phlébotome, İng. Sandfly. Familyası: Psychodidae. Yaşadığı yerler: Tropikal ve alt tropikal bölgelerde, gölgelik ve nemli yerlerde. Özellikleri: 2 mm boyunda, çift kanatlı sinekler. Kanatları kadife gibi tüylüdür. Çeşitli leichmaniaları (bir hücreli parazitler) taşıyarak şark çıbanı gibi hastalıkları bulaştırır.
Çeşitleri: P. perniciosus, P. papatasii, P. minutus, P. paroti gibi çeşitli türleri vardır.
Böceklerin dipterler (bir çift kanatlılar) takımından nematoser (nematocera) alt takımının; psikodidalar (psychodidae) âilesinden parazitolojide “phlebotomus cinsi” (Flebotomlar) olarak adlandırılan sinekler. Yakarca da denir. Dünyânın hemen her yerinde sıcak ve tropikal bölgelerde bulunur.
2 mm kadar uzunlukta, sarımsı renkte, vücutları, kanatları ve bacakları tüylü sineklerdir. Gözleri büyük ve siyahtır. Baş öne doğru eğik durur. Antenleri ince, uzundur. On altı segmentli vücudu vardır. Yalnız dişilerin ağız kısımları sokucudur ve kanla beslenir. Hortumu kısadır. Kanatları iğ biçimindedir ve dik durur. Bacakları uzundur. Karın on segmentten yapılıdır. Son iki segment (boğum) dış genital organı husûle getirmiştir. Erkeklerin son kısmı çıkıntılıdır.
Dişileri, insandan ve çeşitli hayvanlardan kan emerler. Türlerin çoğu gündüz kuytu yerlere gizlenir, gece beslenir. Bâzı türler gündüz de sokar. Çok yüksek bölgelerde yaşayabilir. İlkbahar ve yaz aylarında görünürler. Evlere girer ve cibinlikten geçebilir. İyi uçamaz ve yetiştiği bölgeden uzaklara gidemez. Tatarcıklar ancak rüzgârsız gecelerde dolaşırlar. Gürültüsüz, yavaş, kısa mesâfelerde kona kona uçar; bir mâniaya rastlarsa sıçrama hareketi yapar. Taş yığınları, duvar çatlakları, yığıntılar, ağaç kovukları, hayvan barınakları gibi yerlerde barınabilir.
Dişi, kan emmeden önce veya emdikten sonra çiftleşir. Yumurtadan erişkin hâle gelinceye kadar yedi hafta geçer. Erişkinler iki hafta kadar yaşarlar.
Bâzı türlerde dişi bir defâ kan emer, yumurtlar ve ölür. Bâzılarında ise tekrar kan emerek yumurtlayabilir. Dişi, binâların gölge taraflarında, karanlık, nemli aralıklara, yıkık yerlere, 30-50 kadar yumurta yumurtlar. Yumurtalar uzun, oval şekildedir. 9-12 günde larva çıkar. Larva organik artıklarla beslenir. Larva dört devre geçirir ve 4-6 haftada pupa dönemine geçer. Serin bölgedekiler olgun larva döneminde bir kış süren duraklama devresi geçirirler. Bundan 6-14 günde erişkin tatarcık meydana gelir.
Hastalık yapması: Dişileri, insan ve memeli hayvanlardan, bâzıları kuşlardan ve sürüngenlerden kan emerler. Dişi tatarcık sessizce hücum ederek, hassas olan ayak ve el bileği, diz ve dirsek başta olmak üzere, kol, el, ayak derisini, yüz ve boyun derisini sokar. Ağrılı sokma hissini bir süre kaşıntı tâkip eder. Sokulan yerde, etrafında 10-20 mm çapında kızarık bölge bulunan, kırmızı bir kabarcık meydana gelir. Etrafta bâzan şişlik (ödem) de teşekkül edebilir. Kaşınarak yırtılırsa, ikinci enfeksiyon neticesinde piyodermi husûle gelir. Bir defâdan fazla sokulan kimselerde toksemi (kana mikropların zehirlerinin yayılması), bulantı, ateş görülebilir. Derideki tahriş birkaç günde geçer. Tatarcığın salyasına karşı deride allerji meydana gelebilir. Bâzı kimselerde ilk sokmasında fazla bir şey olmadığı hâlde, 1-2 hafta sonraki müteakip sokmalarda deride kızartı ve kabarcık teşekkül eder. Tatarcık sokması insanda aşikâr bir huzursuzluk yapar.
Dişi tatarcıklar insandan kan emerken tatarcık humması, kala-azar (kara humma), şark çıbanı, Amerikan layşmaniyazı ve bartonelloz hastalıklarını bulaştırırlar.
Korunma ve mücâdele: Tatarcıklar kısa mesâfelere uçabildiğinden yumurtladıkları yerler civârında bulunurlar. Böcek öldürücüler (insektisit) tatarcıklara ve larvalarına çok tesirlidir.
Alm. Pappatacifieber, Dreitagefieber (n), Fr. Leishmaniose (f), İng. Sandfly fever-Pappataci fever. Tatarcık sineği (Phlebotomus pappatasii) ile bulaşan, üç gün kadar süren ve öldürücü olmayan mikrobik bir hastalık. Üç gün humması da denir. Tatarcık humması virüsü, Bunyaviridae âilesinin Bunyavirüs cinsine akrabâ tek zincirli RNA virüsüdür. 25 nanomikron çapındadır. Virüs, fındık fâresinde, embriyonlu yumurtada ve doku kültüründe üretilebilir.
Tatarcığın ısırdığı yerde küçük, kaşıntılı ve beş gün kadar kalan bir kabarcık meydana gelir. Eğer ısırdığında taşıdığı virüsü naklederse 3-6 günlük bir kuluçka devresinden sonra hastalık başlar. Baş ağrısı, kırıklık, bulantı, 40 dereceye kadar yükselen ateş, ışıktan korkma (fotofobi), karın ağrısı, ense ve sırtta sertlik ve kanda akyuvarlarda azalma (lökopeni) görülür. Yüz, bâzan boyun ve göğüs kızarmıştır. Gözün dış tarafında, üçgen şeklinde bir kızarıklık olduğu görülür.
Tatarcık humması için karakteristik olan bu görünüşe pick belirtisi denir. Ağız ve boğazda kızarma mevcuttur. 3-4 günde ateş düşer ve hasta iyileşir. Nâdiren tekrarlar. Hastalık selim (iyi) seyirlidir. Tesirli ilâcı yoktur. Ancak aspirin gibi ateş düşürücüler verilir. İkinci bir enfeksiyondan korunmak için antibiyotiğe başlanabilir.
Hastalıktan korunmak için, tatarcıklarla mücâdele edilir. Isırmalarından korunmağa çalışılır.
Rusya Federasyonuna bağlı özerk Türk devleti. Volga Nehri havzasının orta kesiminde. Volga ve Kama nehirlerinin birleştiği noktanın çevresinde yer alır. Bölgede yaşayan Tatarlara, Kazan veya İdil Tatarları ismi verilir.
Kazan Tatarları, İdil-Kama Bulgarlarıyla 13. yüzyılda Orta Asya’dan bu bölgeye gelen Kıpçak Türklerinin torunlarıdır. Bir Türk boyu olan Bulgarlar 7. asırda bu bölgeye yerleşmeye başladılar. Dokuzuncu asırda bir devlet kurdular. İslâmiyeti resmen 922’de kabul ettiler. Moğol istilâsından sonra bölgede kurulan Altınordu Devletinin hâkimiyeti altına girdiler. On beşinci asrın ikinci yarısında Altınordu Devleti yıkıldı ve hâkim olduğu bölgelerde Kazan, Kırım, Kasım, Astırahan, Sibir Hanlıkları ve bağımsız Nogay Uruğları ortaya çıktı. Uzun mücâdelelerden sonra Ruslar Kazan Hanlığını yıkarak bölgeye hâkim oldular (1522).
On sekizinci asırda Müslüman Tatarlar, Rusların siyâsî iktisâdî ve dînî baskıları yüzünden yurtlarını terk ederek bugünkü Başkırdistan’a Urallara ve ötesine göç etmek mecbûriyetinde kaldılar. 1774’te çıkan Pugaçev isyânı sonunda Tatarlar, Ruslardan bir takım dînî ve ticârî serbestlik aldılar. 1789’da yayınlanan bir kararnâmeyle Orenburg’da müftülük kuruldu ve İslâmiyet resmen Ruslar tarafından tanınmış oldu. Bu durum ancak yarım asır sürdü. 1860’lı yıllarda Tatarlar devletin Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikasının kurbanı oldular. Bu duruma ufak çapta isyanlarla cevap verdiler. Bir kısmı da çeşitli bölgelere ve Anadolu’ya göç ettiler Fakat Müslümanlıklarından tâviz vermediler.
1917 Şubat İhtilâli Rusya’da çarlığın devrilmesine ve geniş politik faaliyetlere sebep oldu. Bütün Rusya Müslümanlarının kurultayı toplandı ve ilk defâ çarın tâyin etmediği bir müftü seçildi. 1917 Haziran ayında Kazan’da toplanan kurultaydaysa “İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının” medenî muhtâriyeti îlân edildi. Ardından 120 kişilik Millet Meclisi için seçimler yapıldı. Bu meclis 29 Kasım 1917’de İdil-Ural Devleti projesini îlân etti. Bu Devlet 1918’de Bolşevikler tarafından ortadan kaldırıldı. Bolşevikler Sovyet Sosyalist Tatar-Başkurt Cumhûriyetini kurduklarını açıkladılar. 23 Mart 1919’da Başkurt, 27 Mayıs 1920’de de Tatar muhtar cumhûriyetleri kuruldu. Böylece Tatar-Başkurt Cumhûriyetinin yerine iki ufak muhtar cumhûriyetin kurulması bölgede Türk birliğinin parçalanmasına sebep oldu.
Sovyet Sosyalist Cumhûriyetler Birliğinin dağılmasından sonra, 1992’de Tataristan’da tam siyâsî bağımsızlığını îlân etti. Rusya’dan ayrılma niyetini bildirince Rusya Parlamentosu buna ret cevâbı verdi. Bu bağımsızlık halen hiçbir devlet tarafından tanınmamıştır. Rusya Federasyonu içerisinde Tataristan Muhtar Cumhûriyeti olarak bulunmaktadır.
Tataristan toprakları genelde alçak ve engebelidir. Volga Irmağının batısında yüksekliği 235 metreye ulaşan arâzi Volga Tepelerinin en kuzey ucunu meydana getirir. Doğu’da Ural Dağlarına doğru yükselen bölgenin güneydoğusunda, yaklaşık 338 m yükseklikteki Bugulma-Belebey Platosu yer alır. Volga Irmağı bölge topraklarının batı ucundan kuzey-güney doğrultusunda akar. Toprakların büyük bölümünü Volga’nın bir kolu olan Kama Nehri sular. Vyatha ve Byelaya nehirleri Kama Nehrinin en önemli kollarıdır.
Tataristan’da kara iklimi hâkimdir. Kışlar uzun ve sert, yazlar ise sıcak geçer. Senelik yağış miktarı ortalama 420-510 mm’dir. En çok yağış yaz aylarında görülür. Kar kalınlığının 60 santimetreye ulaştığı olur.
Cumhûriyet topraklarının % 16’sı ormanlarla kaplıdır. Nehir kenarlarındaki taşkın ovalarında geniş çayırlar yer alır.
Tataristan’ın nüfûsu 3.642.000 olup, yüzölçümü 68.000 km2dir. Nüfus yoğunluğu 54’tür. Nüfûsun % 48’ini Tatarlar, % 43’ünü Ruslar, % 4’ünü Çuvaşlar, % 5’ini diğer milletler meydana getirir. Başşehri Kazan olup, önemli şehirleri Bugulma, Almetyevsk, Çistopol’dur.
Eğitim Tatarca ve Rusça yapılmaktadır. İlk ve orta öğretimde Tatarca, yüksek öğrenimde ise Rusca kullanılır. Ülkede okuma-yazma bilmeyen yoktur. Kazan Üniversitesi 1804’te kurulmuştur. Üniversiteye bağlı 8 fakülte vardır.
Rusların büyük propagandalarına ve din düşmanlığına rağmen, Tatarlar İslâmiyeti en iyi şekilde koruyan ve ilâhiyat eğitiminde en ileri olan bir cumhûriyettir.
Tataristan tarım ve sanâyi ülkesidir. Ülkenin en büyük tabii zenginliği petrol ve doğal gazdır. Petrol ve doğal gaz Elmet, Leningorsk, Alabuga, Mendelyevsk şehirlerinde çıkarılır. Çıkarılan petrol boru hattıyla Moskova, Perm, Gorkiy, Kuybişev, Yaroslav, Rezon ve Başkırdistan’daki rafinerilere gönderilir. Petrol ve doğal gaz sanâyiinin yanında kimyâ ve petrokimyâ sanâyii de gelişmiştir. Kimyâ fabrikalarında polietilen, aseton, sentetik kauçuk, film gibi dört bine yakın kimyevî madde îmâl edilmektedir. Ayrıca Kazan’da uçak, bilgisayar, kamyon ve dizel motor fabrikaları vardır.
Ülkede tarım faaliyetleri eski Sovyetler Birliğinin diğer bölümlerinde olduğu gibi devlet çiftliği (Sovhoz) ve kollektif çiftlik (Kolhoz) ler tarafından yürütülür. Başlıca tarım ürünleri çavdar, buğday, mısır, bunak, keten, şekerpancarıdır. Ayrıca sebzecilik ve meyvecilikle, hayvancılık ve buna bağlı olarak mandıracılık gelişmiştir.
Tataristan’da ulaşımda nehirlerden faydalanılır. Irmak limanlarıyla Moskova ve Volga havzasının diğer şehirlere düzenli yolcu taşımacılığı yapılır. Demiryolu ulaşımı fazla gelişmemiştir. Ülkenin kuzeybatı ve güneydoğu ucundan Moskova ve Urallara uzanan iki ana hat geçer. Birçok merkeze karayolu bağlantısı vardır.
Alm. Tatar (-in f) (m), Fr. Tartare (m), İng. Tatar. Türkistan’ın doğusundan Cengiz İmparatorluğu zamânında Kırım ve Anadolu’ya yayılan bir kavim. Muhtelif zamanlarda, muhtelif mânâlarda kullanılan Tatar kelimesi, daha ziyâde Moğollar ve Türkleri ifâde etmiştir. Tatar kelimesine ilk olarak Orhun kitâbelerinde İstemi Hanın bir merâsimine gelenler listesinde rastlanmaktadır. Aynı şekilde Kültegin ve Bilge Kağan kitâbelerinde de Tatarlar çeşitli vesîlelerle anılır. Bu kitâbelerde Otuz-Tatarlar olarak geçen kavim, Göktürk ve Uygur kitâbelerinde Dokuz-Tatarlar şeklinde geçer. Bayan-Çur Kağan kitâbesinde Uygurlarla Tatarların yaptıkları savaşlar anlatılır. Farklı devirlerde yazılan yukarıdaki kitâbelere bakılırsa Otuz-Tatarların Moğol, Dokuz-Tatarların ise Türk olmaları muhtemeldir.
Türk ve Moğol menşeli olmak üzere iki grup olarak kabul edilen Tatarların, Asya’dan batıya yayılmaları iki dalga hâlinde olmuştur. İlki Atilla zamânındaki savaşlar esnâsında batıya gitmişlerse de, çoğunluğu geriye dönmüş ve bir kısmı, Kuzey Kafkasya ve Karadeniz’de Bulgar birliğini kurmuşlar. Altıncı asırda bu birlik dağılmış ve Balkanlar’a doğru göçmüşlerdir. İkinci dalga ise Cengiz Hanın savaşları esnâsında vukû bulmuştur. Moğol İmparatorluğunun dağılmasından sonra, batıya gelen Türk çoğunluklu Tatarlar, Altınordu Devletini kurmuşlardır.
Moğolların Ortadoğu’ya yayılmaları esnâsında geniş bir Moğol ve Türk topluluğu da Anadolu’ya gelmiştir. Târihî kaynaklarda Tatar olarak anılan bu zümrenin beyleri, İlhanlıların hizmetine girmişlerdir. On beşinci asırdaki kaynaklarda bunlara Kara Tatar denilmekle berâber, bunların aynı isimdeki boyla münâsebetleri yoktur.
Anadolu’ya gelmiş olan Tatarlar elli iki oymağa ayrılmışlardı. Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batı kesimlerinde zengin otlaklara sâhiptiler. Hayvancılık sâyesinde rahat bir hayat süren Tatarlar, vergi de vermiyorlardı. Yıldırım Bâyezîd Hanın Anadolu’yu fethi sırasında Osmanlı hizmeti altına giren Tatarlar, menfaatlerini her zaman kuvvetli bir hükümdarın emri altında olmakta görmüşlerdir. Ankara Savaşından sonra Tîmûr Han tarafından Anadolu’dan göçe zorlanan Kara Tatarların büyük bir kısmı sürülmüştür. Anadolu’da kalabilenler de zamanla Türkleşmişlerdir.
Göç etmeyip, Anadolu’da kalanlar, Fetret Devrinde şehzâdeler arasındaki mücâdelede önemli rol oynamışlardır. Sultan Çelebi Mehmed Han (1413-1421) iktidârı ele geçirdikten sonra, bunları Filibe civârında yerleştirmiştir.
Tatarların Türk olanları günümüzde Rusya’nın ve dünyânın muhtelif bölgelerine yayılmışlardır. Tataristan, Başkırdistan, Çuvaşistan, Astırhan, Batı Sibirya, Ukrayna, Kafkasya, Türkistan ve Kırım’da toplu veya dağınık halde yaşamaktadırlar. Bu bölgelerin dışında Finlandiya, Mançurya, Kore, Japonya, ABD, Birleşik Almanya ve Türkiye’de Tatarlar bulunmaktadır. Ancak, Mançurya, Kore ve Japonya’daki Tatarların ekseriyeti Türkiye’ye göç etmişlerdir. Zamânımızda özellikle Eskişehir civârında yaşayan ve Tatar olarak bilinenler ise Kırım’dan göçmüş Türklerdir.
Alm. Süssigkeiten; Sübspeisen (f. pl.), Fr. Pouceurs (f); entremets sucrés (m. pl.), İng. Sweets, (ABD) candies. Meyve, süt ve hamurdan içine şeker konularak yapılan yiyecekler. Yüzyıllardan beri pekçok çeşidi yapılan tatlılar, kuvvetli bir besin kaynağıdır. Yerine, mevsimine, yöresinin yapış şekline göre tatlı çeşitleri çoktur. Komposto, hoşaf gibi hafif tatlılar, besleyici hafif sayılabilen sütlü tatlılarla hamurdan yapılan tatlılar, vücudun hem enerji hem de besin kaynağıdır. Hamurdan yapılan tatlılara ağır tatlılar denir ve bunlara ceviz, badem, antepfıstığı gibi meyveler çekilerek ilâve edilir. Ayrıca üstüne konan kaymak bunlara ayrı bir tat verir.
Tatlılar, yapılırken kullanılan ana malzemeye göre üçe ayrılır: Hamur tatlıları; baklava, kadayıf, revani, kalbur bastı, tulumba gibi. Süt tatlıları; sütlaç, muhallebi, keşkül, tavuk göğsü gibi. Meyve tatlıları; komposto, hoşaf ve çeşitli reçeller.
Tatlılar genellikle yemeklerden sonra yenir. Reçeller ise sabah kahvaltılarında ve iftar sofralarında tercih edilir.
Malzemenin kaliteli ve ölçülü olarak kullanılması tatlının nefâsetini (lezzetini, yeme zevkini) artırır. İçine konacak malzeme ve yağda kısıntı tatlının arzu edilen kıvamda olmamasına sebep olur.
Alm. Gürteltier, Fr. Tatou, İng. Armadillo. Familyası: Tatugiller=Kemerlihayvangiller= Armadiller (Dasypodidae). Yaşadığı yerler: Güney Amerika’da toprak inlerde. Özellikleri: Baş ve vücutları küçük kemiksi levhalardan meydana gelmiş bir zırhla örtülüdür. Tehlike ânında kirpi gibi tostoparlak olurlar. Çeşitleri: Altı kemerli tatu (Dasypus sexcinctus), dokuz kemerli tatu (D. novencinctus), Üç kemerli tatu (Tolypeutes tricinctus) türleri iyi bilinir.
Kemerlihayvangiller (Dasypodidae) familyasına giren hayvan türlerinin genel adı. Güney Amerika’ya mahsus olan bu memeli hayvanlar, ağır zırhlı ortaçağ savaşçılarına benzerler. İspanyollar Yeni Dünyâ’ya ilk geldiklerinde, hayretle gördükleri bu hayvana “Küçük zırhlı” mânâsında “Armodillo” dediler. Aslı Tupi dilinden alınmış olan ve Türkçede de “tatu” olarak bilinen bu hayvanların başları, derileri ve kuyrukları kemik levha (safiha)larla kaplıdır. Bedenin büyük bir kısmını örten bu sert levhalar bâzı bölgelerde eklemlidir. Parmaklarında keskin, kuvvetli kancalı tırnakları vardır. Toprakta kazdıkları inlerde barınırlar. Çoğunlukla gece çıkarlar. Termit ve böceklerle beslenirler. Güçlü pençeleriyle termit yuvalarını bozarak, uzayabilen yapışkan dilleriyle termitleri toplarlar.
Tatular zırhlı olmalarına rağmen savaşçı değildir. Görünüşlerinin tersine, barışsever hayvanlardır. Görme ve işitme duyuları fazla kuvvetli olmadığından tehlikeyi geç fark ederler. Bir tilki veya yaban köpeğinin saldırısına uğradığında, hızla koşarak kaktüslü ve dikenli alanlara dalarak, yeraltı inine ulaşmaya çalışır. Dikenler arasından zırhı sâyesinde rahatça geçer. Hasımlarına ise dikenler engel teşkil eder. Sırtlarındaki oynak kemerler tabiî menteşe ödevi görür. Böylece daha rahat koşar ve kirpi gibi tostoparlak olabilirler.
Bir tehlike ânında yakalanacağını anlayan tatu, hemen tortop olarak başını, ayaklarını ve karnını zırhıyla örter. Vakit bulursa bir bayırdan kendini aşağı bırakarak yuvarlana yuvarlana düşmanından uzaklaşır veya toprak yumuşak olduğu takdirde kaş-göz arasında toprağı eşeleyerek içinde kaybolur.
Kuvvetli koku alma duyusuyla toprak altında avlarını keşfeder, hemen orayı eşeleyerek böcek ve kurtçuklara ulaşır. Bâzan akrep ve diğer zararlı böcekleri de yediğinden faydalı hayvandır. Karınlarında dört meme başı olup, her defâsında aynı cinsiyetli dört yavru doğururlar. Her yavru bir memeyi emdiğinden aç kalma problemleri yoktur. Tatuların çoğu kedi iriliğinde olmakla birlikte, 80 cm uzunluk ve 6,5 kg ağırlıkta gelenleri de vardır. Su içinde yüzebilir ve sığ gölcüklerde su dibinde yürüyebilirler.
(Bkz. Boruçiçeği)
Ziyâret etmek maksadıyla bir şeyin etrâfında dolaşmak. Kâbe-i muazzamayı ziyâret ederek, etrâfında yedi kere dönmek. Tavâf, hac ve umrede, Mescid-i haram içinde Kâbe-i muazzama etrâfında dönmek demektir. Lügatta “dönmek, dolaşmak” mânâlarına gelir. Kâbe’den başka bir câmi etrâfında ibâdet için dönmeyi dînimiz yasak etmiştir.
Haccın farzları üçtür: İhram, Arafat’ta vakfe ve Kâbe-i muazzamayı ziyâret maksadıyla tavâf etmektir. Buna “tavâf-ı ziyâret” denir. Dördü farz, üçü vâcib olmak üzere yedi kere dönülür. Tavâfa, Hacer-i esvedin bulunduğu köşeden başlanır. Kâbe sola alınarak, Kâbe kapısına doğru gidilmek sûretiyle başlanılan yere gelinir. Kâbe etrâfında bir kere dönmeye “şavt” adı verilir. Yedi şavt, bir tavâf demektir. Zemzem kuyusunun ve Makâm-ı İbrâhim’in dışından dolaşarak da tavâf edilebilir. Kadınların tavâf ederken, Kâbeye yaklaşmamaları daha fazîletlidir. Mescid-i Haram, dışından tavâf yapılmaz. Tavâfın, Hatim denilen yerin dışından yapılması gerekmektedir. Tavâfa niyet etmek de, ayrıca farzdır, dinde emirdir. Ziyâret tavâfını, Arafat’ta vakfeden sonra yapmak da farzdır. Tavâf ederken ve sa’y ederken, ezân okunursa, bunlar bırakılıp, namazdan sonra tamamlanır.
Tavâfın belli bir vakti yoktur. Nâfile olarak gece ve gündüz tavâf yapılabilir. Farz olan ziyâret tavâfı, Bayramın üçüncü gününün güneşi batıncaya kadar yapılır. Her tavâftan sonra Mescid-i Haram içinde iki rekat namaz kılmak vâcibdir, dînimizin kesin emridir. Tavâf ederken abdestsiz ve cünüp olmamak lâzımdır. Tavâf ederken dikkat edilmesi önemli olan bir husus da, avret yerlerinin kapalı olmasıdır. Kadınların bu şarta uyması mühim olduğundan onlar, erkeklerin bulunmadığı zamanlarda tavâf ederler.
Tavâf esnâsında Salevât-ı şerîfe okunur. Tavâfa başlama yeri olan Hâcer-i Esvede gelince, ona yönelinir, namazda durur gibi tekbir ve tehlil getirilerek bu taşa el sürülür ve mümkün ise öpülür. Bunlar mümkün olmayınca istilâm edilir. Yâni karşıdan el sürme işâreti yapılarak selâm verilir. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem efendimiz böyle yapardı.
Tavâfın çeşitleri:
1. Kudûm tavâfı: Mekke’nin dışında, Mîkat denilen yerlerden daha uzak memleketlerin hacılarının, Mekke’ye vardığı zaman, hemen Mescid-i Harama girerek yaptıkları tavâftır. Bu tavâfı yapmak sünnettir. Hacca geç giden kimse, doğru Arafat’a gider. Bunun artık “tavâf-ı kudûm” yapması lâzım değildir.
2. Ziyâret tavâfı: Buna “tavâf-ı ifâda” da denir. Farz olan bir tavâftır. Hacıların, Arafat’ta vakfede bulunduktan sonra yaptıkları tavâftır. Bu tavâfın, bayramın üçüncü gününün güneş batıncaya kadar yapılması lâzımdır.
3. Vedâ tavâfı: Buna “tavâf-ı sadr” da denir. Mîkat denilen yerlerden daha uzak memleketlerin hacılarının, Mekke’den son ayrılacağı gün yapmaları lâzım olan tavâftır. Hayızlı kadına bu tavâf vâcib değildir.
4. Nâfile tavâf: Mekke’de oturanların zaman zaman yaptıkları tavâftır. Buna “tavâf-ı tatavvu” da denir.
5. Ömre tavâfı: Ömre, hac zamânı olan beş günden başka, senenin her günü, ihramla tavâf ve sa’y yapmak, saç kazımak veya kesmektir. Ömreye “hacc-ı asgar”, yâni küçük hac da denir. Ömründe bir kere ömre yapmak müekked sünnettir. (Bkz. Ömre)
Endülüs ve Anadolu’da kurulan Müslüman şehir ve bölge devletlerinin adı. Tavâif-i Mülûk, Osmanlıca bir terkip olup, beyler topluluğu mânâsındadır.
Endülüs’te Tavâif-i Mülûk: İspanya’da Endülüs Emevî Devleti çökünce, bölgede çok sayıda mahallî hânedanlar ortaya çıkıp, bulundukları mevkiye hâkim oldular. Bunların çoğu şehir devleti vasfındaydı. Eftasîler, Endülüs’ün güney batısındaki geniş bölgelere hâkim oldular. Bu hânedanlar, Emevîlerin idâresi altındaki toplulukların vasfına sâhipti. İşbiliye’deki Abbâdîler ile Saragosa’daki Hudîler Arap asıllıydı. Badajoz’daki Miknâsa Eftasîleri, Tuleytula’daki Havvannara Zunnûnîleri ve Malaga’daki Hammûdîler Berberî asıllıydı. Endülüs’teki Tavâif-i Mülûk devletçikleri arasındaki mühim olan hânedanların hâkim oldukları mevkiler ve iktidar yılları şöyledir:
Malaga ve Algeciras’taki Hammûdîler (1010-1057), İşbiliye’deki Abbâdîler (1023-1091), Gırnata’daki Zirîler (1012-1090), Nieblâ’daki Benû-Yahya (1023-1051), Silves, Algerve’deki Benû-Müzeyn (1028-1053), Albarracin, La Sahla’daki Benû-Rezîn (1011-1107), Alpuenti’deki Benû-Kasım (1029-1092), Kurtuba’daki Cevherîler (1031-1069), Batliyas’taki Benû-Mesleme de denilen Eftasîler (1022-1094), Tuleytula’daki Zunnûnîler (1009-1085), Valencia’daki Benû-Sumâdih (1039-1087), Saragosa, Lerida, Tutîle, Calatayud, Denia, Tortosa’daki Tucîbiler (1019-1039), Hudîler (1039-1043), Majorka’daki Benû Mücahid ve Benû-Ganiye (1022-1205) bu mevkilere hâkim oldular. On birinci yüzyılın sonunda bölge bütünüyle Murâbitlerin hâkimiyetine geçti.
Anadolu’daki Tavâif-i Mülûk: Bunlara Anadolu Beylikleri de denir. Anadolu Beylikleri Devletinin Moğollara 1243 Kösedağ Harbinde yenilmesinden sonra meydana gelen otorite boşluğundan faydalanılarak kurulmuştur. Hepsi Türk asıllı olup, Müslüman ve Ehl-i sünnetti. Anadolu Beylikleri, Bizanslılar ve Moğolların Türk ve Müslüman bölge ahâlisine yaptıkları zulme tepki olarak doğdu. Beylik mensupları, Orta Asya’daki Moğol zulmünden kaçıp, Selçuklular tarafından Anadolu’ya yerleştirilen Oğuz boylarıydı. Çeşitli Oğuz boylarına mensup topluluklar, bulundukları mevkilerde Türkün teşkilâtçılık rûhuyla birkaç şehir ve bölgeden meydana gelen yirmiden fazla beyliği çok kısa zamanda kuruverdi. Bu beylikler, kurulmasından îtibâren Bizanslılar, Moğollar ve Haçlı Seferleri artıklarıyla mücâdeleyi başlattılar. Anadolu Beyliklerinin mücâdelesinden sonra Türkiye Selçukluları Devleti kendini toparlamasa da, târihî misyonunu yeni Türk devletleri ve sonra bütünüyle Osmanlılar tamamlamıştır. (Bkz. Anadolu Beylikleri)