TANTAL

Alm. Tantal (n), Fr. Tantale (m), İng. Tantalum. Sert ve dövülebilir bir metal. Ta sembolüyle gösterilir.

Bulunuşu: Volkanik kayaların içinde % 0,00021 oranında mevcuttur. Genellikle niyobyumla birlikte bulunur. Tantal’ın en bilinen minerali tantalit olup, bileşimi demir (II) tantalattır, Fe (TaO3)2. Saf tantal elde etmek, niyotalyumdan ayrılması için tatbik edilen, bir seri reaksiyon ve işlemle mümkün olmaktadır. Ayrıca K2TaF7 bileşiğinin elektroliziyle de tantal elde edilir (katotta toplanır).

Fizikî ve kimyevî özellikleri: Tantal periyodik tablonun V B grubunda bulunan bir geçiş elementidir. Atom numarası 73, atom ağırlığı 180,948’dir. Elektron düzeni (Xe) 4f14 5d3 6s2 olup, bileşiklerinde 2+, 3+, 4+ ve daha ziyâde 5+ değerliklerini alır. 2996°C gibi yüksek bir erime noktasına sâhiptir. Kaynama noktası 6100°C’dir. Özgül ağırlığı ise 16,6 gr/cm3tür. Kolay haddelenen, soğukta bile işlenebilen bir metaldir. 150°C’nin altında, en atıl (inert) metallerdendir. Ancak yüksek sıcaklıklarda kimyevî aktifliği ortaya çıkar.

Kullanılışı: Tantal, kimyevî maddelerin çoğuna dayanıklıdır. HCl, HNO3, Cl2 ve altın suyu dahi tantala etki etmez. Yalnız HF ve SO3’ten etkilenir. Bunun için kimyâ endüstrisinde, özellikle aside dayanıklı cihazların yapımında kullanılır. Kimyâ sanâyiinin dışında, kondansatörlerde, redresörlerde, elektronik tüplerdeki yapı elemanlarında ve dolmakalem uçlarının yapımında kullanılır.

Tıpta, vücuttaki mevcut doku ve sıvılardan etkilenmeme özelliğiyle vücut içinde bırakılabilecek ekleme parçalarının (protez ve cerrâhî ipliklerin) ve yine cerrâhî âletlerin yapımında faydalı bir metaldir. Tantalyum karbür, TaC, kesici âletlerin yapımında, Li Ta O3 bileşiği de laser radyasyonunun modülasyonunda kullanılırlar.

TANZANYA

DEVLETİN ADI

Birleşik Tanzanya Cumhûriyeti

BAŞŞEHRİ

Darüsselam

NÜFÛSU

25.900.000

YÜZÖLÇÜMÜ 

945.037 km2

RESMÎ DİLİ

İngilizce

DÎNİ

İslâm, Hıristiyan, Putperest

PARA BİRİMİ

 Tanzanya Şilini

 Doğu Afrika’da bir ülke. Tanzanya Nisan 1964’te Tanganika ve Zengibar adlı iki bağımsız devletin birleşmesinden meydana gelmiştir. Tanganika, kuzeyde Kenya, Uganda, kuzeybatıda Rwanda ve Burundi, batıda Kongo, güneybatıda Zambiya, güneyde Malawi ve Mozambik, doğuda Hint Okyanusu ile çevrilidir. Zengibar Tanganika’nın kuzey kıyısında 40 km uzaktaki Zengibar ve Pemba adalarından meydana gelmiştir. Tanzanya 1° ve 11°46’ güney enlemleriyle 29°36’ ve 40° 28’ doğu boylamları arasında yer alır.

Târihi

Sekizinci yüzyılda Tanzanya’ya Araplar gelerek İslâmiyeti yaydılar. Arkeolojik çalışmalar 10. asırda kıyıda Arap şehirlerinin olduğunu doğrulamaktadır. 1499’da Vasco de Gama, Hindistan’a yolculuk yaparken Zengibar’ı keşfetti. Sonraki iki asırda Portekiz İmparatorluğu, Doğu Afrika’nın ticâret şehirlerinin çoğunu kontrolü altında tuttu. On sekizinci yüzyıl başlarında Umman Arap Sultanlığı kıyıya seferler yaparak Pemba ve Kilwa şehirlerini zaptetti. 1840’ta Umman Hükümdarı Seyyid Said ibni Sultan, sarayını Zengibar’a taşıdı. On dokuzuncu asrın büyük bölümünde Zengibar, ülkede fildişi ve köle ticâretini elinde tutan kuvvetli bir Sultanlık hâlindeydi.

1885’te Tanganika, Almanya’nın yönetimi altına girdi. İngiltere 1890’da Zengibar’ı himâyesi altına aldı. Tanganika Birinci Dünyâ Harbinin sonuna kadar Alman Doğu Afrikası’nın bir parçası olarak kaldı. 1919 Versailles Antlaşmasıyla Alman Doğu Afrikası bölündü. Tanganika Milletler Cemiyetinin İngiltere tarafından yönetilen bir mandası oldu. 1946 yılından îtibâren Birleşmiş Milletlerin gözetiminde İngiltere tarafından idâre edilen bir memleket hâline geldi.

Tanganika’da bağımsızlık hareketleri 1954’te Tanganika Afrika Millî Birliği Partisi kurulmasıyla başladı. 9 Aralık 1961’de Tanganika bağımsızlığını kazanarak bir sene sonra cumhûriyet idâresine geçtiğini îlân etti. 10 Aralık 1963’te İngiltere Zengibar’a bağımsızlık verdi. Bir ay sonra ihtilâlle Arap Sultanlığı devrilerek cumhûriyet îlân edildi. 26 Nisan 1964’te Doğu Afrika’daki Tanganika Cumhûriyeti ve Tanganika kıyısının yakınındaki Zengibar Ada Cumhûriyeti birleşerek Birleşik Tanzanya Cumhûriyeti adını aldı. 1977 yılında Tanganika ve Zengibar’ın yönetici partileri birleşti.

1980’de genel seçimler yapıldı. Cumhurbaşkanı Nejerere 1985’te kendi isteğiyle görevinden ayrıldı. Yerine geçen ve hâlen Cumhurbaşkanı olan Ali Hassan Mwinyi ekonomik yönden batıya açılma politikası güttü (1994 Ocak).

Fizikî Yapı

Tanganika üç farklı bölgeye ayrılır: Kıyı bölgesi, doğudaki alçak yayla bölgesi ve jeolojik bir fay (çöküntü) olan büyük bir vâdiyle bölünen merkezî yüksek yayla. Tanganika’nın deniz seviyesinden ortalama yüksekliği 900 m’dir. Öncelikle sınırda olmak üzere ülkede bâzı yüksek dağlık arâziler bulunur. 5894 m yüksekliğe erişen kuzeydeki Kilimanjaro Dağı, Afrika’nın en yüksek noktasıdır. Ülkede üç tâne büyük göl vardır: Malawi, Tanganika ve Victoria gölleri.

Zengibar ve Pemba esas îtibâriyle mercan adaları olup, Tanganika kıyısından yaklaşık 40 km uzakta Hint Okyanusunda yer almaktadır.

İklim

Tanzanya’da tropikal bir iklim hüküm sürer. Fakat sıcaklık adalarda muntazam deniz meltemleri sâyesinde mutedildir. Tanganika kıyısı bol yağış alır. Kıyının kuzey kısmında yıllık yağış ortalaması 1500 mm3tür. Kıyı bölgesi aralıktan marta kadar kuzeydoğu istikâmetinde, mayıstan ekime kadar güneybatı istikâmetinde esen muson rüzgârlarının tesiri altındadır. İç kesimde iki yağışlı mevsim olmasına rağen, güneyde Tukuyu gibi yılda 2500 mm3 yağış alan dağlık bölgeler hâriç, yağış bol değildir. Yağış miktarının yılda 760 mm3ün altında olduğu merkezî yaylanın çoğu kısımlarında kuraklık yaygındır.

Tabiî Kaynakları

Değişik iklim bölgeleri, ülkede çok çeşitli bitkilerin yetişmesine imkân vermektedir. Kıyıda mangrov bitkileri ve palmiye, merkezî yaylada çalı ve boabap ağacı ve Kilimanjaro Dağında Alp Dağlarına mahsus bitkiler bulunur. Diğer Doğu Afrika  ülkelerinde olduğu gibi Tanganika’da bol miktarda vahşi hayvan vardır. Ülkenin kuzeybatı kısmındaki Serengeti Ovaları, Afrika’da en çok vahşi hayvan bulunduran yerlerindendir. Ülkede bulunan başlıca hayvanlar ceylan, zebra, yaban sığırı, fil, habeş maymunu ve gergedandır. Ülkenin yeraltı zenginlikleri elmas, altın, mâden tuzu, kalay ve mikadır.

Nüfus ve Sosyal Hayat

25.900.000 nüfuslu Tanzanya halkının % 10’u şehirlerde yaşar. Ülkenin en önemli şehri 769.445 nüfuslu başşehir Darüsselam’dır. Nüfûsun büyük çoğunluğu Bantu olarak bilinen Afrikalılardan meydana gelmiştir. Ayrıca ülkede az sayıda Arap, Hintli, Pakistanlı ve Avrupalı vardır.

Tanzanyalıların büyük çoğunluğu kabîleler hâlinde yaşar. En kalabalık kabîle Victoria Gölü civârındaki Sukuma’dır. Diğer büyük kabîle grupları Nyamwezi, Haya, Makonde, Ha, Chagga, Gogo, Nyakyusa, Hehe ve Masai’dir. Nüfusun büyük çoğunluğu Swahili dilini konuşur, İngilizce resmî dilidir.

Ülke nüfûsunun % 33’ü Müslüman, % 44’ü Hıristiyan, kalanı putperesttir. İslâmiyet Zengibar ve Tanganika kıyısına asırlar önce gelmiştir. On dokuzuncu yüzyılda iç kesimde yayılmıştır. Hıristiyanlık 1840’tan îtibâren misyonerler tarafından Tanzanya’ya getirilmiştir.

Tanzanya’da halkın % 60’ı okuma-yazma bilmektedir. 3500 kadar talebe Darüsselam’daki üniversitede, Uganda’daki Doğu Afrika Üniversitesinde ve yüksek teknik okullarda, yüksek tahsil yapmaktadır. Ülke hâlâ orta dereceli öğretimde ve üniversitede yabancı öğretmenlerden istifâde etmektedir.

Siyâsî Hayat

Tanzanya’da ülke siyâsî hayâtına tek parti hâkimdir. Devlet ve hükümet başkanı parti konferansından aday gösterilerek halk tarafından seçilerek göreve gelir. Bu makam için sâdece bir aday gösterilir. Diğerleri için iki veya daha fazla aday gösterilebilir. İki yardımcı başkan vardır. Bunlardan birincisi aynı zamanda Zengibar’ın başkanıdır. Kabine bakanları Millet Meclisinden seçilir. Tanzanya 24 idârî bölgeye ayrılmış olup, bunların 20’si Tanganika’da, 3’ü Zengibar’da 1’i Pempa’dadır. Ülkenin idârî yapısında çok sayıda yabancı devlet görevlisi vardır. Bunların çoğu teknik, sağlık ve sivil havacılıkla ilgili görevlerdedir. Tanzanya Birleşmiş Milletlere, Afrika Birliği teşkilâtına ve İngiliz Milletler Topluluğuna üyedir.

Ekonomi

Tanzanya ekonomisi, esas îtibâriyle tarıma dayalıdır. Merkezî yaylada yetişen başlıca yiyecek bitkileri: Buğday, akdarı, manyok ve mısırdır. Kıyıda ve Zengibar’da pirinç yetiştirilir. Başlıca ticâret bitkileri sisal keneviri, pamuk, kahve, çay ve tütündür. Zengibar dünyânın ana karanfil kaynağıdır.

Ülkede sanâyi ürünleri azdır. Îmâlât tekstil, sabun, ayakkabı, traş bıçağı, tekerlek, buğday ürünleri ve toz kahveyle sınırlıdır. Ülkede bir petrol rafinerisi vardır.

Önceden çoğunlukla Avrupalılar ve Asyalılar tarafından yürütülen îmâlât ve ticâret, giderek hükümet kontrolü altına girmektedir. Çoğu pazarlama ve üretim faaliyetleri, şimdi hükümet organları tarafından ele alınmaktadır. Tanzanya, dış ticâretinin çoğunu İngiltere, Batı Almanya ve Japonya ile yapar. Kahve, sisal keneviri, pamuk, karanfil, hayvan derisi, çay ve balmumu, ayrıca elmas ve altın gibi birkaç mâden ihraç eder. Başlıca ithâl malları makinalar, yakıtlar, motorlu araçlar ve kimyâ ürünleridir.

Tanzanya’da merkezî demiryolu Darüsselam’dan kuzeybatıda Tanganika Gölü kenarındaki Kigoma Uji’ye kadar uzanır. Bir kol Victoria Gölü kenarındaki Mwanza’ya gider. Diğer ana demiryolu hattı Tanga Limanından, kuzeybatıda Arusha’ya kadar uzanarak Tanganika merkezî demiryolu hattı ve Kenya’daki diğer demiryollarıyla irtibatlanır. Başlıca limanlar Darüsselam, Mtwara ve Tanga’dır. Karayolları, çoğu yerleri ana demiryolu hattına bağlayan çevre yolları hâlindedir. Havayolları ülkenin içinde gerekli olan ulaşımı sağlar. Darüsselam ve Kilimanjaro’da milletlerarası havaalanları vardır.

TANZİMAT EDEBİYATI

Türk edebiyatının Batı tesirinde gelişen ilk dönemi. Tanzimat Edebiyatı, 1860’ta Tercüman-ı Ahvâl gazetesinin çıkmasıyla başladı. Servet-i Fünun edebiyatının başladığı 1896 târihine kadar devam etti.

Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatına ve Osmanlı hayat tarzına, örf ve âdetlerine tepki olarak doğdu. İlimde, teknikte ilerlemek, eski ihtişamlı günlerimize kavuşmak yerine, daha ziyâde batının yaşama tarzını, âdetlerini ve edebiyatını benimsemek gerektiğine inanan bu devir şâir ve yazarları yeni bir edebiyat hareketi başlattılar.

Şinâsi, 1860’ta Âgâh Efendiyle berâber Tercüman-ı Ahvâl gazetesini, 1862’de de Tasvir-i Efkâr’ı yayınladı. Bu gazeteler vâsıtasıyla batı taraftarı fikirlerini yaymaya başladı. Şinâsi’den sonra bu edebiyatın başlıca temsilcileri olan Nâmık Kemâl, Ziyâ Paşa, Ali Süâvî ve Ahmed Midhat eserlerinde batılı fikirlerini yaymaya çalıştılar. Tanzimat her sahada bir dışa dönüş olduğu gibi edebiyatta da dışa (Batıya) dönüş vardır.

Tanzimat yazar ve şâirlerinin ayrı ayrı kişilikleri görülür. Hepsinin müşterek taraflarıysa Batı hayranı olmalarıdır. Fransız kültürüyle yetişmişlerdir. Onlar, 18. yüzyılda yaşamış Montesquieu, J.J. Rousseau, Voltaire gibi yazarların düşüncelerine bağlanmışlardır. Vatan, millet, adâlet ve meşrutiyete olan hayranlıklarını dile getirirler. Hepsi, “sanat cemiyet içindir” görüşünü benimsemişlerdir. Edebiyat yoluyla milleti yükseltmeye, dertlere çâre bulmaya uğraşırlar. Yeni fikirler içinde yoğrulmuş bir nesil yetiştirmek arzusundadırlar.

Edip olarak Tanzimatçılar çok yönlüdürler. Hem şâir, hem romancı, tiyatro yazarı, târihçi, tenkitçi, hem de gazeteci olarak çalışmışlardır. Çoğu gizli ihtilâl gruplarına katıldıklarından bir kısmı yurttan kaçmış, bâzıları da hapis, sürgün hayâtı yaşamıştır.

Tanzimat edebiyatını üslup ve düşünce yönünden hazırlayan eserler, metinler ve belgeler üzerinde şimdiye kadar yeteri kadar durulmamıştır. Ahmed Hamdi Tanpınar’ın On dokuzuncu Asır Türk Edebiyatı Târihi ve Prof. Mehmed Kaplan’ın bu döneme âit bâzı incelemeleri vardır.

Bu edebiyatı temsil eden kişilerin çoğu şâir olmalarına rağmen esas değişikliği nesirde yapmışlardır. Batıdan alınan fikir ve kavramlarla nesri büsbütün değiştirmişlerdir. Tanzimatla edebiyatımıza “roman, hikâye, tiyatro, makâle, nutuk” gibi nesir çeşitleri girmiştir. Önceki nesirde, konuya girmeden yapılması âdet olan başlangıç yazılarını attılar, kestirmeden esasa girmek yolunu kullanmaya başladılar. Şâşaalı üslûbu, güzellik ve sanat değerini geri plâna bıraktılar.

Tanzimat devri roman ve hikâyecileri Ahmed Midhat, Emin Nihad, Şemseddin Sâmi, Nâmık Kemâl, Mehmed Murad, Samipaşazâde Sezâi, Recâizâde Ekrem, Nâbizâde Nâzım’dır. Sadullah Paşa, Münif Paşa ve Yusuf Kâmil Paşa da Tanzimat edebiyatını hazırlayanlar arasında görülür.

İlk Tanzimatçılar, Divan şiirinin nazım şekillerinde bir değişiklik yapmadılar. Vezin olarak aruzu kullandılar. Hece vezni de hemen hepsinde vardır. Divan Edebiyatının zengin kâfiyelerine önem verdiler. Başlangıçta sâde bir dil kullanmak istedilerse de bunu uygulayamadılar. Sâdelikten uzak ve halk diline yabancı bir lisan kullandılar. Divan şiirindeki mecaz ve mazmunlardan sıyrılmaya çalıştılar. Tema yönüyle Divan şiirinden tamâmen ayrılan Tanzimat şiirinde yeni fikirler, ferdî temalar ve felsefî düşünüşün ağır bastığı görülür.

TANZİMAT FERMANI

(Bkz. Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu)

TAPİR (Tapirus)

Alm. Tapir (m), Wasserschwein (n), Fr. Tapir (m), İng. Tapir. Familyası: Tapirgiller (Tapiridae). Yaşadığı yerler: Amerika ve Hindistan’ın bataklık orman ve nehirlerinde Özellikleri: Ağır vücutlu, uzun burunlu otçul bir memelidir. Burun ucu hareketli kısa bir hortumla sonlanır. 180-360 kg’lık türleri vardır. Ömrü: 30 yıl kadar. Çeşitleri: Hint tapiri (T.indicus), Amerika tapiri (T.terrestiris), Dağ tapiri (T.pinchacus) iyi bilinen türleridir.

Tekparmaklılar takımından, iri gövdeli, otla beslenen bir memeli. Burnu uzun olup, ucu filinkine benzeyen hareketli kısa bir hortumla biter. Ön ayaklarında dört ve arka ayaklarında üç parmak vardır. Derisi esmer ve kalındır. Üzerinde hemen hemen hiç tüy yoktur. Kuyruğu kısadır. Amerika’da üç, Asya’da bir türü hâlen yaşamaktadır. En irisi ağırlığı 360 kg’a varan Hint tapiridir. Hörgüçlüdür. Boynu yelesizdir. Bataklık ormanlarda yaşar. Hortumuyla nehir kenarlarında ve sığ sularda büyüyen bitkileri ve kökleri kopararak yer. Geviş getirmez. Tapir mülayim tabiatlı ve ehlileşmesi mümkün bir hayvandır. Geceleri aktiftir. Sonu bir dere veya göle ulaşan patikalarda uyuklar. Görme kabiliyeti güçlü olmadığı halde koku ve işitme duyuları güçlüdür. Günün çoğunu yıkanarak veya çamur içinde yuvarlanarak geçirir. Gece sürüler hâlinde ormana fazla açılmadan otlamaya çıkarlar. Kalın derisinden başka koruyucu bir silâhı yoktur. En büyük düşmanı kaplandır. Pusuya yatarak arkadan saldırır. Sudayken de saldırıya uğradıkları olur.

Tapirlerin en küçüğü Güney Amerika’da yaşayan Brezilya tapiridir. 180 kg ağırlıktadır. Tapirlerin gebelik süresi 13 ay (400 gün) kadardır. Genellikle tek yavru doğururlar. Yavruların vücûdu enine beyaz çizgilidir. Bir yıl içinde çizgiler kaybolur. Tapirin derisinden kaliteli kırbaç ve koşum kayışları yapılır. Çevre tarlalara bâzan büyük ziyanlar verirler. Yüksek bölgelerde yaşayan dağ tapirlerinin vücudu tüylüdür. Esâret hayâtında 30 yıl kadar yaşarlar. Etleri, derileri ve tarlalara ziyanlarından dolayı avlanırlar.

TAPU

Alm. Grundbuchauszug (m), amtliche Urkunde (f), über Grundbesitz, Fr. Acte (m) de propiété foncière, İng. Deed of real estate; title-deed. Taşınmaz malın tasarrufunda mülkiyetin delili olan ve tapu dâirelerince mâliklere verilen ve içerisinde mâlikin adı, taşınmazın durumu, sınırları, ölçüsü ve değerleri belirtilen belge. Tapu sicili, taşınmaz malın devlet tarafından kütüklere kaydedilmesi. Tapu, tapu tescilinin sonunda verilen resmî bir belge olduğu için, tapu siciliyle berâber incelenecektir. “Tasarruf” mânâsına kullanılan tapu, “itaat” anlamına gelen “tapuk”tan türemiş Türkçe bir kelimedir.

Menkul mallarda mala sâhipliği ispatlamaya o malı kudretinde bulundurmak yeterken, gayrimenkullerde bu yeterli görülmediği için, tapu sicili denen, resmî organlarca tutulan ve gayrimenkul üzerindeki hak sâhipliğini gösteren sistem düzenlenmiştir.

Roma hukûku bu müesseseye yer vermemiştir. İslâm hukûkunda da, gayrimenkulün mülkiyetinin devri için bugünkü mânâda tapu tüzüğüne kayıt şartı aranmamıştır. Tapu sicilinin ilk örneklerine 10. asırdan îtibâren Germen (Alman) hukûkunda rastlanmakta ve 12. asırdan îtibâren gayrimenkuller için sicil tutulduğu görülmektedir. Osmanlı Devletinde 1847 yılından îtibâren yürürlüğe konan çeşitli nizamnâmelerle modern tapu sicili yolunda adımlar atılmıştır. Modern anlamda tapu sicilini düzenleyen ilk kânunsa, 1872 târihli Prusya Kânunudur.

Memleketimizde Fâtih Sultan Mehmed Han zamânında ve özellikle Kânûnî Sultan Süleyman Han ve Birinci Sultan Ahmed Han devirlerinde Kuyûd-ı Kadime adı verilen ve bugünkü tapu siciline benzeyen büyük arâzi yazımları yapılmıştır.

Osmanlılar, bugünkü tapu sicilinden ve kadastrodan farklı da olsa zapt ettikleri yerleri tescil maksadıyla tâyin olunan heyetlere yazdırırlar ve bunlara dayanarak arâzi ve emlâkın kayıtlarını muntazam sûrette tutarlardı. 80-100 senede bir veya daha kısa fâsılalarla bu tescil tekrar edilir, böylece yeni kayıtlar vücûda getirilirdi. Bu işler, Nişancı adlı görevlinin nezâretinde yapılırdı.

Osmanlılar tapu sicilini düzenleyen Hicrî 1274 (1850) târihli Arâzi Kânunnamesi’ni ve 17 Muharrem 1284 târihli Tevsî-i İnkilât Kânunu’nu çıkarmışlardır. Bu kânunlarda mîrî arâzinin vârislere geçmesi için ellerinde tapu olması şartı aranmıştır.

Osmanlı Devletinde tapu, bugünkü anlamında kullanılmaz, arâzinin mülkiyetine işâret eden vesika olarak anlaşılmazdı. Şahsa âit arâzinin mülkiyeti başkasına geçtiğinde “Mabeyn Senedi” denilen, eski sâhibinin alâkası kalmadığına dâir belge verilirdi.

Osmanlılarda tapu veya sened-i hâkânî denilen vesikalar, mîrî arâzi denilen devlet toprağının şahıslara kirâlandığında verilir, kirâ bedelinin ödendiğine ve belgeyi elinde bulunduranın o yerin kirâcısı olduğuna işâret ederdi. Mîrî toprakta çıplak mülkiyet devletin, faydalanma tapu sâhibinindi. Kirâcılık babadan oğula devam ederdi. Mîrî topraklar, daha sonraları pâdişâh fermânıyla kirâcılara mülk olarak verilmiş ve mülk toprak olmuşlardır. Mîrî toprak sistemi, Osmanlı Devletinin sosyal nizamını ayakta tutan en büyük âmil olmuştur.

Pâdişâhlar tarafından, bir yerin mülk olduğuna dâir verilen vesikaya “Mülknâme-yi Hümâyûn”, sipâhilerin timarları dâhilindeki mîrî arâziyi hak sâhiplerine parça parça dağıttıklarını belirtmek üzere verdikleri vesikaya “Tapu temessükü” denirdi.

Günümüz Türk hukûkunda tapu sicili ve tapulama:

Tapu sicili: Medenî Kânun hükümlerine (910-935), 1930 târihli tapu sicili nizamnâmesine, 2613 sayılı Kadostro ve Tapu tahriri (Yazımı) Kânununa, 1966 târihli 766 sayılı Tapulama Kânununa göre yapılmaktadır.

Tapu Kadastrosu yapılmayan yerlerde tapu kütük defteri yerine Osmanlılarda olduğu gibi kayıt defteri tutulmaktadır. Tapu Sicil Nizamnâmesine göre, tapu sicili, tapu kütüğüyle tamamlayıcı vesikalardan ve yevmiye defterlerinden mürekkeptir. Hazine, tapu sicillerinin tutulmasından dolayı bütün zararlardan mesuldür (M.K. 917).

Tapu sicil sistemimize hâkim prensipleri: 1) Her gayrimenkul için kütükte ayrı sayfa açılması. 2) Gayrimenkul üzerinde aynî hak (mülkiyet gibi) kazanılabilmesi için gayrımenkulün sayfasına tescil yapılması. 3) Tescilin, yolsuz da olsa, iyi niyetli üçüncü şâhıslar için hüküm ifâde etmesi. 4) Tapu sicilinin ilgili şâhıslara açık olması. 5) Tescilin hukûken geçerli bir sebebe dayanması, şeklinde özetliyebiliriz.

Her gayrimenkul bulunduğu mıntıkanın tapu siciline kaydedilir (M.K. 914). Buradaki gayrimenkul tâbirine; 1) Arâzi, 2) Gayrimenkuller üzerindeki dâimî ve müstakil haklar (intifa, sükna gibi), 3) Mâdenler, 4) Kat mülkiyetine konu olan bağımsız bölümler girer.

Bir gayrimenkulün tapuya tescil edilmesi için, yetkili şahsın tescil talebinde bulunması, talepte bulunanın tasarruf yetkisini ve tescilin sebebini belgelendirmesi gerekir. Gayrimenkul kütüğe tescil olunduktan sonra, mâlike tapu belgesi verilir. Tapu kütüğüne yapılan tescil eğer yanlışsa, yanlışlığın çeşidine göre tarafların anlaşması, tapu memurunun bizzat düzeltmesi veya mahkemeye tashih dâvâsı açmakla yanlışlık düzeltilir.

Tapulama: Gayrımenkullerin kadastrosunun çıkarılıp, tapu kütüklerine yazılması.

1. 766 sayılı Tapulama Kânunu’na göre: Bu kânunla, tapulamaya başlandığı târihte il veya ilçelerin merkez belediye hudutları dışında kalan gayrimenkullerden tapusuz olanlarını bu kânun hükümlerine göre yenilemek sûretiyle kadastro plânları tanzim ve tapu sicilleri tesis olunur.

Tarıma elverişsiz yerler, dağlar, kayalar, ormanlar tapulamaya girmez. Tapulama işleri için her ilin merkez ilçeleriyle diğer ilçeleri birer bölge, her bucak merkeziyle her köy birer birlik sayılır. Tapulama işleri her bölgede bir tapulama müdürü tarafından idâre olunur. Her bölgede tek hâkimli ve asliye mahkemesi niteliğinde yeteri kadar tapulama mahkemesi kurulur. Tapulama yapılacak bölgeler, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün teklifi, bağlı bulunduğu bakanlığın tasvibiyle belli olur. Her birlik işe başlama günlerini îlân eder. Mâliklerin ellerindeki her türlü belgeyi birliğe teslim etmesi istenir. Birlik sınırları içerisinde oturan bilirkişiler seçilir. Tapulaması yapılacak gayrimenküllerin sınırları işâretlenir. Tespit yapılacak gün îlân edilir. Gayrimenkullerin alanı, sâhipleri tespit edilir. Tespit tutanakları asılır. Tespit tutanaklarına 30 gün içinde îtiraz edilmelidir. Yapılan îtirazlar îtiraz komisyonunda incelenir. Komisyon kararı ilgililere tebliğ edilir. İlgililer 30 gün içinde komisyon kararına, tapulama mahkemesinde îtiraz edebilirler. Îtirazsız yerler tapu kütüklerine geçirilir. İş bittikten sonra kütükler ve her türlü belge mahallî tapu idârelerine devir ve teslim edilir.

2. 2613 sayılı Kadastro ve Tapu tahriri (Yazımı) Kânununa göre tapulama: Bu kânun uyarınca yapılan kadastro ve tapulama, sâdece il ve ilçe merkez belediye hudutları içinde yer alan gayrimenkuller içindir. Yapılan işler 766 sayılı Tapulama Kânunu’ndakilere benzemektedir.

Tapu sicil teşkilâtı: Tapulama kadastro ve tescil işleri, 1936’da kurulan ve Başbakanlığa bağlı bulunan Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünce yürütülür. Her ilçe bir mıntıka ve iki ilden aşağı olmamak üzere iller birleşip, grup kabul edilir. Mıntıkada tapu sicil memuru, grup başında da tapu sicil müdürü bulunur.

TARAKLI KUŞ

(Bkz. Çavuşkuşu)

TARÇIN (Cinnamomum)

Alm. Zimtbaum (m), Fr. Cannelier (m), İng. Cinnamon tree. Familyası: Defnegiller (Lauraceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Yetişmez.

Vatanı Güney ve Güneydoğu Asya olan, yaprak dökmeyen aromatik kokulu ağaç. Önemli olan iki tür tarçın en çok kullanılmaktadır.

Çin tarçını (Cinnamamum cassia): Güneydoğu Çin’de yetiştirilen bir türdür. 10-12 m yüksekliğinde kışın yapraklarını dökmeyen bir ağaçtır.

Kullanıldığı yerler: Esas ağacın kurutulmuş kabukları kullanılır. Kabukların dış kısmında mantar tabakası bulunur ve grimsi renklidir. Kokusu kuvvetli ve özel, tadı tatlımsı ve yakıcıdır. Tanen ve uçucu yağ taşır. Baharat olarak kullanılır. Meyveleri de baharatlı lezzetli ve tarçın kokuludur Tarçın yerine kullanılır.

Seylan tarçını(Cinnamomum seylanicum): Kışın yapraklarını dökmeyen küçük bir ağaçtır. Hindistan ve Doğu Hint Adalarında yetişir. Kabukları kahverenkli, boru şeklinde iç içe geçmiş ve mantar tabakası yoktur. Özel kokulu ve tatlımsı baharlı, lezzetlidir. Tanen ve uçucu yağ taşır.

Kullanıldığı yerler: Kabız, gaz söktürücü ve antiseptik etkisi vardır. Baharat ve koku verici olarak kullanılır.

Tarçın esansı: Seylan tarçınının kabuklarından elde edilen bir uçucu yağdır. Kuvvetli tarçın kokuludur. Gıdâ ve parfümeri sanâyinde koku verici olarak kullanılır.

TARDİGRADA

Alm. Bärtierchen, Fr. Tardigrades, İng. Tardigrades. Eklembacaklı hayvanların, ilkel-eklembacaklılar (Malacopoda) alt dalının bir sınıfı. Türleri tardigrat olarak bilinir.

Denizlerde, tatlı sularda, rutûbetli kumlarda yosun ve likenlerin arasında yaşayan çeşitleri vardır. Mikroskobik eklembacaklılardır. Boyları toplu iğne başından daha büyük değildir. En küçükleri 0,1 mm boyundadır. En büyükleri 1mm’yi geçmez.

Silindirik gövdeleri dört çift küt bacağa sâhiptir. Bir beyni, iki göz deliği ve sindirim kanalı vardır. Tardigratların kalbi ve ciğerleri yoktur. Doğrudan doğruya derileriyle solunum yaparlar. Emici ağızlarıyle çoğunlukla bitkisel hücreleri emerler.

Boyundan büyük işler başaran eklembacaklılardır. Tardigratı kaynatınız veya dondurunuz, yine yürümeye başlar. Kendisini yıllarca uykuya yatırabilir. Tabiatta hayat mücâdelesi veren canlılar içinde en dayanıklısıdır. Laboratuvar denemelerinde helyum gazıyla -272°C’de dondurma ve +192°C’de ısıtılma işlemlerine 20 ay dayanmıştır. 92°C’de eter, alkol ve diğer zararlı kimyevî maddelerle bir hafta kaynatılmıştır. Fakat bir şey olmamıştır. Normal ısı ve nem ortamına konulduğunda tardigratın tekrar ayağa kalkarak yürümeye başladığı gözlenmiştir. Bâzı tardigrat türleri, tozlu ve kuru bir müzede 120 yıl canlılık alâmeti göstermeden durduktan sonra tekrar canlanıp yürümeye başlamıştır. Bütün bunların izahını yapmak çok güçtür. Buna rağmen bilim adamları anabiyoz olayıyla bunu sathi olarak açıklamaktadır. (Bkz. Anabiyoz)

Bunlar anabiyoz durumunda kaynama ve donma noktasının altında hayatlarını sürdürebilirler. Halbuki aktif hayatlarında bu derecelerde çoktan ölürler. Tardigratlar insanlarda olmayan bâzı husûsiyetlere sâhiptir. Bu özellikler, bilim adamları tarafından henüz tam çözülmüş değildir. Baltık ve Kuzey Kanada’nın soğuk iklimleri, Japonya’nın suyun kaynama noktasından yüksek sıcak kükürtlü kaynakları tardigratlar için bir mesele değildir. Buralarda rahatça hayatlarını devam ettirirler.

İnsan hayret etmektedir: Nasıl olur da bu küçücük canlı zor şartlarda kendini dış dünyâya kapatıp gizlenmiş (latent) halde canlı kalabiliyor? Normal 18 aylık ömür seyrini 60 seneye çıkarabiliyor? Bunu her zaman değil de, meselâ çamurun veya kumun kuruduğu veya aşırı sıcak bir ortamla karşılaşınca yapıyor. Suyunu buharlaştırarak vücudu bir varil şeklini alıyor, canlılık faaliyetlerini mümkün olan en az seviyeye indirerek daha iyi şartlar bekliyor.

Bilim adamları daha büyük organizmaları dondurup uzun sene sonra tekrar aktif hayâta döndürme çalışmaları yapmaktadır. Bu çalışmalarda tardigrat bâzı konuların aydınlatılmasında yardımcı olmaktadır. Bu çalışmalarla ilgili problemler çözüldüğü zaman tıp büyük başarılar elde edecektir.

Tardigratların cinsiyetleri de çözülmesi zor bir problemdir. Şimdiye kadar hiç kimse iki tardigratı çiftleşme hâlinde görememiştir. 400’e yakın tardigrat çeşidinin hepsinde erkek ve dişi bireyler vardır. Yumurtadan çıkan yavru tardigrad 50 mikron boyundadır.

Antarktika ve tropik bölgelerin dışında, dünyânın her tarafında tardigratlara rastlanır. Kuru bir yosunun 1 gramında 22.000 adet tardigrat bulunabilmektedir.

TARHUNCU AHMED PAŞA

On yedinci asır Osmanlı sadrâzamı. Arnavutluk’un Mat kasabasında doğdu. Devşirme olarak saraya alındı. Enderunda tahsilini tamamladıktan sonra sipâhi olarak Beylerbeyi Mûsâ Paşayla Mısır’a gitti. Önce Mûsâ Paşanın, sonra da Hezârpâre Ahmed Paşanın kethüdâsı oldu. 1648’de Diyarbekir, 1649’da vezir rütbesiyle Mısır Beylerbeyliğine tâyin edildi. 1651’de azledildiyse de bir süre sonra Yanya Vâliliğine gönderildi.

Bu sırada Girid Seferinin uzaması ve Abaza Mehmed Paşa isyanları gibi hâdiseler sebebiyle devletin mâli durumu sarsılmıştı. Tarhuncu Ahmed Paşa, Mısır’dayken yaptığı mâli çalışmalarda başarılı olmuştu. Kazasker Hocazâde Mesûd Efendinin tavsiyesiyle 1652 yılında Gürcü Mehmed Paşanın yerine sadrâzam tâyin edildi. Öncelikle mâlî sıkıntıların düzeltilmesi emredilip, bu hususta her türlü yetki kendisine verildi.

Samîmi ve şiddetli bir şekilde işe başlayan Ahmed Paşa, Defterdâr Zurnazen Mustafa Paşa başkanlığında teşkil edilen mâliyeciler heyetine devletin gelir ve giderini gösteren bir lâyiha hazırlattı. Sonra da devletin gelir ve giderleri arasındaki dengesizliği ortadan kaldırmak amacıyla iki bütçe plânı yaptı. Tarhuncu lâyihaları da denilen bu plana göre Ahmed Paşa, bütçedeki 1100 yük akçe olan açığı kapatabilmek için hîleli yollardan mal toplamış olanlardan hazîneye yardım adıyla para almaya başladı. Alınan bu tedbirler pekçok kimsenin menfaatine dokunduğu için sadrâzama düşmanlıklar başladı. Kırım Hanı da hasımları arasındaydı. Kapdan-ı deryâ Derviş Mehmed Paşaya donanma ihtiyacı için arzu ettiği nakit para verilmeyince, sadrâzamla aralarında sert münâkaşalar oldu. Bu hâdise sadrâzamın düşmanlarını harekete geçirdi. Sadrâzamın; genç pâdişâh Sultan Dördüncü Mehmed Hanı tahttan indirip, yerine kardeşi Süleyman’ı geçirmek istediği iftirasını pâdişâha ulaştırdılar. Güvendiği kimselerin kanalıyla gelen habere inanan pâdişâh, 30 Mart 1653’te, Tarhuncu Ahmed Paşayı saraya çağırarak sadrâzamlıktan azl ve îdâm ettirdi. Onun ölümünden sonra uygulamaları kaldırıldı.

TÂRIK BİN ZİYÂD

Endülüs’ü fetheden büyük İslâm kumandanı. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. Sülâlesi hakkında da çeşitli rivâyetler olup, Arap, Berberî ve İranlı olduğu yazılıdır. Kuzey Afrika ve Endülüs (İspanya) fetihlerine katılan bir mücâhitti.

Emevî Halîfesi Velîd bin Abdülmelik (705-715) zamânında, Kuzey Afrika’nın batı sâhillerini fethetmek, Berberîleri itâat altına almak için vazîfelendirilen Mûsâ bin Nusayr’ın kumandasına girdi. İspanya ve Avrupa’nın fethi için ileride yapılacak sefer hazırlıklarına keşif gâyesiyle 710 yazında Güney İspanya/Endülüs sâhiline çıktı. Keşif tamamlanıp dönünce, Endülüs’ün fethiyle vazîfelendirildi.

Târık bin Ziyâd, Mûsâ bin Nusayr’dan aldığı yedi bin askerle Kuzey Afrika sâhilinden Sebte Boğazını geçip İberik Yarımadasına çıkarma yaptı. Sâhildeki dağa topladığı askerlerine geri dönme ümidi bırakmamak için, karşıya geçtiği gemileri yaktırdı. Boğaza ve bu dağa adı verilip, Cebel-i Târık denildi. Hemen fetih harekâtını başlattı. Carter’yi ve Algeziras’ı fethetti.

Târık bin Ziyâd’ın fetihleri, Got Kralı Rodrich’i telâşlandırdı. Rodrich, 90.000 kişilik ordu topladı. Târık bin Ziyâd, Mûsâ bin Nusayr’dan yardım istedi. Beş bin kişilik yardım gönderildi. Müslümanlarla Gotlar Janda bataklığı kıyılarında Vâdiî-Lekke/Rio Barbate’de harp ettiler. Târık bin Ziyâd, sayıca çok üstün Hıristiyan ordusunu maağlup edip, Got Kralı Rodrich’i bizzat öldürdü. Büyük zafer üzerine Gotların merkezi Tuleytula/Toledo dâhil pekçok yer fethedildi. Bölgede Gotların hâkimiyetine son verildi. Got Devleti yıkıldı.

712’den îtibâren Mûsâ bin Nusayr’la berâber olup, fetihlerde bulundular. Kuzey İspanya’nın fethine girişip, Zaragoza, Aragon ve Leon şehirleri zaptedildi. İspanya ve Portekiz’in her tarafı ve Fransa’nın güney tarafları Müslümanların hâkimiyetine geçti.

714’te Halîfe Velîd bin Abdülmelik tarafından Şam’a dâvet edilen Târık bin Ziyâd, bu târihten ölümüne kadar Sûriye’de kaldı. 720 senesinde Şam’da vefât etti.

Târık bin Ziyâd, en büyük İslâm kumandanlarındandır. Son derece âdil ve metindi. İspanya’da İslâm adâlet ve merhâmetinin güzel bir nümûnesini gösterdi. Bu yolla fütûhatını kolaylaştırdı. İspanya’ya geçtikten sonra askerlerinin geri dönüş ümitlerini yok etmek için, bütün gemilerini yaktırması gözüpekliğini ve kararlılığını gösterdiğinden bu icraatı hâlâ anlatılır. Hatip olup, hitâbeti çok kuvvetliydi. Çok az sayıdaki askerlerini heyecâna getiren nutukla Kral Rodrich’i mağlup etti. Bu savaştan önce, Allahü teâlâya hamd ve senâ ettikten sonra Müslümanları cihada teşvik eden târihî konuşması çok mânidâr ve ibret vericidir:

“Ey insanlar! Kaçacak yer yok! Arkanız deniz, önünüz düşman. Allah’a yemin ederim ki, sizin için sâdece doğruluk ve sabır kapısı açıktır. Şunu kesin olarak biliniz ki, bu yarımadada cimrilerin sofrasındaki yetimlerden daha yoksulsunuz! Düşmanınız ordu ve silâhlarıyla karşınıza çıkacak, onların erzakı çoktur. Sizin ise kılıçlarınızdan başka yardımcınız yoktur. Düşmandan alacağınız erzaktan başka erzakınız da yoktur. İhtiyâç günleriniz uzar ve vazîfenizi gerektiği gibi başaramazsanız, kendinize kıymış olursunuz. Karşı tarafın kalplerine sizden korkmak yerine cesâret vermiş olursunuz. Bu zorbalığa karşı savaşarak vazîfenizi yapmakla, istenmeyen böyle kötü bir sonucu içinizden atınız. Bu hissi size Rodrich’in kalelerle çevrilmiş şehri verdi. Kendiniz için ölümü kolay görürseniz, bu hususta fırsattan faydalanılabilir.

İçinde olmadığım bir tehlikeye sizi atmıyorum, bizzat kendim başlamadan, insanların canlarının en ucuz mal gibi gittiği savaşa sizi sevketmiyorum. Biliniz ki, bu zorluğa bir parça katlanırsanız, uzun süre devâm eden tatlı meyvelerini yersiniz. Kendinizi düşünerek benden yüz çevirmeyiniz. Bu işte şansınız benimkinden çoktur. Bu adanın bol nîmetleri size ulaştı. Müminlerin emîri Velîd bin Abdülmelik, Arap yiğitlerinden sizi seçti. Süvârî ve yiğitlerle gönüllü olarak savaşa katılmanıza güvenerek, bu adanın hâkimlerinin eniştesi ve dâmâdı olmanızı hoş gördü. Bu adada Allah kelimesinin yüceltilmesi ve dînin açıkça yayılmasına yardımınızın sevâbı, Emîr-ül müminînin olsun! Alınan ganîmetler ne benimdir, ne de sizin dışınızdaki müminlerin. Sâdece sizindir. Allahü teâlâ bu savaşta göstereceğiniz kahramanlığı, dünyâ ve âhirette iyilikle anılmanız için irâde etti.

Biliniz ki, sizi dâvet ettiğim şeye ilk icâbet eden benim. İki ordu karşılaştığında, azgın Rodrich üzerine, tek başıma ben saldıracağım ve inşâallah onu ben öldüreceğim. Benimle birlikte hücûm ediniz. Rodrich’i öldürdükten sonra ölürsem, tehlikesinden kurtulmuş olursunuz ve kumandanlığı içinizdeki bir yiğide vermeniz güç olmaz. Ondan önce ölürsem, bu büyük işi ardımdan siz tamamlayınız.”

Nitekim bu ateşli sözlerden sonra harekete geçen mücâhid gâziler önlerindeki düşmanı kahhar bir bozguna uğratmışlar ve İspanya’da Müslümanların hâkimiyetini pekiştirmişlerdir.

TARIK BUĞRA

Cumhûriyet devri, hikâye, roman, oyun yazarlarından ve gazeteci. 2 Eylül 1918’de Konya’nın Akşehir ilçesinde doğdu. İlköğrenimini doğum yerinde, ortaöğreniminiyse İstanbul ve Konya’da yaptı. İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk Fakültelerinde okudu. Sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne devam etti. Buradaki tahsilini de yarıda bırakıp askere gitti. Asker dönüşü fakülteye devam etmeyip hayâta atıldı. 1950’den sonra gazeteciliğe başladı. Milliyet, Yeni İstanbul gazetelerinde fıkra, hikâye yazarlığı ve Yazı İşleri Müdürlüğü yaptı. Yeni Gün, Vatan, Haber, Yol ve Tercüman gazetelerinde köşe yazıları ve eleştiri; Hisar Dergisi’nde hikâye, roman ve piyesler yazdı. İstanbul Şehir Tiyatrolarında edebî kurul başkanlığı yaptı.

Hikâye dalında önemli eserler veren Tarık Buğra Oğlumuz adlı hikâyesiyle Cumhûriyet gazetesinin açtığı hikâye yarışmasında ikincilik kazandı (1948). Yarın Diye Birşey Yoktur(1952), İki Uyku Arasında (1954), Hikâyeler (1964), Hikâyeler (1969) adlı eserlerinde yazmış olduğu hikâyelerini topladı. Hikâyelerinde daha çok geleneksel değerleri işledi. Sosyal gerçekçi denilen hikâye ve roman yazarlarını “alınteri ve sefâlet komisyoncuları, foto şipşakçılar ve röportajcılar” sıfatlarıyla yerdi. Sanatın gâyesinin insanı yüceltmek olduğu halde hikâye ve romancıların insanları aşktan, sanattan, millî ve mânevî değerlerden uzaklaştırarak alçalttıklarını ileri sürdü. Hikâyelerinde açık fikir söylemekten ısrarla kaçınırsa da, aşk, âile, sanat, Allah, ahlâk, insana saygı, evlat sevgisi gibi esaslara bağlı oluşu dikkati çeker. Toplumdaki çatışmaları, zıtlıkları, haksızlıkları sosyolojik açıdan ele almaz, psikolojik olarak değerlendirmeye tâbi tutar.

Roman dalında yazdığı ilk eseri Siyah Kehribar (1955)dır. Bunu, Küçük Ağa (1964) ve Küçük Ağa Ankara’da (1966) adlı romanları tâkip etti. Bu eserlerinde Kurtuluş Savaşına resmî târih görüşünün dışında bir yorum getirmeye çalıştı. Akşehir ve çevresindeki Kuvây-ı Milliye ortamını ve Anadolu’nun bütün iç ve dış zıtlıkları, çatışmalarıyla Kurtuluş Savaşına hazırlandığını anlattı. Firavun İmanı(1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı romanlarında ise Cumhûriyet devrinin çeşitli dönemlerindeki siyâsî teşkilâtlanmaları, çok partili demokratik hayâtın ilk yıllarını konu edindi.

Tarık Buğra’nın Dört Yumruk ve Peşte 56 adlarıyla iki oyunu ve Moskova gezisi notlarını topladığı Gagaringrad (1962) eseri vardır. Peşte 56 adlı tiyatro eseri Ayakta Durmak İstiyorum adıyla Ankara Devlet Tiyatrosunda oynandı. Üç Oyun (Ayakta Durmak İstiyorum, Akümülatörlü Radyo, Yüzlerce Çiçek Birden Açtı, 1981) adlı oyunlarıyla dikkati çeken Târık Buğra’nın İbişin Rüyâsı adlı oyunuyla TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışmasında ödül aldı. Firavun İmanı 1978 ve Osmanlı Devletinin Kuruluş yıllarını anlatan Osmancık ile de 1985 Millî Kültür Vakfı Armağanını kazandı. Dil ve edebiyat üzerine yazdığı Düşman Kazanma Sanatı (1979) ve köşe yazılarından seçmeler Gençlik Türküsü adlı eserleri de bulunan Tarık Buğra’nın romanlarından bâzıları televizyona uyarlanmıştır. Son devir hikâye ve romancılığımıza değişik bir üslup getirmiştir. Son dönemlerinde Türkiye Gazetesinde haftalık yazı yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994’te vefât eti. 28 Şubat 1994’te Fâtih Câmiinde kılınan cenâze namazından sonra, Karacaahmed Kabristanlığına defnedildi.

TARIM

(Bkz. Çiftçilik)