TAHRAN
İran’ın başşehri. İran’ın kuzey kısmında ve Elburz Dağlarının güney yamaçlarında yer alan şehir, Hazar Denizine 100 km uzaklıktadır. Deniz seviyesinden 1162 m kadar yüksekliktedir. Şehrin 20 km kuzeyinde bulunan Serr-i Tavçal Geçidiyse 3840 m yüksekliktedir.
Tahran, târihte önemli ilim, kültür ve ticâret merkezlerinden olup, Büyük Selçuklu Devletinin başşehri olanRey şehrinin yakınlarında büyük bir köy durumundaydı. Rey şehrinin 1220’de Moğollar tarafından istilâ ve tahrip edilmesinden sonra önem kazandı. Harâbeye dönen Rey halkının büyük bir kısmı Tahran’a yerleşti. Böylece Tahran gelişmeye başladı. O devirdeki Rey şehrinin kalıntıları Tahran şehri yerleşme alanının güney kısmında yer almaktadır. Tîmûrlular zamânında Rey eyâleti Tîmûr Hanın dâmâdı Emir Süleyman Şahın idâresindeydi. Tahran’da da vâlinin bir temsilcisi bulunuyordu.
İran’a hâkim olanSafevîler devrinde sırasıyla Erdebil; Tebriz ve İsfehan başşehir yapıldı. Bu sebeple Rey önemini kaybetti, fakat Tahran gelişti.
Şah Tahmasb-I başa geçince Tahran’ın etrâfına sur ve bu sur üzerine 114 kule yaptırdı. Ayrıca Tahran’a yeni bir pazar yeri inşâ ettirdi. İran’ın büyük bir kısmı Afganlılar tarafından 1725’te ele geçirilince Tahran da onların hâkimiyeti altına girdi. Daha sonra Afganlılar geri çekilince Şah Tahmasb-II Tahran’a döndü.
Safevî Hânedânına son verip idâreyi ele geçiren Avşarlar Hânedânına mensup, Nâdir Şah, ilk oğlu ve o zamâna kadar bütün İran’da nâiblik vazifesini yürütmüş olan Rıza Kuli Mirza’ya Tahran’ı dirlik olarak verdi. Sonra idâreyi ele geçiren Zendler Tahran’ı hâkimiyeti altına aldı. Zend Hânedânının kurucusu Kerîm Han 1762’de Şiraz’ı kendine başşehir yapıncaya kadar Tahran’da oturdu. Kaçar Hânedânının kurucusu Aga Muhammed Şah Kaçar Tahran’ı ele geçirip, 1786’da kendisine başşehir yaptı. Bütün seferlerine buradan başladı ve sarayların temelleri bu sırada atıldı. Kaçar Hânedânı döneminde başşehir olan Tahran’da birçok karışıklık çıktı.
1925 senesinde idâreye, Pehlevî Hânedânı hâkim oldu. Bu târihten îtibâren Tahran’da şehircilik açısından büyük gelişmeler görüldü. İkinci Dünyâ Savaşı sırasında (1943) burada Tahran Konferansı olarak bilinen bir toplantı düzenlendi. Muhammed Rızâ Pehlevî’nin iktidarı zamânında petrol sanâyiindeki teknolojik gelişmelerin de tesiriyle gelişen Tahran, 1979’da Şahın devrilmesiyle ortaya çıkan Humeynî rejimi zamânında duraklama dönemine girdi. Birçok proje yarım kaldı. İran’da meydana gelen iç karışıklıklar bir de Irak-İran Savaşı sebebiyle pek fazla gelişme görülmedi.
İran’ın İsfahan, Tebriz gibi diğer şehirlerine göre yeni bir yerleşim merkezi ve başşehir olan Tahran bugün önemli sanâyi merkezlerindendir. İran’ın sanâyi üretiminin yarısından fazlası Tahran’da gerçekleştirilir. Başlıca sanâyi ürünleri dokuma, çimento, şeker, porselen, elektrikli âletler ve ilâçtır. Ayrıca Tahran yakınındaki Rey’de bir otomobil montaj sanâyiiyle petrol rafinerisi mevcuttur. İran’ın diğer şehirlerine kara ve demiryollarıyla bağlanan Tahran’da modern havaalanı vardır. 1925’ten sonra önemli şekilde şehirleşen Tahran, bilhassa kuzey ve kuzeybatı bölgelerden gelerek yerleşen insanlar sebebiyle, hem gelişti hem de nüfûsu fazlalaştı. Bugün Tahran’ın nüfûsu 6-7 milyon civârındadır. Kuzeyde Elburz Dağları eteğindeki saraylılarla halkın yazı geçirmek için gittikleri eski köyler ve sayfiye yerleri günümüzde modern yerleşim merkezi hâline geldi. Şehrin batı kesiminde Gazvin karayolu üzerinde önemli bir sanâyi bölgesi gelişti.
Tahran’da pek eski olmadığından İran’ın diğer şehirlerindeki kadar târihî eser ve yapıya sâhip değildir. Şehrin etrâfını çeviren Tahmasb-I’in yaptırdığı surlar, Esretâbâd, Kasr-ı Kaçar, Şemsü’l-Emâreh, Baharistan Sarayı, Nuşirevân Sarayı, Ünlü Tavus Kuşu Tahtının ve değerli taşlarla süslü Nâdiri Tahtının bulunduğu Gülistan Sarayı, Sâdâbâd Sarayı ve Mermer Sarayı gibi saray ve köşkler, Sipehsalar Câmii, Mescid-i Şâh ve İmamzâde Zeyd Câmii Tahran’ın önemli târihî yapılarıdır.
Tahran’da bir arkeoloji ve bir etnoğrafya müzesi vardır. Ayrıca Tahran Üniversitesi İran Üniversitesi, Şerif Teknik Üniversitesi gibi yüksek öğretim kurumlarına sâhiptir.
Alm. Niederschrift (f), Fr. Inscription (f), İng. Registration. Osmanlı Devletinde toprağın mülkiyet ve tasarruf hukûkunun, reâyânın yükümlülüklerinin ve vergi cins ve miktarlarının belli usûl ve kâidelere göre tesbit ve kaydedilmesi.
Arâzi tahrirleri Osmanlılardan evvelki Türk-İslâm devletlerinde de yapılmıştır. Araplar Mısır’da ve İspanya’da; Selçuklular İran’da; İlhanlılar Hint’te nüfus ve arâzi tahrirleri yaptırmışlardır. Osmanlılarsa bu tahrir şeklini mükemmel bir hâle getirerek imparatorluk bünyesindeki geniş memleketlerde tatbik edip, Osmanlı mâlî-idârî sisteminin esâsı hâline getirmişlerdir.
Osmanlı idâresine geçen bölgeler, nizâm ve teşkilât içerisinde, tımar sisteminin gereği olarak, gelir kaynaklarının tespiti maksadıyla tahrîre tâbi tutulurdu. Tahrir esnâsında, Osmanlı Devletindeki yerleşme merkezleri (şehir, kasaba, köy, mezra ve çiftlik) ve buralarda yaşayan, vergi vermekle mükellef evli veya bekar şahısların tek tek isimleri, yetiştirilen mahsûller ve bunlardan alınan vergiler, meslek grupları vs. ayrı ayrı yazılırdı.
Fethi müteâkip yapılan ilk tahrirden sonra, zaman zaman yeni bir pâdişâhın tahta çıkması, umûmî olarak meydana gelen değişiklikler, vergi gelirlerinin herhangi bir sûrette artmış veya eksilmiş görünmesi ve defter hârici kalmış yerlerin deftere sokulması gibi muhtelif sebeplerle tahrirler yenilenirdi. Pâdişâhların uzun süre tahtta kalma dönemlerindeyse, bu tahrirlerin 30 yılda bir tekrarlanmaları kânundu.
Arâzi tahriri işinin sorumluluğunu üstlenen kişiye; emîn, mübâşir, muharrir, il yazıcısı, vilâyet kâtibi gibi isimler veriliyordu. Tahrirlerin; rüşvet ve suistimâle meydan vermeden kemâl-i adâlet üzere yürütülmesi için bu mesûliyetli işe umûmiyetle tecrübe ve bilgi sâhibi nüfûzlu beyler veya kâdılar tâyin olunuyordu. Her emînin yanında defterin yazılması ve tanzîmini üzerine alan, işin tekniğini iyi bilen bir de kâtip bulunmaktaydı. Ayrıca tahrir işlemi her bölgenin kâdısının da murâkabesi altında yürütülmekteydi.
Tahrir emîni, bölgenin eski defterleriyle muhtemelen bir önceki tahrirden beri, tımar sâhiplerinin vaziyetlerinde ve gelirlerinde meydana gelmiş değişiklikleri gösteren bir icmâl defterini, yanında bulundurur ve ona göre tahrire başlardı. Her yeni tahrir bir takım yolsuzlukları meydana çıkardığı gibi, ormanlık yerlerden açılan arâzinin işletilmesi ve evvelce istifâde edilmeyen yerlerin işler hâle getirilmesi dolayısıyla istihsal miktarı artmış olurdu.
Tahrir tamamlandıktan sonra, timarların yeni vaziyetini aksettiren timar icmâl defterleri hazırlanır, ayrıca o bölgenin bütün teferruâtını belirten mufassal defterler temize çekilerek pâdişâh katına sunulurdu.
Bu yeni tahrir defterine Nişancı tarafından hükümdârın tuğrası konulduktan sonra, bir sûreti Defterhâne hazînesinde Defter emini nezâretinde saklanır, bir sûreti âit olduğu vilâyetlere gönderilir ve yeni tahrir mûcibince hareket edilmesi emrolunurdu. Beylerbeyleri de yeni tahrir üzerine sipâhîlere dirlik tezkireleri verirdi. Yeni teşkil edilen deftere “cedîd”, eskisine “atîk”, daha eskisine “köhne” denirdi.
Bir bölgenin tahriri oranın yalnızca has, zeâmet ve timar gelirlerinin tespitinden ibâret değildi. Bunun yanısıra bölgedeki evkafın, konar-göçer teşekküllerin, piyâde ve müsellemlerin ayrı ayrı tahrirleri yapılır ve bunlara âit müstakil defterler de hazırlanırdı. Bu deftere köylerdeki reâyâ ile kasaba ve şehir halkı isimleriyle kalem kalem yazılmayarak, sâdece dirlik sâhiplerinin adları ve gelirleri toplu olarak kaydedilirdi.
Tahrir usûlünün 16. yüzyılın sonuna kadar muntazam bir şekilde devâm ettiği, 17. yüzyıl ortalarından îtibârense çeşitli iç ve dış meseleler yüzünden yavaş yavaş terk olunduğu anlaşılmaktadır. Bugün elde mevcut bulunan tahrir defterlerinden binlercesi İstanbul’da Osmanlı Arşiviyle Ankara’da Tapu-Kadastro Genel Müdürlüğü Kuyûd-i Kadime Arşivinde bulunmaktadır. Bu defterler sâyesinde bugün, üç kıtaya yayılmış bulunan, koca Osmanlı Devletinin bir işbaşı manzarasını görmek mümkün olmaktadır. Gerçekten de; bundan dört-beş yüz sene evvel Türkiye’nin her köşesinde mevcut sipâhiyle toprağa bağlanmış köylüyü, devleti bir ucundan diğerine kat ederek geniş ölçüde münâsebet temin eden yollar boyunca derbent bekleyen, yol ve köprü tâmir eden ve kervansaraylara hizmet eden insanları, mâdenci, güherçileci, şapcı, tuzcu ve yağcı gibi türlü mükellefiyetleri olan halkı ve nihâyet her türlü baç ve rüsûm toplanan geçit, pazar ve gümrük mahallerini yerli yerinde ve vazîfe başında görmek, imparatorluk denilen bu muazzam makinenin çarklarının nasıl işlediğini anlamak bakımından çok önemlidir.
Sultan İkinci Abdülhamîd Han devri vezirlerinden ve Mâbeyn Başkâtibi. İstanbul’da doğdu. Gençliğinde Bâbıâli kalemlerinde çalıştı ve burada kendini yetiştirdi. Dâhiliye Mektupçu Kaleminde önce muâvin, sonra başmuâvin oldu. Bahriye Nezareti mektupçuluğuna tâyin edildi. Buradan Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın Mâbeyn Başkâtipliğine getirildi. Vezirlik ve paşa rütbesi de verildi.
Abdülhamîd Han (1876-1909) zamânında sadâkat ve hüsnü niyyetle devlete hizmet etti. 1908’de İkinci Meşrûtiyetin îlân edilmesiyle memuriyeti ve rütbesi alındı. Meşrûtiyetçiler ve ittihatçılar tarafından horlandı. 1908’den sonra sefâlet içinde yaşadı. 1910 yılında İstanbul’da vefât etti.
Abdülhamîd ve Yıldız Hâtıraları adlı eseri kıymetli olup, Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın yanında bulunurken şâhit olduğu hâdiselerin toplanmasından meydana gelmiştir. Bu eserinde pekçok hakikatı anlatmakta, Sultan İkinci Abdülhamid Hanın şahsiyeti ve devrinin hâdiselerine ışık tutmaktadır.
Kore kahramanı olarak da bilinen Türk generali. 1892’de bugünkü Makedonya’da bulunan Manastır’da doğdu. 1912’de Harb Okulunu bitirdi. Birinci Dünya Savaşına katıldı. İstiklâl (Kurtuluş) Savaşı sırasında Anadolu’ya geçerek çeşitli cephelerde çarpıştı. 1949’da tuğgeneralliğe yükseldi. Temmuz 1950’de başlayan Kore Savaşında, Birleşmiş Milletler safında savaşmak üzere Güney Kore’ye gönderilen Kore Türk Silahlı Kuvvetleri Kumandanlığına tayin edildi. GüneyKore saflarında savaşa katılan, tam teşkilatlı ve takviyeli bir tugay kadrosu olarak hazırlanan 5000 kişilik Türk askerî birliğinin başında 17 Ekim 1950’de Kore’ye vardı. Doğruca ateş hattına sürülen birlik, Pusan, Suvan, Kumhwa, Elco kesimlerinde meydana gelen savaşlarda büyük başarılar gösterdi. Bir gecede 352 kişinin yaralandığı, 78 kişinin de şehit olduğu Kunûrî savaşlarında, 8. Amerikan Ordusu, Tahsin Yazıcı idâresindeki Türk birliğinin kahramanca direnişiyle yok edilmekten kurtuldu. Tahsin Yazıcı KoreSavaşı sırasında tümgeneralliğe yükseldi. Kasım 1951’de Türkiye’ye dönen TahsinYazıcı 1952’de emekliye ayrıldı. 1954-1960 yılları arasında iki dönem Demokrat Partiden İstanbul Milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Demokrat Parti iktidârına karşı yapılan 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden sonra, Yassıada Mahkemesinde yargılanarak 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Daha sonra çıkan bir af kanunuyla serbest bırakıldı. 1971 senesinde Ankara’da öldü.
Alm. Budgetkredite (pl.), Fonds (m), bewilligte Gelder (pl.), Fr. Crédit (m), budgétaire, İng. Appropriation, allowance. Ödenek. Tahsis edilmiş, ayrılmış şeyler. Amme hizmetleri, ücret ve her türlü masraf karşılığı bütçeye konulan paralar. Bâzı makam ve şahıslara gördükleri veya görecekleri özel amme hizmetleri dolayısıyle verilen tazminat mâhiyetindeki paralar. Milletvekilleri tahsisatı gibi.
Tahsisat vakfı: Mülkiyeti devlete âit olan bir mülk toprağın faydalarının, hazineden, alacaklı kişiye bırakılması.
Tahsisatı seniye: Pâdişâhların hazîneden aldıkları maaşın adı.
Tahsisatı mesture: Örtülü ödenek. Devlet bütçesinden kime ve ne için verileceği gizli tutulan ödenek. İlgililer tarafından makbuz karşılığı alınarak, sorumlulukları kendilerine âit olmak üzere devlet menfaatine harcanan para.
Alm. Thron (m), Fr. Tröne (m), İng. Throne. Hükümdarların merâsim günlerinde ve resmî kabullerde oturdukları, değerli taş ve mâdenlerle süslenmiş büyük makam koltuğu, sedir. Mısır, Mezopotamya, Anadolu gibi medeniyet merkezlerinde bulunan ilk çağlara âit taş kabartmalarda tahtın, tek koltuk, sandalye ve sedir şeklinde yapıldığı, hükümdarın ününü ve zenginliğini yansıtan şekiller aldığı görülür.
Taht, târih boyunca hükümranlık alâmeti sayıldı. Hükümdarlar, taht üzerinde oturarak yabancı elçileri kabul ettiler. Üst seviyedeki devlet yöneticileriyle görüştüler. Batıdaki Hıristiyan hükümdarlar papanın elinden taç giyerlerken, Doğu’daki İslâm hükümdarları, tahta çıkarak saltanatlarını îlân ederlerdi. Osmanlılar, bu usûlü daha da geliştirdiler. Pâdişâhlar, “Cülûs merâsimi”nin ardından tahta otururlar, memur ve askerlerine “cülûs bahşişi” dağıtarak onların duâsını alırlardı.
Osmanlı tahtları içinde; Üçüncü Murâd Hana veziri İbrâhim Paşa tarafından hediye edilen “Bayram Tahtı”, Birinci Ahmed Han ve Dördüncü Murâd Han adına yapılan tahtlar meşhurdur.
Târihte kendine mahsus özellikleriyle meşhur olmuş tahtlar vardır. Kimi, âit olduğu hükümdara nispetiyle ehemmiyet kazanmış, bâzıları da, yapılarındaki özellikleriyle meşhur olmuştur. Bunlardan; Saba Melikesi Süleymân aleyhisselâmın zevcesi Belkıs’ın yirmi metre boyunda, ellibeş metre eninde, çeşitli cevher ve mücevherlerle süslenmiş tahtıyla İstanbul Topkapı Sarayı Müzesinde bulunan “Şah İsmâil” tahtı nâmıyla bilinen taht en meşhurlarıdır. İngiliz kraliyet âilesinin tahtları, İran hükümdarlarının “taht-ı takdîs” adıyla anılan tahtları da târihteki meşhur tahtlardandır.
TAHTAKURUSU (Cimex lectularius)
Alm. Wanze (f), Fr. Punaise (f), İng. Bedbug, bug. Familyası: Tahtakurusugiller (Cimicidae). Yaşadığı yerler: Gündüzleri yarık ve çatlaklar içerisinde barınır. Gece faaliyete geçerek insanların kanını emer.
Özellikleri: 6 mm uzunlukta oval ve yassı bir böcek. Kanatları yoktur. Kan emerek geçinir. Hastalık bulaştıranları vardır.
Çeşitleri: Yatak tahtakurusu, tropikal tahtakurusu, kümes tahtakurusu iyi bilinen türlerdendir.
Hortumlu-böcekler (Rhyn-chota) takımından, kanatsız kan emici bir eklembacaklı türü. Dünyânın her yerinde bulunurlar. Tahta kuruları 6 mm uzunluğunda yassı ve oval şeklindedirler. Kanatsızdırlar. Kirli kahverengi, bu böceklerin genel rengidir. Açık, sarımsı kahverengi olan yavrular da vardır. Tahtakuruları bilhassa ezilince çok kötü bir koku yayarlar. Dişisi, bir seferde 100-250 yumurta yapar. Bir hafta içinde yumurtadan yavrular çıkar. Beşinci deri değişimi sonunda erginleşir. Yavrular sıcak ve beslenme şartlarına bağlı olarak 2-7 ay civârında gelişirler. Tam gelişmiş olanlar yiyecek yemeden bir yıl yaşayabilirler. Nâdir beslenerek, 2-4 yıl dayanabilirler. Hortumları kullanılmadığı zaman gırtlaktaki bir oluğun içinde bulunur.
Bütün tahtakuruları gececidirler. Gündüzleri yatak ve döşeme aralıklarında, duvar kâğıtlarının arkasında gizlenirler. Geceleyin dışarı çıkar ve insanların kanını emerler. Tahtakuruları aynı zamanda fâre, sıçan, maymun ve tavşan gibi laboratuvar hayvanlarına da saldırırlar.
Tahtakuruları Cimicidae âilesine bağlıdır. Yatak tahtakurusu (Cimex lectularius) dünyânın her yerinde, otellerde, tiyatrolarda ve bakımsız evlerde bulunur. Tropikal tahtakurusu (C. rotundatus) sıcak tropik bölgelerinde bulunur ve biraz daha yuvarlak olmasından başka umûmî tahtakurusunun benzeridir. Kalaazar hastalığını bulaştırırlar. İnsanlara saldıran diğer bir tahtakurusu ise, kümes tahtakurusu (C.columbarius)dur. Bu böcek, tavuk ve güvercin gibi kümesgillerin ciddî bir düşmanıdır.
Tahtakurularının düşmanları azdır. Bunlar hamamböcekleri ve insanları ağız ve çevresinden ısıran başka bir tahtakurusudur. Tahtakurularıyla savaş önceleri zordu. Şimdiyse ilâçlamalarla bu böceklerin önüne geçilebilir. Bâzı yerlerde tamâmen kaybolmuşlardır.
Alm. Sänfte (f); Rikscha (f), Fr. Palanquin (m), Litière (f), İng. Palanquin, litter. İnsan omuzunda veya hayvanlar üzerinde taşınan, tekerleksiz bir nevi araba. Genelde dört kalın sopa üzerine oturtulmuş kapalı bir oturma yerinden ibârettir.
İlk olarak ne zaman kullanıldığı bilinmemekle berâber, çok eski insan topluluklarından beri, diğer insanlardan çeşitli bakımlardan üstün kabul edilen kişilerin bu şekilde tahtırevanlarla taşındığı tahmin edilmektedir.
Aztek, Maya, Mısır, Bâbil gibi medeniyetlerin bulunduğu yerlerde yapılan kazılarda bu tip vasıtaların parçalarına rastlanmıştır. Yine Mısır hiyerogliflerinde tahtırevan şekli çok geçmektedir. Eski Româda tahtırevanlar imparatoriçelerin eşlerinin imtiyazındaydı. Senato üyelerinin eşleri de aynı imtiyazdan faydalanırlardı.
Tahtırevanın Avrupa’da yaygınlaşması ortaçağın başlarına tesâdüf eder. Derebeyliklerin yıkılmasından sonraysa hiç görülmez. Osmanlı Devletinde tahtırevan pek nadir kullanılırdı. Ancak merâsimler vesilesiyle kullanılan tahtırevanlar hayvanlarla yürütülür, bu iş için insan kullanılmazdı.
Tahtırevan günümüzde Hindistan, Tayland, Sıkkım ve Bhutan gibi Raca ve Kralların bulunduğu Asya ülkelerinde hâlâ kullanılmaktadır.
Alm. Obligation, Anleihe, Schuldverschreibung (f), Fr. Obligation (f), İng. Bond, debenture. Obligasyon. Seri hâlinde çıkartılan ve çoğunlukla fâizli olan borç senedi. Tahviller genellikle hâmiline yazılı düzenlenmekle birlikte nâma da yazılı olabilirler. Satın alacak kişiye güven vermek ve tahvillerin dolaşımını kolaylaştırmak için çoğunlukla hâmiline yazılı çıkartılır. Tahviller ya bir anonim şirket tarafından veya devlet, belediye ve diğer kamu iktisâdî kuruluşlarınca çıkartılabilir. Devlet kuruluşlarının tahvil çıkarması özel yasaya bağlıdır. Anonim şirketlerse hissedarlardan temin edemedikleri sermâye ihtiyaçlarını tahvil çıkararak karşılarlar. Hâmiline yazılı tahviller senedin teslimiyle nâma yazılı tahvillerle alacağın temliki yoluyla mülkiyet değiştirir.
(Bkz. Huneyn ve Tâif Gazvesi)
Alm. Kompensation, Ausgleichung (f), Fr. Compensation (f), İng. Exchange of goods; compensation. Alacak, verecek kalmama, ödeşme, sayışma, değişme, birbirine karşı aynı cinsten zamanı gelmiş alacağı bulunan kişilerden birinin tek taraflı beyânıyla karşılıklı borçların az olanı miktarında sona ermesi. Borçları sona erdirmede kullanılan en eski usûllerden biridir. İlk defâ İslâm hukûku tarafından kesin hükümlere bağlanmıştır.
Türk hukûkunda takas, borçlar kânununda (mad. 118-124) düzenlenmiştir. Bu kânuna göre, takas için şu şartlar aranır:
1) Alacakların konusu aynı cinsten olması, 2) Takas beyânında bulunan kimsenin alacağının alınabilir, borcunun da ödenebilir olması, 3) Takastan ferâgat etmemiş olma, 4) Tarafların birbirinden alacağı bulunmak gerekir.
Aşağıdakiler alacaklarının arzusu olmadıkça takas edilemez: 1) Emânet edilmiş veya haksız alınmış şey veya bedelleri, 2) Nafaka ve iş ücreti, 3) Devlet, vilâyet ve köylerin kamu hukûkundan doğan alacakları.
Dış ticârette takas: Takas, dış ticârette de kullanılır. Dış ticârette, ihrâcat ve ithâlat bedellerinin para, altın veya senet kullanılmaksızın karşılıklı borçların az olan borç miktarında sona ermesi şekliyle olur. Dış ticârette takas, özel ve genel olmak üzere ikiye ayrılır:
1) Özel takas: İhraç edilen malın bedeli, ithâl edilen malın bedeliyle karşılanır. Burada ihrâcatçı ve ithâlatçı aynı kimsedir. 2) Genel takas: Buna elearing (temizleme) de denir: Milletlerarası karşılıklı anlaşma yoluyla olur. İthâlatçılar borçlarını ülkelerin yeterli kuruluşlarına, ülkelerinin parasıyla yatırırlar. İhrâcatçılar da alacaklarını ithalâtçıların ödediği paradan tahsil ederler.
Takas odası: Bankalarda takasla ilgili işlerin yapıldığı yerdir. Bu odalar demiryolları, borsalar, mal piyasaları ve milletlerarası ödemeler gibi değişik alanlarda faaliyet göstererek bağlantılı işlemlerin yürütülmesinde önemli rol oynarlar.
Câri hesapta takas: Bir bankada hesâbı bulunan müşterinin başka bir bankaya âit çeki vermesi üzerine bu çekin bankalar arasında değiştirilmesidir.
İslâm hukûkunda takas: İslâm hukûkunda da, borcu sona erdiren sebeplerden biridir. İslâm hukûkunda iki çeşit takas vardır:
1. Cebrî (zarûrî) takas: Bir kimsenin bin lira alacağı olup da, borçlu kendisine bin liraya bir mal satsa veya borçlunun bin lira kıymetindeki malını telef etse, cebrî takas meydana gelir. Bugünkü hukukta da olduğu gibi tarafların bu hususta anlaşması şart değildir. Cebrî takas için dört şart vardır: a) İkisi de deyn olmaktır. Biri deyn, diğeri emânet olursa cebrî takas olmaz. Meselâ, Z’nin A’ya on altın borcu olup da, Z ona emânet vermesi hâlinde takas olamaz. b) İki deyn de muaccel (peşin) olmalı. c) İki deyn aynı cins olmalıdır. Biri altın, öbürü gümüş olursa olmaz. d) İki deyn de, kuvvetçe birbirine eşit olmalıdır. Meselâ, nafaka ile karz borcu takas edilemez.
2. Rızâî takas: Yukarıdaki durumlarda tarafların anlaşarak takas yapmaları mümkündür.
Alm. Sternhaufen, Fr. Constellation, İng. Constellation. Gökte, birbirine göre durumları her vakit aynı kalan, değişmeyen yıldızlar topluluğu. İnsanoğlu çok eski çağlardan beri gökyüzünü gözlemiş ve yıldız kürelerini belirli cisimlere ve yaratıklara benzeterek adlandırmıştır. Günümüzde gökyüzünde 88 takımyıldızı bilinmektedir. Takımyıldızları Lâtince birer kelimeyle adlandırılır. Milletler bu isimleri kendi lisanlarına çevirerek kullanmaktadır.
Takımyıldızları burçlar olarak da bilinmektedir. Bütün gökyüzü 88 burca bölünmüştür. Gökyüzünün kuzey ve güney yarımkürelerini kapsayan 88 alandan her biri, bir takım yıldızını meydana getirir. Her yıldız, galaksi veya gök cismi, takımyıldızlarından birinin alanı içinde bulunur. Kırk sekiz takımyıldızının adları ve konumları 17. yüzyılın başına kadar biliniyordu ve günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Geri kalan 40 takımyıldızının büyük bölümü 17 ve 18. yüzyıl astronomlarınca târif edilmiştir. Uluslararası Astronomi Birliği (IAU)’nin 1945’teki çalışması sonucunda, bugünkü 88 takımyıldızının adı ve konumu üzerinde anlaşmaya varıldı.
Halk arasında, zodyak (burçlar kuşağı) üzerinde yer alan 12 takımyıldıza ortak olarak “burçlar” adı verilmiştir. Zodyak, gökyüzünde güneş ve başlıca gezegenlerin yolu üzerinde bulunduğu tasarlanan hayâlî bir kuşaktır. Burçlar kuşağı olarak da bilinmektedir.
Burçlar kuşağındaki takımyıldızlarının sınırları sâbit olduğu dönemlerde, Güneşin bu takımyıldızlarının içinden geçiş târihleri şöyledir:
Burcun Adı |
Güneşin burca giriş ve çıkış târihi: |
Koç (Aries) |
21 Mart-19 Nisan |
Boğa (Taurus) |
20 Nisan-20 Mayıs |
İkizler (Gemini) |
21 Mayıs-21 Haziran |
Yengeç (Cancer) |
22 Haziran-22 Temmuz |
Aslan (Leo) |
23 Temmuz-22 Ağustos |
Başak (Virgo) |
23 Ağustos-22 Eylül |
Terâzi (Libra) |
23 Eylül-23 Ekim |
Akrep (Scorpius) |
24 Ekim-21 Kasım |
Yay (Sagittarius) |
22 Kasım-21 Aralık |
Oğlak (Capricornus) |
22 Aralık-19 Ocak |
Kova (Aguarius) |
20 Ocak-18 Şubat |
Balık (Pisces) |
19 Şubat-20 Mart |
Güneşin burçlara karşı olan durumunun değişmesi yüzünden, bugün burçlardan hiçbiri kendi adıyla anılan bölgede bulunmamaktadır.
Ilım noktalarının yalpalamasından dolayı takım yıldızları doğuya doğru kaymış bulunmaktadır. Bu yüzden 20. yüzyılda Güneş, 1 Ocakta Oğlakta olmayıp Yay burcundadır.
Takımyıldızlarının Lâtince ve Türkçe adları:
Bilimsel adı (ve genitif ekleri) |
Türkçe Adı (ve genitif ekleri) |
Bilimsel adı (ve genitif) |
Türkçe Adı (ve genitif) |
Andromeda (-ae) |
Andromeda |
İndus (-i) |
Hintli |
Antia (-ae) |
Pompa |
Lacerta (-ae) |
Kertenkele |
Apus (-odis) |
Cennetkuşu |
Leo (-nis) |
Aslan |
Aquarius (-ii) |
Kova |
Leo (-nis) |
minor (is) |
Aquila (-ae) |
Kartal |
Küçük |
Aslan |
Ara (-ae) |
Sunak |
Lepus (-oris) |
Tavşan |
Aries (-tis) |
Koç |
Libra (-ae) |
Terâzi |
Auriga (-ae) |
Arabacı |
Lupus (-i) |
Kurt |
Bootes (is) |
Çoban |
Lynx (-cis) |
Vaşak |
Caelum (-i) |
Çelikkalem |
Lyra (-ae) |
Çalgı |
Camelopardalis (-) |
Zürafa |
Mensa (-ae) |
Masa |
Cancer (-cri) |
Yengeç |
Microscopium (-ii) |
Mikroskop |
Canes (-um) |
Monoceros (-otis) |
Boynuzlu At |
|
Venatici (orum) |
Av Köpekleri |
Musca (-ae) |
Sinek |
Canis (-) |
Norma (-ae) |
Cetvel |
|
Major (-is) |
Büyük Köpek |
Octans (-tis) |
Sekizlik |
Canis (-) |
Ophiuchus (-i) |
Yılancı |
|
Minor (-is) |
Küçük Köpek |
Orion (-is) |
Orion |
Capriconus (-i) |
Oğlak |
Pavo (-nis) |
Tavus |
Carina (-ae) |
Korina |
Pegasus (-i) |
Kanatlı At |
Cassiopeia (-ae) |
Koltuk |
Perseus (-i) |
Kahraman |
Centaurus (-i) |
Erboğa |
Phoenix (-cis) |
Ankakuşu |
Cepheus (-i) |
Sefe |
Pictor (-is) |
Ressam |
Cetus (-i) |
Balina |
Pisces (-ium) |
Balıklar |
Chamaeleon (-ontis) |
Bukalemun Piscis (-) |
Austrinus (-i) |
Güney Balığı |
Circinus (-i) |
Pergel |
Puppis (-) |
Pupa |
Columba (ae) |
Güvercin |
Pyxis (idis) |
Kumpas |
Coma (-ae) |
Reticulum (-i) |
Ağcık |
|
Berenices Corona (-ae) |
Berenikenin saçı Sagitta (-ae) |
Okçuk Sagittarlus (-ii) |
Yay |
Australis Corona (-ae) |
Güney tacı Scorpius (-ii) |
Akrep Sculptor (-is) |
Yontar |
Borealis |
Kuzey tacı |
Scutum (-i) |
Kalkan |
Corvus (-is) |
Karga |
Serpens (-tis) |
Yılan |
Crater (-is) |
Kupa |
Sextans (-tis) |
Altılık |
Crux (-cis) |
Güneyhaçı |
|
|
Cygnus (-i) |
Kuğu |
Taurus (-i) |
Boğa |
Delphinus (-i) |
Yunus |
Telescopium (-ii) |
Dürbün |
Dorado (-us) |
Kılıçbalığı |
Triangulum (-i) |
Üçgen |
Draco (-nis) |
Ejderha |
Australe (-is) |
Güney Üçgeni |
Equuleus (-i) |
Tay |
Tuscana (-ae) |
Tukan |
Eridanus (-i) |
Irmak |
Ursa (ae) |
major (-is) |
Fornax (-acis) |
Ocak |
Büyük Ayı |
|
Gemini (orum) |
İkizler |
Ursa (-ae) |
minor (-is) |
Grus (-is) |
Turna |
Küçük Ayı |
|
Hercules (-is) |
Herkül |
Vela (-orum) |
Yelken |
Horologium (-ii) |
Saat |
Virgo(-inis) |
Başakçı |
Hydra (-ae) |
Suyılanı |
Volans (-tis) |
Uçan Balık |
Hydrus (-i) |
Küçük Suyılanı |
Vulpecula (-ae) |
KüçükTilki |
İstanbul’da ilk rasathâneyi kuran astronomi, matematik ve hadis âlimi. İsmi, Muhammed bin Mâruf bin Ahmed Râsıd-üş-Şâmî olup, lakabı Takiyyüddîn’dir. Takiyyüddîn Râsıd diye meşhur oldu.
1525 senesinde Şam’da doğdu. Bir rivâyete göre Kâhire’de doğmuştur. Aslen Nabluslu aydın bir âileye mensuptur. Babası Mâruf Efendi kâdı idi. Takiyyüddîn küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Zamânının usûlüne göre tahsil görerek kâdılık mevkiine yükseldi. Daha sonra ilim tahsiline devâm etmek için Mısır’a gitti. Şam’a döndüğünde Câmi-i Benî Ümeyye’de Buhârî kitabını okumakla vazîfelendirildi. Bir süre sonra da dersiâmlığa, yâni İslâm ilimleri profesörlüğüne yükseltildi. Bir ara İstanbul’a gelen Takiyyüddîn Râsıd, Edirnekapı Bâlâ Medresesi müderrisliğine tâyin edildiyse de o, Mısır’da kâdılık yapmayı tercih etti. Daha sonra 1570 senesinde babasıyla birlikte İstanbul’a gelip, yerleşti. İstanbul’da devrin meşhur âlimlerinden çivizâde, Ebüssü’ûd Efendi, Azmizâde, Ali Kuşçu’nun torunu Kutbeddîn Efendi ve onun oğlu Mehmed Efendiyle Saçlı Emîri Efendinin ilim meclislerine katılıp, istifâde etti.
Takiyyüddîn Râsıd, İstanbul’a yerleştikten sonra, astronomi çalışmalarına ağırlık verdi ve bu alanda söz sâhibi oldu. 1571 senesinde devletin resmî müneccimbaşısı (astronomu) tâyin edildi. Bu sırada meşhûr âlim Hoca Sa’deddîn Efendiyle tanıştı. Onun vâsıtasıyla Sultan Üçüncü Murâd Hanın huzûruna kabul edildi. Pâdişâhın emriyle İstanbul Rasathânesini kurmakla vazîfelendirildi. Önceleri rasatlarını Galata Kulesinde yapıyordu. Rasathânenin inşâsında Hoca Sa’deddîn Efendinin ve sadrâzam Sokullu Mehmed Paşanın büyük yardımları oldu. Bu rasathâne, şimdiki Beyoğlu’nda bulunan Fransız konsolosluğunun yanındaydı. Rasathânenin inşâsı 1577 senesinde tamamlandı. Aynı senenin sonlarında İstanbul üzerinden geçen bir kuyruklu yıldız gözlendi ve kitaplara yazıldı. Takiyyüddîn Râsıd bu rasathânede dört sene deney ve gözlem yaptı. 1585 senesinde İstanbul’da vefât etti. Kabrinin yeri bilinmemektedir.
Takiyyüddîn Râsıd, İstanbul Rasathânesinde ve özel imkânlarla yaptığı çalışmalarında birçok başarılar elde etti. Zamânı ölçmede, büyük başarı gösterdi. Rasat âletlerine sâniye taksimâtını ilk olarak koydu. Dört sene içerisinde yaptığı rasatlarla güneş cetvellerini tamamladı. Meyl-i Külliyi (bir gök cisminin yörüngesinden tam olarak sapması, tam deklinasyonu) 33° 26’ 48” olarak buldu. Bu rakam bugünkü rakamdan sâdece 36 sâniye küçüktür. Hâlbuki ünlü astronom Thyco-Brahe bunu iki misli hatâ ile 1’ 48” olarak bulmuştur. Güneşin sapmasını 2.5 sâniye farkla 1° 55’ 9,3” olarak buldu. Thyco-Brahe ise bunu 3-4 misli hatâyla tespit edebilmiştir. Ayrıca Takiyyüddîn Râsıd güneşin ortalama hareketini bugünkü değerine yaklaşık olarak hesapladı. Meridyenler arası zamânı ilk defâ ölçtü. Güneş, ay ve yıldızların doğuş yerlerini, yıldızların enlem, boylam, doğuş ve eğim metodlarını ilk defâ ortaya koydu. 60’lı sistem üzerine kurulan ve hâlen kullanılmakta olan derece, dakika ve sâniyeyi ondalıklı bir şekilde ifâde etti. Avrupa’da bu sistem yüz sene sonra 1670 senesinde Gabriel Mouton tarafından ortaya atıldı.
Takiyyüddîn Râsıd yaptığı rasatları çeşitli eserlerde toplamıştır. Bunlardan bâzıları şunlardır:
1) Et-Turuk-us-Seniyye: İlk eseri olup, mekânik ve su mühendisliğiyle ilgilidir.
2) El-Âlât-ür-Rasadiyye li Ziyc-i Şehinşâhiyye: İstanbul rasathânesinde bulunan âletleri tanıtan bir eserdir. Sultan Üçüncü Murâd Han adına yazılmıştır. Eserde, dokuz rasad âleti târif edilmiştir. Bu âletlerden bir kısmını ilk olarak kendisi yapmış ve kullanmıştır.
3) Cedâvil-ür-Resadiyye: Astronomik gözlemler sonucunda yazılan cetvellerden meydana gelmiştir. Eser tamamlanamamıştır.
4) Sidret-ül-Müntehal Efkar fî Melekût-il-Felek-id-Devvâr: Özel rasatlarını topladığı bir eseridir. Eser, astronomi sâhasında yazılan kitapların en önemlileri arasında yer alır. Takiyyüddîn Râsıd bu eserinde, trigonometriye dâir orijinal çalışmalar ortaya koymuştur. Özellikle kirişler üzerindeki çalışmalarında, kiriş 1° veya 2°nin hesâbını üç yolla yapmayı ve bunu üçüncü derece denklemi kurmakla başarmıştır. Aynı eserin sinüsler üzerine de eğilmiş ve Copernikus (Korepnik)tan farklı olarak, sinüs, cosinüs, sekand ve kosekandın târiflerini vermiş, sin (A-B), sin (A+B), sin A/2’nin formüllerini çıkarmış ve sin 1°’nin hesâbını yapmıştır.
5) Risâletü Rub’-ul-Ceyb: Rubutahtası denilen, zaman tâyini, namaz vakitlerinin, hicrî ayların ve kıblenin tâyini ve hesaplanmalarıyla ilgili âletin târifi ve kullanılışıyla ilgilidir. Manzum olarak hazırlanmıştır.
6) Tercümân-ül-Etıbbâ ve Lisân-ül-Elibbâ: Farmakolojik bir lügat olup, Takiyyüddîn Râsıd’ın tıpla da ilgilendiğinin ve bu alanda çalışmalar yaptığının delîlidir. İlâçlar hakkında bilgi veren bu eser altmış sayfadan meydana gelmiştir.
7) Gunyet-üt-Tullâb minel-Hisâb, 8) El-Müzvelet-iş-Şimâliyye li-Fadli Dâiri ufkî Kostantiniyye: Güneş saatleri, Rubutahtasıyla ilgilidir. 9) Gurûbu Şems Sebebühû ve Teahhuru: Astronomiyle ilgili. 10) Ziyc-i Cedîd-i Sa’deddîn: 11) Düstûr-ut-Tercîh li Kavâid-it-Testiğ. 12) Reyhânet-ür-Rûh fir-Rusm-is-Sa’ati alâ Musteve-üs-Sütûh: Projeksiyon metoduyla ilgilidir.
Bu büyük Osmanlı âliminin ilmî başarıları tam mânâsıyla henüz tedkik edilememiştir. Takiyyüddîn Râsıd; muhtelif rasat, mekanik, otomatik, robotik ve hidrolik âletlerin yapımı ve teknolojisi sâhasında Avrupalı meslektaşlarına rehberlik yapmış ve onları geride bırakmıştır. Batılı astronomi bilgini Thyco-Brahe’nin Takiyyüddîn Râsıd’ın eserlerini okumak sûretiyle ondan ilhâm aldığını, başarılarının büyük kısmını ona borçlu olduğunu Batılı kaynakların pekçoğu zikretmektedir.
On üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Mısır’da yetişmiş olan, fıkıh, tefsir, hadis, kırâat, lügat ve dil âlimlerinden. İsmi Ali bin Abd-ül-kâfî; künyesi Ebü’l-Hasan’dır. Lakabı Takıyyüddîn’dir. Mısır’ın Sübk köyünde doğduğu için, Sübkî diye de meşhur olmuştur. 1284 (H.683) senesinde doğdu. 1355 (H.756) senesinde Kâhire yakınlarında vefât etti. Bâbü’n-Nasr denilen yerde defnedildi.
İlk tahsilini babasından gördü. Zamânının âlimlerinden de ilim öğrenip, yüksek seviyeye ulaştı. Daha sonra Kâhire’ye gidip zamânının en büyük Şâfiî fıkıh âlimi Necmüddîn ibni Rıfâ’dan, usûl ve diğer aklî ilimleri Alâeddîn Bâcî’den, tefsir ilmini Alâmeddîn Irakî’den, kırâat ilmini Takıyyüddîn ibni Saig’den, hadis ilmini Şerefüddîn Dimyâtî’den öğrendi. Şeyh Tâcüddîn Atâullah’ın sohbetlerinde bulunarak ahlâk ilmini öğrendi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinledi. Kendisinden de Ebû Haccâc Mizzî, Ebû Abdullah Zehebî, Ebû Muhammed Berzâlî, İmâm-ı Sübkî ve birçok âlim hadîs-i şerîf dinleyip, ilim öğrendiler. Şam’da kâdılık yaptı. İslâm âlimlerinin büyüklüklerini anlayamayan ve Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellemin kabr-i şerîflerini ziyâreti kabûl etmeyen İbn-i Teymiyye’nin karşısına çıkarak ona delil ve vesîkalarla cevap verdi.
Takiyyüddîn Sübkî yüksek ilim ve güzel ahlâka sâhipti. Çok cömertti. Az yer, az içerdi. Dünyâ malına îtibâr etmezdi. Her taraftan âlimler hâlledemedikleri meseleleri arz etmek için ona mürâcaat ederlerdi. Faydalı ve güzel bir şeyi kendisinden küçük birisinden bile duysa onu dinlemeden uzak durmazdı. Çok hayâ sâhibiydi.
Takıyyüddîn Sübkî her ilimde mütehassıstı. Mütehassıs olduğu bütün ilim dallarında zamânında onun gibisi görülmedi. Zekâsı çok kuvvetli olup, bir şeyi duyar duymaz hemen ezberlerdi. Ezberlediğini de unutmazdı. Tasavvufta da yüksek derece sâhibi olan Takıyyüddîn Sübkî’nin birçok kerâmeti görülmüştür.
Takıyyüddîn Sübkî hazretleri, 1354 senesinde zâfiyet hastalığına yakalandı. Vefât edinceye kadar bu hastalık devâm etti. Oğlu Tâcüddîn Sübkî Şam kâdılığına tâyin edildikten bir ay sonra, Mısır’a gitti. 355 senesinde Kâhire’nin dışında bir yerde vefât etti. Cenâze namazı çok kalabalık bir cemâat tarafından kılındı. Bâb-ün-Nasr mevkiinde defnedildi.
Eserleri:
Yazmış olduğu yüzden fazla eserinden bâzıları şunlardır: 1) Dürrün-Nâzim: Kur’ân-ı kerîmin tefsirine dâirdir. 2) İbtihâc fî Şerh-il-Minhâc lin-Nevevî. 3) Ref’ül-Hâcib an Muhtasar-ı İbn-il-Hâcib, 4) Kitâb-üt-Tahkîk fî Mes’elet-it-Tahlîk: Talak meselesinde İbn-i Teymiyye’ye cevaptır. 5) Şifâ-üs-Sikâm fî Ziyâreti Hayr-il-Enâm aleyhissalâtü vesselâm: Kabir ziyâretinin önemi anlatılmıştır. 6) El-Fetevâ. 7) Mes’eletü fit-Taklîd fî Usûl-id-Dîn. 8) Muhtasaru Tabakât-ül-Fukahâ. 9) Şifâ-üs-Sekâm.