ŞİRKETLER (Ortaklıklar)

Alm. (Handels) Gesellschaft (f), Fr. Association, société (f), İng. Partnership. İki veya daha çok kimsenin kazanç elde etmek ve bunu paylaşmak niyet ve gâyesiyle, iktisâdî ve fayda sağlayan bir teşebbüs için emek ve mallarını(sermâyelerini) bir araya getirip bu gâyeye tahsis ederek kurdukları topluluk. Şirketler, insanlık târihi kadar eskidir. İnsan ihtiyaçlarının çok fazla olmasına karşılık mâlî gücünün sınırlı olması, insanların emek ve sermâyelerini bir araya getirmeye zorlamıştır. Arkeolojik kazılarda çıkan taş levhalarda ortaklık sözleşmelerine rastlanmaktadır. İslâm hukûku daha 7. asırda günümüz şirketlerinin hukûkî statülerini düzenlemiştir.

Türk Hukûkunda Şirketler

Üyelerine kâr sağlamak için kurulan her teşekkül bir şirket (ortaklık)tir.

Günümüzde şirketler, Türk Ticâret Kânunu’nun 136. maddesine göre; kollektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif olarak tasnif edilmiştir. Birden fazla anonim veya limited şirketten meydana gelen ve yine anonim şirket mevzuatına tâbi olan şirketler topluluğuna ise holding denir.

Ticâret kânununun şirketler için aradığı şekil ve şartlara tâbi olmayan kâr gâyeli ortaklıklara ise âdi şirket denir. Âdi ortaklıklar ise Borç Kânunu’nun 520. maddesine tâbidir.

Âdi şirket: İki veya daha ziyâde kimsenin emeklerini ve mallarını (sermâyelerini) müşterek bir gâyeye erişmek için birleştirmeyi taahhüd ederek kurulmuş basit bir şirket çeşidi. Kurulan şirket, Ticâret Kânununa göre kurulmamışsa âdi şirket hükmündedir. Bu şirketlerin kuruluşu, sermâye konusu, kâr ve zarar durumları, idâresi ve tasfiyesi ile üçüncü şâhıslara âit hükümler Borçlar Kânununun 520 ve 544. maddelerinde düzenlenmiştir. Tüzel kişiliği yoktur.

Kollektif şirketi: Ticârî bir işletmeyi, bir ticâret ünvanı altında işletmek maksadıyle hakîkî şahıslar arasında kurulan ve ortaklarından herbirinin mesuliyeti şirket alacaklarına karşı sınırlandırılmamış bulunan tüzel kişiliğe sâhip şirket. Kollektif şirkete, ortaklar arasında yapılan sözleşmenin yazılı olması ve noterden tastik ettirilmesi gerekir. Yapılan bu sözleşmede, ortakların adları, soyadlarıyla ikâmetgâhları ve tâbiyetleri; ortaklığın kollektif olduğu, ortaklığın ticâret ünvanı, merkezi ve meşguliyet konusunun bulunması mecburîdir. Şirket tescil ve îlânla tüzel kişilik kazanır. Tescil talebi, ortaklık merkezinin bulunduğu yer ticâret siciline karşı, ortaklığı kuranlar tarafından, sözleşmenin düzenlenmesinden îtibâren 15 gün içinde yapılır. Kollektif şirkete âit kânun hükümleri Türk Ticâret Kânununun 153 ve 242. maddeleri arasında düzenlenmiştir.

Memleketimizde en çok rağbet gören ortaklık tipi, kollektif ortaklıktır. Özellikle ortakların emek ve gayretlerine ihtiyaç gösteren teşebbüslerde bu ortaklık tipinden faydalanılır. Ortakların şirketin borç ve taahhütlerinden dolayı sınırsız mesuliyetleri, bu ortaklığın piyasada îtibârını arttırmaktadır. Bu sınırsız mesuliyet esası, ortaklar arasında yakın münâsebetlerin ve güvenin varlığını mecbûrî kılar. Bu sebeple uygulamada kollektif şirketlerde ortak sayısı üçü, dördü aşmaz. Ortaklardan birinin yaptığı uygun olmayan bir işten dolayı diğer ortakların bütün mal varlıklarıyla sınırsız sorumlu olması gibi sebepler bu şirketin mahzurlu taraflarını teşkil eder.

Komandit şirketi: Ticârî bir işletmeyi bir ticâret ünvanı altında işletmek maksadıyla kurulan ve şirket alacaklarına karşı ortaklardan bir veya birkaçının mesuliyeti tahdit edilmemiş ve diğer ortak veya ortakların mesuliyeti muayyen bir sermayeyle tahdit edilmiş olan bir şirket. Bu târife göre komandit şirkette iki ayrı statüde ortak olduğu görülmektedir. Bunlardan mesuliyeti, kollektif şirkette olduğu gibi bütün şahsî mal varlığıyla sorumlu olan (sınırsız sorumlu) ortağa “komandite ortak”; mesuliyeti şirkete koyduğu sermâyeyle sınırlı olan statüdeki ortağa ise “komanditer ortak” denir. Komandite ortağın hakikî şahıs olması lâzımdır. Komanditer ortak hakikî şahıs olabileceği gibi hükmî şahıs da olabilir. Bir başka ifâdeyle bu şirkete ortak olan hükmî şahıslar ancak komanditer ortak olabilirler.

Şirketin komandit şirket olduğu yapılan sözleşmeyle belli olur. Mukâvelenin yazılı yapılması ve noterden onaylatılması gerekmektedir. Kollektif şirkete âit ticâret kânunu hükümleri bu şirket sözleşmesine, komanditer ortakların ad ve soyadlarıyla her bir ortağın koymayı taahhüt ettikleri sermâye miktarları ayrıca yazılarak bütün sözleşme tescil ve îlân edilir. Bu şekilde şirket tüzel kişilik kazanmış olur. Ticâret Kânunu 243-268. maddeleri bu şirketle ilgilidir.

Limited şirketi: İki veya daha fazla hakîkî veya hükmî şahıs tarafından bir ticâret ünvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti, koymayı taahhüt ettikleri sermâyeyle mahdut (sınırlı) ve esas sermâyesi muayyen olan bir şirket çeşididir. Bu şirketin başlıca özellikleri, anonim şirketi gibi ortaklar tarafından konulan sermâye için hisse senedi çıkartamaz. Sigortacılıkla uğraşmazlar. Ortakların sayısı en az iki en çok 50 ile sınırlandırılmıştır. Sermâyesi en az beş yüz lira veya bunun katları şeklinde olması gerekir. Ortakların koyacağı sermâye miktarları birbirlerinden farklı olabilir. Şirketin kuruluşu Ticâret Bakanlığının izniyle olur. Bakanlıktan gerekli izin alındıktan sorna, şirket merkezinin bulunduğu yer ticâret siciline kânunda yazılı hususları ihtivâ eden bir dilekçeyle baş vurarak tescil ve îlân edilir. Şirket tescille hükmî şahsiyet kazanır.

Ticâret Kânunu 503-556. maddeleri bu şirketle ilgilidir.

Anonim şirketi: Bir ünvan altında, iktisâdî gâye ve konular için kurulan, sermâye belirli ve paylara bölünmüş, ortakların sorumluluğu, hisseye göre belli olan, hak ehliyeti iştigâl konusuyla sınırlı olan tüzel kişiliğe haiz bir ticâret ortaklığı. Anonim şirketler, kânunen yasak olmayan her türlü iktisâdî maksat ve konular için kurulabilir. Ancak esas mukâvelede şirket mevzuunun hudutlarının açıkça gösterilmesi lâzımdır.

Anonim şirketin sermâyesi belirli ve paylara bölünmüş olması, sermâyenin beş yüz bin liradan az olmaması, ortak sözleşmesinde her payın îtibarî değeri belirtilmek sûretiyle eşit paylara bölünmüş olması gerekmektedir. Ortakların sorumlulukları, taahhüt etmiş oldukları sermâye paylarıyla sınırlıdır. Taahhüt edilen sermâye payının ortaklığa ödenmesiyle ortağın sorumluluğu kesin olarak son bulur. Her pay bir ortaklık mevkiini gösterir. Gerek gerçek kişiler ve gerekse tüzel kişiler anonim şirkette kurucu veya pay sâhibi olabilirler.

Anonim şirketler, âni ve tedrici olmak üzere iki şekilde kurulurlar.

a) Âni kuruluş: Ortaklık sermâyesinin tamâmının kurucular tarafından taahhüt edilmesiyle olur. Bu şekildeki bir kuruluşta Ticâret Bakanlığından izin alınarak ticâret mahkemesinden tasdik ettirilir ve son olarak da ticâret siciline tescil ve îlân edilerek şirket tüzel kişilik kazanır. Ticâret Bakanlığına başvurma sırasında ortaklık sermâyenin para kısmının 1/4’ünün ödendiğine dâir bir belge aranır. Âni kuruluşta kurucuların en az beş kişi olması ve ortaklıkta pay sâhibi olması gereklidir. Tüzel kişiler de pay sâhibi olabilecekleri gibi kurucu da olabilirler. Sözleşmenin yazılı şekilde yapılması ve bütün kurucular tarafından imzâlanması ve bu imzâların noterden tastik edilmesi gerekmektedir.

Şirketin sözleşmesinde bulunması mecbûrî olan hususlar şunlardır: Ortaklığın ticâret ünvânıyla merkezinin bulunduğu yer, iştigâl konusu ve mâhiyeti, esas sermâyeyle her payın îtibârî kıymeti, ödeme sûreti ve şartları, yönetim ve denetimle vazifeli bulunanların hak ve görevleriyle bunlardan imzâya kimin yetkili olduğu, genel kurulun toplantıya ne sûretle çağrılacağı, toplantı zamânı, oy vermeyle görüşmelerin yapılması ve karar verilmesi hususlarının tâbi olduğu kayıt ve şartlar, ortaklığa âit îlânların ne sûretle yapılacağı, her ortağın taahhüt ettiği sermâyenin nevi ve pay miktarı kurucuların imzâsı.

b) Tedricî kuruluş: Ticâret Kânunu, tedricî kuruluşu, bir kısım payların kurucular tarafından taahhüt olunması ve geri kalan kısım için halka müracaat edilmesi olarak târif etmiştir. Tedricî kuruluşta beş safha vardır. Bunlar; sözleşmenin düzenlenmesi, Ticâret Bakanlığından izin, halka baş vurma, Ticâret Mahkemesinden tasdik edilmesi, ticâret siciline tescil ve îlândır. Âni kuruluştan farklı olan tarafı halka başvurulmasıdır. Diğer şartlar âni kuruluşun aynıdır. Yalnız, Ticâret Bakanlığına başvurma sırasında ortaklık sermâyesinin % 10’unun ödendiğine veya temin edildiğine dâir bir vesika aranır. Halka başvurma safhasında, ortaklık sermâyesinin tamâmı şirkete katılan yükümlüler tarafından taahhüt edilebilir. Tedricî kuruluşta da ortaklığın kurulabilmesi için sermâyenin para kısmının en az 1/4’ünün taahhüt edenler tarafından ödenmesi gerekmektedir.

Anonim şirketlerin, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kurulu olmak üzere üç organı mevcuttur. Genel kurul olağan ve olağanüstü olmak üzere iki şekilde toplanır ve bu kurulu sermâye pay sâhipleri meydana getirir.

Sermâyesi paylara bölünmüş komandit şirketi: Bu şirket komandit şirketin bir çeşidi olmakla berâber, sermâye şirketleri arasında yer alır. Bu ortaklıkta, ortaklık alacaklarına karşı bir kısım ortakların sorumluluğu müteselsil ve sınırsız; bir kısmının ise sınırlıdır. Bu şirketin komandit ortaklıktan farkı ortaklık sermâyesinin paylara bölünmüş olması, komanditer ortakların bu payları anonim ortaklık payları gibi serbestçe başkalarına devir ve iktisab ederek ortaklığa girebilmeleri veya ayrılabilmeleridir. Âdi komandit ortaklık ise, sermâye paylara bölünmemiş olduğu gibi, komanditer ortak diğer ortakların muvâfakatını almaksızın payını başkalarına devredemez.

Ticâret Kânunu 269-484. maddeleri bu şirketle ilgilidir.

Kooperatif: Kooperatif ortaklarının iktisâdî menfaatlerini meslek veya geçimlerine âit ihtiyaçlarını karşılıklı yardım ve kefâlet sağlayıp korumak maksadıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermâyeli teşekkül.

Ticâret Kânununun, kooperatif şirketlerle ilgili maddeleri, 1103 sayılı Kooperatifler Kânunuyla kaldırılmış ve kooperatifler bu kânunla düzenlenmiştir.

Donatıma iştiraki ortaklığı: Birden ziyâde şahsın müşterek mülkiyet şeklinde mâlik oldukları bir gemiyi, aralarında yapmış oldukları sözleşme gereği, cümlesi nam ve hesâbına deniz ticâretinde kullanmaları durumu.

Ticâret Kânununun 951-971. maddeleri bu ortaklıkla ilgilidir.

İslâm Hukûkunda Şirketler

Şirket ortaklık demektir. İslâm hukûku, düzenlediği şirket tipleriyle fâize engel olan bir sistem getirmiştir. İslâmiyette şirketler iki kısımdır:

a) Mülk şirketi: İki veya daha çok kimsenin, miras veya hediye sûretiyle veya parasını belli oranda verip satın alarak, bir mala berâber sâhip olmasıdır. Yâhut bu kimselerin mallarını karıştırıp ortak olmasıdır. Bu durumda, herkes kendi malı ayrıysa, kullanabilir ve satabilir. Karışıksa ortaklardan izin almak sûretiyle ortakların malını ve kendi malını kullanabilir ve satabilir, kendi malı nispetinde kâr alabilir. Hisse satım ve alımı için ortaklar zorlanamaz.

b) Sözleşmeyle kurulan şirketler: Bir yazılı mukâvele yaparak, ortakların kabul etmesiyle kurulur. Birinin vaz geçmesiyle şirket bozulur. Üyelerden birine, kârdan muayyen bir şey verilmesini şart koymak şirketi bozar. Sermâye mal olduğu zaman, sermâyenin altın veya gümüş veya geçer her çeşit para olması ve mevcut olması lâzımdır. Ödenmesi taahhüt edilen parayla hayvanlardan başka benzeri olmayan menkûl mallar sermâye olmazlar.

Sözleşmeyle yapılan şirketler yedi şekilde olur:

1. Müsâvât şirketi (Eşit haklarla şirket): Şirket malının hepsini kullanma hakkı ve koydukları sermâyenin hisse ve kâr taksiminin, bütün ortaklar için eşit olması ve ortakların Müslüman olması şartıyla kurulan şirket. Bu şirkette ortakların koydukları sermâyelerinden başka paralarının olmaması da şarttır. Ortaklardan herbiri, diğerinin kefili ve vekilidir. Ortaklar, şirketin borçlarından ve taahhütlerinden müteselsilen ve bütün mallarıyla mesuldür. İmâm-ı Ebû Yûsuf’a göre bu şirkete zımmî (gayr-ı müslim) de ortak olabilir. İmâm-ı Muhammed’e göre her geçer akçeyle veya ağırlık, hacım veya adetle ölçülebilir bir cins malı, müsâvî miktarda karıştırarak ortak sermâye konabilir. Malın herhangi parçası satılınca parası ve kârı bütün ortaklar arasında müşterek olur. Günümüzde uygulanmakta olan kollektif şirketi, müsâvât şirketinden misâl alınmıştır.

2. İnân şirketi: Ortakların birbirine vekil olup, kefil olmadıkları şirkettir. Kefil olmaları da ayrıca şart edilebilir. Ortakların eşit miktarda sermâye koymaları şart değildir. Kârın nasıl taksim edileceği bildirilmezse, şirket fesh olur. Kâr nispeti hisseye göre değil mukâveleye göre dağıtılır. Ortaklardan bir kısmı çalışmaları hâlinde ayrıca ücret alırlar. Ortaklarının bir kısmı veya hepsi çalışması şart edilirse, şirkette çalışmıyanlara veya işi az olanlara, sermâyeleri nispetinde fazla kâr vermemek şartıyla daha çok çalışana daha çok kâr vermek, sermâyesi çok olana karşılık sermâyesi az olanın daha fazla çalışma şartını koymak gibi çeşitli şartlar geçerlidir. İş yapmıyanlar da kârdan fazla nispette pay alabilirler. Yalnız, sermâyesi çok olanların vazife almasını şart koymaya izin verilmiştir.

3. Şirket-i a’mal veya sanâyi şirketi: İki veya daha fazla sanat sâhipleri başkasından iş kabul edip ücretini veya bir fabrika kurup îmâlât kârını taksim etmek sûretiyle kurulan bir şirket çeşididir. İş, işçilik müsâvî, kâr farklı olabilir. Şirkete dışardan sipârişlerin kabul edilmesi, iş alınması, satış yapılması her ortak tarafından yapılabilir. Zarara ve kazanca, şirket sözleşmesindeki oran dâhilinde ortaklar iştirâk ederler, sanâyi şirketi, musâvât veya inân şirketi şeklinde olabilir.

4. İ’tibâr (Kredi) şirketi: Sermâyesiz olup, halk arasında emniyet ve îtibârlarıyla veresiye mal alıp, satmak üzere kurulan şirkettir. Kâr, malın helâkı veya ziyandaki tazmin nispeti şartına göre taksim edilir.

5. Mudârebe şirketi: Ortaklardan bir kısmı sermâye vermek, bir kısmı da iş yapmak üzere kurulan şirket nevidir. Kâr, önceden sözleşilen oranda paylaşılır. Sermâye, iş yapanlarda emânettir. Telef olursa ödemezler. Sermâye verenler iş yapamaz. Sermâyenin altın, gümüş veya geçer akçe olması lâzımdır.

6. Müzâre’a şirketi: Harman yapılan şeyleri yetiştirmek için tarla (arâzi, toprak) bir kişiden, işçilik diğerinden olmak ve mahsulü, sözleşilen nispette paylaşmak üzere, iki kişi arasında kurulan bir şirket çeşididir.

7. Müsakât şirketi: Bağda üzüm, bahçelerde meyve ve bostanlarda sebze yetiştirmek için toprak sâhibiyle çalışacak kimse arasında yapılan bir şirket nevidir. Çalışan hastalanırsa şirket bozulur. Müzâre’a şirketi gibidir. Ağaç dikip yetiştirmek için şirket kurulmaz. Eğer kurulursa yetişen ağaçlar, toprak sâhibinin olup, çalışana ücret verilir.

İslâm hukûkuna göre vekil tutulması uygun olmayan şeylerde meselâ; odun, ot toplamak, yemek için avlamak, su dağıtmak için ve dağlardaki sâhipsiz ağaçlardan meyve toplamak ve umûma (halka) serbest olan yerden tuz, mâden çıkarmak ve böyle topraklardan yapılmış tuğla ve kiremidi pişirmek gibi serbest olan şeyleri yapmak için şirket kurulamaz. Bu gibi yerlerde herkesin topladığı kendisinin olur. Yardım eden olursa ona ücret verir ve ücret toplanan şeyin değerinin yarısını geçmez.

ŞİŞMANLIK

Alm. Beleibtheit, Dickleibigkeit (f), Fr. Obésité (f), İng. Fatnes, obesity. Bir hastalık olup, genellikle hatâlı ve aşırı beslenme sonucu vücutta fazla miktarda yağ toplanması.

Ülkemizde özellikle yetişkin kadınlar arasında sağlığı bozan en önemli ve yaygın beslenme bozukluğudur. Yeterli ve dengeli beslenen şahıs, boyuna uygun ağırlıkta olur. Şişmanlığın târifi vücut yağ nispetine göre yapılır. Erkekte vücut yağ miktarı % 20’den, kadınlarda % 30’dan fazla ise şişmanlık olarak târiflenir. Vücuttaki yağ miktarı boy ve ağırlığın ölçülüp standart cetvellerle karşılaştırılması, vücut yoğunluğunun ölçülmesi, deri kıvrım kalınlığının ölçülmesi, gibi metotlarla tâyin edilebilir. Pratik olarak ağırlığı normal ağırlıktan yüzde ondan fazla farklı olan kimseye şişman denir. Boydan yüzelli santimetre çıkarıp kalan dörde bölünür. Bölüm yüzden çıkarılır. Kalanın boydan farkı tabii ağırlığı gösterir. Kadının tabiî ağırlığı erkekten birkaç kilogram azdır.

Şişmanlığa meyil 0-2 yaş, hâmileliğin son üç ayı ve büluğ çağında artmaktadır. Kadınlarda daha çok görülmekte ve genellikle gelişmiş ve zengin toplumlara has bir beslenme bozukluğu kabul edilmektedir. Şişmanlık meydana gelmesinde genetik ve hormonal faktörlerin (hipotiroidizm, hipogonadizm, hipopituitarizm) de rolü vardır. Fazla besin alınması (oburluk), tembellik ve fizikî aktivitenin düşük olması insanı şişmanlık hastalığına sevk eder.

Şişmanlığın zararları: Estetik görünümün bozulması neticesi psikolojik problemler, fazla ağırlığa kas iskelet sisteminin uyum sağlayamaması yanında şeker hastalığı, safra taşları ve gut hastalığı şişmanlarda daha sıktır. Yüksek tansiyon ve buna bağlı, birçok hastalık şişmanlarda daha sık görülür. Deri kıvrımlarında iltihaplanmalara ve deri enfeksiyonlarına yol açar. Şişmanlar kazâlara daha fazla mâruz kalır.

Tedâvisi, kişinin şişman olmasına sebep olan faktörleri ortadan kaldırmakla başlar. Yanlış bilgiler süratle yok edilmeli, şişmanlığın bir hastalık olduğu anlatılmalı, günlük enerji alımı mutlaka azaltılmalıdır. Hastalar zayıflatıcı rejim reklâmlarına inanmayıp, doktor ve uzmanların kontrolünde olmalıdır. Birçok kimsenin besin olarak saymadığı çerez, kuruyemiş, çikolata, pasta, şeker, dondurma, meşrubat, aperatif ve özellikle alkollü içkilerin yemekten daha çok şişmanlattığı bilinmelidir.

Kişinin dengeli bir hayat tarzı olmalı, öğün sayısına dikkat edilmeli, yemekler ağır ağır ve uzun süre çiğnenerek yenmelidir. Aynı baskülle arasıra ağırlık kontrolleri yapılmalıdır. Ayrıca fizikî faaliyetlerin arttırılması da gerekir.

Zayıflatıcı diyet; hastanın beslenme alışkanlıkları, iktisadî gücü, yaşadığı çevrede besin sağlama durumu göz önüne alınarak hazırlanmalı. Kişinin irâde gücüne uygun ve uygulaması kolay olmalıdır.

Diyette protein vücudun azot dengesinin sağlanması için yeterli olmalı, karbonhidratlar genellikle karmaşık (kompleks) ve besinlerle tabiî olarak alınan türden olup, günlük enerjinin % 45-50’sini karşılamalıdır. Yağlar enerjinin % 30-35’ini temin etmelidir. Vitaminler genellikle bol sebze ve meyve ihtivâ eden zayıflama diyetleriyle kâfi miktarda alınır, ama demir ve kalsiyumun hususî olarak verilmesi îcâb eder.

Su insanı şişmanlatmaz. Her zaman olduğu gibi çok düşük enerjili diyetlerde alkol kesinlikle yasaktır.

Ayrıca Anfetamin türevi ilâçlar, anorektik ilâçlar, troxin, metil sellüloz, müsekkinler ve trankilizanlar ve idrar yaptırıcı ilâçların herbiri değişik etki mekanizmalarıyla şişmanlık hastalığında kullanılagelmiştir. Ancak bunlar hiçbir zaman perhize tercih edimemelidir. Hepsinin de yan etkileri vardır.

Aşırı şişmanlarda, diğer metodlar tesirsiz kaldığında çeşitli barsak ameliyatları da yapılabilmektedir. Bu ameliyatların gâyesi, besinlerin barsakta emilimini azaltmaktır.

Şâyet şişmanlığın altında, hormonal bir bozukluk yatıyorsa öncelikle bu bozukluk tedâvi edilmelidir.

Mîdenin tıka basa doldurulması birçok hastalığın başıdır. İslâmiyet, sofraya acıkılmadan oturulmamasını ve sofradan tam doyulmadan kalkmak gerektiğini emrederek, mühim bir hijyen kâidesini insanlara öğretmektedir.

Şişmanlar yağ yapan maddeleri (şekerli, unlu şeyleri) yememelidir. Tuzsuz yemelidir. Tuz iştah açar. Diğer maddeleri az yiyebilir. Sıkı perhiz yapmamalıdır. Zâfiyete sebep olup, hazım da bozulur. Bu ise, kendi kendine zehirlenme yapar. Lâtif şeyler yemelidir. Yalnız süt veya sebze perhizi yapmamalıdır.

Şişmanlara durumlarına göre beş türlü perhiz tavsiye edilmektedir:

A) Çok yiyenlerin perhizi: Günde iki kere yemelidir. Bir yemekte: Sirkeli, limonlu salata, domates, kereviz, hıyar, sirkeli sebzeler, turp; hepsi yüz gramdır. İstediği şekilde bir yumurta. İyi pişmiş et veya balık. Et miktarı, hastanın kilosu kadar gram olacaktır. Yağsız et suyu, pişmiş meyve yenir. Kuru meyve yasaktır.

B) Az yiyenlerin perhizi: Her yemekte: Bir tabak et, bir tabak sebze, bir tabak meyve. Karbonhidrat ihtiyacı, tâze meyveyle alınmalıdır.

C) Az şişmanların perhizi: Her yemekte: Bir yumurta veya elli gram balık. Bir tabak et. Yeşil veya nişastalı sebze yüz gram. Meyve yemelidir. Sıcak suyla hamam yapmalıdır.

D) Çok şişmanların perhizi: Birinci gün müshil verilir ve yalnız su ile perhiz yapılır. İkinci gün müshil verip yalnız sebze püresi, suyu verilir. Sonraki günlerde iki yemek verilir. Her yemekte sebzeli turşular (sirkeli sebze, domates, kereviz, hıyar, salata, turp, hepsi yüz gramdır). Bir yumurta veya balık, bir et, sabah sebze, akşam yüz yirmi gram kızarmış patates. Meyve, kahve.

İki yemekten sonra açlık olursa, kahve veya süt veya bir yumurta ve meyve yenebilir. Ekmek yasaktır. Yemek arasında su içmemeli, bir saat önce yalnız su içilir. Yağ yapan şeyleri, meselâ ekmek, hamur işi, tatlı, tereyağı yememelidir.

E) Normal kilosunda olanların perhizi: Otuz gram tereyağlı ekmek ve sütlü kahveyle sabah kahvaltısı yapılır. Öğle ve akşam yemeklerinde: İki yumurta veya balık, seksen gram et, yeşil sebze veya yüz gram nişastalı sebzeler, yoğurt, yirmi gram tâze peynir. Arzu edilen bir meyve (muz yasaktır), kırk gram ekmek ve kahve.

İkindi kahvaltısı: Galeta ile çay. Su, yemek arasında bir litre içilir. Şurup, şerbet içilmez.

İstenilen ağırlığa ininceye kadar, bu perhize dikkatle devam edilir. Haftada, bir kilodan fazla zayıflamamalıdır. İştah kesici ilâç kullanmak faydalı değildir. Perhiz esnâsında, atardamar tansiyonu on dörtten aşağı düşmemelidir. Fransız tıp akademisi üyesi Prof. Dr. Andre de Gennes yaptığı bir konuşmada: “Ağırlık, boydan otuz kilo fazla ise, kalp fazla yorulur. Tehlikeli olur. Veremden daha korkunç olur. Şişmanlık, her zaman, çok yemekten ileri gelmez. Yağ sindirimini düzenleyen sinir merkezinin bozulmasından hâsıl olabilir. İstirahat lâzımdır. Gıdâyı herhâlde sınırlamalıdır. Günde bin beş yüz kaloriyi aşmamalıdır.” demektedir.

ŞİT (ŞİS) ALEYHİSSELÂM

Âdem aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamber. Âdem aleyhisselâmın oğludur. Âdem aleyhisselâmın oğullarından Hâbil ile Kâbil arasında çıkan anlaşmazlık netîcesinde Kâbil, Hâbil’i öldürünce, Allahü teâlâ, hazret-i Âdem’e, Hâbil’e karşılık ihsân olarak, yeni bir oğul verdi. Âdem aleyhisselâmın bütün çocukları ikiz olarak doğduğu hâlde, Şit aleyhisselâm tek doğdu. Şit adı verilen yeni oğlun ismi İbrânice olup, Arapça karşılığı “Allah’ın hîbesi” mânâsınadır. İsmine “Şis” de denilmiştir.

Âdem aleyhisselâmın oğullarından Kâbil, Hâbil’i şehit ettikten sonra doğmuş olan Şît aleyhisselâm, son peygamber Muhammed aleyhisselâmın nûrunu alnında taşıyordu. Bu sebeple Âdem aleyhisselâm onu pek fazla seviyordu. Bütün evlâdı üzerine onu reis yaptığı gibi, vefât edeceği sırada da bütün yeryüzünün halîfeliğine onu tâyin etti. Bu hususta vasiyette bulundu. Ayrıca ilâhî sırları bildirip, bütün ilimleri öğretti. Peygamber efendimizin nûruyla ilgili olarak oğlu Şît aleyhisselâma şöyle vasiyyet etti:

“Oğlum! Alnında parlayan bu nûr, son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûrudur. Bu nûru mümin, temiz ve afif hanımlara teslim et ve oğluna da böyle vasiyet et.”

Şit, bu vasiyet üzerine sâlihâ bir kızla evlendi. Sonra evlâtlarına da böyle vasiyet ettiler. Onlar da bu vasiyete uyup öylece devâm ettiler.

Âdem aleyhisselâmın vefâtından sonra, Allahü teâlâ, Şit aleyhisselâma peygamberlik verdi. Elli sayfa (forma) küçük kitap indirdi. Bu kitaplarda hikmet ilmi, matematik, sanâyi bilgileri, kimyâ ilmi ve daha birçok şeyler bildirilmişti.

Şit aleyhisselâm zamânında insanlar çoğalıp, her tarafa yayıldılar. Onlara Allahü teâlânın emirlerini bildirip îmân etmeye çağırdı.

Şit aleyhisselâmın dîninin esasları, Âdem aleyhisselâmın bildirdiği dînin esaslarına uygundu. Şit aleyhisselâm ekseriyâ Şam’da ikâmet edip, insanlara, Allahü teâlâya îmân etmeyi ve emirlerine uymayı bildirerek tebliğ vazîfesini yaptı. Bin şehir kurup, hudutlarını tespit etti. Şit aleyhisselâmın çocukları ve torunları îmâr ettikleri şehirlerde yaşayıp, Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle meşgul oldular. Gâyet huzurlu bir hayat sürdüler. Aralarında düşmanlık buğz ve haset yoktu. Kötülüklerden, haramlardan ve isyândan uzak dururlardı. Şit aleyhisselâm, Şam’dan Yemen tarafına gidip, azgın ve sapık bir hâlde yaşayan Kâbil’in oğullarını Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeye dâvet etti. Fakat bu kavim, Şit aleyhisselâmın dâvetini kabul etmeyip, sapıklıklarında ısrâr ettiler. Şit aleyhisselâm, onlarla savaş yaptı. Bu savaşta kılıç kullandı. İlk kılıç kullanan odur. Yemendeki bu azgın kavmin bir kısmını kılıçtan geçirdi, bir kısmını da esir aldı. Babası, Âdem aleyhisselâmla veya kardeşleriyle Kâbe’yi balçık çamuru kullanarak taştan yaptı.

Son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın nûru Şit aleyhisselâmdan onun oğlu Enûş’a geçti. Şit aleyhisselâm, oğlu Enûş’a, babası Âdem aleyhisselâmın, Muhammed aleyhisselâmın nûruyla ilgili olarak kendisine yaptığı vasiyeti yaptı ve Enûş’u yeryüzüne halîfe tâyin ederek vefât etti. Ömrünün dokuz yüz on iki veya dokuz yüz elli yâhut da dokuz yüz sene olduğu rivâyet edilmiştir. Peygamberliğininse, iki yüz seksen iki veya iki yüz on iki yâhut da iki yüz kırk iki sene olduğu rivâyet edilmiştir.

Şit aleyhisselâmdan sonra, çoğalarak yeryüzüne dağılan insanlar, zamanla doğru yoldan uzaklaşıp, çok azgınlık gösterdiler. Allahü teâlâ onlara İdrîs aleyhisselâmı peygamber olarak gönderdi.

Şit aleyhisselâm Âdem aleyhisselâmın öteki evlâtlarının hepsinden güzel ve fazîletliydi. Sûret ve sîrette yâni hâl ve yaşayışta tıpkı babasına benzediği için Âdem aleyhisselâm onu diğer evlâtlarından çok severdi.

ŞİZOFRENİ

Alm. Schizophrenie (f), Fr. Schizophrènie (f), İng. Schizophrenia. Halk arasında erken bunama olarak bilinen genç yaşta başlayan, insanlar arası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşma, kendine has bir dünyâda yaşama, düşünce, duygu ve davranışlarda mühim bozuklukların meydana gelmesiyle karakterli bir psikoz cinsi akıl hastalığı. Şizofreni uzun yıllardan beri psikiyatri uzmanlarını uğraştıran, fakat bugün bile tam mânâsıyla anlaşılmamış bir hastalıktır.

Şizofreni her toplumda en çok görüşülen akıl hastalıklarından bir tânesidir. Vak’aların çoğunluğu 15-45 yaşlar arasındadır. Sebebi kesin olarak bilinmemektedir. Bu konuda çok sayıda araştırma yapılmıştır. Çeşitli görüşler arasında irsiyet, beden yapısı, beyindeki hücrelerde biyokimyevî dengesizlikler, hormonal bozukluklar, psikolojik-sosyal ve dış etkilerle ilgili olanların en önemlileridir.

Hastalığın tipik bir başlangıç şekli yoktur. Belirtiler kısa bir zaman içinde gelişebileceği gibi oldukça sinsi ve yavaş olarak da gelişebilir. Sık rastlanan başlama şekli, ilgi azalması, kendi bedeni ve düşünceleriyle aşırı ilgilenme, zamânın akımına aldırmazlık gibi belirtilerin başgöstermesidir. Çabuk gelişen şekillerinde bâzan düşüncede dağınıklık ve bulanıklıkla başlayabilir.

Şizofrenide görülen belirtiler şunlardır: İlgi azalması, soğuk bir kişilik, bâzan panik hâli, anlamsız gülme ve ağlamalar, düşünce zincirinde bozukluklar (anlamsız konuşma, laf salatası, gerçeğe uymayan düşünceler yâni hezeyanlar), idrak bozuklukları (halüsinasyonlar), aynı anda iki zıt isteğe sâhip olma, içe kapanıklık söz konusudur. Hastanın şuuru açıktır, zaman ve mekân mefhumları umûmiyetle korunmuştur, hâfıza bozukluğu pek görülmez.

Şizofreninin değişik tipleri vardır. Bunlar “basit”, “katatonik”, “paranoid”, “ayrılmamış” olarak belirlenebilir. Eskiden beri şizofreni kötü gidişli bir hastalık olarak bilinmektedir. Zaman zaman iyileşme ve düzelme dönemleri olabilmesine rağmen “Bir şizofreni hastası her zaman hastadır.” denilir. Bâzı hastalar uzun yıllar boyunca tedâviler çerçevesinde sosyal hayatla uyumlarını devam ettirebilirler. Hekimin ve özellikle de psikiyatri uzmanlarının görevleri hastayı mümkün olan en uzun zaman boyunca sosyal adaptasyon içinde tutmaya çalışmaktır.

Şizofreninin birçok tipi olduğundan ve çok değişik belirtiler gösterebildiğinden diğer aklî hastalıklardan ayrılması güçlük arz edebilir.

Kolay ve belirli bir tedâvi şekli yoktur. Her hastanın ayrı bir şahsî özelliği olduğu unutulmamalıdır. Âni ortaya çıkan vak’aların hastâne tedâvisine alınması daha faydalıdır. Oldukça ağır seyreden, saldırganlık nöbetleri gösterebilen vak’aların hastâneye yatırılması da uygundur. Âni dönem yatıştıktan sonra da hastanın tâkibi ve tedâvinin devâmı gereklidir. Hastanın tedâvisiyle uğraşan hekim ve hasta âilesi, sabırlı, sebatlı ve ümitli olmalıdır. Hasta, hekim hekim dolaştırılmamalıdır. Müzmin hastaların belli, depo hâlindeki hastânelere yığılmaları da mahzurlu bir iştir. Bunlar için kendi çevresinden uzak olmayan, basit işlerden müteşekkil daha çok bedenî faaliyetlere dönük işler bulunması çok faydalıdır.

Şizofreni tedâvisinde kullanılan ilâçların tesiri genellikle onları yatıştırma, tedâvi ve sosyal uyuma elverişli hâle getirme yönündedir. İlâçla tedâvinin gelişmesi elektroşok metodunun tedâvide kullanılmasını azaltmış fakat tamâmıyle terk edilmemiştir. Özellikle katatonik şizofreni vak’alarında elektroşok tedâvisi kısa zamanda açılma yaptığı için tercih edilen bir yoldur. Birçok âile ve hastaların elektroşok tedâvisinden korkmaları yersizdir. Bu metod hastaya bir acı vermediği gibi uyandıktan sonra da birşey hatırlamak mümkün değildir.

Şizofreni tedâvisinde hastaya ve âilesine uygun bir yaklaşım ve yeterli bir psikoterapi de birçok merhalenin kat edilmesinde faydalıdır.

ŞOK

Alm. Schock (m), Fr. Choc (m), İng. Shock. Çeşitli sebeplerle husûle gelen ve hayatî organların normal kanlanmamasına sebep olan kalp debisi düşüklüğüyle karakterize bir akut (had) dolaşım yetmezliği. Şoku, sebeplerine göre şu şekilde sınıflandırmak mümkündür:

Kardiyojenik şok (myokard enfarktüsüne bağlı şok; akciğer damarlarının âni tıkanıklığı vs.), septik şok (enfeksiyonlara bağlıdır), oligemik şok (kan kaybı, sıvı ve elektrolit kaybına bağlı şok), anaflaktik şok (âni allerjik durumlar), nörojenik-psikojenik şok (âni üzüntü, korku, âni sevinç vb.), endokrin hastalıklara (hormonal bozukluklar) bağlı şok, cerrahî şok, irreversibl şok (iyileşemeyecek ve ölümle sonlanacak olan şok).

Şokun genel olarak üç devresi vardır. Örnek olarak kan kaybına bağlı şoku ele alalım: İlk devre, erken devre ismini alır. Hafif kanamalarda teşekkül eden şokun erken devresinde kalp debisi ve tansiyon bir miktar azalır. Bu devrede vücûdun bazı savunma mekanizmaları şokun zararlı tesirlerini gidermede tesirli olurlar. Kalbin kasılma gücü ve dakikadaki atım sayısı artar. Çevre damar direnci artar ve böylece kalpten pompalanan kan, daha ziyâde hayâtî organlara yöneltilmiş olur. Ayrıca bâzı hormonal mekanizmalar da harekete geçerek vücutta su ve tuz tutulmasını sağlamak sûretiyle tansiyonun düzeltilmesinde, şokun bu erken devresinde etkili olurlar.

Şokun ikinci devresi ilerlemiş devredir. Bu devrede vücudun savunma mekanizmaları, organların normal olarak kanlanmasının temininde yetersiz kalırlar. Böylece bu organlarla ilgili çeşitli yetersizlik belirtileri ortaya çıkar. Meselâ, böbreğe gelen kan akımının ileri derecede azalması, idrar miktarının da azalmasına ve böylece böbrek yetmezliğine yol açar.

Şokun son devresi, irreversibl (geriye dönüşü olmayan) şok devresidir ki, bu devrede organlardaki bozukluklar had safhaya ulaşır. Bütün tedâviler yetersiz kalır ve ölüm husûle gelir.

Şokun kliniği: Nabız sayısıyla belirginlik (ele gelme) derecesi şokun mevcudiyeti ve ağırlığı hakkında bilgi veren güvenilir kaynaklardır. Nabız ne kadar süratli ve hafifse, şok o kadar ağır kabul edilir. Bâzan nabızda düzensizlik de görülebilir.

Şokta tansiyon, yâni kan basıncı düşer ve bu düşme oranında şokun derinliği de artar. Genellikle tansiyonu 100-130 mm cıva basıncı civarında seyreden bir kimsede tansiyon 80 mm cıva basıncının altına düşerse, dikkatli olmak gerekir. Şok husûle gelebilir. 80-90 mm cıva basıncı tansiyonla normal hayâtını sürdürenler olduğu gibi, normalde tansiyonu yüksek seyretmekte olan bir kimsede ise sistolik basınç 110 mm’nin altına düşünce şok meydana gelebilir. Solunum sayısı artar ve solunum sathî bir hâle gelir.

Şokta genellikle, vücut ısısı düşer. Sâdece bakteriel şokta ısı yükselir.

Hastanın genel görünümü şokun anlaşılmasında büyük önem taşır. Hastanın rengi soluktur, tırnaklar morumtraktır. Cilt nemli ve soğuktur. Başlangıçta korku içinde ve telâşlı görünen hasta, zaman geçtikçe durgunlaşır ve nihâyet dolaşım yetmezliği neticesi komaya girer. Hasta müthiş bir bitkinlik ve hâlsizlik içerisindedir.

Şoktaki hastada, şoka sebep olan hastalıkla ilgili klinik bulgular da sözkonusudur. Meselâ, yemek borusu varisi kanamasına bağlı olarak şoka giren bir hastada sirozla ilgili belirtiler bulunur.

Şoktaki hastada, laboratuvar bulgularında çeşitli değişiklikler olur. Meselâ, kanın PH değeri asit tarafa kayar, hematokrit değeri, bâzı şoklarda dokulardan damar içine mâyi akımı olduğundan relatif olarak düşer. Bâzılarında ise (meselâ yanık ve dehidratonyon şoklarında) yükselir. İdrar miktarı azalır, merkezî toplardamar basıncı azalır, dolaşım zamânı uzar.

Tedâvi: Şok tedâvisinde temel prensip, şoka sebep olan âmili bulup, ortadan kaldırmaktır. Meselâ, kan kaybının durdurulması, enfeksiyonun tedâvi edilmesi, şiddetli ağrının giderilmesi, allerjik hâdiselerin ortadan kaldırılması, hormonal bozuklukların düzeltilmesi gibi.

Sebebi ne olursa olsun her şok vak’asında alınması gerekli bâzı tedbir vardır: Hastaya idrar sondası takılarak, idrar miktarı kontrol edilir. Damara girilerek, hasta, damardan beslenir, gerekli ilâçlar (ağrı kesici, antibiyotik, tansiyon yükseltici, kortikosteroidler vb.) bu yolla verilir. Gerekiyorsa hastaya oksijen verilir, mîde sondası takılır, kan kaybı varsa tâze kan nakli yapılır, hastanın vücut ısısı yükseltilir ve hasta sıkı bir tâkibe alınır.

Özellikle çeşitli kazâlarda ve yaralanmalarda şoku önlemek, tedâvisinden daha önemlidir. Yaralanan bir şahısla karşılaşıldığında ilk yardım olarak, varsa kanaması en basit metodlarla durdurulur, solunum ve kalp masajı yapılır, şahıs aslâ ayağa kaldırılmaz, ayakları, vücut seviyesinin üstünde tutulur, üzeri battaniyelerle örtülür, varsa ağrı kesici verilir ve en seri vâsıtalarla hastâneye gönderilir.

ŞOPEN

(Bkz. Chopin, Frederic François)

ŞÖVALYE

Alm. Ritter (m), Fr. Chevalier (m), İng. Knight. Fransa’da eskiden kullanılan bir soyluluk ünvanı. Ortaçağda krallar tarafından bâzı soylulara şövalyelik rütbesi verilirdi. On sekizinci yüzyıldan îtibâren soyluların oğullarına şeref bağışlanmıştır. Derebeylik zamânında kendine has zırhlı giyimi olan savaşçılara da şövalye denirdi. (Bkz. Derebeylik)

ŞUÂ

(Bkz. Radyasyon)