ŞAP HASTALIĞI
Sığır, koyun, keçi, domuz, geyik gibi çift tırnaklı hayvanların çok bulaşıcı bir hastalığı. Hayvanlar arasında temas ve mikrop bulaşmış maddelerin yenmesi sûretiyle yayılır. İnsana da yine bu sûretle geçerek ateş, tükrük artması; boğaz derisinde (mukozasında), avuç içi, taban, ayak ve el parmak derilerinde keseciklerin teşekkülüne sebep olur. İnsanlardaki kuluçka süresi 2-18 gündür.
Şap hastalığının âmili (ayak ve ağız hastalığı vürüsü) pikarnavirus âilesinin rinovirus cinsinden bir RNA virüsüdür. 10-20 mm büyüklükte ve yuvarlaktır. Dezenfektan maddelere çok dayanıklıdır. Alkalilerle kolay tahrip edilir. Hayvanlardaki hastalık, erken dönemlerde, yâni virüsün kana karıştığı dönemde, ayak ve ağızdaki keseciklerin patlayıp fazla miktarda virüsün saçıldığı zamanlarda çok hızlı olarak yayılır. Hasta hayvanın bulaştırıcılık zamânı çok uzundur. Hayvanlar arasında ölüm oranı genellikle düşüktür. Fakat süt vermeler azalır ve zayıflama görülür. Hayvanların çoğu taşıyıcı olurlar ve 8 ay kadar salgın yayan, bulaştıran bir kaynak gibidirler.
Virüsler, sığır dil dokusu veya diğer sığır dokularının hücre kültürlerinde ürerler. Bu üreyen virüsler formalinle öldürülerek aşı hazırlanır. Ancak aşı uzun süreli bir bağışıklık vermez. İyi bir korunmanın temini için tekrarlanan şırıngalar gereklidir. Son zamanlarda zayıflatılmış aşı tatbikinin başarılı olduğu tespit edilmiştir.
Korunma: Enfeksiyon odağı (merkezi) tespit edilerek, temas eden bütün hayvanlar öldürülür. Cesetleri ortadan kaldırılır. Çok sıkı bir karantina uygulanır. Eğer bu tedbirlerden sonraki 30 gün içinde duyarlı hayvanlarda belirtiler çıkmazsa o bölge emin kabul edilir. Diğer bir usûl, enfeksiyon odağının etrafında bağışık hayvanlardan geniş bir halka yapılmasıdır. Hâlen birçok ülkede sistematik olarak aşılama kullanılmaktadır.
(Bkz. İçki, Şıra, Alkolizm)
Alm. Milzband, Anthra (m), Fr. Charbon (m), İng. Plenic fever, Anthrax. Bacillus anthracis adlı mikrop tarafından meydana getirilen bulaşıcı olan, ot ile beslenen hayvanlarda özellikle sığır, koyun ve beygirlerde âni olarak ortaya çıkan ve insanlara da geçebilen bir hastalık. İnsanlar hastalığı hayvanlar veya bunların ürünlerinden alır. Mikroorganizma insanlara deriden girerse kara çıban denilen karakteristik bölgesel bir çıbanla ödem; kan dolaşımına karışması ile de sepsis (kan zehirlenmesi) ve iç organ lezyonları meydana gelir. Mikroplu etlerin yenmesi ağır barsak hastalıkları yapar. Hayvanlarda ise vücut ısısı yükselir, dalak şişer, kan, katran gibi koyu renk alır ve pıhtılaşmaz.
Tabiî şartlar altında sıcak kanlı hayvanlardan beygir, sığır, koyun ve domuzlar arasında çok yaygın olarak görülebilir. Kanatlı hayvanlar ise inceleme yapmak için hastalandırılabilirler. Genç hayvanlar, ergin ve yaşlılardan hastalığa daha duyarlıdırlar. Açlık, yorgunluk, uzun yolculuk, fazla sıcak ve soğuk, iyi beslenememe, fenâ bakım, organik bozukluklar, şap hastalığı, iç parazitler ve diğer stress faktörleri hastalığın çıkış ve yayılışında önemli rol oynarlar. Hastalık rutûbetli, bataklık ve sıcak bölgelerde diğer bölgelerden daha çok görülür. Önleyici tedbirler alınmazsa büyük kayıplara yol açar. Bacillus anthracis sporları toprakta, sularda ve mer’ada otlar üzerinde 50-60 sene canlı kalabilir ve bu yerler infeksiyon kaynağı olarak görev yaparlar.
Ölen hayvanların insanlar tarafından veya mer’ada bırakılarak yırtıcı kuşlar ve hayvanlar tarafından parçalanması ve kuşlar, yağmur ve sel sularıyla uzaklara, diğer mer’alara ve topraklara nakledilmesi buralara bulaşmasına sebep olur. Kan emici sinekler de hastalığı yayabilirler.
Şarbon insanlar arasında meslek hastalığı şeklinde görülür. Hayvanla meşgul köylülerde, dericilerde rastlanabilir.
Hastalık; hayvanlarda sendeleme, solunum güçlüğü, ayakta duramama, titreme ve halsizliklere sebep olur. Kısa sürede öldürür. Ölen hayvanlarda ölümden hemen önce ve sonra ağız, burun ve makattan kanlı bir akıntı gelir. Vücut ısısı artar. Hayvanlarda süt veriminde azalmaya, gebe olanlarda yavru atmaya sebep olur.
Basil, insanlarda deriden girerse, ortası siyah, çevresi cerahatli karakabarcık adı verilen çıbanı meydana getirir. Ölümden 2-3 saat sonra deri siyah bir renk alır.
Hastalık deri şarbonu ve iç organ şarbonu olarak ikiye ayrılır. İç organlarda barsak şarbonu ve akciğer şarbonu olur. Deride karakabarcık ve kötü ödeme sebep olur.
Karakabarcık (Habis Çıban): Derinin açık ve yüzeylerinde meydana gelir. Yüz, burun, el ve ayakta çıkar. Vücûdun kapalı yerlerinde nâdirdir. Hastalık başlarken bulaşma yerinde kaşınma ve yanma, pire ısırığı görünümünde kırmızı ufak bir nokta hâsıl olur. Kabarır, büyür ve irinleşir, ortası çukurlaşır, içindeki sıvı bulanır, kahverengi olur. Çapı 6-9 cm’ye ulaşır. Hastalığın başlangıcında başağrısı, hâlsizlik ve iştahsızlık vardır. Hastalık sükûnet bulunca ısı düşer, yaranın üzerindeki siyah kabuk kösele gibi sertleşir.
Habis ödem: Derinin bâzı bölgelerinde boyun, göğüs, özellikle göz kapaklarında, ağız içi ve dilde meydana gelir. Mikrobun girdiği yerde hafif ve ağrısız bir kızarıklık görülür.
Mikrop, ağızda çoğalırsa kısa sürede boğaza ilerler ve öldürür.
Barsak şarbonu: Şarbonlu hayvan etini yiyen insanlarda görülür. Kırgınlık, hâlsizlik, başağrısı ve terleme meydana gelir. Bulantı, kusma, diyare ve karın ağrısıyla ısı yükselir. Bâzan kanlı ishâl görülür. Nabız hızlanır ve zayıfları 2-3 günde öldürür.
Akciğer şarbonu: Sporlu toz ve kılların solunması ile olur. Âni bir titremeyle 40-41°C’ye yükselen ateşle başlar. Şiddetli kusma vardır. Nabız zayıflar ve hızlanır. 2-3 günde öldürür.
Tedâvi: Karakabarcıkta ilk tedâvi şartı yaraya dokunmamaktır. Şarbon basilleri 42°C’nin üstünde üreyemez. Bundan faydalanmak için sıcak uygulama yapılabilir. Şarbon tedâvisinde Penicillinden faydalanılmaktadır. Yalnız dozu yüksek olmalıdır. 10-15 milyon ünite Penicillin G (Kristalize penisilin) 6 saatlik aralarla damar içine verilmelidir. İkinci tercih edilecek ilâç Tetrasiklin grubu ilâçlardan birisi olup, 6 saat arayla 500 mg tavsiye edilmektedir. Bununla karakabarcık ve ödem şekilleri tedâvi edilmekte ve mikrobun yayılması önlenmektedir. Hafif hastalarda sulfadiazinden de faydalanılabilir. Streptomycin de Penicillin ve Tetrasiklin kadar olmasa da etkilidir. Yukardakiler içinde en iyi tedâvi şekli Penicillin ve Streptomycinin kombine olarak kullanılmasıdır. Günde 10-15 milyon ünite, Penicillin ve günde 1 gr Streptomycin kombine edilirse tatminkâr sonuç alınabilir.
Korunma: Şarbon hayvanlardan insanlara geçen bulaşıcı bir hastalıktır. Korunma için öncelikle hayvan hastalığı ortadan kaldırılmalıdır. Hasta hayvanlar öldürülür ve cesetleri yakılır veya kireçli çukurlara gömülür. Çukurlar derin olmalıdır. Yüzeyde olursa şarbon sporları solucan ve böceklerle toprak yüzeyine taşınabilirler. Hayvan sürülerini şarbon sporları bulaşık olan otlaklardan uzaklaştırmalıdır. Buradaki otlar yakılmalıdır. Bulaşık ahır artıkları ve gübreler de yakılmalıdır. Şarbon sporları insanlara meslek ilgisi dışında yün ve deriden bulaşır. Kuşkulu maddeler yakılıp yok edilir. Hasta insanlarda kullanılan pansuman maddeleri yakılmalı ve mâdenî âletler strerilize edilmelidir.
Alm. Orientbeule (f), Fr. Oriental Sore, Leishmaniose, İng. Aleppo boil, Aleppo button. Yıl çıbanı, Halep çıbanı, Bağdat çıbanı, Diyarbakır çıbanı, Antep çıbanı gibi adlarla da anılan ve dünyâda belirli iklim bölgelerinde görülen bir hastalık. Akdeniz ve Ortadoğu’da sık olan Şark çıbanına yurdumuzda da Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde oldukça çok rastlanmasına rağmen Orta Anadolu’da tek tük bulunmaktadır.
Hastalığın âmili “leishmania tropica” adlı bir parazittir. Doğrudan doğruya veya phlebotomus (tatarcık) denilen ara hayvanları vâsıtasıyla bulaşır. Karasineklerin de bulaştırmada rolleri olduğu kabul edilir. Milletlerarası tıp dilinde cilt leishmaniasis’i olarak bilinir.
Parazit, vücûda girdikten 15 gün ilâ 16 ay sonra girdiği yerde birkaç milimetre çapında pembe bir leke meydana getirir. Gün geçtikçe daha da belirgin hâle gelen leke 5. günde sertleşir ve kabarık bir hâl alır. Zamanla rengi koyulaşır, kararır. Hastalık bu şekilde bir yıl kadar devam ettikten sonra iz bırakarak kaybolabildiği gibi bâzan da açılarak yara hâlini alabilir. Yaranın kabuğu kaldırıldığında altında birtakım çıkıntılar görülür ki, buna “çivi belirtisi” denir. Böyle durumlarda da hastalık birkaç yıl sonra iz bırakarak iyileşir. Ancak, vücut mukâvemetinin çok kırıldığı durumlarda yıllarca sürebilir. Hastalık alın, burun, çene, yanaklar, boyun ve kol gibi açık bölgelerde daha çok yerleşir. Bir defâ geçiren hayat boyu bir daha geçirmez.
Tedâvisinde, yara içine emetin, atebrin şırıngaları faydalı olup, ilk defâ Hulusi Behçet tarafından uygulanmıştır. Antimon bileşikleri, Amfoterisin B, Neostibosan gibi ilâçların damar veya kas yoluyla vücûda verilmesi de oldukça faydalıdır. Antibiyotik ve Sulfonamidler yara yerine yerleşen bakteri infeksiyonlarının tedâvisinde kullanılır. Yara kabukları temizlenmeli, pansuman edilmeli ve temiz gazlı bezle kapatılmalıdır.
Korunma: Korunmada en önemli husus tatarcık sinekleriyle savaşmaktır. Hastalığın çok görüldüğü yerlerde, çıbanın yüzde çıkmasını önlemek için bilhassa kız çocuklarında, çıbanlı birinin yarasından alınan sıvının vücûdun görülmeyen bir yerinde aşılanması eskiden yapılan bir âdetti. Çevre sağlığı ve tıbbî tedâvi kuruluşlarının yaygınlaşmasıyla bu uygulamalar artık yapılmamaktadır.
(Bkz. Nazım Şekilleri)
(Bkz. Göz)
On dördüncü yüzyılda yetişmiş olan tefsir, hadis ve Mâlikî mezhebi fıkıh âlimlerinden. İsmi, İbrâhim bin Mûsâ, künyesi Ebû İshak’tır. Şâtıbî nisbesiyle meşhur olmuştur. Doğum târihi belli değildir. 1388 (H.790) senesinde vefât etti.
Şâtıbî, zamânının tanınmış âlimleri olan İbn-i Fahhar el-Bırî, Ebü’l-Kâsım es-Sebtî, Şerîf Ebû Abdullah et-Tilemsânî, Ebû Abdullah el-Makrî gibi âlimlerden Arabî ve diğer ilimleri tahsil etti. Birçok ilim dalında söz sâhibi oldu. Fıkıhla ilgili mevzularda Selef-i sâlihînin ve büyük âlimlerin sözlerini delil alırdı. Fıkıh, hadis, tefsir, lügat ve dil bilgilerini çok iyi bilirdi. Güzel ahlâk sâhibiydi. İlim okutup talebe yetiştirdi. Ebü’l-Abbâs, Abdullah el-Huffâz onun talebelerindendir.
Eserlerinden bâzıları şunlardır:
1) Kitâb-ül-Muvâfâkât fî Usûl-il-Fıkh, 2) Kitâb-ül-Mecâlis, 3) Şerh-ul-Celîl alel-Hulâsa fin-Nahv, 4) Kitâb-ül-İttifâk fil-İştikâk, 5) Kitâb-ül-İ’tisâm: Bu eserinde, bid’atin târifi ve mânâsı, bid’at ehlinin kötülükleri anlatılmıştır.
Alm. Schloss (n), Palast (m), Fr. Château (m), Château-fort (m), İng. Castle, chateau. Tahkim edilmiş derebeylik konağı. Bir bölge hâkiminin, prensin, derebeyin hâkim olduğu bölgede ekseriya sarp yerlere yapılmış, yüksek duvarlı kulelerle takviye edilmiş yapılardır.
Ortaçağda İngiltere ve Avrupa’da pekçok şato yapıldı. İngiltere Kralı Birinci Richard (Arslan Yürekli Rişar)ın yaptırdığı Chateau-Gaillarda adlı şato bunların en önemlilerindendir. Şatoların etrafında sulu veya susuz hendekler, yüksek duvarların köşelerinde burçlar, gözetleme kuleleri bu binâların has özellikleridir. Kralların, asılzâdelerin ikametgâhı olarak yapılan şatoların değişik tiplerine daha çok Fransa’da rastlanır. Doğu ülkelerindeki kalelere benzeyen şatolar ateşli silahların kullanılmaya başlanmasıyla önemini kaybetti. Bilhassa 16 ve 17. yüzyılda topların üstünlük kazanmasıyla saray gibi kullanılmaya başlandılar. On dokuzuncu yüzyılda Bavyera Kralı İkinci Ludwing’in eskilere benzer tarzda yaptırdığı şato bu tip saraylardandır.
Şatolar, savunma yapmak için kurulmuş, ona göre teşkilâtı yapılmış bir askerî karargâhtılar. O günkü imkânlara göre kalın yüksek duvarları etrafındaki hendekleri sarp yerlerdeki kuruluşlarla iyi bir savunma yeriydiler. Bunların yanında kuşatma için gelenlere yüksekten atılan taş, gülle ve kaynar sular emniyeti biraz daha arttırıyordu. Ayrıca kuşatma sırasında şatoya yiyecek ve savunma malzemelerinin dışarıdan getirilebileceği gizli kapı ve yolların bulunması onlara rahatlık sağlıyordu.
İsrâiloğullarına gönderilen peygamberlerden. Mûsâ aleyhisselâmın dînini yaymak ve Tevrât’ın hükümlerini bildirmek üzere vazîfelendirilmiştir.
Mûsâ aleyhisselâm zamânından beri çok mâcerâlı ve karışık bir hayat yaşayan ve dinlerinde sebât göstermeyen İsrâiloğulları, Mûsâ aleyhisselâmın getirdiği ve gönderilen nebîlerin yeniden tebliğ ettiği hak dinden tamâmen ayrıldılar. Tevrât’ı bile değiştirip, aslını bozdular. Kendilerine göre sapık bir yol tuttular ve bu bozuk yolda sürüklenip gittiler. Allahü teâlâ, Şa’yâ aleyhisselâmı peygamber olarak vazîfelendirdi. İsrâiloğullarını hak yola dâvet etti. Îsâ aleyhisselâmla son peygamber olan Muhammed aleyhisselâmın geleceklerini müjdeledi.
İsrâiloğullarının başında Sudika isimli bir hükümdâr bulunuyordu. Bu hükümdârın zamânında İsrâiloğulları, Bâbil Meliki Senharib’in zulmüne mâruz kaldı. Sâlih bir kimse olan Sudika, Allahü teâlâya yalvarıp İsrâiloğullarının zulümden kurtulması için duâ etti. Allahü teâlâ Şa’yâ aleyhisselâma vahyedip melikin duâsını kabul ettiğini, düşmandan koruyacağını bildirdi. Şa’yâ aleyhisselâm, bu durumu Sudika’ya haber verince, Sudika çok sevinip şükür secdesine kapandı. Allahü teâlâ, Bâbil Meliki Senharib’in ordusunu helâk etti. Melik Sudika sağ kalan Senharib’i ve yakın adamlarını yakalattı. Senharib’in yanındakilerden birisi de oğlu Buhtunnasar idi. Sudika bunları bir müddet hapsettikten sonra, Şa’yâ aleyhisselâmın tebliğine uyarak hepsini serbest bırakıp, memleketlerine gönderdi.
Bâbil hükümdârı Senharib ölünce yerine oğlu Buhtunnasar geçti. İsrâiloğulları hükümdârı Sudika vefât edince, İsrâiloğulları arasında saltanat kavgaları ve karışıklıklar ortaya çıktı. Onlar böyle azmaktayken, Şa’yâ aleyhisselâm dâimâ nasîhat etti. Fakat onu dinleyen olmadı. Allahü teâlânın vahyi üzerine kavmine Allahü teâlânın nîmetlerini hatırlattı. Allahü teâlânın onlara hidâyet yolunu gösterdiğini ve kendisinin de bunu bildirmek için peygamber olarak gönderildiğini, kurtuluş yoluna girmedikleri için perişan olduklarını söyledi.
İsrâiloğulları Şa’yâ aleyhisselâmın nasîhatlerini dinlemedikleri gibi, ona iyice düşman oldular. Öldürmek için onun üzerine hücûm ettiler. Şa’yâ aleyhisselâm onların arasından kaçıp uzaklaştı. Yolda bir ağaç yarılıp açıldı. Bu ağacın kovuğuna girip gizlendi. Ağaç kapandı. Fakat eteğinden bir parça dışarıda kaldı. Onu tâkip eden İsrâiloğulları, bunun farkına vardılar. Ağacın içinde gizlenmiş olan Şa’yâ aleyhisselâmı şehit ettiler. Böylece Allahü teâlâ tarafından gönderilen peygamberi dinlemeyip, büyük bir felâkete düştüler. Daha sonraki yıllarda Bâbil hükümdârı Buhtunnasar tarafından yurtları istilâ edildi. Bir kısmı kılıçtan geçirildi, bir kısmı da esir edildi. Büyük bir zillete ve bedbahtlığa düştüler.
Mısır’da yetişen meşhûr göz hekimi. İsmi, Sadaka bin İbrâhim el-Mısrî el-Hanefî eş-Şâzilî’dir. Hayâtı hakkında kaynaklarda fazla bir bilgi yoktur. Tunus’ta, Cebel Zafran yakınındaki Şâziliyye kasabasında doğduğu için Şâzilî nisbesiyle meşhûrdur. İlim öğrenmek için Mısır’a gitti. Din ve fen ilimlerini en iyi şekilde öğrenerek, tıp alanında söz sâhibi oldu.
Şâzilî’nin göz hastalıkları ve tedâvisi oftalmoloji hakkında Kitab-ul-Umdet il-Kuhliyye fil-Emrâd-il-Basariyye adlı meşhur bir eseri vardır. Eser beş ana bölüme ayrılmıştır:
Birinci bölümde, gözün anatomisi ve fonksiyonu; ikinci bölümde, oftalmolojik genel bilgiler; üçüncü bölümde, önemli göz hastalıkları ve tedâvileri; dördüncü bölümde, önemsiz olan göz hastalıkları; beşinci bölümde ise tıbbî maddeler anlatılmıştır.
Şâzilî, 9. asra kadar devâm eden Arap oftalmoloji an’anesini devâm ettirmişse de, eserinde kendisine has orijinal gözlemlere ve pekçok yeniliklere yer vermiştir. Eserin birinci kısım dördüncü faslında gözün embriyolojik yapısını ele almış, sonra görmeyle ilgili üç teoriyi bildirmiştir. Ona göre görme, hem aydınlatılmış olan görülecek cisimde, hem de gözün kendisinde ortaya çıkmaktadır. İbn-i Kâdî Ba’lbek isimli bir zâttan naklederek yirmi yedi türlü algılama ve sekiz görme durumu bildirmektedir.
Birinci kısmın altıncı faslında gözün karşılaştırmalı anatomisini ve fizyolojisini vermektedir. Bu arada çeşitli hayvanlardaki gözlerin durumunu, büyüklüğünü, renklerini ve fizyolojisini izah eder. İnsan gözünün ve insan beyninin dikkati çeken noktalarını belirtir. Pekçok göz rahatsızlığının beyinden kaynaklandığını bildirir. Çeşitli ırkların gözlerini kıyaslar ve farklarını açıklar.
Şâzilî, Mısır’daki göz hastalıklarından bahseden ilk ilim adamıdır. Daha önce yaşamış olan Mısırlı göz hekimleri göz hastalıkları hakkında bilgi vermemişlerdi.
Eserin üçüncü kısmında Şâzilî, sırayla göz kapağı, kornea ve göz merceğiyle ilgili hastalıkları ele almaktadır. Gözün her bir bölümü için pekçok sayıda rahatsızlık (sâdece göz kapakları için otuz altı adet) anlatmaktadır. Hastalığın gelişmesine göre, dört türlü trahomdan bahsetmektedir. Ali bin Îsâ tarafından bahsedilmeyen, fakat Şâzilî’nin ele aldığı diğer göz hastalıkları arasında ihtilac, gözkapağı kanseri ve göz seğrimesi vardır. Ali bin Îsâ konjonktiva hastalıklarından on üçünü sayarken, Şâzilî, Muhammed bin Ali Necîbüddîn Semerkandî’yi tâkiben iki tâne daha ilâve etmiştir. Kabızlığın, kötü hazmın, baş ağrısının görmeye tesir ettiğini fark etmiştir. Korneayla ilgili olarak on üç rahatsızlık sıralamaktadır.
Beşinci bölümde tıbbî maddeler incelenmektedir. Pek çoğu İbn-i Baytâr’dan alınan bilgiler alfabetik sıralanmıştır. Bütün bunların yanında bu eser, bütünlüğü ve oldukça orijinal olması yönünden dikkati çekicidir. Her bir grup hastalık için eserde patolojik özellikleri yönünden izahta bulunmuştur. Halîfe bin Ebi’l-Mehâsin gibi, bâzı hastalıklara belirli yaş dönemlerinde daha sık rastlandığını, Şâzilî de bildirmiştir. Hastalıkla ilgili verdiği açıklamalarda; bu hastalık “tedâvi edilebilir” veya “korkulur” veya “tedâvi edilmez” ibâreleri koymuştur.
Şâzilî, merhametli ve tecrübeli bir tabipti. Kendi mesleğiyle ilgili eserlerin hepsini incelerdi. Devamlı tecrübeler yapardı. Yazdığı eserinin değişik bir yönü de oftalmoloji konusunda İslâm âleminde yazılan eserlerin kıymetlilerinden olmasıdır.
Şâzilî tarîkatı. Evliyânın büyüklerinden Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerinin ve talebelerinin tasavvuftaki yolu. Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî rahmetullahi aleyh, 1196 (H.592) târihinde Tunus’ta Şâzile kasabasında doğdu. Şerîf olup, nesebi hazret-i Ali’ye ulaşır. Doğduğu yere nisbetle yoluna Şâziliyye dendi.
İnsanları rûhen olgunlaştırmak, ahlâkları güzelleştirmek için bir takım usûl ve kâideler ortaya koydu. Tasavvuftaki silsilesi Sırrî Sekâtî’den (rahmetullahi aleyh) gelmekte ve Seyyid Ahmed Rıfâî hazretlerine bağlanmaktadır. Ebü’l-Hasan-ı Şâzilî hazretleri, Mısır İskenderiye’ye gelerek, talebe yetiştirdi. Yolunun esasları kısa zamanda Mısır merkez olmak üzere bütün Kuzey Afrika’da Anadolu’da yayıldı. Osmanlı pâdişâhlarından Sultan İkinci Abdülhamîd Han da Şâzilî tarîkatına girmiştir.
Şâziliyye tarîkatinin esâsı beş olup, zikr-i cehrî (açık zikir) yapılır: 1) Gizli ve açık, dâimâ Allahü teâlâdan korkmak; 2) Her hâlde, her işte ve ibâdetlerde Peygamber efendimizin gösterdiği yolda olmak, bid’atlerden sapıklıklardan kaçınmak; 3) Bollukta ve darlıkta insanlardan bir şey beklememek; 4) Aza ve çoğa râzı olmak; 5) Sevinçli ve kederli günlerde, cenâb-ı Hakk’a sığınmaktır.
Şâziliyye tarîkatinin birçok kolları vardır. Diğer tarîkatlerde olduğu gibi, Şâziliyye yolunda da birçok değişiklikler yapılmış, aslı bozulmuştur.
Alm. Goldlack (m), Fr. Giroflée jaune (f), İng. Wallflower, bleeding heart. Familyası: Turpgiller (Cruciferae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Kültür bitkisi olarak yetiştirilir.
Sarı veya turuncu renkli çiçekler açan, 50 cm boylarında çok yıllık, otsu bir süs bitkisi. Çiçekler dört parçalı ve karanfil kokusundadır. Yaprakları dardır. Bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Nemli, kumlu-killi ve gübreli topraklarda iyi yetişir. Soğuğa dayanıklı değildir. Bu türe sarı şebboy da denilir. Tohumla üretilir.
Kullanıldığı yerler: Çiçekleri uçucu yağ taşır. Uçucu yağ parfümeride kullanılır. Tohumları kalp üzerine etkili bileşikler taşır.
Bahçe şebboyu (Mathiola incana): Mor renkli çiçekler açan 80 cm kadar boylarında otsu bir süs bitkisidir. Yaprakları tüylüdür. Çiçekleri kokusuzdur. Bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Tıbbî bir etkisi yoktur.
Arran (Karabağ) da kurulan Müslüman bir hânedan. Onuncu yüzyıl ortalarında Muhammed bin Şeddâd tarafından Erivan yakınındaki Divin’de kuruldu. Muhammed bin Şeddâd, muhtemelen 951’de Divin’de hâkimiyetini îlân etti. Azerbaycan hükümdarı oldu. 955 yılına kadar bölgeye hâkim oldu. Deylemîler 960’ta Divin’i ele geçirdilerse de, 971’de bölgeden sürüldüler. Gence’ye hâkim oldular. Gence, Şeddâdîler’in asıl merkezi oldu. Şeddâdîler, bölgede İslâmiyetin müdâfaasını üzerlerine alıp; Gürcü Bağratîler, Ermeni prensleri, Bizanslılar, Ruslar ve Kafkasya’yı aşan Osetler, yâni Alanlar ile mücâdele ettiler. Bunlarla mücâdelede Ebü’l-Ensar Birinci Şâvur (1049-1067) büyük başarılar elde etti. Şeddâdîler, Selçukluların bölgeye gelip, hâkimiyet kurmasıyla Sultan Tuğrul Beye, itaat ettiler. Sultan Alparslan (1063-1072), 1072’de Bağratîlerin merkezi Ani’yi ele geçirince Şeddâdîlerin bir kolunu buraya yerleştirdi. Selçuklu kumandanlarından Savtiğin, 1075’te Arran’ı zabtedip, Şeddâdî emiri Üçüncü Fazl’dan topraklarını istedi. Bölge Selçukluların hâkimiyetine geçti. Ani şûbesiyse, 1174 yılına kadar iş başında kaldı. Bu târihten sonra Ani’ye Gürcüler hâkim oldu. Bölge sonradan bütünüyle Osmanlıların hâkimiyetine geçti.
Şeddâdî Hâkimleri
Asıl Şeddâdî Kolu Divin ve Gence’de:
Muhammed bin Şeddâd |
(951-971) |
Ali Leşkerî-I bin Muhammed |
(971-978) |
Merzubân bin Muhammed |
(978-985) |
Fazl-I bin Muhammed |
(985-1031) |
Ebü’l Feth Mûsâ |
(1031-1034) |
Ali Leşkerî-II |
(1034-1049) |
Anûşirvân bin Leşkerî |
(1049) |
Ebü’l-Ensâr Şâvur-I |
(1049-1067) |
Fazl-II bin Şâvur |
(1067-1073) |
Fazl-III bin Fazl |
(1073-1075) |
Ani Şûbesi:
Menûçihr bin Şâvur |
(1072-1118) |
Ebü’l-Esvar-II Şâvur |
(1118-1124) |
Fazl-IV bin Şâvur-II |
(1125-?) |
Mahmûd |
(?-1131) |
Hûşçihr |
(1131-?) |
Şeddâd |
(?-1115) |
Fazl-V |
(1115-1161) |
Şâhenşâh |
(1164-1174) |
Alm. Fürsprache, Fürbitte (f), Fr. Intercession (f), İng. Intercession. Af için vesîle olmak, yalvarmak. Âhirette, günahı olan müminlerin günahlarının affedilmesi, günahı olmayanların da daha büyük derecelere erişmeleri için Peygamberlerle, sâlih kulların Allahü teâlâya yalvarmalarıdır. Kıyâmet günü önce peygamberler, sonra sâlih kullar yâni Evliyâ, Allahü teâlânın izniyle, günâhı çok olan müminlere şefâat edecektir. Peygamberimiz buyurdu ki: “Ümmetimden büyük günahları olanlara şefâat edeceğim.”
Şefâat haktır. Tövbesiz ölen müminlerin küçük ve büyük günahlarının affedilmesi için, Peygamberler, velîler, sâlihler ve melekler ve Allahü teâlânın izin verdiği kimseler, şefâat edecek ve kabûl edilecektir.
Mahşerde, şefâat beş türlüdür:
Birincisi, kıyâmet günü, mahşer yerinde kalabalıktan, çok uzun beklemekten usanan günahkârlar, feryat ederek, hesabın bir an önce yapılmasını isteyeceklerdir. Bunun için şefâat olunacaktır.
İkincisi, suâlin ve hesâbın kolay ve çabuk olması için şefâat edilecektir.
Üçüncüsü, günahı olan müminlerin, Sırat’tan Cehennem’e düşmemeleri, Cehennem azâbından korunmaları için şefâat olunacaktır.
Dördüncüsü, günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkarmak için şefâat olunacaktır.
Beşincisi, Cennet’te sayısız nîmetler olacak ve sonsuz kalınacak ise de, sekiz derecesi vardır. Herkesin derecesi, makâmı, îmânının ve amellerinin miktarınca olacaktır. Cennet’tekilerin derecelerinin yükselmeleri için de şefâat olunacaktır.
Kur’ân-ı kerîmde birçok âyet-i kerîmeler, şefâat etmek için, müminlere yardım etmek için izin verileceğini, kâfirlere ise şefâat edilmeyeceğini bildirmektedir. Şefâati bildiren âyet-i kerîmelerde meâlen buyruldu ki:
(O gün) şefâat hakkına, ancak tevhid ve ameli sâlihle Allah tarafından ahd (söz ve izin) almış olanlar mâlik olacaklardır. (Meryem sûresi: 87)
O gün kimsenin şefâatı fayda vermez. Meğer ki, Allahü teâlânın kendisine şefâat etmeye izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu bir kimse olsun! (Tâhâ sûresi: 109)
Allahü teâlâ, onların yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Onlar, ancak Allahü teâlânın rızâsına ermiş (veya onlar için şefâat etmelerine râzı olduğu) kimselerden başkasına şefâat edemezler. Allahü teâlânın korkusundan titrerler. (Enbiyâ sûresi: 28)
Âhirette peygamberler, melekler ve müminler, dostlarına şefâat ederlerken, müşrikler derler ki: Bugün, bizim ne bir şefâatçımız ve ne de candan bir dostumuz var! (Şuarâ sûresi: 100-101)
Kureyş kafirleri, putların kendilerine şefâat edeceklerini söylüyor. Onlara söyle ki: Allahü teâlânın izni olmadan hiçbir kimse şefâat edemez. (Zümer sûresi: 43)
Şefâat etmesine izin verilenler, kâfirlere şefâat ederlerse, şefâatları onlara fayda vermez. (Müddessir sûresi: 48)
Allahü teâlâ, şefâat edene ve şefâat olunana izin vermedikçe, O’nun yanında hiçbir şefâatın faydası olmaz. (Sebe’ sûresi: 23)
Kıyâmet günü, iyilerin günahlı olan Müslümanlara şefâat edeceklerini bildiren hadîs-i şerîfler pekçoktur. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin çeşit çeşit şefâat edeceğini bildiren nice hadîs-i şerîfler vardır. Peygamber efendimiz buyurdular ki:
Kıyâmet günü, en önce ben şefâat edeceğim.
Kıyâmet günü, mezardan önce çıkan ben olacağım ve en önce şefâat eden ben olacağım.
Şefâatıma inanmayan, ona kavuşamaz.
Ümmetimden Ehl-i beytimi sevenlere şefâat edeceğim.
Eshâbıma dil uzatanlardan başka, herkese şefâat edebilirim.
Sünnetimi elinden kaçıran kimseye şefâatım haram oldu. Burada sünnet, İslâmiyet demektir. Yâni doğuşta mâlik olduğu îmânını bırakana, Müslüman olmayana şefâat etmem buyruldu.
Kabrimi ziyâret eden kimseye şefâat etmek bana vâcib oldu.
Kabrimi ziyâret edenin şefâatçısıyım.
Hardal tânesi kadar, (yâni zerre kadar veya çok az) îmânı olan kimseye şefâat ederim.
Alm. Pfirsichbaum (m), Fr. Pêecher (m), İng. Peach tree. Familyası: Gülgiller (Rosaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Muş ve Ağrı hâriç Türkiye’nin çoğu yerinde yetiştirilir.
3-5 m boylarında meyve ağacı. Bitki, meyveleri için yetiştirilir. Meyveler 5-10 cm çaplarında, yuvarlak tatlı sulu ve hoş kokuludur. Vatanı Çin’dir. İran’a, sonra da Anadolu’ya geçmiştir. Avrupa’ya da Anadolu’dan yayılmıştır.
Kullanıldığı yerler: Rutûbetli topraklardan hoşlanmadığı için çakıllı dahi olsalar derin ve süzek toprakları tercih eder. Killi ve kireçli topraklarda kloruz ve zamk hastalığına yakalanır. Fazla kumlu topraklarda meyveler ufak ve susuz olur. Kazık köklü bir ağaç olduğundan toprak derinliğinin en az bir metre olması, çiçeklenme zamânı taban suyunun 1 m’den diğer zamanlarda 40 cm’den daha yukarı çıkmaması lazımdır.
Şeftâli yetiştirilecek bölgenin kış soğuklama süresi, yâni +7°C ve onun altındaki sıcaklıkta geçen zaman toplamı yetiştirilecek şeftali çeşidinin kış soğuklama ihtiyacıyla aynı veya ona çok yakın olmalıdır. İlkbahar donları olmamalı. Sıcaklığın ağaçların çiçek açtığı devrede hiçbir zaman 3°C’nin altına düşmemesi lâzımdır. Senede 600-700 mm yağış alan bölgeler şeftali yetiştiriciliği için en elverişli olan yerlerdir. Sene içerisinde yağan bu yağmurun 150-200 mm’si ilkbahar ve yaz aylarına isâbet ettiği takdirde sulama yapmadan da şeftali yetiştirmek mümkün olabilir.
Yetiştirilecek çeşitlerin seçimi: Her şeftali çeşidinin soğuklama ihtiyaçları değişik olduğundan yurdumuzun her yerinde yetiştirmek mümkün olmaz.
Şeftâli çeşidini seçerken, çeşitlerin kış dinlenme sürelerinin, yâni +7°C’nin altında ne kadar müddet soğukta kalmaları gerektiklerinin ve bölgenin kış dinlenme süresinin ne kadar olduğunun bilinmesi gerekmektedir.
Akdeniz bölgesinde yetiştirilecek çeşitleri: Flardasun, early amber, sâhil şeridinin dış kısmında springtime. Ege ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde yetiştirilecek çeşitler: Precocissima, sâhil şeridinde springtime, early red, dixierd, candinal, starking delicious, redhaven (R-1), redglobe, J.H. Hale Rio-oso-gen, Monroe, triogen, laring, glohaven, cresthaven, Marmara Bölgesi ve Tokat, Samsun ve Amasya bölgesinde yetiştirilen çeşitler: Dixierd, redhaven (R-1), redglobe, laring, glohaven, cresthaven, blaka J.H. Hale Rio-oso-gen, monroe.
Osmanlı târihi mütehassısı. 20 Ocak 1918’de Beşiktaş’ta doğdu. Babası Rüstem Nûri Bey, annesi Nazmiye Nâdiye Hanımdır. İlk ve orta tahsilinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyât Fakültesi Târih Bölümüne kaydoldu. 1942 yılında mezun olduğu zaman, hocaları arasında onu yanına almak husûsunda ortaya çıkan rekâbeti Ortaçağ Şark Târihi Profesörü Mükrimin Halil (Yınanç) Bey kazandı. 1944 yılında Ortaçağ kürsüsü asistanlığına tâyin edildi. 1945-1947 yıllarında askerlik hizmetini îfâ etti. Karaman Beyliği üzerine yaptığı doktora tezini takdim ederek doktora pâyesini aldı (1949). “Sultan Berkuk ve Zamanı” adlı çalışması ile Doçent ünvânını aldı (1954). Çalışmalarını, Fâtih’ten Kânûnî’ye kadar Osmanlı Devletinin şark memleketleri ile münâsebetlerinde teksîf etmiş olması gerekçesiyle Yeniçağ Târihi Kürsüsü eylemli doçentliğine tâyin edildi (1956). Doktora çalışmaları zamânında başladığı İslâm Ansiklopedisi’ne madde yazma işleri daha da kesâfet kazanarak devâm etti. 1963 yılında kadrolu profesörlüğe yükseltildi. 1969 yılında Yeniçağ Târihi Kürsüsü Profesörlüğüne tâyin olundu. YÖK kânunu ile birlikte üstlendiği Yeniçağ Târihi Anabilim Dalı başkanlığını vefâtına kadar devam ettirdi. 12 Ağustos 1983 günü vefât ederek Karacaahmed’e defnolundu.
Prof. Şehâbeddîn Tekindağ, mahdut ve muayyen bir konuya hapsolmayıp, pek muhtelif mevzuda kalem oynatmış, değişik mevzularda konferanslar vermiştir. Ancak incelemelerinin çoğu, Fâtih’ten Kânûnî’ye kadar olan devreyle ilgilidir. Fâtih’in şahsını, fethi, İstanbul’un iskân ve îmârını ehemmiyetle ele almış ve bu konularda ilmî ve popüler neşriyatta bulunmuştur.