ŞAHKULU

Anadolu’daki Safevî fedâilerinden. Şahkulu’na, Osmanlı târihlerinde Şahkulu Baba Tekeli, Şeytan Kulu ve Karabıyıklıoğlu da denilmektedir. Safevîli Şeyh Haydar’ın halifelerinden Hasan Halife’nin oğludur. Teke’de doğduğu tahmin edilmekte olmasına rağmen târihi bilinmemektedir.

Babasıyla berâber Antalya taraflarında Korkuteli kazâsına bağlı Yalım köyü civârında bir mağaraya çekilip, riyâkârca ibâdete başladı. Mağaradaki bu münzevî hayâtı, dünyâyı terk ve haramlardan sakınma olarak değerlendirildi. Etrâfına çok câhil taraftar topladı. Şah İsmâil Safevî’ye bağlılığını arz etti. Şah İsmâil, Şahkulu ve halifeleri vâsıtasıyla Batı Anadolu ve Rumeli’de Serez, Selânik, Yenice-i Zağra, Filibe, Sofya ve diğer iskân sahalarındaki halkın kendisine bağlanılması istikâmetinde propaganda yaptırdı. Şahkulu on bin kadar taraftar toplayınca Sultan İkinci Bâyezîd Han (1481-1512) devrinin son zamânındaki şehzâdeler meselesinden faydalanarak isyan etti.

Antalya’dan Manisa’ya dönmekte olan Şehzâde Korkud’a saldırdılarsa da hazinesini ele geçiremediler. Kendisini Safevîli Şah İsmâil’in halifesi îlân eden Şahkulu, devlet ve saltanatın kendisine âit olduğunu söylemeye, helalla haram arasında fark gözetmemeye, nikâhın da lüzumsuzluğunu propagandaya başladı. Ayrıca kendisine bağlı şuursuz kitleyi harekete geçirerek, soygun, talan ve tahrip hareketine girişti. Antalya’yı basıp, şehrin kâdısını şehit etti. Şahkulu’nun katliam, tahrip ve soygundan daha da zenginleşip, cüreti arttı. Kızılcakaya, İstanos, Elmalı, Burdur, Keçiborlu’yu basıp, kâdılarını ve halkın bir kısmını katlettirdi. Kütahya önlerine geldi. Hedefi Karaman’ı işgal etmekti.

Şahkulu’nun isyânı üzerine bölgeye Anadolu Beylerbeyi Karagöz Ahmed Paşa gönderildi. Karagöz Ahmed Paşa, Şahkulu ve kuvvetlerine pek önem vermediğinden çok az sayıda askerlerle hareket etti. Karagöz Paşanın kuvvetleri âsileri önce yendilerse de askerlerin yağmaya dalmaları üzerine Şahkulu kuvvetleri toparlanmaya muvaffak oldu. Çok kanlı geçen bir çarpışma sonunda Karagöz Ahmed Paşa şehit düştü. Kütahya şehri yakıldı. Manisa vâlisi Şehzâde Korkud, Şahkulu’nun âsiliğini, katliam ve tahribatını merkeze yazdı. Bunun üzerine Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa ile Amasya Vâlisi Şehzâde Ahmed âsileri yola getirmekle vazifelendirildi. Şahkulu’nun adamları, Osmanlı kuvvetlerince Kızılkaya denilen sarp bir dağda sarıldı. 38 günlük bir muhâsaradan sonra Döşeme Derbendinde kayalar arasından kendisine yol açan Şahkulu önüne geçen Karaman Beylerbeyi Haydar Paşayı şehit ederek Beyşehir istikâmetinde kaçmaya muvaffak oldu. Bunun üzerine yanına 500 tüfekli yeniçeri ile kapı halkını alan Vezir-i âzam süratle Şahkulu’nun peşine düştü ve on dört gün sonra Sivas’a yakın Gedik Hanı mevkiinde âsileri yakaladı. Gerek Ali Paşanın ve gerekse Şehzâde Ahmed’in oğlu Şehzâde Alaaddin cansiperâne olarak vuruştukları harp çok şiddetli geçti. Şahkulu BabaTekeli öldürüldü ise de Vezir-i âzam Hadım Ali Paşa da bir okla vurularak şehit düştü. Bunun üzerine iki taraf kuvvetleri de başsız kalıp dağıldılar. Şahkulu kuvvetleri İran’a doğru süratle kaçtılar.

Şahkulu Baba Tekeli, Şah İsmâil’in halifesi olduğunu iddia etmesine rağmen, Baba İshak Horasânî, Şeyh Bedreddîn ve Şah İsmâil’in büyük babası Şeyh Cüneyd gibi saltanatı ele geçirmek teşebbüsünde bulunan tipik bir bâtınîdir. Sultan Bâyezîd Hanın yaşlılığı ve şehzâdeleri arasında başgösteren saltanat mücâdelelerinden faydalanarak İran’da olduğu gibi Anadolu’da da temelleri Şiîliğe dayalı bir devlet kurmak istemişti.

Diğer taraftan Şahkulu’nun, Anadolu’da çok büyük bir tahribat yapması, Şehzâde Korkut ve Ahmed kuvvetlerini bozunca Osmanlılarda, Şiî tehlikesini önleyebilecek yegâne şehzâdenin Selim (Yavuz) olduğu kanaatini kuvvetlendirmiştir.

ŞÂHPÛR

İran’daki Sâsânîler Hânedanından üç hükümdarın adı. Şâpur da denir. Birinci Şâpûr (240-271), İkinci Şâpûr (309-379), Üçüncü Şâpûr (379-388) târihlerinde hükümdarlık yaptılar. Üçü de Anadolu şehirleri ve Ermeniyye yüzünden Roma İmparatorluğu ile mücâdele ettiler. (Bkz. Sâsânîler)

ŞAHRUH MİRZA

Tîmûrlu hükümdarlarının ikincisi. Tîmûr Hanın oğludur. 20 Ağustos 1377 târihinde Semerkant’ta doğdu.

Küçüklüğünden îtibâren dînî, siyâsî ve askerî tahsil, terbiye ve eğitim görerek yetiştirildi. Tîmûr Hanın Kıpçak Seferinde merkezde kalıp, on üç yaşında devleti idâre etti. 1392’de Kal’a-i Sefid Muhâsarasına katılıp düşman reisini öldürerek üstün muvaffakiyet gösterdi. 1393’te Semerkant’la havâlisinin vâliliğine tâyin edildi. Horasan, Sistan, Mazenderan vâlisi sıfatıyla 1396’da İran, Suriye ve Anadolu Seferine, 1402’de Ankara Muhârebesine katıldı. Tîmûr Hanın 1405’te vefât etmesinden 1409’a kadar Horasan vâlisi kaldı.

1409’daTîmûrlu hükümdârı oldu. Hânedan mensuplarıyla uzun süren saltanat mücâdelesinde bulundu (Bkz. Tîmûrlular). 1415’te bütün Tîmûrlu ülkesine hâkim oldu. Hindistan, Şahruh’un yüksek hâkimiyetini tanıdı.

1420’de Âzerbaycan Seferine çıkarak Karakoyunluları bozguna uğrattı. Sultaniye ve Tebriz ele geçirildi. Bu sırada Deşt-i Kıpçak’ta Moğolların baş kaldırmaları üzerine oğlu Uluğ Bey sefere çıktı. Moğollara üst üste ağır darbeler indirdikten sonra Semerkand’a girdi.

Şahruh,1428’deKarakoyunlu İskender’in Sultaniye’yi ele geçirmesi üzerine İkinci Âzerbaycan Seferine çıktı. Urmiye Gölünün batısındaki Selman Ovasında İskender komutasındaki Karakoyunluları bir kere daha bozguna uğrattı. Bu zafer neticesinde Anadolu ve Mısır yolları Çağataylara açılmış oluyordu. Nitekim bu îtibârla Venedikliler Osmanlılara cephe almışlar ve Şahruh’u Osmanlılar üzerine çekmeye çalışmışlardır. Ancak dindar pâdişâh Hıristiyanlarla cihad içinde bulunan Osmanlılarla bir harbe girmeyi uygun görmeyerek Herat’a döndü.

Şahruh’un saltanatının son yılları huzur içinde geçti. 12 Mart 1447 târihinde Rey eyâletinde bulunan Peşâverd’de vefât etti. İslâm âlimi ve astronom olan oğlu Uluğ Bey, Tîmûrlu hükümdarı oldu.

Şahruh, üstün kumandanlık, hükümdarlık yanında güzel ahlâk sahibiydi. Vekarlı, iyi ve yumuşak huyluydu. Affetmesini severdi. Ülkesinin îmârına çalışıp, iktisâdî refah seviyesini yükseltti. Mâverâünnehr’in îmârını başlattı.Merv şehrini yeniden inşâ ettirdi. Murgab Suyunun eski yatağı ve bendlerini yeniden tanzim edip, zirâî mahsülün artmasını sağladı. Âlim ve sanatkârları koruyup, himâye etti. Muhteşem bir kütüphâne yaptırıp, âlimleri Herat’ta toplamaya çalıştı. Kendisi de ilme meraklı olup, şâir ve sanatkârdı. Devrinde Molla Câmî, oğlu Uluğ Bey, Seyyid Nimetullah Kirmanî, Enverî gibi âlim ve şâirlerle Nizameddin Şâmî, Şerefeddîn Ali Yezdî, Fasihî ve Abdürrezzak Semerkandî gibi târihçiler ve coğrafyacı Hâfız-ı Ebru yaşayıp, kıymetli eserler verdiler.

ŞAHSİYET

Alm. Persönlichkeit, Individualität (f), Fr. Personnalité, Individualité (f), İng. Personality. Şahsın hayâtı, sıhhati, vücut tamlığı ve cemiyet içindeki durumunun korunmasını sağlayan hak ve menfaatlerin bütünü. Şahsiyet hakkı bulunmayan bir kimse tasavvur bile edilemez. Bu sebeple umûmîdir; herkese karşı ileri sürülebilir çünkü mutlak haktır; başkasına devredilemez, mîras yoluyla geçemez şahsa bağlı bir haktır; feragat edilemez vazgeçilmezlik vasfı vardır.

Şahsiyet hakları; devlet ve toplumların bir çoğunda târih boyunca ve hattâ bugün bile tanınmamıştır. İslâm ve Osmanlı Türk toplumu ise, insanların maddî ve mânevî varlığını devam ettiren şahsiyet hakkını, en güzel şekilde bağışlamış, onu korumuş ve yüceltmiştir.

Bugün yürürlükte olan 1982 Anayasası 17. maddesinde “Herkes yaşama, maddî ve mânevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sâhiptir.” diyerek şahsiyetin ana sınırını çizmiştir. Müteakip 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28. maddelerinde ise; “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz, angarya yasaktır.”; “Herkes kişi hürriyeti ve güvenliğine sahiptir.”; “Şahsın özel hayâtı gizlidir.”; “Mesken dokunulmazlığı, haberleşme hürriyeti, yerleşme ve seyahat hürriyeti vardır.”; “Herkes vicdan, dînî inanç ve kanaat hürriyetine”, “düşünce, bilim, sanat ve basım-yayın hürriyetine” sâhiptir... diyerek şahsiyet hakkını geniş şekilde tanımıştır.

Bugün kânunlarımızca da korunan şahsiyet hakkını, şahsî haklarla karıştırmamak gerekir. Meselâ, evlenme bir şahsiyet hakkıdır, devredilemez, vazgeçilemez. Alacak hakkı ise, şahsî bir hak olup, şahıs alacağını bir başkasına devredebildiği gibi, dilerse alacağından tamâmen vazgeçebilir. Yâni devredilebilen ve vazgeçilebilen bir haktır.

ŞAHTERE OTU (Fumaria officinalis)

Alm. Erdrauch (m), Fr. Fumeterre (f), İng. Fumitory. Familyası: Gelincikgiller (Papaveraceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Türkiye’nin hemen hemen her bölgesinde yetişir.

Mayıs-temmuz ayları arasında, beyaz, pembe veya mor renkli çiçekler açan, 10-40 cm boylarında, bir yıllık otsu bir bitki. Yapraklar uzun saplı, çok parçalı, mavimsi-yeşil renklidir. Çiçekler küçük ve salkım durumlar teşkil ederler. Üst taç yaprağın tabanı mahmuz şeklini almıştır. Meyveleri küçük, küre şeklinde ve tek tohumludur. Boş tarla, yol kenarı ve kırlarda yetişir.

Kullanıldığı yerler: Bitki tanen, şekerler, potasyum tuzları ve alkaloitler taşırlar. Çok eski yıllardan beri kullanılan bir bitkidir. Kanı temizleyici, kuvvet verici, yatıştırıcı, tansiyon düşürücü ve idrar arttırıcı etkilere sâhiptir.

ŞAKAYIK (Paeonia)

Alm. Pfingstrose, Päonie (f), Fr. Pivoine (f), İng. Peony. Familyası: Düğünçiçeğigiller (Ranunculaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Anadolu’da yetişir.

Mayıs-haziran ayları arasında kırmızı veya pembe renkli ve büyük çiçekler açan, 50-100 cm boylarında, çok yıllık otsu bir bitki. Kökler iğ şeklinde, kahverengimsi renkli yumrular hâlindedir. Yapraklar derin parçalı veya lobludur. Genellikle dağlık bölgelerde, orman altlarında ve gölgelik yerlerde bulunurlar. Türkiye’de altı türü tabiî olarak yayılmış bulunmaktadır. Ayıgülü, ormangülü gibi isimlerle de bilinir.

Kullanıldığı yerler: Büyük ve gösterişli çiçeklerinden dolayı, birçok kültür çeşitleri bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir. Köklerinde uçucu yağ, nişasta, şekerler ve alkaloit bulunur. Kökleri sara ve boğmacada yatıştırıcı olarak kullanılmaktadır. Kabız edicidir.

ŞAKÎK-İ BELHÎ

Evliyânın ve Tebe-i tâbiînin büyüklerinden. Künyesi Ebû Ali olup, babasının ismi İbrâhim’dir. İbrâhim Edhem’in (rahmetullahi aleyh) talebesi, Hâtim-i Esâm’ın (rahmetullahi aleyh) hocasıdır. Dünyâya gönül bağlamayıp, haramlardan ve şüphelilerden şiddetle kaçardı. Şüpheli korkusuyla mübâhların çoğuna yaklaşmadı. Ticâretle uğraşırdı. 790 (H.174) senesinde vefât etti.

Hazret-i Şakîk’in tövbe etmesine Türkistan’daki bir putperest sebep oldu. Ticâret için Türkistan’a gittiği sırada samîmî bir tövbeyle âhirete yöneldi. Allahü teâlâya olan tevekkülü son derece fazlalaştı. Hac vazifesini yerine getirmek için giderken Bistam’a uğradı. O sırada henüz çocuk olan Bâyezîd-i Bistâmî’yi görüp, Onun büyük bir zât olacağını müjdeledi.

Şakîk-i Belhî hac yolculuğu sırasında Bağdat’a uğradı. Abbâsî Halîfesi Hârun Reşîd onu dâvet etti. Yanına gidince; “Zâhid olanŞakîk sen misin?” dedi. “Şakîk, benim, ama zâhid değilim!” cevâbını verdi. Hârun Reşîd, bana nasîhat ver dedi. Şöyle buyurdu:

“İyi dinle! Allahü teâlâ seni hazret-i Sıddîk’ın (hazret-i Ebû Bekr’in) makâmına oturttu, senden sıdk isteyecek. Fârûk’un (hazret-i Ömer’in) yerine oturttu, ondan istediği gibi senden de hakla bâtılı ayırmanı soracak. Zinnûreyn’in (hazret-i Osman) yerine oturttu; onda olduğu gibi, sende de hayâ ve kerem arayacak. Murtezâ’nın (hazret-i Ali’nin) yerine oturttu, ondaki gibi sana da ilim ve adâletten soracak.”

Hârun Reşîd; “Biraz daha söyle!” dedi. Buyurdu ki:

“Allahü teâlânın, Cehennemi vardır. Seni kapıcı yaptı ve sana üç şey verdi: Mal, kılıç ve kamçı. Allahü teâlâ buyurdu ki, insanları bu üç şeyle Cehennemden uzaklaştır. Bir muhtaç gelirse, ondan malı esirgeme. Allah’ın emrini dinlemeyeni bu kamçı ile yola getir. Adam öldüreni bu kılıçla kısas yap. Bunları yapmazsan, Cehennem’e gidenlerin öncüsü sen olursun.”

Hârun Reşîd, biraz daha nasîhat et deyince:

“Sen pınarsın, vâlilerin de akarsular. Pınar berrak olursa, derelerin bulanıklığı zarar vermez. pınar bulanık olursa, derelerin berrak olması beklenemez.” Biraz daha söyle deyince: “Çölde susayıp, ölüm derecesine gelsen ve o anda su bulsan, kaça satın alırsın?” “Kaça verirse alırım.” dedi. “Mülkünün yarısına satarsa, alır mısın?” buyurdu. “Alırım!” dedi. “İçtiğin o su, mesâneden çıkmasa ve ölümünden korksan, o anda birisi sana, seni iyileştiririm, ama mülkünün diğer yarısını alırım, dese, ne yaparsın?” buyurdu. “Veririm.” dedi. “O halde, değeri bir yudum su olan bir mülke niçin gönül veriyorsun?” buyurdu.

Hârûn Reşîd ağladı, izzet ve ikram ile onu yolcu etti.

Şakîk-i Belhî hac için Mekke’ye varınca insanlar etrafını sarıp sohbetini ve çok ibretli nasîhatlarını dinlediler. Orada İbrâhim Edhem hazretleriyle karşılaştı. İbrâhim Edhem, onun üstün hâllerini görerek kucaklayıp öptü ve “İyi bir rehbersin.” dedi.

İbrâhim Edhem hazretlerinin sohbetlerine devâm etmeye başladı. Ondan feyz alarak olgunlaştı.Zamânının en meşhur âlimlerinden ve evliyâsından oldu. Her ilimde kemâl dereceye yükseldi. Tasavvuf ilminde çok yükselip, insanlara doğru yolu gösterdi ve kıymetli âlimler yetiştirdi. Talebelerinin en meşhuru Hâtim-i Esam’dır.

790 (H.174) senesinde vefât etti. Zühd ve ibâdeti kuvvetli olup, ömrü tevekkülle geçmiştir. Hâlleri üstün ve nasîhatları çok kıymetlidir.

Buyurdu ki:

“Musîbete sabretmeyip feryâd eden, eline silâh almış, Allahü teâlâ ile harp ediyor (isyân ediyor) demektir.”

“Tâatin aslı, korku, ümit ve muhabbettir. Korkunun alâmeti, haramları terk etmek; ümîdin alâmeti devamlı tâat etmek; muhabbetin alâmeti de, her an şevk ve inâbet (tövbe edip, Allahü teâlâya bağlanmak) üzere olmaktır.”

“Ölüme hazır olmalıdır. Çünkü gelince, geri gitmez.”

“Birisine birşey vermeyi, sana birşey vermesinden çok seviyorsan dünyâyı değil, Âhireti seviyorsun demektir.”

 “İnsanı tanımak istersen, Rabbinin sözüne mi, yoksa insanların verdiği söze mi daha çok güvendiğine dikkat et.”

Talebesi Hâtim-i Esam, kendisinden vasiyet istedi:

“Umûmî vasiyet istiyorsan, dilini koru! Sevâbını terâzinde görmediğin sözü söyleme! Husûsî vasiyet istiyorsan, dikkat et! Seni Cehennem’de yakacak sözü söyleme!” buyurdu.

“Esas Zâhid, zühdünü işiyle gösterendir. Yalancı zâhid de, zühdü dilinde olandır.”

“Bir memlekette âlimler tamahkâr ve dünyâ malı toplamağa hevesli olursa, bilmiyorum, câhillerin uyacağı kimse kalır mı? Bir sürünün çobanı kurt olursa, koyunları kim koruyacak?”

Yine buyurdu ki: “Binden fazla üstâda talebelik yaptım. Kırk deve yükü kitap okudum. Allahü teâlânın rızâsına kavuşmayı dört şeyde gördüm. Bunlar; rızk için emin olup, rızıktan endişe etmemek; her işte ihlâslı olmak; şeytanın düşman olduğunu bilip ona uymamak (emirleri yapıp, haramlardan sakınmak); ölümü yakın bilip, hazırlıklı olmak.”

“Akıllı, zekî, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini yedi yüz tâne âlimden sordum. Hepsi de birbirine yakın cevaplar verip şöyle dediler: Dünyâyı sevmeyen akıllıdır. Dünyânın aldatıcı ve yalancı zevklerine aldanmayan, zekîdir. Allahü teâlânın takdir ettiğine râzı olup kanâat eden, zengindir. Dünyâya âit arzusu bulunmayan, Allahü teâlânın rızâsını isteyen kimse, derviştir. Allahü teâlânın verdiği nîmetlerden, mahlûkuna faydalı olanları vermekten kaçınan, cimridir.”

“Bir kimsenin yanında mübârek bir zâtın iyilik ve güzel hâlleri anlatılır da, o kimse bundan zevk duymaz ve o mübârek zâta karşı kalbinde muhabbet hâsıl olmazsa, bilsin ki, kendisi kötü kimsedir.”

ŞALGAM

(Bkz. Rapistra)

ŞALTER

Alm. Schalter (m), Fr. Commutateur (m), İng. Switch. Elektrik devrelerinin aşırı akım ve voltaj sebebiyle hasar görmemesi için ve devrenin normal açılıp kapatılması maksadıyla kullanılan elektrik devre kırıcı eleman.

Şalterler bulundukları devrede önceden ayar edildikleri akım değerine ulaşınca devreyi hemen veya gecikmeli olarak açarlar. Şalterlerin devreyi açma özellikleri manyetik veya termik olabilir.

Manyetik şalterlerde akım ayar edilen değeri geçince mevcut sargıdan dolayı manyetik kuvvet artarak bir kolu çeker. Bu kol şalterin kilit mekanizmasına etki ederek devreyi açmasına sebep olur. Termik şalterlerde ise bu işlem bir metal termik koruyucudan akım geçmesiyle ısınıp bükülmesi sûretiyle sağlanır. Devredeki arıza giderilince şalter tekrar kurulur.

Şalterin termik veya manyetik olarak devreyi açmasına triplemesi denir. Bu tripleme zamânı koruma cinsine göre değişebilir. Tripleme koruma röleleri yardımıyla olur. Meselâ, kısa devre korumaları için sıfır olan tripleme zamânı; ters akım, aşırı akım korumaları için 5-20 sâniye gecikmeli olabilir. Şalter triplenerek devreyi açtıktan sonra tekrar kurulmaması için trip kilit mekanizması da vardır. Bu kilidin görevi arıza giderilmeden tekrar şalterin kapatılmaması içindir. Arıza giderilince reset düğmesine basarak şalter kurulabilir duruma getirilir.

Enerji nakil hatları gibi büyük elektrik devreleri olsun, ev tesisatı gibi küçük elektrik devreleri olsun, enerjinin başlangıcından kullanıldığı noktaya doğru koruma değerleri gittikçe küçülen birçok şalter kullanılır. Büyük enerjili devrelerde şalter açıp kapama işlemi oldukça hassas bir şekilde yapılır. Şalter kontaklarının açma veya kapama esnâsında kontaklarının aşırı elektrik akım atlamasından dolayı erimemesi için elektrik devre yükünün az olmasına dikkat edilir.

Kullanıldığı yerlere göre şalterler değişiktir. En basit şalter elle çalışan mekanik bıçak şalterdir. Bıçak şalter devreyi açan basit bir bakır lâmbadan ibârettir. Bıçak şalterlerin birçok devreyi açıp kapatan daha mükemmel şekline paket şalter denir. Elektrik enerjisini seçimli olarak iki ayrı devreye besleyebilen enversöz şalterler, hem mekanik, hem de otomatik kurulabilir olmak üzere iki türlüdür. Şalterlerin çoğu otomatik olarak sınıflandırılan güç tevzi tablolarında bulunan termik manyetik şalterlerdir. Kontaktörler röle ile şalter arası devre açıp kapayıcı elektrik cihazlarındandır. Şalterlerin yüksek voltaj hatlarında kullanılmalarına ise disjonktör ismi verilir.

ŞAM

Suriye’nin başşehri veya “Dımaşk” şehrinin merkez olarak kabul edildiği Suriye bölgesine verilen ad. Bu bölgenin merkezi olan Dımaşk şehrine “Şam” da denilmektedir. Şehir merkezi Suriye’nin güneybatı kesiminde yer almaktadır. Akdeniz’e uzaklığı 96 km, denizden yüksekliği ise 685 metredir. Şam şehrinin kuzeyinde Kâsiyun Dağı, batısında Cebelü’ş-Şarkî ve Lübnan Dağları vardır. Doğu ve güney tarafları ise çevredeki ovalara açılmaktadır. El-Gûte Vahâsının ortasında yer alan şehre, ortasından geçen Barada Irmağı hayat vermektedir. Irmağın vahasında çeşitli meyveler, sebze, zeytin ve tahıl yetiştirilmektedir. Son yıllardaki şehirleşme şehrin tabiî ve yeşil görünümünü bozmakta, her geçen gün meyve ve sebze bahçelerinin azalmasına sebep olmaktadır. Mükemmel bir karayolu ağı ve iki demiryolu hattıyla Beyrut, Halep, Amman ve Bağdat’a bağlanan Şam şehri milletlerarası hava limanı sâyesinde daha da önem kazanmaktadır. Şehre bâzı yeni sanâyi tesisleri kurulmuş olup, zeytinyağı, çimento ve cam fabrikaları, dokuma ve ayakkabı îmâlâthâneleri vardır. Kılıç yapımı ve kesici silahlar îmâlâtı ortadan kalktıysa da halı, pamuklu ve ipekli kumaş, koku, bakır ve tahta eşyâ îmâlâtı devam etmektedir.

Dünyânın en eski yerleşim merkezlerinden olan ve Şam adı verilen bölgenin batısı Akdeniz ve Mısır, kuzeyi Anadolu, doğusu Cezire ve Berrü’ş-Şâm denilen çöl, güneyi Arabistan Yarımadası ve Kızıldeniz’le çevrilidir. Bu bölge sırasıyla Firavunlar, Aramiler, Fenikeliler, Amâlikalılar daha sonra  İbrânîler yâni İsrâiloğullarının hâkimiyetinde kaldı. Birçok ticâret ve kültür merkezleri kuruldu. Hazret-i Dâvûd ve oğlu Süleyman aleyhisselâm zamanlarında Şam bölgesinin hemen her tarafı İsrâiloğulları Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Ancak daha sonra Âsurlular ve Babilliler bu bölgeyi işgâl edip, Dâvûd aleyhisselâm tarafından temeli atılan ve Süleyman aleyhisselâm tarafından inşâ edilen Beyt-i Mukaddesi (Mescid-i Aksa’yı) tahrip ettiler ve hakîki Tevrât’ı da yakarak yok ettiler. İran hükümdarlarından Keyhüsrev Babil Devletini yıkarak, ülkesinin sınırlarını Akdeniz’e kadar genişletti ve Şam’ı hâkimiyeti altına aldı. Büyük İskender’in ortaya çıkışına kadar İran idâresinde kalan Şam bölgesi, İskender tarafından zaptolundu. Büyük İskender’in ölümünden sonra onun kumandanları arasında anlaşmazlıklara sebep olan bu bölge birçok kanlı çarpışmalara sahne oldu. Daha sonra Selefkiler (Selevkoslar) bu bölgeye hâkim oldular. Onların kurdukları devlet Suriye Devleti diye meşhur oldu.

Hazret-i Îsâ’nın doğumundan 64 sene önce Romalıların hâkimiyetine girdi. Roma imparatorlarından birçoğu Şam ordusu tarafından, hattâ birkaçı Şamlılardan seçildi. Îsâ aleyhisselâm Şam bölgesinde doğduğu ve hak dîni insanlara orada tebliğ ettiği için Hıristiyanlar bu bölgeye özel önem verdiler. Şam bölgesindeki Filistin, Hıristiyanlar için umûmî ziyâret yeri oldu. Hıristiyan Araplar da Romalılar zamânında bu bölgeye yerleştiler. Şam kısa zamanda bir piskoposluk merkezi oldu. Bizans İmparatoru I. Theodosius Şam’da bir kilise inşâ ettirdi. Bu kilisenin içine Yahyâ aleyhisselâmın başının bulunduğu bir türbe de yaptırdı. Bizans devrinde Romalılarla Persler arasındaki savaşlarda büyük zarar gören Şam, son olarak Bizans’a bağlı Gassanîlerin hâkimiyetinde kaldı.

İslâm târihi boyunca önemli idâre, ilim, kültür, ticâret merkezlerinden olan Şam şehri ve civârı Hazret-i Ömer’in halîfeliği sırasında Hâlid bin Velîd ve Ebû Ubeyde bin Cerrah idâresindeki İslâm orduları tarafından fethedildi. Şam (Dımaşk) şehri Şam vilâyetinin merkezi oldu.

Emeviler zamânında İslâm Devletinin hilâfet merkezi olan Şam şehri fevkalade bir önem kazandı. Başta Ümeyye (Emeviyye) Câmii olmak üzere birçok câmi ve medrese inşâ edildi. Abbâsîler devrinde hilâfet merkezi Bağdat’a nakledilince de önemli bir ilim, kültür ve ticâret merkezi olma özelliğini korudu. Dımaşk’ta, Haleb’de, Kudüs’te, Hama’da Humus’ta ve diğer kasaba ve şehirlerdeki medreseler, dârülfünûnlar, İslâm kültür ve medeniyetinin yayılış merkezi oldular. Abbâsîler zamânında bir ara Mısır’da idâreye hâkim olan Tolunoğulları tarafından idâre edilen Şam şehri ve bölgesi Tolunoğulları Devletinin yıkılmasından sonra İhşidoğulları, Fâtımîler ve Karmatîlerin hâkimiyetinde kaldı. Fâtımîler zamânında Şam’da birçok karışıklık ve yangın çıktı. Bu yangınlardan birinde Ümeyye Câmii de yandı. 1076’da Büyük Selçuklu Emîri Atsız tarafından zabt edilen Şam’da, hutbe yeniden Abbâsî halîfesi adına okundu. Atsız’dan sonra Sultan Melikşah’ın kardeşi Tutuş Şam emîri oldu. Tutuş’un oğlu Dokak’ın ölümünden sonra Atabeg Tuğtekin Şam’da Böriler Hânedânını kurdu. Şam bölgesinin bâzı kısımları Mirdasoğulları, Artukoğulları, Atabeglerden Aksunguroğulları gibi bâzı beylikler tarafından idâre edildi.

1154’te Halep Atabegi Nûreddîn Zengî’nin idâresine girdiği sırada büyük gelişme ve değişikliklere sahne oldu. On ikinci yüzyılda Haçlı orduları Şam’ı ele geçiremediler fakat çevresindeki ovayı defâlarca yakıp yıktılar. Şam, Eyyûbîler veMemlûkler döneminde de gelişti. Bir ara Moğol, istilâsına uğradıysa da kısa zamanda tekrar Memlûklere geçti. Memlûk sultanlarından Baybars, saltanatı sırasında uzun müddet Şam’da oturdu. Şehirde birçok câmi, medrese ve köşk yaptırdı. Şehrin surlarını tâmir ettirdi. Şam, Memlûklerin Kahire’den sonra ikinci büyük şehri oldu. 1400 senesinde Tîmûr Han Şam’ı ele geçirip ilim adamı ve zanaatkârları Semerkant’a götürdü.

Yavuz Sultan Selim Han 1516 senesinde Mercidabık’ta Memlûk Sultanı Kansu Gavri’yi mağlup edince bütün Şam bölgesiyle birlikte Şam (Dımaşk) şehri de Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlılar zamânında Şam’da pekçok câmi, medrese ve ticârî hayâtın canlanması için han ve kervansaray yaptırıldı. Suriye’nin Akdeniz kıyılarındaki limanlarının Avrupalıların ticâretine açılmasından sonra ticârî faaliyetler fazlalaştı. Mekke ve Medîne’ye giden hac yolu üstündeki en önemli menzillerden biri olması da Şam’a büyük kazançlar sağladı.

Şam 1832-1840 seneleri arasında Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşanın idâresine geçti. 1840’ta tekrar Osmanlı idâresine döndü. Bundan sonra Osmanlı Devletinin parçalanmasını ve yıkılmasını isteyen İngilizler ve diğer Hıristiyan devletlerin teşvik ve tahrikleriyle hareket eden gayri müslim (Müslüman olmayan) Osmanlı tebaasıyla Müslümanlar arasında birçok çatışmalara sahne olan Şam, Birinci Dünyâ Savaşı sırasında bir müddet 4. Ordu Kumandanı Cemal Paşanın karargâhı oldu. Şam Yıldırım Orduları grubunun, Nablus Meydan Savaşında uğradığı mağlûbiyetin arkasından Osmanlı hâkimiyetinden ayrıldı.

Mart 1920’de Suriye bağımsızlığını îlân etti ve Emir Faysal kral oldu. Şam ise Suriye’nin başşehri oldu. Nisan 1920’de İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan konferansta Fransa’ya Suriye ve Lübnan üzerinde manda hakkı tanındı. 25 Temmuz 1920’de Şam, Fransız kuvvetlerince işgal edildi. Ekim 1925’te meydana gelen büyük bir ayaklanma üzerine Fransızlar tarafından şehir bombalandı. 1941’de Şam Fransız kuvvetlerinin merkezi hâline geldi. Suriye 1946 yılında kesin olarak bağımsızlığını îlân edince, Şam şehri başşehir oldu.

Bugün Suriye’nin en kalabalık şehri olan Şam’ın nüfûsu her geçen gün hızla artmaktadır. Nüfûsun çoğunluğunu sünnî Müslümanlar teşkil eder. Şiîlerin azınlıkta bulunduğu Şam’da Hıristiyanlar ve Filistinliler de yaşamaktadır. Şam’ın yüzölçümü 18.032 km2 ve nüfusu yaklaşık 2.824.000 kadardır.

İslâm târihinde önemli ilim, irfan, kültür ve ticâret merkezlerinden olan Şam’daki Ümeyye Câmiinin içinde Yahyâ aleyhisselâmın başının bulunduğu türbe vardır. Ayrıca pekçok İslâm meşhurunun kabri Şam’da bulunmaktadır. Eshâb-ı kirâmdan Ebü’d-Derdâ, Bilâl-i Habeşî, Muâviye radıyallahü anhüm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînden pekçok kimse, devlet adamlarından Emevî Halifesi Ömer bin Abdülazîz, Atabeg Nûreddîn Zengî, Eyyûbî Sultanı Selâhaddîn Eyyûbî, Memlûk Sultanı Zâhir Baybars, Osmanlı sultanlarından Sultan Vahideddîn Hanın kabri buradadır.

Abdullah Herâtî, Abdülganî Nablüsî, Abdülkâdir Cezâyirî, Ali el-Harîrî, Ebû İdrîs el-Havrânî, Ebû Süleyman Dârânî, Huzeyfetü’l-Merâşî, Halîmî Çelebi, İbn-i Âbidîn, İbrâhim bin Edhem, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, Muhammed Bedahşî, MuhammedKudâme, Muhyiddîn-i Arâbî, Nablüsî, Nevevî, Seyyid Muhammed Murâdî, Şâkir Hamevî, Takıyyüddîn Hısnî, Tâvus bin Keysân, Zührî gibi pekçok İslâm âlimi ve evliyânın kabirleri de Şam’da bulunmaktadır.

İslâm mîmârisinin Şam’daki ilk eseri Ümeyye (Emeviyye) Câmiidir. Nûreddîn Zengî tarafından yaptırılan Maristan (Hastâne) ve Nûriye Medresesi,Dârü’l-Adl, Dârü’l-Hadis, Memlûk Sultanı Zâhir Baybars tarafından yaptırılan Zâhiriyye Medresesi, Osmanlı Pâdişâhı Kânûnî Sultan Süleyman’ın Mîmar Sinân’a inşâ ettirdiği Süleymâniye Câmii ve Tekkey-i Süleymâniye Külliyesi, Derviş Ali Paşa tarafından yaptırılan Dervişiyye Câmii, Sinân Paşa tarafından yaptırılan Sinâniye Câmii ve ticârî hayâtın canlandırılması için yaptırılmış olan hanlar ve kervansaraylardan bir kısmı bugün hâlen mevcuttur.

ŞAMANDIRA

Alm. Boje, Tonne (f), Fr. Bouée (f), flotteur (m), İng. Buoy, float. Suda yüzme kâbiliyeti olan içi boş cisimler. Kullanılma maksatlarına göre ağaçtan, plastikten, mantardan, demir ve saç levhalardan yapılırlar.

Şamandıraların en çok kullanıldığı saha denizciliktir. Limanlarda gemilerin bağlanması için, boğazlarda, nehirlerde ve sığ sularda emniyetli olarak geçiş yapılabilmesi için şamandıralardan istifâde edilir. Denizcilikte kullanılanlar demir ve çelikten silindirik veya davul şeklinde yapılır. Üst taraflarında gemilerin bağlanabilmesi için, altlarında da zincire bağlanabilmesi için tutucu tâbir edilen halkalar mevcuttur. Yükleme ve boşaltma işlemlerinin kesif olduğu bâzı limanlarda düzenli aralıklarla denize bırakılırlar.

Şamandıra kullanılması çok eskiden başlamıştır. 19. asra kadar değişik tip ve gâye için şamandıra yapılmıştır. On dokuzuncu asırdan îtibâren denizde kıyısı olan devletler tarafından şamandıralar hakkında bir sistem uygulanması için çeşitli fikirler ortaya atılmış nihâyet 1936’da Cenevre’de toplanan MilletlerCemiyetinde konu tekrar ele alınıp, tespit edilen hususlar bir kararla açıklanmıştır.

Denizcilikte kullanılan şamandıraların dışında özel maksatlar için de şamandıralar yapılmıştır. Bunlar şöyle sıralanabilir:

1. Can kurtaran şamandırası: Gemilerde denize insan düştüğü zaman el veya mekanik bir mekanizmayla denize atılırlar. Şamandırayı denize atma esnâsında, şamandırada bulunan fosfor kutusunun kapağı açılacağından geceleri fosforun suyla temâsından alev, gündüzleri de beyaz bir duman çıkararak şamandıranın yerini belli eder.

2. Petrol yükleme şamandırası: Boru konstrüksiyonu ile deniz yüzeyinde yükleme yapabilmek için açık denizlerde denizden petrol çıkarma yerlerinde kullanılır.

3. Balıkçılıkta kullanılan şamandıralar: Genelde, küçük saç, plastik ve mantardan yapılır. Oltacılıkta iğrenin belirli bir seviyede tutulması için küçük şamandıralar kullanılır. Çift kayıkla ağ atılırken, ağların lüzumlu yerlerinde küresel ve mantar şamandıralardan istifâde edilir.

4. Batık gemi şamandıraları: Bu şamandıralar deniz kazâsını belirlemek için yeşil boyalı, silindir veya küre şeklindedirler. Üzerine İngilizce gemi kazâsı anlamına gelen Wreck kelimesinin baş harfi “W” yazılır.

5. Askeriyede, eğitim sahalarında sarı renkte şamandıralar kullanılır.

6. Kanalizasyon bölgeleri ve kirli sahalar, üst yarısı sarı, alt yarısı siyah olan şamandıralarla belirlenir.

7. Fabrikalarda ve evlerde suyun emniyetli şekilde kullanılmasını sağlamak gayesiyle yine şamandıralar kullanılır.

8. Herhangi bir sebeple korunmaya alınmış olan mahaller sarı renk şamandıralarla belli edilirler.

ŞÂMÂNÎLİK (Şamanizm)

Alm. Schamanismus (m), Fr. Chamanisme (m), İng. Shamanism. Asya’da yayılan bozuk dinlerden birinin adı. Şâmânîler, ilâhî (semâvî) dinlerden hiçbirine inanmayan, yıldızlara, aya, güneşe, heykellere, cinne tapınan kimselerdir. Şâman, bu bozuk inancın en yüksek din adamıdır. Şamanizm inancı Orta ve Doğu Asya’da yaşayan kavimler arasında yayılmıştır.

İnsanlığın ikinci babası olarak kabul edilen Nûh aleyhisselâmın üçüncü oğlu Yâfes, yüzlerce torunlarıyla Asya’nın ortalarına yerleşti. Orada çoğalarak, doğu Asya’ya ve o zaman mevcut olan karayollarıyla Okyanus adalarına yayıldılar. Yâfes, evlâtları çoğalınca, onlara reis olmuştu. Bunların hepsi, dedeleri Nûh aleyhisselâmın gösterdiği gibiAllahü teâlâya ibâdet ediyordu. Yâfes, nehirden geçerken boğulunca, Türk ismindeki küçük oğlu, babasının yerini tuttu. Bunun evlâdı çoğalarak bunlara Türk denildi. Bu Türkler, ecdâdı gibi Müslüman, sabırlı, çalışkan insanlardı. Bunlar da, zamanla çoğalarak Asya’ya yayıldı.

Yâfes’in ölümünden nice yıllar sonra insanlar azmaya, Nûh aleyhisselâmın ve oğlu Yâfes’in dînini, nasîhatlarını unutarak iptidâî bir şekilde yaşamaya başladılar. Bunlardan Türklerin yurdu, Âsurîler tarafından işgâl edildi. Âsurîler güneşe, yıldızlara tapıyordu. Türklerin o zaman başlarına geçen bâzı hükümdarlar, semâvî dîni bozarak, onları puta taptırmaya alıştırdılar. Orta ve Doğu Asya’da yaşayan kavimler, yıldızlara, aya, güneşe, heykellere, cinne tapınmaya koyuldular. Bu sûretle Asya’da, birçok bozuk inançlar, sapık yollar ortaya çıktı.

Böyle uydurulan, meydana çıkan sapık yollardan biri de Şâmânîliktir. Avrupalıların Şamanizm dediği bu bozuk yol, vaktiyle doğu Asya’da putperestlerin uydurduğu bir inanç olup, bugün Sibirya’daki ve Okyanus adalarındaki vahşîler arasında yayılmış haldedir. Tapındıkları şeylerin en büyüğüne şeytan derler. Şâmân dedikleri papazları, bir at kuyruğu takar. Güyâ cinnî kovmak için boyunlarına bir davul asarlar. Bu davulu ara sıra çalarlar. Sihir, yâni büyücülük, burada kerâmet sayılır. Şamanizm de, Brehmen ve Buda dinleri gibi, peygamberlerin getirdiği hak dinlerin, asırlar boyunca câhiller, zâlimler tarafından bozulması, değiştirilmesiyle meydana gelmiştir.

Mîlâdî 610 yıllarında, Mekke-i mükerremeden yeryüzüne doğan İslâm güneşi, ilmî, ahlâkî ve her türlü fazîlet ışıklarını dünyâya saçınca, Romalıların, Asyaya kadar yayılan sefâhat ve ahlâksızlıkları ve Asya’yı, Afrika’yı kaplamış olan inançsızlık, câhillik ve vahşet altında yetişmiş diktatörler, sömürdükleri insanların İslâmiyeti işitmelerine, anlamalarına mâni oldular. Bu engeller kılıç gücüyle ortadan kaldırıldı. Türk hâkanları, asâletleri ve uyanık olmaları sebebiyle İslâmiyetin yayılmasına mâni olmadılar. Mîlâdî 9. asır ortalarında Müslümanlığı kabul eden Türkler, daha önce bâtıl, bozuk inançlarını hemen terk ettiler. Türkün asâletiyle İslâmiyetin şerefi bir araya gelerek, nice asırlar, İslâm nûrunun dünyâya yayılmasında büyük hizmetler gördüler. İslâmiyetle şereflenemeyen bâzı Türk boyları, meselâ bunlardan bugün Sibirya’da yaşayan Yâkutlar, hâlâ puta tapmaktadır. Hattâ, Orta Asya’dan büyük göçlerle batıya giden ve Avrupa’da yerleşen Türk boylarından Bulgarlar, Macarlar vs. Hıristiyanlaşarak Türklüklerini de kaybetmişlerdir.

ŞAMDAN

Alm. Leuchter, Kerzenhalter (m), Fr. Chandelier (m), İng. Candlestick. İçine mum dikmek için özel olarak yapılan kab. Mumun aydınlatma aracı olarak kullanıldığı yüzyıllarda şamdanların çeşitli tipleri yapılmıştır. Boyları farklı, yapıldığı mâdenler çeşitlidir. Toprak, fayans, demir, bakır, pirinç ve gümüşten ince işçiliği olan pekçok şamdan örnekleri vardır. Petrolün aydınlatmada kullanılmasıyla şamdanın önemi kalmamış; müze, ibâdethâne, türbe, antikacı dükkanlarında târihî değeri olan eşyâ hâline gelmiştir.

Şamdanların kullanılacak maksatlara ve yerlere göre şekilleri farklı olurdu. Elle taşınabilenlere el şamdanı, duvara asılabilenlere duvar şamdanı bir iki metre boyunda olan özellikle câmilerde kullanılanlara Türk şamdanı denirdi. Câmilerde mihrabın iki yanına konan Türk şamdanları çok zarif motiflerle süslenirdi.

Şamdan, mumun dikildiği bir disk, diskin oturduğu bir kol, bunları ayakta tutmaya yarıyan bir dayanaktan meydana gelmiştir. Mum, sonuna kadar yanması ve eriyen yağın kolayca temizlenmesi için şamdan hokkasının içine konur. Bu seyyar bir parça olup diske oturtulur. Şamdanı söndürmek için küçük şamdan külahı kullanılır. Şamdanın üzerine konduğu meşinden altlığa şamdan sofrası denir.

ŞÂNİZÂDE ATÂULLAH EFENDİ

On dokuzuncu asırda yetişen, müderris ve yazarlardan. İstanbul’da doğdu. Doğum târihi belli değildir. Asıl adı Mehmed Atâullah’tır. Babası Şânizâde Hacı Mehmed Efendidir.

Nerede ve kimlerden öğrenim gördüğü bilinmeyen Atâullah Efendi, medrese tahsilini tamamladıktan sonra, 1765’te müderrislik pâyesi aldı. Ordu kâdısı olan babasının yanında uzun süre çalıştı. İstanbul’a döndükten sonra Eyüp kâdılığına tâyin edildi (1816). 1819’da Mütercim Âsım’ın ölümüyle başlayan vak’anüvislik makâmına getirildi. Bektâşi olduğu ileri sürülerek vak’anüvislikten azledildi ve Tire’ye sürüldü. İki ay sonra affedildiyse de müjde getiren habercinin ölüm fermanı getirdiğini sanarak korkudan öldü (1826).

Atâullah Efendi; Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca, Lâtince ve Rumcayı bilirdi. Tıp alanındaki çalışmaları ve eserleriyle meşhur oldu. Şânizâde; hekim, mühendis, astronom matematikçi, târihçi, ressam ve mûsikişinas bir sanat adamıydı. Şâirlik konusunda iddialı olmamakla birlikte, devrin aydınları gibi o da şiirler yazmıştır. Şiirlerinin toplandığı Dîvân’ı basılmıştır.

Şânizâde Atâullah Efendinin diğer eserlerinden bazıları şunlardır: 1) Târih-i Osmanî (4 cild), 2) Miyâr-ül-Etibba (tercüme, tıp kitabı), 3) Mir’at-ül-Ebdân (astronomiyle ilgilidir), 4) Kavânin-i Cerrâhin (cerrahlıkla ilgili bir eserdir).