SÜLEYMAN PAŞAZÂDE SÂMİ BEY
Osmanlı eğitim ve edebiyatçısı. 1866 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Müşir Süleyman Hüsni Paşadır. Sâmi Bey, 1889’da Mekteb-i Mülkiyye-i Şâhâneyi bitirip, Bursa ve Bağdat idâdi (lise) müdürlüğünde bulundu. Bursa ve Cezâir-i Bahr-i Sefîd eyâletleri Maârif Müdürlüğü yaptı.
Sâmi Bey, Meşrûtiyetten sonra, İstanbul Maârif Müdürlüğü ve Maârif Nezâretinde de ilk ve son yüksek tedrisât müdürlüğü vazifelerinde bulundu. Bu vazifelerinden sonra, Dârülfünûn (İstanbul Üniversitesi) rektörlüğü, telif ve tercüme üyeliği de yapan Sâmi Bey, 49 yaşında öldü (1915). Mezarı Eyüp’tedir.
Servet-i fünûnculardan olan Sâmi Bey, doğu ve batı kültürü alarak yetişti ve ilk şiirini 1883’te yayınladı. Şiirlerinde Süleyman Nesip adını kullanırdı.
Osmanlıların atası, Türk büyüklerinden olup, Oğuzların Kayı boyundandır. Doğum yeri, târihi ve âilesi hakkında kaynaklarda geniş bilgiye rastlanmamıştır.
On ikinci yüzyılın sonlarında Türkistan’da doğdu. Kabîle reisi oldu. Moğol Cengiz Hanın Orta Asya’daki istilâsına karşı on üçüncü yüzyılda Türkistan’dan batıya hicret etti. Türkistan’dan elli bin kişiyle batıya geçip, 1224’te Erzincan ve Ahlat taraflarına yerleşti. Cengiz Han, 1227’de ölünce, kabîlesiyle tekrar dönmeye hazırlandı. Fırat Vâdisini tâkip etmekteyken Ca’ber Kalesi yanında atını yüzdürerek nehri geçerken boğuldu. Fırat kenarına defnolunup, buraya Türk Mezarı denildi. Süleymân Şahın mezarı, Osmanlı Devleti yıkılınca, Türkiye hudutları dışında kalıp, Suriye’ye bırakıldı. Ca’ber’deki mezarında Türk bayrağı dalgalanıp, Türk askeri beklemektedir.
Süleymân Şahın hicretten sonra Sungur Tigin, Gündoğu, Dündar ve Ertuğrul adında dört oğlu kaldı. Sungur Tigin ve Gündoğdu kabîleleriyle yurtlarına döndü. Dündar ve Ertuğrul dört yüz çadır âile efrâdıyla Sürmeli Çukur’da birleşti. Sürmeli Çukur’da Moğollarla muhârebe eden Anadolu Selçuklu Sultanı Alâeddîn Keykubâd’ın kuvvetlerinin az olduğunu gören Ertuğrul Gâzi, ona yardım etti. Alâeddîn Keykubâd, Ertuğrul Gâziyi mükâfatlandırıp, Domaniç Yaylasını yazlık, Söğüt Ovasını da kışlık olarak verdi. Süleymân Şahın oğlu Ertuğrul Gâzi, Söğüt ve Domaniç’e yerleşip, torunu Osman Gâzi de Osmanlı Hânedânını ve üç kıta ve yedi denize altı yüz yıldan fazla hâkim smanlı Devletini kurdu.
Bâzı târihî kaynaklarda ise Ertuğrul Gâzinin babasının adı Gündüz Alp olarak zikredilmektedir. Bu durumda Ertuğrul Gâzinin babası olarak gösterilen Süleymân Şahın Türkiye Selçuklu Devletinin kurucusu Kutalmışoğlu Süleymân Şahla karıştırılmış olabileceği tahmin olunmaktadır.
Osmanlı yükseliş devrinin muhteşem eseri. Bir külliye şeklinde inşâ edilen bu eser, Kânûnî Sultan Süleymân Hanın emriyle, Mîmar Sinân tarafından 1550-1557 yılları arasında inşâsına Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin duâsı ve câminin temeline ilk taşı koymasıyla başlandı. Külliyede; câmiden başka, medrese, mektep, dârülhadîs, dârüşşifâ, imâret, tabhâne, bîmârhâne, kervansaray, tıp mektebi, hamam, oda ve dükkânlarla Kânûnî Sultan Süleymân Han ve Hürrem Sultan türbeleri de vardır.
Mîmar Sinân’ın kalfalık eserim diye nitelendirdiği büyük bir külliyenin kısa sürede yapılması, zamânına göre, büyük bir başarıdır. Câmi 16 Ağustos 1557’de Kânûnî Sultan Süleymân Han ve bütün devlet ricâlinin hazır bulunduğu bir merâsimle, Mîmar Sinân tarafından ibâdete açılmıştır.
Süleymâniye külliyesinin bulunduğu yer, İstanbul’a hâkim bir noktadadır. Avlusuyla birlikte dikdörtgen şeklinde olan câminin harem kısmı 68x63 m ölçüsündedir. 26,50 m kutrunda ve 53 m yükseklikte olan düz pandantifli kubbe, dört kalın kemer üzerinde oturmakta ve kâidesinde yuvarlak kemerli otuz iki pencere bulunmaktadır. Sütunlardan biri Topkapı Sarayından, biri Kıztaşı’ndan, biri İskenderiye ve diğeri Baalbek’ten getirtilmiştir. Mihrap ve cümle kapısı tarafında iki yarım kubbe bulunmaktadır. Yanlarda, ayaklar arasında mukarnas başlıklı ikişer mermer sütuna dayanan üç sivri kemerli galeri uzanır. Câmi, 138 pencereden ışık alır. Câminin akustik ve havalandırma düzeni bir mîmârî şâheseridir. Mihrâbda Kur’ân-ı kerîm okuyan bir kimsenin sesi, hiçbir yükselticiye, hoparlöre ihtiyâç duymadan câminin en uzak noktasındaki kimsenin kulağına aynı tonda ulaşabilmektedir.
Câminin dört minâresinden ikisi, iç avlunun kuzey cephesinin iki köşesinde olup, ikişer şerefelidir. Diğer ikisi ise üç şerefeli olup, arka cephenin köşelerinde yer alır. Câminin dış görünüşü her yönden bakıldığında bir âhenk örneğidir. Yarım kubbeler, ağırlık kuleleri, köşelerdeki küçük kubbeler, büyük kubbenin baskısını hafifletecek şekilde, çok ince hesaplarla yapılmıştır. Câmi, estetik, çizgilerindeki güzellik ve tenâsüp bakımından şâheserdir.
Kubbeyi tutan ayakların alt taraflarında birer oyuk hücre açılarak, ayakların hâsıl edeceği ağırlık ortadan kaldırılmış, yeknesaklık da bertaraf edilmiştir. Böylece câminin iç ve dış âhengi nesillere örnek olacak şekilde denkleştirilmiştir. Minârelerdeki on şerefe, Kânûnî’nin onuncu sultan olduğuna işârettir. Üç şerefeli olanlar 63,80 m yüksekliktedir. Câminin mermer işleri, yazıları, çinileri, fildişi ve sedef kakmaları devrin en iyi örneklerini teşkil eder. Câminin yazıları Karahisârî Ahmed Efendi ve talebesi Hasan Çelebi’ye âittir.
Mer’a kapısı, eski saray kapısı, mektep kapısı, çarşı kapısı, hekimbaşı kapısı, imâret kapısı, kubbe kapısı, tabhâne kapısı, ağa kapısı ve harem kapısı adıyla 11 tâne kapısı vardır. Dikdörtgen bir plânda olan iç avlunun biri merkezde, diğerleri yanlarda üç kapısı vardır. Merkezdeki kapının iki yanında üçer sırada 12 pencere ve odalar iç avlunun ortasında dikdörtgen şeklinde mermer bir şadırvan bulunmaktadır. Avlunun zemini mermer döşelidir ve etrâfını 28 kubbeli bir revak çevirmektedir.
Köşede bulunan Tıp Medresesi, günümüzde tâmir edilerek, dispanser; bîmârhâne ise kız Kur’ân kursu olarak kullanılmaktadır. Câminin kuzey cephesindeki imâret bir müddet Türk ve İslâm eserleri Müzesi olarak kullanılmış, daha sonra Türk Dünyâsı Araştırmaları Vakfına geçerek Darü’z-ziyâfe adıyla Osmanlı yemeklerinin tanıtım ve ikrâmına tahsis edilmiştir.
Câminin mihrâbı önünde bulunan sâhada Kânûnî Sultan Süleymân Hanın türbesi vardır. Türbe sekiz köşeli bir plân üzerine etrafı revaklı olup, 28 sütuna dayanmaktadır. Türbenin iki duvarı nefis çinilerle süslenmiş, giriş kapısının üzerine de Hacerü’l-Esved’den bir parça konulmuştur. Kânûnî Sultan Süleymân Hanın yanına kızı Mihrimâh Sultan, İkinci Süleymân ve kardeşi İkinci Ahmed ile Dilâşup Sâlihâ Sultan ve kızı Ayşe Sultan defnedilmiştir. Kânûnî Sultan Süleyman Türbesinin karşısında bulunan Hurrem Sultan türbesinde, Hurrem Sultanla İkinci Selim’in şehzâdesi Sultan Mehmed ve İkinci Ahmed’in kızı Hatice Sultan medfundur. Külliyenin sol tarafında, köşede ufak bir sebil ve mütevazi bir türbe vardır. Bu türbede ünlü şaheserin, büyük sanatkârı Mîmar Sinân yatmaktadır.
İstanbul Süleymâniye Câmii Külliyesinin bir bölümünde yer alan yazma ve basma eserler araştırma ve ihtisas kütüphânesi.
Süleymâniye Câmii Külliyesinin, Evvel ve Sânî medreseleriyle Sıbyan Mektebi olarak yapılmış binâlarda yer alır. Sânî Medresesi 1918’den bu yana, Evvel Medresesi ve Sıbyan Mektebi ise 1957’den îtibâren kütüphâne olarak kullanılmaya başlanmıştır. Sıbyan Mektebinde Süleymâniye Çocuk Kütüphânesi hizmet vermektedir.
16. yüzyıl mîmârîsinin güzel örneklerini üzerinde taşıyan Süleymâniye Külliyesinin bir bölümü olan Süleymâniye Kütüphânesi; uzun yıllar devrinin öğretim müessesesi olarak kültürümüze hizmet etmiştir. Günümüzde de bünyesinde bulunan kıymetli yazma ve basma eserleriyle ülke ve dünyâ çapında kültür hizmeti vermektedir.
Süleymâniye Kütüphânesi, Türkiye’nin en büyük yazma eserler merkezi olduğu gibi, dünyâda da İslâmî yazmalar bakımından en önemli koleksiyonlardan birisidir. Bu önemi, Osmanlı sarayında toplanmış olan pâdişâh nüshalarından gelmektedir. 1918 senesinde pâdişâhların, vâlide sultanların, bilim ve din adamlarının değerli vakıf kitap koleksiyonlarıyla, tekkelerden, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki kütüphânelerinden getirilen koleksiyonlar, kuruldukları zamanki ad ve demirbaş numaralarıyla Süleymâniye Kütüphânesinde toplanmaya başlandı. Süleymâniye Koleksiyonunu teşkil eden eserler arasında Fâtih Sultan Mehmed Han, İkinci Bâyezîd Han, Birinci Mahmûd Han, Birinci Abdülhamîd Han, Birinci AhmedHan gibi büyük devlet adamlarına âit olanları vardır. Bugün kütüphânede 117 koleksiyon bulunmaktadır. Süleymâniye’ye bağlı kütüphânelerle birlikte el yazma eserlerin sayısı 125.000, basma eserlerin sayısı ise 50.000’e ulaşmıştır. Ünik (tek) nüsha da denilen eski târihî eserler, müellif hattı yazmalar ve sanat değeri taşıyan hat, minyatür ve ciltler özel olarak korunmakta, araştırmacılar bunların mikrofilmlerinden faydalanmaktadırlar.
Kütüphânede 50-70 kişilik bir okuma salonuyla A. Süheyl Ünver Arşivinin bulunduğu bir küçük okuma salonuyla bir sergi salonu bulunmaktadır. Biri mikrofilm ve fotokopi, diğeri cilt ve patoloji olmak üzere iki özel servisi vardır. 1950 senesinde açılan mikrofilm servisinde değerli ve tek nüsha eserlerle, yıpranmaya başlayan eserlerin mikrofilmi alınır. Bu servisin diğer ülkelerle yapılan alışverişler sâyesinde hızla zenginleşen arşivinde 3700 civârında nâdir yazma eserin mikrofilmiyle 350 eski eserin fotoğraf baskısı bulunmaktadır (1994).
Kütüphânenin cilt ve patoloji servisi 1962 senesinde kurulmuştur. Dünyâca meşhur olan patoloji servisi bir kitap hastânesidir. Kitap cildi ve tâmiri konusunda uzmanlaşmış kişilerin hizmet verdiği cilt ve patoloji servisinde tâmire muhtaç, özellikle çeşitli kitap kurtları tarafından dantel hâline getirilen, rutûbet dâhil çeşitli tabiat ve diğer faktörlerin etkisiyle dağılmış, kırılmış, yırtılmış, kirlenmiş, solmaya yüz tutmuş eserlerin yaprakları büyük bir îtinâyla tâmir edilmektedir. Daha sonra bu kitaplar ciltlenmek üzere tâmir servisine gönderilmektedir.
Türkiye’deki yazma eserlerin katoloğunu hazırlamakta olan Türkiye Yazmaları Toplu Katoloğu (TÜYATOK) Merkezinin İstanbul bürosu 1979’dan îtibâren Süleymâniye Kütüphânesinde çalışmaya başlamıştır.
Süleymâniye Kütüphânesine bağlı çeşitli semtlerde yazma eserler bakımından zengin kütüphâneler de vardır. Bunlar; Âtıf Efendi, Hacı Selim Ağa, Köprülü, Nûruosmâniye ve Râgıb Paşa kütüphâneleridir.
Alm. Sulfamiksäure, Fr. Sulfamique, İng. Sulfamic.Sülfamik, sülfaminik, amido sülfonik, pirosülfamik asit olarak da adlandırılan, NH2SO3H formülünde, kararlı bir asit. Renksiz, kokusuz ve uçucu olmayan kristaller hâlindedir. 205°C’de erir ve 209°C’de bozulmaya başlar. Sulu çözeltilerde iyonize olur. Kuvvetli bir asit olup, kuvvetliliği hidroklorik asit ve nitrik asidinkiyle mukâyese edilebilir derecededir. Ticârî olarak ürenin, kükürtrioksit ve sülfürik asitle muâmelesinden elde edilmektedir.
NH2 CONH2+SO3+H2SO4Æ2NH2SO3H+CO2
Sülfamik asit, metal temizleyicilerde ve deterjanların üretiminde kullanılmaktadır. Kimyâsal analizlerde asiditeyi ölçmek için mükemmel bir primer (birincil) standarttır. Sülfamik asit tuzları sülfamatlar olarak adlandırılır. Bunlar yanmaz kâğıt îmâlâtında haşere ödürücülerde, elektrolitik kaplama banyolarında ve sakkarin gibi sun’î tatlılaştırıcılarda kullanılırlar.
(Bkz. Sülfamit)
(Bkz. Sülfürik Asit)
(Bkz. Kâğıt)
(Bkz. Sülfonik Asit)
Alm. Sulfonamid (n), Fr. Sulfamide (m), İng. Sulphonamide. Bilhassa bakteri enfeksiyonlarında kullanılan sülfa ilâçlarının ortak adı. Sülfonamit olarak da bilinirler. Sülfamitlerin antibiyotiklerden başlıca farkı, bakterileri öldürmeyip sâdece büyüme ve çoğalmalarını engellemesidir. Sülfamitler bakterilerin üremesini, üremeleri için gerekli olan paraamino benzoik asidin (PABA) yerine geçerek durdurur. İnsan hücreleri çoğalmak için PABA’i kullanmadıklarından sülfamitler insan hücrelerine zarar vermez. Sülfamitlerin çoğunda temel yapıyı oluşturan bileşik sülfanilamittir. Sülfanilamitler sâdece veterinerlikte kullanılır.
Sülfamitler, penisilin ve diğer antibiyotiklerin geliştirilmesine kadar bakteri enfeksiyonlarının tedâvisinde yaygın olarak kullanılırdı. Ancak sülfamitlere dirençli bakterilerin ortaya çıkması, toksikve başka yan tesirlerinin görülmesi sebebiyle günümüzde daha ziyâde veterinerlikte kullanılmakta, tıpta KBB- barsak ve basit idrar yolu enfeksiyonlarında, faydalı olmaktadır.
Hamile ve emzikli kadınların kullanması mahzurludur. Doğuma yakın günlerde ve doğum sonrasında anneye ayrıca birkaç haftalık bebeklere verilince şiddetli sarılık ve hattâ ölüme yol açabilir.
Yan tesirleri arasında başlıca allerjik deri döküntüleri, kaşıntı ve ateş sayılabilir. Bulantı, kusma, başağrısı, halsizlik, rûhî sıkıntı, karın ağrısı, eklem ağrıları ve ışığa aşırı hassâsiyet sık görülen diğer yan tesirleridir. Nâdir olarak da karaciğer bozuklukları, sarılık, anemi (kansızlık), çeşitli kan bozuklukları, morarma, rûhî bozukluklar, böbrek bozuklukları da görülebilir.
Alm. Sulfanilsäure, Fr. Acide Sulfonique, İng. Sulfonic acid. Genel formülleri RSO3H olan kükürtlü organik asitlerin genel adı. Sülfonik asitler organik maddelerin sentezlerinde yaygın olarak kullanılır. Sülfonik asitlerin tuzları ise fenol bileşiklerinin, deterjanların, iyon değiştiricilerin, çeşitli boyaların ve sülfonamitli ilâçların bir bileşenidir. Aromatik sülfonik asitler kimyâsal madde sentezlerinde başlangıç maddesi veya ara madde olarak kullanılır.
Organik halojen bileşiklerinin veya aromatik hidrokarbonların inorganik sülfit veya kükürt trioksit gibi bileşiklerle tepkimesine sülfonlama denir. Bu işlemle elde edilen bileşiklere de sülfon bileşikleri adı verilir.
(Bkz. Sülfonik Asit)
Alm. Schwefelsäure (f), Fr. Acide (m), sulfurique, İng. Sulphuric acid. Sanâyide önemi büyük, kuvvetli bir mineral asit (H2SO4). Yağ kıvamında renksiz bir sıvıdır. Zac yağı veya zac asidi olarak da bilinir. Saf asidin yoğunluğu 25°C’de 1,834’tür. 10,5°C’de donar, 315-318°C aralığında kaynar. Suyla her oranda karışır. Karışma esnâsında büyük bir ısı açığa çıkar. Tehlikeli sıçramalar olabileceğinden asit seyreltileceği zaman suyu aside değil, asidi suya ilâve etmelidir. Tehlikeli bir madde olup, vücûdun bir yerine temas ettiği zaman, ânında orayı birkaç dakika bol miktarda suyla yıkayıp, sonra yanık tedâvisi yapmalıdır.
Üretimi: Sülfürik asit iki ticârî metodla üretilmektedir. Kontakt usûlü ve kurşun odalar usûlü. Kontakt projesinde sülfürlerin (başlıca pirit, FeS2) havada yakılmasıyla kükürtdioksit (SO2) elde edilir. Bu da platinli amyant gibi katalizörler mevcudiyetinde oksijenle reaksiyona sokularak kükürt triokside (SO3) dönüştürülür. Kükürt trioksidin suyla reaksiyonundan da sülfürik asit elde edilir. Kurşun odalar usûlünde kükürt dioksit, su mevcudiyetinde nitrik asitle yükseltgenir. Reaksiyon geniş kurşun odalarda gerçekleştirilir.
Ticârî asit destilasyonla (damıtma) % 98,3’lüğe derişiklendirilir. Saf sülfürik asit ise fraksiyonlu kristallendirmeyle elde edilir.
Kullanılışı: Suyla çeşitli hidratlar verir. Monohidrat sülfürik asit (H2SO4H2O) nisbeten kararlıdır. Dolayısıyla derişik sülfürik asit, etkin bir kurutma vâsıtasıdır. Havanın nemini ve hatta şeker ve nişasta gibi bileşiklerin suyunu alır.
Derişik asit kuvvetli bir yükseltgeme vâsıtasıdır. Burada bir oksijen atomu kaybederek sülfüroz aside (H2SO3) indirgenir. Sülfüroz asit de kükürtdioksit ve suya ayrışır.
Derişik sülfürik asit sıcakta, çoğu metallerle SO2 verecek şekilde reaksiyona girer:
2Ag+2H2SO4ÆAg2SO4+SO2+2H2O
Altın, reaksiyona en zor girenidir. Derişik sülfürik asit, kaynama noktası düşük olan diğer asitlerin tuzlarını bozar.
H2SO4 + NaClÆHCl+ NaHSO4
Bu özelliğinden dolayı diğer asitlerin üretiminde geniş çapta kullanılmaktadır.
Sülfürik asit üretimi diğer kimyâsal maddelerinkinden hayli fazladır. Hattâ bir ülkenin, sülfürik asit üretimi kimyâ endüstrisindeki seviyesini gösterir. Hemen hemen her endüstri sahasında kullanılmaktadır. Süperfosfat gübreler, sülfatlar, selofan, rayon, deterjanlar, hidroklorik asit, nitrik asit, hidrojen florür, borik asit, boyalar, boyar maddeler, patlayıcı maddeler, sülfone edilmiş hidro karbonlar, kauçuk, alkoller, böcek öldürücüler sülfürik asidin başlıca kullanım sahalarıdır. Ayrıca petrol rafinasyonunda, akülerde ve cevher yıkamalarında büyük ölçüde kullanılır.
Alm. Mennige (f), Minium (n), Fr. Minium, rouge de plomb (m), İng. Red lead. Kimyevî formülü Pb3O4 olan ve çok kullanılan bir kırmızı pigment. Çok eski târihlerden beri bilinen sülgene minyum da denir. Sağlam ve örtme gücü yüksek bir boyadır. Sülgen suda çözünmez. Seyreltik aset asidinde az çözünür. Diğer asitlerde tuz vererek çözünür. 550°C’ye kadar ısıtılırsa oksijen salar. Her ne kadar sülgenin formülü Pb3O4 (PbO22PbO) ise de, piyasada bulunanların formülü PbO22PbO ile PbO25PbO arasında değişmektedir. Şüphesiz en güzel rengi veren PbO22PbO formülüne yakın olanlardır. Kırmızı balmumuna kırmızı rengi veren de sülgendir. Sülgenin en büyük mahsuru bir kurşun bileşiği olmasıdır. Çünkü kurşun bileşikleri zehirleyicidir. Sülgen, hidrojen sülfür etkisiyle kararır. Bâzı özel camların îmâlinde, seramik endüstrisinde, sır ve mine yapımında da kullanılır.
Elde edilmesi: Kurşun eritilmeden oksitlenerek toz hâlinde kurşun-2-oksit (PbO) elde edilir. Meydana gelen PbO hemen ortamdan alınarak, oksidasyonun daha ileri gitmesi önlenir. Elde edilen ve saflaştırılan PbO, 550°C (En uygun sıcaklık 470°C’dir.) altında bir sıcaklıkta 30 saat havada bırakılırsa Pb3O4 elde edilir.
Diğer bir metod ise üstübecin kavrulmasıdır. Bu gün revaçta olan ve yüksek kalite ürün elde edilebilen bir yoldur. Üçüncü bir yol da sodyum nitrit üretiminde elde edilen PbO’in kullanılmasıdır. Sodyum nitrat kurşunla ısıtılırsa sodyum nitrit ve yan ürün olarak da PbO elde edilir. Bu yan üründen de yukarıda olduğu gibi sülgen üretilir.
Alm. Egel (m. pl.), Fr. Sangsue, İng. Leech. Familyası: Sülükgiller (Hirudinidae). Yaşadığı yerler: Tatlı sularda, denizlerde ve rutûbetli topraklarda. Özellikleri: Kan emen halkalı solucanlar. Yassı vücutlarının her iki ucunda birer çekmen bulunur. Uzun süre açlığa dayanır. Çoğunun boyu 10-20 cm kadardır. Ömrü: 20-27 yıl. Çeşitleri: 250’den fazla türü vardır. Tıp sülüğü (Hirudo medicinalis) iyi bilinir.
Vücutları 34 halkadan meydana gelmiş kan emen halkalı kurtların genel adı. Gövdelerinin üzeri ince bir kutikula ile örtülüdür. Vücutlarında kıl bulunmaz. Her iki uçta tutunmaya ve yer değiştirmeye yarayan birer vantuz (çekmen) bulunur. Arka çekmen daha büyüktür. Sularda yılankavi hareketlerle yüzer, vantuzlarıyla da tırtıl gibi, adım atarak yer değiştirirler. Dış derileri fazla kıvrımlı olduğundan çok halkalı görülürler. Genellikle koyu, yeşilimtrak renklidirler.
Üç yüze yakın çeşidi bilinmektedir. Bunlardan ancak birkaç tânesi etçil olup, küçük kurt, salyangoz ve böcek larvalarıyla geçinirler. Çoğunluk ise kaplumbağaların, balıkların ve memelilerin dış derilerine yapışarak kan emerler. Bir defâda ağrılığının 8 katı kan emebilirler. Kan emmiş bir sülük bir yıla yakın açlığa dayanabilir. Bâzı türlerin ağızlarında küçük keskin dişler bulunur. Bir canlıya yapıştığı zaman tükrüğünde bulunan pıhtılaştırmayı önleyici bir madde salgılar. Bu maddeyle kanın vücûdunun içinde de sıvı kalmasını sağlar. Emilen kan kursakta birikir ve sülük şişer. Kursak vücûdun büyük bir kısmını meydana getirir. Kan emen bir sülük 20 dakika içinde şişer. Vücuttan ayrıldıktan sonra bile, bir müddet yaradan kan sızmaya devam eder. Sülüklerin kursağında sindirimi kolaylaştıran bakteriler bulunur. Bu bakterileri ağızlarından çıkardıkları iplikçiklerle yavrularının kursaklarına aktarırlar.
Hermofrodittirler. Hem erkeklik hem dişilik özelliği gösterirler. Solucanlar gibi birbirine yapışarak eşleşirler. Döllenmiş yumurtalar bir kese (kokon) içinde sudaki zeminlere yapıştırılır. Top sülüğüyse yumurtalarını nemli toprakların içine bırakır. Yumurtalardan ergine benzer küçük yavrular çıkar. Genç bir sülük evvela böcek, sonra kurbağa, en sonra bir sıcak kanlı hayvanın kanını emerek erginleşir. Bu olay 3 yıl içinde gerçekleşir. 27 yıl yaşayan sülükler vardır. Çoğunun boyu 10-20 cm arasında olmakla berâber, 75 cm boyunda olanları da vardır.
Derileriyle solunum yaparlar. Çok azında solungaçlara rastlanır. Tıp sülüğünde 5 çift göz bulunur.
Çoğu ışıktan kaçtıklarından taşların, yaprakların ve dalların altında bulunurlar. Derilerinin çeşitli kısımlarında sıcaklığa, kimyâsal uyarılara ve dokunuşlara hassas algılayıcılar bulunur. Karada yaşayanlar, nemli ağaç yapraklarına yapışarak altlarından bir hayvanın geçmesini beklerler. Tropikal bölgelerdeki bâzı türler vahşi ve evcil hayvanların burunlarına girerler. At sülüğü bunlardandır. Bâzı sülüklerse, birçok hayvan hastalıklarının mikrop taşıyıcılığını yaparlar.
Sülükler, özellikle tıbbî sülükler vücuttaki fazla kanı dışarıya çıkarmak için kullanılmışlardır. On dokuzuncu yüzyılda Fransa’da hastalıkların çoğu sülükle tedâvi edilmekteydi. Bu iş için özel çiftliklerde binlerce sülük yetiştirilirdi. Yapıştığı yerden koparılması hatâlıdır. Yanan bir kibrit etrafında gezdirilir veya sırtına sönmüş sıcak kibrit çöpü bastırılırsa kendiliğinden düşer. İnsanın ağzına kaçarsa tuzlu veya sirkeli su içilmelidir.
Alm. Fasan (m), Fr. Faisan (m), İng. Pheasant. Familyası: Sülüngiller (Phasianidae). Yaşadığı yerler: Dağlarda en sık çalılıklar arasında. Özelikleri: Tombul vücutlu, yuvarlak kanatlı. Çoğunlukla yerde gezen kuşlar. Eti makbuldür. Çeşitleri: Elliye yakın türü vardır. Âdi sülün, gümüş sülün, altın sülün, halkalı sülün, Japon sülünü meşhurdur.
Sülüngiller âilesinden, dağlık alanlarda, orman kenarlarında, sık çalılıklar arasında yaşayan eti makbul ve avlanması zevkli bir kuş. Erkekleri çok süslü olup, çoğunlukla başlarında renkli ibikler ve sorguç şeklinde tüyler bulunur. Yanaklarında ve gözlerinin çevresinde tüysüz uzun et parçaları vardır. Gümüş sülünde bu kısım kırmızıdır. Uzun kuyrukları yere doğru yayılır.
Sülünler dünyânın en süslü kuşlarındandır. Tüyleri çeşitli mâdenî parıltılı renkli olur. Dişiler daha soluk renkli ve kısa kuyrukludur. Dişiler, yerde çalılıklar, ot ve yaprak kümeleri arasında eştikleri yuvalarda veya yosunlar üzerinde 8-15 yumurta yumurtlarlar. Erkekler çok eşlidir. Ayaklarında keskin ve güçlü mahmuzlar vardır. Ayak ve gagaları güçlü olup, çoğunlukla yerde gezinerek toprağı eşerek tohum, kurtçuk ve böcek ararlar. Tehlike ânında gürültülü şekilde havalanarak kısa mesâfeler arasında hızla uçar veya koşarak çalılıklar arasında gizlenirler. Tilki, sırtlan ve insan tabiî düşmanlarıdır. Kirpi ve fâreler de yumurtalarına musallat olurlar. Erkeklerin çoğu 80 cm boyundadır. Bâzılarının iki metreye varan kuyrukları vardır. Kuluçka süresi 25-26 gündür.
Sülünün anavatanı Asya’dır. Avrupa’ya Büyük İskender tarafından getirilmiştir. Kafeslerde ve çiftliklerde evcil olarak da beslenir. Eski Mısır ve Romalılar zamânında zenginlerin sofralarında kıymetli bir et çeşidiydi. Âdi sülün, gümüş sülün, altın sülün, Japon sülünü, Malaya sülünü en çok bilinen türleridir. Yurdumuzun fundalık bölgelerinde âdi sülüne (P. colchicus) bol miktarda rastlanmaktadır.
SÜMBÜL (Hyacinthus orientalis)
Alm. Hyazinthe (f), Fr. Jacinthe (f), İng. Hyacinth. Familyası: Zambakgiller (Liliaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney, Güneydoğu ve Doğu Anadolu.
15-30 cm boylarında, açık veya koyu mavimsi renklerde, hoş kokulu çiçekler açan, çok yıllık, soğanlı ve otsu bir bitki. Çiçekler gövde üzerinde, kısa saplı olup, 5-15 kadarı bir salkım durumu yaparlar. Bahçe ve süs bitkisi olarak yetiştirilmektedir.
Osmanlılar döneminde, lâle gibi yetiştirilen, kıymetli bir süs bitkisiydi. Avrupa’ya da Anadolu’dan gitmiştir. Bugün Hollanda’da çok çeşitleri yetiştirilip, dünyâ piyasalarına sürülmektedir.
Kullanıldığı yerler: Yumruları yumuşatıcı ve çıbanları iyi edici olarak kullanılır. Daha çok bahçe ve süs bitkisi olarak istifâde edilir.
Alm. Sumerer (m. pl.), Fr. Sumériens (m. pl.), İng. Sumerians. Mezopotamya’da devlet kuran eski kavim. Mîlâttan önceki yüzyıllarda bölgeye gelerek, dördüncü bin yıl içinde devlet kurdular. İlk Sümerler, İran Körfezi ile Bâbil arasında Sinear adı verilen bölgeye yerleştiler. Elamlılar, Akkadlar ve Kasitlerle komşuydular. Bölgede bulunan Dicle ve Fırat nehirleri taştığından, etraflarında meydana gelen bataklıkları kurutmaya başladılar. Nehirlerin kenarlarına set çekerek taşmanın önüne geçtiler. Setlerden sun’î tepeler meydana gelip, üstüne evler yaptılar. Kurdukları şehirlerin etrafını surlarla çevirdiler. Site adı verilen şehir devletleri kurdular.
Sümerler on bir şehir devleti kurdu. En meşhurları Kiş, Lagaş, Mari, Ur, Uruk’tur. Her sitenin bir reisi vardı. Siteler; muhtar, bağımsız, konfederasyon idâresine sâhipti.
İlk Sümer Devleti, M.Ö. 3200-2800 yıllarında hâkimiyet sürdü. M.Ö. dördüncü bin yılda kurulup, üçüncü bin yıl içinde Akkadlı Sargon Hânedânı tarafından yıkıldı. Sargon Hânedânı Sümerlere çok eziyet etti. Sargonlar, Mısır firavunlarını takliden, insanları kendilerine tapmaya zorlayınca, Sümerler isyân ettiler. Sümerler, M.Ö. 2600’de tekrar hâkimiyet kurdular. Bu hâkimiyet, Lagaş Sitesi dışında M.Ö. 2500’lere kadar devam etti. Gutilerin artan taarruzları netîcesinde Lagaşlar da kendilerini müdâfaa edemeyip, yıkıldılar. Gutiler, M.Ö. 2400’lerde zayıfladılar. Ur Sitesi Gutileri Sinear’dan attı. Urlular, M.Ö. 2350’de Sümerlere tekrar istiklâllerini kazandırdı. Sümerler kuvvetlenerek, Suriye, Asur ve Elâm ülkelerini zaptettiler. Tekrar büyük bir devlet kurdular. Fakat çok geçmeden hâkimiyetlerindeki kavimlerin isyanıyla zayıflamaya başladılar. İstiklâllerini kaybettiler.
M.Ö. 2287’de Elâmlılar ve diğer Sâmi kavimlerinin isyan ve taarruzlarıyla onların hâkimiyetine girdiler. M.Ö. 2300’lerden sonra, Sümerler, bölgedeki diğer kavimlerle karışarak kayboldular. Bölgedeki sanat, mîmarlık ve medeniyet eserleri arkeolojik kazılar neticesinde çıkarılarak, Sümerler hakkında bilgi toplanmaktadır.
Sümerlerde, şehir devletlerinin başında aynı zamanda din adamı da olan “Patesi” denilen bir reis bulunurdu. Siteler, konfederasyon sistemiyle idâre edilirdi. Her site surla çevrili olup, çevresinde merkeze bağlı köy ve kasabalar bulunurdu. Sitede; kendi ilâhı için bir mabed, patesi için saray ve âhâli için meskenler vardı. Dış tesirler ve emniyetin muhâfazası için sitenin etrâfı surlarla çevriliydi. Mîmarlıkta sütun, kemer, kubbe, inşaatlarda tuğla kullandılar. Tuğladan yüksek binâlar ve âbide eserler yaptılar. Mîmârî eserlerini tezyinatla süslerlerdi. Tezyinatlarda geometrik şekiller kullandılar. Her site ayrı bir tanrıya inandıklarından çok tanrılı dine mensuptular.
Dingir en meşhur tanrılarıydı. Güneş, ay ve yıldızlara da taparlardı. Ahirete, Cennet ve Cehenneme inanmazlardı. Âdet ve hukuki kâideleri topladıkları kânunları vardı.
Dâimî ordu teşkilâtları yoktu. Her Sümer vatandaşı asker sayılıp, lüzûmunda silâh altına çağırılırdı. İktisâdî ve ticârî hayâtın canlılığı için çalışıp, zirâat ve hayvancılığı geliştirdiler. Dicle ve Fırat nehirlerini kontrol için setler yapıp, kanallar açtılar. Sulu zirâatte bol mahsul ürettiler. Koyun ve keçi besleyip, yün ve kıldan kumaş dokuyup, giyerlerdi. Dokuma tezgâhları ve îmâlâthâneleri vardı. Mozaik ve seramiği kullandılar. Canlı varlıkların heykellerini yaptılar. Arkeolojik kazılarda, Sümerlere âit pekçok eser çıkarılıp, müzelerde teşhir edilmektedir. Sümerlerin asıl ünü, çivi yazısını kullanmalarından gelir. Çivi yazısı kil tabletler üzerine yazılırdı. Çivi yazılı eserlerden her hece için bir harf kullanılmıştır. Sümer dilinin bitişgen Ural-Altay grubuna benzediği iddia edilmektedir. Çivi yazısıyla yazılmış Sümerce; efsâne, destan ve resmî vesikalar bulunmuştur.
İslâm târihinde ilk şehit olan kadın sahâbî. Meşhur sahâbî Ammâr bin Yâsir’in (radıyallahü anh) annesidir. Hazret-i Sümeyye, Ebû Cehl’in amcası Ebû Huzeyfe bin Mugîre’nin câriyesiydi. Ebû Huzeyfe, yanında çalışan Yâsir bin Âmir ile onu evlendirdi. Bu evlilikten Ammâr radıyallahü anh doğdu. Bunun üzerine Ebû Huzeyfe, hazret-i Sümeyye’yi âzâd etti.
İlk Müslüman kadınlardan olan Sümeyye radıyallahü anhâ, kocası Yâsir ile birlikte, îmânlarından vazgeçmedikleri için, başta Mahzumoğulları olmak üzere, Kureyş müşriklerinin en ağır işkencelerine uğradılar. Fakat onlar îmânlarından aslâ vazgeçmediler. Bütün bu sıkıntı ve işkencelere metânetle sabrettiler. Müşrikler onlara demir zırh giydirip altta kızgın kum, üstte yakıcı güneş arasında bıraktılar.
Bir gün Sümeyye Hâtun, kocası Yâsir, oğulları Ammâr ve Abdullah’a Batha denilen yerde işkence yapılıyordu. Onların bu hâlini gören Peygamber efendimiz; “Sabredin, ey Yâsir âilesi! Size vâd edilen yer, sizin mükâfâtınız Cennet’tir.” buyurdu. Bir başka defâsında da; “Allah’ım! Yâsir âilesine rahmet et ve mağfiretini ihsân et.” diye duâ buyurdu. Yâsir rahmetullahi aleyh, işkencelere dayanamadı ve ilk erkek şehit oldu. Diğer taraftan Sümeyye Hâtun da Ebû Cehl tarafından şehit edildi. Bu da ilk şehit hanım oldu.
Bedir Gazâsında Ebû Cehl öldürüldüğü zaman, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem, Ammâr’a (radıyallahü anh); “Allahü teâlâ annenin kâtilini öldürdü.” buyurdu.
Alm. Basstölpel (m), Fr. Fou de Bassan (m), İng. Gannet. Familyası: Sümsükgiller (Sulidae). Yaşadığı yerler: Avrupa’nın Atlantik kıyılarında yaygındır. Özellikleri: Beyaz tüylü büyük bir deniz kuşu. Boyu bir metre kadardır. Balıkla beslenir. İnsanlardan kaçmadığından kolayca yakalanır. Çeşitleri: Altı türü vardır: Kırmızı ayaklı sümsük, mavi ayaklı sümsük, kahverengi sümsük, Peru sümsüğü meşhurlarıdır.
Leyleksiler takımından beyaz tüylü bir deniz kuşu. Boyu bir metre, kanat açıklığı 170 cm kadardır. Boynu ve gagası uzun, bacakları kısadır. Ayaklarının 4 parmağı da perdelidir. Hemen hemen bütün denizlerde rastlanırsa da en çok Kuzey Atlantik kıyılarında kolonileri vardır. 30-40 metre yükseklerden suya dalarak balık avlar. Yakaladığı balıkları suyun altında yutar. Açık denizlerdeki gemilerin güvertelerine konar. İnsanlardan ürkmediğinden kolayca yakalanır. Bundan dolayı aptal bir kuş olarak şöhret bulmuştur. İspanyolca’da “aptal” mânâsında bobo adı ile de anılır.
Küçük okyanus adalarında binlercesi bir arada yaşar. Deniz yosunlarından basit bir yuva yaparlar. 1-3 yumurta yumurtlarlar. Kuluçka süreleri 42 gün kadardır. Yumurtalardan beyaz renkli ince tüylü yavrular çıkar. Tüyleri zamanla koyu kahverengiye dönüşürse de dört yıl içinde açılarak tekrar beyazlaşır. Peru’da yıllarca biriken dışkıları yüksek verimli“guano” gübresini meydana getirmiştir.
Alm. (Nasen) Sehleim, Mucus (m), Fr. Mucus (m), morve (f), İng. Snot, mucus of the nose. Burun iç örtüsündeki serö-mükoz bezlerden salgılanan, ihtivâsında mikroplar, tozlar, epitelyum hücreleri ve su bulunan yapışkan sıvı. Burun sekresyonu, mukozasındaki tüp ve salkım biçimindeki serömükoz bezlerden ifraz edilirler. Lâzım oldukça kan ve lenf damarlarından sızan sıvılarla miktarı daha da artabilir. Sümük, ihtivâsındaki suyun az veya çok olmasına göre akıcı veya iplik gibi uzayıcı bir yapı gösterir. Kuruyunca kabuk hâlini alır. Burun içindeki bu yapıyla günde 1 ilâ 1,5 litre civârında meydana getirilen ifrâzât, solunum havasının dâimî ıslaklığının teminini sağlar. Burun ön deliklerinden giren hava, ne derece kuru olursa olsun, burun içindeki sekresyonun temin ettiği buharlaşmayla nisbî rutûbeti ferinkse ulaşıncaya kadar % 75, akciğer alveollerine ulaşıncaya kadar % 90’a yükselir. Böylece kuru havayla yapılamayan, oksijen-karbondioksit alışverişi, temin edilen bu rutûbet aracılığıyla sağlanır.
Ayrıca burun mukoza sekresyonu, yüzeyindeki elektrik şarjının çekimi ve yapışkanlığı sâyesinde, havayla birlikte burna gelen toz ve mikroorganizmaların tutulmasını sağlar. Böylece solunum yolu derinliklerine yabancı maddeler gidemez. Titrek tüylü mukozanın yedi mikron boyundaki tüyleri, sâniyede ortalama 250 vuruş yaparak, üzerine bir örtü gibi yayılmış olan yabancı maddeler, epitel hücreleri mikroplarla yapışmış burun sekresyonunu, burun arka deliklerine doğru sürükler.
Burun girişinde sümüğün yer değiştirmesi iki saat sürerken, iç ve orta kısımlarda 10 dakika gibi kısa bir sürede gerçekleşir.
Böylece solunum havası ferinkse kadar mikropsuz, tozlardan arındırılmış sıcaklığı, vücut ısısına yaklaşmış ve nemlenmiş olarak iletilir. Burundan genze atılan sümük, mîdeye gider. Mîde suyunda geriye kalan mikropların da imhâsı sağlanır. Sümük ihtivâsındaki litik (lytic) enzim sâyesinde bir takım mikroorganizmalar önceden imhâ dilmiştir.
Sümüğün bir başka vazifesi, doku üzerinde ıslak kaypak bir tabaka meydana getirerek, onu yabancı cisimlerden korumasıdır.
Nezlede burun içini örten zar, virütik mikropların etkisiyle şişer. Böylece sümük miktarının artması uyarılır. Bu, insan vücûdunun dışardan gelen etkiye karşı meydana getirdiği karşı cevaptır.
(Bkz. Salyangoz)