SULTANSAZLIĞI
İç Anadolu bölgesinde, Erciyes Dağının güneybatısındaki Develi Ovasının en alçak bölümünde yer alan su birikintisi. Geniş mânâda Yay, Camız, Söbe ve Çöl göllerine ve çevrelerindeki bataklıkların hepsine, dar mânâda ise Develi’yi Niğde-Kayseri karayoluna bağlayan yolun güneyinde kalan, Yay Gölü dışındaki kısmına Sultansazlığı ismi verilir. Mevsimlere göre sazlığın alanı sekiz ilâ on üç bin hektar arasında değişir. Büyük kısmı sazlarla kaplıdır. Yer yer kamış, kafaotu ve kındına bulunur. Açık alanlarda ise nilüfer ve süsen görülür. Bölgede çok sayıda yüzen, kuvvetli rüzgarla yer değiştiren saz adacıkları vardır.
Kapalı bir havza olan Sultansazlığı’ndaki göller Erciyes Dağından ve Orta Toroslardan kaynaklanan derelerle beslenir. Sultansazlığı’nı meydana getiren göllerden olan Çöl Gölünün suyu tuzludur. Derinliği 10-30 cm arasında değişir. Civârında bitki bulunmaz. Yazın kurur ve göl zemininde bir tuz tabakası meydana gelir.
Türkiye’nin sâhip olduğu en önemli kuş cennetlerinden biri olan Sultansazlığı’nın on yedi bin hektarlık alanı 1971 senesinde korumaya alındı. Sultansazlığı’nda 251 değişik türde ve ülkemizde az bulunan kuş çeşidi yaşamaktadır. Bunların içinde angıt, flamingo ve ördek sayı bakımından ilk sıraları alır. Bunlardan başka, pelikan, karabatak, dikkuyruk, kılıçgaza, turna, kara sumnı, balıkçıl ve çok çeşitli kuşlar parkı zenginleştirir. Bunlardan 80 tür burada kuluçkaya yatar.
Zengin besin kaynakları yönünden, ülkemizin sayılı parkları arasında yer alan Sultansazlığı bu tabii özelliği bakımından yeni keşfedilmesine rağmen, dünyâ literatüründe yerini almıştır.
Sultansazlığı 1976 senesinde tarıma açılmak üzere kurutulmak istendi ise de, uzmanların müdâhalesi neticesinde bu işten vazgeçildi. Uzmanlar, tarım için toprak kazanılmasının getireceği faydadan çok, çevrenin alışılagelmiş iklim düzeninin bozulmasının daha büyük zararlar doğuracağını ve tabii bir kuş parkının fedâ edilemeyecek kadar önemli olduğunu belirterek, bölgenin kendi hâlinde kalmasını sağladılar.
SULTANSELİM CÂMİİ VE KÜLLİYESİ
İstanbul’da Yavuzselim semtinde, Haliç’e bakan tepe üzerinde câmi, türbeler, tabhâne, imâret, medrese, sıbyan mektebi ve hamamdan meydana gelen selâtin külliyesi.
Yavuz Sultan Selim Han, çok sevdiği ve arasıra gezmeye geldiği bu mahalde bir câmi yapılmasını mîmâr Acem Ali’ye emretti. Ancak câminin temelleri atıldığı sırada Selim Han vefât etti. Yerine geçen oğlu Kânûnî Sultan Süleymân Han, câmi, türbe, tabhâne, imâret, medrese ve hamamdan meydana gelen külliyeyi Mîmar Sinân’a tamamlattırdı(1522).
Câmi kare plânlı olup, bir ana kubbeyle iki yanında dokuzar kubbeden meydana gelmiştir. Kubbe dört duvar üstüne oturup, sütunları yoktur. Bahçe de kare plânlı olup, etrâfı on sekiz sütunlu yirmi kubbeyle çevrilidir. Ortada sekiz köşeli şadırvan ve tek şerefeli iki minâresi vardır.
Câminin mihrâb önüne rastlayan kısmında, Yavuz Sultan Selim Hanın sekiz köşeli tek kubbeli türbesi bulunmaktadır. Türbe içindeki sanduka, sedef işlemeli olup; üzerine Yavuz Sultan Selim Hanın, Mısır Seferinden dönüşte yanında bulunan büyük âlim Kemâl Paşazâde’nin atının ayağından çamurların sıçradığı kaftanı konmuştur. SultanAbdülmecîd Hanın vasiyetinde; “Atam Selim Handan, benim yattığım yer, daha aşağı olsun!” dediği türbesi de buradadır. Bu türbede Abdülmecîd Hanın oğulları ve kızları da bulunmaktadır. Ayrıca şehzâdeler türbesinde, Sultan Süleymân Hanın oğulları, Mahmûd, Abdullah ile kızı Günerhan Sultanın da kabirleri vardır.
Külliye yapılarından medrese, imâret ve hamam bugün mevcut değildir. Yine Kânûnî’nin annesi Hafsa Sultan için yaptırdığı türbe de 1894 depreminde yıkılmıştır.
Alm. Gerbersumach (m), Fr. Sumac, İng. Sumac. Familyası: Antepfıstığıgiller (anacardiaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Ege, Akdeniz bölgesi, Doğu Anadolu.
2-3 m boylarında, kışın yapraklarını döken, çalı tipinde ağaççıklar. Yapraklar 5-10 yaprakçıklara ayrılmıştır. Bunlar oval şekilli ve sapsız, tüylü ve kenarları hafif dişlidir. Çiçekler yeşilimsi renklerde, 20-25 cm konik çiçek durumlarında toplanmışlardır. Meyveleri olgunlukta esmer-kırmızı renkli, küre şekilli, tüylü ve ekşi lezzetlidir.
Kullanıldığı yerler: Yaprakları tanen, şekerler ve sarı renkli boya maddeleri taşırlar. Kabız edici, kan kesici, antiseptik etkili olup, ayrıca yünlü kumaşların boyanmasında kullanılır. Boğaz ve diş etleri hastalıklarında da gargara hâlinde kullanılır. Sumak meyveleri de tanen, uçucu yağ ve organik asitler ihtivâ eder. Baharat olarak çok kullanılır.
Çin Cumhûriyetinin kurucusu sayılan ve Çin’in bağımsızlığı için mücâdele eden siyâset adamı. Fakir bir çiftçi âilesinin oğlu olarak Çin’in güneyinde Xiang-Shan’da 12 Kasım 1866’da doğdu. Çalışmak için Hawai’ye göçen ağabeyinin yanına gitti. Bir İngiliz misyoner okulunda üç yıl, bir Amerikan Okulunda bir yıl öğrenim gördü. Batı kültürüyle yetişip Hıristiyanlığa karşı ilgi duydu. 1883’te doğduğu köye döndü. Çeşitli okullarda orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1892’de Hong-Kong’da Çinliler için açılan tıp okulunu bitirerek doktor oldu.
Kanton’da çalışırken, mesleğini bırakıp siyâsete atıldı. İktidarda bulunan Mançu Hânedânının devrilmesi için çalışan ihtilalci teşkilâtlara girdi. 1894’te üyeleri, memur, köylü ve zanaatkârlar olan Çin’i Canlandırma Derneğini kurdu. Derneğin ilkelerinin millî bağımsızlık ve sosyalizm olduğunu açıkladı.
1894-1895 yıllarında meydana gelen Çin-Japon Savaşında Çin yenilince, ülkede süren bunalım daha da arttı. Bu dönemden faydalanarak Hong Kong’a geçen Sun Yat Sen bir ayaklanma başlattı. Fakat başaramadı. Netîcede Çin’i terk etmek zorunda kaldı. 16 yıl müddetle yurt dışında kaldı. İngiltere, Kanada ve Japonya gibi ülkelerde kaldığı sırada, ihtilâlci fikirleri Çinliler tarafından benimsendi. Yurt dışından idâre ettiği ihtilâlci gruplar kurdu. Bu gruplar ve yayınlar aracılığıyla ülkede etkileyici bir propaganda yürüttü. 1905’te Tokyo’da kurulan Tongmeng Hui (Birleşik Parti) adlı ihtilalci koalisyonun başına geçti. Birçok ayaklanma düzenledi. Ancak istediği sonucu alamadı.
1911 senesinde Çin’in bâzı bölgelerinde Mançu Hânedânına karşı başlayan ayaklanmalar çok geçmeden ülke çapında yaygınlaştı. Aralık 1911’de Şanghay’a dönen Sun Yat Sen, Nanjing’de toplanan Temsilciler Meclisi tarafından geçici cumhurbaşkanlığına seçildi. 12 Şubat 1912’de İmparator tahttan ayrıldı. Anlaşma üzerine ertesi gün vazifeden ayrılan Sun Yat Sen’in yerine Yuan geçti. Sun Yat Sen’in Yuan ile de arası açıldı. Bulunduğu yeni ihtilâl teşebbüsünde başarılı olamadı ve Japonya’ya kaçtı. İç muhâlefete ve dış baskılara karşı koyamayan Yuan 1916’da devrilince yerine başbakan Duan Qirui geçti. Bir yıl sonra Duan Qirui’e karşı ayaklanma çıkarmak gâyesiyle Şanghay’dan Guangdong’a gitti. Temmuz 1917’de rakip bir idâre kurduysa da askerlerin desteğini kaybettiği için 1918 ortalarında Şanghay’a dönmek zorunda kaldı. Rusya’da Ekim 1917’de ihtilâl yaparak Çarlık rejimini deviren Bolşevikleri örnek alan Sun Yat Sen, lideri bulunduğu Koumingtang’ı (Millî Halk Partisi) yeniden teşkilâtlandırdı. Çin Komünist Partisiyle ittifak kurarak mücâdelesini devâm ettirdi.
Üç Çinli komünistin Koumintang Merkez Yürütme Konseyine alınmasını ve bir askerî akademi kurulmasını sağladı. Bu akademinin başına Çan Kay-Şeh’i getirdi. Partiyi yeniden faaliyete geçirme çalışmaları sırasında bir seri konferansla, üç Halk İlkesi ve beş Yuan Sistemi diye adlandırdığı fikirlerini ortaya koydu. Bu çalışmalarını sürdürdüğü sırada tutulduğu kanser hastalığından kurtulamayarak 12 Mart 1925’te Pekin’de öldü. Fikirleri kendinden sonraki idâreciler tarafından uygulanan Sun Yat Sen’in eşi 1949’da kurulan Çin Halk Cumhûriyetinde önemli vazifelere getirildi.
(Bkz. Uydu)
Alm. Künstliche Atmung und Herzmassage, Fr. Respiration artificielle et message de coeur, İng. Artificial respiration and heart massage. Kendi kendine solunumun olmadığı durumlarda, akciğerlerin havalandırılmasını sağlamak ve durmuş olan kalbi yeniden çalıştırmak için yapılan işlemler. Boğulma, asılma, elektrik çarpması, karbon monoksit zehirlenmesi gibi hâllerde ve genel olarak zâhirî ölüm hâlindeki insanlarda, özellikle nefes alamayan bebeklerde, mümkün olduğu kadar çabuk tatbik edilmelidir. Bütün vakalarda önce üst solunum yollarını tıkayan engeller ortadan kaldırılmalıdır. Boğulma hâlinde ağızdaki suyu ve salgıları boşaltmak; asılma hâlinde ipi kesmek; elektrik çarpmasında akımı kesmek; gazla boğulma hâllerinde hastayı temiz havaya çıkarmak gereklidir.
Bu tedbirler alındıktan hemen sonra, normal solunum geri gelinceye veya bir cihazla, sun’î solunuma başlayıncaya kadar ağızdan ağıza, ağızdan buruna veya elle sun’î solunum yaptırma manevralarından biri uygulanır. Sun’î solunumun zamânında başlatılması çok önemlidir. Çünkü beyin hücreleri oksijensizliğe 4-5 dakikadan fazla tahammül edemezler.
Ağızdan ağıza solunum metodu: Hasta sırt üstü dümdüz yatırılır. Baş iyice arkaya doğru gerdirilir ve bir elle iyice arkaya doğru bastırılır, burun tıkanır. Sonra ağız açılır, ağız boşluğu temizlendikten sonra, alt çene öne doğru çekilir, dil bir bezle altçene dişlerinin üstüne doğru bastırılıp hareketsiz tutulur. Dudaklar hastanın ağzına yapıştırılır. Dakikada 12-16 defâ olacak şekilde üflenir. Bu üflemelerde hastanın göğsü genişlemelidir. Çocuklarda üfleme ritmi daha fazla olmalıdır. Kurtarıcı ağzını ayırıp çeker, hastanın göğüs kafesi küçülür ve böylece hasta kendiliğinden nefes vermiş olur.
Ağızdan ağıza solunum baş enseye doğru gerdirilmek şartıyla (yolda kazâ geçiren veya yıkıntı altında kalan kimseler vs.) oturma durumunda da uygulanabilir.
Ağızdan buruna solunum metodu: Yukarıdakine benzer bir usûldür. Üfleme, ağız kapatılarak burun yoluyla yapılır.
Küçük çocuklarda aynı anda hem ağızdan hem de burundan üflenebilir.
Bu usûller herkes tarafından her yerde ve her durumda uygulanabilir. Kurtarıcı çok çabuk yorulacağından nöbetleşe kurtarıcı değiştirmek gerekir.
Elle yapılan manevralar: Hastanın göğüs kafesini, nefes alma ve verme hareketlerine benzer ritmik hareketlerle bastırmak ve genişletmek esâsına dayanır. Göğüs kafesi esnek olduğundan üzerine basılınca nefes zorla dışarı çıkar, baskı kalkınca göğüs genişler, eski hâline gelir ve tekrar nefes alınır. Bu sırada kollara yaptırılan hareketlerle nefes alma kolaylaştırılabilir.
Schaefer metodu: Yüzü koyun yatan hastaya uygulanır. Kurtarıcı bel hizâsında ata biner gibi hastanın üzerine çıkar, el ayalarıyla göğüs kafesi üzerine bütün ağırlığıyla basar ve nefes vermeyi sağlar, baskı kalkınca göğüs kafesinin esnekliği sâyesinde, nefes alma meydana gelir. Bu metodda ağzın boşalması kolaylaşır. Ancak solunum yetersiz kalabilir.
Nielson-Hederer metodu: En üstün tekniktir. Ancak iki kurtarıcı gerekir. Hasta yüzükoyun yatırılır, kollar bükülür, baş eller üzerine yerleştirilir. Kurtarıcılardan biri Schaefer metodunda olduğu gibi, nefes vermeyi sağlarken ikinci göğsü yerden hafifçe kaldıracak şekilde dirsekleri bükerek nefes almayı sağlar. Eğer kurtarıcı tekse hastanın başucuna oturur ve iki zamanlı hareketi şöyle ayarlar: Nefes alma yukarıdaki gibidir, nefes verme ise dirsekler yere bırakıldıktan sonra, kürek kemiklerine bastırılarak sağlanır. Bu usûl oldukça yorucudur. Sunî solunumu 15-20 dakika hattâ bir saat veya daha fazla uzatmak gerekebilir. Çünkü kendi kendine solunum başlayıp tekrar durabilir.
Elle çalışır respiratörlerle sun’î solunum: Bir maskesi, bir konnektörü, bir kapağı ve bir balonu vardır. Bu şekilde olanlara Ambu respiratörü denir. Maske hastaya uygulandıktan sonra, balonun ritmik olarak sıkılması ile balondaki hava hastanın akciğerlerine geçer. Ambu’ya oksijen de katılabilir.
Otomatik respiratörlerle sun’i solunum: Bu amaçla kullanılan respiratörler özelliklerine göre başlıca iki gruba ayrılırlar:
1. Volümetrik respiratörler: Örnek olarak Spiromat’ı gösterebiliriz. Hiç solunumu olmayanlarda kontrollü solunumu sağlar. Buna karşılık yardımcı solunumda, hastanın solunumuna adaptasyonda zorluklar vardır. Volümetrik respiratörler, yüksek kapasitelidir. Elektrikle çalışırlar, oksijen oranı solunum hacmi, adedi, soluk alma-verme basınçları ve aralarındaki oran direkt ayarlanır.
2. Manometrik respiratörler: Örnek; Bird ve Bennet’tir. Oksijen veya havayla çalışır. Yardımcı solunuma da kolayca uyarlar. Kullanılmaları kolaydır. Fakat özellikle çok şişmanlarda volümetrik respiratörler kadar etkili değildirler.
Kalp masajı: Kalbi durmuş olan şahıslara en geç 5 dakika içinde kalp masajına başlanmalıdır. Daha geç kalındığı takdirde, kalp yeniden çalıştırılırsa bile, şahıs bitkisel hayâta girecektir. Zîrâ, beyindeki sinir hücreleri kansızlığa 4-5 dakikadan fazla dayanamazlar.
Kalbi duran şahsın, derhal şuuru kaybolur ve yere yıkılır. Fakat her şuuru kapalı veya baygın şahsın kalbi durmuş demek değildir. Şuuru kapalı bir hâlde yatan şahsın kalbinin çalışıp çalışmadığını anlamak için, önce nabzına bakılır, nabız alınamıyorsa göğsün üzerinden kalp kontrol edilir, çalıştığına dâir bir alâmet yoksa, derhal kalp masajına geçilir.
İki türlü kalp masajı vardır: Açık masaj ve kapalı masaj. Pratikte uygulanan kapalı kalp masajıdır. Açık kalp masajı, elle direkt olarak kalbin sıkıştırılması sûretiyle yapılır ki bu da ancak ameliyatlar esnâsında mümkün olabilir veya kapalı kalp masajında bir netice alınamazsa ve başka imkân da yoksa, göğüs kafesinin kırılması sûretiyle kalbe açık masaj yapılabilir.
Kapalı kalp masajı: Etkili bir sun’î solunum sağlanır sağlanmaz, etkili bir kalp masajına başlanmalıdır. Etkili bir kapalı kalp masajı için hastanın sert bir yere yatırılması çok mühimdir. Eğer hasta yatakta yatıyorsa, yatağın altına tahta vs. gibi sert bir şey konulmalıdır. Kalp masajını yapacak şahıs hastanın sağına geçer, hafifçe hastanın üzerine eğilir. Dirseklerini kırmadan sol elinin ayasını göğüs kemiğinin (= sternumun) 1/3 alt bölümüne yerleştirir. Bu elini artık hiç yerinden oynatmayacaktır. Sağ elini de sol elinin üzerine koyar. Omuzlarından kuvvet alarak göğüs kemiğini 3-5 cm içeri itecek şekilde kuvvetle bastırır, yarım saniye bu vaziyette bekler, sonra sağ elini gevşetir. Bu işleri ritmik olarak dakikada 60-70 kere tekrarlar. Etkili kalp masajı sırasında normal kan akımının 1/3’ü yaklaşık 30-50 mm cıva basıncıyla çevreye gönderilebilir. Kendine getirme işini bir kişi tek başına yapıyorsa, arka arkaya 5 kalp masajı yaptıktan sonra, sun’i solunum yapar ve aynı işi bu şekilde devam ettirir. Kendine getirmeyi iki kişi yapıyorsa, yine her bir sun’i solunuma karşılık 5 kalp masajı yapılmalıdır. Kapalı kalp masajına hiçbir sebeple 5 sâniyeden fazla ara verilmemelidir.
Kapalı kalp masajının bâzı komplikasyonları olabilir: Göğüs kemiği kırığı, kaburga kırıkları pnömütoraks (göğse hava kaçması), hemotoraks (akciğerleri örten iki tabakalı göğüs zarlarının arasında hava ve kan toplanması), aort damarı yırtılması, dalak ve karaciğer yırtılması gibi. Bunlara mâni olmak için, elin göğüs kemiğindeki yerinden daha aşağıda olan ksifoid (göğüs kemiğinin hançer şeklindeki alt ucu) üzerine kaymamasına özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca göğüs kemiğinin alt ucuna veya kaburgalar üzerine basınç tatbik edilmemelidir. Tatbik edilen basınç çok âni ve çok şiddetli olmamalıdır. Göğüs ve karın üzerine aynı zamanda basınç yapılmamalıdır: Sun’i solunum esnâsında kapalı kalp masajına ara verilmelidir.
Sun’î solunum ve kapalı kalp masajıyla femoral (uyluk) veya karotis (boyun) atardamarında nabzın alınması, göz bebeklerinin küçülmesi, morarmanın gerilemesi ve normal solunumun geri dönmesi temel hayat desteğinin başarıyla yapıldığının önemli bulgularıdır. Bu şekilde temel hayat desteğini devam ettirirken, bir yandan da ileri hayat desteğinin teminine geçilmelidir. Bu da mutlâka hastâne şartlarında olmalıdır.
Alm. Ventil (n), Verschlussdeckel (m), Fr. Soupape (m), İng. Valve. Sıvıların ve gazların, borulardan ve deliklerden geçişini ayarlayan bir makina parçası. Supaplara uygun şekilde kumanda ederek, sıvı veya gaz akışkanın geçişi ayarlanabilir.
Mekanik supap, genellikle boru veya silindirlerin üzerine uygun şekilde yerleştirilir. Bu supap hareketli bir kapak vâsıtasıyla akışkanın boru veya silindir içindeki akışını veya basıncını kontrol eder. Supaplar kullanıldıkları yerlere göre ve akışkanın cinsine göre çeşitli alaşımlardan yapılırlar. Motorların emme ve egzozlarında kullanılan supaplar aşınmaya ve ısıya dayanıklı çeliklerden yapılırlar. Birçok durumlarda mekanik supap insan eliyle çalıştırılmayıp, bir elektromıknatıs veya bir elektrik motoru aracılığıyla çalıştırılır. Birçok hâllerde de supaplara akışkanın basıncıyla otomatik olarak kumanda edilir. Basınç belirli bir değere ulaşınca, bir ağırlığın veya bir yayın kuvvetini yenince supap çalışır. Motorlardaki emme ve egzoz supaplarına motor milinin dönmesine göre mekanik bir mekanizmayla kumanda edilir.
Alm. Zeitdauer, Fr. Sourate, İng. Sura. Kur’ân-ı kerîmde âyetlerden meydana gelen bölümler. Lügatte “yüksek rütbe, şeref, yüksek olarak yapılmış binâ” demektir.
Kur’ân-ı kerîmde uzunlukları birbirinden farklı 114 sûre vardır. Araları birbirlerinden besmelelerle ayrılmıştır. En uzunu 186 âyetten meydana gelen Bakara sûresi, en kısası 3 âyetten meydana gelen Kevser sûresidir. Kur’ân-ı kerîmde sıralanış bakımından ilk sûre Fâtihâ, son sûre Nâs sûresidir. Sûrelerin yerleri, Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem tarafından bildirilmiştir. Üçüncü Halîfe Osman radıyallahü anh, hicretin 25. senesinde yazdırdığı altı mushafta bu sûreleri yerlerine koymuştur. (Bkz. Kur’ân-ı kerîm)
Sûreler, Peygamber efendimize nâzil oluşuna göre de ikiye ayrılır. Mekke’de inen sûreler Mekkî’dir. Hicretten sonra Medîne-i münevverede inen sûreler de Medenî olarak isimlendirilir.
Mekkî sûrelerin sayısı 86, Medenî sûrelerse 28’dir. Kur’ân-ı kerîmde Tevbe sûresi dışındaki sûreler, besmeleyle başlar. Sûreler uzunluk ve kısalıklarına göre dörde ayrılır. En uzun yedi sûreye (ikinci Bakara sûresinden başlayarak, dokuzuncu Tevbe sûresine kadar olanlara) Seb’üt-tıvâl (en uzun yedi sûre) denir. Âyet-i kerîme sayıları yüz civârında olanlara El-Miûn, âyet-i kerîme sayısı yüzün altında olanlara El-Mesânî denilmiştir. En son sûreler İhlâs, Felâk ve Nâs sûreleridir. Namâz sûreleri diye isimlendirilen sûreler, Kur’ân-ı kerîmin son on sûresidir.
DEVLETİN ADI |
Surinam |
BAŞŞEHRİ |
Paramaribo |
NÜFÛSU |
417.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
163.820 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Felemenk dili |
DÎNİ |
İslâm, Hindu, Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Surinam guldeni |
Batıda Guyana, güneyde Brezilya, doğuda Fransız Guyanası ile sınırları olan, GüneyAmerika’nın kuzey kıyısında bir devlet. Eski bir Hollanda sömürgesi olan Surinam, 2° 02’ ve 6° 01’ kuzey enlemleriyle 54° ve 58° 03’ batı boylamları arasında yer alır.
Târihi
Surinam kıyısı 1499’da İspanyol Alonso de Ojeda tarafından keşfedildi. Fakat İspanya’nın buraya yerleşme teşebbüsleri kısa süreli oldu. 1650’de İngiltere kıyıyı sömürgeleştirmek için yerleşme merkezleri kurdu. 1667’de İngiltere ve Hollanda arasındaki bir savaş sonucunda, İngiltere Surinam’ı Hollanda’ya bıraktı. 1680’lerde ülkeye şeker üretimi için Afrika’dan köleler getirildi. 18 ve 19. yüzyıllarda şeker üretiminde, Afrikalı köleler çalıştırıldı. 1863’te kölelik kaldırılınca, Hindistan’dan ve Cava’dan işçi getirildi. 1922’de Surinam’ın statüsü değiştirilerek, bir sömürgeyken Felemenk Krallığının bir bölgesi oldu. 1954’te eskiden beri Hollanda Guyanası denilen Surinam’a Hollanda, içişlerinde bağımsızlık verdi. 25 Ekim 1975’te ülke bağımsız bir cumhûriyet oldu. Şubat 1982’de Millî askerî Konsey, hükümetin kontrolünü üzerine aldı. Hollanda ve ABD sivil bir hükümet kuruluncaya kadar yardımı kestiklerini îlân ettiler. 1987 Kasımında yapılan seçimlerle askerî yönetime son verildi. Aynı günlerde hazırlanan yeni anayasa referandumla kabul edildi. 1990 senesi sonlarına doğru ordu bir darbe ile yönetime el koydu. Askerî yönetim dış baskılar yüzünden 1991 Mayısında genel seçimlere gitmek mecburiyetinde kaldı. Hiçbir parti gerekli çoğunluğu sağlayamayınca uzun görüşmeler neticesinde, Birleşik Halk Meclisi Ronald Venitiaan’ı başkanlığa seçti. Bu arada gerillalarla hükümet kuvvetleri arasında ateşkes imzâlandı. Bu gelişme barış yönünde kalıcı düzenlemelere ve demokratikleşme yönünde yeni adımların atılmasına yaradımcı oldu.
Fizikî Yapı
Ülke üç bölgeye ayrılır: Kıyı ovası, savana kuşağı ve iç kesimdeki tropikal orman.
Kıyı ovası 370 km uzunluğunda olup, 80 km kadar iç kesime uzanır. Bu verimli ova ülke topraklarının sekizde birini meydana getirir. Kıyı ovasının arkasında dar bir şerit boyunca uzanan savana otlakları yer alır.
Ormanlık, dağlık iç kesim Surinam’ın en az beşte dördünü kaplar. En yüksek nokta 1280 m olup, Wilhelmina Dağları üzerindedir. Dağlardan birçok nehirler doğarak Surinam topraklarını sular. Bu nehirler arasında başlıcaları Maroni, Surinam, Coppename ve Courantyne’dir.
İklim
Ülkede tropikal bir iklim hüküm sürer. Sıcaklıklar sürekli olarak 24° ilâ 34°C arasında seyreder. Nemlilik rahatsız edici derecede yüksektir. Bu bunaltıcı hava şartları, doğrudan sâhile doğru esen rüzgârlar sâyesinde arasıra azalır. Yağış miktarı yılda ortalama 2000 mm’nin üstündedir. Ülkenin hemen hemen her yeri aynı miktarda yağış alır.
Tabiî Kaynaklar
Kıyı boyunca çok çeşitli mangrov tipi bitkiler yetişir. Savanalarda kaba tropikal otlar ve çok çeşitli ağaçlar bulunur. İç kesimin büyük bölümü çengel (sık ağaçlıklı orman) ile kaplı olup, kereste önemli bir gelir kaynağı teşkil etmektedir. Yeraltı zenginliği olarak, ülkede boksit mevcut olup, kuzeydoğuda Moengoda ve Surinam Nehri kıyısındaki Paranam bölgesinde işletilmektedir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
417.000 nüfuslu Surinam halkının % 37’si Hindistanlı, % 3’ü Kreol, % 15’i Cavalı’dır. Hindistanlılar ve Cavalılar, 19 ve 20. yüzyıl başlarında tarım işçisi olarak ülkeye getirilenlerin soyundan gelmektedir. Kreollar, zenci kölelerin diğer etnik gruplarla birleşmesinden meydana gelmiştir. Ülke nüfûsunun % 10’unu 19. yüzyıl ortasından önce ormanlara kaçan zenci kölelerin soyundan gelenler teşkil eder. Nüfûsun % 2’si de Amerikalı yerlilerdir. Zenciler ve Amerikalı yerliler, iç kesimin nüfûsunun hemen hemen tamâmını meydana getirir. Bunlardan başka, kıyı şehirlerinde Avrupalı ve Çinli topluluklar vardır. Felemenk dili resmî dil olmakla birlikte, günlük dil Surinam dilinin yanısıra İngilizce, Hintçe, Cava dili ve Çince de konuşulur. Surinam dili, Felemenk dili, İngilizce, İspanyolca ve Portekizce’nin bir karışımıdır.
Ülkedeki başlıca dinler, İslâmiyet, Hindu dîni ve Hıristiyanlıktır. Bunlardan başka bir miktar, Konfüçyüs dînine bağlı olan Yahûdîler vardır.
İlköğretim esas îtibâriyle devlet tarafından sağlanır.
6 ilâ 12 yaş arasındaki çocuklara okula gitmek mecbûrîdir. Birkaç tâne, Katolikler ve Protestanlar tarafından işletilen, mezheplere âit okullar mevcuttur. Yüksek tahsil yapılan kuruluş pek az olup, birkaç tânedir. Yıllık nüfus artış oranı% 2,8’dir.
Siyâsî Hayat
Surinam, 25 Kasım 1975’te bağımsızlığına kavuşmuştur. Aynı sene 4 Aralıkta Birleşmiş Milletlere üyeliği kabul edilmiştir. 1987’de kabul edilen anayasaya göre; devletin başında millî meclis tarafından beş yıllık bir süre için seçilen başkan bulunur. Bununla birlikte ordu askerî konsey aracılığıyla hükümet üzerindeki etkili denetimini sürdürmektedir. Milletlerarası Askerî Konsey, Milletleraarası Meclisin çıkardığı bir kânunu iptal etme yetkisine sâhiptir.
Ekonomi
Surinam halkının büyük çoğunluğu tarımla uğraşır. Ekilen toprakların yaklaşık olarak yarısında pirinç; bundan başka şekerkamışı, muz, portakal, greyfrut, mısır ve büyük hindistancevizi yetiştirilir. Sığır, koyun, keçi, domuz ve kümes hayvanları, yetiştirilen belli başlı hayvanlardır. Tarım faaliyetlerinin hemen hemen tamâmı kıyı bölgesindedir. En verimli topraklar, eskiden sularla kaplı olan arâzinin set çekilerek suyu dışarı akıtılan, zirâate elverişli hâle getirilen kısımlarıdır.
Surinam’ın esas ekonomik zenginliği boksittir. İhrâcâtın % 70’ini meydana getirir. Mâden cevherinin bir kısmı alüminyum okside çevrilir. Fakat çoğu ABD’ye gönderilmek üzere ham hâlde gemilere yüklenir.
Ülkede bir miktar kereste doğrama fabrikaları vardır. Fakat îmâlât esas îtibâriyle boksit cevherinin işlenmesiyle sınırlıdır. Ayrıca; şeker ve pirinç değirmenciliği, karides dondurulması ve meyve suları, boya ve kontraplak üretimi de mevcuttur.
Ana ihraç malları boksit ve alüminyum oksid, pirinç portakal, greyfrut ve kerestedir. Surinam, yakıt ve yağlayıcı maddeler, yapı malzemesi sanâyi teçhizâtı ve otomobil ithal eder. ABD, Surinam ihraç mallarının % 75’ini alır ve Hollanda ile birlikte ülkenin çoğu ithal mallarını temin eder.
Ulaşım alanı sınırlıdır ve hemen hemen ulaşımda yalnızca kıyı bölgesi kullanılır. İyi karayolları 1300 km civârında olup toplam karayolu uzunluğu 8917 km civârındadır. Çoğu akarsular kıyı bölgesinde ulaşıma elverişlidir. Havayolları hizmeti iyi durumdadır. Ülkede târifeli sefer yapılan 5 havaalanı vardır.
DEVLETİN ADI |
Suriye Arap Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Şam |
NÜFÛSU |
12.524.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
185.180 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Arapça |
DÎNİ |
İslâm |
PARA BİRİMİ |
Suriye paundu (= 100 piasters) |
Ortadoğu ülkelerinden. Güneybatı Asya’da, Ortadoğu’nun kalbi durumunda bir mevkiye sâhiptir. 32° 19’ - 37° 20’ kuzey enlemleriyle 35° 37’ - 42° 22’ doğu boylamları arasındadır. Kuzey ve kuzeybatıdan Türkiye, doğudan Irak, güneyden Ürdün, batıdan İsrail, Lübnan ve Akdeniz ile çevrilidir.
Târihi
Suriye, toprakları üzerinden çeşitli medeniyet ve kültürlerin geçtiği ve pekçok istilâların, hâdiselerin meydana geldiği, eski ve kritik bir mevkiye sâhiptir. Ülkeye ilk yerleşenler hazret-i Nuh’un oğlu Sâm’dan türeyen ve Sâmi dilini konuşan Sâmilerdir. Müslümanların Suriye’ye hâkim olmasına kadar bölge Amoritler, Fenikeliler, İbrânîler, Hititler, Persler, Makedonyalı İskender, Roma ve Bizans imparatorlukları idâresinde kaldı.
Peygamberimiz hazret-i Muhammed’in tebliğ ettiği İslâm dîni bütün Ortadoğu’ya yayıldığında, Suriye de İslâmlaştı. Hazret-i Ebû Bekir’in halifeliği devrinde, Suriye’ye gönderilen İslâm orduları, hazret-i Ömer zamânında 635’te bölgeyi fethetti. Hazret-i Ömer bölgeye gelip, Suriye’yi teşkilâtlandırdı. Hazret-i Ömer, önce hazret-i Muâviye’nin kardeşi hazret-i Yezîd’i Şam vâlisi tâyin etti. Şam, bölgenin en büyük şehirlerinden olup, şehrin adı eskiden Suriye olarak bilinirdi. Yezîd’in vefâtıyla hazret-i Muâviye Şam vâlisi oldu. Hazret-i Muâviye, Suriye’yi teşkilâtlandırıp, medenîleştirdi.
662’de Emevî Hânedanı Suriye’de kurulup, Şam şehri merkezleriydi. Emevî Halîfeliğinden sonra,Abbâsîlerin hâkimiyetine geçti. Abbâsî Halîfeliği (662-749) devrinde Suriye, çok gelişip, pek çok ilim, kültür, medeniyet ve sosyal tesisler yapıldı.
Onuncu yüzyılın sonunda, Mısır’a hâkim Şiî Fâtımîler, Suriye’yi işgâl ettiler. On birinci yüzyıldaSelçuklular, bölgeyi hâkimiyetlerine aldılarsa da, 1096’da Haçlı Seferleri başladı. Haçlı Seferleri (1096-1270) esnâsında Haçlı-Şiî Fâtimî ittifakından Suriye çok zarar gördü. Haçlıları, Eyyûbî Hânedanının kurucusu Selâhaddîn-i Eyyûbî (1169-1193) Suriye’den uzaklaştırdı. Suriye, Selçuklu Atabekliği, Eyyûbîler ve Memlûklerden 1517 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçti.
On altıncı yüzyılın başından 20. asrın başına kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalan Suriye, bu zamanda gelişip, en huzurlu ve müreffeh devrini yaşadı. Osmanlı idârî teşkilâtında vilâyet hâlindeydi. 1833 yılında Osmanlıya tâbi Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşa sülâlesine verildi. Birinci Cihan Harbi (1914-1918) sonrasına kadarOsmanlı idâresinde kalan Suriye’ye Osmanlılar, pekçok ilmî, sosyal, kültürel, tarım, sınâî ve ulaşım tesisleri kazandırdılar. Bu devirde pekçok ilim adamı yetişip, medeniyete hizmet ettiler.
Birinci Dünyâ Harbinde müttefik ordularının yenilmesi netîcesinde, Osmanlı Devletiyle imzâlanan Mondros Antlaşmasıyla bölge Fransızların işgâline uğradı.
1920’de Fransa’nın mandasına girdi. Suriye, Fransa’nın idâresine girmesiyle Osmanlı devrindeki huzur ve müreffeh hayâtın yerini, anarşi ve sefâlet aldı. Suriye’de Müslümanlar çoğunlukta olmasına rağmen, idârede Fransızlar, Ermeniler ve Nusayrîler hâkimdi. Şam, Halep, Nusayrî merkezî Lazkiye ve Harran bölgesindeki Dürzilerle Fransa’nın mücâdelesi, Suriye’de hâlâ devâm eden anarşinin kaynağıdır. Fransa, Suriye mandasına âit Hatay ve İskenderun’u antlaşmayla 1939’da Türkiye’ye vermek zorunda kaldı.
İkinci Dünyâ Harbi (1939-1945) yıllarında, 1941’de, Fransa, nüfûzu altında kalmak şartıyla Suriye’ye kısmî istiklâl verdi. 1943 seçimlerinde Şükrü el-Kuwatli, Suriye’nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi. Fransa harp sonrasında Suriye’den kısmî olarak çekildiyse de, geride pekçok problem bıraktı. 1945’te Birleşmiş Milletlere Cumhûriyet idâresiyle katıldı. 1948’de Arab-İsrail Harbine katılan Suriye’de, 1949 ihtilâliyle Şükrü el-Kuwatli iktidardan uzaklaştırıldı.
Sovyetler Birliği ile yakın münâsebete girince, idâre Rusya’ya yanaştı. İç huzursuzluklar artıp, komşularıyla münâsebeti bozuldu. Sosyalist Baas Partisi kurulup, memleketteki huzursuzlukdan faydalanarak, kuvvetlendi. 1958’de Mısır ile Birleşik Arap Cumhûriyeti adıyla birleşti. Birleşme uzun sürmeyip, 1961’de ayrıldı. Baas Partisi, dışta Pan-Arap, içte sosyalizm propagandasıyla Suriye’de güçlenip, 1963’te ülkenin tek kânûnî partisi hüviyetini kazandı. Baas Partisi, Suriye’de dikta rejimi kurup, ülkeye eski Lazkiye bölgesindeki Nasturî aşireti idâreye hâkim oldu. 1967 Arap-İsrâil Harbinde Golan Tepelerini İsrâil işgâl etti. 1973’te Mısır ile anlaşıp, İsrail’e kuzeyden saldırmışsa da başarılı olamadı. Arap ülkelerinden ve Sovyet Rusya’dan yardım aldı. 1976’da Lübnan’ın içişlerine müdâhale edip, asker gönderdi. Suriye askerleri Lübnan’da püskürtülerek, geri çekilmek zorunda kaldı. 1982’de İsrâil’in hava taarruzlarına uğradı. Baas Partisi’nin Rusya ile yakın münâsebeti, ülke içinde ve dışında çatışmaya sebep olmaktadır. Bitmek bilmeyen harp ve anarşi, Osmanlı Devletinin yıkılmasından sonra manda devleti ve Sosyalist Baas Partisi diktatörlüğünde hâlen devâm etmektedir. 1991’de Irak’ı, işgâl ettiği Kuveyt topraklarından çıkarmak için başlatılan harekâtta Çok Uluslu Müttefik Kuvvetlerin yanında yer aldı.
Fizikî Yapı
Suriye’nin yüzölçümü yaklaşık 185.180 km2dir. Mevkii îtibâriyle Akdeniz’in doğusundadır. Kuzey ve kuzeybatısında Türkiye, doğusunda Irak, güneyinde Ürdün ve batısında İsrail ve Lübnan ile komşudur. Başşehir Şam’dır. Halep ve Humus diğer iki önemli şehridir.
Suriye fizikî yapı bakımından bir farklılık ve tezat ülkesidir. Ülkenin üçte biri çöl veya çıplak dağlarla örtülü, üçte biri kıt ve elverişsiz çayırlık ve geri kalan üçte biri de ekilebilir arâzidir. Ülke, esâsen üç bölgeye ayrılabilir; kıyı kesimi, dağlık bölge ve Suriye Çölü. Suriye, kısa bir Akdeniz kıyısına sâhiptir. Kıyıyı doğuya ve güneye uzanan verimli ova ve yaylalar tâkip eder. Bundan sonra doğuya doğru, dağlar ve vâdiler uzanır. Bunların peşinden kısa ve verimli bir şeridin hemen arkasından, Fırat Nehriyle birlikte ülkeyi güneydoğu istikâmetinde baştan başa geçen, Suriye Çölü gelir.
Akdeniz, Suriye’nin dörtte bir batı sınırını meydana getirir. Kıyı yaylası kıyıdan îtibâren 8 ilâ 32 km kadar uzanır. Bu yaylanın doğusundaki dağlık bölge; ortalama yüksekliği 1585 m olan Ensariye Dağı, 2135 m olan Anti-Lübnan Dağ Silsilesi ve 2814 m ile ülkenin en yüksek yeri olan Hermon Dağından teşekkül etmiştir. Suriye’nin en verimli ve gelişmiş bölgesi bu bölgenin doğusu olup, Şam, Halep, Hama ve Humus şehirleri de buradadır. Şam ile Ürdün sınırı arasında yer alan Dürzi Dağı ise, ortalama olarak 1675 m kadar yüksekliğe çıkabilen yüksek bir yayla görünümündedir. Bu dağ volkanik olup, etek kısımları lavlarla dolu geniş bir çölün içindedir.
Ülkenin ortasını ve kuzeydoğusunu Suriye Çölü kaplamıştır. Bu geniş çöl orta kısımda tepeliktir. Çölde birkaç köy ve birkaç eski eserden başka bir şey yoktur. Suriye Çölünde ise, kuru ve kavurucu sıcak çöl iklimi mevcuttur.
Tabiî Kaynaklar
Suriye genel olarak tabii kaynaklar bakımından fakir bir ülkedir. Yeraltı kaynaklarından en önemli mineral petrol olup, daha çok kuzeydoğudan çıkarılır. Bundan başka alçıtaşı ve bazalt (volkanik taş, siyah mermer) da elde edilmektedir. Bulunan diğer mineraller şunlardır: Fosfat, kurşun ve bakır. Latakia bölgesi civârında ise çok az da olsa zift (katran) ve krom mevcuttur.
Suriye’nin kıyı bölgeleri nispeten yeşillik alanlar ve ağaçlarla kaplıdır. Dağlık bölgelerse, umûmiyetle çıplak olup, bir kısmı cılız otlarla örtülüdür.
Suriye Çölünün, batısında kalan bozkır-çöl arâziyse bitki örtüsünün kıt olduğu bir bölgedir. Bu bölgede ve Suriye Çölünde yağışlar olduğu zamanlarda bir miktar kısa ömürlü otlar, maki tipi çalılık ve dikenlikler yetişir.
Hayvanlar âlemi olarak pek fazla zengin bir ülke değildir. Daha çok çöl ceylanı (gazal, âhû), aktavşan (bir çeşit tarla fâresi), toykuşu, deve, keçi, koyun, eşek ve sığır yetişir.
İklim
Kıyı bölgesinde iklim, yaz aylarında nemli ve aşırı sıcaktır. Kış aylarında sık sık sis olayları olur ve bölge bol yağış alır.
Ülkenin ikinci bölgesi olan “dağlık bölgesi”, yılda aşağı yukarı 1000 mm’lik yağış alır. Öyle zamanlar olur ki, sularla dolan nehirler seller meydana getirir.
Halep civârındaki bölgede ve bozkır çölde tatlı bir iklim vardır. Kışın bol sis olur. Ağustos sıcaklığı yaklaşık 38°C civârındadır. Hemen hemen 380 ilâ 520 mm arasında bir yağış ortalamasına sâhip olan bu bölgenin nem miktarı düşüktür. Şam civârında ise gündüz-gece sıcaklık farklılıkları fazla olan ve genellikle kuru bir atmosferi olan kara iklimi hüküm sürer.
Ülkenin en büyük nehri Fırat olup, üç ana kolla kuzeyden gelir ve Meyadin’in güney doğusundan, Irak topraklarına girer. Diğer nehirleriyse Berada ve Oronto nehirleridir. Ülkede büyük göl bulunmayıp, az sayıda küçük göl vardır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Suriye’nin nüfûsu yaklaşık 12.524.000’dir. Yıllık nüfus artışı % 3,5 dolayındadır. Nüfus yoğunluğu ise aşağı yukarı 63’tür.
Suriyeliler, Arabistan, Asya ve Avrupa’dan göç etmiş insanların karışımından meydana gelmişlerdir. Ekseriyeti Sâmi soyundan gelen Araplar teşkil eder. Nüfûsun % 89’unu Araplar, % 6’sını Kürtler, % 3’ünü Ermeniler ve geri kalanını da Türk, Çerkez ve Asurîler teşkil eder.
Suriye’nin resmî dili Arapçadır. Sâmi soyundan gelen Araplar olduğu için, Suriyeliler genellikle Sâmi dilinden gelen Arapçayı konuşurlar. Bundan başka ayrıca Türkçe, Süryânice, Kürtçe, Ermenice ve Çerkezce de konuşulmaktadır.
Nüfûsun hemen hepsi Müslümandır. Çok az bir bölümü Hıristiyandır. Bu Hıristiyanlar genellikle Katolik, Ortodoks, Suriye Ortodoksu, Monofist, Protestan, Keldani ve Nesturî gibi ayrı gruplar hâlindedir.
Müslümanların büyük bir bölümü Sünnîdir. Ayrıca Alevîler, İsmâilîler veDürzîler de vardır. Çok az sayıda Yezîdî, Râfizî ve Şiî mevcuttur. Bunlardan Yezidîler “Şeytana taparlar”.
Nüfûsun yarısı okuma-yazma bilir. Genç nüfûsun % 60’ı okula gitmektedir.
En büyük ve gelişmiş şehir Şam’dır. Diğer önemli şehirleri Halep, Humus, Hama ve Lazkiye’dir.
Siyâsî Hayat
Suriye, Cumhûriyetle idâre olunan bir Arap devletidir. Devlet başkanı Hâfız Esad’dır. Çok partili cumhûriyet olmasına rağmen siyâsî iktidar Baas Partisinin elindedir. Şam ülkenin başşehri olmak üzere ülke 13 il’e ayrılmıştır. Birleşmiş Milletler üyesidir. Varşova Paktına dâhilken bu pakt resmen 1991 yılında feshedildi.
Ekonomi
Suriye, ekonomisi esas îtibâriyle tarıma dayanır. Tabiî kaynaklar bakımından ülke pek zayıftır. Arâzisinin % 40’ına yakın bir bölümü ekilebilir. Fakat sulama imkânları geniş değildir. Ormanlar, mâdenler, bitki örtüsü oldukça kıt olduğundan ekonomik olarak geri kalmış bir ülkedir. Başlıca tarım ürünleri şunlardır: Arpa, buğday, yulaf, darı, mısır, sebze, meyve, tütün ve şekerkamışı. Bâzı bölgelerde pamuk ve zeytin zirâati de yapılır. Deve, koyun, keçi ve sığır yetiştirilir.
Suriye’nin endüstrisi, tarıma nazaran gelişmiş ve ekonomiye katkısı büyüktür. Arap dünyâsında, Mısır’dan sonra endüstride kalkınmış ikinci ülkedir. Başlıca endüstri dalları; pamuklu ve ipekli kumaşlar, yünlü kumaşlar, çimento, yemeklik sıvı yağlar, tütün, kakmalı ve işlemeli mobilya eşyâlar, gümüş eşyâlar, petrol endüstrisi, tekstil, cam eşyâ, şeker ve pirinç âletlerdir.
Mâden olarak fosfat çıkarılır. Petrolü sınırlı ölçüdedir. Ayrıca Irak’tan Akdeniz’e akıtılan petrol boru hatlarından geliri vardır.
İthalât daha çok Irak, İtalya, Almanya veFransa’dan yapılmaktadır.
Ülkenin ihrâcatı ithâlatının ancak yarısı kadardır. Suriye ürettiği ürünlerini, genellikle İtalya ve Romanya’ya satar.
Son yılarda Suriye’nin dış ticâreti daha çok komünist ülkelere yönelikti. Böylece ithâlat ve ihrâcat yaptığı ülkelere Küba ve Çin gibi ülkeler de katılmıştır. Suriye’nin Türkiye ve Japonya ile de ticârî münâsebetleri vardır.
Suriye’nin başlıca ihraç ürünleri şunlardır: Ham petrol, pamuk, tekstil ürünleri, canlı havyan, hayvan ürünleri ve tahıl ürünleri. Buna karşılık Suriye dışardan genellikle tekstil ürünleri, katı yakıtlar, makina, inşaat malzemeleri, metaller, kimyevî maddeler, motorlu taşıtlar ve tütün satın alır. Suriye’nin içinde bulunduğu ödemeler dengesi, ülke ekonomisini dışarıya ve hârici para kaynaklarına bağlı bırakmıştır.
Suriye’nin ulaştırma imkânları oldukça gelişmiş, hem toprak ve hem de asfalt yollar uzanabildiğince bütün ülke boyunca inşâ edilmiştir. Suriye; Türkiye, Ürdün, Lübnan veIrak’ı birbirine irtibatlayan demiryolu sisteminin ortalarında yer alır. Lâzkiye ve Tortus limanları, ülkenin deniz ulaşımına kâfi gelmektedir. Hem dış ve hem de iç hat havayolu ulaşımı düzenlidir. Suriye’nin ulaştırma ve haberleşme alanında, ileri seviyede olması sebebiyle turizm ve otelcilik alanları önemli birer gelir kaynağı olmuştur.