SORGUÇ
Alm. Federbusch (m), Aigrette (f), Haube (f), Fr. Panache (m), aigrette (f), plumet (m), İng. Crest, aigrette; plume. Bâzı kuşların başlarında bulunan uzun tüylere verilen ad. Serpuşların ön tarafına takılan tüy ve mücevher süs.
İnsanlar yüzyıllardan beri, belirli süsler kullanmışlar, diğerlerinden ayrılmada bunlardan istifâde etmişlerdir. Erkeklerin kullandıkları süsler ekseriya asâleti belirtici, kudreti arttırıcı, kadınlarda ise onun zarâfet ve yumuşaklığını belirtecek nitelikte olmuştur. Değişik bölgelerde çeşitli kültürler arasında yetişmiş insanlar, başlarına kudret ve yiğitliğin, kahramanlığın sembolü olarak hayvan tüyleri takmışlardır. Bunlar rastgele olmayıp belli usul ve kâidelerden sonra takılmıştır.
Türk kültür târihinde tüyler; usta atıcılık, itibar gibi özellikleri belirtecek şekilde kullanıldı. Göktürk ve Uygurlar zamanlarında kuş kanatları miğferlerin uçlarına takılırdı. Tepesi tüylü miğferlerinse Moğollarla birlikte Avrupa’ya gittiği tahmin edilmektedir. Selçuk ve Memlûklerde de kullanılan tüylerin ifâde ettiği genel mânâ, bir atışta uçan kuşu vurabilecek nitelikte avcı olunduğunun gösterilmesiydi.
Osmanlı Devletinde sultanların, askerî erkânın, yararlık gösteren askerlerin sorguç adı verilen bu tüyleri hangi târihten îtibâren kullandıkları kesin olarak bilinmemektedir. Devrin târihî kayıt ve minyatürlerinde, Kânûnî Sultan Süleyman Handan îtibâren sultanların savaş ve merâsim kıyâfetlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Sultanlar tahta çıkışlarında, kabullerde, merâsimlerde Horasânî, Mücevveze, Selimî ve Yusufî adı verilen serpuşların üzerine bir, iki bâzan üçlü sorguçlar takarlardı. Üzerlerinde mücevher de takılan sorguçları sultanlardan başka, şehzâde, vezir-i âzam, Kırım Hanı ve diğer Türkmen Hanları da takarlardı. Bundan başka rütbe işâreti olarak subayların değişik biçimde sorguç kullanmaları yanında hükümranlık işâreti olmak üzere, pâdişâhlar bindiği zaman atlar da sorguç takılarak süslenirdi.
Hükümdarlarca kullanılan sorguçlar sarayın hazine defterlerine etraflıca kayıt edilirdi. On dokuzuncu yüzyılda giyim tarzındaki değişikliği sorguçlarda da görmek mümkündür. Türk kültür târihinde önemli yeri olan sorguçlar, günümüzde müzelerde muhâfaza edilmektedir.
Alm. Würstchen (n), Fr. Saucisse (f), İng. Sausage. Etin kıyılarak baharat katılması, bilâhare koyun ince barsağı veya sentetik kılıflara doldurulmasıyla elde edilen bir çeşit yiyecek. Pişirme hâriç diğer işlemler salamda olduğu gibidir. Çiğ ve pişmiş olarak îmâl edilir. (Bkz. Salam)
(Bkz. Adâlet)
SOSYAL DEMOKRAT HALKÇI PARTİ (SHP)
Cumhûriyet devri siyâsî partilerinden. 12 Eylül 1980 harekâtından sonra siyâsî faâliyetlere son verilip partiler kapatıldı. Üç senelik bir aradan sonra siyâsî faâliyetlere müsâade edilince, ortanın solunda yer alan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) ve Halkçı Partinin (HP) birleşmesiyle 3 Kasım 1985’te kuruldu. Yapılan anlaşma uyarınca parti genel başkanlığına SODEP Başkanı Aydın Güven Gürkan; 1 Haziran 1986’da yapılan ilk genel kongrede de genel başkanlığa Erdal İnönü seçildi. Bu yıl içinde dört genel sekreter değiştirildi. Sırasıyla Cahit Angın, Mustafa Timisi, Barış Can ve Fikri Sağlar genel sekreter oldu.
Genel Başkan Erdal İnönü, 1986’da 11 ilde yapılan ara seçimlerinde İzmir’den milletvekili seçildi. Aynı senenin Aralık ayında 20 milletvekili partiden ayrıldı. Bunlardan 18’i Demokratik Sol Partiye (DSP) katıldı ve bu partinin TBMM’de grup kurmasını sağladı. SHP, 1987 genel seçimlerinde oyların % 24,74’ünü alarak 99 milletvekili çıkardı ve ana muhâlefet partisi durumunu korudu. 1988 Haziranında yapılan kurultayda İnönü genel başkanlığa tekrar seçilirken, Deniz Baykal genel sekreter oldu. 26 Mart 1989’da yapılan yerel seçimlerde oyların % 28,7’sini alarak birinci parti durumuna geldi ve 67 il merkezinden 39’unda belediye başkanlığını kazandı.
SHP, 1989 Haziranında Sosyalist Enternasyonele tam üye oldu. Paris’te 1989 Kasımında düzenlenen “Kürt Ulusal Kimliği ve İnsan Hakları” konulu bir konferansa parti yönetiminden habersiz katılan 7 milletvekili, partiden ihraç edildi. Bunun üzerine ondan fazla milletvekili ve bâzı il teşkilatları partiden istifâ etti. Aralık 1989’da yapılan Olağanüstü Kurultayda Erdal İnönü genel başkanlığa, Deniz Baykal genel sekreterliğe yeniden seçildi. 1990 ve 91 kurultayında İnönü tekrar genel başkanlığa seçilirken genel sekreterliğe Hikmet Çetin seçildi. Hikmet Çetin’in koalisyon hükümetinde Dışişleri Bakanı olması sebebiyle yerine Cevdet Selvi genel sekreter oldu (1991). 1993 Eylülünde Erdal İnönü’nün genel başkanlıktan çekilmesiyle Ankara Belediye Başkanı Murâd Karayalçın genel başkanlığa seçildi.
SHP, 20 Ekim 1991 milletvekili erken genel seçimlerine Halkın Emek Partisi(HEP) ile birleşerek katıldı. Türkiye genelinde kullanılan geçerli oyların % 20.75’ini alarak 88 milletvekili ile TBMM’ye girdi. 1987 Erken genel seçimlerinde 99 milletvekili ile TBMM’ye giren ve ana muhâlefet Partisi olan SHP, 1991 erken genel seçimlerinden sonra büyük oy kaybına uğrayarak mecliste üçüncü muhâlefet parti durumuna düştü.
24 Kasım 1991’de Doğru Yol Partisinin (DYP) çağrısına uyarak Süleyman Demirel’in kurduğu 49. Türkiye Cumhûriyeti koalisyon hükümetine ortak oldu. Daha sonra HEP’li milletvekilleri ayrıldı. Kapatılan partilerin açılmasıyla CHP’ye 20 kadar milletvekili ayrıldı. Bundan sonra meclisteki siyâsî durumunu böylece sürdürdü (1994).
Partinin programına göre gâyesi demokratikleşme, çalışan herkese sendikal hak verme (memurlar da dahil), bağımsızlık, ülke genelinde toprak reformunu gerçekleştirme ve üreticiliktir. Bu gayeye ulaşmak için parti cumhûriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, lâiklik ve devrimcilik ilkelerini benimsemiştir. Siyâset yelpazesinde ortanın solunda olan bir partidir.
Alm. Sozialversicherungswesen (n), Fr. Assurances (f. pl.), sociales, İng. Social insurances. Her ülkenin çalışan vatandaşlarının sosyal güvenliklerini sağlayan, memleketin sosyal yapısına, mâlî, iktisâdî gücüne uygun olarak kurulan müesseseler. Bugün memleketimizde bu gâyelerle kurulmuş, üyelerinin çalışma şartları ve çalışma yerleri îtibâriyle görev alanları kânunla tespit edilmiş, üyelikleri mecburî T.C. Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kurumu bulunmaktadır.
I. T.C. Emekli Sandığı:
T.C. Emekli Sandığı 1.1.1950 târihinde yürürlüğe giren, 8.6.1949 târih, 5434 sayılı kânunla kurulmuştur.
5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kânunu yürürlüğe girdiği târihten sonra, geçen 35 yıllık süre içinde 100’e yakın kânunla değişikliğe uğramış ayrıca yaklaşık bir o kadar kânunda da emeklilikle ilgili hükümlere yer verilmesi sebebiyle değişikliğe uğramamış maddesi hemen hemen kalmamış, hatta bâzı maddelerin tekrar tekrar değiştirildiği görülmüştür.
T.C. Emekli Sandığının organları şunlardır:
1) Yönetim Kurulu,
2) Genel Müdürlük,
3) Sağlık Kurulu.
Kânunda belirtilen kuruluşlarda çalışan üyelerine emekli sandığı şu yardımları yapar:
Aylık ve ikrâmiyeler: Emekli aylığı, vazife mâlullüğü aylığı, âdi mâlullük aylığı, dul ve yetim aylıkları, Harp mâlullerine bağlanan aylık, vatanî hizmet tertibinden bağlanan aylık, muhtaç kimselere aylık bağlanması, toptan ödeme, emeklilik ikrâmiyesi, evlenme ikrâmiyesi.
Sağlık yardımları: Emekli, âdi mâlullük veya vazife mâlullüğü aylığı bağlanmış olanlarda, bunların bakmakla mükellef bulundukları âile fertleri, dul ve yetim aylığı alanlar hastalanmaları hâlinde resmî sağlık kurumlarında muayene ve tedâvi ettirilirler.
T.C. Emekli Sandığı, kuruluşunda, Mâliye Bakanlığına bağlı iken 1983 yılı sonunda Mâliye ve Gümrük Bakanlığına bağlanmıştır.
II. Sosyal Sigortalar Kurumu:
Çalışan işçilerin bütün sosyal güvenliklerinin sağlanabilmesi; İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları Sigortası, Hastalık Sigortası, Analık Sigortası, Mâlullük Sigortası, Yaşlılık Sigortası, Ölüm Sigortası, İşsizlik Sigortası, Âile ve Çocuk Yardımları Sigortası gibi sigorta kânunlarının ve bu kânunları uygulayan Sigorta Kurumlarının mevcut olmasına bağlıdır.
Osmanlı Devletinde, işçilerle ilgili ilk özel tedbirler, 1865 târihinde Ereğli Kömür Havzası için çıkarılan ve 100 maddeden meydana gelen Dilâver Paşa Nizamnâmesi’nde yer almıştır. Bu nizâmnâme havzada bu iş kolunda çalışan işçilerin dinlenme ve tâtil zamanları, çalışma saatleri, ücretleri ve ücret tediye usulleri, barınma yerleri hakkında hükümleri de ihtivâ etmesi bakımından, sosyal hayâtı düzenleyen târihî bir kıymeti hâizdir. Nizamnâmede bir kontrol mekanizmasının kurulması düşünülmemiş olduğundan bu alanda etkili bir uygulama sağlanamamış, bu husustaki eksiklikler 1869 yılında çıkarılan Maadin Nizamnâmesiyle kısmen tamamlanmıştır.
Bundan sonra ilk güvenlik müessesesi 1866 yılında Askerî Tekaüt Sandığı adıyla kurulmuştur. Daha sonra çeşitli kamu kuruluşlarının personelini kapsayan, sandıklar kurulmak sûretiyle gelişmeler kaydedilmiş ve bu arada iş hayâtında türlü hâllere karşı ilgili Sigorta Kânunu hükümlerini uygulamak ve Çalışma Bakanlığına bağlı olmak üzere, 1.1.1946 târihinde yürürlüğe giren kânunla İşçi Sigortaları Kurumu kurulmuştur. Kurumun adı 1965 yılında, Sosyal Sigortalar Kurumu olarak değişmiş, 1974 yılı sonunda, Sosyal Güvenlik Bakanlığına, 1983 yılı sonunda da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlanmıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumunun organları şunlardır:
1) Genel Müdürlük Kuruluşu,
2) Yönetim Kurulu,
3) Genel Kurul.
Sosyal Sigortaların karşıladığı rizikoları Uzun Vâdeli ve Kısa Vâdeli olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Uzun Vâdeli Sigorta Kollarına Mâlûliyet aylığı, Yaşlılık Aylığı, Ölüm Aylığı dâhildir. Yaşlılık ve Ölüm Aylığı için gerekli şartlar bulunmuyorsa, sigortalı veya hak sâhiplerine toptan ödeme yapılır.
Kısa Vâdeli Sigorta Kolu da “Meslekî Risk”i karşılayan İş Kazâlarıyla Meslek Hastalıkları Sigortası; “Sosyal risk”i karşılayan Hastalık ve Analık Sigortalarından müteşekkildir.
Uzun Vâdeli Sigorta Kolu olan İhtiyarlık Sigortası ise, ilk olarak 5417 sayılı kânunla 1.4.1950 târihinde kurulmuş ve zamanla 5752, 5937, 6391 ve 6708 sayılı kânunlarla değişikliklere uğrayarak 1.6.1957 târihinde yürürlüğe giren 6900 sayılı“Mâlûliyet, İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Kânunu” ile sosyal güvenliğin uzun vâdeye dayanan yardımlarının tamâmını kapsar hâle gelmiştir.
1.3.1965 târihine kadar, mevcut sigorta haklarından Türkiye’de çalışanların tamâmı değil, sâdece 3008 sayılı İş Kânunuyla 5953 sayılı Deniz İş Kânunu ve 6379 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştırılanlar Arasındaki Münâsebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kânun şumûlüne giren işyerlerinde çalışanlardan, bu kânunlara göre sigortalı sayılanlar faydalanmaktayken 1.3.1965 târihinde yürürlüğe giren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kânunu ile sigorta haklarından faydalanmak için ayrıca zikredilen kânunlara tâbi işyerlerinde çalışma hâli kaldırılmış, bu sûretle, kânunun uygulama alanı genişletilmiştir. Böylece 506 sayılı kânunda belirtilen istisnalar dışında bir hizmet akdine istinâden çalıştırılan herkesin ayrıca yukarıda sözü edilen kanunlara tâbi işyerlerinde çalışıp, çalışmadıklarına bakılmaksızın, Sosyal Sigorta haklarından yararlanmaları sağlanmıştır.
Bakanlar Kurulunca zaman zaman çıkarılan kararnâmelerle, hâlen memleketimizde bir kişi çalıştıran iş veya işyerlerinde 506 sayılı kânun hükümlerine tâbi tutulmak sûretiyle, kânunun uygulama alanı genişletilmiştir.
Avukatlar ve Noterler kendileriyle ilgili kânunlara (19.3.1969 târih 1136 sayı, 18.1.1972 târih 1512 sayı) konulan maddelerle 506 sayılı kânunla işçilere tanınan haklardan faydalanma imkânına kavuşmuşlardır.
506 sayılı kânunun 85 ve 86. maddelerindeki şartlar dâhilinde, isteğe bağlı veya topluluk sigortasına girilip, belirli primi ödeyerek, bir işyerinde hizmet akdiyle çalışma şartı aranmaksızın, sigortalı olunabilmekte veya sigortalılığı devam ettirilebilmektedir.
17.10.1983 târihli, 2925 sayılı Tarım İşçileri, Sosyal Sigortalar Kânunu ile Sosyal Güvenlik Kânunları kapsamı dışında olanlarla, bu kânunlara göre mâlullük, yaşlılık (emeklilik) aylığı, sürekli tam iş göremezlik geliri olmayanlardan, süreksiz olarak tarım işlerinde hizmet akdiyle çalışanlar istekte bulunmaları kaydıyla sigortalı sayılmaktadırlar.
506 sayılı Sosyal Sigortalar Kânunu ile sigortalılara sağlanan yardımlar şunlardır:
1. İş Kazâları ile Meslek Hastalıkları Sigortası:
a) Sağlık yardımı yapılması,
b) Geçici iş göremezlik süresince günlük ödenek verilmesi.
c) Sürekli iş göremezlik hallerinde gelir verilmesi,
d) Protez araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi,
e) a ve d fıkralarında yazılı yardımlar için sigortalının başka yere gönderilmesi,
f) Yurt içinde tedâvisi mümkün olmayıp, ancak yabancı ülkede kısmen veya tamâmen tedâvisi mümkün görülen ve iş göremezlik derecesinin azalabileceği, kurum Sağlık Tesisleri Sağlık Kurulu Raporu ile tespit edilenlerin ve raporda belirtilmişse berâber gideceklerin gidip-gelme yol paraları ile o yerdeki kalış ve tedâvi masraflarının ödenmesi,
g) Cenâze masrafı karşılığı ödenmesi,
h) Sigortalının ölümünde hak sâhiplerine aylık bağlanması.
2. Hastalık Sigortası:
a) Sağlık yardımı yapılması,
b) Protez araç ve gereçlerinin sağlanması, takılması, onarılması ve yenilenmesi,
c) Geçici iş göremezlik süresince günlük ödenek verilmesi,
d) Gerekli hâllerde muayene ve tedâvi için yurt içinde başka bir yere gönderilmesi,
3. Analık Sigortası:
a) Gebelik muâyenesinin yaptırılması ve gerekli sağlık yardımlarının sağlanması,
b) Doğumda gerekli sağlık yardımlarının sağlanması,
c) Emzirme yardım parasının verilmesi,
d) Sigortalı kadının doğumdan önce ve sonra işinden kaldığı günler için ödenek verilmesi,
e) Analık hâli sebebiyle gerekirse, yurt içinde başka bir yere gönderilmesi.
4. Mâlullük Sigortası:
Mâlûllük sigortasından sağlanan yardım, mâlullük aylığı bağlanmasıdır.
5. Yaşlılık Sigortası:
a) Yaşlılık aylığı bağlanması,
b) Toptan ödeme yapılması.
6. Ölüm Sigortası:
a) Ölen sigortalının eşine, çocuklarına, ana ve babasına aylık bağlanması,
b) Ölen sigortalının eşine, çocuklarına, ana ve babasına toptan ödeme yapılması,
c) Ölen sigortalı için cenaze masrafları karşılığı verilmesi.
III. Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kurumu:
2.9.1971 târih, 1479 sayılı Bağ-Kur kânunu, 506 sayılı Sosyal Sigorta Kânunu kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdiyle bağlı olmaksızın, kendi adına ve hesabına çalışan esnaf ve sanatkârlarla, diğer bağımsız çalışanlar hakkında mâlullük, yaşlılık ve ölüm hâllerinde kânunda yazılı şartlarla SosyalSigorta yardımlarını sağlar. (Bkz. Bağ-Kur)
SOSYAL SİGORTALAR KURUMU (SSK)
(Bkz. Sosyal Güvenlik Kuruluşları)
(Bkz. Enternasyonal)
Alm. Sozialismus (m), Fr. Socialisme (m), İng. Socialism. Özel mülkiyeti reddeden, kollektif mülkiyeti tercih eden, liberalizmin kişiye önem veren yaklaşımını kabul etmeyen ve genel olarak iktisâdî tarafı ağır basan bir sistem. Esâsen sosyalizm, kapitalizme bir antitez olarak gelişmiştir. Sosyalizmi târihin ilk çağlarına kadar götürmek mümkündür. Ferdiyetçiliği reddeden Yunanlı filozof Eflâtun (Bkz. Eflâtun) bir tür aristokratik sosyalizmi savunmuştur. Bunun sosyalizmi toplumun belirli bir kesimini ilgilendirmektedir. Bu bakımdan toplumun tamâmına yayılma eğilimi göstermemiştir.
On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde sosyalizmin; ütopik (hayalci), demokrasiyle bütünleşen ve ilmî bir karekter verilmek istenen tiplerinin ortaya çıktığı görülmektedir. Ütopik sosyalizm, Fransa ve İngiltere’de gelişme imkânı bulmuştur. Bu akımın ileri gelenleri Saint-Simon, Charles Fourier gibi düşünürlerdir. Ütopik sosyalistlere göre, özel mülkiyet, para ve rekâbet gibi kapitalizme has müesseseler insanların, insanlar tarafından sömürülmesini sağlarlar. Bu sebeble, bunların kaldırılarak, yerlerine sömürmeye imkân tanımayan müesseselerin kurulması lâzımdır.
Sosyalizm zamanla demokrasi rejimlerinin önemli bir alternatifi şeklinde takdim edilerek bu rejimle idâre edilen ülkelerde de kuvvetlenme yolunu seçmiştir. Bilhassa Avrupa ülkelerinde, çeşitli siyâsî partiler vâsıtasıyla sosyalizm mevcut rejimin içinde gelişme imkânları aramaktadır. Sosyalizm asıl nihâî şeklini Karl Marx’ın bilimsel sosyalizmi ile almıştır. Bilimsel sosyalizm, marksizm olarak da ifâde edilmektedir. (Bkz. Marxizm)
Sosyalist iktisatçılara göre kapitalizm, artan sermâye birikimi ve artan temerküz kânunlarına tâbidir. Sermâyenin giderek belli ellerde toplanması, sermâyedar ile işçi arasındaki sınıf farklılığını arttıracak, işçiler, hayat standartlarının gittikçe kötüleşmesi ve işsizliğin artması üzerine, toplum düzeninin değişmesi için köklü hareketlere girişeceklerdir. Sermâyedarların gitgide sermâye yoğun yatırımlarına gitmeleri, makina kullanımlarını arttırmaları, yedek işsizler ordusunun artmasına sebebiyet verecektir. Sermâyedarların güçlenmesi, işçilerden sağladıkları artık değerle olmaktadır. Sermâyedar çalıştırdığı işçiye hakkı olan bütün değerleri vermemekte bir bakıma onun üzerinden kazanç sağlamaktadır.
Sosyalizmin nihâî safhasında, bütün üretim araçları mülkiyeti toplumun olacak ve herkes çalışması karşılığında üretilen ürünlerden pay alabilecektir. Bu safha, mutlak komünizm olarak adlandırılmaktadır. Sistem, giderek devletin de ortadan kalkacağı bir ekonomik ve sosyal düzene doğru gitmeyi hedefler.
Sosyalizm, günümüzde çalışan kesimlerin daha iyi hayat şartlarına kavuşması için gayret gösteren, toplumun mânevî değerlerini küçümseyen ve insanın madde olarak bir değeri olduğunu, bundan başka bir değer taşımadığını savunan bir ekonomik sistem olmaktadır. İkinci Dünyâ Savaşı sonunda, Doğu Avrupa Ülkeleri, Rusya’nın zorlamasıyla bu ekonomik sisteme geçmişlerdir. Bâzı az gelişmiş ülkelerde ise Rusya’nın veya Rus menfaatleri için çalışan bâzı ülkelerin sinsi propagandaları ve işgâlleriyle sosyalizm, tatbik sahası bulmuştur. Sosyalizm uygulandığı bütün ülkelerde insanlara daha iyi hayat şartları sağlayamamıştır. Yukarıda ifâde edilen görüşler, sâdece birer fantazi olarak kullanılmakta, propaganda vâsıtası olmaktadır.
Sosyalizm, Avrupa’nın demokrasiyle idâre edilen ülkelerinde sistemin bir parçası olarak varlık göstermek durumundadır. Fakat bu ülkelerin kuvvetli sosyo-ekonomik yapıları, sosyalizmi fikir temelinden hayli uzaklaştırmaktadır. Sonuçta, sosyalizm yeni kılıklarla, meselâ Euro-sosyalizm gibi isimlerle bu ülkelerde tesirli olmak istemekte ise de, başarılı olamamaktadır.
Alm. Soziologie (f), Fr. Sociology, İng. Sociology. Her kategoriden sosyal olayların genel karakterlerini inceleyen ve onları birleştiren münâsebetlerin ilmi. Sosyoloji diğer bir târifle insan gruplarının yapılarını, fonksiyonlarını, bu yapı ve fonksiyonlardan meydana gelen değişmeleri, bu değişmeler sonucu meydana çıkan sosyal problemleri, kısaca, her türlü sosyal hâdise, vaka ve teşekkülü kendine has metodlarla inceleyerek kânunlara, prensiplere bağlayan ve sosyal problemlere çözüm arayan pozitif bir ilim dalıdır.
Târihçesi: Bir ilim olarak sosyolojinin doğuşu pek yenidir. Bununla berâber, sosyal hayâtın yorumlanmasıyla ilgili çalışmalar çok eskidir. Eski Yunan’da, Hıristiyan ve İslâm dünyâsında yetişen pekçok fikir adamı toplum hayâtıyla ilgili görüş, düşünüş ve yorumlarını ortaya koymuşlardır. Eflâtun, Aristo, Saint Augistin, Thomas Moodrus, Thomas Campenella, Niccola Machiavel gibi Yunan ve Hıristiyan fikir adamlarının yanında 9. yüzyılda yaşayan Türk filozofu Uzlukoğlu Muhammed Fârâbî, Bîrûnî ile 15. yüzyılda yaşıyan Tunuslu târihçi Abdurrahman İbn-i Haldun sosyolojinin önemli bilginleridir. Sosyoloji ilminin kurucusu İbn-i Haldun; metodunu ortaya koyanAuguste Comte’tur. Fârâbî El-Medinet-ül Fâzılâ (Faziletli Şehir) isimli kitabında toplumla ilgili görüşlerini belirtir ve bugünkü Birleşmiş Milletler fikrini ileri sürerek toplumların birbirlerini tamamlamaları lüzumuna inanır.
İbn-i Haldun ise, insan toplulukları hakkındaki görüşlerini Mukaddime isimli iki ciltlik ünlü eseriyle ortaya koymuştur. Bu kitap, yazdığı târih kitabının önsözü mahiyetindedir. İbn-iHaldun târihte ilk defâ sosyal hayâtın objektif ve determinizme bağlı bir yorumunu yaparak, oradan genellemelere varmaya çalışmış ve dolayısıyle sosyoloji ilminin temellerini atmıştır. O, sosyoloji ilmine İlm-i Tabiat-i Umran adını vermiştir. İnsanların cemiyetler hâlinde birbirleriyle yardımlaşarak memleketleri îmâr etmelerini ve yaşayışları için gereken geçinme vâsıtalarını, sebeplerini, âletlerini hazırlamalarını“Umran” kelimesiyle ifâde etmiştir. Ancak bu ilmin siyâset, ahlâk, hitâbet ve başka ilim ve fen cümlesinden olmayıp, kendi başına bir ilim olduğunu açıklamıştır. Târih inceleme metodunu ilk defâ kullanarak, sosyal hayâtın ilmî yorumuna öncülük etme şerefi, bu Müslüman târihçiye âittir. (Bkz. İbn-i Haldun)
Sosyoloji terimini ilk defâ kullanan, 19. yüzyılda yaşıyan Fransız sosyoloğu Auguste Comte’tur. Auguste Comte, ferdin psikolojik davranışlarını dahi, sosyal kaynaklı kabul ederek, ferdî ruhları inkâr edici bir metodla sosyolojisini kurmaya çalıştı. Batı dünyâsında, Auguste Comte, sosyal hayâtın ilk pozitif ve objektif yorumcusu olmak önceliğine de sâhiptir. Auguste Comte’un ferdin her şeyini cemiyete bağlayan bu aşırı anlayışı diğer sosyologlar tarafından şiddetle tenkit edilmiştir. Karl Marx ise cemiyetleri, her türlü bağlantıdan ayrı, yalnızca maddî bağlarla birbirine bağlamış insan grupları şeklinde ele almıştır. Bu ikisinin insanlığın geçmişi ve toplumlar hakkındaki görüşleri tamâmen farklıdır.
Karl Marx’tan sonra Almanya’da yetişen Weber eski Çin, Hindistan ve Modern Avrupa’nın dînî ve sosyal sistemleri hakkında çalışmalarda bulundu. Elde ettiği bilgileri Marx’tan daha teferruatlı olarak ortaya koymuştur. Weber, üretimin sosyal organizasyonu hakkında Marx’ın yolunu tâkip ettiyse de, sonunda bir toplumun politik ideolojisiyle sistemlerinin ayrı hürriyetlere sâhip olduğunu belirtti.
Fransa’da Emile Durkheim, Auguste Comte’u tâkip ederek sosyoloji ilmini geliştirmeye çalıştı. Bilhassa “kollektif ruh” ile “ferdî ruh”u birbirinden ayırıp birincisini ikincisine üstün tutarak, sosyolojiyle psikolojinin konularını birbirlerinden ayırmayı denedi. Auguste Comte’unun hatâlarını düzeltmeye başladı ve bunda da başarılı oldu.
Fransız sosyologlarından deneysel sosyolojinin kurucusu F. Le Play (1806-1882) ise, sosyoloji terimini beğenmeyerek yerine Science Social teriminin kullanılmasını tavsiye etti. Türkiye’de Prens Sabahaddîn bu yeniliği benimseyerek bu ilme İlm-i İçtimâî adını verdi. Ziyâ Gökalp ise, sosyoloji terimi yerine İçtimâiyat kelimesini kullandı.
Günümüzde sosyoloji alanında herbiriyle boğuşan, ters düşen ve çatışan birçok ekoller bulunmaktadır. Sosyal olayları ve toplumları açıklayış tarzına göre ekollerin arasında farklılıklar meydana gelmiştir. Bu ekollerin bir kısmı şunlardır:
Coğrafyacı ekolü, mekanik ekolü, demografi ekolü, antropoloji ekolü, Darwinci ekolü, pozitivist teori ekolü, Durkheimciler, Strüktüralistler, ekonomist ekolü, hukukçu ekolü, dîni temel alanlar, töreyi-âdeti-ahlâkı temel alanlar, Le Playciler, Bilimsel sosyoloji ekolü, bütüncü (geştalt) ekolü.
Ayrıca psikolojiden etkilenen ekoller olarak şunlar sayılabilir: İçgüdüyü temel alanlar (Freud, Hans Blüher...), içebakış ekolü, davranışçı ekolü.
Sosyolojinin konusunu tâyinde, konularını yorumlamada, farklı görüş ve sistemler, bu ilim alanında ağırlığını duyurmaktadır. Sosyoloji ilmi kısa zamanda başarılı adımlar atarak gelişmiştir. Çağdaş sosyologlardan P.Sorokin, A.Toynbee, Prof. C. Zimmerman gibi sosyologların bu ilim konusunda çalışmaları dikkati çekmektedir. Özellikle P. Sorokin Çağdaş Sosyoloji Teorileri adlı kitabında, bütün klasik sosyologları tenkit etmekte, mevcut sosyoloji ekollerinin yetersizliklerini ortaya koymaktadır.
Sosyolojinin konusu: Sosyoloji, insanın sosyal hayatını inceler. İnsanlar yaratılışlarının bir gereği olarak toplu olarak yaşarlar. Toplu halde yaşayan insanların karşılıklı olarak birbirine tesir etmesi sonucu toplumda birtakım ortak münâsebetler meydana gelir. Sosyoloji, topluluk hâlinde yaşayan insanların birbirlerini karşılıklı olarak etkilemesinden meydana gelen sosyal kuruluş ve münâsebetleri inceler. Sosyolojinin konusunu teşkil eden sosyal hayata sosyal gerçek denir. Sosyal gerçeklik incelenirken grup kavramı üzerinde önemle durulur.
Sosyal grup: İkiden fazla şahıs arasında anlamlı bir etkileşim, benzer faaliyet ve belirli bir süre devam edecek her türlü insan kümeleşmesini ifâde eder. Grup, diğer insanlara göre bir diğerine daha fazla muhtaç olan insanların meydana getirdikleri kümeleşmeler diye de târif edilmektedir. Grup, müşterek ihtiyaçlar etrâfında insanların toplanmasından doğduğu için aralarında ihtiyaç bağı bulunmayan insan topluluklarına ise kalabalık denir.
İnsan grupları, nicelik ve niteliklerine göre şöyle sınıflandırılmaktadır: a) Toplum, b) Kamu (cemiyet), c) Topluluk, d) Toplantı.
Toplum, genelde belli bir bölgede oturan, kendi aralarında çoğalan ortak tecrübeleri ve temel hizmet kurumları bulunan devamlı gruplardır. Meselâ âile, köy, kasaba, şehir gibi. Bir toplumun cemiyet adını alabilmesi için, grubu meydana getiren toplumların ve birimlerin tipik bir kültürde birleşmeleri gerekir. Her millet ayrı bir cemiyet ifâde eder. Meselâ, Kıbrıs’ta iki ayrı cemiyet vardır. Çünkü, buradaki insanlar iki ayrı kültür etrafında toplanmışlardır.
Topluluk, belli bir mekânda oturan, fertleri üreme olmayıp toplama olan, fertleri değiştiği halde, genel havası ve gâyesi değişmeyen gruplara denir. Meselâ, okul, ordu, fabrika gibi. Toplantı ise, ortak ihtiyaçlarla bir araya gelen, kendine has genel havası ve gâyesi bulunan kısa süreli gruplardır. Meselâ; mitingler, konferanslar, maçlar gibi.
Sosyolojinin konusu olan sosyal hayatın içinde sosyal yapı, sosyal fonksiyon, sosyal değişme ve sosyal problemler vardır. Sosyal yapı, bir grubu meydana getiren birimlerin birbirlerine göre durumları ve bunların bir arada genel görünüşleridir. Grubu meydana getiren kısımlar (bölümler), bir diğerine veya grubun diğer gruplara göre yaptığı iş ve hareketlere ise sosyal fonksiyon denir. Sosyal değişme de, iç ve dış etkilerle grubun veya grubu meydana getiren birimlerin sosyal yapı ve fonksiyonlarında görülen değişmelerdir. Meselâ siyâsî ve askerî çatışmalar ve işgaller, toplumlarda değişmeye sebep olur.
Sosyolojinin konusunu P. Sorokin şöyle sıralamaktadır: 1) Çeşitli sosyal olaylar arasındaki münâsebet ve nitelikleri inceler. Meselâ, ekonomi-din, âile-ahlâk gibi. 2) Sosyal olaylarla sosyal olmayan olaylar arasındaki münâsebet ve bağıntıları inceler. Meselâ, iklim-moda gibi. 3) Bütün sosyal olay sınıfları arasındaki genel ilişkinin karakterini inceler.
Sosyoloji, cemiyet hayâtını bütünüyle ve tam isâbetli bir şekilde kavramaktan henüz mahrumdur. Dünyadaki insan topluluklarının farklı maddî ve manevî yapıda oluşları, bu ilmin prensiplerinin bütün cemiyetlere uygulanmasını ve doğru neticeler alınmasını güçleştirmektedir. Hele geçmiş insan toplulukları hakkında ileri sürülenler ise şahsî görüşlerden öte bir değer taşımamaktadır. Bu sebepten sosyologlar arasındaki farklılık ve zıtlıkların sayısı giderek artmaktadır.
Sosyolojinin bölümleri: Sosyoloji iki ana bölüme ayrılmaktadır. Bunlar, sosyal morfoloji ve sosyal fizyolojidir. Sosyal morfoloji; toplumların maddî yapılarını, sosyal dokuları yönünden inceleyen bir bölümdür. Bunun da alt bölümleri vardır. Bunun bölümleri ise sosyo-coğrafya ve demografi (nüfus bilim)dir. Sosyal fizyoloji de, toplumun birer organı durumunda bulunan sosyal kurumların işleyişini ve görevlerini inceler. Bir toplum içinde görülen belli başlı kurumlar ise din, ahlâk, hukuk, âile, devlet, ekonomi, sanat, eğitim, dil, bilimdir. Sosyal fizyoloji bu kurumları tek tek ele alıp doğuş ve kuruluşlarını, gelişmelerini, toplum içindeki vazifelerini ve bunların birbirleriyle olan münâsebetlerini inceler. Bu kurumlardan hukuk, eğitim, ekonomi, dil günümüzde büyük birer sosyal bilim hâline gelmiştir.
Sosyoloji ve diğer bilimler: Sosyoloji, toplumların davranışlarını yapısını çeşitli yönleriyle incelediği için, çalışma alanı çok geniştir. Bu alandan birçoğu ayrı ayrı bilimlerin konusu içine girer. Sosyoloji, insanların anlaşarak bir toplumu meydana getirme konusundaki davranışlarını anlamak için psikolojiden faydalanmaktadır. Ayrıca, târih boyunca çözülüp dağılan toplulukları incelemek için târih ilminden faydalanılmaktadır. Sosyolog, toplumların çözülme ve dağılmalarının sebeplerini belirli, isim yapmış bir toplum bakımından değil, bu konuda genel prensiplere, genelleştirmelere ulaşmak için açıklar. Târih ise belirli, isimli sosyal olayları, sırf bunlara has özellikleri bakımından incelemektedir.
Çok eski zamanlarda yaşamış toplulukların durumu hakkındaki bilgileriyse arkeolojiden alır. Târihteki toplumları incelerken; insanların barınak, hammadde, dikkate çarpan yiyecek bakımından toprağa bağlı olmaları en önemli özelliktir. Onun için coğrafyanın bir bölümü olan beşerî coğrafyadan faydalanmaktadır. Sosyoloji bunun yanında ekonomi, biyoloji, politika’dan da faydalanmaktadır.
Soru anket cetveli; herhangi bir sosyal meseleyi açıklamak gâyesiyle önceden hazırlanan bir takım soruları bir grubun fertlerine sorarak görüşlerini tespit etmektir. Soru anket cetveli mülakat şeklinde fertlerle tek tek görüşme yoluyla yapılabileceği gibi, mektup, dergi, gazete vb. yayın organlarından faydalanılarak da yapılabilir. Soru sorulan fert sayısı ne kadar çok olursa, toplumun tamamı hakkında o kadar kesin bilgi elde edilir. Soru cetvelleri bazan insanların özel ve gizli sosyal yaşayışları hakkında bilgi toplamak için de kullanılır. Bu konular aleni olursa, kimse doğru cevap vermez. Bu gibi durumlarda anketi uygulayanların becerisi de sonucu etkiler.
Monografi; bir sosyal grubu veya sınırları belirlenmiş dar bir konumu, belirli bir plân ve bütün incelikleriyle derinlemesine mücerret olarak incelemektir. Le Play (1806-1882) adlı bir Fransız mühendis tarafından kurulmuştur. Toplumlarda reform yapmak üzere bu metod geliştirildi. Bu metodu daha teferruatlı bir araştırma plânı hâline getiren H.Tourville’dir. Bu metod sosyologlar tarafından geliştirilerek ayrıntılı cetveller hâlinde sosyal araştırmalarda kullanılmaktadır.
Târihî inceleme; sosyal araştırmalarda toplum olaylarının geçmişini gösteren târihi bilgilerden faydalanma yoludur. Sosyal olayları sâdece bugünkü halleriyle incelemek çok defâ kifâyet etmemektedir. Sosyal olayları daha iyi anlamak için onların meydana gelişlerini, yâni kuruldukları günden bugüne kadar nasıl geliştiklerini ne gibi merhalelerden geçtiklerini bilmek gerekir. Sosyolojide târihi olayları kullanarak sosyal olayları açıklayan bellibaşlı sosyologlar A.Comte, Spencer, Cosentini ve E. Durkheim’dir.
Sosyolojide araştırma metodları: Sosyolojide, araştırma konusunun özelliğine göre çeşitli metodlar kullanılır. Bunlardan gözlem, istatistik, soru çizelgesi, monografi, târihî inceleme, sosyometrik test önemli olanlarıdır.
Gözlem, bir grup içindeki sosyal vak’aları yerinde meydana geliş ânında tespit etmektir. Olaylara katılmadan yapılan gözlem ve olaylar içinde yaşayarak yapılan gözlem olmak üzere iki türlü gözlem yapılır. Olaylara katılmadan yapılan gözlemde araştırıcı dışardan bir seyirci gibi olayları tâkip eder. Olayların içinde yaşayarak yapılan gözlemde ise araştırıcı inceleme yapacağı sosyal grubun içinde grubun bir üyesi gibi yaşayarak, grubun teşkilat ve işyerini içten tespit eder. Bu gözlemde sosyal olaylar, gerçek teşekküllerle ve bütün ayrıntılarıyla yakından incelenir.
İstatistik, sayılabilen ve ölçülebilen sosyal hâdiselerin meydana gelişlerini rakamlarla tespit etmek ve değerlendirmektir. Bir toplumdaki evlenme, boşanma, suç ve cezâ istatistiklerini yapmak bu hâdiselerin seyri ve toplum düzeni hakkında bize bir fikir verir. Bunların grafikleri yapılarak ve diğer toplumlarla karşılaştırılarak daha derin açıklamalar yapılabilmektedir. Yanyana ve birbiri arasında görülen hâdiselerin istatistiklerinin berâberce artıp eksilmesine dayanarak bu iki hâdise arasında bir sebep-sonuç münâsebeti kurmak mümkün olur.
Sosyometrik test; gruplaşma münâsebetlerini meydana geliş sırasında yakalayarak, ölçmeye çalışan bir metoddur. Amerika’da Moreni tarafından kurulan deney sosyolojisinin en yeni dallarından biridir. Bir gruptaki kişiler arasında çeşitli bağıntılar vardır. Fertler bu münâsebetlerle birbirlerine yaklaşırlar ve uzaklaşırlar. Bir grup içindeki fertlerin, sosyal münâsebetler bakımından birbirine yaklaşma ve uzaklaşma dereceleri sosyometrik testlerle ölçülür. Sosyometriyle grup fertleri arasındaki ilişki bağının derecesi, sıklığı ölçülür. Bu, aynı zamanda ilişkisizliği de yansıtır. Uygulanırken grup fertlerinin kim ile veya kimlerle belirli bir işi yapmak istediği sorulur. Cevaplara göre grup içindeki sevilen ve sevilmeyen fertler ortaya çıkabileceği gibi sosyal gruptaki homojenlik de istatistikî bir şekilde tespit edilir. Sosyometriyle şahsiyet özellikleri, demografik yapılar da ortaya çıkar. Ayrıca, grupların tutumları, inançları ve değerleri de tespit edilir.
(Bkz. Rusya Federasyonu)
Alm. Edelgase, Fr. Gaz nables, İng. Noble gases. Periyodik tablonun VIII A grubunu meydana getiren altı kimyâsal element. Asal veya necib gazlar olarak da bilinirler. Bunlar helyum (He), neon (Ne), argon (Ar), kripton (Kr), ksenon (Xe) ve radon (Rn) dur.
Soy gazların hepsi atmosferde bulunur ve atom numaraları arttıkça bollukları azalır. Helyum, hidrojenden sonra dünyâda en çok bulunan elementtir. Helyum ve radon dışındaki soy gazlar başlıca, sıvı havanın fraksiyonlu damıtılması yoluyla elde edilir.
Soy gazlar normal şartlarda renksiz, kokusuz ve yanmayan gazlardır. Atomları çok kararlı bir elektron yapısına sahip olduğundan elektron alışverişinde bulunmazlar. Bu sebepten inert (eylemsiz, asal) gaz olarak da adlandırılırlar. Fakat 1962’de büyük atom numaralı kripton, ksenon ve radonun, elementler arasında elektron ilgisi en yüksek olan flüorla kimyâsal bileşikler meydana getirebildiği bulundu. Bu da bu elementlerin son yörünge elektronlarının daha gevşek bağlı olmasından kaynaklanmaktadır.
Soy gazların kullanım alanlarının bir kısmı inert olma özelliklerine dayanır. Meselâ, helyumdan balonlarda emniyetli bir kaldırma gazı olarak, helyum ve argondan da kesme, kaynak yapma ve metal saflaştırma gibi işlemlerde inert atmosfer olarak faydalanılır.
Soy gazlar elektromanyetik şuâları diğer maddelere göre daha sâde bir biçimde soğurur (emer) ve salarlar. Düşük basınç altında bir cam tüp içindeki soy gazdan elektrik akımı geçirildiğinde gaz parlak bir ışık salar. Bu sebeple soy gazlar flüor ışımalı lambalarda ve elektrik panolarında kullanılır. Ayrıca erime ve kaynama noktaları çok düşük olan soy gazlardan düşük sıcaklıklar fiziğinde soğutucu olarak faydalanılır. (Ayrıca Bkz. Argon, Helyum, Kripton, Ksenon, Neon, Radon).