SOLUNUM SİSTEMİ
Alm. Atmungsorgane, Respirationsorgane (pl), Fr. Appareil (m), respiratoire, İng. Respiratory system. Canlı varlık ile onun dış ortamı arasında, gaz alış-verişi ve hayâtın en temel özelliklerinden birisi olan, solunumun yapıldığı organ sistemi.
Solunumda gâye, canlının aralıksız oksijen alması ve karbondioksit vermesidir. Bâzı tek hücreli canlılar (anaerobik bakteriler ve bâzı parazitler) dışındaki bütün bitki ve hayvanlar yaşamak için oksijene muhtaçtırlar. Oksijen canlılarda farklı yollardan temin edilmektedir. Canlıda teşekkül eden karbondioksitin fazlası da bu yollardan uzaklaştırılır. Canlı hücreyle bulunduğu ortam arasında gaz alış-verişi (oksijen ve karbondioksit), dâimâ gazların hücre zarından içeri veya dışarı geçişiyle olur. Tek hücreliler dış ortamla doğrudan doğruya temas hâlinde olduklarından, oksijen alma ve karbondioksit verme kolaylıkla yapılır, dolayısıyle özel bir solunum cihazına ihtiyaçları yoktur.
Suda yaşayan çok hücreli fakat yapısı basit olan bâzı basit yapılı hayvanlarda, (deniz anasında) özel bir solunum sistemi yoktur. Zîrâ bu hayvanlarda vücudun iç hücreleri dahi oksijen taşıyan ortamdan, yâni sudan uzak değillerdir.
Bâzı hayvanlarda oksijen deri yoluyla kılcal damarlara geçer. Kurbağalarda olduğu gibi, diğer çok hücrelilerde vücut kitlesi arttıkça, vücûdun iç tarafında bulunan hücrelerin solunumu bir problem meydana getirmiştir. Böylece oksijeni vücûdun her hücresine götürecek ve karbondioksiti buradan uzaklaştıracak özel solunum sistemleri vardır.
Biyolojik yapısı üstün olan canlılarda, yâni insanlar ve memeli hayvanlarda solunum, dış solunum ve iç solunum olmak üzere ikiye ayrılır. Dış solunum deyince, dış ortam ile akciğer kılcal damarlarının kanı arasındaki gaz alış-verişi ve iç solunum deyince, vücuttaki diğer kılcal damarların kanı ile dokular arasındaki gaz alış-verişi ve aynı zamanda hücre içindeki oksidasyon olayları anlaşılır. Gerek iç, gerekse dış solunumda oksijen alınır, karbondioksit verilir. Solunum sistemi, dış solunumu yürüten sistemdir, yâni bedenin dış ortamla gaz alış-verişini sağlamak ve düzenlemekle yükümlüdür. Görevini dolaşım sistemi ve kanla birlikte meydana getirir.
Solunum sistemi; havayı dış atmosferden gaz alışverişinin yapıldığı yüzeye ileten solunum yolları, göğüs boşluğu içindeki bu yolların bir kısmıyla berâber, gaz alış-verişiyle ilgili birçok hava keselerinden yapılmış akciğerler ve bu organların işlemesini ve düzenlenmesini sağlayan plevra, solunum kasları ve sinirlerden ibârettir.
Solunum yolları; burun boşluğu, yutak (farinks), gırtlak (larinks), ana nefes borusu (trakea), bronşlar ve bronşcuklardır.
Solunum sistemi, burun boşluğu ile başlar, burun boşluğu çok damarlı mukoz zarla örtülüdür ve duvarında konka adı verilen bir takım çıkıntılar vardır. Burun boşluğunda konkaya çarparak geçen havanın ısısı, vücut ısısına getirilir ve kuru ise nemlendirilir. Hava soluk alma esnâsında burun boşluğundan geçerken, içinde bulunan yabancı cisimlerden de temizlenir. Bu temizleme işlemi şu mekanizma ile olur. Hava konkalara çarpınca yön değiştirir, bu sefer harekete devam eden hava burun boşluğunun duvarına çarpar ve mukoz sıvı içinde tutulurlar. Solunum havasının yabancı cisimlerden temizlenmesi işinde mekanizma o kadar etkilidir ki, beş mikrondan daha iri cisimler akciğerlere doğru geçirilmezler. Şâyet burun boşluğunu geçebilen cisimler olursa, bunlar daha sonraki solunum yollarında tutulurlar. Burundan sonra gırtlak gelir. (Bkz. Gırtlak)
Nefes borusu (trakea), açıklığı arkaya bakan at nalı biçiminde yaklaşık 16-20 kıkırdak halkasından yapılmıştır. Kıkırdak halkalarının uçları birbirlerine kasla bağlıdırlar, kıkırdaklar arası destek dokusu ile doludur. Böylece nefes borusunun ön ve yan duvarları katı yapılı, arka duvarı yumuşak gevşek yapılıdır, bu şekilde boşluğu devamlı açık tutulan bir tüptür. Yaklaşık 25 cm uzunluğundadır. Kesit yüzeyi 2,5 cm2 olup, yanlama çapı ön-arka çapından 1/4 oranında daha geniştir. Solunum hareketleri sırasında, hem çapı hem uzunluğu değişir.
Nefes borusunun boşluğu tüylü epitel ile örtülmüştür. Burada bulunan bezlerin salgıları ve tüyler, burun boşluğunu geçebilen tozları ve diğer yabancı cisimleri tutarak akciğerlere girmesini önler. Epitel tüyleri yönleri ağıza doğru olmak üzere, hep beraber koordineli bir şekilde ve dalgalar hâlinde hareket ederek, üstlerini kaplayan hava yollarının salgılarını ve içinde tutulmuş olan yabancı cisimleri ağıza doğru iterler ve balgam şeklinde dışarı atılmasını sağlarlar.
Nefes borusu alt ucunda 70 derecelik bir açı ile sağ ve sol ana bronşlara ayrılır. Sağ ana bronş nefes borusunun hemen devamı hâlindedir, nefes borusundan 25 derecelik bir açı yapar. Sol ana bronş ise 45 derecelik bir açı yapar. Sağ ana bronş 1,5-2 cm uzunlukta, 12-16 mm genişlikte, sol ana bronş 5 cm uzunlukta, 10-14 mm genişliktedir. İki ana bronşun toplam çapı nefes borusundan büyüktür. Solunum yolları ana bronşların akciğerlere girip burada birçok dallanmalarla gaz alış-verişinin yapıldığı alveollere kadar uzanır. Akciğerler kan-hava arası gaz alış-verişlerinin yapıldığı organlardır. (Bkz. Akciğerler)
Akciğerlerde gaz alış-verişinin meydana geldiği kısım alveol denilen hava torbacıklarıdır. Dolayısiyle duvarlarını alveollerin meydana getirdiği, alveol keseleriyle birlikte duvarlarında alveollerin bulunduğu alveol kanalları ve solunumla ilgili bronşcuklar, gaz alış-verişiyle görevlidirler. Bu yapılardan önceki terminal bronşcuklara kadar olan hava yolları ise alveolleri olmadığından, sâdece hava iletimiyle ilgilidirler, bunlara iletken hava yolları denir. Terminal bronşcuktan sonra gaz alış-verişinin yapıldığı akciğer bölümüne solunumla ilgili birimler denir. Her akciğer labülü 3-5 solunumla ilgili birimden yapılmıştır. Solunum sırasında alınan havanın hepsi bu birimlere ulaşmaz, bir kısmı gaz alış-verişi yapılmayan, yâni iletken hava yollarında kalır ki buna ölü boşluk havası denir.
Alveollerin etrafı kılcal damarlar tarafından kafes gibi sarılmıştır. Kılcal damarlardaki kanla alveol içi hava boşluğu 0,5 mikron kalınlığında bir zarla ayrılmıştır. Zarın bir yüzünde alveolün yassı epitel hücreleri, diğer yüzünde damara âit endotel hücreleri bulunur. Bu zar, havayla kan arasında gaz alış-verişinin yapıldığı yerdir. Burada havadan kana oksijen; kandan havaya da metabolizmanın artık ürünü karbondioksit geçer. Bu geçiş bir taraftan diğer tarafa diffüzyon yoluyla olur. Geçişi yürüten kuvvet ise iki taraf arasındaki, gaz çeşidi yönünden, yoğunluk farkıdır. Bu şekilde dokulardan gelen kirli kan, akciğerlerde temizlenerek tekrar dokulara gider.
Alveol duvarlarında veya alveoller arasında 10-15 mikron çapında kohr pencereleri adı verilen delikler vardır. Bunlar alveoller arasında bağlantı sağlarlar. Böylece bronşların veya bronşçukların tıkanması hâlinde, komşu segmentlerden veya lobüllerden havalanmak sûretiyle hava yolu tıkanan akciğer kısmının fonksiyonunun devâmı sağlanır. Ancak bu pencereler iltihâbî olaylarda kapanabilir.
Akciğerlere havanın girip çıkması, göğüs kafesiyle akciğerlerin birlikte gelişen hareketleriyle gerçekleşir. Bu hareketleri yürütücü kuvvet; göğüs kafesi kasları ve diyafrağmadır. Kubbe şeklinde olan diyafrağma, solunumun esas kasıdır, solunum havasının % 60’ı diyafrağma hareketleriyle temin edilir. Soluk alma esnâsında diyafrağmanın ve kaburgaların öne ve yukarı doğru hareketini sağlayan göğüs kafesi kaslarının kasılmasıyla göğüs boşluğu genişletilir. Bu genişlemeyi plevra aracılığıyla, göğüs kafesine yapışık olan akciğerler pasif olarak tâkip eder. Bu durumda akciğer içindeki basınç, atmosfere göre düşerek hacim artışı kadar hava solunum yollarından akciğerlere akar. Soluk verme (ekspirasyon) hareketinde göğüs boşluğu küçülür, akciğerlerin hacmi azaldığından, içindeki basınç dış ortamdakinin üstüne çıkarak hava dışarı atılır.
Normal şartlarda, soluk verme pasif bir harekettir, yâni bir kasın yardımı olmadan meydana gelir. Bu pasif olarak eski hâlini alma, soluk alma sırasında kasılan kaslarda ve çekilmeyle gerdirilen göğüs kafesi ve akciğerlerdeki elastik yapılarda depo edilen potansiyel enerjiyle meydana gelir. Ancak zorlu solunum esnâsında, soluk verme de aktifleşir ve bu aktiflik göğüs kafesini daraltan kasların kasılmasıyla sağlanır. Normal bir soluk vermeden sonra, soluk almaya geçilmediği sırada akciğerlerdeki hava ile atmosfer havasının basınçları birbirine denktir ki, bu sırada akciğerler ve göğüs kafesi istirahattedir.
Yapılabildiği kadar en kuvvetli soluk vermeden sonra bile, akciğer içindeki hava tamâmen çıkarılamaz. Bu çıkmayan hava alveolleri devamlı açık tutmaya hizmet ederek, elastik büzüşmeyle alveollerin kapanma eğilimini ortadan kaldırır. Aksi takdirde kapanan alveoller, bir sonraki soluk almada açılmaya karşı direnç göstererek solunumu zorlaştırırlardı. Bu havaya “rezidüel hacim” denir ve 1200 ml kadardır.
Bir karın bir de göğüs tipi solunum ayırt edilir. Karın tipi solunumda, solunumla berâber karın hareketleri tâkip edilir. Soluk alırken karın dışarı doğru çıkar, soluk verirken de içeri çekilir. Göğüs tipi solunumda kaburgaların hareketi daha bârizdir. İstirahat hâlinde insanın ve hemen bütün hayvanların solunumu, karın tipi solunumdur. Herhangi bir şekilde karın hareketleri önlenirse (gebelik, elbiseler, korseler) veya karında ağrı ve sancı olursa göğüs tipi solunum meydana gelir.
İnsanda istirahat hâlinde normal solunum ritmi dakikada 12’dir. Bu ritimde ortalama 2 sâniyelik soluk alma dönemini, 3 sâniyelik soluk verme tâkip etmektedir. İstirahat hâlinde, bir defâlık solunum hacmi 500 ml kadardır. Bir dakikada akciğerlere giren ve çıkan hava hacmiyse 1000 ml’dir. Bu değerler istirahat dışındaki egzersiz, heyecan, yorgunluk, hastalık gibi durumlarda değişirler. Bu değişiklik solunumun çeşitli faktörlerle düzenlenmesiyle meydana gelir. Soluk alma ve verme işleminin ritmi, beyinde bulunan solunum merkezince düzenlenir. Solunan hava değişikliklerinin derecesi de kasların kasılma durumuyla tespit edilir ki, bunu da solunum merkezinden gönderilen uyaranların şiddeti düzenler. Solunum merkezinin düzenlemesiyse, çevreden sinir ve kandan kimyevî faktörlerden alınan (kandaki oksijenin ve karbondioksitin kısmî basınçları ve hidrojen iyon miktarı) haberlere göre olur. Solunumun sinir yoluyla kontrolü otomatik olup, kişi şuuruyla ancak bir dereceye kadar solunumunu kontrol edebilir. İrâdeyle soluk tutulması bir süre kâbildir ve sonunda otomatik kontrol faaliyete geçer. Bunun sebebi kanda karbondioksit miktarının artması ve beyindeki solunum merkezinin bu artışa çok hassas olmasıdır.
Alm. Atemnot (f), Fr. Essouflement (m), İng. Breathlessness, shortness of berath. Akciğerlerin istirahatte gaz değişimini gerektiği kadar yapamaması. Solunum yetersizliği, solunumun güçlükle ve nefes darlığı ile yapıldığını gösterir. Solunum yetersizliğinde olan hastada bütün gayretine rağmen, daha iyi bir solunum yapılamaz ve kişi hava açlığı duyar. Nefes darlığının teşhisi şahsî değişiklikler gösterdiğinden ve abartılmış bir his de olabileceğinden bunu, kandaki gaz basınçlarıyla tâyin etmek en emin yoldur. Bunun için kullanılan iki kan gazı değeri vardır; bunlar, atardamarlardaki oksijen basıncıyla yine atardamarların karbondioksit basıncıdır. Solunum yetersizliğinin başlangıcında kanda oksijen basıncı azalmıştır. Hastalık ilerleyince karbondioksit basıncı da normalin üst sınırı olan 45 milimetre civayı aşar.
Genel olarak solunum yetersizliğine sebep olan akciğer hastalıkları iki gruptur: Birinci grup Obstinktif (yâni akciğerlere hava taşıyan sistem gırtlak, trakea, bronş ve bronşcukların dış baskı veya spasm iltihap dolayısıyla tıkanmasına bağlı) akciğer hastalıkları(astım, akut veya kronik bronşit, solunum yollarına yabancı cisim kaçması, solunum yollarına baskı veya içten tıkanma yapan urlar gibi) İkinci grup ise Restriktif (yâni akciğerlerin ana dokusunu tahrip eden hastalıklara bağlı olarak, vücûda hava girse bile akciğerlerin bunu vücûda kazandıramaması, yâni akciğerlerdeki doku kaybına bağlı) akciğer hastalıkları (verem, yaygın akciğer kanseri, Sorkoida pnomokonioz gibi).
Solunum yetersizlikleri akut (âni gelişen) ve müzmin olabilir.
Bir hastada, atardamar oksijen basıncı birdenbire 50 mm cıvanın altına düşerse veya karbondioksit basıncı 50 mm cıvanın üstüne çıkarsa, akut solunum yetmezliği söz konusu olur. Gerek akut, gerekse müzmin solunum yetersizliklerinin baş sebebi, tıkayıcı akciğer hastalıklarıdır. Bunlar, müzmin bronşit, amfizem ve astımdır. Bundan başka, merkezî ve periferik sinir sisteminin, ayrıca solunum kaslarının ve göğüs kafesinin bozuklukları sonucu nefes alıp verme normal yapılamadığında, gaz alış-verişi âni olarak bozulur.
Akut (had) solunum yetmezliğinin diğer sebepleri şunlardır: Damar içine fazla miktarda sıvı verilmesi, gereğinden fazla kan nakli, kontrol altına alınamamış ağır şoklar, suda boğulma, muharriş-tahriş eden gazların solunması, ağır kan zehirlenmeleri, ağır zâtürreler, akut pankreas iltihapları.
Tedâvide belli miktarda oksijen gidecek şekilde, solunum âleti ayarlanır. Kontrollü olarak ve meydana gelmiş açığa göre oksijen verilir. Kan zehirlenmelerinde, şokta, yüksek dozda kortizon türevleri zerk edilir. Ayrıca antibiyotik zerkleri de gereklidir. Hava yollarındaki ifrazat aspiratör denen âletle emilmelidir. Kısacası tedâvide prensip, hastayı rahatlattıktan sonra, solunum yetmezliğine sebep olan unsuru bulup ortadan kaldırmaktır.
Sebepler bâzan cerrahî müdâhaleyi veya gırtlağı delmeyi gerektirebilir.
(Bkz. Soda)
Alm. Salm, Fr. Saumon (m), İng. Salmon. Familyası: Alabalıkgiller (Salmonidae). Yaşadığı yerler: Tatlı su ve denizlerde. Özellikleri: Göçmendir. Yumurtlamak için ilkbaharda nehirlerin içlerine giderler. 3-5 metre yükseklikteki çağlayanları sıçrayarak aşarlar. Çeşitleri: Atlantik somu, kral somu, kırmızı som, pembe som, gümüş som, köpek som, demirkafa somu meşhurlarıdır.
Alabalıkgillerden birçok türü olan bir balık. Hem denizde, hem de tatlı sularda yaşar. En çok Kuzey Yarımkürenin ılıman denizlerinde bulunur. Atlantik ve Büyük Okyanusta büyük sürüler meydana getirirler. Yırtıcı, çevik ve oburdurlar. Balık yiyerek beslenirler. Vücudu iğ şeklinde uzamış ve yandan hafif basıktır. Karakteristik olarak sırt yüzgecinin gerisinde dikensiz bir yağ yüzgeci (apidöz yüzgeç) bulunur. Başları pulsuzdur. Renkleri, yaşlarına ve beslenme sahalarına göre farklılık gösterir. Gelişkin bir som balığının sırtı gri-mavi, yanları gümüş renkli olup, baş ve vücudunda sayısız ufak siyah lekeler, erkeklerin yan taraflarında kırmızı rozetler de bulunur. Normal boyları 1 metre ve ağırlıkları 9-15 kg’dır. Pasifikte yaşayan “kral som” 1,5-2 metre uzunluk ve 50 kg’a varan ağırlığıyla en büyük som çeşididir.
Üreme devrelerinde tatlı sulara geçen göçmen balıklardır. Bu dönemde renkleri koyulaşır, yanlarında ve solungaç kapaklarında kırmızı lekeler belirir. İlkbaharda sürüler hâlinde nehirlerin yukarı kısımlarına akın ederler. Önlerine çıkan 3-5 metre yükseklikteki çağlayanları sıçrayarak aşarlar. Çoğu türler yumurtlamak için nehirlere girince yeme içmeden kesilir. Etleri tatsızlaşır. İskoçya, Norveç ve Amerika nehirlerine giren birçok som çeşidi, nehirlerde de beslenmeye devam ederler. Buralardaki nehirlerde oltayla som avlamak spor hâline gelmiştir.
Bununla berâber bu somlar da nehirlerin yukarı boylarına yaklaşırken öbürleri gibi yemeden içmeden kesilirler. Hedeflerine vardıkları zaman, kumluk ve çakıllık sığ alanlarda dişiler yumurtlamak için çukurlar kazarlar. Erkekler vakti gelince, çukur yuvalara bırakılan yumurtaların üzerine spermlerini dökerek onları döllerler. Sonra yumurtaların üzeri kumla örtülür. Yumurtlama olayından sonra, bitkin olan balıkların çoğu ölür. Bâzılarıysa akıntılarla denize sürüklenerek hayâtını devam ettirirler. Denize ulaşınca hemen aktifleşir, iştahları artar, renkleri canlanır. Pullarındaki dâirevî halkalardan yaşları tespit edilebilir. Som balıklarının çoğu ömürlerinde bir kere, bâzıları da 2-3 defâ yumurtlar.
Oksijeni bol, serin tatlı suların çakıllarına gömülen yumurtalar 5-6 ay sonra nisan veya mayısta açılır. 2,5 cm uzunluktaki “alevin” denen yumurta kesecikli bu yavrular beslenemez. Keseciğindeki besinleri absorbe eder. Sonra derisi sertleşir ve noktalar belirir. Somdan çok alabalığa benzer. İştahları ve dişleri iyidir. Bu genç yavrulara “parr” adı verilir. İki sene zarfında ağırlıkları 30-40 katı artar. Boyları 15-20 cm’ye ulaşır. Görünümü soma benzemeye başlamıştır. İki-üç yılını nehirde geçiren genç som, artık denize açılmaya hazırdır. Bâzı yerlerde yavrular nehirde 5-6 yıl kaldıktan sonra denize açılırlar. Denize ulaşınca hızla beslenerek gelişirler. Bunlara “swolt” denir.
Birkaç yıl sonra üreme dönemleri gelince akıntılara karşı yüzerek yumurtlamak için doğdukları akarsuların içlerine giderler. Bu zorlu yolculuklarda birçokları hayatlarını kaybeder. Akdenize açılan nehirlerde som balıklarına rastlanmaz. Türkiye sularında azdır. Som balıklarının sportif ve ekonomik önemleri vardır. Rusya’nın nehirlerinde yaşayanların yumurtaları, tuzlanarak Japon havyarı adıyla dünyâ piyasalarında satılır.
DEVLETİN ADI |
Somali Demokratik Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Mogadishu |
NÜFÛSU |
7.872.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
640.000 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Somalice, İngilizce, İtalyanca, Arapça |
DÎNİ |
İslâm |
PARA BİRİMİ |
Somali şilini |
Kuzeydoğu Afrika’da 11° 59’ kuzey 1° 39’ güney enlemleri ve 41°-51° 24’ doğu boylamları arasında yer alan, kuzeybatıdan Dijibouti, kuzeyden Aden Körfezi, doğudan Hint Okyanusu, güneybatıdan Kenya ve batıdan Etiyopya ile çevrili bağımsız bir devlet.
Târihi
Ülke, önceleri “Baharat Ülkesi” olarak biliniyordu. Bölgeye ilk olarak 750 yılında Galyalıların geldiği tahmin edilmektedir. Onuncu yüzyılda, Müslüman Arap orduları İslâmiyeti yaymak için bu ülkeye de gittiler. Ülkeye yerleşen Müslümanlar bölgede bir süre Somali Sultanlığını kurdular. On altıncı asırda Somali Sultanlığı, Etiyopya topraklarına girdi. Portekiz’den yardım alan Etiyopya 1542’de Müslüman ordularını ağır yenilgiye uğrattı. Aynı dönemde Somali’nin kuzey kıyılarının bir bölümü resmen Osmanlı egemenliğinde bulunuyordu. On dokuzuncu asırda batılı devletlerin Afrika ülkelerini sömürge haline getirmeleri büyük rekabete sebep oldu. Somali’yi 1839’da işgal eden İngilizler sömürgelerine ekledilerse de Fransa ve İtalya ile yapılan savaşlar neticesinde 1884’te İtalya bölgeyi ele geçirdi ve yapılan anlaşmalar neticesinde 1885’ten 1927 yılına kadar İtalyanlar ülke topraklarını işgâl altında tuttular. 1949 yılında Birleşmiş Milletler, Somali’nin bağımsızlığını onayladı ve ertesi yıl İtalyanlar ülkeden geri çekilmek mecbûriyetinde kaldılar.
1969 yılında askerî ve polis gücünün Muhammed Siyad Barre başkanlığında müştereken yaptığı darbe sonucu meclis dağıtıldı. 1975 yılında ülkede iç olaylar ve anarşi birçok kimsenin ölümüne sebep oldu. Siyad Barre 1979’da Yeni Anayasayı yürürlüğe koydu ve ertesi sene resmen devlet başkanı seçildi. Diğer taraftan dış politikada ise 1977 yılında Somali ile komşusu Etiyopya’nın arası Ogaden bölgesi yüzünden açılmıştı. Etiyopya’ya yardım etmek üzere Sovyet birlikleri bölgeye geldiler. Bu arada 11.000 Kübalı asker getirildi ve Somali aleyhine olmak üzere bölgede olaylar çıkarıldı. Sovyet yardımı ve desteği de olunca Somali birlikleri ve Etiyopya’daki Somalili gerillalar mağlup edildi. 1.5 milyon Etiyopyalı mülteci, Somali topraklarına göç etti. Bu arada Ogaden’da gerilla hareketleri bir müddet daha sürdü. Devlet Başkanı Muhammed Ziyad Barre, ülkedeki huzursuzlukların artması üzerine çok partili seçimlerin yapılacağını 1989’da açıkladı. 1991 Ocak ayında Ziyad Barre devrildi ve yönetime Ali Mehdi Muhammed geçici olarak el koydu. General Ali Mehdi kuvvetleriyle General Aydid kuvvetleri arasında süren şiddetli çarpışmalar ve açlık yüzünden BM ülkeye silah ambargosu uygulamaya başladı. BM güvenlik konseyinde alınan kararla havadan yiyecek yardımı yapılmaya başlandı. Ayrıca yardım görevlilerini korumak için beş yüz kişilik bir barış gücünün gönderilmesi kararlaştırıldı. Bu karara başta General Aydid olmak üzere çeşitli gruplar karşı çıktı. 3 Aralık 1992’de ABD’nin teklifiyle Birleşmiş milletler “Umut Operasyonu” adıyla Somali’ye asker gönderdi. Birleşmiş Milletler barış gücü askerleri arasında bir seçme Türk birliği bulunmaktadır. Ülkede karışıklık hâlen devam etmektedir (1994 Şubat).
Fizikî Yapı
Mevki îtibâriyle kuzeydoğu Afrika’da yer alır ve Afrika’nın doğu boynuzunu meydana getirir. Kuzeyi Aden Körfezi ve doğusu Hind Okyanusu ile kaplıdır. Yaklaşık olarak 640.000 km2lik bir yüzölçüme sâhiptir. Kıyılarının uzunluğu 2680 km’nin üzerinde olup, tabiî liman bakımından fakirdir. En önemli limanları şunlardır: Mogadishu, Berbera, Merka ve Kismayu.
Somali’nin kuzey bölgesi dağlık olup, ortalama yükseklik 900 ilâ 2000 m arasında değişir. Ülkenin en yüksek yeri olan Mijirtein Dağı yaklaşık 2515 m yüksekliktedir. Bu dağın batı ve güneyinde yer alan Shebeli Nehrinin meydana getirdiği yayla ortalama 685 m civârındadır. Shebeli ile Juba nehirleri arasında tarıma müsâit topraklar bulunur. Kenya sınırına doğru arâzi gittikçe alçalır. Ülkenin iki nehri de Etiyopya’dan doğar ve sulama ihtiyâcını karşılar.
Somali, kurak ve sıcak bir tropikal iklime sâhiptir. Yağışlar oldukça azdır ve mevsimlere göre sıcaklık değişiklikleri yüksektir. Alçak ve düz olan güneydoğu bölgesiyle, Kenya sınırına yakın kısımlarda sıcaklık, ortalama 27°C ilâ 32°C arasında değişiklik gösterir. Daha yüksek bölgeler ve dağlık kuzey kesimlerde bu sıcaklık biraz daha düşer. Ülkedeki yağış ve sıcaklık miktarları büyük ölçüde güneybatı ve kuzeydoğudan esen muson rüzgârlarına göre değişir. Mart-mayıs ayları arası şiddetli ve eylül-kasım ayları arası hafif yağışlar olur. Yıllık yağış ortalaması yaklaşık 280 mm civârındadır.
Tabiî Kaynaklar
Somali, hem bitkiler ve hem de hayvanlar âlemi açısından rengârenk, çok çeşitli ve zengin bir manzaraya sâhiptir. Ülkede çok sık olarak bulunan akasya ve baobap ağaçları az da olsa serinlik ve gölgelik getirerek halkı ferahlatır. Kuzey bölgelerdeki günlük ağaçları önemli bir buhur ve tütsü kaynağıdır. Bundan başka kokonat, palmiye, çam ve ardıç ağaçları manzaraya ayrı bir güzellik verir. Yarı çöl olan bölgelerdeyse çalılıklara az da olsa rastlanır. Ülkenin iki nehri arasındaki bölge yeşil bitki örtüsüyle örtülüdür. Ormanlık bölge pek yoktur. Yaşayan başlıca hayvanlar; fil, timsah, arslan, leopar, pars ve gazeldir. Ülkedeki kuşlar dünyâda en rağbet gören ve kıymetli kabul edilen cinstendir. En yaygın olanları devekuşu, toy kuşu, Afrika tavuğu, balıkçıl, keklik ve yeşil güvercindir. Etrâfındaki denizlerse rengârenk tropikal balık cinsleriyle doludur. Bunlardan başka tonbalığı ve köpek balığı oldukça fazla sayıda avlanır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Ülke nüfûsu 7.872.000 civârında olup, nüfus yoğunluğu kilometrekareye yaklaşık 7 kişidir. Yıllık nüfus artışı % 2.5 civârındadır. Somalililerin büyük bir bölümü, Hamitik soyundan gelir. Ayrıca Afrikalılar, Araplar ve az miktarda da Avrupalılar, Hintliler ve Pakistanlılar mevcuttur. Nüfûsun dörtte üçü ülkenin güneyinde yaşar. Somalililer; çoğunlukla ince, uzun ve kahverengi-siyah tonlarında deri rengine sâhip, daha çok göçebe hayâtı sürdüren insanlardır. Hemen hemen nüfûsun tamâmı Sünnî Müslüman olup, umûmiyetle amelde Şafiî mezhebine uyarlar. Hattâ bir bölüm nüfûsun asıl soyu Arap olup, Kureyş kabîlesine kadar uzanır.
Somali hayâtında İslâm esasları hâkimdir. Halk çocuklarına, temel İslâm bilgilerini öğretir ve onların birer Sünnî Müslüman olarak yetişmelerine gayret gösterir.
Somali’nin sosyal hayâtı, İslâm birlik ve berâberliği esâsını hedef alır. Kültür hayâtı genellikle homojen bir yapıya sâhiptir. Okuma-yazma oranı % 50 civârındadır.
Somali, kelime mânâsıyla “inek ve keçi sütü” mânâsına gelen Somal kelimesinden gelir. Halkın en meşhur içeceği süt olduğu için bu isim buradan kalmıştır. Bölge, çeşitli zamanlarda değişik isimlerle anılmıştır. Bugün için bölgeye Afrika Boynuzu denmektedir. Eğer Afrika haritası doğu kıyıları kuzeyde olacak şekilde tutulursa, Somali ülkesinin Aden Körfezine doğru olan çıkıntısının şekli olarak gergedan boynuzuna benzediği görülebilir.
Ülkenin resmî dilleri Somalice ve Arapçadır. Somali dili eski Mısırlıların Berberî diline çok benzemektedir. Ayrıca İtalyanca ve İngilizce de yaygındır.
Halkın % 70’ine yakın bir bölümü çobanlık ve tarımla uğraşır. Daha çok deve, sığır, koyun ve keçi yetiştirilir. İki nehir arasında yapılan tarımda daha çok muz ve şekerpancarı üretimi yapılmaktadır.
Ayrıca bir kısım çanak çömlek yapımı, sepet örme ve çeşitli geometrik şekillerde tahta eşyâlar yapmak gibi el sanatlarıyla uğraşırlar.
Ülkenin en gelişmiş şehri 520.000 nüfuslu başşehir Mogadishu’dur. İkinci büyük şehir Hargeisa’dır.
Siyâsî Hayat
Somali demokratik bir cumhûriyet olup, başkanlık sistemiyle idâre olunur. Devlet Başkanı 1969’dan bu yana General Muhammed Ziyad Barre’dir (1990). İdârî olarak 15 ile ayrılır. 1979 yılında yeni bir anayasa hazırlandı ve Halk Meclisi çalışmalarına başladı. Daha sonra Somali Millî Hareketi adlı teşkilât, iktidara karşı silahlı mücâdelesini hızlandırdı. 1991 ocağında Ziyad Barre devrildi. Yönetime Ali Mehdi Muhammed geçici olarak el koydu. Ülkede iç kırışıklıklar devam etmektedir.
Somali’nin, Ogaden yüzünden Etiyopya ile münâsebetleri bozuktur. Ülke devlet başkanının liderliğindeki Yüksek İhtilâl Konseyi tarafından yönetilir ve 14 üyeli bir kabîne mevcuttur. Somali, BM’e ve Afrika Birliği Teşkilâtı (ADU) na üyedir.
Ekonomi
Somali ekonomisinin aşağı yukarı % 80’i hayvancılık ve çiftçiliğe dayanır. Deve, koyun, keçi ve sığır yetiştirilir. Ülke arâzisinin % 15’i ekime müsâittir. Ancak % 2’lik bir bölümde ekim yapılır. Nehirler boyunca uzanan topraklar oldukça verimlidir. Başlıca tarım mahsülleri mısır, darı, susam, fasulye, pamuk, şekerpancarı sakız, günlük, süpürgedarısı, kapole ve muzdur.
Somali küçük bir endüstriye sâhiptir. Daha çok tonbalığı ve paket et endüstrisi, tekstil ve şeker, sabun-yağ sanâyii mevcuttur. Ülkede çıkarılabilen başlıca mineraller; deniz tuzu, kireçtaşı, kumtaşı (kefeki taşı), kil, lületaşı, alçıtaşı, demir, kalay boksit, titanyum ve uranyumdur.
Ülkenin para birimi, Somali şilinidir. Daha çok İtalya, İngiltere ve Birleşik Almanya’dan makina, kimyevî maddeler ve diğer tüketim maddeleri alır. Dışarıya muz, deri ve boynuz, pamuk, balık, mısır, çekirdek içi ve et satar. İhrâcâtını daha çok Suudi Arabistan ve İtalya’ya yapar. Turizm önemli bir gelir kaynağıdır. Ortadoğuya yaptığı ihrâcât, ihrâcâtının hemen hemen % 70’ine yaklaşır. Daha çok Aden Körfezi üzerinden ulaşımını sağlar.
Somali bugün için dış yardıma dayanan bir ekonomiden kurtulamamıştır. Daha çok, ABD, İtalya, Rusya, Çin gibi devletlerden mâli yardımlar elde etmektedir.
Ulaşım sistemi pek yeterli değildir. Demiryolu yoktur. Yaklaşık 17.215 km’lik karayolunun ancak % 15’i asfalttır. Mogadishu ve Berbera’da iki liman ve dört havalimanı mevcuttur.
Osmanlı Devletinin kuruluş yıllarında Anadolu’da yetişen evliyânın ve âlimlerin büyüklerinden. İsmi Hamîd veya Hamîdeddîn’dir. Hamîd-i Aksarâyî veya Hamîd-i Kayserî diye şöhret bulmuştur. Fakat Somuncu Baba lakabıyla meşhurdur. 1349 (H.750) senesinde Kayseri’de doğdu. Babasının ismi Şemseddîn Mûsâ’dır. Tefsir, fıkıh ilimlerinde ve tasavvufta çok yükseldi. Hızır aleyhisselâmla sohbet ederdi. 1412 (H.815) senesinde Aksaray’da vefât edip oraya defnedildi. Kabrinin Dârende’de, olduğu da söylenmektedir.
İlk tahsilini babasından aldı. Babasının vefâtından sonra Şam’a giderek ilim öğrendi ve tasavvuf yoluna girdi. Pekçok velînin sohbetlerine katıldı. Burada Üveysî olarak, mânevî yolla Bâyezîd-i Bistâmî’den feyz aldı. Şam’da bir müddet ilim tahsilinde bulunduktan sonra, Tebriz yakınlarında Hoy kasabasında bulunan HâceAlâeddîn-i Erdebîlî hazretlerinin huzûruna gitti. Burada hocasına bütün gayretiyle hizmet ederek, ilim öğrendi. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuştu. Alâeddîn-i Erdebîlî, bir gün Hamîd-i Aksarâyî’ye:
“Artık bizden öğrendiğin ilmi, Allahü teâlânın dînini, insanlara öğretmek üzere Anadolu’ya git!” buyurdu. Ona böylece, insanları yetiştirmek için icâzet, diploma verdi. Büyük bir âlim ve velî-yi kâmil olarak Kayseri’ye döndü.
Hamîdeddîn hazretleri, mânevî bir emir üzerine Tebriz’e gitti. Tebriz’den de Anadolu’ya gelip, Bursa’ya yerleşti. Hacı Bayram-ı Velî, sık sık Bursa’ya gelip hocasını ziyâret ederdi. Hamîdeddîn hazretleri, Bursa’da bir ümmî gibi hareket edip, ilminin varlığını kimseye belli etmedi.
Hamîdeddîn hazretleri Bursa’da bir fırın yaptırdı. Fırınına merkebiyle dağdan odun getirir, onunla ekmekleri pişirirdi. Ekmek küfesini sırtına alarak:
“Somun! Müminler somun!” diye dolaşır, geçimini bu yolla sağlardı.
Halk bu fırıncıya Somuncu Baba der ve onun pişirdiği ekmeğin lezzetine doyamazdı. Somuncu Baba ekmek satmaya başlayınca, herkes peşinden koşar, ekmeğini kapışırdı. Somuncu Baba’nın fırını, Molla Fenârî Mahallesinde, Ali Paşa Çınarı civârında olup, iki gözlüydü. Fırının bitişiğinde de, ibâdet ettiği bir odası vardı. Odanın kıble cihetinde de, nefsini terbiye etmek için kullandığı bir çilehânesi mevcuttu. Hep, halk içinde Hak ile olmağa gayret etti.
Yıldırım Bâyezîd Han, Niğbolu zaferinden sonra Bursa’da Ulu Câmi’yi yaptırmaya başladı. Câminin inşâsı sırasında, çalışan işçilerin ekmek ihtiyâcını Somuncu Baba temin etti. Câminin yapılması bittikten sonra, bir Cumâ günü açılış merâsimi yapılacağı îlân edildi. O gün başta Yıldırım Bâyezîd Han, dâmâdı Seyyid Emîr Sultan, Molla Fenârî hazretleri, ulemâdan pekçok kimse ve Bursalılar Ulu Câmiyi doldurdular. Yıldırım Bâyezîd Han, câminin açılış hutbesini okumak üzere Emîr Sultan’a vazîfe verdiğinde, Emîr Sultan:
“Sultânım! Zamânın büyük âlimi buradayken, bizim hutbe okumamız uygun değildir. Bu câmi-i şerîfin açılış hutbesini okumaya lâyık olan zât şu kimsedir.” diyerek, Somuncu Baba’yı gösterdi.
“Şöhret âfettir.” hadîs-i şerîfini bildiği için, bundan titizlikle kaçınan Somuncu Baba, Pâdişâhın emri üzerine minbere doğru yürüdü. Emîr Sultân’ın yanına gelince:
“Ey Emîr’im, niçin böyle yapıp beni ele verdiniz?” dedi. O da:
“Senden ileride bir kimse göremediğim için öyle yaptım.” cevâbını verdi.
Cemâat hayret ederek bu konuşmaları dinliyor, Somuncu Baba’nın hutbesini merakla bekliyorlardı. Minbere çıkan Somuncu Baba, öyle bir hutbe irâd etti ki, o zamana kadar Bursalılar böyle bir hutbeyi hiç işitmemişlerdi. Bursalılar, ancak bundan sonra Somuncu Baba’nın büyüklüğünü anladılar. Somuncu Baba, hutbede:
“Bâzı âlimlerin, Fâtiha-i şerîfenin tefsirinde müşkilâtı, anlayamadığı kısımlar vardır. Onun için bu sûrenin tefsirini yapalım.” buyurarak, Fâtiha sûresinin, yirmi ana ilim üzerine yedi türlü tefsirini yaptı. Nice hikmetli sözler beyân eyledi. Herkes hayretinden şaşırıp kaldı. Başta Molla Fenârî hazretleri:
“Somuncu Baba, önce bizim Fâtiha sûresinin tefsirindeki müşkilimizi kerâmet göstererek halletti. Onun büyüklüğüne, bu yedi çeşit tefsir, âdil bir şâhittir. Fâtiha’nın ilk tefsirini cemâatin hepsi anladı. İkinci tefsîrini bir kısmı anladı, üçüncü tefsîri anlayanlar çok az idi. Dördüncü ve sonrakileri anlayanlar içimizde yoktu.” demekten kendini alamadı.
Cumâ namazından sonra bütün cemâat, Somuncu Baba’nın elini öpmek, duâsını almak istedi. Cemâatin bu arzûsunu kırmayan Hamîd-i Velî hazretleri, kapıda durdu. Ulu Câminin üç kapısından çıkan herkes; “Ben Somuncu Baba’nın elini öpmekle şereflendim” diyordu. Somuncu Baba, yine kerâmet göstererek, Allahü teâlânın izniyle her üç kapıda da aynı anda bulunarak cemâate elini öptürmüştü.
Namazdan sonra Hamîd-i Velî’nin evine giden Molla Fenârî; “Talebeniz olmakla şereflenmek istiyorum.” deyince, Somuncu Baba ona teveccüh ederek duâlarda bulundu.
Bursa’dan ayrılarak Aksaray’a geldi. Burada ömrünün sonuna kadar İslâmiyeti yaymak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için uğraştı. Artık ona Hamîd-i Aksarâyî denilmeğe başlandı. Hacı Bayram-ı Velî ile hacca gittiler. Dönüşlerinde, Hacı Bayram’ı kendisine halîfe, vekîl tâyin etti. İnsanlara doğru ve hak yolu öğretmekle vazifelendirdi.
Hamîd-i Aksarâyî hazretleri 1412 (H.815) senesinde vefât etti. Cenâze namazını Hacı Bayram-ı Velî kıldırdı. Geriye iki erkek çocuk bırakarak, bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi. Türbesi Aksaray Kabristanının ortalarındadır. 1980 (H. 1400) senesinden îtibâren, Aksaraylı Şâhin Başer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden tâmir edilerek bugünkü hâle gelmiştir. Somuncu Baba’nın çilehânesini ve türbesini ziyâret edenler, rûhâniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere kavuştuklarını, dünyâyı unuttuklarını söylemişlerdir. Onu vesîle ederek Allahü teâlâya yapılan duâların kabul olduğunu bildirmişlerdir.
(Bkz. Denizaltı, Seyrüsefer)
Alm. Herbst, Fr. Automme. İng. Autumn, fall. 23 Eylülde başlayarak 21 Aralığa kadar devâm eden, yazla kış arasında bir geçiş mevsimidir. Sonbahar, kış ayının habercisidir. Bu mevsimde havalar yavaş yavaş soğuyarak, kışa hazırlık yapılması için insanları uyarır. Ağaçlar yemyeşil güzelliklerini kaybederek yapraklarını dökmeye, bitkiler sararmaya, hayvanlar kışa hazırlık yapmaya başlarlar. Sonbaharda diğer mevsimler gibi istikrarlı bir hava olmadığı için insanların çok dikkatli olması gerekir.
Sonbahar, dört mevsimin içinde her yönden bolluk özelliğini gösterir. Sebzeler, meyveler ve bütün gıdâ maddeleri tam mânâsıyla olgun ve bol olarak bu mevsimde vardır. Bu mevsim, kış mevsiminin habercisidir. İnsanların kışa hazırlanmaları için, bâzı uyarıcı görevleri vardır: Havaların bâzan soğuk, bâzan yağmurlu, bâzan açık olması bunlara misâldir. Bu bakımdan sonbahar mevsimi kış hazırlıklarının hızlandığı bir zamandır. Turşuların kurulması, odun-kömürün alınması, yünlü kumaşların hazırlanması, bu mevsimin önemli özellikleridir.
Sonbahar mevsimi yaz ile kış mevsimi arasında bir köprü gibidir. Havaların değişik bir atmosferde seyretmesi, insan sağlığı, zirâat ve hayvancılık, meyvecilik için tehlikeli olabilir. Bunun için çok dikkatli olmalı ve tedbirleri ihmâl etmeden yerine getirmelidir. Bu mevsimde nezle, grip ve buna benzer hastalıklar çok görülmektedir. Giyimde, yemede, içmede çok dikkatli olmalı, C vitaminini eksik etmemelidir.
Yaprakların ağır ağır sarararak dökülmesi, bütün tabiatın o güzelim özelliğini kaybetmesi insan rûhu için bir düşünce kaynağı olduğu gibi ölüme hazırlık için de bir ibret ve uyarıdır.
Alm. Spitzmaus, Fr. Musaraigne, İng. Sherw. Familyası: Soreksgiller (Soricidae). Yaşadığı yerler: Orman ve su kenarlarında ağaç kovuklarında, inlerde ve eski duvar deliklerinde. Özellikleri: Sıçanımsı görünüşlü, yumuşak tüylü olup ağızları hortum gibi uzamıştır. Kuyruk diplerinde koku bezleri bulunur. Küçük hayvanlarla beslenir. Ömrü: 1,5 yıl kadardır. Çeşitleri: Yüzlerce türü mevcut olup 34 türü bilinmektedir. Orman soreksi (Sorex araneus), küçük soreks (S.minutus), ak-kuyruklu soreks (Pachura etrusca) meşhurlarıdır.
Soreksgiller âilesinden olan böcekçil türlerin çoğuna verilen genel ad. Dünyânın en küçük memelileri, soreks âilesinin bireyleri arasından çıkar. Sıçanımsı görünüşleri olmakla berâber, fâreler gibi kemirici değildir. Kesici sivri dişleri olan, çoğu gececi etçil memelilerdir. Oldukça uzun ve sivri kafalı, hortuma benzer burunludur. Dünyânın çeşitli yerlerinde yaşayan birçok çeşidi vardır. Tropik kuşakta, çölde ve soğuk bölgelerde sorekslere rastlamak mümkündür. Virginia’da, Maryland’da ve Kuzey Karolina’da bulunan 7,5 cm boyundaki cüce soreksler KuzeyAmerika’nın en küçük memelileridir.
Soreks o kadar vahşi ve yırtıcıdır ki, kendisinin birkaç misli büyüklükteki hayvanlara saldırmaktan çekinmez, onu hiçbir şey korkutamaz.
Dünyânın en vahşi hayvanı hangisidir, diye ortaya bir soru atılsa, acaba ne söylenirdi? Herhalde çoğumuzun aklına evvelâ aslan, kaplan veya ayı gelirdi. Halbuki yapılan araştırmalar, en vahşi hayvanın bunlardan hiçbirinin olmadığını ortaya çıkarmıştır. En yırtıcı ve savaşçı hayvan küçücük bir memeli olan sorekstir.
Kafesteki yılanlarını fâre ile besleyen bir araştırmacı, yanlışlıkla kafesin içine bir soreks attı. Ertesi günü kafeslere bakmaya gelince, şaşkınlık içinde kaldı. Yılanlar kafeste yoktu. Kafesin içinde sadece soreks vardı. Boş kafesin içinde büyük bir hırsla bir oraya bir buraya koşuşuyor, daha fazla yılan arıyordu. Kafesteki yılanların hepsini yiyip bitirmişti. İki soreksi aynı kafese koymak da çok tehlikelidir. Çünkü bir iki dakika içinde ancak bir tânesi kalır. Üstün gelen, diğerini parçalayarak herşeyini yer, bitirir.
Soreksin o kadar iştahı vardır ki, her gece kendi ağırlığının en az üç misli kadar yer. Her üç saatte bir ise kendi ağırlığı kadar yiyecek yer. Vücut metabolizması çok hızlı olduğundan çok fazla enerji harcar. Buna göre de çok yemek zorundadır. Metabolizmaları o kadar hızlıdır ki, bâzan kalp atışları dakikada 1200 olur. Eğer yiyecek bulamazsa, bir günden daha az bir zaman içinde ölür.
Çoğumuz soreks görmemiştir. Fakat birçok ülkenin kırsal bölümlerinde en çok rastlanan hayvanlardandır. Otlar arasında yiyecek arayan bir soreksin kadife gibi koyu gri veya lacivert kürkünü fark etmek oldukça güçtür. Bitmek bilmeyen bir yiyecek arama peşindedir. Hortuma benzer burnunu devamlı sağa sola oynatarak av kokusu arar. Koku alma duyusu görme duyusundan çok daha kuvvetlidir.
Soreks, gündüz toprak altı inlerinde barınır. Gece avlanmaya çıkar. Değişik boy ve ağırlıkta yüzlerce soreks türü mevcuttur. Hatta durgun suyu bol olan göl ve ırmaklarda yaşayan ve çok iyi yüzen su soreksleri de vardır. Su böceklerinin amansız düşmanıdır. Bâzan balık yakaladığı da olur.
Otların arasında dolaşarak av arayan bir soreks, gözlerinden çok koku duyusunu kullanır. Arasıra hortumunu kaldırır, havayı koklar. Çimlerin arasında böcek, salyangoz, sivrisinek, çekirge ve diğer hayvanları araştırır. Fırıldak gibi çevresinde döner. Bâzan durur havayı tekrar tekrar koklar. Sonra hızla bir noktaya doğru koşar. Ansızın kurulu bir yay gibi sıçrayarak, avını yakalayan bir kaplan gibi kırkayak veya bir çekirgenin üzerine çullanır. Soreks avının küçük veya büyüklüğüne bakmaz. Onun kafasında tek şey vardır: “Bunu yiyeceğim!” Ne bulursa yer.
İnsanlar tarafından bazen fareyle karıştırılarak öldürülen bu hayvan, aslında çiftçiler için son derece faydalıdır.
Dünyânın en küçük memeli hayvanı, son yıllarda Türkiye’de de bulunduğu fark edilen Etrüsk soreksidir. Akkuyruklu soreks olarak da bilinir. 3-4 cm uzunluk ve 2 gr ağırlığındadır.
Soreksin ancak birkaç tâne tabii düşmanı vardır. Onlar da mîdeleri kuvvetli olan kulaklı orman baykuşu, gelincik ve vaşaktır. Bunlar da her soreks çeşidine saldırmazlar. Kısa kuyruklu soreksleri yerler. Soreksler tehlike ânında mîdelerinden rahatsız edici bir sıvı çıkartırlar.
Soreksten birçok yırtıcı hayvan da çekinir. Avıyla inine dönen bir tilki, ansızın çimlerin arasında kısa kuyruklu bir soreksle karşılaşırsa paniğe kapılarak kaçar. Kaçarken de korkudan avını ağzından düşürür.
Soreksin iki seneden kısa süren hayâtı, otların arasındaki bir çukur veya boş bir kütüğün içindeki ininde başlar. Burada 4-10 adet pembe renkli, bal arısı büyüklüğünde yavru doğar. Anneleri onları 3-4 hafta emzirdikten sonra solucanla beslemeye başlar. Birkaç gün sonra da başlarının çâresine bakmaları için onları terk eder. Yavrular, açlık içinde önlerine gelen canlıya saldırırlar.
Kısa kuyruklu soreksle ilgili yapılan araştırmalar ilginç sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Soreksin salyası kobra zehiri kadar tesirlidir. Dişlerini bir canlıya geçirdiğinde, hasmının zihni bulanır, solunum zorluğu başlar ve felç olarak yığılıp kalır. Doymak bilmeyen soreks de onu, tırnaklarına varana kadar yer bitirir ve çevresinde daha var mı diye arar. Tabiat uzmanlarına göre, kısa kuyruklu soreksin zehiri en tehlikeli olanıdır. Diğerleri bu kadar değildir. Böyle olmakla berâber her soreks, korku tanımayan, doymak nedir bilmeyen, zapt edilmez hırs dolu bir canavardır.