SOĞUTMA
Alm. (Ab) kühlung (f), Fr. Réfrigération (f), refroidissement (m), İng. Refrigeration, cooiling. Isı kaybı veya sıcaklığı azaltmak. Soğutma kapasitesi birimi “ton soğutma”dır. Bir ton buzun 24 saat içinde ergiyip, 0°C’de su hâline gelmesi için çevresinden emdiği ısıya 1 ton soğutma denir. 1 ton soğutma, 3333 cal/saat değerine eşittir.
Soğutmacılık, cisimlerden ısı alma tekniğidir. Soğutma deyince buzdolabı akla gelir. Gıdâların bozulmadan, uzun süre muhâfaza edilebilmesi için soğutulması gerekir. Gıdâ endüstrisinde büyük depolar, yüksek kapasiteli soğutma makinalarıyla teçhiz edilir.
Endüstriyel tesislerde soğutma büyük ehemmiyet arz eder. Bir dizel jeneratörde motor soğutma suyunun aspirasyonla soğutulması, klima santrallerinde havanın soğutulması, termik ve nükleer santrallerde soğutma üniteleri soğutmacılık tekniğinin örneklerindendir.
Soğutmacılıkta en çok kullanılan mekanik kompresyon sistemde, soğutucu akışkan olarak amonyak veya freon 12-22 gazı kullanılmaktadır.
Bir soğutma makinasının başlıca üniteleri:
1) Kompresör, 2) Kondenser (yoğuşturucu), 3) Genleşme vanası, 4) Evaporatör (buharlaştırıcı) dür.
Kompresörde sıkıştırılan amonyak veya freon gazı yüksek sıcaklık ve basınçta kompresörlerden çıkar. Kondenserde basınç aynı kalarak, sıcaklık ve entalpi azalır. Gaz yoğunlaşıp, sıvı hâle geçerek oda sıcaklığına kadar düşer. Kısma vanasına gelen sıvı freonun burada basıncı düşürülür. Bu esnâda sıcaklığı da düşerek, soğuk devreye girer. Fakat, entalpi değişmez. Sıvı hâldeki soğuk freon, evaporatöre gelerek, evaporatör dış yüzeylerinde buzlanmaya sebep olur. Bu buzlar, soğutulan mahaldeki hava içinde bulunan su buharının donmasından hâsıl olur. Bu yüzden soğutulan mahallerde izafi rutubet düşer. Yiyeceklerde ısı ve nem kaybı meydana gelir.
Evaporatörde alçak basınç ve sıcaklıkta sıvı hâlde bulunan freon 12, yiyeceklerden ve mahalden emilen ısı ile buharlaşıp, gaz hâline dönerek, entalpi değeri yükselir. Freon 12, evaporatörden gaz hâlinde çıkarak, kompresöre gider. Böylece devre tamamlanmış olur.
Bu prensibe göre çalışan buzdolablarında, evaporatörde meydana gelen buz tabakası kalınlığı 5mm’yi geçmemelidir. Enerji tasarrufu ve soğutma verimi açısından bu çok önemlidir. Bunun için de peryodik zamanlarda evaporatör buzlarını eritmek için, (defrost) eritme düğmesine basmalıdır.
Bütün yiyecekler için donma ısısı -18°C’dir. Buzdolaplarında dondurulan et vs. gıdâların âni olarak dondurulması veya donun çözülmesi gıdâ için zararlıdır. Yavaş yavaş donma ve çözülme temin edilmelidir. Yiyecekler ve bilhassa sebze ve meyvelerin kurumaması ve su kaybını önlemek için, soğutulan mahalde veya buzdolabı içindeki izâfi rutubetin en az % 80 olması gerekir. Bunun için de eritme zamânında buzdolabı içini ıslak bezlerle temizleyip, kurulamalı, bunu arada bir yapmalıdır. Normal oda sıcaklığına göre, evaporatör sıcaklığı -5°C’yi geçmemelidir.
(Bkz. Edebî Türler)
Atinalı meşhur felsefeci. M.Ö. 470 ile 399 seneleri arasında yaşamıştır. Babası heykeltraş, annesi ebelik yapardı. Sokrates herhangi bir yazılı eser bırakmadığı ve hiç seyahat etmediği için, şahsiyeti ve ortaya koyduğu doktriniyle ilgili bilgiler Platon’un ve Xenophon’un eserlerinden alınmıştır. Platon ve Xenophon, Sokrates’ten yaklaşık olarak 45 yaş genç olup, Sokrates’in talebeleridir (Bkz. Eflâtun). Sokrates, Cpygr Pisagoros’dan talebesi denilecek şekilde etkilenmiştir. Aristo, Platon’un talebesidir.
Sokrates, vücut olarak kısa boylu, tıknaz bir yapıya sâhip olmasına rağmen, iyi bir savaşçıydı. Nefsine hâkimiyeti ve demokrasiyi savunduğu için hapsedildiğinde kendisini kurtarmaya gelenlere adâletin verdiği karara uyacağını söylemiştir. Vatanperverliği, her türlü bozuk düşünce ve ahlâksızlıkla mücâdele etmesine sebep olmuştur. İnsanî düşünceleri de ağır basıyordu. Peloponnes Savaşlarında Arcibiades’in hayâtını ve talebesi Xenophon ile Delium’u da ölümden kurtarmıştı.
Sokrates, tanrılar üzerine yazılmış mitolojik hikâyeleri saçma buluyordu. Tanrıyı, kendi kafasında yaratıcı ve idâre edici olarak kabul etmişti. Rûhun var olduğunu ve eğitimin kazandıracağı alışkanlıklarla kötülüklerinden temizlenip saf hâle gelebileceğini söylüyordu. Öldükten sonra rûhun nefesle vücûdu terkettiğini ve kaybolmadığını savunmuştur. Bu düşüncelerinden dolayı ölüme mahkum edilmiş ve zehirlenmek sûretiyle öldürülmüştür.
Sokrates bütün zamanını çarşıda, parklarda, sokaklarda gymnasia olarak adlandırılan yerde politika, şiir, sosyal konularda serbestçe konuşarak geçiriyor ve kendisine göre doğru ile eğriyi anlatıyordu. Konuşma metodu olarak önce soru sorar, sonra kendisi izah ederdi. Kötülüğün bilgisizlikten ileri geldiğini söylerdi.
Sokrates’in yaşadığı devir, baskı uygulanan Pericleas zamânına rastlar. Sokrates, tabiî ilimlere ilgi duymuş ve birçok sistemi öğrenmişti. Dünyânın yuvarlak veya tepsi biçiminde olduğu hususunda iki farklı kozmoloji bilgisine ilgi duymuştur. Kozmoloji sırasının akıldan kaynaklandığını, kâinatın bulunduğu şekliyle meydana geldiğini söylemiştir.
Faraziyeden (hipotez) giderek yanlış faraziyeleri tek tek ortadan kaldırmak sûretiyle doğruyu bulma metodunu ilk Sokrates ortaya atmıştır. Sokrates’in hipotezler fikrinin Aristo mantığının ortaya çıkışında büyük rolü olduğu kabul edilir. (Bkz. Mantık)
Sokrates’in düşünceleri ölümünden sonra, talebeleri tarafından yayılmıştır. Euclid de, Sokrates’ten ders almıştır. Sokrates ve talebeleri her şeyi akıl ile izah etmeğe çalışmışlardır. Hiçbir şey gerçek olmayıp, yalnız “Bir” olan vardır, demişler. Fakat, bir olarak aklı, zekâyı Tanrı’nın eş anlamı olarak almışlardır. Bu sebeple, “tabiat kânunları” gibi“Tanrı” düşüncesini de insan aklı bulmuştur. Tanrı fikri, “Kuvvetlilerin zayıflara yüklediği bir ağırlıktır.” demiştir. İnsan ahlâkıyla ilgili düşüncelerini ise, Tanrılar dışında yüksek bir âleme yöneltti. Tabiat kuvveti tâbirini kullanmadı. Sokrates’e göre Tanrı, kâinatla birlikte hem cisim, hem de rûh âleminde bir güçtür. Rûhun kaybolmadığına ve âhiret hayâtı olduğuna inanmıştır.
Sokrates’in bu bozuk düşünceleri, yaşadığı çağdaki Yunanlıların inandıkları ve tapındıkları birçok uydurma Tanrı ile dolu inanç dünyâlarına bir isyan ve tepki mâhiyeti taşır. “Tanrı” mefhumunu insan aklının bulduğunu ve bunun eski Yunan toplumunda kuvvetlilerin zayıflara bir çeşit tahakkümü olduğunu ileri sürmesi, eski Yunanlıların çok tanrılı inanç dünyaları ve günlük hayatlarının şekillenişi bakımından doğrudur. Ancak, peygamberlerin insanlığa tebliğ ettiği ilâhî dinler “bir olan Allah”a îmân ve ibâdet, kaynağını “vahiy”den almakta ve aklın ötesinde bulunmakta olduğundan Sokrates’in düşünceleri yersiz ve bozuk olmaktadır. Nitekim Sokrates, yalnız “Bir” olanın ve“Rûh”un varlığını, rûhun öldükten sonra yaşamasını ve âhiret hayâtının varlığını da eski peygamberlerin bildirdikleri ilâhî dinlerden kendilerine ulaşan nakillerden öğrenmiştir. Ancak yalnız kendi akıl ve mantıklarını rehber edindiklerinden bir peygambere îmân etmeyi kabullenememişler, böylece akıl ve mantıkları çerçevesinde sıkışıp kalmışlardır. “Bir” olan varlığa akıl ve zekâ demeleri de bundandır.
Meşhur Osmanlı sadrâzamlarından. Bosna’nın Sokol kasabasından, Şahinoğulları âilesine mensuptur. 1505’te Sokol’da doğdu. Sultan Süleyman Han (1520-1566) zamânında âilesinin rızâsıyla devşirme alındı. Zekâ ve kabiliyeti, devlet memurlarının dikkatini çekti. Mehmed adıyla Edirne Sarayında, Osmanlı tahsil ve terbiyesiyle yetiştirildi. Edirne’den İstanbul’a getirilerek, Saray-ı Âmire’de Enderun’un Küçük Odalar bölümüne alınıp, pâdişâhın hizmetine girdi.
Sarayda üstün gayret gösterip, mükemmel hizmet etti. İç hazinede vazifelendirildi. Dürüstlüğü ve başarılı hizmetleri sâyesinde sırasıyla; Rikâpdâr, Çuhâdâr ve Sarayda çok önemli bir mevki olan Silahdârlığa tâyin edildi. Bosna’daki âilesini de İstanbul’a getirip, onların İslâm dînini kabul etmelerine sebep oldu.
Sokullu Mehmed Paşa, Enderun’daki hizmetlerini tamamlayıp, Birûn’da Kapucular Kethüdâsı oldu. 1541’de Kapıcıbaşılık, büyük denizci Barbaros Hayreddin Paşanın vefâtıyla da 1546’da Gelibolu Sancakbeyi olarak, Kaptan-ıderyâlığa tâyin edildi. Kaptan-ı deryalığında Trablusgarp Seferine çıkarak, İspanyollara karşı başarılı oldu. Kânûnî, 1549 İran Seferi sırasında Sokullu’yu Rumeli Beylerbeyi olarak tâyin etti. Sokullu, asıl ordunun İran Seferinde olmasından faydalanarak Rumeli’ye taarruz edebilecek kuvvetlere karşı koymak için vazifelendirildi.
Avusturya Osmanlı tâbiyetindeki Erdel ile sıkı münâsebetler içine girerek burada hâkimiyet kurmak için faaliyetlerde bulunuyordu. Her ne kadar Erdel idârecilerinden Martunuzzi, Osmanlılara bağlılıklarını bildirdiyse de, Budin Beylerbeyi vâsıtasıyla gerçeğin bildirilenlerin tam tersi olduğu öğrenildi. Tespit edilen bilgiye göre, Erdel Avusturya topraklarına katılma hazırlığı içindeydi. Bu hâince plânın ortaya çıkmasıyla, Sokullu, Erdel Seferine memur edilip, emrine Semendire, Niğbolu Sancak Beyleri ve Kırım, Dobruca kuvvetleriyle Eflak, Boğdan Voyvodalarının birlikleri, ayrıca iki bin Yeniçeri askeri verildi. Sokullu, Salankamen’de ordugâhını kurdu. Bu mevkide Mihaloğlu Ali Beyin akıncıları ile Budin Beylerbeyi Hadım Ali Paşanın kuvvetleri de orduya katıldılar. Martunuzzi bu hazırlıklardan telaşa kapılıp, bir takım teminatlarda bulunduysa da, seksen bin kişilik Osmanlı Ordusu Eylül 1551’de Erdel üzerine hareket etti.
Sokullu Mehmed Paşa tarafından 18 Eylülde Tissa Nehri üzerindeki Beçe Kalesi, 21 Eylülde Beçkerek Kalesi, Maroş Nehri üzerindeki Çanad Kalesi alındı ve Lapova Kalesi de, ahâlisi tarafından teslim edildi. Bu muvaffakiyetlerden sonra Sokullu, Temeşvar’ı muhâsara ettiyse de, kışın gelmesi ve şiddetli mukâvemet yüzünden Belgrad’a çekildi.
1552’de verilen emir üzerine Erdel Seferi serdarlığına İkinci Vezir Kara Ahmed Paşa tâyin edildi. Köprülü ise, Rumeli Beylerbeyliği kuvvetleriyle Ahmed Paşanın emrinde görev alacaktı. Ahmed Paşanın Temeşvar’ı fethinde ve bâzı kaleleri ele geçirmesinde faydalı faaliyetleri oldu (Temmuz 1552). Eğri Kalesinin 11 Eylül 1552 târihindeki muhâsarasında bulundu; fakat kış dolayısıyla Belgrad’a çekilmek zorunda kaldı.
Sokullu Mehmed Paşa, İran harplerinin tekrar başlaması ihtimâli üzerine, 1552-1553 kışını Tokat’ta geçirme emrini aldı. Bu emir üzerine, kendisine bağlı Rumeli Beylerbeyliği birlikleriyle Tokat’a gitti. Sokullu, Tokat’ta 1553-1554 kışını da geçirdi ve 5 Haziran 1554’te Erzurum istikâmetinde İran Seferine giden Ordu-yı hümâyûna katıldı.Sokullu Mehmed Paşa, bu sefer esnâsında sol kanatta Nahçivan Taarruzunda ve Gürcistan Harekâtında vazife alarak üstün muvaffakiyet gösterdi. Sokullu, bu savaşlarda gözü pekliği, cesâreti ve askerlerini iyi sevk ve idâre edebilmesinden dolayı, pâdişâhın takdirini kazandı. Sultan Süleyman Han, sefer dönüşü Amasya’da Sokullu’yu üçüncü vezir tâyin ederek, kubbealtı vezirleri arasına aldı. 1561 senesinde ikinci vezir olan Sokullu Mehmed Paşa 1565’te Semiz Ali Paşanın vefâtı üzerine Sadrâzamlığa getirildi.
Bu sırada Malta Muhâsarası devam etmekte olup, Avusturya ile münâsebetler bozulma yoluna girmişti. Avusturya kuvvetlerinin Osmanlı hududuna tecâvüz edip, Erdel’den bâzı kaleleri zaptettiklerini haber alınca, amcaoğlu olan, Bosna Beylerbeyine harekete geçmesi cihetinde emir verdi. Bu emir gereğince Kruppa elde edildi. Sokullu Mehmed Paşa, harp taraftarı olmasa da, devletin çıkarları ve geleceği için Avusturya’ya harp îlân edilmesini istedi. Avusturya’nın yıllık haracı vermemiş, Osmanlılara karşı düşmanca bir tavır takınmış, daha da ileri giderek hudut ihlâllerinde bulunmuş ve nihâyet Erdel’i de ele geçirme plânları yapıp faaliyete geçmiş olması, savaşın yeterli sebeplerindendi.
Osmanlı Devletinin güçlenip büyümesi ve herşeyden de önce İslâmiyetin yücelmesi için hiç durmadan cihâd etmiş olan Sultan Süleyman Han, yaşlı ve hasta olduğu hâlde, bu sefere iştirâk etti. Ordu-yı hümâyûn, 1 Mayıs 1566’da târihe Sigetvar Seferi olarak geçecek olan harekât için, İstanbul’dan yola çıktı. 5 Ağustosta Sigetvar Kalesi muhâsara edildi.Sokullu Mehmed Paşa yapılan muhârebelerde büyük çabalar sarfetti, hattâ gecelerini siperlerde dahi geçirdi. Sultan Süleyman Han, mutlaka bu kalenin alınmasını istiyordu. 7 Eylül günü Sultan Süleyman Han, Hakkın rahmetine kavuştu. Bir gün sonra da Sigetvar Kalesi fethedildi. Sultan’ın vefâtını gizleyerek, Şehzâde Selim, Kütahya’dan gelinceye kadar ordunun nizam ve intizâmının bozulmasına ve herhangi bir karışıklık çıkmasına meydan vermedi. Selim Han, vâlilik yaptığı Kütahya’dan İstanbul’a gelerek cülûs edip (tahta çıkıp), derhal Belgrad’a gitti. Sultan SelimHan, Sokullu’nun iktidar, dirayet ve sadâkatını takdir ettiğinden onu Sadâret makâmında bıraktı.
Sokullu’nun Sultan Selim Han zamânında, ilk icraatı Yemen ve Basra’da meydana gelen hâdiseleri etkisiz hâle getirmek oldu. Sokullu, 1568’de Edirne’ye tebrik için gelen Şah Tahmasb’ın elçisiyle görüştü. Bu sırada Avusturya elçileriyle de müzâkerelerde bulunarak 17 Şubat 1568’de antlaşma yaptı.
Osmanlı Devleti, Asya’daki Müslüman devletlerle sıkı münâsebetler kurdu. Sumatra’daki Açe hükümdarı Sultan Alâeddin, Sultan Süleyman Handan Portekizlilere karşı yardım istemiş, fakat Sigetvar Seferi sebebiyle yardım gönderilememişti. Sokullu, Pâdişâhın da isteği doğrultusunda ilk iş olarak Açe Sultanına istediği yardımı gönderdi. Bu kuvvetler 1568/1569 yıllarında çeşitli faaliyetlerde bulundular. Portekizlilerin Müslümanlara karşı yaptıkları baskıları etkisiz hâle getirmek ve ayrıca Habeş, Hicaz ve Yemen’in emniyetini sağlamak için Süveyş Kanalının açılması yolunda teşebbüslerde bulunuldu. Aralık 1568 târihinde bu hususta Mısır Beylerbeyine bir ferman gönderilip, kanalın açılıp açılmayacağı, ne kadar para harcanacağı, kaç geminin girebileceği vs. gibi konularda bilgi istendi. Ancak bu çok mühim teşebbüsün neden yapılmadığı bilinmemektedir. Sokullu’nun bu târihlerde Don-Volga Kanalı açma teşebbüsünden dolayı, Süveyş Kanalı projesi geri kalmış olabilir. Sokullu, ileri görüşlü bir kimse olduğundan, Don-Volga arasında kanal açılması için plânlar yaptı. Bu teşebbüsün sebepleri ise şunlardı:
Orta-Asya’daki Türk devletlerinin İran’daki Sâfevîlerden şikâyetçi olup, Osmanlılardan yardım istemesi; İran’ın Osmanlılar aleyhine Avrupa devletleriyle ittifak yapması; Astrahan Hanlığının Ruslar eline geçmesi; Rusların gerek Orta-Asya’yı gerekse Osmanlı topraklarını ele geçirme istekleri.
Osmanlı Devleti bu proje sâyesinde, İran ile Rusya’yı birbirinden ayırmak istiyordu. Ayrıca Orta-Asya ile münâsebet sağlanacak, böylece Safevîler, iki güç arasında bırakılacaktı. Herhangi bir sefer ânında Hazar Denizine kadar mühimmât yiyecek vs. gibi erzaklar gemilerle getirilebilecekti. 1568 yılında Şıkk-ı sâni Defterdârı Kasım Bey, Kefe Sancakbeyi tâyin edilerek, kanal projesi için gerekli incelemeleri yapmakla vazifelendirildi. İncelemelerden sonra, 1569 Ağustosunda Don ve Volga Nehirleri arasındaki en dar bölgeden kanal açılmaya başlanıldı. Ancak Kırım Hanı Devlet Giray’ın gereken ilgiyi göstermemesi ve ağır kış şartları sebebiyle kanal projesi gerçekleşemedi ve bir daha da teşebbüs edilmedi.
Sokullu Mehmed Paşanın Sadrâzamlığı zamânında 1570’te Kıbrıs Adası fethedildi. Osmanlı donanması 1571’de İnebahtı’da yok edildi. İnebahtı felâketinden sonra donanma başkumandanlığına tâyin edilen, eski Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa, Osmanlı teşkilât ve müessesesini daha bütünüyle bilemediğinden, yeni donanmanın hazırlanmasından ümitsiz görününce;
“Paşa hazretleri, sen henüz bu Devlet-i Âliyyeyi (Osmanlı Devletini) bilmiyorsun. Bevallah böyle itikad eyle (bilmiş ol ki) bu devlet ol devlettir ki, murâd edinirse (isterse) cümle (bütün) donanmanın lengerlerini (gemi demiri) gümüşten, resenlerini (iplerini) ibrişimden, yelkenlerini atlastan etmekte suûbet (zorluk) çekmez. Her hangi geminin âlâtını (âletlerini) ve yelkenini yetiştirmezsem bu minval üzere benden al.” târihî cevâbını verdi.
Bu söz Osmanlı Devletinin kudret ve azâmetini göstermesi bakımından çok önemlidir.
Venedikliler, İnebahtı sonrasında, Osmanlı Devletinin antlaşmayla Haçlılara tâviz vereceğini zannediyorlardı. Venedik elçisi bir görüşme esnâsında bu hâl içine girince, Sokullu’nun verdiği cevap, Osmanlı teşkilât, müessese ve ordusu gibi diplomasi kuvvetinin de ifâdesidir:
“İnebahtı Muhârebesinden sonra cesâretimizin sönmediğini görüyorsun, Sizin zayiâtınızla bizimki arasında fark vardır. Biz sizden bir krallık (Kıbrıs Adası) alarak kolunuzu kestik; siz ise donanmamızı mağlup etmekle sakalımızı tıraş etmiş oldunuz; kesilmiş kol yerine gelmez, lâkin tıraş edilmiş sakal daha gür olarak çıkar” dedi.
Gerçekten de bir kışta yeni bir donanma yapıldı ve bütün Avrupa hayretlere düştü. Sefer mevsimine iki yüzden fazla yeni kadırga ve mavna bütün silâh ve techizâtıyla techiz edilerek, denize açıldı. MüttefikHaçlı Donanması, Osmanlı Donanmasıyla muhârebeye cesâret edemeden çekilip gitti. Mora ve Adriyatik sâhilleri düşmandan temizlendi.
Sokullu Mehmed Paşa, Sultan Üçüncü Murâd Han devrinde de beş yıl vezir-i âzamlık yaptı. 30 Eylül 1579’da bir meczup tarafından şehit edildi. Sokullu’nun öldürülmesi ülkede umûmî bir teessür uyandırdı. Kabri Eyüp’te Şeyhülislâm Ebüssü’ûd Efendinin kabri yanındaki türbesindedir.
Sokullu Mehmed Paşa, güzel konuşan, iknâ kâbiliyetli, nâzik, son derece ahlâklı ve Türk-İslâm âlemi için faydalı hizmetlerde bulunmuş bir zâttı. Son derece de dînine bağlı olup, Halvetî tarikâtına mensuptu. Sultan Selim Hanın kızı İsmihan Sultanla evlenip, dâmâd-ı şehriyârî oldu.
Geniş vakıflar ve hayır tesisleri kurdu. Sokullu, Azapkapısı Câmii ile Kadırga’da kendi ismiyle anılan câmi, medrese ve hayrat tesislerini yaptırmıştır. Lüleburgaz’da câmi ve medrese; Edirne’nin Çavuşbey Mahallesinde dükkânlar, odalar ve çifte hamam; Erdel Beçkerek’te câmi, han, çeşme, Dârülkurrâ ve köprü; Vişegrad’da Mîmar Sinân’a yaptırdığı nâdide bir köprü; Vişegrad-Saraybosna arasına büyük bir kervansaray yaptırdı. Bunlardan başka, ülkenin birçok yerinde câmi, han, hamam, imâret vs. gibi hayır müesseseleri yaptırıp, bu tesislere de çeşitli vakıflar kurmuştu. Sokullu âilesinden önemli devlet adamları yetişmiştir.
Yeniçeri cemâat ortalarından 60,61, 62, 63. ortalara verilen ad. Bunların kumandanı olan dört yayabaşıya “Ser solak” veya“Solakbaşı” denilirdi. Hükümdârın muhâfız bölükleri de bu dört ortadan teşkil olunurdu. Bunlar cesur, kuvvetli, boylu-boslu, tecrübeli, sözü dinlenir, hitâbeti düzgün yeniçeriler arasından seçilirdi. Pâdişâhın atının sağında giden iki solak, ok ve yaylarını kullanırken, sol ellerini; solunda gidenler ise sağ ellerini kullanırlardı. Ellerini bu sûretle kullanmalarına sebep pâdişâha arkalarını dönmeden hedefi vurabilmeleri içindi.
Osmanlı Devletinde solak ortaları ilk defâ Yıldırım Bâyezîd döneminde kuruldu. Solak ortalarında her ortanın en eskisinin Solakbaşı olması kânundu. Fâtih zamânında ve İstanbul’un fethi esnâsında solak mevcûdu iki yüz kadardı. Kânûnî Sultan Süleyman devrinde her solak ortasında seksen nefer varken, sonradan herbir orta, yüz nefere çıkarılmıştır. Maaş defterlerinde bu sûretle solakbaşılarıyla berâber yüz birer adet nefer solak görülmekte olup, bundan sonra solakların adedi artmamıştır.
Hükümdârın sefere gidişinde köprü, su geçidi, ormanlık gibi tehlikeli ve hayvanı ürkütecek yerler geçilirken, solakbaşılar pâdişâhın atının yularından tutarlardı. Su geçilirken, solaklar hünkârın yanına yaklaşarak iki tarafında yer alıp, suyu yürüyerek veya yüzerek geçerlerdi. Sultan Dördüncü Murâd, Revân Kalesi yakınında Diki Nehrini kabarma esnâsında atıyla birlikte geçerken, yanında bulunan solaklardan biri suya kapılıp boğulma tehlikesi içine girmişti. Sultan, tek eliyle solağı havaya kaldırıp nehrin kıyısına kadar o hâlde taşımış ve ayrıca kendisine bir kese de altın bahşiş vermişti.
Muhârebe meydanında dört solakbaşı ile dört kethüdâ ve dört odabaşı hükümdârın yanında dururken, dört yüz kemankeş, yâni okçu solak, pâdişâhı her taraftan çepeçevre çevirir, hattâ silâhdâr, rikâpdâr, çuhadâr vesâire gibi hükümdârın en yakınlarını bile atın yanına sokmazlardı.
Solaklar, başlarına bir buçuk karış yüksekliğinde döğme yaldızlı ve ön tarafı selvi biçiminde yeşil sorguçlu bir tas, sırtlarına saçaklı entari, bunun üstüne dolama tarzında entari kaftan, bacaklarına kırmızı çakşır, ayaklarına sarı mest, bunun üzerine de sarı çizme giyer, bellerine yaldızlı som kemer bağlarlar, bu kemere de gümüş kabzalı uzun bir kama sokar, ellerinde baltaya benzer bir silâh taşırlardı.
Solak sınıfı 1829’da kaldırıldı.
Alm. Linkischkeit (f), Fr. Gaucherie (f), İng. Left-handedness. Sağ el yerine, sol eli kullanma alışkanlığına verilen ad. İki elini aynı derecede ustalıkla kullanabilen şahısların miktarı oldukça azdır. İnsanların birçoğu, çoğu işlerinde sağ, bâzı işlerinde de sol ellerini kullanmayı tercih ederler. Genellikle sol elini kullananlarsa, her toplumda mevcut olup, sayıları azdır. İşte bu kişilere “solak” ismi verilir. Birçok işte devamlı olarak aynı elin kullanılması insanlara mahsus bir davranıştır.
Solaklığın sebepleri husûsunda çeşitli görüşler ileri sürülmüş, fakat kesin sebebi bulunamamıştır. İrsiyetle geçtiğine inanılmaktadır. Beyindeki konuşma merkezi, sağ elini kullananlarda sol beyin yarımküresindedir. Solaklarda ise bu merkez, sağ beyin yarımküresindedir. Solaklık, erkeklerde, kadınlara göre daha fazla görülmektedir. Sol eli kullanmakla, sol ayağı kullanmak arasında bir münasebetin mevcudiyetinden sözedilebilir. Solaklar, sağ gözlerini, sağ elini kullananlar ise, sol gözlerini daha ziyâde kullanmaktadırlar.
Eskiden olduğu gibi solak çocuklara, sağ ellerini kullanmaları için baskı yapılmaktadır. Bu konuda telkin faydalı olabilir; fakat yapılacak bir aşırı baskı çocuğa olumsuz tesirler yapabilir, çocukta etrafına uyum sağlayacak kâbiliyette olmadığı zannı uyanır. Solak çocuklara, sağ ellerini kullandırmak zor oluyorsa, hiç olmazsa sol elle kalemin tutuş şekli, kâğıdın yerleştirilme şekli öğretilmeli ve daha hızlı yazmaları temin edilmelidir. Solak olan çocuklarda, diğer çocuklara göre okuma zorluğu daha fazla görülmektedir. Sağ veya sol elini ustaca kullanmakta zorluk çeken çocukların aynı zamanda, konuşmada da zorluk çektikleri ve kekemeliğin söz konusu olabildiği tespit edilmiştir.
Yapılan araştırmalarda solaklığın toplumdaki oranı, % 4 ile % 7 kadar bulunmuştur. Solaklıkla, doğuştan her iki eli de aynı derecede kullanabilme kâbiliyetini birbirinden ayırmak gerekir. İki eli de aynı derecede kullanabilme husûsu, Allahü teâlânın bâzı kişilere verdiği bir kâbiliyettir.
Dînimizde bilhassa yeme ve içmede, sağ elin kullanılması ehemmiyet arz eder. Yüce dînimizde, yeme, içme başta olmak üzere diğer nezih işlerin sağ elle; tahâretlenmek ve burnu temizlemek gibi işlerin de sol elle yapılması istenir ve tavsiye edilir. Müslüman ülkelerde solaklığın daha az görülmesinin sebebi budur. Solaklık, telkinle bırakılabiliyorsa ihmal etmemeli, irsî, fizikî veya zihnî bir sebebe bağlı ise terk edilmesi için ısrar etmemeli ve böyle olanlar sırf bu sebepten hor görülmemelidir.
SOLJENİTSİN, Aleksandr İsayeviç
Rusyalı roman yazarı ve târihçi. Rusya’nın Kislovodsk şehrinde 11 Aralık 1918’de doğdu. Doğumundan önce babası öldüğünden annesi tarafından yetiştirildi. Rostov Devlet Üniversitesinin matematik bölümünden mezun olduktan sonra Moskova Devlet Üniversitesinde mektupla edebiyat tahsili gördü. İkinci Dünyâ Savaşında topçu birliğinde vazîfe yaptı. 1945’te yazdığı bir mektubunda Stalin’i tenkit ettiği için tutuklandı ve 8 yıl hapis, 3 yıl sürgün cezâsına çarptırıldı. 1956’da îtibârı iâde edilerek, Orta Rusya’da Ryazan şehrinde yerleşmesine izin verildi. Burada hem matematik öğretmenliği yaptı hem de çeşitli eserler yazdı.
Hükümetin kültürel hayat üzerindeki kontrölünü gevşettiği 1960’lı yıllarda İvan Denisoviç’in Hayatında bir Gün adlı romanı meşhûr Sovyet edebiyat dergisi Novi Mir’de yayınlandı. Stalin dönemini anlatan ilk Sovyet edebiyat eseri olması, kitabın kamuoyu üzerindeki etkisini daha da fazlalaştırdı.
Kruşçev’in 1964’te iktidardan düşmesi üzerine giderek sertleşen eleştiri ve baskılarla karşı karşıya kalan, Soylenitsin’in eserlerinin SSCB’de basılmasına izin verilmedi. Bunun üzerine eserlerini gizlice bastırıp, dağıttı. Daha sonraları eserlerinin bâzıları yurt dışında basılınca milletlerarası bir üne kavuştu. 1970’te Nobel Edebiyat Ödülünü kazandı ise de, bir daha ülkesine geri alınmayacağından çekinerek ödül törenine katılmadı.
Stalin döneminde büyük bir yaygınlık kazanan hapishâneler ve çalışma kamplarını anlatan Gulag Takım Adaları adlı eserinin yayınlanmasından sonra tutuklanan Soljenitsin 12 Şubat 1974’te vatana ihânetle suçlandı. Ertesi gün Sovyet vatandaşlığından çıkarılarak yurt dışına sürüldü. Önce İsviçre’ye yerleşenSoljenitsin, 1970’te verilen Nobel Edebiyat Ödülünü İsveç’e giderek aldı. Daha sonra ABD’ye giderek Vermont’taki bir çiftliğe yerleşti. Halihazırda burada yaşamaktadır (1994).
Soljenitsin, Rusya’nın geleneksel Hıristiyan değerlere dayanan, iyi niyetli bir otoriter rejimle yönetilmesinin gerekliliğini savunmaktadır. Yazmış olduğu diğer eserler şunlardır:
1) İlk Çember (1968), 2) Kauser Koğuşu (1968), 3) Ağustos 1914 (1971), 4) Lenin Zürih’te (1976), 5) Meşe ve Buzağı (1980), 6) Hayatî Tehlike (1980).
DEVLETİN ADI |
Solomon Adaları |
BAŞŞEHRİ |
Honiara |
NÜFÛSU |
339.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
28.500 km2 |
RESMÎ DİLİ |
İngilizce, Pidgin İngilizcesi |
DÎNİ |
Hıristiyan |
PARA BİRİMİ |
Dolar |
Güneybatı Pasifik Okyanusu, Avustralya ve YeniGine’nin doğusundakiMalezya Takım Adalarının ortasında yer alan adalardan teşekkül etmiş bağımsız bir ülke.
Târihi
Solomon Adaları ilk olarak 1568 yılında, Perulular tarafından bulundu. 1890 yıllarında ise İngilizler, adaları ellerine geçirdi. İngiltere’nin himâyesi altına girene kadar, çeşitli Avrupa milletlerinin istilâsına uğradı. Birinci Dünyâ Harbinden sonra, Avustralya bu adaları mandası altına aldı. İkinci DünyâHarbi esnâsında adalar, şiddetli muhârebelere sahne oldu. 1942’de Japonlar tarafından işgâl edildi. Daha sonra müttefiklerin yardımları ile işgâlcilerden boşaltıldı. 1960 yılında yeni yasama ve yürütme konseyleri kuruldu. 1964’te yeni anayasa kabul edildi. 2 Haziran 1976’da kendi kendini yönetir hâle geldi. 1978 yılında ise resmen bağımsız oldu. İngiliz Milletler Topluluğunun üyesidir. Ülke İngiltere kraliçesi adına, bir genel vâli tarafından idâre edilir.
Fizikî Yapı
Solomon Adaları, Güneybatı Pasifik Okyanusunda yer alan bir takımada ülkesidir. Batısında Papuo, Yeni Gine ve kuzeybatısında Avustralya bulunur. Dokuz büyük ada grubundan meydana gelmiştir. (Bunlar kuzeybatıdan güneybatıya doğru olmak üzere Guadalcanal, Malaita, Tulagi, San Cristobal, SantaIsabel, Choiseul, Santa Cruz, YeniGeorgia ve Ontanz Java ada gruplarıdır). Bu gruplardaki mevcut adalar iki sıra hâlinde uzanan, dağlık ve volkanik adalarla mercan adalarıdır. Takımadanın yayıldığı alan yaklaşık 39.190 km2dir. Esas koruma altındaki adalar ise, 28.500 km2 kadardır. Bougainville Adası, Solomon Takımadalarının en büyüğü olup Papua Yeni Gine’ye bağlıdır. Devletin en büyük adası ise Guadalcanal Adasıdır.
Adalar keskin ve sarp kayalıklı dağlarla kaplı olup, bu dağlar derin ve dar vâdilerle kesilir. En yüksek zirveler Guadalcanal’da olup, yaklaşık 2000 m civârındadır.
İklim ve Tabiî Kaynaklar
Solomon Adalarında, ekvatoral iklim hüküm sürer. Bütün yıl boyunca aşırı sıcaklıklar ve yoğun yağmurlar çok görülür. Ülkenin bitki örtüsü oldukça sık ve geniş ormanlarla kaplıdır.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Solomon Adalarının toplam nüfûsu, 339.000 kişi kadardır. Ülkenin yıllık nüfus artışı % 3,5 dolayındadır. Etnik olarak Malezyalı çeşitli gruplardan ve Polinezyalılardan meydana gelmiştir. Ülke insanlarının büyük bir bölümü Hıristiyandır. Daha çok Anglikan mezhebi mensubu mevcuttur. Ayrıca bir takım yerli inançlar da vardır.
Ülke nüfûsunun büyük bir bölümü İngilizce konuşur. Halkın konuştuğu dil zamanla değişikliklere uğramış ve bozulmuş olan İngilizcedir. Buna Pidgin İngilizcesi denir. Bâzı bölgelerde ise kabile dilleri de konuşulur.
Eğitim mecburi değildir. Hükümete ve kiliseye âit okullarda, okul çağındaki çocuklara yaklaşık üçte ikisine eğitim verilmektedir.
Solomon Adalarının en gelişmiş şehirleri, Guadalcanal’daki başşehir Honiara ile Bougainville üzerindeki Kieta şehirleridir.
Siyâsî Hayat
Solomon Adaları parlementer sistemle idâre edilen anayasal monarşidir. İngiliz Uluslar Topluluğunun üyesi olan ülkenin başkanı, bir genel vâlinin temsil ettiği Birleşik Krallık hükümdârıdır. Tek meclisli parlemento dört yılda bir yapılan seçimlerle seçilen 38 üyeden meydana gelir. Yürütme organının başı olan başbakan 12 üyeli bakanlar kuruluna başkanlık eder.
Ekonomi
Solomon Adalarının ekonomisi esas olarak tarıma dayanır. Kokonat geniş ölçüde üretilen bir tarım ürünüdür. Kurutulmuş hindistancevizi, ülke üretimine büyük fayda sağlar. Ürünler ise; kakao, kauçuk, kereste, pirinç, muz, tatlı patates, yerfıstığı ve kulkastır. Hayvancılık alanında daha çok sığır yetiştirilir.
Ülkenin başlıca ihraç ürünleri; hindistancevizi, kereste ve denizden çıkarılan kabuklulardır. Ticâretini daha çok Avustralya, İngiltere ve Japonya ile yapmaktadır.
Ülkenin başlıca limanları Honiara ve Kieta’dır. Düzenli bir deniz ulaşım sistemine sâhiptir. 2100 km’lik bir karayoluna sâhiptir. Bunun ancak % 8’i asfalttır. Ayrıca, Avustralya, Yeni Gine, Yeni Hebridlere ve Fiji Adalarına yapılan hava ulaştırma sistemi gelişmiş durumdadır.
M.Ö. 640-559’da yaşadığı tahmin edilen, Atinalı devlet adamı ve şâir. Yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temelini attığı kabul edilir. Orta halli bir âileden gelenSolon, önceleri ticâretle uğraştı. Bu sırada pekçok ülkeyi gezdi. M.Ö. 612’de Attike’ye yerleşen Solon, Salamis’in zaptı ile netîcelenen savaşa iştirak etti. Attike’de büyük karışıklıklara yolaçan tarım krizi sebebiyle idârede görev aldı (594).
Çiftçi borçlarının ve şahsî hürriyetin ipotek için kısıtlanmasını kaldırdı. Yaptığı diğer reformlarla ticâret ve sanâyinin gelişmesini kolaylaştırdı. Ağırlık ve diğer ölçüleri standartlaştırdı. Zeytinyağından başka zirâî ürünlerin ihrâç edilmesini önledi. Asillerin etkisini azaltmak için vatandaşlığı dört sınıf olarak belirledi. Ayrıca bu sınıflara girmeyi doğuşa değil, maddî varlığa bağladı.
Solon’un reformları; Atinalıların fakirliğini ve memnûniyetsizliğini ortadan kaldırmadıysa da, onları hafifletti. Yaptığı siyâsî ve ekonomik değişiklikler, daha sonraki reformların kolaylıkla tatbik edilmesini sağladı.
SOLUCAN (Toprak solucanı= Lumbricus terrestris)
Alm. Ragenwurn (m), Fr. Lombrics, ver de terre (m), İng. Earthworm. Familyası: Topraksolucanıgiller (Lumbriculidae). Yaşadığı yerler: Az nemli topraklarda açtığı tünellerde. Özellikleri: Silindirik vücudu, birçok halkadan meydana gelir. Toprakta çürümüş maddelerle beslenir. Ömrü: 2-6 yıl kadar. Çeşitleri: İki bin kadar türü vardır.
Tarla ve bahçe topraklarında yaşayan, Kıllıayaklılar (Chaetopoda) sınıfının Topraksolucanıgiller familyasından halkalı bir kurt. Boyu 25-30 cm kadardır. Çoğunlukla rengi kırmızımtraktır. Baş tarafı sivri, kuyruk tarafı daha küttür. 120 kadar dairevî halkadan meydana gelir. Alt kısımda, her halkada sürünmesine yardım eden dört çift kitinli kıl bulunur. Derisi ince bir kutikula tabakasıyla kaplıdır. Kurumamak için vücudu, derisindeki küçük deliklerden salgılanan bezlerle devamlı nemli tutulur.
Kurak havalarda 1-2 metre toprağın derinliğine iner. Açtıkları galerilerle toprağın havalanmasında, yağmur sularının süzülmesinde rol oynarlar. Toprak yiyerek içindeki organik maddelerle beslenirler. Geceleri toprak yüzeyine çıkarak besin ararlar. Deliğinden çıktığı zaman yassı kuyruğunu tüneline tutturur. Tehlike ânında hemen kendini içeriye çeker. Nebâtî ve hayvânî besinlerden sert olanlarının üzerini bir çeşit salya ile örterek yumuşatır veya çürütmek için toprağa çeker dışkısıyla toprağı gübreleyerek verimini arttırır. Her on yılda 2-3 cm kalınlığında verimli tarım toprağı üretir.
Gözleri yoktur. Fakat vücudu ışığa, sarsıntılara ve kimyevî maddelere karşı hassastır. Derisiyle solunum yapar. Gerekli oksijen nemli kutikula tabakasından osmozla kılcal damarlara alınır. Oksijen, plazma içinde erimiş olan hemoglobinle birleşerek dokulara taşınır. Dolaşım sistemi kapalıdır. 5 çift halkalı damar, kalp görevi yapar. Kan, sırt damarlarında arkadan öne, karın tarafında ise önden arkaya doğru akar.
Hermofrodittirler, yâni hem erkeklik hem dişilik organları vardır. Eşleşmede her solucan, hem erkek, hem dişi vazifesi görür. Şubat ile ağustos ayları arasında 32-37’nci halkaların arasındaki deri kalınlaşarak bir kemer meydana getirir. Klitellum denen bu kısım, mukus bezleriyle zenginleşir. Eşleşme ânında kemerleriyle birbirlerine yapışarak karşılıklı sperm aktarırlar. Birkaç gün sonra başlarının altında birer koza hâsıl olur. Yumurtayla dolu olan bu koza daha sonra düşer. Solucanlar büyük bir dikkatle bunu toprağa gömerler. Gelişim doğrudan doğruya olup, dört hafta sonra ergine benzer yavrular çıkar. Altı ayda erginleşirler. 2-6 yıl kadar yaşarlar.
Dünyâda 2000 kadar solucan türü vardır. Avustralya’da bir tür 3,5 metre boyunda bir devdir. Bâzıları alkali maddeler salgılayarak kendilerini korurlar. Minik bir türü ise deniz feneri gibi çakar.
Solucanlar, yuttukları toprağın organik maddelerini ayıkladıktan sonra, toprağı dışkı hâlinde çıkarırlar. Yapılan araştırmalar, solucanın sindirim sisteminden geçmiş toprağın daha verimli olduğunu ortaya koymuştur. Açtığı tünellerin yanlarını, çıkardığı salgı ile sıvayarak sertleştirir. Her solucan yılda 250 gram humus üretir. Organik maddelerin humus hâline gelmesinde rol oynayan “Actinomycetes” denen organizma, solucanın sindirim borusundan geçince yedi misli artmaktadır. Solucan eşsiz bir toprak kimyâgeridir. 4,5 dönümlük bir arâzide ortalama olarak 50.000 kadar solucan bulunur. Bunlar bir yılda 12,5 tonluk kaliteli bahçe toprağı üretirler.
Fazla yağmurlu havalarda toprağa geçen su, onu havasız bıraktığından dışarı çıkar. Havalandırılmış suda ise aç olarak, sekiz ay dayanabilir. Aşırı kurak havalarda derine inerek kurak hava uykusuna yatar. Kışın ise toprağın donma sınırının altına inerek yüzlercesi yumak halinde toplanırlar. Toprağın buzu çözüldüğünde kış uykusundan uyanarak yukarı kısımlara çıkarlar.
Derilerinin altında bulunan halkalı ve uzunlamasına kasların kasılmasıyla hareket ederler. Vücudunu yenileme özellikleri güçlüdür. Başı veya kuyruğu kopsa, büyüyerek kendini tamamlar. Tam ortadan ikiye bölünürse, başın bulunduğu parçadan yeni bir kuyruk meydana gelir. Diğer parça ise, yeni bir başın meydana gelmesi için gerekli üç haftalık sürede besin alamadığından, çoğunlukla dayanamayarak ölür.
SOLUCANOTU (Pelargonium endlicherianum)
Alm. Pelargonie (f), Fr. Pélargonium (m), İng. Pelargonium. Familyası: Turnagagasıgiller (Geraniaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Güney, Orta ve Doğu Anadolu.
14-40 cm boylarında, haziran-temmuz aylarında morumsu-pembe renkli çiçekler açan çok yıllık otsu bir bitki. Toprak altı kısmı etlidir. Taban yaprakları kalp şeklindedir. Çiçek durumu 5-10 çiçeklidir. Çanak yaprakları beş parçalı, kırmızımtrak renklidir. Meyveleri gaga şeklindedir.
Kullanıldığı yerler: Bitki, uçucu yağ, tanen ve şekerler taşır. Çiçekleri veya bitkinin toprak üstü kısımları çay hâlinde içilerek halk arasında solucan düşürücü olarak kullanılır. Bilhassa barsak parazitlerine karşı etkili olup, tehlikesizce kullanılabilmektedir.
Alm. Kiemen, Fr. Branchie, İng. Gill. Su hayvanlarının solunum organı. Suda erimiş oksijenin kana alınmasını ve kandaki karbondioksitin atılmasını sağlıyacak yapıdadır. Solunum yüzeyinin kıvrılması ve dallanması ile meydana gelirler. Solungaç solunumu, sürekli suda yaşıyan omurgasız hayvanlarda, balıklar ve kurbağa larvalarında görülür. Amfiyoksüsta barsağın ön kısmı genişlemiş ve birçok yarıkla delinerek “solungaç sepeti” denilen kan damarlarıyla zengin özel bir organ hâlini almıştır.
Balıklarda solungaçlar, önden ağız, yanlardan dışarıyla bağlantısı olan bir boşlukta (solungaç boşluğu) yer almıştır. Kemikli balıklarda solungaçlar dört çift olup, “operkül” denen solungaç kapaklarıyla örtülüdür. Solunum suyu ağızdan alınıp, solungaç kapaklarının daralması ile dışarı atılır. Kıkırdaklı balıkların ise çoğunda beş çift solungaç yayı olup, solungaç kapakları bulunmaz. Solungaç yayları, içlerinde kılcal kan damarları bulunan solungaç yapraklarına sâhiptir. Her solungaç yaprağı ise ince yaprakçıklardan meydana gelmiştir. Kılcal damarlardaki kan, solungaçlara kırmızı rengini verir.
Solunum, yaprakçıkları çevreleyen suda erimiş oksijenle kılcal damarlarda dolaşan kanın alyuvar hücreleri arasında olur. Oksijenin kana geçebilmesi için suyun devamlı olarak solungaçların üzerinden geçmesi gerekir. Balık, suyu ağzından alır, solungaç yaprakları üzerinden geçirir. Bu arada oksijen difüzyonla kana geçer. Aynı yolla karbondioksit dışarı atılır. Kanın solungaç iplikçiklerindeki akışı, suyun solungaçlar üzerindeki akışının ters yönündedir. Bu durum daha fazla oksijen alınmasını sağlar.
Çoğu balıkların solungaç yayları üzerinde solungaç tarakları da bulunur. Ağızdan alınan su, solungaçlardan dışarı atılırken suda çözünmüş oksijen, difüzyonla kana verilir. Bu arada suda bulunan besinlerse, solungaç taraklarıyla tutularak yutulur.
Köpekbalıklarında su hem ağızdan, hem de ilk solungaç yarığından alınır. Solungaç yaprakları ve yarıkların daralmasıyla dışarı atılır. Tatlı su balıkları gerekli su ihtiyaçlarını solungaç zarlarından osmozla alırlar. Tuzlu su balıkları ise su içerler. İçtikleri suyun tuzunu solungaçlarıyla ayırırlar. Solungaç yaylarının ve taraklarının sayı ve biçimleri balıkların sınıflandırılmasında işe yarayan belirtilerdir.