SİNÂN PAŞA (Hoca Paşa)
On beşinci asır müderrislerinden ve edebiyatçı. İstanbul’un ilk kâdısı büyük âlim Hızır Beyin oğludur. İsmi Yûsuf bin Hızır Bey bin Celâleddîn olup, lakabı Sinânüddîn’dir. Hoca Paşa şanı ile meşhur oldu. Doğum târihi ve yeri hakkında ihtilaf vardır. Birçok kaynak 1440’ta İstanbul’da doğduğunu yazmaktadır.
Sinân Paşa, ilk tahsilini babasından gördü. genç yaştayken geniş bilgiye sâhip oldu. Babasının 1459’da ölümü üzerine, Fâtih Sultan Mehmed Han tarafından önce Edirne’de bir medreseye sonra da Dârülhadîs’e müderris tâyin edildi. Bir süre sonra sultanın teveccühünü kazanarak Sahn müderrisi ve Hâce-i Sultânî, yâni Sultan’a hoca oldu. İran’dan göç eden Ali Kuşçu’dan ders alan talebesi Molla Lütfi’nin öğrendiği bilgileri kendisine tekrarlaması sûretiyle matematik ilmini öğrendi.
Fâtih, devlet işlerinde de bilgisinden faydalanmak için, hocasını 1470’te vezir tâyin etti. 1473’te vezir-i âzam olmuş ise de aynı yıl görevden alındı. Hakkındaki dedikodulardan dolayı hapsedildiyse de, âlimlerin araya girmesiyle hapisten çıkarılarak Sivrihisar kâdılığına tâyin edildi. Beş sene kadar bu vazifede kalan Sinân Paşa, Sultan İkinci Bâyezîd’in tahta geçmesi üzerine 100 akçe yevmiye ile Edirne Dârülhadîs müderrisliğine tâyin edildi. Sinân Paşa Türkçe eserlerini bu vazifedeyken yazmıştır. Vefâtına kadar bu görevde kalan Sinân Paşa 1486’da vefât etti. Eyüpsultan türbesinin bahçesine defnedildi. Bâzı kaynaklarda ise Gelibolu’ya defnedildiği yazılıdır.
Sinân Paşanın keskin bir zekâsı, üstün bir anlayış kâbiliyeti vardı. Bu kâbiliyetiyle genç yaşta geniş bir bilgiye sâhip oldu. Son derece cömert ve derviş mizaçlıydı. Dünyâya değer vermezdi. Tasavvuf ehline büyük muhabbet gösterirdi.
Sinân Paşa, babasından sonra Hızır Bey Mektebinin Sinân Paşa kolunu tesis etti. Tokatlı Molla Lütfi, Balıkesirli Sarı Gürz Muhyiddîn, Aydınlı Karabâli, Tâceddîn İbrâhim, Kâdızâde-i Rûmî’nin oğlu Muhyiddîn Mehmed, Mevlânâ Abdurrahmân Müeyyedzâde, Şeyh Hacı Çelebi gibi kıymetli talebeler yetiştirdi.
Sinân Paşa, edebiyatta da üstün olup, nazım ve nesir hâlinde eserler yazdı. Nesirleri secîli ve süslüydü. Buna Sinân Paşa üslûbu dendi. Sinân Paşa; matematik, hey’et, fıkıh, kelâm ve ahlâk mevzularına dâir Türkçe ve Arapça eserler yazdı.
Türkçe eserleri:
1. Tazarrûnâme: Türkçe olarak yazmış olduğu ilk ve en meşhur eseridir. Nesir halinde olup, içinde yer yer manzum kısımlar vardır. Tasavvufî bir eser olup, iki bölümden meydana gelir. Birinci bölüm Tazarruât kısmıdır. İkinci bölüm ise manzum bir fahriye ve bir hâtimeden meydana gelmektedir. Bu bölüm 7 büyük peygamberin hayâtını anlatan bir Kısâs-ı Enbiyâ niteliğindedir. Birçok nüshası vardır.
2. Nasîhatnâme: Ahlâka dâir, ikinci nesir tarzındaki eseridir. Güzel ahlâk, ilmin faydası, kanâat, tâat ve tevekküle teşvik, sünnet ve âdâb-ı Nebeviyyeye uymak, sükûtu övme, tövbe ve sadakaya teşvik, ehlullahın medhi gibi mevzûlar vardır. Yer yer hikmetler anlatılır. Nasîhatler verilir. Nasîhatnâme’ye Ahlâknâme veya Maârifnâme’de denmiştir.
3. Tezkiret-ül-Evliyâ: Mensur bir eserdir. Alâeddîn Attar’ın Tezkiret-ül-Evliyâ’sı örnek alınarak hazırlanmış bir eserdir.
Arapça eserleri:
1) Hâşiye alâ Şerh-il-Mülahhas: Kâdızâde Rûmî’nin Çagmini Şerhi’ne yazılmış bir hâşiyedir. 2) Risâle min-el-Hendese: Ali Kuşçu’nun Fâtih’in huzûrunda tartıştığı hendeseyle ilgili bir meselenin Sinân Paşa tarafından yazılmasıdır. 3) Hâşiye ale’l Mevâkıfi fil-Kelâm, Şerîf Cürcânî’nin Şerh-ül-Mevâkıf adlı kelâm ilmiyle ilgili eserine yapılan hâşiyedir. İkinci Bâyezîd zamânında yazılmıştır. 4) Beydâvî Tefsirine Hâşiye, 5) Feth-ül-Fethiyye, Ali Kuşçu’nun Fethiyye isimli eserinin şerhidir. 6) Risâle alâ Evveli Kitâb-it-Tehâreti min-el-Hidâye.
Alm. Eichhörnchen (n), Fr. Écureuil (m), İng. Squirrel. Familyası: Sincapgiller (Sciuridae). Yaşadığı yerler: Avrupa ve Kuzey Asya’nın ormanlık bölgelerinde. Afrika ve Amerika’da yaşayan farklı türleri de vardır. Özellikleri: Ağaçlarda daldan dala sıçrayan çevik ve hareketli bir hayvan. Geriye doğru kıvrılan, uzun tüylü ve kabarık kuyrukları tipiktir. Ömrü: 10 yıl kadar. Çeşitleri: Birçok türü vardır: Âdi sincap, kızıl sincap, doğu gri sincabı, tilki sincabı, püskül kulaklı sincap, kırmızı Kuzey Amerika sincabı meşhurlarıdır.
Kemiriciler (Rodentia) takımının Sincapgiller âilesinden bir memeli türü. Avrupa ve Kuzey Asya’nın ormanlarında yaşar. Yurdumuzda da vardır. Boyu 21 cm, kuyruğu 18 cm kadardır. Ağaçlarda üstü kapalı, girişi yandan olan yuvalar yapar. Meyve, filiz, fındık, bâdem, palamut, çamfıstığı ile beslenir. Yazın kuş yuvalarını yağmalar. Ağaçlarda ve kaya altlarındaki kovukları, kışlık yiyecekleri için kiler olarak kullanır. Fındık, fıstık ve ceviz gibi meyvelerin kabuklarını kırarak özlerini kış için depolar. Gündüzün serin saatlerinde aktiftir. Kötü havalarda yuvasından çıkmaz. Açlığa dayanıklıdır. Kışın çok soğuk havalarda uykuya yatar, fakat bu gerçek bir kış uykusu değildir. Afrika ve Amerika’da da yaşayan birçok sincap türü vardır. Çoğunun sırt tüyleri kızıl, karın altları beyazdır. Kuyruklarını ağaçlarda atlarken denge organı, güneşte gölgelik, yağmurlu havalarda şemsiye, uyurken de battaniye gibi kullanır. Yer sincaplarının kuyrukları, ağaç sincaplarınınkinden daha kısa olup, genellikle vücutlarında uzun çizgiler bulunur. Avurtları keselidir.
Sibirya ve Doğu Avrupa ormanlarında yaşayan uçar sincap (Sciuropterus russicus) gerçek mânâda kanatlara sâhip değildir. Ön ve arka bacakları arasında ince ve gevşek kürklü, zarlı derileri vardır. Bunu gererek daldan dala planör uçuşu yapar. Boyları 16, kuyrukları 10 cm kadardır. Havada 80 metrelik bir mesâfeyi süzülerek alabilirler.
Sincaplar gâyet zeki, temiz ve son derece hareketli hayvanlardır. Yiyecek yerken arka ayakları üzerine oturarak, besini ön ayakları arasına alır ve kuyruklarını geriye kıvırırlar. Bâzı türleri uzun mesâfeli göçlere girişirler. Çoğunlukla 3-5 yavru doğurur ve 10 yıl kadar yaşarlar. Esârette 15 yıl yaşayanlara rastlanmıştır. Kürkleri makbul olduğundan bol miktarda avlanırlar. Tabii düşmanları sırtlan, kartal ve baykuştur.
(Bkz. Hazım)
(Bkz. Kolibri)
(Bkz. Çiftkanatlılar)
Alm. Kino (n), Fr. Cinéma (m), İng. Cinema. Bir ekran üzerine hareketli görüntüler düşürmek sûretiyle sosyal, ekonomik, kültürel konularının perdeye aktarılması ve yönetilmesi işlemi. Sinema, tam olmamakla beraber tiyatronun sahneden perdeye aksetmiş şekli olarak da târif edilebilir. Sinema filmlerinin çoğaltılabilmesi ve her yerde kolaylıkla gösterilebilmesi, büyük halk kitlelerinin sinemadan etkilenmesine sebep olmuştur. Sinema kültür ve eğitim alanlarında olduğu kadar, eğlence ve her türlü propaganda alanında da geniş bir şekilde faaliyet göstermektedir. 1960’larda televizyonun dünyâ çapında yaygınlaşmaya başlamasıyla önemini kaybeder olmuşsa da, televizyonda da kendisine bir yer bularak tesirini sürdürmeye devam etmiştir.
Târihi: Sinema ilk olarak 1894 senesinde Thomas A. Edison’un kinetoskop’u geliştirmesiyle başlamıştır. 1895 senesinde ise Paris’te Lumiére’nin sinematografi’yi bulmasıyla görüntüler daha tatminkâr bir duruma girdi. Sinemanın başlangıcı esâsen 1824 senesinde laboratuar çalışmaları şeklinde Londra’da Peter Mark Roget’in, çizgi resimlerin bir disk üzerine yapıştırılarak döndürülmesiyle başlamış, bunu 1860 senesinde fotoğraflı disk ve bunu da 1890 senesinde selülozik film şeridi tâkip etmiştir. İlk basit sinematoskopu 1861 senesinde Phladelphialı mühendis Coleman Sellers yapmıştır. Bu makinayı Thomas Edison ve Thomas Armat geliştirdiler.
Sinemanın sanat ve ticâret ortamına girişi 1903 senesinde Büyük Soygun (The Great Train Robbery) filmiyle başlar. 1912 senesine kadar sessiz filmler’le gösteri yapılmış, bu târihten sonra film yanına bir de hareketlerle ahenkli sesler veren fonograf konulmuştur. 1923Êsenesinde sesin selüloz film üzerine kodlanmış bir şekilde, resimlenmesinden sonra sesli filmler başarılı olmaya başlamıştır. 1927 senesinde hazırlanan sesli The Jazz singer filmi sesli filme tam geçiş kabul edilir.
1935 senesinde başlayan renkli film çekim çalışmaları 1939 senesinde Rüzgârla Gitti (Gone with the wind) filmiyle başarılı oldu. Bu buluşu sinemaskop film tekniğinin bulunuşu tâkip etti. 1952 senesinde üç boyutlu stereoskopik 3-D sinema tekniği popüler oldu. Sinemaskop 55, M-G-M panavizyon gibi daha birçok teknik buluşlarla, sinema tiyatro sahnesindeki canlılıktan ayırt edilemez duruma getirildi.
Sinema filmi hazırlanışı: Sinema filminin hazırlanışı çok geniş çalışma ister. Filmin konusunu ihtivâ eden senaryo veya film yazılı doküman, târihî bir belge, film direktörü kontrolünde hazırlanır. Senaryo daha sonra sahnelere ayrılır. Sahneler arası kostüm, makyaj ve yan hazırlıklarla geçer. Sahnelerdeki görüntü seçimi direktöre âittir. Çekimi yapılan sahnelerin birbiriyle çok iyi uyum içinde olması lâzımdır. Çünkü film seyredilirken kısa bir hikâyeye benzer. Konular ve görüntüler arasında kesikliği affetmez. Film çekilirken sahnelerdeki görüntülerin seyirciyi, kendisine bağlayıcı şekilde olması icâb eder. Meselâ dövüş yapan iki aktörün uzaktan çekilen filmi fazla ilgi uyandırmadığı hâlde yumrukların şekli, kafaya vurulan bir taş, burundan akan kanın çeneden süzülüşü, yırtılan elbisenin görüntüleri gerçek bir kavga seyrediyormuşcasına seyircinin nefesini kesebilir. Bu arada, ses, ışık ve diğer faktörler direktöre yardımcı mühim unsurlardır. Film seti sahnede seyirciye konuyla ilgili mümkün mertebe çok bilgi verecek özellikte hazırlanır.
Sinemada bir başka metod da çizgi film çekimidir. Çizgi film ilk olarak 1877 senesinde Fransız EmileReynaud ile başlar. 1906 senesinde ABD’de yapımına başlanan çizgi filmler büyük gelişmeler kaydederek 1923 senesinde Hollywood’da Walt Disney’in çizgileriyle zirveye ulaştı. Kompüterin çizgi film tekniğine girmesiyle kalitede süratli artış olmaya başladı.
Sinema makinasının çalışması: Sinema makinası bir projeksiyon âleti olup, film kamerası tarafından kaydedilen seri hâldeki görüntüleri ekrana yansıtır (Bkz. Projeksiyon). Görüntüler gözün fark edemiyeceği hızla değiştiği için, ekrandaki görüntü hareketli zannedilir. Bu hâdise güneşe çok az bakıp gözünü kapatan bir kişinin gözünde, bir müddet karartı izinin devam etmesi esâsına dayanır. Sinema makinasının prensip olarak ışık üreten bir lâmbası, ışığı yansıtan reflektörü, film şeridini belli bir hızla hareket ettiren mekanizma, film hızı ile koordineli olarak ışığı kesip tekrar açan, döner diyafram mekanizması ve mercekleri vardır. Işığın kesilip açılma sayısı sâniyede 24 veya 48 adettir. 48 sayısı ışık titreşimini azaltmak içindir.
Filme ses, fotoğraf tekniğiyle kaydedilir. Ses modüle edilmiş ışık hâline çevrilerek film üzerine düşürülür. Modülasyon işlemi, mikrofondan gelen ses titreşimlerinin yükseltilerek, hassas bir galvanometrenin manyetik saha içinde asılı duran bobinine tatbik edilir. Galvanometre aynası bu bobine bağlı olduğu için bobin titreşimleri, aynaya gönderilen ışığı da aynı şekilde titreştirir. Bu titreşimli ince ışık film üzerinde görüntülenir. Sesin filmden elde edilmesi de arada fotosel kullanıldığında bu işlemin tersidir. Mikrofonun yerini hoparlör alır. Sesin ışık olarak kaydı özel ışık tüpüyle de yapılmaktadır. Işığın sâniyede 24 defâ kesilip açılabilmesi için, film üzerinde ses görüntü kaydının yapıldığı kenarın karşısındaki diğer kenara resimler arasına gelecek şekilde delikler açılmıştır. Makina çalışırken bu deliklere giren pim mekanizması, ışık sistemini film akış hızına dolayısıyle resimlerin mercek önünden geçme hızına göre çalıştırmış olur.
Oskar mükâfaatı: Sinema filmleri her sene yapılan film festivalleri sonunda yirmi beş dalda mükâfaatlandırılır. Oskar mükâfaatı olarak isimlendirilen bu değerlendirme seçimlerini tanınmış, güçlü aktör, film yazar ve yöneticileri yaparlar.
DEVLETİN ADI |
Singapur Cumhûriyeti |
BAŞŞEHRİ |
Singapur |
NÜFÛSU |
2.792.000 |
YÜZÖLÇÜMÜ |
622 km2 |
RESMÎ DİLİ |
Malay, Çince, Tamil, İngilizce |
DÎNİ |
İslâm, Budizm, Hinduizm |
PARA BİRİMİ |
Singapur doları |
Hint Okyanusunda 1°15’ - 1°28’ kuzey enlemleri ve 103°40’ - 104° doğu boylamları arasında yer alan ve Güneydoğu Asya’nın en küçük ve en refah bir adalar ülkesi.
Târihi
Bölgenin bilinen ilk insanları Çinliler ve Malaylılardır. Bunlar bu adalar ülkesine “deniz şehri” anlamına gelen Temasek adını vermişlerdi. Singapur’un asıl modern târihiyse, 1819 yılından îtibâren başlatılır. Bu târihte zamânın sömürgeci milleti olan İngilizler, burayı istilâ ederek, 1959 yılına kadar idâreleri altında tuttular. Bu târihte Milletler Topluluğu içerisinde bağımsız (otonom) bir devlet oldu. 1963 yılında Malaya,Saravak ve Sabah ile Malaya Federasyonunu meydana getirmek üzere birleştiler. Fakat bu birleşme fazla uzun sürmedi. Federasyondaki hâkim grup olan Malaylar ile Singapur bölgesindeki ekseriyeti teşkil eden Çinliler arasında anlaşmazlıklar baş gösterdi. Bunun üzerine yeni bir anlaşma yapıldı. Böylece Singapur 9 Ağustos 1965’te ayrı bir devlet oldu.
Fakat bölgedeki iç huzursuzluklar devam etti. Antikomünist bir yapıya sâhip olan Singapur’da, Malaylar ve Çinliler olaylar çıkartıyorlardı. 1969 yılında ırkçı bir ayaklanmaya bürünen şiddet eylemleri, birçok tutuklamalar sonucu bastırıldı. Daha sonra ülkedeki idâreyi, 1959 yılında ülkenin ilk başbakanı seçilen Lee Kuan Yew’in kurduğu, Halk Partisi (PAP) rakibi Komünist BurisanSosyalist Partisi’ni hezimete uğratarak iktidarı ele geçirdi. Ülkeden İngilizler 1971 yılında çekilmek zorunda kaldılar. Bağımsızlıktan sonra sonra iç ve dış politikayı tesbit eden Lee Kuan Yew, 1990 senesine kadar sürdürdüğü başbakanlık görevinden ayrıldı. Yerine Goh Chok Tang başbakan oldu. 1991’de yapılan seçimlerin neticesinde Goh Chok Tong tekrar başbakanlığa getirildi. Hâlen başbakan Goh Chok’tur (1993).
Fizikî Yapı
Singapur, Endonezya ve Malezya toprakları arasına sıkışmış, küçücük bir ada devletidir. Kuzey ve batıdan Johore boğazı ve doğu ve güneyden Singapur Boğazı ile kapalı dikdörtgen şeklinde bir ülke olan Singapur’un, kendisine âit 40 kadar adacıkla birlikte yüzölçümü yaklaşık olarak 622 km2 civârındadır. Singapur, Malay Yarımadasına 1200 m uzunlukta olan bir demir ve karayolu ile irtibatlıdır. Singapur, Adasının uzunluğu, yaklaşık 43 km ve eni ise 22,5 km’dir. Ülke ekvatorun yaklaşık 130 km kadar kuzeyinde bulunmaktadır. Malezya batı kıyısı ile Sumatra Adası arasındaki bir su yolu olan Malacco Boğazının hemen ağzında yer alır.
Singapur arâzisi kıyı bölgelerde alçak ve orta bölgelerde az yüksektir. Bu yükseklik tatlı bir meyil hâlindedir. Ülkenin en yüksek noktası yaklaşık 177 m’lik Timah Dağıdır.
İklim
Singapur tropikal bir iklime sâhiptir. Sıcaklık ve nem miktarı yüksektir. Yağışlar çok fazladır. Mevsimlere göre nem, ısı ve yağış değişikliği oldukça azdır. Ekvatorun hemen kuzeyinde yer aldığı ve arâzisinin alçak olması sebebiyle hava sıcaklığı, özellikle yaz aylarında çok fazla artmaktadır. Genellikle ekim-mayıs ayları arasında yağışlar şiddetlenir.
Tabiî Kaynakları
Etrafı Hint Okyanusunun suları ile çevrili, bu küçük ada devletinin bir zamanlar toprakları tamâmen tropikal ormanlarla kaplıydı. Bugün bunların % 85’i kalmamıştır. Dolayısıyla vahşi hayvanlar da çok azalmıştır. Arâzi alçak olup, ülkede tabiî kaynaklar hemen hemen hiç mevcut değildir.
Nüfus ve Sosyal Hayat
Singapur’un bugünkü nüfûsu yaklaşık olarak 2.792.000 kişidir. Nüfûsun % 77’sini Çin asıllı insanlar teşkil etmektedir. Nüfûsun % 15’ini Malaylar ve % 6’sını Hintliler, gerisini de diğer azınlıklar meydana getirir. Ülkedeki nüfus yoğunluğu, 622 km2lik bir yüzölçüme sâhip olması bakımından çok yüksek olup, kilometre kareye yaklaşık 4488 insan düşer. Yıllık nüfus artış oranı yaklaşık % 1,2’dir. Nüfûsun çoğu genç ve şehirlidir. Sadece % 25’lik bir kısmı köylerde ve kır hayâtında yaşar.
Nüfûsun çoğunluğunu teşkil eden Çinliler, beş ana grupta toplanırlar ve beş büyük lehçeyi kullanırlar; Hokkien, Cantonese, Teochev, Hainanese ve Hakka. Bunlar genellikle Konfüçyüst, Budist veya Taoisttir.
Malaylar ise ikinci büyük grup olup, Malay dilini konuşurlar ve tamâmına yakın kısımları Müslümandır. Nüfûsun % 7’lik bir bölümünü meydana getiren Hintlilerin ve Pakistanlıların büyük bir kısmı Müslüman, az bir kısmı ise Hindudur. Genellikle Tamil lisanını kullanırlar. Çok az miktarda da Avrupalı ve Avrasyalı nüfus vardır.
Din ve dil farklılıklarının büyük boyutlara ulaşması üzerine Singapur hükümeti, Malay dilini millî dil îlân etti. Diğer Mandarin (Çin lehçelerinden bir kısmı), Tamil ve İngilizceyi de resmî dil olarak kabul etti.
Singapur, diğer Asya ülkelerine nazaran okuma-yazma oranı yüksek olan bir ülkedir. Nüfûsun hemen hemen % 76’sı okur-yazardır. Genç nüfûsun % 65’i okula devam etmektedir. Birçok sanat, teknik ve özel okul mevcuttur. Ülkede iki üniversite vardır: Singapur Üniversitesi, Nanyang Üniversitesi.
Singapurluların sağlık, sosyal ve kültür hayatları oldukça iyidir. Ülkede 17 modern hastâne vardır. İnsan ömrü ortalması 70 yaşın üzerindedir.
En büyük ve gelişmiş şehri Singapur City olup, ülke nüfûsunun yaklaşık 2.650.400 kişisi burada yaşar.
Siyâsî Hayat
Singapur Cumhûriyeti parlamenter demokrasi sistemine dayanır. Yasama gücü tek meclisli Millet Meclisinin elindedir. Meclis, 79 üyeli olup, üyeler beş senede bir seçilir.
Singapur Birleşmiş Milletlerin ve ayrıca Milletler Topluluğunun bir üyesidir.
Ekonomi
Singapur ekonomisinin büyük bir kısmı ticârete dayanır. Ayrıca ulaştırma, bankacılık, sigortacılık, haberleşme, tâmirat ve depolama gibi hizmetlerden de önemli ölçüde gelir elde edilmektedir. Singapur ekonomisinin dayandığı diğer önemli gelir kaynağı endüstridir. Son zamanlarda mevcut işçi gücünün % 52’sine yakın bir bölümü, endüstri alanında istihdam edilmiştir. İşçi gücünün % 33’lük bir bölümü ticâret ve hizmetlerdeyken, tarım alanında % 2 gibi küçük bir işçi grubu kalmıştır. Singapur’un önde gelen endüstri dalları; gemi yapımcılığı, petrol rafinerileri, elektronik âletler, tekstil, gıdâ ve kereste endüstrisidir. Turizm ülke için önemli bir gelir kaynağıdır. Balıkçılık da, özellikle son zamanlarda ülke ekonomisine önemli ölçüde gelir sağlamaktadır.
Ülke, ithâlâtının % 19’unu Japonya’dan ve % 18’ini Suudi Arabistan’dan yapmaktadır. Ayrıca İngiltere ve Malay’dan da mal almaktadır. İhrâcâtını ise daha çok İngiltere, Japonya ve Malay’a yapar.
Singapur ekonomisi, 1960 yılında geniş petrol yataklarının Endonezya ve Malezya kıyılarının uzağında bulunmasından sonra, yıllık 200 milyon dolar civârında bir gelir daha elde ederek gelişme gösterdi. Böylece Singapur, Güneydoğu Asya’nın endüstri merkezi hâline geldi. Ülkenin ulaştırma şebekesi yeterlidir.
Alm. Nervenkrankheiten, Fr. Nevropathies, İng. Neuropathies. Sinir sistemini meydana getiren beyin, beyincik, omurilik, kafa sinirleri ve çevre sinirlerini tutan bozukluklardan dolayı ortaya çıkan hastalıklar. Sinir sistemi insan vücûdunun en karmaşık ve en ince detaylara kadar hizmet götüren bir sistemi olduğundan, buranın hastalıkları birçok diğer sistemi de ilgilendirir. Nöroloji, sinir sistemi hastalıklarıyla ilgilenen bir tıp koludur. (Bkz. Nöroloji)
Sinir hastalıkları organik (marazî, hasara bağlı) olabildiği gibi, sinir sisteminin belli bir kısmındaki görev yapabilirliğin azalmasına bağlı, yâni fonksiyonel de olabilir. Fonksiyonel denilen hastalıklarda yapıyla ilgili bir hasar veya eksiklik yoktur. Merkezî sinir sistemi, periferik sinirler ve otonom sinir sistemi olarak üçe ayrılan sinir sistemini ilgilendiren hastalıklar, bunlardan birini veya birden fazlasını ilgilendiriyor olabilir. Nöronlar, yâni sinir hücreleri dış etkilere karşı son derece hassastırlar. Bu hücrelerin ölmesi hâlinde yerine yenileri gelmez. Başka bir tâbirle, sinir sisteminde tâmir ve yeniden oluşum (reparasyon ve rejenérasyon) mümkün değildir. Yalnızca periferik (çevre) sinirlerde bir kendini yenileme vardır ki, bu da son derece yavaştır.
Sinir sisteminin hastalıkları, son derece çeşitli sebeplerden ortaya çıkabilir. Doğuştan olanlar, travmalardan, iltihaplardan, zehirlenmelerden olanlar bunlardan sâdece birkaçıdır. Fonksiyonel hastalıklar ise herhangi bir bozukluk olmaksızın ortaya çıkan durumlardır ki, vücudun herhangi bir bölümünü tutabilirler. Aşağıda sinir sistemiyle ilgili hastalıkların en önemli sebepleri ve bunların örnekleri verilmiştir.
1. İnfeksiyonlar: Menenjit, beyin absesi, ensefalit gibi.
2. Damar hastalıkları: Tıkanmaya bağlı felçler, beyin kanamaları.
3. Tümörler: Olduğu bölgeye göre görev aksaklığı, felçler, hâfıza ve idrak kusurları.
4. Travma: Beyin kanamaları, sinir kopmaları, zedelenmeler.
5. Gelişme bozuklukları: Mongolizm türü geri zekâlılık, omurilik gelişme bozukluğu (spina bifida).
6. Metabolik hastalıklar: Hormon bozuklukları, kan hastalıkları, karaciğer hastalıkları, metal metabolizması bozuklukları da, sinir sisteminde bozukluklara sebep olabilmektedir.
7. Myelin kılıfı (sinirleri saran kılıf) hastalıkları: Multipl skleroz bunlara en önemli örnektir.
8. Paroksismal (arada bir gelen bozukluklar): Migren, histamin baş ağrısı, epilepsi (sara), meniere hastalığı (tekrarlayıcı başdönmeleri) bunlardandır.
9. Zehirlere bağlı hastalıklar: Bakteri zehirlerine bağlı (tetanoz), metal zehirlerine bağlı (arsenik), organik bileşiklere bağlı ziherlenmeler (alkol, karbonmonoksit) en önemlileridir.
(Bkz. Neuroptera)
Alm. Nervensystem (n), Fr. Système (m), nerveux, İng. Nervous system. Uyaranların ve direktiflerin, bir yerden diğerine iletilmesini ve bilgilerin en faydalı şekle sokularak biçimlendirilmesini sağlayan sistem. Bu sistem üç kısma ayrılır: 1) Periferik (çevresel) sinir sistemi, 2) Santral (merkezî) sinir sistemi, 3) Otonom (bağımsız) sinir sistemi.
Sinir dokusu: Nöron adı verilen sinir hücreleriyle, glia denen destek hücrelerden meydana gelir. Glia hücreleri nöronların arasında yer alır. Onlara desteklik yapar, beslenmelerini sağlar ve onları etkilerden korur. Nöronlar ise sinir sistemini fonksiyonel ve anatomik birimidir. Her nöron hücresinin bir gövdesi, iki veya daha fazla sayıda da uzantısı bulunur. Uzantılar akson ve dentrit adını alırlar. Dentritler uyarıyı uç kısımlardan alıp, hücre gövdesine iletirler. Akson ise uyarıları sinir gövdesinden götüren uzun sinir lifleridir. Akson içinde devamlı madde akımı vardır. Bu daha ziyâde plazma, stoplazma akımıdır, hücre gövdesinden akson sonuna doğrudur.
Sinir sistemi içinde nöronlar gruplar hâlinde bulunurlar. Beyin ve omurilik dışındaki bu nöron gruplarına ganglion (sinir düğümü) adı verilir. Omurilik ve beyindeki değişik büyüklük ve şekilde olan nöron gruplarına nükleus (çekirdek) denir. Bu sinir hücrelerinin toplu olarak bulunduğu beyin ve omurilik sahaları gri cevher (substantia grisea) ismini alır. Bunun dışında kalan ve çoğunlukla myelinli sinir liflerinden meydana gelen sahaya da beyaz cevher (substantia alba) denir.
Sinir lifinin yapısı: Akson gövdeden çıktıktan sonra kısa bir süre çıplak olarak seyreder ve daha sonra myelin kılıfıyla kaplanır. Buna göre sinir lifleri myelinli ve myelinsiz diye ikiye ayrılır. Sinir liflerinin çoğunluğunda myelin kılıfı vardır. “Myelin kılıfı”, lipid ve proteinden meydana gelir. Sinir lifinin en dışında ise, “schwann kılıfı” bulunur.
Sinirde uyarı dalgasının yayılması: Bütün hücrelerin canlılık özelliklerinden birisi de dışarıdan gelen uyarıları fark edebilmesi ve buna reaksiyon göstermeleridir. Bu hâdise hücre zarının içiyle dışı arasındaki elektrik potansiyelinin içerisi, negatif olacak şekilde ve hücreden hücreye değişmek üzere ortalama -70 mV (minivolt) olması ile gerçekleşir.
Bu dengeye hücre içindeki iyonlar ile, hücreyi kaplayan sıvının içindeki iyonların miktarlarının belli seviyelerde bulunmaları ile ulaşılır ve bu düzende hücre zarı enerji harcayarak aktif rol alır. Dışarıdan gelen mekanik, kimyevî ve elektrikli uyarılar hücre içindeki iyonlardan özellikle sodyumun (Na+) dışarıya ve potasyumun (K+) içeriye girmesine sebep olacak şekilde hücre zarını değiştirirler. Ancak bu giriş esnâsında herbirinin girme hızlarındaki ufak bir fark, çok küçük bir zaman biriminde hücre zarı etrâfındaki elektrik potansiyelini -70 mV’dan 0 mV’a doğru yaklaştırır. Sinir hücrelerini diğer hücrelerden ayıran özellikler, bu elektrik potansiyeli farkının komşu hücre uzantısı boyunca, yâni akson boyunca, bir önceki kısmın bir sonrakini uyarması şeklinde akıp gitmesi ve akson sonuna gelindiğinde, buradan diğer sinirlere veya başka cinsten hücrelere etki edecek kimyevî maddeleri salgılatmalarıdır.
Myelinli ve myelinsiz sinirlerin farkı: 1) Myelinli sinirlerde iletim hızlı, myelinsiz sinirlerde ise yavaştır. 2) Myelinli sinirin uyarılma eşiği myelinsiz sinire göre daha düşüktür. Çünkü, akım küçük bir sahaya toplanmıştır ve birim sahaya düşen akım sıktır. Myelinsiz sinirde akım yayılmıştır. 3) Myelin kılıfının kalınlığına göre iletim hızı değişir. Sinir ne kadar kalınsa iletim o kadar hızlıdır. Çap 1 (bir) birim arttıkça iletim 6 kat artar.
Reseptörler (duyu hücreleri): İç ve dış ortamdaki değişikliklerden organizmayı haberdar eden özel yapılardır. İnsan organizmasında çeşitli uyaranları cevaplayan değişik reseptörler bulunur. Gözdeki reseptörleri ışık, kulaktakileri ses, denge organındakileri vücudun durumu, derideki reseptörleriyse; basınç, sıcaklık, soğukluk gibi uyaranlar harekete geçirir.
Periferik sinir sistemi: Çevresel sinirler ve bunların ilgili ganglionları periferik sinir sistemini meydana getirir. Periferik sinirler içinde iki türlü lif bulunur: Bunlardan duyusal lifler reseptörlerden başlar. Buradan aldıkları uyarıları omuriliğe ve beyine iletirler. Diğer lifler ise motor liflerdir. Motor lifler merkezden gelen uyarıları cevap organları ve dokularına götürürler. Bunlardan somatik motor lif olanları iskelet kaslarında sonlanırlar, otonomik lif olanları ise kalb kası, düz kas ve bezleri sinirlendirirler.
Otonom (bağımsız) sinir sistemi: İrâde dışı olan fonksiyonlarla ilgilidir. Birbirleriyle bağlantılıdır ve esas olarak otonom sinir sistemi, merkezi sinir sisteminin bölümüdür. Otonom sinir sistemi iki bölüme ayrılır: 1) Sempatik sistem, 2) Parasempatik sistem. Bu iki sistemin fonksiyonları birbirinin tam tersidir. Hangisi hasara uğrarsa, gittikleri organda, diğerinin etkisi hâkim olur. Normal şartlarda, fonksiyon bakımından aralarında bir denge vardır.
Her iki sistemin etkilerini şöyle sınıflandırabiliriz:
1. Gözün, göz çukurunda öne doğru fırlamasına sempatik sistem sebep olurken, parasempatik sistem aktivitesi arttığında göz, göz çukurunun içine gömülür.
2. Sempatik sistem göz bebeğini genişletir. Parasempatik sistem ise göz bebeğini daraltır.
3. Deride bölgesel damarları genişleterek kızarıklığa sebep olan sempatik sistem, aynı zamanda terlemeyi de azaltır. Parasempatiklerinse terlemeyi arttırıcı etkileri vardır.
4. Korku ve heyecan hâllerinde, sempatiklerin aktivitesi artar, tüyler diken diken olur. Parasempatiklerin bu etkisi yoktur.
5. Sempatikler kalbin kasılma gücünü ve atım sayısı ile kalpten bir dakikada atılan kan miktarını arttırırlar. Parasempatiklerse kalp kasılmasını ve atım hacmini ve sayısını azaltırlar.
6. Sempatikler safra boşalımını engellerken, parasempatikler safrakesesi kaslarını kasarak safra boşalımını sağlarlar.
7. Sempatikler sindirim sisteminin bütün fonksiyonlarını yavaşlatır, parasempatikler hızlandırırlar.
8. Sempatikler vücut damarlarında daralmaya sebep olarak, kan dolaşımını hızlandırırlar, kan basıncını yükseltirler. Parasempatikler damarları genişleterek dolaşımı yavaşlatırlar ve kan basıncını düşürürler.
9. Sempatikler mesâne kaslarını gevşeterek mesânenin boşalımını azaltırlar, parasempatikler bu kasları kasılmaya sevk edip mesâne sfinkterini de (kapak görevi gören büzücü kaslar) aksine gevşeterek mesâneyi boşaltırlar.
10. Kalın barsakların son kısımlarındaki büzücü kaslara (sfinkterler) sempatiklerin kasıcı, parasempatiklerin gevşetici etkileri vardır.
11. Pankreas’tan insülin salınmasını parasempatikler arttırırlar, sempatikler salınmayı engellerler.
12. Sempatiklerin katabolik (protein yıkıcı), parasempatiklerin ise anabolik (protoin yaptırıcı) etkileri vardır.
Merkezî sinir sistemi: Beyin ve omurilikten meydana gelir. Sinir sisteminde haberler, elektriksel uyarılarla cevabın hâsıl olacağı organa iletilir. Bu, sâniyeden çok daha kısa zamanda olup biter. Canlı organizma çevreden sürekli uyarılar alırken, içten gelen uyarıları da alır ve bunlara cevap verir. İlkel organizmalarda bu cevaplar neslin de devâmını sağlayan savunma reaksiyonları şeklindedir. Bu savunmayı gâye edinen refleks mekanizmalar sâdece omuriliği olan canlılarda gözlenir. Fakat üst canlılar çevreden daha çok uyarı alır ve çevreyle uyum sağlaması daha önem kazanır. Bu şekilde üst canlılarda, daha çok sayıda uyarı alan reseptörler gelişir ve gelen uyarıları düzenleyen üst merkezler meydana gelmiştir ve beyin gelişmiştir.
Beynin gösterdiği gelişme canlının sınıfına göre değişir. İnsan beyni diğer canlılar arasında en iyi gelişmişidir. Fakat insan beyni en iyi gören, en iyi koku alan yapıya sâhip değildir. O hâlde üstünlüğün sebebi nedir? 1) Hayâl etme, 2) Muhâkeme kâbiliyeti ve 3) Hâfıza ve bilgi depolama denen, bilgi ve olayların kodlanıp gereğinde tekrar hatırlanabilmesi, beynimizin üstünlüğünü sağlar.
Beyin geliştikçe üst merkezler meydana gelir ki, bu genç yapılar daha kusursuzdur. İnsan beyni sürekli gelişir. Bu gelişmenin sınırı düşünülemez. (Bkz. Beyin)
SİNİRLİ OT (Plantago lanceolata)
Alm. Wegerich (m), Fr. Plantain (m), İng. Plantain. Familyası: Karnıyarıkotugiller (Plantaginaceae). Türkiye’de yetiştiği yerler: Hemen hemen bütün Anadolu.
Mayıs-eylül aylarında çiçekler açan, 10-50 cm boylarında olan çok yıllık otsu bir bitki. Yapraklar rozet hâlinde gövdenin altında dik olarak bulunurlar. Çiçek durumu bu rozetin ortasından çıkan uzun ve dik bir sapın ucundadır. Bâzı türleri gövdesizdir. Daha çok çayır ve sulak yerlerde yetişir.
Kullanıldığı yerler: Taze yaprakları yumuşatıcı ve öksürük dindirici olarak, hâricen yara iyi edici ve çıban açıcı olarak kullanılır.